Limon Çiçekleriii

By hicbirsey

291K 20.5K 8.9K

Birbirlerini hırpalayarak, asla olgunlaşamayan bir aşkla seven, canlarını yaka yaka yeşerip büyüyen bu aşkın... More

Limon Çiçekleri 1. Bölüm
Limon Çiçekleri 2. Bölüm
Limon Çiçekleri 3. Bölüm
Limon Çiçekleri 4. Bölüm
Limon Çiçekleri 5. Bölüm
Limon Çiçekleri 6. Bölüm
Limon Çiçekleri 7. Bölüm
Limon Çiçekleri 8. Bölüm
Limon Çiçekleri 9. Bölüm
Limon Çiçekleri 10. Bölüm
Limon Çiçekleri 11. Bölüm
Limon Çiçekleri 12. Bölüm
Limon Çiçekleri 13. Bölüm
Limon Çiçekleri 14. Bölüm
Limon Çiçekleri 15. Bölüm
Limon Çiçekleri 16. Bölüm
Limon Çiçekleri 17. Bölüm
Limon Çiçekleri 18. Bölüm
Limon Çiçekleri 19. Bölüm
Limon Çiçekleri 20. Bölüm
Limon Çiçekleri 21. Bölüm
Limon Çiçekleri 22. Bölüm
Limon Çiçekleri 23. Bölüm
Limon Çiçekleri 24. Bölüm
Limon Çiçekleri 25. Bölüm
Limon Çiçekleri 26. Bölüm
Limon Çiçekleri 27. Bölüm
Limon Çiçekleri 28. Bölüm
Limon Çiçekleri 29. Bölüm
Limon Çiçekleri 30. Bölüm
Limon Çiçekleri 31. Bölüm
Limon Çiçekleri 32. Bölüm
Limon Çiçekleri 33. Bölüm
Limon Çiçekleri 34. Bölüm
Limon Çiçekleri 35. Bölüm
Limon Çiçekleri 36. Bölüm
Limon Çiçekleri 37. Bölüm
Limon Çiçekleri 38. Bölüm
Limon Çiçekleri 39. Bölüm
Limon Çiçekleri 40. Bölüm
Limon Çiçekleri 41. Bölüm
Limon Çiçekleri 42. Bölüm
Limon Çiçekleri 43. Bölüm
Limon Çiçekleri 44. Bölüm
Limon Çiçekleri 45. Bölüm
Limon Çiçekleri 46. Bölüm
Limon Çiçekleri 47. Bölüm
Limon Çiçekleri 48. Bölüm
Limon Çiçekleri 49. Bölüm
Limon Çiçekleri 50. Bölüm
Limon Çiçekleri 51. Bölüm
Limon Çiçekleri 52. Bölüm
Limon Çiçekleri 53. Bölüm
Limon Çiçekleri 54. Bölüm
Limon Çiçekleri 55. Bölüm
Limon Çiçekleri 56. Bölüm
Limon Çiçekleri 57. Bölüm
Limon Çiçekleri 58. Bölüm
Limon Çiçekleri 59. Bölüm
Limon Çiçekleri 60. Bölüm
Limon Çiçekleri 61. Bölüm
Limon Çiçekleri 62. Bölüm
Limon Çiçekleri 63. Bölüm
Limon Çiçekleri 64. Bölüm
Limon Çiçekleri 65. Bölüm
Limon Çiçekleri 66. Bölüm
Limon Çiçekleri 67. Bölüm
Limon Çiçekleri 68. Bölüm
Limon Çiçekleri 69. Bölüm
Limon Çiçekleri 70. Bölüm
Limon Çiçekleri 71. Bölüm
Limon Çiçekleri 72. Bölüm
Limon Çiçekleri 73. Bölüm
Limon Çiçekleri 74. Bölüm
Limon Çiçekleri 75. Bölüm
Limon Çiçekleri 76. Bölüm
Limon Çiçekleri 77. Bölüm
Limon Çiçekleri 78. Bölüm
Limon Çiçekleri 79. Bölüm
Limon Çiçekleri 80. Bölüm
Limon Çiçekleri 82. Bölüm
Limon Çiçekleri 83. Bölüm
Limon Çiçekleri 84. Bölüm
Limon Çiçekleri 85. Bölüm
Limon Çiçekleri 86. Bölüm
Limon Çiçekleri 87. Bölüm
Limon Çiçekleri 88. Bölüm
Limon Çiçekleri 89. Bölüm
Limon Çiçekleri 90. Bölüm
Limon Çiçekleri 91. Bölüm
Limon Çiçekleri 92. Bölüm
Limon Çiçekleri 93. Bölüm
Limon Çiçekleri 94. Bölüm
Limon Çiçekleri 95. Bölüm
Limon Çiçekleri 96. Bölüm
Limon Çiçekleri 97. Bölüm
Limon Çiçekleri 98. Bölüm
Limon Çiçekleri 99. Bölüm
Limon Çiçekleri 100. Bölüm
Limon Çiçekleri 101. Bölüm
Limon Çiçekleri 102. Bölüm
Limon Çiçekleri 103. Bölüm
Limon Çiçekleri 104. Bölüm
Limon Çiçekleri 105. Bölüm
Limon Çiçekleri 106. Bölüm
Limon Çiçekleri 107. Bölüm
Limon Çiçekleri 108. Bölüm
Limon Çiçekleri 109. Bölüm

Limon Çiçekleri 81. Bölüm

1.4K 115 54
By hicbirsey

Vakit öğleye doğru yaklaşırken Lale sıcaktan yaprak bile kıpırdamayan terastaki uzun masada tek başına oturmuş, büyük bir dikkatle tırnaklarını törpülüyordu. Son zamanlarda mikrop kapmaktan korktuğu için maniküre de gitmediğinden bu işi evde kendi başına halletmeye karar vermişti. Hava çok bunaltıcı olduğundan terasa çıkmıştı, Batu'yla beraber binbir emek vererek yetiştirdikleri çiçeklerin arasında, üzerinde geceliğiyle oturuyordu. Uyanalı çok olmamıştı. Evde yalnızdı.

Batu yine şantiyeydi. Gideli saatler olmuştu, daha güneş doğarken çıkmıştı evden. Ve biliyordu ki, Leman Hanım'la Burak'ın ziyaretinin üzerinden geçen son bir hafta boyunca olduğu gibi gece yarısından önce eve dönmeyecekti. O uğursuz günden sonra şantiyeye beraber gitmişler, Batu'nun çalışanlardan utandığı ve yüzlerine bakmakta zorlandığı ilk birkaç saatten sonra her şey normale dönmüştü. Zaten dönmesi de şarttı, zira konutların teslimine birkaç hafta kalmıştı. Artık şantiyenin yakınından geçmek bile içinden gelmese de, her sabah ayakları geri geri gitse de Batu bu işi çok ciddiye alıyordu. Şu son birkaç haftayı alnının akıyla atlatabilmek için canını dişine takmış çalışıyordu. Lale ona yardım etmeyi çok istese de bu haliyle o yoğun tempoya ayak uyduramamış, ilk birkaç günden sonra sabah yataktan kalkamayınca gitmekten vazgeçmişti.

Zaten Batu da "Sen evde yat dinlen, ben başka bir şey istemiyorum" deyip durmuştu. Lale'nin yorgunluktan kayan gözlerini görünce aklı çıkıyordu çünkü, hemen telaş yapmaya başlıyordu. Önceleri evde yalnız kaldığında ailesiyle olanları aklına getirerek bütün gün ağladığını bildiği için onu tek bırakmak istemez, zorla şantiyeye sürüklerken şimdi durum tam tersine dönmüştü. Şantiyeye gelip kendini yormasındansa evde kalıp dinlenmesini istiyordu. Lale şantiyede gözünün önündeyken içinin daha rahat ettiği bir gerçekti ama artık şantiyede hiç yerinde durmuyordu ki. Devamlı inşaatın içindeydi. Lale'yi doğru düzgün göremiyordu bile. Durum böyle olunca da boş yere yorulacağına evde kalması için ısrar eder olmuştu. Evet böyle de aklı evde kalıyordu ama böylesinin Lale için daha iyi olduğunun farkındaydı. Tabii bu her fırsat bulduğunda, bulamadığında da yarattığında, telefona sarılarak Lale'nin "Alo?" demesini bile beklemeden "Lalem iyi misin?" diye solumasına engel değildi. Onun o telaşlı halleri gözünün önüne gelince Lale kendi kendine güldü. Sonra aklına Bülent Bey gelince gülümsemesi yüzünde soldu, keyfi kaçtı. Çünkü Batu geçen hafta olanları babasına hala anlatmamıştı. "Babam bu olanları öğrenirse çok üzülür." demişti. "En iyisi hiç söylememek."

Lale de ona hak veriyordu. O güleç yüzlü adam kendisiyle ilgili bir mesele yüzünden üzülecek olursa kendinden nefret ederdi. Bunu asla istemiyordu. Öyle bir durumda kendini çok kötü hissedeceğini de adı gibi biliyordu. Ama ondan bir şeyler saklamak da onu huzursuz ediyordu. Aynı şekilde Batu'nun da bu konuda içinin hiç rahat olmadığının farkındaydı. Ama Batu kararlıydı, şu inşaat işi tamamen bitip konutlar sahiplerine teslim edilene kadar babasına bir şey söylemeyecekti.

Ama olanları Beril'e anlatmıştı. Lale Batu'nun anlattıklarından, onun tam tersine Beril'in genelde sakin bir yapısı olduğunu ama tepesi attığı zaman da kimsenin önünde duramadığını biliyordu. Bu sefer de öyle olmuştu. Beril soluğu annesinin yanında almış, annesiyle çatır çatır kavga ettikten sonra bile içi soğumayınca bu defa abisinin evine gidip yıllardır içinde biriktirdiği ne varsa bir bir Nesrin'in ve abisinin yüzüne söylemişti. Bu şirket konularına Lale'yi karıştırdıkları için onlardan iğrendiğini, paralarını da şirketlerini de alıp başlarına çalmalarını, Batu ve Lale'yi artık rahat bırakmalarını... Hepsini tek tek söylemişti. Lale'nin bunları biliyor olmasının sebebi ise tüm bunlara rağmen hırsını alamayan Beril'in peşinde Ömer ve Mete'yi de sürükleyerek Mersin'e gelip her şeyi sıcağı sıcağına Batu'yla kendisine anlatmış olmasıydı. O öfke içinde abisiyle Nesrin'e neler söylediğini anlatırken, Batu avucunun içinde duran Lale'nin elini dalgın dalgın okşayarak sessizce onu dinlemişti. O gün tam olarak neler yaşandığını Lale'ye hala anlatmamıştı.

Lale de hiçbir zaman anlatmayacağını biliyordu. Hiç sormamıştı. Öğrenmek istemiyordu. Öğrense ne olacaktı ki? Zaten aşağı yukarı tahmin ediyordu. Beril'in abisiyle yaptığı kavgaya dair anlattıklarına bakılırsa, Leman Hanım ve oğlu bir 'Hristiyan' olarak ailelerinin içine sızma girişimi yetmezmiş gibi şimdi de şirketlerini ellerinden almaya kalkacağından korkuyorlardı. Ama bu o kadar saçmaydı ki! Batu'yla birlikte şantiyeye gidip gelmesini büyütüp sorun haline getireceklerini tahmin etmişti ama bu kadarını da beklemiyordu. Hem zaten son zamanlarda şantiyeye de doğru düzgün gittiği söylenemezdi ki. Bu hesapları kontrol etme işini de Batu sırf oyalanması için düşünmüştü, kabul etmeye yanaşmadığını görünce ise araya Bülent Bey'i sokarak onu ikna etmenin bir yolunu bulmuştu. Bu işi yapması için para verdikleri insanlar varken ucundan kıyısından da olsa elinden geldiğince bir şeyler yapması için kendisini teşvik etmelerinin tek nedeni babasıyla olanlardan sonra kendini oyalayacak bir şeyler bulmasıydı. Yoksa zaten, özellikle de hamile kaldığını öğrendiğinden beri, şantiyeye her gün düzenli olarak gittiği bile yoktu! Ondan önce de yaptığı trafik kazasıydı şuydu buydu derken bir türlü düzene oturtamamıştı işte. Leman Hanım da Burak da Nesrin de boşuna ortalığı ayağa kaldırıyorlardı ama onların bu tür detaylarla uğraşacaklarını hiç sanmıyordu Lale. Kendisini karalamak için yeni bir bahane daha bulmuşlardı ya, o yetiyordu onlara.

Dalgınlıktan törpüyü yanlışlıkla eline değdirince acıyla yüzünü buruşturdu. Sonuçtan hiç memnun kalmadığını açıkça ifade eden bakışlarla tırnaklarını inceliyordu ki birden durdu. Sanki alt kattan ev telefonunun sesi geliyor gibiydi. Emin olabilmek için kulak kesildiğinde gerçekten de telefonun çaldığını anlayınca telaşla yerinden kalkarak alt kata doğru koşturdu. Merdivenleri yavaş ve dikkatli adımlarla inmeye çalışsa da mutfakta duran telsiz telefona ulaştığında nefes nefese kalmıştı. Hızlı hızlı soluklanarak telefonu kulağına götürüp "Alo?" dediğinde karşıdan gelen ses, en son duymayı beklediği sesti.

"Alo Lale?"

Anneannesinin aksanlı Türkçesiyle adını söylediğini duyunca elinde telefonla öylece kaldı Lale. Sırtından aşağı ter boşaldı. Kırgındı. Öfkeliydi. Ona çok kızgındı. Ama aynı zamanda özlemişti de. Ne kadar ters düşseler de, çoğu hareketiyle onu sinirden delirtse de, üniversiteye başladığından beri ara vermediği evlendirme planlarıyla canından bezdirse de o onun anneannesiydi. Batu'yla birlikteliğini öğrendikten sonra tepkisinin bu kadar sert olacağını en başından beri biliyordu. Yine de kendisini bu kadar kolay silip atacağını da düşünmemişti. Sesini duyunca çok garip oldu birden.

"Teta?" dedi küçük bir sesle.

Telefonu açanın torunu olduğundan emin olunca hiç vakit kaybetmeden bir resmiyete büründü Hilda Hanım'ın sesi.

"Merhaba Lale." dedi büyük bir ciddiyetle. "Nasılsın?"

Sesindeki içini ürperten o soğukluğa aldırmamaya çalışarak yutkundu Lale.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim, teşekkürler. Yeni numaranı bilmediğim için evden arayayım dedim."

"Anladım." dedi bir kez daha yutkunarak.

Uzun olduğu kadar da gergin bir sessizlik oldu. Lale anneannesinin durup dururken neden aradığını merak ediyordu, bir şey söylemesini bekliyordu. Her ne kadar aklına getirmemeye çalışsa da geçen Pazar olanlardan sonra araması ona biraz fazla tesadüf gibi geliyordu. Mutlaka duymuştu. Haberi vardı. Bir şey söylemesini, bir yorum yapmasını bekliyordu ama anlaşılan onu kıvrandırmak Hilda Hanım'ın hoşuna gidiyordu. En sonunda Lale dayanamayıp "Teta bir şey mi oldu?" diyene kadar hiç sesini çıkarmamıştı çünkü.

"Hayır bir şey olmadı." dedi sakin bir sesle. "Torunumu arayamaz mıyım?"

Lale'nin iyice kafası karıştı bu yanıtla birlikte. Galiba anneannesi yalnız değildi, yanında birileri daha vardı. Yoksa bütün olanlardan sonra kendisiyle bu kadar doğal konuşmasına olanak yoktu. Ya da hafızasını falan kaybetmişti!

"Ararsın da..." dedi tuhaf çıkmasına engel olamadığı sesiyle. "Teta sen iyi misin?"

"Beni merak etmen ne kadar hoş." derken sesi sonunda o bildik kinayeli havasına bürününce Lale de rahatladı. Ne kadar kırıcı olsa da anneannesinin alışık olduğu konuşma şeklini duyunca üzerinden ağır bir yük kalkmıştı. "Neyse, ben Mersin'deyim de. Onu söylemek için aramıştım."

Lale şok üzerine şok yaşıyordu. Anneannesi Mersin'e gelmiş ve onu aramıştı öyle mi? Yanlış duymamıştı? Birkaç hafta önce Daniel'ın okuma bayramında hamile olduğunu öğrenince söylediklerinin üzerine şimdi Mersin'e geldiğini söylemek için onu aramıştı.

"Hatta 'senin' evin altındaki restorandayım. Vaktin varsa buraya bir uğrayabilir misin? Seni görmek istiyorum."

'Senin' derken kelimeyi vurgulamak için nasıl üstüne basa basa söylediğini duyunca Lale bıkkınlıkla içini çekti. Anneannesi birkaç dakika içinde sabrını tüketmeyi başarmıştı. "Beni görmek istiyorsun öyle mi? Hayırdır, nereden esti?"

