"Şaka olmalı bu! Şaka değil mi?" dedi gülerek ve Chamsha Yadraj'ın yanına geldi.

Chamsha "Hayat kadar gerçek, abla hayat kadar gerçek. Babamı, dayım Mithra'yı ve Zanay öldü. Geriye onların yanmış giysileri, yüzükleri kaldı. Kül olup, yandılar."

"Nasıl?" diye fısıldadım ve Vilraj'a baktım.

Vilraj "Naresh Asenath'ı yenmişti, onu görmüştüm. Ardından Makpha onu rüzgar gibi alıp götürdü. Onun peşinden Zanay ile Mithra gitmişti. Kargaşa içinde oraya geç yetiştim, Sandhya. Gördüğüm şey Zanay ve Mithra'nın yuvarlanmasıydı. Benimle beraber onların okçusu gelmişti. Makpha hemen emir verdi ve yaktırdı. Kül etti orayı."

"Ne?"

"Evet, doğru duydun. Gözümün önünde yeğenimi ve oğlumu yaktırdı. Kendi erkek kardeşine acımadı, Sandhya. Naresh'in ölüm haber ile kaos oluşmuştu ve ordu dağılma noktasına geldi. Belki bu yüzden Iyeka'ya gelmelerine sebep olduk. Chamsha ve Yadraj olmasaydı daha beter bile olabilirdi."

Saorah "Bu gerçek olamaz! Zanay bana söz verdi, babam bana söz verdi. Geri döneceğiz dediler!" diye bağırdı ve öfkeyle Yadraj'ı itti. Yadraj ise bir şey diyememişti. 

Vilraj "O yanan ormanda aramaya gidemedik bile! Geri çekilmek zorundaydık ama Kral Makpha bize yanmış kıyafetlerini, yüzüklerini gönderdi. Ah, kömürleşmiş bedenlerini ise parçalatmış ve yanan bölgeye dağıttığını belirtti."

"Ben buna inanmıyorum! Ölseydi kalbimde hissederdim, anlıyor musun? Ölmedi! Benim sevgilim, ruhumun ateşi ölmedi. Yalan bu!" dedim bağırarak.

Chamsha "İnan bana, gerçek. Ayrıca Medarat Kralı sana bir mesaj gönderdi. Barış antlaşması için Iyeka sınırında bekliyorlarmış ve yeni hükümdarla imzalayacaklarmış. Seni artık dikkate almayacaklarını belirtti."

"Naresh ölmedi, abim ölmedi, Zanay ölmedi!" diye bağırdım ve Vilraj ceketinin cebinden bana bir kese uzatmıştı. Keseyi açtığımda ise Naresh'in yanmış olan iki yüzüğü elimdeydi. Gözlerimden yaşlarım süzülmüştü. Oysa onun öldüğüne, beni bıraktığına inanmıyordum. Bana dediği gibi ölseydi kalbimde hissederdim. Ölmemişti, ölemezdi. Cesedi kül olup, toprağa karışamazdı.

Vilraj "Bende senin bu dediğine inanmak istiyorum ama yanmış kıyafetleri, yüzükleri elimizde. Üstelik Kral Makpha'nın ona karşı kinini de görmüş olduk. Bir insandan istediğin kadar nefret et ama ölüsüne saygı duy. Ölüsünü yak, parçala ve öldüğü yerde küllerini dağıt. Bu kadar nefretle eline ne geçecekti?"

"Kendi kanında boğulacak o! Kendi nefretinde boğacağım onu. Bana bu kanlı gözyaşlarını döktürenler gün gelecek kendi kanlarında boğulacaklar. Parsmet şahidim olsun ki onu pişman edeceğim."dedim soğukça ve elimdeki yüzükleri göğsüme bastırdım.

Arkamı dönüp saraya girmiştim. Dik durmaya çalışmak, nefes almak çok zordu. Ölmek bile benim için büyük bir merhamet olurdu ama ölemezdim. Naresh'e söz vermiştim. Onun için yaşayacaktım. Zor olanı yapmak mecburiyetindeydim. Yaşayacaktım ve yaşatacaktım. Çevremde bana bağlı olan onca insan var iken nasıl ölebilirdim ki? Ölmek, korkaklık olurdu ve basit bir seçimdi. Yaşamak ise zor olandı. Naresh'e verdiğim sözü tutacaktım. Yaşayacaktım. Yaşamanın verdiği ağır yükle devam etmek zorundaydım.

Yatak odama geçtiğimde ise kapıyı kapattım. Yatağıma çöktüm ve elimdeki yüzüklere baktım. Şahlık ve evlilik yüzüğümüzdü. Hala öldüğüne inanmasam bile bana ondan gelen tek şeydi. Kalbimde hala yaşadığını hissediyordum. Cılız bile olsa hissediyordum. Ölseydi hissederdim, mutlaka hissederdim. Aşıkların bağı, en kutsal bağ olduğuna inanıyordum ve hiçbir şey bu bağı önleyemezdi. Şu an nerede, ne yapıyor olduğunu bilmiyordum ama nefes alıyor olmalıydı. Kül olup, toprağa karışamazdı. Hayır, olmamalıydı bu! Ölmemeliydi.

Ateşin KurbanıWhere stories live. Discover now