50. Bölüm: 3 Ekim Gecesi

3.5K 131 18
                                    

İlham perileri ay ışığı şeklinde tezahür etmiş olmalıydı; kısa bir tünelden geçtikten hemen sonra yüzüne çarpan ışık ölüm anını yaşayan birinin yaşamını film şeridi gibi gözünün önünden geçirmesine benzer bir deneyime ilham oldu:

Anthony ile aralarındaki bağ ilk kez ağabeyi üniversiteyi kazandığında zedelenmişti; doğduğundan itibaren neredeyse her günleri aynı evde geçtiğinden eğitim için de olsa ayrılmaları onu boşluğa düşürmüş, sataşacak birini bulamamasına yol açmıştı. Yine de Celestia ağabeyini sürekli ev telefonu ile aramış, onu sinirlendirme arzularını hayat planlarına başarıyla nakşetmişti. Tatlı didişmelerinin aralarında mesafeler oluşmasına rağmen sürdürülebilmesi ikisinin de yaşam enerjilerini korumalarını sağlıyordu. Onun üniversiteyi tamamlayıp evine dönmesi, yeni okulunun en gözde öğrencisi Celestia'nın üniversite sınavlarına hazırlık dönemine denk gelmiş, içindeki dört senedir dizginlediği zıpır dürtülerini çok daha bastırmasına yol açmıştı. Daha doğrusu ekibin dağılması ile dizginleri eline rahatlıkla alsa da ergenlik çağının da etkisiyle günlerini acı ve hüzünle geçirmeyi sürdürmüştü. Anthony'nin çalışma hayatına genç yaşta adım atması, aynı evde yaşamalarına rağmen bağlarının eskisi gibi sağlamlaşmasına engel olmuştu. Yine de Raphael, Ophelia ve Sirius ile önce mektuplaşma, ardından iki taraf da fırsat buldukça ev telefonundan görüşme yaşamayı ihmal etmemişti. Ancak acımasızca geçen zaman bağlarını gitgide zayıflatmış, ilk yüz yüze buluşmalarına dek görüşmelerini neredeyse sıfıra indirmişti. 

Doğum günü pastasını her üfleyişinde dileği değişmedi: Sarabande'ye, on yaşlarıma geri dönmek istiyorum!

Ülke çapında derece yapmayı başararak Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünü kazanmış; ailesi ve uzaktaki eski dostları onun için adeta havalara uçsalar da buruk bir tebessümden öteye gidememişti. Büyük eksiklikler duymuştu yaşamında; başarısının anlamsızlığını, Sarabande'deki puding ödüllü ödevlerini gerçekleştirdiği tüm hedeflere yeğlediğini... kendi olmadığının farkındalığından uzaklaşmamıştı hiç. Kaç yaşında olursa olsun kalbinin derinliklerine gömdüğü yaramaz Celestia'yı uyandırmaya söz vermişti. 

Nitekim öyle olmuştu; Celestia'nın bilinçaltı ona rüya penceresi ile her seferinde mesleğindeki başarıları değil, maceraperest vizyonlarını göstermişti. Bir anda kesip atılan çocukluğu ile bastırdığı yaramazlığı ise üniversitenin birçok kulübünü kurallar içerdiğinden reddetmesine yol açmış, bunun sonucunda tıpkı annesi, Jane ve Kimberly Teyzeleri gibi uyumlu bir ekip olabilecekleri iki dost edinmişti. Mezun olana dek buldukları her açık kapıdan giren delidolu ekip bazı dersleri dahi asarak mezuniyetlerini zora sokmuştu. Celestia artık mutluydu, ancak mutluluğu beraberinde eksikliğin bambaşka noktalar olduğunu göstermişti; ne kendi başına ne de dostlarıylayken geçmişteki gibi çocuksu hareket edememişti. Büyümüş, büyüdüğünü yaşadığı yepyeni farkındalıkların sonunda kabullenmişti. 

Yaşadığı farkındalıklar diplomasıyla birlikte gelmişti. Artık çocuksu hayallerle dolu doğum günü dileklerini zihninden tamamen atmış, kalbinin en uç odalarına saklamıştı. Karamsarlıkla geçen öğrencilik hayatı onun başarı puanlarını düşürse de sağlam kumaşını belli ederek okuduğu kentin en başarılı laboratuvarında çalışmaya başlamıştı. En yakın iki dostu ile mezun oldukları kentte yaşamaya devam etmeleri ise macerayla dolu geçen zamanlarını sürdürmüştü, ta ki ikisi de hayatlarının aşklarıyla karşılaşana dek. Kimberly Teyzesi gibi hisseden Celestia geçen sürede iki dostunun da evlenmesine şahit olmuştu. 

İlerleyen senelerde dostlarıyla nadiren görüşen Celestia boşluğa düşmüş, çalışma saatlerinin yorucu ve uzun olmamasıyla kendini derin bir sorgulamaya teslim etmişti. Yaşadığı irili ufaklı tüm olayları unutabilmesine rağmen Sarabande'yi ve dostlarını unutamamayı sürdürmüş; verdiği radikal kararların çöküntüye girmesi ile hiçliği tüm yaşantısında görmüştü. Hayalindeki Celestia'dan halen uzaktı. 

Otuzuncu yaşında, üstüne çöken senelerin ağırlığını boşa düşürürcesine bir adım atmıştı: Bir doğum günü dileği dilememiş, tüm birikimiyle işini bırakarak kenti terk etmişti. Belki eski günleri geri getirme umudu sönmüştü, ancak ailesinin yanında sade bir yaşam sürdürmek onu çok daha neşeli kılacaktı. 