"Aradığıma pişman etme beni Lale!" dedi tiz sesini yükselterek. "Evin hemen altındaki restoranda olduğum için aradım seni, başka bir şey için değil! Fazla kalmayacağım zaten, işlerim var."

"Onca işinin arasında bana zaman ayırdığın için teşekkür etmeliyim sana o halde." dedi Lale alaycı bir gülüşle. Galiba sonunda derisi kalınlaşmıştı. Ya da arsızlaşmıştı. Artık eskisi kadar canını acıtmıyordu böyle şeyler.

"Oturup seninle çene yarıştıracak değilim. Büyüğün olmama rağmen her şeyi bir kenara bırakıp ben seni aradım, daha fazla terbiyesizlik etme kalk gel işte."

Böyle emrivakilerden oldum olası hiç hoşlanmayan Lale'nin bu sözler karşısında eli kolu bağlanmıştı. Şimdi "yok ben gelmek istemiyorum" dese hiç olmayacaktı, ilk adımı atan anneannesiyken onun uzattığı eli geri çevirmiş durumuna düşecekti. Eli mahkum gitmek zorundaydı şimdi. Önce bir nefes aldı. Sonra "Tamam hazırlanayım, birazdan aşağı inerim" dedi.

"Hah şöyle." derken keyfinin yerine geldiği sesinden anlaşılıyordu Hilda Hanım'ın. "Hadi gel bekliyorum.

Lale alacağı cevabı adı gibi biliyor olmasına rağmen yine de sormadan edemedi. "İstersen sen buraya gel. Yukarı çık?

"Ben o eve adımımı bile atmam! dedi sertçe.

Her ne kadar alacağı yanıtın böyle olacağını bilse de yine de davetinin bu kadar keskin bir şekilde geri çevrilmesine bozulmuştu Lale. "Niye böyle yapıyorsun? Benim evime gelmek bu kadar mı zor senin için?

"Evet o adamla paylaştığın eve gelmek bu kadar zor benim için! dedi ters ters. Sonra verdiği tepkiden pişman olmuş olacak ki sesi yumuşadı. "Neyse şimdi bunu tartışmayalım. Beni görmek istiyorsan sen buraya gel. Bekliyorum. deyip kapatıyordu ki son anda aklına bir şey gelmiş gibi "Ha Lale?" dedi.

"Efendim?"

"Evde yalnızsın değil mi?" derken anlaşılmaz bir şekilde sesini alçaltmıştı Hilda Hanım.

Soruya bir anlam veremese de belli etmeyerek "Evet." dedi Lale. Kimseden çekinmeyen anneannesi Batu'dan korkuyor muydu ne?

"Hah iyi o zaman. Peki karnın büyüdü mü?"

Lale artık bu sorunun tuhaflığını görmezden gelemeyecekti."

"Niye soruyorsun anneanne?

"Ne var canım bunda, merak ettim! Hamile olduğun belli oluyor mu? Karnın çıktı mı?"

Lale onun bu sorularından huzursuz olmuştu ama yine de bozuk çalan bir sesle "Çok hafif çıktı, biraz belli oluyor galiba." dedi.

"Yaa..." dedi düşünceli bir tonla.

"Merak etme, yanında doğuracak değilim!" diye lafı yapıştırdı Lale.

"Saçma sapan konuşma Lale!" dedi hışımla. "Karnını belli etmeyen bir şeyler giy gel hadi, bekliyorum."

"Niye? Karnımı görmeyince hamile olduğumu görmezlikten gelmek daha mı kolay olacak?"

"Abuk subuk konuşup benim tepemin tasını attırma Lale, gel hadi fazla bekletme beni!" dedi ve Lale'nin başka bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapattı.

Lale elindeki telsiz telefona bakakalmıştı. Sanki kafasındaki bütün soruların cevapları ondaymış gibi kararsız gözlerle telefona bakıyordu. Nereden çıkmıştı şimdi bu? Hiç bilmiyordu. Aklına bir şey de gelmiyordu. Anneannesinin böyle arada bir Mersin'e gidip gelmesi normaldi, sık sık yaptığı bir şeydi bu. Batu'yu öğrenmeden önce her geldiğinde arar, hatta birkaç gün evde kendisiyle beraber kalırdı. Batu da "Lale bu kadın ne zaman dönecek kendi evine ya? İki haftaya bir buraya gelmek zorunda mı?" diye çıldırır, anneannesinin ziyareti uzadıkça onun kaprisleri de orantılı olarak artardı. Ama şimdi... Söylenen bunca şeyden sonra... Kalbini ve gururunu onarılmayacak şekilde kırdıktan, onurunu ezip geçtikten sonra... Artık kendisiyle uzaktan yakından hiçbir alakası olmasını istemediğini açıkça belirttikten sonra... Niye arıyordu? Niye görüşmek istiyordu? Geçen Pazar kiliseye gittiğinde olanlarla bir ilgisi var mıydı acaba? Biliyor muydu?

Bir an kızdı kendine. Neden altında bir şey arıyordu ki? Belki de özlemişti? Levin'in İstanbul'da görüştüklerinde söyledikleri doğruydu belki de. Kendisi nasıl özlüyorsa onlar da özlemiş olmalıydı. Ne zaman bu kadar kötü niyetli biri olmuştu? Anneannesi kendisiyle görüşmek istiyor diye illa altında bir şey mi aramak gerekiyordu? Utandı kendinden. Kararlı adımlarla mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldi. Hazırlanıp aşağıya inecek, anneannesini görmeye gidecekti.

Tam o sırada üst kattaki yatak odasından çalan telefonunun sesi gelince hızlı adımlarla merdivenlerden çıkmaya başladı. Ne yazık ki odaya girdiğinde telefon susmuştu. Kimin aradığını gayet iyi biliyordu aslında. Nitekim telefonu alıp ekrana baktığında yanılmadığını anladı. Batu iki kere aramıştı. Onu geri aramak için arama tuşuna basmıştı ki bu kez aşağıda bıraktığı telsiz telefon çalmaya başlayınca içini çekerek güldü. Her zamanki Batu... Yine çok sabırsızdı. Aşağıya inene kadar Batu'nun telefonu kapatacağını bildiğinden durup bekledi. Ev telefonu sustuğu anda Batu'yu geri arayacaktı ki onun aramasına gerek kalmadan cep telefonu tekrar çaldı. Ve açtığı anda Batu'nun telaşlı sesi kulağına ulaştı.

"Lale hele şükür ya! Niye açmıyorsun çok merak ettim!"

"Açmama fırsat bırakmıyorsun ki." diyerek güldü. "Bir cep telefonum çalıyor bir ev telefonu. Hangisine koşacağımı şaşırdım."

"Benim burada yorgunluktan canım çıkıyor. Ama sevgilim benimle hiç ilgilenmiyor. Ben onu aradığımda da telefonları açmıyor."

"Ah hiç kıyamam ben 'irşaat mülendis'ime..." dedi gülerek. "'Mülendis' beyin canı Lalesi'ne biraz kapris yapmak istiyor herhalde?"

"Ya hayır kapris değil." diye mızırdandı çocuk gibi. "Gerçekten çok yorgunum, daha bu saatten pestilim çıktı. Hem de bir dolu işim var daha."

"Eve geldiğinde yine masaj yaparım ben sana." dedi muzip bir sesle.

"Yapar mısın gerçekten?" derken sesi öyle hevesli çıkıyordu ki o an gözlerinin parladığından emindi Lale.

Batu'nun o hali gözlerinin önüne gelince güldü. "Yaparım tabii."

"E belki sonra başka şeyler de yaparsın?" diye sanki Lale o kast ettiklerini hiç yapmıyormuş gibi umutla sordu.

"Hmm. Ne gibi?"

"Tek tek söyletme bana şimdi..." dedi o hırıltılı sesiyle.

"Ama sen çok yorgundun hani?"

"Tamam yorgunum da... Ben senin için hiçbir zaman o kadar da yorgun değilim Lalem, bilmiyor musun?"

Lale yine güldü. "Bilmez olur muyum. Ama hadi otur işini bitir de bugün biraz daha erken gel bari."

"Ben gelemezsem sen mi gelsen acaba? Bak odamdaki kanepe de özledi seni." Lale yine gülmeye başlayınca o da güldü. Lale güldükçe o da hep gülüyordu zaten. "Defnem nasıl bu arada?"

"İyi." derken gülümseyerek elini karnına götürdü.

"Dünkü gibi mideni falan bulandırmıyor yani?"

"Cık."

"Bence kızımız daha şimdiden beni senden kıskanıyor zaten. Yoksa bütün gün sakin durup da ben eve gelince mideni bulandırmaya başlamazdı."

"Üff Batu ya." diyerek küçük bir kahkaha attı. Batu da onunla birlikte gülüyordu.

"Ne var ya, sen kabul etmek istemediğin için böyle diyorsun. Sen de beni ondan kıskanıyorsun değil mi?"

"Tabii tabii kıskanıyorum..."

Sonra Batu'nun sesi birden ciddileşti. "Demin telefona cevap vermeyince gerçekten çok merak ettim ama Lale. Önce herhalde dışarıda, ondan duymuyor dedim ama evi aradığımda meşgul çıkınca niye açmıyorsun diye merak ettim ben de." Açık açık sormamıştı "ev telefonundan kimle konuşuyordun?" diye. Ama bunu sormak için yanıp tutuştuğu sesinden öyle belliydi ki. Ev telefonunu genelde kullanmıyorlardı çünkü. Bir tek Lale'nin annesi Mina Hanım evden arıyordu. Bir de böyle daha ucuza çıktığını iddia eden Melis.

Lale kararsızlığın verdiği sıkıntıyla alnını ovaladı. Anneannesinin aradığını Batu'ya söyleyip söylememe konusunda her zamanki gibi kararsızdı. Aslında söyleyip onu huzursuz etmenin hiç gereği yoktu. Batu'yla konuştuktan sonra hazırlanıp apartmanın giriş katındaki restorana inse, anneannesiyle bir yarım saat oturup kahve içse, sonra da geri eve çıksa Batu nereden bilecekti ki? Oysa şimdi ona "anneannem aradı, onu görmeye gideceğim" dediği anda Batu'nun yay gibi gerileceğini, huzursuzluk çıkaracağını, bütün günü kendine zehir edeceğini, hatta şantiyede duramayıp eve gelmeye kalkacağını biliyordu. İş açısından bu kadar yoğun ve sıkıntılı olduğu bir dönemde böyle önemsiz bir şeyle canını sıkmak istemiyordu. Çünkü biliyordu, bunu ona söylediği anda Batu fena halde canını sıkmaya başlayacaktı. Geçen hafta annesi ve abisiyle yaşadıklarından sonra bir de kendi anneannesi yüzünden onun sinirlenip huzursuz olmasını istemiyordu.

Ama bir de şu vardı. Batu'ya ne zaman yalan söyleyecek veya ondan bir şeyler saklayacak olsa eline yüzüne bulaştırıyordu. Yıllardır babasına ve ailesinin geri kalanına söylemedik yalan bırakmamış Lale şimdi Batu'ya ne zaman beyaz bir yalan söyleyecek olsa yalanı en olmadık şekilde ortaya çıkıyor, Batu'yu üzmemek veya kızdırmamak adına ondan sakladığı şey adeta elinde patlayarak onu gerçeği söylemediğine pişman ediyordu. Bugüne kadar ondan hiçbir şeyi saklamayı becerememişti. Paris'te şu Alex'le yemeğe çıktığını Batu'dan saklamak için telefonda nasıl saçmaladığını, sonunda yalanı ortaya çıktığında Batu'nun öfkeyle yine elini parçaladığı aklına gelince yüzünü buruşturdu. Yok işte olmuyordu, ona yalan söyleyemiyordu. En son böyle bir şeye kalkıştığında, Batu anlamadan İskenderun'dan Mersin'e döneyim derken ciddi bir trafik kazası geçirmişti mesela. Sonradan o günkü esrarengiz davranışlarıyla Batu'ya yaşattığını öğrendiği üzüntü de cabasıydı. Batu'nun hastane odasında içine işleyen bakışlarla "Beni bırakıp gittiğini düşündüm." deyişi gözlerinin önüne gelince kararını verdi.

"Anneannem aradı." diyerek tuttuğunu fark etmediği nefesini bıraktı. "Buradaymış da. 'Bizim apartmanın girişindeki şu restoranda buluşalım' dedi, beni görmek istiyormuş."

Batu'dan hiç ses gelmedi. Bir şey söylemiyordu. Biraz önce hiç susmadan imalı şakalar yapan o neşeli adam gitmiş, yerine suskun sessiz biri gelmişti. Lale onun gerginliğini telefondan bile hissedebiliyordu. "Anneannem" dediği anda içinde başlayan yangının ateşi bu mesafeden bile canını yakıyordu. "Batu..." dedi yalvarır gibi. "Ne olur yapma böyle. O aradı, o davet etti beni. 'Seni görmek istiyorum' dedi. 'Büyüğün olmama rağmen ben aradım seni' dedi. Özlemiş galiba. Ben şimdi nasıl 'gelmeyeceğim' diyeyim?"

"Tamam deme." dedi boğuk bir sesle. "Git yanına, görsün seni. Ama ben de geleceğim!"

Lale bir an afalladı. "Sen de mi?"

"Evet ben de! Ben şimdi şantiyeden çıkıyorum, sen beni bekle. Sakın ben gelmeden aşağıya inme."

"Ya Batu zaten bir sürü işin var, sen hiç..."

Batu sert bir sesle sözünü kesti. "Geliyorum Lale." dedi itiraza mahal bırakmayan kesin bir dille.

"Ama daha demin sen dedin 'bugün bir sürü işim var' diye."

"Ben onları hallederim bir şekilde, sen merak etme. Hadi geliyorum ben."

"Ama anneannem aşağıdaymış zaten, 'hemen hazırlan gel' dedi. Şimdi sen gelene kadar yanına gitmezsem çok bekletmiş olacağım, ayıp..."

"Ayıp falan olmaz o kadına!" dedi sesini iyice yükselterek. "Beklesin işte, işinin adı ne?"

"Ya Batu..." dedi son bir kez şansını denemek için. "Ben senden saklamak istemediğim için söyledim. Gelmeni gerektirecek bir durum yok ortada. Gerçekten!" dedi ısrarla. "Olsaydı ben zaten söylerdim sana. Şu sıkışık zamanda boş yere işinden olma ne olur."

Batu'nun derin bir nefes aldığını duydu ahizeden. "Lale. Geliyorum. Bitti!" dedi açık ve net. "Sen bekle beni. Sakın ben gelmeden aşağıya ineyim deme. Hemen geliyorum ben."

"Batu..."

"Arabaya biniyorum."

Çaresizce içini çekti Lale. "Peki." Ddedi usulca. "İçin böyle rahat edecekse gel hadi."

"On beş dakikaya ordayım ben. Görüşürüz." deyip kapattı telefonu Batu.

Şu saatten sonra ne derse desin Batu'yu vazgeçiremeyeceğini bildiğinden pes etmişti Lale. En iyisi onun da kendisiyle beraber geleceğini kabullenmek ve bir an önce hazırlanmaktı. Giyinme odasını gidip dolabını açtı. Kıyafetlerine baktı. Şimdi salaş bir şeyler giyerse anneannesi bir ton laf ederdi. Bakımsız görünmek istemiyordu. Daha doğrusu anneannesinin ağzına laf vermek istemiyordu. "Karnını belli etmeyen bir şeyler giy." dediği aklına gelince yine sinir oldu. İnadına karnını olduğundan da büyük gösteren bir şeyler giymeyi kafasına koymuştu. Askıda duran kıyafetlere baktı, baktı, baktı. Hamile kalmadan önce bile giydiğinde göbeğini olduğundan büyük göstermeyi başardığı için uzun zamandır yüzüne bakmadığı, dizlerinin birkaç parmak üzerinde biten yüksek belli kırmızı eteğini askıdan çekti aldı. Üstüne de yine kendisini olduğundan kilolu göstereceğinden emin olduğu beyaz kolsuz bir bluz geçirdi. Bluzu eteğin içine sokup aynanın karşısına geçtiğinde kilolu göründüğüne belki de hayatında ilk defa sevinmişti, kendi kendine zaferle gülümsedi. Dağınık saçlarını toplamak için fazla zamanı olmadığından saçlarını açık bıraktı. Sonra oturup hızla makyajını yapmaya koyuldu. Paspal görünürse anneannesinin ileri geri konuşup sinirini bozacağını biliyordu çünkü. Alelacele takılarını karıştırarak inci küpelerini buldu taktı. Sonra kararsızlıkla ellerine baktı. Batu'nun yüzüğü hep olduğu gibi parmağındaydı ama acaba diğer elinde de bir şeyler taksa mıydı? O kendi kendine düşünür dururken kapı çaldı.

***

Batu arabayı gereğinden süratli kullanmış, Lale kendisini beklemeden aşağıya iner diye bir an önce eve varmak için ayağını gaz pedalından hiç çekmeden hızla yol aldığı için eve sandığından da çabuk gelmişti. Hilda Hanım'ın bu sürpriz telefonu hiç hoşuna gitmemişti. Bunun altında bir şeyler olduğundan şüpheleniyordu. Şüphelenmiyordu hatta, bundan adı gibi emindi. Daha birkaç hafta önce Daniel'ın okuma bayramında karşılaştıklarında Lale'ye o lafları saydıran kadın birdenbire hasret çekmeye başlayıp torunuyla barışmaya karar vermiş olamazdı. Hiç mantıklı gelmiyordu bu Batu'ya. Başka biri olsa tamam da... Söz konusu kişi Hilda Hanım olunca bu hiç inandırıcı olmuyordu. Ne kadar üzüleceğini bildiği için bunu Lale'nin yüzüne söyleyemiyordu ama Lale'yi tanıdığından beri Hilda Hanım'ın bir kez bile torununu özlediği veya onu göresi geldiği için görüşmelerini istediğine tanık olmamıştı. O ne zaman Lale'yi görmek istese hep ama hep altından bir şey çıkmıştı. Ya Lale'yi birileriyle tanıştırmıştı ya da onu birilerine göstermişti. Satılığa çıkmış bir mal gibi. Ona göre Lale de içten içe bunun farkındaydı ama bunu kabullenmek ağrına gittiğinden inkar yoluna gitmeyi seçiyordu.

Halbuki gün gibi ortada olan bir şey varsa o da Hilda Hanım'ın Lale'yi sergilemekten çok hoşlandığıydı. Bu Lale'yi tanıdığı günden beri böyleydi. Lale Turgut'la kendisini Antakya'daki havaalanından alıp Arsuz'a getirdiğinde, tansiyon ilacının Lale'nin arabasında kaldığını bahane ederek, belki aralarından bir beğenen çıkar da torununa alır diye akrabalarının görüp incelemesi için Lale'yi kiliseye çağırmamış mıydı? Kilisenin bahçesinde karşılaştıklarında daha ilk dakikadan kendisini düşmanca bakışlarla süzdükten sonra Lale'ye İngilizce "Bak Caroline'in senden üç yaş büyük torunu var, bir tanış istersen ha?" deyişi dün gibi aklındaydı. Açıkçası bugün de Lale'yi benzer bir nedenden ötürü yanına çağırmadığından emin olamıyordu. İlişkileri ortaya çıktıktan sonra pes edeceğini düşünmüştü ama anlaşılan o ihtiyar cadı Lale'yi kendilerinden biriyle evlendirme umudunu hala kaybetmemişti. Lale'nin hamile olması bile ona engel olamıyordu. Bunca işin gücün arasında arabaya atlayıp soluğu evde almasının nedeni de buydu. Yoksa bu aralar iş açısından gerçekten de çok sıkıntılıydı.

Yalnızca konutların teslim tarihinin yaklaşması değildi bunun nedeni. Geçen hafta annesiyle ve abisiyle olanlardan sonra bazı şeyleri ölçüp tartıyordu kafasında. Düşünüyordu. Ciddi bir karar verme aşamasındaydı. Bu fikri aklına Turgut sokmuştu ama öyle ha deyince olmuyordu işte. Turgut'la devamlı telefonda bunu tartışıyor, bir karara varmaya çalışıyorlardı. Kafası zaten hep bununla meşguldü. Huzursuzdu. Buna cesaret edebilecek miydi emin değildi. Bir tek evde Lale'nin yanındayken huzur bulabiliyor, kafasını ancak onunlayken boşaltabiliyordu. Ama Lale gece kollarında uykuya dalınca yine aynı şeyi düşünmeye başlıyordu. Şantiyede de korkunç bir koşuşturma vardı. Bu aralar Hilda Hanım'ın çevirdiği entrikalara zaman ayıracak lüksü yoktu. Ama madem Hilda Hanım onun bu sıkışık döneminden faydalanarak Lale'yi yine birilerine 'gösterme'ye gelmişti, bu defa bunu onun yanına bırakmayacaktı. Yanılıyor da olabilirdi elbette. Belki de Lale'yi birilerine göstermek için değil de kendisinden ayrılmaya ikna etmek için, beynini yıkamak için yanına çağırmıştı. Şantiyeyi aradığında telefonda söylediklerini o kadar iyi hatırlıyordu ki... Aksanlı Türkçesiyle "Kendini kandırmaya devam et bakalım. Yalnız bir gün Lale'yi yanında bulamazsan şaşırma." diyen sesi kulaklarında çınlıyordu. Lale'den bir korkusu kalmamıştı artık. Bırakıp gitmeyeceğini biliyordu. Ama Hilda Hanım'ın onu beynini yıkamak için bin dereden su getireceğinden de emindi. Ve buna izin vermeyecekti!

Arabayı park etmek için apartmanın garajına girerken, Hilda Hanım'ın hemen yukarıdaki restoranda olduğunu düşününce fark etmeden öfkeyle dişlerini sıktı. Son olanları düşününce Hilda Hanım'ın bu sürpriz ziyaretinin arkasında bir şeyler olduğundan daha da bir emin oluyordu. Lale'yi o konu yüzünden yine ağlatacak olurlarsa bu defa hiçbir şey yapmadan durabilir miydi bilmiyordu! Daha birkaç gün önce olanlar aklına gelince ellerinin altındaki direksiyonu sıkarak arabayı sert bir manevrayla kendilerine ayrılmış park yerine doğru sürdü.

**

Geçen Pazar uyandıklarında Lale birden "Kilisedeki ayine gideceğim" diye tutturmuştu. Eskiden beri ailesi zorlamadıkça düzenli olarak gitmediğini anlatmıştı daha önce ama o gün içinden gelmişti herhalde, belki de dua etmek istiyordu kim bilir? Aklından tam olarak neler geçtiğini söylememişti. Batu da fazla kurcalamamıştı, o Pazar sabahı tek istediği Lale'ye sarılıp biraz daha uyumakken hiç sesini çıkarmadan kalkıp giyinmişti. Aslında Lale tek başına gidip gelebileceğini iddia ediyordu, zaten kilise şehir merkezinin tam ortasındaydı. "Sen boş yere uykundan olma" deyip durmuştu ama Batu onu oraya yalnız göndermeyi kesinlikle istemiyordu. Nedenini bilmiyordu ama içeri giremeyecek olsa bile dışarıda bekleyecekti onu. Lale defalarca tek başına gidebileceğini, boşuna evham yaptığını söylese de vazgeçirememişti onu.

Lale'nin bütün itirazlarına inat on dakika içinde hazırlanmıştı bile. Onun hazır ve nazır kendisini beklediğini görünce Lale de ayak diretmeyi bırakmıştı. Kiliseye geldiklerinde de heyecanla dudaklarına minik bir öpücük bırakıp inmişti arabadan. Batu içinde adını koyamadığı bir endişeyle onun kilisenin küçük bahçesine girişini, dönüp kendisine gülerek son bir kez daha el salladıktan sonra gözden kayboluşunu izlerken bir yandan da bu kadar doğal bir şeyde bile endişelenecek bir şeyler bulabildiği için kızıyordu kendine. Lale kendisini beklemeyip eve dönmesini, ayin bitince onu arayacağını söylemişti ama nedense Batu'nun hiç içinden gelmiyordu eve gitmek. Burada durup beklemek istiyordu onu. Arabanın içinde oturmuş, oyalanmak için radyo kanallarını dolaşıyordu ki birkaç dakika sonra kilisenin bulunduğu daracık sokağın diğer ucuna park eden arabadan inenleri gördüğünde korkularının hiç de haksız olmadığını anlamış oldu. Arabadan eşi ve ailesiyle birlikte Tina inmişti çünkü.

Batu o işgüzar kadının Melisa'ya çok benzeyen ama onunkinin tam aksine huzur yerine sinsilik akan yüzünü görür görmez bir şeyler olacağını anlamıştı. Güya Melisa'nın kardeşiydi, fizik olarak da çok benziyorlardı ama o her zaman gülümseyen Melisa'nın insana huzur veren ifadesinin aksine Tina'nın gözleri her daim fer fecir okuyordu. Belki de bütün olanlardan sonra Batu'ya öyle geliyordu? Bu kadını en son Daniel'ın okuma bayramında küçümseyici bakışlarla Lale'yi süzerken görmüş, Lale'nin deyimiyle 'dış kapının mandalı' olmasına rağmen kendinde bu hakkı nasıl bulduğuna bir kez daha hayret etmişti. Şimdi içerde yine Lale'nin canını sıkacağından emindi. Üstelik bu kez Lale yalnızdı. Yanında değildi. Ve hamileydi.

İçerde devam eden ayini falan umursamadan telefona sarılmıştı hemen ama tahmin ettiği gibi Lale telefonunu sessize almıştı, duymuyordu işte. Bu sırada Tina, eşi ve onun ailesiyle beraber içeri girmişti bile. Defalarca aramasına rağmen Lale telefona cevap vermeyince derin bir nefes alarak başını sürücü koltuğunun arkasına yasladı. Sakin olmaya çalıştı. Belki de boşuna endişeleniyordu? Sonuçta kilisenin içinde ne yapabilirdi ki Tina Lale'ye? Hem de devam eden bir ayin varken... Ne söyleyebilirdi ki? "Pek çok şey." diye düşünmeden edemedi. O kadın imalı bakışlarla, anlamlı fısıltılarla söylemek istediğini çok güzel anlatırdı, bundan hiç kuşkusu yoktu. Lale'nin orada bir köşede tek başına savunmasız oturduğunu düşündükçe içi sızlıyordu. Keşke burada durup bekleyeceğine o da içeri girseydi. Yasak değildi herhalde? Bunu Lale'ye sorduğunda Lale gülerek "Gerek yok" demişti. "Zaten beni getirmene bile gerek yoktu ya neyse." O da Lale'nin yalnız kalmak isteyebileceğini düşünerek fazla ısrar etmemişti. Ve şimdi buna deli gibi pişmandı.

Arabadan indi. Dar sokakta bir ileri bir geri yürüyerek volta atmaya başladı. Kilisenin çanları hiç susmadan çalıyor, inananları ayine çağırıyordu. Ve Batu içeri girip Lale'yi bulmayı her şeyden çok istiyordu. Orada kilisenin kapısının önünde bekledi, bekledi, bekledi. Vakit bir türlü geçmek bilmiyor gibiydi. Lale gelmiyordu. Belki de Tina'yla karşılaşmamışlardı bile, olamaz mıydı? Ama Lale bu kilisenin içinin fazla büyük olmadığını anlatmıştı daha önce ona. Karşılaşmamalarının çok küçük bir ihtimal olduğunu biliyordu bu yüzden. Dakikalar geçti. Vakit öğlene doğru ilerledi. Güneş biraz daha yükseldi. Ama Lale gelmedi. Batu onu buraya kendi elleriyle getirdiğine öyle pişmandı ki şimdi. Beraber katılmaları mümkün olmadığı sürece bir daha Lale'nin ayine falan gitmesine izin vermeyeceğini düşünüyordu.

Sonunda daha fazla dayanamadı. Bu kadar bekleyebilmiş olması bile mucizeydi. İçerdeki diğer insanlara saygısızlık olmasın diye kendini tutmaya çalışmış ama ancak bu kadar yapabilmişti. Kilisenin bahçe kapısını itip içeri girdi. Fazla geniş olmayan bahçede ilerleyip kilise binasına doğru yürüdü. Biraz tedirgin ama kararlı ve hızlı adımlarla yürüdü. Biri çıkıp gelir, "sen kimsin?" diye sorarsa her şeyi açıkça söyleyeceğini düşünüyordu. Saklayacağı bir şey yoktu. Tam o sırada ulaşmasına birkaç adım kalmış kilise binasının kapısında Lale göründü. Olduğu yerde kalan Batu'nun da kalbi tekledi. Çünkü Lale'nin o taptığı yüzü yine yaşlarla parlıyordu.

Elindeki peçeteyle gözlerinin altını silmeye çalışarak yürürken Batu'yu görünce Lale de birden durdu. Sonra koşar adımlarla ona doğru yürümeye başladı. Batu ise uzun bacaklarıyla aralarındaki mesafeyi çoktan kapatmıştı, sanki son yarım saattir değil de aylardır ayrıymışlar gibi o Lale'nin hıçkırıklarla sarsılan bedenini kollarına alırken Lale de kollarını onun boynuna sardı. Yüzünü boyun çukuruna gömdü.

"Lale ne oldu?" dedi saçlarının arasından boynuna küçük bir öpücük bırakırken. "Niye ağlıyorsun? Bir şey mi oldu? Kötü mü davrandılar sana?" diye sordu bir çırpıda. Öyle bir şey yapmaya kalkan olduysa fitil fitil getirecekti burnundan!

Başını iki yana salladı Lale sadece. Başka bir şey söylemedi.

"Lale n'olur konuş benimle."

Lale yavaşça burnunu çekerek "Gidelim buradan." dedi yalnızca. "Burada konuşmak istemiyorum."

Batu da burada daha fazla kalmak istemiyordu zaten. Aksi takdirde kiliseymiş ayinmiş falan dinlemeden elinden bir kaza çıkacağından korkuyordu çünkü. Elinden tutup Lale'yi arabaya götürdü. Ne kadar ısrar etse de, konuşturmak için devamlı dizlerini okşasa da eve varana kadar hiç konuşmadı Lale. Islak gözlerle camdan dışarı bakıp durdu.

Sonunda eve girip kapıyı kapattıklarında Lale kirpiklerinin ucunda titreşen gözyaşlarıyla Batu'ya döndü. "Batu biliyor musun..." dedi titrek bir sesle. "Ben hiç evden dışarı çıkmak istemiyorum. İkimiz de hep evde oturalım istiyorum."

Onun bu haline içi kıyılsa da hafifçe gülümsedi Batu. Anlamlı bakışlarla "Ben de hep evde oturalım istiyorum." diyerek kollarını beline dolayıp kalçalarını okşayınca Lale'den yine ağlamakla gülmek arası tuhaf bir ses geldi.

"Sadece o yüzden demedim ben ama." dedi.
"Biz bu evde hep baş başayız. Sadece ikimiz. Hep mutluyuz. Kavga etsek de sonradan kendimizce hallediyoruz. Ama dışarı çıktığımızda hep bir şey oluyor. Mutlaka bir şey çıkıyor. Her şey bozuluyor."

"Lale..." diye inildeyen Batu yüzünü ellerinin arasına aldı. "Ne burada ne dışarıda kimse bir şeyi bozamaz. Kimse bir şey yapamaz. Yapmaya kalkanı da gebertirim ben!" Lale yine garip bir ses çıkararak gülünce Batu da gülümsedi. "Ama sen böyle susup konuşmayınca çok üzülüyorum ben. Kilisede ne olduğunu niye anlatmıyorsun bana?

"Bir şey olmadı ki." dedi titrek bir iç çekişle. Batu'nun üzgün bakışlarını görünce aceleyle ekledi. "Gerçekten bir şey olmadı. Kilisenin papazı Nebil Bey çok iyi karşıladı beni hatta. Hiçbir şey sormadı. 'Niye daha sık gelmiyorsun?' bile demedi. Nezaketen annemle anneannemi sordu sadece. Ben de 'İyiler' dedim. Ama sonra... Sonra Tina geldi."

Batu dudaklarını kemirmeye başlamıştı çoktan. Biliyordu işte. O kadını arabadan inerken gördüğü anda gidip kesecekti hesabını. O fesat kadın başka türlüsünden anlamazdı.

"Beni görünce bir bakışı vardı Batu..." Sesi titreyince mecburen yutkundu. "Öyle bir baktı ki bana. 'Burada ne işin var?' der gibi. Herkesin içinde bir şey söylemesin diye kafamı çevirdim. Gittim uzak bir köşeye oturdum. Ama gördüm, beni işaret ederek kayınvalidesine bir şeyler söyledi. Sonra yanlarına birileri geldi, onlar da bana bakarak bir şeyler fısıldaşmaya başladılar. Sonra başkaları... On dakika sonra içerdeki hemen hemen herkes bana bakıyordu. İşlediğim bu büyük insanlık suçunu bilmeyen kalmışsa bile bugün orada öğrendi!" dedi acı bir gülümsemeyle. "Sonra... Sonra Tina karnıma bakarak kayınvalidesine bir şeyler söyledi. Orada dikilmiş, gözlerini kocaman açmış karnımı inceliyorlardı Batu! Çok sinirlendim. Tam kalkıp gidecektim ayin başladı. Oturmak zorunda kaldım. Ayinden de bir şey anlamadım. Hiçbir şey dinleyemedim. Çünkü ayin boyunca sürekli kafalarını çevirerek bana bakıp durdular. Sonra herkese şarapla kutsal ekmek ikram edilirken Tina yanıma geldi. Bana ne dedi biliyor musun Batu?"