Ellerinde valizlerle sürpriz yaparak ailesinin karşısına çıkmış, upuzun tartışmaların ardından yeni yaşamını onlara kabul ettirmişti. Toplum normallerinin tersine yüzmesi onları endişelendirse de Sarabande'deki mutluluklarını yitiren ailenin de yüzündeki gülücükler her an saçmayı sürdürmüştü. Bu süreçte boş durmamıştı tabii; çevresindeki çocuklarla olabildiğince vakit geçirmiş ve onlara fen dersleri vermişti. Çocuklar onu tıpkı yaşıtları gibi görüyordu ve bunun farkındalığı onun için en büyük armağanlardan biriydi. 

Celestia'nın ay ışığı eşliğindeki yolculuğu sırasında gözünün önünden geçen karamsar serüveni ile üzerine tatlı bir uyku çöktü. Seneler boyunca düzenini küçük maceraperestliklerle sınırlandırıp kalbindeki büyük eksiklik hissine kulak vererek huzurla dolmasını sağlayan adımı attığından itibaren daha çok hayalindeki kendisi gibiydi. Ancak halen ruhunda küçük bir eksiklik seziyordu ve çocukluğunda başardığı, zihninde yer alan karamsarlıkları susturma ustalığını geri kazanarak kalbini serbest bırakmıştı. Kalbinin odasının en ucundan çıkan o dürtüye kendini bıraktı ve onun rotasında trene bindi. Yıllar boyu hissedemediği bu dürtünün otuz yedi yaşında, hiç ummadığı bir anda ortaya çıkmasının şaşkınlığıyla elini kahvesine uzattı, fakat kazanan uykuydu.    

Sarabande

3 Ekim 1995 - 23.23

Celestia karnına kadar uzanan battaniyesini titreyerek üstüne çekti; uykuluydu ve odasının bir anda soğuduğunun farkında değildi. Ardından odasındaki yoğunluğun azaldığını hissetti, bedeni ve uykusunun tam ortasındayken sarsılarak uyandı. Beyninin denge mekanizmasının sorunlu olduğunu seziyordu; buz gibi ve kendini adeta Ay'da hissettiği odasındaki garipliğin sebebini algılamak adına doğrulsa da baş dönmesi buna izin vermiyordu. Yediklerinden dolayı rahatsızlanmış olabileceğini sorguladı, ancak bu mümkün değildi. Başının dönmesini hiçe sayarak yerinden doğruldu ve ayaklarını yere sağlam basarak kapalı kapısına doğru yöneldi. Ama işler planladığı gibi ilerlemedi ve Celestia zeminin ayağının altından kaydığını hissederek yere yüzükoyun kapaklandı. Hareketinin kısıtlanması en nefret ettiği hislerden biriydi ve bilinmeyenden doğan korkuyu iliklerinde hissetmeye başlarken annesine tüm gücüyle bağırmak için nefesini doldurdu, ancak hafif yoğunluk bir anda üstüne çığ gibi düşerek onu yere tam anlamıyla mıhladı. Çırpınmaya başlamış, aynı katta bulunan ağabeyine seslenmek için dizlerini ve dirseklerini tahta zemine vurmuştu. Yoğunluğun gücü sesini duyurmasına engeldi. Karanlığın hücrelerini birer birer öldürdüğünü hissediyor, her şeyin bittiği hissini algıladıkça özündeki gücü yeniden kazanmak adına tüm cesaretiyle doğrulmaya çalışıyordu. Gayreti sonuç vermişti; bir anda onu yere mıhlayan güç üstünden kalkmış, odanın kapı ucuna doğru hareket etmişti. Celestia bir çita kadar hızlı bir şekilde yerinden kalkarak kapıya doğru koşarken kapı orta, fakat ürperticilik hissi aşılayan bir hızla gıcırdayarak açıldı. Celestia çaresizliğin girdabında korkuya teslim olmamak adına kapının ardındaki bilinmeyenden ibaret beyaz ışığa doğru ilerledi.

...

05.45

Celestia derin ve sarsıcı uykusundan sıçrayarak uyandı. Henüz gün aymamıştı, telefonundaki saati hızla kontrol edip ağır ağır doğruldu; ters bir pozisyonda uyuduğundan beli ağrıyordu. Termosa rağmen soğuyan kahvesinden büyük bir yudum alıp çocukken Ophelia'nın öğrettiği ve alışkanlık kazandığı nefes tekniğini uyguladı. Kalbi olağandan biraz hızlı atıyordu; senede iki veya üç kez gördüğü bu travmatik kabusun etkilerine alışmış olmalıydı. Bu kabus, Celestia'nın en derininde gizli eksikliğiydi; bilinmeyenin ta kendisini çözümlemek için kendinde cesaret bulamaması onu bilinçaltının bu kabusu her ortaya çıkarışında sarsıyordu. O sırada trenin loş ışığı söndü ve Celestia karanlığın etkisiyle tüylerinin yerinden çıkacak kadar dikenleştiğini hissetti. Neredeyse her yere tüm cesaretiyle girebilirdi, fakat tek ihtiyacı el feneri bile olsa bir ışıktı. Telefonunun fenerini açtı ve annesinin çikolatalı pudingini çıkardı. Gün ışığı dağların arkasından belirginleşmeye başlarken tüm enerjisini yükseltircesine iştahla pudingi yedi ve ağabeyine birkaç saat daha yaklaşmanın heyecanıyla içi yeniden kıpır kıpır oldu.

MER | Paranormal RomanOù les histoires vivent. Découvrez maintenant