Yüzü yine ağlamaklı bir ifadeye bürünmüştü, o ölüp bittiği mavi gözleri böyle hüzünlü baktıkça Batu'nun içinden buna neden olan herkesin gidip boynunu kırmak geliyordu. Elleriyle yüzünü okşayarak alnına dökülmüş saçlarını geriye doğru itti, sakinleştirebilmek için eğilip sağ şakağından öptü. Ama yeniden konuşmaya başladığında Lale'nin sesi halen ağlamaklıydı.

"'Sen hala ne yüzle buraya gelebiliyorsun?' dedi. Ben de şaraplı ekmeği falan almadan çıktım oradan. İnanabiliyor musun? Bana 'Sen hala ne yüzle buraya gelebiliyorsun?' dedi Batu! Ben oraya gidemeyecek ne yaptım ki?"

İçini çekerek ona sımsıkı sarıldı Batu. Başını göğsüne bastırdı. Lale göğsüne kapanmış ağlarken aklı bloke oluyordu sanki, kendini kontrol edemiyordu. O kadar kızgındı ki kendine. Tina'yı görünce bunların olacağını bildiği halde neden hiçbir şey yapmamıştı sanki? Merak ediyordu. Hiç bitmeyecek miydi bu? Kollarında hıçkırarak ağlayan deli gibi aşık olduğu bu kızın gözyaşını dindiremeyecek miydi hiç? Lale ona aylar önce Müslüman bir adama aşık oldu diye ailesinin dışladığı babasının kuzeninden bahsettiğinde, onun ve eşinin iki taraftan gelen baskılara daha fazla dayanamayarak Kanada'ya yerleştiklerini anlattığında bunun biraz abartılı bir hareket olduğunu düşünmüştü. Oysa şimdi öyle iyi anlıyordu ki... İnsanlar çok acımasızdı. Kendi aileleri de dahil olmak üzere çevrelerindeki herkes çok acımasızdı. Hiçbir şey bilmeden, anlamadan, dinlemeden kendi kafalarına göre onları yargılamaya kalkıyorlardı. Müslüman birine aşık oldu diye bir daha kiliseye adım atmaması mı bekleniyordu yani Lale'den? Her şey bir yana, hamile bir kadını bu kadar üzüp ağlatmaya kimin ne hakkı vardı? Bir yerden sonra bu saçma sapan tavırlar bitecek diye bekliyordu ama baştan aşağıya aptalca olan bu saçmalığın sonu gelmiyordu. Zamanla alışacaklardı herhalde. Ama alışana kadar daha Lale'nin ne kadar gözyaşı dökmesi gerekecekti? Bilmiyordu. Bilmemek de onu deli ediyordu!

Biraz sakinleşince Batu'nun kolları arasında yavaşça geri çekilerek başını kaldırıp ona baktı Lale. "Ayine falan gitmeyeceğim bir daha." dedi.

Batu yine yüzünü ellerinin arasına alarak dudaklarına usulca bir öpücük bıraktı. "Ama zaten onların istediği de bu Lale."

Lale omuzlarını silkti. "N'apayım, istedikleri olsun o zaman. Hamile olmasam neyse de... Gitmeyeceğim işte."

Baş parmağını yavaşça biraz önce öptüğü dudakların üzerinde gezdirerek içini çekti Batu. "Sen bilirsin." dedi.

"İstedikleri buysa sonunda oldu işte. Halbuki ben sadece. Yani uzun zamandır gitmediğim için... Defne için gitmek istemiştim."

İçinde kopan fırtınaları ona belli etmemek için dudaklarını ısırdı Batu. Yutkundu.

"Yine gideriz, üzülme sen. Hem de bu sefer beraber gideriz. Defne'yi de alırız." Lale'nin yüzündeki kasvetin kolay kolay dağılmayacağını bildiğinden çaresizce onu güldürmeye çabaladı. "O zamana kadar da evde kilise havası yaratırım ben sana."

"Ne?" dedi küçük bir gülüşle.

"Tabii canım, ondan kolay ne var? Evin bir köşesine böyle resimler falan koyarız. Birkaç tane de Meryem Ana heykeli alırız. Hani bir zamanlar sen de kendini onunla özdeşleştiriyordun ya..." diyerek imalı bir şekilde kaşlarını oynatınca Lale gülüverdi. Yine gülerek kafasına bir fiske vurmaya kalkınca Batu gülümseyerek elini yakaladı. "Niye sinirleniyorsun, ne dedim ki ben şimdi?

"Ne diyeceksin, yine saçma sapan bir sürü şey dedin!"

Ayakkabılarını çıkarıp salona doğru yürümeye başlayınca Batu hemen peşinden gelip beline sarıldı. "Hiç de bile, gayet mantıklı konuşuyorum ben burada Birkaç tane de mum alıp yakarız. Kilise müziği için de şu piyanoyu çalarım ben sana." dedi salonda bir köşede duran koca piyanoyu göstererek.

"Yaa tabii piyano çalmayı biliyordun ya zaten!"

"Ne var ki piyano çalmakta ya, dan dun dan dun tuşlara basıyorsun işte."

Lale dramatik bir yüz ifadesi takınarak "İşte sen piyanoyu 'dan dun sesleri çıkaran tuşlar'dan ibaret gördüğün için mutlu olamayacağız biz! Daha fazla uzatmadan bir an önce ayrılmalıyız!" deyince Batu küçük bir kahkaha atarak eğilip onu sırtına aldı. "Sen bir dağ adamısın, bense mürebbiyelerle büyümüş bir küçük hanımefendiyim."

"Çıtır çıtır yerim ben o hanımefendiyi yavrummm. Bir daha 'Batu bana şiir okusanaaa' diye yalvardığında hatırlatacağım bu laflarını ama." derken merdivenlere yönelmişti bile.

"Sen bir kamyon şoförüsün, bense klasik müzik dinleyen, Fransızca bilen, piyano çalan bir kültür ataşesiyim."

"O piyanoyu çaldığını da bi kere bile görmedik ya neyse. Durduğu yerde paslanacak alet."

"Kamyon şoförlerinin dinlediği parçalar repertuarımda yok çünkü."

Böyle atışarak merdivenlerden çıktıktan sonra yatak odasına geldiklerinde onu yatağa bırakınca mahsun bir teslimiyetle kollarını uzatıp boynuna dolamıştı Lale. Bütün sevgisini göstermek ister gibi sarılmıştı boynuna, ne istiyorsa yapmaya, kendini ona adamaya hazırmış gibi öpmüştü dudaklarından. Onun ne hissettiğini çok iyi biliyordu Batu. Çünkü kendisi de aynı şeyleri hissediyordu. Yüzü biraz gülsün diye yapmayacağı şey yoktu. Her şeyi ama her şeyi yapabilirdi. Oysa Lale'nin yüzünün gülmesi için öyle fazla bir şeye gerek yoktu, Batu yanındaysa eninde sonunda gülüyordu o zaten. Batu öpüşlerine büyük bir tutkuyla karşılık verirken bir eliyle usulca karnını okşayınca onu daha çok hissetmek ister gibi biraz daha sıkı sarıldı boynuna. Sonra da uzunca bir süre bırakmadı.

Bırakmamıştı ama... Bütün gün de kendine gelememişti. Ne kadar kendini zorlayarak gülse de, sataşmalarına var gücüyle karşılık verse de hep hüzünlü düşünceli bir hali vardı. Arada gözleri doluyor, Batu ise bunu gördüğü anda beline dolanıp boynuna sokulduğundan ağlamaya fırsatı olmuyor, hemen Batu'nun kollarına sokulup gülüveriyordu ama onun bu son olanların etkisinden kolayca kurtulamayacağını Batu çok iyi biliyordu.

Ve bu yüzden Hilda Hanım'ın yanına yalnız gitmesine izin vermeyecekti. O azimli ihtiyar Lale'ye ne söyleyecekse kendisinin önünde söyleyecekti. Kim bilir yine ne kurnazlıklar peşindeydi... Ama bu kez Lale'yi de kendisini de parmağında oynatmasına müsaade etmeyecekti!

***

Arabayı park ettikten sonra olabildiğine hızlı bir şekilde asansöre binip yukarı çıkarken saniyeler geçmiyor gibi geliyordu. Bir an önce eve girip Lale'yi görmek istiyordu. Asansörden iner inmez zili çalmaya başladı. Ama Lale bir türlü kapıyı açmıyordu. Sabırsızlıkla zili çalmaya devam ederken Lale'nin kapıyı açması geciktikçe onun kendisini beklemeyip çoktan aşağı indiğini düşünerek sinirlenmeye başlamıştı ki sonunda kapı açıldı. Batu Lale'yi görünce içeri girmeden orada öylece birkaç saniye durdu kaldı. Bu işlerden hiç anlamazdı ama Lale'nin makyaj yapmış olduğunu fark edecek kadar da bilgisi vardı. Lale her ne yaptıysa öyle güzel yapmıştı ki gözlerinin mavisi beyaz teniyle birlikte iyice öne çıkmıştı. Gözlerini yüzünden aşağıya doğru indirdiğinde giydiği dar bluz ve etekle her zamankinden daha çok belli olan karnını ve son birkaç haftadır biraz daha büyüdüklerine yemin edebileceği göğüslerini fark edince yutkundu. Lale daha önce gözüne hiç bu kadar dişi, bu kadar kadınsı ve iştah açıcı görünmemişti. Yani mutlaka görünmüştü de şimdi derdi şu anki haliyleydi.

Onun dikkatli gözlerle kendisini incelediğini fark eden Lale tedirginlikle elini saçlarına götürdü. "N'oldu, iyi olmamış mı? Ama şimdi üstümü değiştirirsem çok geç..."

O daha lafını bitirmeden Batu sonunda içeri bir adım atıp kapıyı arkasından kapattı. Bunu yaparken gözlerini bir an olsun Lale'ninkilerden ayırmamıştı. Lale cevap bekleyen gözlerle ona bakarken o birden belini kavrayıp onu sertçe kendine çekti. Ve dudaklarına kapandı. Dudaklarını uzun uzun öperken bir eliyle de durmaksızın karnını okşuyordu. Sonunda geri çekildiğinde gözlerinde tekinsiz parıltılar vardı. Karnını okşamaya devam ederken başını eğerek bluzunun yakasından görünen göğüs çatalını öptü. Son olarak da biraz daha eğilerek karnına ulaştı. Eteğinin üzerinden karnındaki küçük çıkıntıyı öptü.

Eli Lale'nin karnının üzerinde dolaşmaya devam ederken kendi kendine konuşur gibi "Karnın ne zaman bu kadar büyüdü?" diye mırıldandı.

Lale yavaşça güldü. "Aslında o kadar büyümemiş olabilir. Etekten öyle görünüyor sanırım." diyerek kendince açıklama yapıyordu ki Batu fütursuzca biraz daha eğilip başını eteğinin altına sokunca gülerek bir çığlık attı. "Batu!"

Lale azimle başını itmeye çalışsa da Batu pes etmiyordu, karnına sıra sıra öpücükler konduruyordu. "Defnem... Kızım... Gözümün önünde ne zaman bu kadar büyüdün sen?"

"Batu yapma bak gitmemiz lazım!" diyerek hala onu eteğinin altından çıkarmaya çalışsa da Batu karnıyla konuştukça o da gülüyordu.

"Sen annene bakma Defnem, daha şimdiden bizi kıskandığı için böyle rahat vermiyor."

Kıkır kıkır gülmeye devam ederken Batu yavaşça öpücüklerinin yönünü değiştirince nefesini içine çekerek gözlerini kapattı Lale. "Batu yapma." diye soludu.

Pürüzlü bir sesle "Bir şey yapmıyorum." dedi ama bunu derken çamaşırının kenarlarını çekiştiriyordu."

"Anneannem bekliyor." dedi küçük bir mırıltıyla.

"Tamam beklesin."

"Ya ama..." diyordu ki Batu'nun yeni bir hamlesiyle soluğu kesildi. Aslında devam etmesini deli gibi istiyordu ama onu durdurmazsa evden hiç çıkamayacaklarını da biliyordu. Son bir gayretle kendini toplayıp Batu'yu iterek eteğini düzeltti.

"Hadi artık gitmemiz lazım." diyerek salona doğru yürüdü ama Batu'nun koşar adımlarla peşinden geldiğini görünce bir kez daha çığlık atarak o da kaçmaya başladı. "Batu git, gelme. Gelme diyorum bak gelme!" diye çığlıklar atarak koşturuyordu koca salonun ortasında.

"Çok geç. Geldim bile!" diyerek arkadan yaklaşıp birkaç adımda onu belinden yakaladı ve havaya kaldırdıktan sonra yandaki kanepenin üstüne devrildi.

"Batu n'olur dur bak zaten geç kaldık."

"E biraz daha geç kalalım bir şey olmaz." derken elleri durmaksızın Lale'nin bedeninde, dudakları da boynunda ve ensesindeki erişebildiği her noktada dolaşıyordu.

"Hayır olur! Çok ayıp olur! O kadar aradı kadın beni. Daha fazla beklemesin n'olur."

O böyle yalvardıkça Batu zaten yaptığından bir şey anlamıyordu. Gönülsüzce kollarını çözdü, Lale'yi bıraktı. "İyi hadi gidelim bakalım."

"Ya böyle surat asma ama." diyerek ona baktı Lale. Dudaklarının kenarına minicik bir öpücük bırakıp geri çekildi. "Söz, akşam ne istiyorsan yapacağım tamam mı?"

Batu bir kaşını hafifçe yukarı kaldırarak inanmıyormuş gibi baktı ona. "Ne istiyorsam mı?"

"Ne istiyorsan." diye gülerek başını salladı.

"Midenin bulandığını falan bahane etmeyeceksin yani?"

"Etmeyeceğim." diye gülünce Batu da gülerek yanağına bir öpücük kondurdu.

"İyi tamam hadi gidelim o zaman."

Lale telaşla "Dur ama makyajımı düzeltmem lazım." diyerek kucağından fırlayıp merdivenlere koşturunca Batu başını arkaya yaslayarak onun arkasından baktı. Bu işte hoşuna gitmeyen bir şeyler vardı. Belki de Lale kapıyı açar açmaz kıyafeti ve makyajı bu kadar kanını kaynattığı için kendisinden başka kimse görsün istemiyordu. Ama şimdi bu yüzden gerginlik yaratmak da istemiyordu. Hilda Hanım iddia ettiği gibi yalnızca Lale'yi görmek için bu buluşmayı ayarladıysa zaten Lale'nin ne giydiğinde falan sorun yoktu da altından başka bir şey çıkarsa... O zaman öfkesine söz geçirebilir miydi, işte ondan emin değildi.

Biraz sonra Lale yeniden salona indiğinde, onu bıraktığı halde ama bu kez derin düşüncelere dalmış bir şekilde dalgın dalgın otururken bulunca şaşırdı.

"Batu?"

Onun sesini duyunca hafifçe irkilerek başını kaldırdı Batu. Lale'nin geldiğini fark etmemişti. "Ha geldin mi?" diyerek ayaklandı. Yanına gelip elini tuttu. "Hadi gidelim o zaman."

"Gelmek istediğinden emin misin?" derken aklından neler geçtiğini anlamak istediğinde hep yaptığı gibi onun gözlerinin içine bakıyordu Lale. Hem de öyle bir bakıyordu ki sonunda Batu gözlerini kaçırmak zorunda kaldı.

"Tabii ki eminim. Seni o ihtiyar cadının yanına yalnız gönderecek değilim herhalde."

"Cadılığı tamam da..." dedi gülerek. "'İhtiyar' konusunu sakın onun yanında açayım deme, paralar seni valla."

Hilda Hanım'ın yaşından daha genç gösterebilmek için neler neler yaptığını Lale sayesinde az çok bilen Batu da yavaşça güldü kendini zorlayarak. Ama nedense keyfi kaçmıştı. Biraz önce eve girip Lale'yi gördüğündeki o neşeli hali yoktu üzerinde. Lale de bunu anlamıştı ve sebebinin anneannesiyle alakalı olduğunu sezinlediğinden fazla üstelemiyordu. Ancak birkaç dakika sonra evden çıkıp asansöre bindiklerinde Batu'nun gergin sessizliği ufaktan canını sıkmaya başlamıştı. Bir şeyi ciddi ciddi kafaya takmadığı sürece böyle susmak hiç ona göre değildi çünkü.

Sonunda asansörün içinde aralarına çöken o sessizliği kırmak için kendini daha fazla tutamadı. "Batucum ne oldu, bir şeye canın mı sıkıldı senin?"

Dalgın bakışlarını ona doğru çevirdi Batu. "Sıkılmadı da..." İçinden geçenleri söyleyip söylememek konusunda kararsız gibi derin bir nefes aldı. "Ne bileyim. Yani evdeyken tamam da giydiklerin dışarısı için biraz fazla açık sanki."

Lale'nin anında kaşları çatıldı. "Benim mi giydiklerim fazla açık? Sen 'fazla açık' kıyafet görmemişsin diyeceğim de eminim mutlaka görmüşsündür!"

"Niye hemen sinirleniyorsun ki?" diyerek anında savunmaya geçti Batu. "'Bir şey mi oldu' diye sordun, ben de söyledim. Makyajın da anneannenle bir buluşma için biraz fazla bence."

Lale ona yan yan baktı. "Ah tabii kırk yıllık profesyonel makyaj uzmanısın ya sen! Çok iyi bilirsin hangi durumda nasıl makyaj yapılacağını."

"Ben sadece fikrimi söylüyorum Lale! O etek biraz fazla kısa. Bluzunun önü de fazla açık. Yüzün de maşallah pırıl pırıl parlıyor! Anneannen için neden bu kadar süslendiğini de anlayamadım açıkçası.

"Anlaman da gerekmiyor zaten! Anneannemden 'bakımsızsın, paspalsın, şöylesin böylesin' diye laf yememek için biraz düzgün giyineyim dedim, ne var bunda?"

"Düzgün giyinmek için illa mini etek giymek gerekiyor yani?"

O sırada asansör zemin kata ulaşmıştı. İyi de olmuştu yoksa Lale her an Batu'yu parçalayabilecekmiş gibi duruyordu. "İstemiyorsan gelme Batu. Zaten çok uzak bir yere gitmiyorum, evin altındaki restoranda yarım saat oturup geleceğim." dedi hışımla asansörden çıkarken.

"Yaa oldu. O anneanne kim bilir ne dolaplar çeviriyor yine. Bu halinle seni tek başına oraya gönderecektim zaten ben de!"

Lale saçlarını savurarak öfkeyle ona döndüğünde ters bir laf etmemek için kendini çok zor tutuyordu ama apartman görevlisi Mustafa Bey'in kendilerini izlediğini fark edince güçlükle kendini frenleyip sustu. Onunla selamlaştıktan sonra da sert adımlarla apartmandan çıktı. Hemen yan tarafta bulunan restoranın girişine doğru yürürken Batu yine dilini tutamadığı için kendi kendine kızıyordu, keşke Lale sorduğunda hiçbir şey söylemeseydi. Ama ne yapsın dayanamamıştı. Kıskançlığını içinde yaşamayı bir türlü öğrenememişti. Bu gidişle de öğrenemeyecek gibiydi.

Restoranın kapısından içeri girerlerken uzanıp Lale'nin elini tuttu. Lale önce sinirle elini geri çekecek gibiydi. Ama sonra oraya neden geldiklerini hatırlamış olacak ki ses etmedi. El ele restoranın bahçesine doğru yürüdüler. Lale merakla etrafına bakınıyordu ki. Kuytuda kalmış bir köşede oturmuş kahvesini yudumlayan anneannesini gördü.

Anlaşılan Hilda Hanım da onu görmüştü. Daniel'ın okuma bayramındaki son karşılaşmalarının aksine Lale görüş alanına girince yüzüne bir gülümseme yayıldı bu kez. Sandalyesini geriye itip ayağa kalkıyordu ki... Önce Lale'nin arkasındaki Batu'yu gördü, sonra da Lale'nin elini tuttuğunu. Ve yüzündeki gülümseme ışık hızıyla silindi. Ayağa hiç kalkmadan tekrar yerine oturdu.

Hilda Hanım'ın kendisini gördüğü anda yüzünün asıldığını dikkatle takip eden Batu ise bundan inanılmaz bir haz almıştı. Bu kadar bozulduğuna göre kendisinin de Lale'yle birlikte geleceğini hiç tahmin etmemiş olmamalıydı. Yüzünde ukala bir sırıtmayla Lale'nin arkasından Hilda Hanım'a doğru yürüdü. Zaten onun o yeni botoks yaptırdığı gün gibi ortada olan gergin suratına baktıkça gülmemek için kendini zor tutuyordu.

Sonunda masaya ulaştıklarında Hilda Hanım hoşnutsuz bakışlarla karşısında durmuş el ele tutuşan bu genç çifti süzdü. Ondan hiç ses gelmeyince sonunda konuşan Lale oldu. "Merhaba Teta."

Onun Batu'nun elini tutan eline memnuniyetsiz bir bakış attı Hilda Hanım. "Sana yalnız gelmeni söylediğimi sanıyordum Lale."

Batu belli etmese de içten içe şaşırdı buna. Lale ona anneannesinin bu isteğinden hiç söz etmemişti. 'Ben de geleceğim' dediğinde kısa bir süre de olsa onu vazgeçirmeye çalışmış, çok geçmeden de kabul edip 'tamam gel' demişti. İyi de Hilda Hanım Lale'nin neden özellikle yalnız gelmesini istemiş olabilirdi ki? Hislerinde haklıydı işte, kesin yine bir şeyler çeviriyordu bu kadın. Bunu anlamanın yarattığı öfke yavaşça damarlarına yayılırken o ukala sırıtmasıyla bir kez daha Hilda Hanım'a baktı. "Lale sizinle buluşacağını söyleyince ben de gelmek istedim. Çok göreceğim gelmişti, özlemiştim sizi." Daha fazla uzatmamasını işaret eder gibi usulca elini sıktı Lale ama Batu aldırış etmedi. "Beni gördüğünüze bu kadar üzüleceğinizi tahmin edememişim, kusura bakmayın."

Hilda Hanım her zamanki gibi Batu'ya pitbull köpeklerini hatırlatan bakışlarıyla onu şöyle bir süzdükten sonra başını çevirdi.

Lale bu gerginlikten gittikçe daha çok rahatsız olmaya başlamıştı. Anneannesinin onu neden birdenbire arayıp yanına çağırdığını ve yalnız gelmesini özellikle belirttiğini merak ediyordu. Batu'nun anneannesinden hiç hoşlanmadığını da biliyordu ve açıkçası bunun için ona kızamıyordu. Çünkü anneannesi ilk günden beri Batu'nun kendisinden hoşlanmaması için elinden geleni ardına koymamıştı. Hak veriyordu Batu'ya. Ayrıca kendisini hiçbir koşulda yalnız bırakmadığı için de mutluydu. Ama artık böyle tartışmaları sinirleri kaldırmıyordu. Bu böyle devam edecekse bir an önce Batu'yla beraber buradan çıkıp gitmek istiyordu.

"Teta biz..." Diyordu ki Hilda Hanım dönüp dik dik baktı ona.

"Ne diyeceksin Lale? Bunca şeyden sonra büyüğün olmama rağmen seni aradım, görmek istediğimi söyledim. Senden istediğim tek şey beni bu serseriyle yüz yüze getirmemendi! Yalnız gelmeni istediğimi açıkça söyledim sana! Ama ben sanki hiç böyle bir şey dememişim gibi, inat olsun diye bu adamı elinden tutup karşıma getirdin yine!"

Lale'nin yine kaşları çatıldı. "İnat olsun diye değil! Neden sana inat yapmaya çalışayım ki? Ayrıca Batu da serseri falan değil!"

"Bilmiyorum artık!" derken çalımla bacak bacak üstüne atıp onlara arkasını dönmeye yeltendi ama restorandaki herkesin yavaş yavaş kendilerini izlemeye başladığını fark eden Lale uzanıp kolundan tuttu.

"Teta lütfen." dedi alçalttığı sesiyle.

Anneannesine hak vermiyor değildi. O yalnız gelmesini istediğini açıkça söylemişken Batu'yu elinden tutup buraya getirmesi belki de gerçekten pek hoş olmamıştı. Ama ne yapabilirdi ki? Batu'nun gelmek için ne kadar ısrar ettiğini ve ona hayır diyemediğini anlatmaya kalksa anneannesi anlar mıydı? Batu'ya yalan söylemeyi beceremediğini, ondan bir şey saklayamadığını, buraya geleceğini de bu yüzden ona açıkça anlattığını söylese anneannesi ne derdi acaba? Ne olursa olsun torununu yalnız bırakmadığı için Batu'ya minnet duyar mıydı? Teşekkür eder miydi? Hiç sanmıyordu.

Hilda Hanım öfke dolu gözlerle önce Lale'ye, sonra Batu'ya baktı. Sonra da omuzlarını silkti. "İyi o zaman. Siz bilirsiniz. Benden günah gitti." dedi.

Batu bu cümleden hiçbir şey anlamamıştı. Lale'nin ailesi söz konusu olduğunda onları hiçbir zaman anlayamamıştı gerçi ama. Lale'nin rahatladığını ve omuzlarının gevşediğini görünce daha fazla uzatmadı. Masanın etrafındaki sandalyelerden birine otururken Lale'yi de yanına oturttu.
Hilda Hanım ilk şoku atlattıktan sonra şimdi dikkatle Lale'yi incelemeye başlamıştı. Yarım dakika kadar onu süzdükten sonra "Kilo almışsın." dedi.

Lale içini çekerek 'işte başladık.' diye düşündü. Anneannesi fırsatı hiç kaçırmazdı zaten.

O sırada Batu ağzından 'Siz de bu sefer botoksu biraz fazla kaçırmışsınız, kaşlarınız gözlerinizden çok saçlarınıza daha yakın duruyor' gibi bir şeyler kaçırmamak için dudağını ısırdı.

"Evet aldım. Çünkü hamileyim!" dedi Lale.

Tatsız bir meseleden bahsediyorlarmış gibi yüzünü buruşturdu Hilda Hanım. "Görüyorum." derken Lale'nin eteğinden iyice belli olan karnına bakıyordu. "İyi ki karnını göstermeyen bir şeyler giy dedim. Şunu giyeceğine karnını açıp gelsen daha iyiydi!"

Batu'nun Hilda Hanım'ın bu isteğinden de haberi yoktu, Lale ona bundan söz etmemişti. 'Bu kadının Lale'nin karnıyla ne zoru var?' diye düşünmeden edemedi. Niye böyle bir şey istemişti ki? Kendince neler planlıyordu yine kim bilir? "Tabii haklısınız." diye lafa girdi. Kendini daha fazla tutamıştı. "Karnını görmeyince hamile olduğunu görmezlikten gelmeniz de daha kolay olurdu."

"Sana fikrini sorduğumu hatırlamıyorum." dedi Hilda Hanım buz gibi bir sesle.

Batu da aynı ses tonuyla karşılık verdi. "Ben de size Lale'nin hamileliğiyle ilgili fikirlerinizi sorduğumu hatırlamıyorum."

İki düşman gibi bakıştılar bir süre. Birbirlerinden nefret ettikleri o kadar belliydi ki birazdan yine olay çıkacağını hisseden Lale sakinleşmek için garsondan bir bardak su istedi.

Onun garsonla yaptığı kısa konuşma Hilda Hanım'ın Batu'nun üzerinde yoğunlaşmış olan dikkatini yeniden Lale'ye çevirmesine neden olmuştu. Uzanıp Lale'nin elini tutarak onaylamayan bir ifadeyle tırnaklarına baktı. "Şu ellerinin haline bak." dedi tırnaklarını inceleyerek. "İnsan bir maniküre gider! İyice salmışsın kendini. Tabii bütün gün biblo gibi evde oturunca kendine bakmak falan da aklına gelmiyordur!"

Bu konuşma daha şimdiden yormaya başlamıştı Lale'yi. Derin bir nefes alarak arkasına yaslandı. "Kendimi salmamla bir alakası yok. Evde biblo gibi oturmamla da! Mikrop kapmamak için maniküre gitmiyorum. Kendim yapınca da bu kadar oluyor işte ne yapayım?"

"Bir oje sürseydin bari. Ne bu böyle ilkokul çocuğu gibi?" diyerek itti Lale'nin elini.

"Sürebilirdim. Ama sürmedim. Çünkü istemedim!"

"Merak etme ojeden de mikrop kapmazsın." dedi Hilda Hanım alayla.

"O kadarını ben de biliyorum. Ama içindeki kimyasallar zararlı olabilir diye düşündüğümden sürmüyorum. Tırnak bakımımla ilgili başka sorun varsa onu da alayım anneanne?"

"Aman iyi bana ne. Ne yaparsan yap." diyerek umursamazca omuzlarını silkti Hilda Hanım.

Batu dikkatle onları dinliyordu. Hilda Hanım'ın durmaksızın Lale'yi eleştirmesine iyiden iyiye sinir olmuş durumdaydı. Ne biçim anneanneydi bu böyle? Niye Lale'nin her şeyine bir kusur buluyordu? İyice huzursuz olmuştu. Onun Lale'yi sırf kilosundan ve maniküründen dolayı eleştirmek için çağırmış olamayacağını düşündüğünden içi içini yiyordu. Bir an önce ağzındaki baklayı çıkarsaydı ya... Ama yok, olur muydu? İlla lafı böyle sündürerek meraktan kıvrandıracaktı onları. Başka türlü içi rahat etmezdi.

O sırada Hilda Hanım şüpheci bir bakış atmıştı Lale'ye. "Kararlısın yani. Doğuracaksın öyle mi?"

Batu'nun sinirle öne atıldığını gören Lale elini dizine koyarak durdurdu onu. Ve anneannesine döndü. "Yok anneanne, doğurmayacağım, onun için ojenin içindeki kimyasallara varana kadar düşünüyorum zaten."

"Terbiyesizlik etme Lale!" dedi her zamanki ciddi tavrıyla. "Ben seni düşündüğüm için söylüyorum. Şu haline bak. Güya o kadar okudun, Paris'lerde gittin master yaptın. Ne için? Evde oturup çocuk bakmak için mi? Ne idüğü belirsiz bir adamın kapatması olmak için mi?"

Batu "Ya siz ne biçim konuşuyorsunuz gene ya?" dedi masaya doğru eğilerek. Bu kez Lale bile durduramamıştı onu. "Kimse kimsenin kapatması falan değil, doğru konuşun!"

"Ben bugüne kadar hep doğru konuştum zaten Batur!"

"Bu ilk günden beri ismimi bilerek yanlış söyleyip beni delirtme taktiğinizin de hastasıyım. Batur değil, Batu Batu!" diye yüksek sesle bağırınca restorandaki herkes dönüp onlara baktı ama Batu'nun umrunda bile değildi. "Bartu değil, Batur değil, Batuhan hiç değil! Sadece Batu!"

"İnan bana isminin ne olduğu beni hiç ilgilendirmiyor 'Batur'!" deyip bir de o 'Batur'u üstüne basa basa söyleyince Batu dişlerinin arasından bir küfür savurarak arkasına yaslandı.

"Ben seninle değil, Lale'yle konuşuyordum. Her zamanki nezaketsizliğinle konuşmamızın ortasına dalmasaydın ben de ismini yanlış telaffuz etmek zorunda kalmazdım!" dedikten sonra Lale'ye döndü Hilda Hanım. "Ee Lale soruma cevap vermedin? Bunun için mi bunca sene okudun söylesene? Hani ne oldu o çok düşkün olduğun özgürlüğüne? Çok baskı yapıyorduk ya hani sana. 'Beni çok bunaltıyorsunuz, çok üzerime geliyorsunuz' deyip duruyordun bize. Elin adamı ne derse onu yapmak için mi kaçtın babanın baskısından söylesene! Eğitimin için harcanan onca para, verilen onca emek... Hepsi işsiz güçsüz aylak aylak dolanman, evde oturup bu adamın yolunu gözlemen için miydi?"

Batu çok sinirlenmişti, bu ağzının payını vermek, haddini bir güzel bildirmek istiyordu ama o daha ağzını açmadan Lale öfkeyle konuşmaya başladı.

"Sen de en az benim kadar iyi biliyorsun Teta, şu anda işsiz güçsüz aylak aylak geziyorsam bunun sebebi yıllarca 'gel benim işimi yap, ailecek hep beraber çalışalım' diye bana baskı yaptıktan sonra çalışmaya başladığımda da kendisinin istemediği birine aşık oldum diye benim için açtığı ofise adım atmama bile izin vermeyen babamdır. Başkası değil!"

Hilda Hanım'ın gözleri hayretle büyüdü. "Ha yaptığın ahlaksızlığın suçlusu da baban oldu öyle mi? Pes doğrusu Lale. Pes!" diyerek arkasına yaslanıp çantasından bir yelpaze çıkararak hırsla sallamaya başladı.

"Ben ahlaksızlık falan yapmadım! Ortada bir ahlaksızlık varsa o da sizin istemediğiniz birine aşık olduğum için beni silip atmanız, yok saymanız! Çok merak ediyorsan da söyleyeyim. Evet yıllarca bana çok baskı yaptığınızdan şikayet ettim. Özgürlüğüme de çok düşkündüm. Hala da düşkünüm. Ama arada bir fark var Teta. Sen ne düşünürsen düşün, ben Batu'yla beraber olmayı özgürlüğümü kısıtlamak olarak görmüyorum! Hiçbir zaman da görmedim!"

"Yaa belli. Şu haline bak, anneanneni görmeye bile onunla birlikte geliyorsun, tek başına bir şey yapamıyorsun, onun sözünden dışarı çıkamıyorsun! Hasta bu adam! Göz göre göre hayatını, geleceğini çalıyor senden. Sen de buna izin veriyorsun! Böyle sevgi, böyle aşk olmaz! O kadar gözünü boyamış ki sana nasıl bir baskı uyguladığının farkında bile değilsin, bunları kendi isteğinle yaptığını sanıyorsun!"

Lale acı acı gülümsedi. "Her şeyi en iyi sen biliyorsun değil mi?" dedi. "Sen Batu'nun bana baskı yaptığını düşünüyorsan öyledir. Başka bir ihtimal yok, olamaz. Sen yanılıyor olamazsın. Yanlış görüyor, yanlış değerlendiriyor olamazsın. Sen ne diyorsan odur! Sen 'böyle aşk olmaz' diyorsan öyledir, öyle bir aşk yoktur, olamaz. Ama bu sefer öyle değil işte anneanne! Hiçbir şey bilmiyorsun sen! Böyle aşk da var sevgi de. Ben ne yapıyorsam kendi isteğim için yapıyorum. Batu'nun yanındayım çünkü olmak istediğim yer burası. Onunlayım çünkü kendimi ondan başka biriyle düşünemiyorum, başkasıyla olamayacağımı biliyorum. Seninle buluşacağımı ona söyledim çünkü ondan bir şey saklamak istemiyorum. Baktın 'Müslüman biriyle birlikte olamazsın' işe yaramıyor, şimdi de bu laflarla mı beni vazgeçirmeye çalışıyorsun? Bunun baskıyla, özgürlükle, şunla bunla hiçbir ilgisi yok! Varsa da umrumda değil. Belki de insan aynı anda hem aşık hem özgür olamıyordur. Ama dedim ya, ben artık geçtim bunları anneanne. Umrumda değil! Ve evet, Batu buraya gelirken yanımda olmak istedi, beni senin yanına tek göndermek istemedi çünkü senin tekbir kelimeyle bile bütün sinirlerimi alt üst edeceğini çok iyi biliyordu, o yüzden beni yalnız bırakmadı."

Hilda Hanım Lale'yi de söylediklerini de kaale almadığını gösterir bir şekilde dudaklarını büktü. Yelpazesini sinirle yüzüne doğru sallarken alayla gözlerini devirdi. "Aman ne büyük aşk... Ağlayacağım şimdi."

Ona laf anlatmanın mümkün olmadığını bir kez daha acı bir şekilde anlayan Lale çaresizlikle dirseklerini masaya dayayıp başını ellerinin arasına aldı.

"Bu çocuk sana göre değil Lale! Bunu sana kaç kez söyledim! Müslüman olmasını bırak, insan olarak da sana uygun değil! Sana sonradan çok pişman olacağını defalarca anlattım ama beni dinlemedin. Bak görüyorsun işte, şimdiden başladın pişman olmaya. Ama geçmiş olsun, bu saatten sonra bir faydası yok artık!"

Lale hızla başını ellerinin arasından çekip ona baktı. "Ne diyorsun sen anneanne? Ne pişman olması? Pişman falan değilim ben, hiç olmadım. Sen yine kendi inanmak istediğine inanıyorsun!"

"Öyle mi?" dedi yine alayla dudaklarını bükerek. Sonra yelpazesini kapatıp masaya koydu. "Geçen Pazar neden ayine gittin öyleyse?"

Lale şok içinde bakakaldı anneannesinin yüzüne. Bu kadarına da inanamıyordu artık. Gerçekten inanamıyordu. "Çünkü gitmek istedim! Dua etmek istedim! Bunun pişman olmamla ne alakası var?"

"Madem Müslüman biriyle birlikte olmayı seçtin, madem bu adam için dinini, aileni, inandığın her şeyi çiğneyip geçmeyi seçtin, o zaman 'dua etmek istedim' diyerek her aklına estiğinde kalkıp kiliseye gitmeyeceksin Lale! Bütün cemaate rezil ettin bizi! Herkes duymuş. Herkes öğrenmiş! Bilmeyen kaldıysa bile artık herkes biliyor senin Müslüman bir adam için aileni ezip geçtiğini, yetmezmiş gibi bir de o adamdan evlilik dışı hamile kaldığını!"

"Bunu sen mi diyorsun anneanne?" dedi şaşkınlıkla karışık bir öfkeyle. "'Kiliseye çok az gidiyorsun, ayinlere katılmıyorsun, daha düzenli gitmen lazım' diyen sen değil miydin? Şimdi de gittiğim için mi laf ediyorsun bana?"

Hilda Hanım botoksla iyice yükseltilmiş kaşlarının altından ters ters baktı ona. "Benim neye laf ettiğimi sen gayet iyi biliyorsun Lale!"

"Evet, cemaattekiler beni orada gördü, olanları öğrenmeyen kalmadı diye laf ediyorsun değil mi? İnanamıyorum sana Teta. Benim ne yaptığım o cemaatteki kimseyi ilgilendirmez! Ama sizin beni sırf bu yüzden dışladığınız herkes öğrendiyse bana hesap soracağına git bunları Tina'yla konuş Teta! Bunun nedeni benim her aklıma estiğinde kiliseye gitmem değil! O dedikoducu kadınların kime ne söyledikleri benim umrumda bile değil. Ama sen madem bu kadar önemsiyorsun, git bunun hesabını onlara sor! Kiliseye ne zaman ne için gideceğime de ben kendim karar verebilirim, 'şimdi beni orada görünce herkes ne der' diye düşünecek değilim!"

"Düşünme zaten. Hiçbir şeyi düşünme sen zaten!" derken o da etraftakilerin kendilerini izlediğini umursamadan bağırmaya başlamıştı Hilda Hanım. "Oldu olacak Müslüman sevgilini de alıp gitseydin oraya. İyice rezil etseydin bizi!"

"Sen merak etme, Batu'yla birlikte de gideceğiz zaten. Yakında alırsın haberini." Lale'nin bu son söyledikleriyle beraber Hilda Hanım'ın yüzü öfkeden yamulmuştu. Onun yeni bir şey söylemesine fırsat kalmadan Lale sözlerine devam etti. "Ayrıca ben evlilik dışı hamile kalmış falan da değilim. Bugüne kadar evlenemediysek bunun sorumlusu da sizsiniz, biz değil. Birkaç hafta sonra da zaten evleniyoruz."

Hilda Hanım sinirle güldü. "Yaa tabii... Evlenirsiniz tabii... Evlenirsiniz..." dedi Lale'yi deli eden bir alaycılıkla.

Alev alev yanan gözlerini saklayan kirpiklerini öfkeyle kırpıştırdı Lale. "Evet evleneceğiz, yalan mı söyleyeceğim sana?"

"Komik olma Lale! Bu adamın gerçekten seninle evleneceğini düşünmen için aptal olman gerek! Hangi erkek evlenmeden her an elinin altında olan bir kadınla evlenir ki? Sen ona daha ilk günden evlenmeden her istediğini yapabilmesi için her imkanı sunduğuna göre niye evlensin ki seninle? Adam zaten evlenmeden evliliğin getireceği her şeyden faydalanıyor. Niye böyle bir sıkıntıya girsin ki? Derler ya her gün beleşe süt bulabiliyorsan ineği niye satın alasın diye. Sizinki de o hesap! Ama böyle olmasını sen istedin. O dışarıda gününü gün ederken sen de ömrünün sonuna kadar evde kapatma gibi oturup çocuk bakarsın!"

Batu artık daha fazla kendine engel olamıyordu. Geri dönüşü olmayacak bir şey söylememek için kemirip durduğu dudaklarını serbest bıraktığı anda gümbür gümbür sesi bütün restoranı inletmeye başladı. "Ya siz beni delirtmek mi istiyorsunuz, kim oluyorsunuz da bizim için böyle konuşabiliyorsunuz? Nereden buluyorsunuz bu saçma sapan lafları?"

Lale birden "Yeter!" diye bağırarak elini masaya vurup öfkeyle ayağa fırlayınca Batu durdu. Dönüp ona baktığında aklı başından gitti çünkü Lale'nin yüzü bembeyaz olmuştu. Dudakları titriyordu. Ayağa kalktığında Batu korkuyla dizlerinin de titrediğini fark etti çünkü sendelememek için masanın kenarına tutunan eli kaskatı kesilmişti. "Sen... Sen benimle nasıl böyle konuşursun? Torununum ben senin!"

Konuşmaya çalışırken dişleri birbirine çarpıyordu. Onun her an oraya yığılıp kalacağından korkan Batu telaşla ayağa fırlayıp beline sarıldı. "Lale iyi misin?" dedi ama Lale onu duyacak gibi değildi.

"Nasıl böyle konuşabiliyorsun? Beni üzmekten, incitmekten zevk mi alıyorsun? Sen böyle konuştukça ne kadar üzüldüğümü görmüyor musun? Beni bu hale getirmek hoşuna mı gidiyor?"

Hilda Hanım cevap vermek için tam ağzını açmıştı ki gözleri Batu'yla Lale'nin arkasındaki bir noktaya takıldı. Ve Lale'nin çok iyi tanıdığı, aile içinde pek göremedikleri ama etrafa iyi bir görüntü vermek istediğinde takındığı o yapmacık gülümsemesi yerleşti yüzüne. Daha birkaç saniye içinde Lale'yi paramparça etmek istercesine bakan gözleri yumuşamış, sertleşmiş yüz hatları gevşeyerek pamuk gibi bir ifadeye bürünmüştü. Sandalyesinden ağır ağır kalkarken hala gülümsüyordu ve artık Lale onun tanıdık birilerini gördüğü için birdenbire böyle kibarlıktan kırılacak bir hale büründüğünden emindi. Bu yapmacık nezaketini kime sergilediğini görmek için dönüp arkasına baktığında başından aşağıya kaynar sular döküldü.

Onunla birlikte arkasına dönen Batu da masaya yaklaşan, yirmili yaşlarının sonunda olduğunu tahmin ettiği güler yüzlü genç adamı görünce önce şaşırdı. Bu adamı tanımıyordu. Daha önce de hiç görmemişti. Ama titreyen dizleri nedeniyle kolunu beline attığı Lale'nin bedeninin nasıl kasıldığını hissedince bütün sinirleri gerildi. Galiba bunun ne anlama geldiğini biliyordu.
Ona asırlar gibi gelen birkaç saniye sonra masaya ulaşan adam Hilda Hanım'a doğru yürüyüp eğilerek zarifçe elini öptü. "Kusura bakmayın beklettim." dedi mahcubiyetle. "Nasılsınız Hilda Teyze?"

Hilda Hanım biraz önce Lale'ye bağırırken adeta zehir saçan sesiyle büyük bir tezat oluşturacak şekilde neşeyle "Ah Arelciğim olur mu öyle şey. Hoşgeldin!" Ddye cıvıldadı. "Biz de seni bekliyorduk. Öyle değil mi Lale?" Ddyerek Lale'ye döndü.

Lale donmuş kalmıştı, nefes almaya bile korkuyordu. Batu'nun kolunun her geçen saniye belini biraz daha sertçe sıkmaya başladığını hissedince panikle gözlerini kapattı.

"Laleciğim Arel'i hatırlıyorsun değil mi? Geçen yıl buradaki kilisede katıldığımız Paskalya ayininde tanıştırmıştım sizleri hani. Papaz Nebil Efendi'nin yeğeni."

Lale hatırlıyordu Arel'i elbette. Batu'yla tanışmadan çok önce bile anneannesinin dilinden düşürmediği, tanışması için bunaltacak derecede baskı yaptığı, onun devamlı bu konuyu açmasına sinirlenen babası son olarak Lale'yi sırf bu nedenle Mersin'e götürmeye çalıştığını öğrenince çıldırıp bas bas bağırarak ortalığı yıkınca anneannesinin bozulup günlerce kimseyle konuşmamasına neden olan Arel... En son geçen sene Paskalya günü Paris'ten döndüğünde ailecek Mersin'deki kilisedeki ayine katılıp o sıralar rahatsız olan büyük dayısını görmek için Beyrut'a doğru yola çıkmalarından önce anneannesi iki arada bir derede onları tanıştırmayı başarmıştı. Hem de o sırada Batu yine kilisenin önünde beklerken... O zaman bilmiyordu Batu'nun orada olduğunu. Sonradan her şeyi halledip barıştıklarında anlatmıştı bunu Batu; neredeyse Beyrut'a kadar arkalarından gitmeye niyetlendiğini, önce Daniel ve Lena'yla karşılaştığı o süpermarketin otoparkında Lale birden karşısına çıkınca nasıl aptala döndüğünü... Lale kiliseye gitmek için onlarla birlikte arabaya binip uzaklaştığında hiçbir şey yapamadan onu seyretmenin kendini nasıl çaresiz hissettirdiğini, onları takip ettiğini, Lale öndeki arabanın tamponuna çarptığında babası tutanak işleriyle uğraşırken yol kenarında kim bilir kaçıncı defa o sonuçsuz tartışmalarından birini daha yaşadıklarını, Lale mecburen yeniden babasının yanına dönüp kiliseye doğru yola çıkmak zorunda kalınca yine onu takip ettiğini, ayin bitene kadar kilisenin önünde beklediğini, arkalarından eve kadar geldiğini, kendisi askere gitmeden önce son gecelerini geçirdikleri eve girmeye cesaret edemediği için yukarı çıkmayıp arabada bekleyen Lale'yi uzun uzun izlediğini, hepsini tek tek anlatmıştı. Ama Lale Batu'yla bunları konuşurken, o gün anneannesinin zoruyla tanıştırıldığı Arel'in bir sene sonra böyle birden karşılarına çıkacağını hiç düşünmemişti. Düşünememişti. Aklının ucundan bile geçmemişti. Batu'yla evlilik hazırlıkları yaparken, ondan bebek beklerken anneannesinin böyle bir işgüzarlığa kalkışacağı hiç aklına gelmemişti. Hem de hiç.

Lale'nin yüzündeki panik dolu ifadeye bir anlam vermekten çok uzak olan Arel gülümseyerek ona elini uzattı. "Ben hatırlıyorum. Merhaba Lale."

Lale aptal gibi bakakaldı Arel'in suratına. Aynı anda o kadar çok şey geçiyordu ki aklından. Ne düşüneceğini şaşırmış durumdaydı. Aklından geçen o binlerce şeyin tamamı da Batu'yu nasıl sakinleştireceğiyle ilgiliydi. Ne yaptığını bilmeden gayri ihtiyari elini uzatacak oldu Arel'e. Ama daha kolunu tam olarak kaldırmadan Batu anında elini kartal gibi kavrayıp sertçe indirdi, kendine doğru çekti. Lale gözünün ucuyla ona baktığında dişlerini nasıl kuvvetle sıktığını görünce içini çekerek başını önüne eğdi.

Arel'in yüzünü kaplayan şaşkınlığı gören Hilda Hanım araya girme ihtiyacını hissetmiş olacaktı ki telaşla konuşmaya başlamıştı. "Ben de Lale'yi görmeye Mersin'e gelmiştim Arelciğim. Dayına da uğradım tabii." dedikten sonra o sahte gülümsemesiyle Lale'ye baktı. "Laleciğim, Arel geçen Pazar seni yine kilisede görmüş ama ayin başlayınca yanına gelmeye fırsat bulamamış. Ayinden sonra da çok aramış seni ama görememiş. Nebil Bey'i görmeye gittiğimde bana bunu anlatınca ben de hazır seni görmeye gelmişken ikinizi yeniden bir araya getireyim diye düşündüm."

Kendi aptallığına kızarak içinden derin derin inledi Lale. Demek bunun içindi. Bunun için durup dururken aramış, hiçbir şey olmamış gibi sakin bir sesle konuşmuş, kendisini görmek istediğini söylemişti. Bunun için yalnız gelmesini istemiş ve yine bunun için karnını göstermeyen bir şey giymesini tembih etmişti. O kadar aptaldı ki... O da anneannesi onu özlediği için aradı sanmıştı. "Sen... Sen bunun için mi aradın beni?" derken sesi titriyordu çünkü Batu'ya dönüp bakmaya bile korkuyordu. Mengene gibi belini sıkan parmakları hafiften canını acıtmaya başlamıştı. Göz ucuyla yine çenesindeki kasların oynamaya başladığını görünce stresle yutkundu.

"Evet. Dedim ya hazır ben de buradayken üçümüz beraber bir yemek yiyelim diye düşündüm." dedi Hilda Hanım. Sesine doğal bir hava vermeye çalıştığı halde Batu'nun yüzünün aldığı ifade gözüne takılınca o da paniklemiş ve fena halde çuvallamıştı.

Başını belli belirsiz iki yana salladı Lale. Sustu. Bir şey demedi. Diyecek hiçbir şeyi yoktu. Sadece kendini çok aptal hissediyordu. Aynı numaraya defalarca düşecek kadar aptal... Keşke o telefonu hiç açmasaydı. Keşke hiç gelmeseydi. Batu'yla da boş yere birbirlerine gireceklerdi şimdi. Biliyordu, ne söylerse söylesin Batu dinlemeyecekti. Yine esip gürleyecek, bağırıp çağıracak, hatta belki yine kapıyı çarpıp çıkacaktı. Hem de bu yüzden. Hiç değmeyecek bir şey yüzünden.
Bakmaya korksa da yavaşça Batu'ya doğru çevirdi yüzünü. İnce bir sesle "Gidelim mi?" Dddi.

Batu gitmek falan istemiyordu. Gidecekse de önce bu şapşal bakışları Lale'yle Hilda Hanım arasında gidip gelen şaşkın herifi, sonra da Lale'nin anneannesi olacak bu ihtiyarı boğazlamak istiyordu! Nasıl böyle bir şeye kalkışırdı? Lale karnında onun çocuğunu taşıyorken nasıl onu başka adamlarla bir araya getirirdi? Buna nasıl cüret ederdi? Hele bu aptal aptal bakan yavşak! Demek geçen Pazar ayinde de Lale'yi görmüş ama yanına gidememiş, sonradan da tekrar görmek için çok aramış ama bulamamıştı ha... Onun o küçücük binanın içinde Lale'ye bakıp durduğunu, gözleriyle onu takip ettiğini, kim bilir aklından neler neler geçirdiğini düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu, içindeki bütün öfke şahlanıp ayağa kalkıyordu. Hilda Hanım arar aramaz hafta içi mesai saati falan demeyip koşa koşa geldiğine göre Lale'yi görmeyi gerçekten de çok istiyor olmalıydı. İyi o zaman... Bunu kendi istemişti. Gösterecekti şimdi ona kilisede papaz dayısını dinleyeceğine oturup Lale'yi seyretmek neymiş!

Kendinden hiç beklenmeyecek kadar sakin bir sesle "Arel, Hilda Hanım sana bahsetti mi bilmiyorum. Herhalde unutmuştur, arada aklı böyle gidip geliyor zaten." derken deli bozuk bakışlarını Hilda Hanım'a çevirmişti. Sesinin bu kadar sakin çıkmasına kendi bile şaşırmıştı ama aldırmadı. "Ama ben Lale'nin sevgilisiyim. Hem de çok kısa bir süre sonra evleneceği sevgilisiyim."

Arel aptala dönmüş gibiydi, "B-ben. Bilmiyordum." diye kekeledi.

"Şimdi öğrenmiş oldun o zaman. Eminim Lale'nin hamile olduğundan da haberin yoktu."

Arel iyice afallamış gibiydi, şaşkınlıktan ciddi ciddi ağzı açık kalmıştı. Yarı aralık ağzıyla aptal aptal Batu'ya bakıyordu. "Bilmiyordum." dedi.

"Öğrenmiş oldun işte. Bundan sonra dayınla yetmiş küsur yaşındaki arkadaşları seni bir kızla tanıştırmaya kalkarlarsa sevgilisi var mıymış yok muymuş diye bir sorarsın önce."

"Ben... Özür dilerim." diyecek oldu Arel.

"Dileme!" diye kükredi Batu. "Özür falan dileme! Seni bir daha Lale'nin etrafında görmeyeceğim! Olur da bir yerde karşılaşırsanız yolunu değiştireceksin. Yanına gitmeyeceksin! Yoksa seni bulurum ve ellerimle gebertirim. Anladın mı?" Öfkeden siyahtan bile koyuya çalan gözlerini Hilda Hanım'a çevirdi. "Size gelince... Bir daha böyle bir şeye kalkışırsanız... Lale'yi bir daha böyle bir şeye alet ederseniz..."

Tedirginlikle geriye doğru bir adım atsa da ona cevap yetiştirmekten geri kalmadı Hilda Hanım.
"Ne yaparsın? Levin'i dövdüğün gibi beni de mi döversin? Gerçi beklenir senden. Yaparsın. İnanırım!"

Batu kendine hakim olmak istercesine yumruklarını sıktı. Tırnaklarını canını acıtacak kadar tenine bastırdı. Sonra gevşetti yumruklarını. Aynı şeyi bir kez daha yaptı. Yapmazsa kendine söz geçiremeyecek, Hilda Hanım'ın o botokslu suratına yumruğunu oturtacaktı. "Nasıl böyle bir şey yaparsınız? Lale karnında benim çocuğu taşırken nasıl onu elalemin herifleriyle buluşturursunuz?! Bu mu sizin ahlak anlayışınız?"

Batu'nun gözlerindeki o kendini kaybetmiş bakışlar onu korkutsa da yine de sözünü sakınmadı Hilda Hanım. "Doğru konuş benimle!" dedi çığlık çığlığa. "Benim ahlak anlayışımı sorgulamak sana mı kaldı? Sen kimsin?"

Yumruğunu güm güm masaya vurarak "Lale'nin sevgilisiyim!" diye bağırdı Batu. "Sevdiği, aşık olduğu, evleneceği kişiyim! Bunu artık kabul edin! Lale'yi cemaatinizden birilerine yamamaya çalışmaktan vazgeçin artık! Lale benden başka kimseyle olmadı, olmayacak! Anladınız mı?"

"Hayır efendim anlamadım!" diye var gücüyle haykırdı Hilda Hanım. "Sen kendini kandırıyorsun! Şimdi Lale böyle gözünün içine bakıyor diye bu hep böyle mi sürecek sanıyorsun? Sonsuza kadar beraber olacağınızı mı zannediyorsun? Lale de er geç bizden olmayan biriyle birlikte olmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu anlayacak! Aşkmış, evlilikmiş, hamilelikmiş... Bunların hiçbiri sonsuza kadar sürmez! Hepsi gelip geçici şeyler! Zaten o çocuğun doğup doğmayacağı bile belli değil!"

Batu artık yerinde zor duruyordu, Hilda Hanım'ın her an üstüne atlayacak gibiydi. Bir delilik yapmasın diye Lale sıkı sıkı kolundan tutuyordu.

"Hadi doğdu diyelim. Bu neyi değiştirir? Her şey hep böyle kalacak mı sanıyorsun? O övünüp durduğun çocuk Lale'nin ister karnında olsun ister kucağında. Bizim aramızda benim torunumu eskiden beri beğenen, onu bu haliyle bile kabul etmeye hazır kaç kişi var biliyor musun sen?

Batu'nun gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu. Kocaman açılmış simsiyah gözleriyle öyle tekinsiz bir görünümü vardı ki Hilda Hanım yavaşça sandalyesini önüne çekti. "Beni çok zorluyorsunuz..." derken konuşmaktan çok hırlamıştı. Boğazını tıkayan bir şey konuşmasına engel oluyordu sanki, sesi hırıltı gibi çıkıyordu. "Kendimi tutmaya çalışıyorum ama beni çok zorluyorsunuz!"

Hilda Hanım bir adım daha geri atarak kendini sağlama aldıktan sonra alayla Lale'ye baktı. "Nasıl bir adamdan çocuk yaptığını gör işte Lale. Utanmadan kendinden kaç yaş büyük kadını tehdit ediyor!"

"Teta sus!" diye bağırdı Lale.

"Niye susacakmışım, gör işte uğruna hem dinini hem aileni ezip geçtiğin adamı."

Batu sertçe yutkunarak bir kez daha yumruk yapar gibi sıktı elini. Nefes alamıyor gibiydi, boğazı kupkuruydu. Masada duran su bardağına uzanırken öfkeden titriyordu ellerinden biri. Bardağı aldığı gibi dudaklarına götürdü, kafasına dikti. Kalan suyu birkaç yudumda içtikten sonra bardağı masaya bırakıyordu ki... Büyük bir gürültüyle masaya çarptığı bardak kırılıp çat ediverdi ve bardağın kırılan yarısı masanın üzerinde yuvarlanırken diğer yarısı Batu'nun elinde kaldı.

Lale önce korkuyla bir çığlık attı. Batu'nun kıpkırmızı kesilen eline bakakalmıştı. Sonra birden kendine geldi, titreyen elleriyle Batu'nun elindeki kalan parçayı alıp masanın üzerine bıraktıktan sonra Batu'nun birkaç saniyede kanlar içinde kalmış eline sarıldı.

"Ne yaptın Batu!" Bilinçsizce elini Batu'nun avuç içindeki kesiğe bastırarak aklınca kanamayı durdurmaya çalışırken ağlamaya başlamıştı. "Ne yaptın yine ne yaptın?!" Can havliyle masanın üstünde duran kumaş peçetelerden birini alıp Batu'nun eline bastırdıktan sonra başını kaldırınca hayatının şokunu yaşıyor gibi görünen Arel ve donmuş kalmış bir halde onları izleyen anneannesiyle göz göze geldi. "Beğendin mi yaptığını?" dedi hıçkırıklarını bastırmaya çalışarak. "Mutlu musun şimdi?" Batu'nun elindeki kesikten akan kanın beyaz kumaş peçetede hızla büyüyen kırmızı bir leke oluşturmaya başladığını görünce elini ellerinin arasına aldı. "Hadi eve gidelim Batu." diyerek sağlam elini çekiştirdi ama Batu hala öldürecek gibi Arel'e bakıyordu. "Batu lütfen hadi gidelim artık."

Elindeki ağrı olmasa Batu daha kalacaktı orada, Hilda Hanım'a da günün gösterecekti ama gerçekçi olması gerekirse bu elle hiçbir şey yapamazdı. O bardağı Hilda Hanım'ın yüzünün ortasına yapıştırmayı o kadar istemişti ki bir an kendinden korkmuştu. Kendini kontrol edebilmek amacıyla masaya çarptığı bardağı kırmak gibi bir amacı falan yoktu aslında ama bardağı farkında olmadan gereğinden de sert bir şekilde masaya vurunca bardak ikiye ayrılıp elinde kalmıştı. 'Keşke hiç ellemeseydim o bardağı.' diye düşünüyordu. Biraz sakinleşebilmek için iki damla su içeyim derken sonunun böyle olacağını düşünememişti. Hilda Hanım'ın önünde böyle bir öfke nöbeti geçirmek en son istediği şeydi çünkü onun bunu Lale'yi tanıyan herkese nasıl anlatacağını tahmin edebiliyordu. Her zamanki gibi yine bir anlık öfkesine yenilmişti ve sonunda zararlı çıkan yine kendisi olacaktı.

Hilda Hanım gerçekten de dehşete düşmüş bakışlarla onları izliyordu. Batu'nun pek de sakin bir insan olmadığını zaten biliyordu, Lale'ye buraya yalnız gelmesi için ısrar etmesinin sebebi de buydu. Arel'i görünce böyle olay çıkaracağını tahmin etmişti ama bu... Bu en uçuk tahminlerinin bile ötesinde bir şeydi. Lale'nin ağlayarak Batu'yu restoranının çıkışına doğru yürütmeye çalıştığını görünce birden şaşkınlığını üzerinden attı.

"Nasıl bir insan için bizden vazgeçtiğini görüyorsun değil mi Lale?" diye seslendi arkalarından. "Hadi bizi bırak, nasıl bir insan için kendi hayatından vazgeçtiğini görüyorsun değil mi? Psikopat bu adam! Yarın bir gün o bardağın senin kafanda kırılmayacağı ne belli?"

Biliyordu işte Batu. Biliyordu. Hilda Hanım'ın bunları söyleyeceğini adı gibi biliyordu. Tam dönüp tekrar onun yanına gidiyordu ki Lale ağlayarak koluna yapıştı. Yüzünde yalvarır gibi bir ifade vardı.

"Batu n'olur yapma. Seni kışkırtmak için söylüyor. Duyma onu, dinleme. Elin çok kötü kanıyor, eve gidelim n'olur."

Hilda Hanım Lale'nin onu durdurmaya çalıştığını görmüştü elbette. "Bütün hayatın bu hasta ruhlu adama böyle yalvarmakla geçecek, senin haberin yok! Bir gün senin kafanda da bardak kırarsa hatırlarsın bu dediklerimi!"

Batu tepeden tırnağa zangır zangır titriyordu. Öfkesini bir şeylerden çıkaramamak, Hilda Hanım'ın bu sözlerini yutmak onu çıldırtıyordu. Geri dönüp o kadına gününü göstermek istiyordu ama Lale resmen yapışmıştı koluna. Batu'nun yanında ufacık kalan bedeniyle onu zapt etmeye çalışıyordu.

"Hayır gitme!" diye yalvardı isterik bir sesle. "Gitme. Bırakmam! N'olur gidelim buradan Batu. Biz gidene kadar konuşmaya devam edecek o."

Batu'nun gözü dönmüş gibiydi, Lale'yi tam olarak duyduğu bile söylenemezdi. Ama Lale'nin üzerindeki beyaz bluze bulaşmış kan lekeleri gözüne çarpınca kendine gelir gibi oldu, durdu. Yavaşça başını salladı. Ve Hilda Hanım'ın arkalarından "Manyağın teki bu adam! Psikopat! Ne yaptığını sen de gördün işte! Hala nasıl onun yanında kalacaksın?" diye bağıran sesine kulaklarını tıkamaya çalışarak restorandan çıkıp apartmana doğru yürüdüler.

Apartmana girdiklerinde Mustafa Bey'in yerinde olmadığını görünce Lale biraz rahatladı. Batu'nun insanların kendisini bu halde görmesinden ne kadar rahatsız olduğunu biliyordu. Gerçi ne yazık ki biraz önce bir restoran dolusu insan görmüştü ama en azından bir kişi daha görmeyecekti işte. Asansörün gelmesini beklerken komşulardan birine rastlamamak için içinden dua ediyordu. Böyle bir karşılaşmanın Batu'nun daha da içine kapanmasına neden olacağından o kadar emindi ki. Haklı olarak kimsenin kendisini böyle görmesini istemediğini biliyordu Lale.

Neyse ki biraz sonra asansör geldi. Ve kimseyi görmeden, Lale'nin dualarına karşılık olarak içinden kimsenin çıkmadığı boş asansöre bindiler. Yarım saat kadar önce aynı asansördeyken Lale'nin kıyafet seçimi yüzünden birbirlerine laf yetiştiren onlar değilmiş gibi susuyorlardı. Asansörün gürültüsü ve Lale'nin arada bir burnunu çekmesi dışında hiç ses yoktu içerde. Batu sessizdi... Canı yandığı için arada bir kesik kesik inlemesi de olmasa tamamen sessizdi. Ama Lale onun içinde kaynayan ve her an patlayacakmış gibi duran volkanın sesini kendi içindeymiş gibi duyabiliyordu. Zaten Batu her zaman için susarak, konuşurken olduğundan çok daha fazla şey anlatmayı başarmıştı ona. Konuşuyorsa, hatta bağırıyorsa bile durum nispeten daha iyiydi. Ama böyle sessizliğe gömüldüğünde Lale'nin de eli ayağına dolaşıyordu. Ne zaman bağırmaya başlayacak diye tetikte beklemekten sinirleri harap oluyordu.

Lale'nin hafif iç çekişleri ve asansörün kendi gürültüsü dışında tamamen sessiz sayılabilecek kısa bir yolculuktan sonra dokuzuncu kata geldiklerinde Lale Batu'nun sağlam elini tutup parmaklarını onunkilerin arasından geçirerek indi asansörden. Neyse ki korktuğu olmamış, Batu elini çekmemişti. Bu da bir şeydi. Biraz sonra eve girdiklerinde koşarak merdivenlere yöneldi Lale. Bir koşu yukarıdaki banyoda sakladığı ilk yardım malzemelerini aldı getirdi. Yeniden alt kata indiğinde Batu'yu biraz önce bıraktığı yerde buldu, neye yorması gerektiğini bilmediği ifadesiz gözlerle öylece önüne bakıyordu.

Lale "Gel eline pansuman yapalım." diyerek elini tutacak oldu ama Batu bu defa hızla çekti elini.

"Gerek yok. O kadar büyük bir kesik değil zaten." derken dudaklarının arasından çıkan Lale'nin her daim içini ısıtmayı, kasıklarında sıcak dalgalanmalar yaratmayı başaran o bildik ses değil, iri iri buz parçacıklarıydı sanki. Bunu düşündürecek kadar soğuk ve mesafeliydi yine.

Lale morali kumdan bir şato gibi anında çökse de aldırış etmemeye çalışarak "Hala kanıyor ama baksana." dedi titrek bir sesle. "Benim yapmamı istemiyorsan bir kliniğe falan gidelim?"

"Hayır istemiyorum." dedi soğuk soğuk.

Lale gözpınarlarına dolmaya başlayan yaşları hissediyor, Batu karşısında böyle buzdan adam gibi dururken onun tek bir bakışıyla ağlayacak kadar zayıf olduğu için tam bir aptal olduğunu düşünüyordu. Yutkunarak kendini toparlamaya çalıştı. "Neyi istemiyorsun? Benim yapmamı mı?"

"Evet senin yapmanı istemiyorum!" diye bağırdı ve tentürdiyotla sargı bezini Lale'nin elinden sertçe çekip aldı. "Ben kendim yaparım, sen zahmet etme. Makyajın falan bozulur şimdi." Lale'ye son bir iğneleyici bakış attıktan sonra başka bir şey söylemeden mutfağa geçip masaya oturdu ve elini sarmaya başladı.

Oysa Lale aynı yerde öylece kalakalmıştı. Bu muameleyi hak etmemişti. Hem de hiç hak etmemişti. Ne yapmıştı ki Batu ona böyle davranıyordu anlamıyordu. Anneannesiyle buluşmayı o istemiş değildi. O buluşmayı o ayarlamış değildi. Sonunun böyle olacağını çok iyi bilmesine rağmen o buluşmayı Batu'dan gizlemiş de değildi. Batu neden bütün sinirini yine kendisinden çıkarıyordu anlayamıyordu.

İlk şoku atlattıktan sonra içinden geçen kapıyı vurup çıkmak olmasına rağmen sessizce mutfağa geçti o da. Batu'nun yanına oturdu. "Ver ben yapayım, kendi elini nasıl saracaksın?" diyerek sargı bezini elinden alacak oldu ama Batu yine yüzünde nemrut bir ifadeyle uzaklaştırdı ondan elini.

Daha fazla dayanamayacaktı artık Lale. Batu'ya bakarken gözbebekleri ıslaklıktan parlamaya başlamıştı bile. "Batu niye böyle yapıyorsun?" derken sesinin çatlamasına engel olamamıştı. Batu başını kaldırıp ona baktığında ağlamaya başladığını görünce bir an duraklar gibi oldu ama sonra bir şey söylemeden başını tekrar eğdi, yaralı eliyle uğraşmaya devam etti.

"Böyle davrandığında ne kadar üzüldüğümü bile bile yine aynı şeyi yapıyorsun. Üstelik yine benim hiçbir suçum yokken!"

Yanlış bir şey söylemiş gibi sertçe kaldırdı başını Batu. Sanki bu biraz önce olanlardan sonra son damla olmuştu, gözü dönmüş gibi bakıyordu Lale'ye. "Senin hiçbir suçun yokken mi?" dedi soğuk bir gülüşle. "Lale bunların hepsi başından beri sadece senin suçun!"

Lale duyduklarını anlamıyormuş gibi kirpiklerini kırpıştırarak öyle bakakaldı Batu'nun suratına. Ya duyduklarını anlamıyordu ya da yanlış duyuyordu herhalde? "Benim suçum mu? Batu sen ne diyorsun? Nasıl benim suçum olabilir?"

"Anneannen bu saçma sapan çöpçatanlıklarına ilk başladığın zaman ağzının payını verebilseydin, karşısında dik durabilseydin, böyle sessiz sessiz durup yaptığı her şeyi sineye çekmeseydin şimdi bunların hiçbiri olmayacaktı! Ne bekliyordun ki? Sen böyle davrandığın için anneannen de hala bir türlü vazgeçmiyor işte! Sen o manyak kadının bu yaptıklarına tepki verip karşı çıkacağın yerde, bulduğu her adamla tanışmaya devam etmişsin! Bu kadar ilgi gösterilmesi hoşuna gidiyordu herhalde."

Lale kulaklarına inanamıyordu. Masanın üzerinde duran tentürdiyot şişesiyle Batu'nun kafasını yarmak istiyordu ama eli ayağı boşalmıştı sanki, kıpırdayamıyordu. Konuşmaya bile takati kalmamış gibiydi. Yine de denedi. "Sen... Ya sen ne diyorsun Batu? Ne demek istiyorsun? Ne demek bu ya? Nasıl böyle beni hiç bilmiyormuş gibi konuşabiliyorsun? Ben böyle biri miyim?"

"Bilmiyorum artık." dedi yine iğneleyen bir ses tonuyla.

Gözlerine biriken yaşlar nedeniyle onun git gide bulanıklaşan görüntüsüne bakıyordu Lale. Baktı baktı. Sonra tüm gücünü toplayıp kalktı oturduğu yerden. Mutfaktan çıkıyordu ki Batu'nun eli kelepçe gibi bileğine yapıştı.

"O herifle tanıştığını neden söylemedin bana?"

Özür dileyeceğini zannederken bir de böyle hesap sorması karşısında Lale'nin de sinirleri boşaldı sonunda. "Onunla tanışmak çok hoşuma gitmişti de. Ondan söylemedim!" diye bağırarak bileğini sertçe çekiştirip Batu'nun elinden kurtardıktan sonra onu sertçe itti.

Batu ise onun aksine bağırmadı. Parmaklarını yeniden bileğinin etrafında kilitlerken tehditkar sayılabilecek kadar sakin bir sesle "Lale doğru konuş, çıldırtma beni!" dedi sadece.

"Asıl sen nasıl konuştuğunun farkında mısın? Beni neyle suçladığının farkında mısın Batu?" dedi dolu dolu gözlerle.

"Evet farkındayım! Söylediklerimi geri alacak da değilim! Sen bu kadar yüz vermesen anneannen bunları yapacak cesareti hiçbir zaman bulamazdı!"

"Ne yüz vermesi Batu, ben anneannemle aylardır konuşmuyordum bile! Bugün beni oraya bu yüzden çağırdığını nereden bilebilirdim?"

Ne derse desin Batu sakinleşemiyordu. Henüz bağırmaya başlamamıştı ama içinde kopan fırtınalar yüzüne düşen gölgelerden belli oluyordu. Alışkın olduğu o şefkat dolu sıcacık bakışlarının yerine uğursuz siyahlar dolaşıyordu Lale'nin yüzünde. "Bilmiyordun öyle mi?"

"Bilmiyordum! Bilseydim oraya gider miydim? Gitmeyi bırak, sana açık açık 'anneannem aradı, onu görmeye gideceğim' der miydim?"

Batu'nun gözleri cam gibi olmuştu. Donuk donuk baktı Lale'nin suratına. "Demezdin değil mi..." Lale'nin ince bileğini biraz daha sıktı parmaklarının arasında. "Yine yalan söylerdin..."

Gözleri hayretle büyürken Lale var gücüyle çekti kurtardı bileğini. "Sorun da bu zaten değil mi? Ne yaparsam yapayım, ne söylersem söyleyeyim seni inandıramıyorum. Sürekli sana yalan söylediğimi düşünüyorsun."

"Bunun için beni suçlayabilir misin?" diye tısladı Batu. "Bana o kadar çok yalan söyledin ki."

"Ben sana hiçbir zaman yalan söylemedim! Evet söylemek istedim. Söylemeyi denedim. Ama yapamadım! Ne zaman senden bir şey saklamaya çalışsam yüzüme gözüme bulaştırdım! Bunu sen benden daha iyi biliyorsun ya neyse."

Batu'nun deminden beri bastırmaya çalıştığı öfkesi sonunda bu sözlerin ardından patlak vermişti. Lale'nin hafifçe yerinden sıçramasına neden olacak kadar yüksek bir sesle bağırmaya başladı. "Hiçbir şey bilmiyorum ben Lale! Anladın mı, ben artık hiçbir şey bilmiyorum! Madem benden bir şey saklayamıyorsun, geçen sene o herifle tanıştığını neden söylemedin bana?"

Böyle ufak tefek şeylere takılıp kalması, bu kadar küçük bir şey yüzünden böyle kırıcı davranması delirtiyordu Lale'yi. O da Batu'dan aşağı kalmayan bir sesle bağırmaya başlamıştı. "Batu sen kendi ağzınla söylüyorsun işte, geçen seneydi o. Geçen sene! Paris'ten döndüğüm gündü. Senin çocuklarla şu markette karşılaştığın gün. Sonra benim bunu duyunca öndeki arabaya çarptığım, yol kenarında aylardır seni ilk kez gördüğüm gündü! Sonra Paskalya ayini için kiliseye gittiğimizde ne yaptığımın, kimle ne konuştuğumun bile farkında değildim ben! Anneannem çocuğu tuttu kolundan getirdi, tanıştırdı bizi! Ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum bile! Üstünde bile durmadım. Sonra kaç hafta Beyrut'ta kaldık, Melisler'in düğünü için Adana'ya geldiğimde de seninle konuşacak o kadar çok sorunumuz vardı ki bu saçma sapan tanışmayı sana anlatmak aklıma bile gelmedi!"

"Sen ne konuştuğunuzu hatırlamıyorsun ama o bu kadar zamandır unutamamış belli. Baksana bir yıl sonra bile seni görmek için koşa koşa geldiğine göre..."

Gözlerini kısarak alayla güldü Lale. "Evet Batu, kilisede o kadar insanın içinde ayaküstü beş dakika konuştuğu kıza kör kütük aşık olmuş Arel. Hatta o kadar aşık olmuş ki tekrar görmek için bir sene beklemiş."

Batu hırsla bağırdı. "'Arel' deyip durma şuna!" Öfke içinde yandaki duvara vurdu. "Kaç kez dedim sana, ağzından başka bir erkeğin adını duymak istemiyorum!"

Lale bıkkınlıkla gözlerini devirerek arkasını döndü. Çıktı mutfaktan. Bu konularda Batu'yla tartışmak faydasızdı. Kıskançlığı tuttuğunda sabit fikirli, mantıksız, laftan anlamayan bir adama dönüşüyordu. Tamam kıskançlık zaten başlı başına mantıktan uzak bir şeydi belki. Ve kendisinin de bu konuda Batu'dan farklı olduğu söylenemezdi. Ama devamlı aynı şeyin kavgasını yapmaktan da yorulmuştu. Batu'nun kendini kaybetmesinden, o sinirle yaptığı ağır konuşmalardan, sonra pişman olup yüzünde o hiç karşı koyamadığı mahzun ifadeyle özür dilemesinden. Yorulmuştu. Ama Batu ne kıskanmaktan ne de her defasında olay çıkarmaktan yorulmuyordu. Kavgasını da sabaha kadar sürdürebilirdi. Öfkeli adımlarla peşinden geldi.

"Niye geldi o zaman? Anneannenin gül yüzünü görmek için gelmedi herhalde oraya. Senin için geldi!"

Lale arkasını bile dönmeden yılgın bir sesle cevap verdi ona. "Anneannemin bana yaptığını papaz dayısı da ona yapıyordur, ondan gelmiştir. Bir an önce Hristiyan bir kız bulsun evlenip çoluk çocuğa karışsın diye baskı yapıyorlardır, 'git kızla bir yemek ye' falan diye tutturdularsa daha fazla ısrar etmesinler diye gelmiştir işte. Benim yerimde başka bir kız olsaydı yine gelirdi o."

Onun bu umursamaz tavrı Batu'yu iyice delirtmişti, zembereğinden boşalmış gibiydi. Koşup Lale'nin önüne geçerek kollarını tuttu. "Hiç zannetmiyorum! Yemek yiyeceği kişi sen olduğun için geldi o oraya. O gün kilisede de görmüş ya seni..." dedi birbirine geçirdiği dişlerinin arasından tükürür gibi. "Yanına gelmek istemiş ama gelememiş!"

"Ben o gün kilisede onu görmedim bile!"

"O seni görmüş ama işte. Gözden kaçırılmıyorsun tabii..."
Baştan aşağıya şöyle bir süzdü Lale'yi. Daha bir saat önce eve geldiğinde gördüğü anda bayıldığı kıyafetini inceledi öfkeyle. Gözleri bluzunun yakasından görünen göğüs çatalına takılınca daha bir karardı gözleri. Sonra bakışlarını yukarı kaldırıp makyajla iyice belirginleştirdiği iri mavi gözlerini görünce sertçe sıktı kollarını. "Niye böyle giyindin?" diye hırladı.

Lale'nin yüzü allak bullak olmuştu. Bu sorudan nefret ediyordu. Biraz önceki yılmış tavrının aksine şimdi o da gözlerinden ateş saçarak dimdik bakıyordu Batu'ya. "Giydiklerimde hiçbir şey yok. İstediğim gibi giyinirim! Sana hesap vermek zorunda mıyım?"

"Evet bana hesap vermek zorundasın!" diye bağırdı Batu. "Öyle her istediğini giyemezsin! Niye bu kadar süslendin. Asansörde rahatsız olduğumu söyleyince de sinirlendin. O herif için mi giydin bunları söylesene!"

Hışımla elini kaldırıp Batu'nun yüzüne sert bir tokat attı Lale. "Benim hakkımda ne güzel şeyler düşünüyorsun sen öyle!" derken dudakları titriyordu. "Nasıl söylersin bunu bana? Ben onun geleceğini bilmiyordum, haberim bile yoktu! Anneannem yine eleştirecek bir şey bulmasın diye biraz iyi görünmek istedim sadece. Ama sen onu da burnumdan getirdin!"

Yediği tokattan hiç etkilenmemiş gibi "İyi görünmekle böyle giyinmek arasında çok fark var Lale!" diyen Batu'nun öfkeden kararmış suratına bir tokat daha patlatmamak için zor tutuyordu kendini Lale. Hızla merdivenlerden çıkmaya başladı. Yalnız kalmak istiyordu, daha fazla kavga edecek gücü kalmamıştı. Ama Batu onunla aynı kanıda değildi, birkaç saniye sonra o da arkasından gelmeye başlayınca Lale durup ona döndü. "Gelme peşimden Batu!" diye çığlık çığlığa bağırdı. "Git! Gelme! Daha fazla konuşmak istemiyorum."

"Konuşacaksın! Bir daha da kiliseye falan gitmeyeceksin!"

Lale şok içinde bakakaldı ona. Ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Gözleri hayretle öyle büyümüştü ki neredeyse yüzünün yarısını kaplıyor gibiydi. Bir şey söylemek istiyor ama sesini çıkaramıyordu. Balık gibi açıp kapanıyordu ağzı.

Onun o şaşkınlıktan konuşamayan, yaşadığı hayal kırıklığı nedeniyle kolunu bile oynatamayan hali zoru başarmış, öfkesinin yavaş yavaş eridiğini hissederken tüm hücrelerine hücum eden kopkoyu bir pişmanlıkla baş başa kalıvermişti Batu. Ama geri adım atacak kadar sakinleşmemişti henüz. "Madem böyle heriflerin uzaktan kız kestiği, anneannenin seni koca adaylarıyla tanıştırdığı bir yer orası. O zaman bundan sonra bir daha gitmeyeceksin oraya!"

Yutkunarak gözleri dolu dolu baktı Lale ona. Yavaşça "İşte şimdi tam Leman Hanım'ın oğlu gibi konuştun." dedi ve merdivenleri hızla çıkıp yatak odasına girdi.

Batu birkaç saniye arkasından baktı öyle. Hareket edemedi. Adımlarını atıp da çıkamadı basamaklardan. Ama sonra kendine geldi. Gücünü toplayıp o da çıktı merdivenleri, girdi odaya.

Lale yatağın kenarına oturmuş, başını ellerinin arasına almış, sessizce yere bakıyordu. Batu onu öyle görünce içine yeni yeni oturmaya başlayan pişmanlığın daha da ağırlaştığını somut bir şekilde hissetti. Ciddi ciddi hissediyordu bunu, tüm bedeni ağırlaşmıştı sanki. Omuzları çökmüştü. Kapının yanında öylece durdu. Boğazı kupkuruydu, sesi çıkamıyordu. Boğazını temizlemek için öksürdü. "Öyle demek istemedim." dedi pürüzlü bir sesle. "Ben... Yani ben... Anneannenin seni oraya neden çağırdığını anlaman gerekirdi Lale! Onu benden çok daha iyi tanıyorsun sen! Ben bile yine böyle bir saçmalığa kalkışacağını bildiğim için seninle gelmek istedim. Ama sen... Sen nasıl göremiyorsun bunu anlamıyorum!"

Bakışlarını yerden kaldırıp ona bakınca sağ gözünden bir damla yaş düştü yanağına Lale'nin. "Çünkü ben, beni gerçekten görmek istediği için aradığını sandım. Öyle düşünmek istedim. Böyle bir şey aklımdan bile geçmedi. Tamam 'karnını belli etmeyen bir şeyler giy, yalnız gel' falan dedi. Ama ben senden hoşlanmadığı için böyle konuşuyor sandım. Beni özlediği için görüşmek istiyor sandım. Bana kızıyorsun bu konuda anneannene başından beri fazla yüz vermişsin diye. Ama ona söz geçirmek kolay mı zannediyorsun? Babamı bile dinlemezdi ki. Hem ne olursa olsun... Bu kadar ağır konuşmak zorunda mıydın? Beni bu kadar kırmak zorunda mıydın?"

O konuştukça ağzından çıkan her sözcükle beraber biraz daha çöktü Batu'nun omuzları. Şimdi o bakamıyordu Lale'nin yüzüne. Ama Hilda Hanım'ın söyledikleri hala kulaklarında çınlıyordu. Şakağında bir damar pıt pıt atmaya başlıyordu düşündükçe. "İyi de o dedikleri... Seni bu halde bile kabul edecek bir sürü adam varmış falan..."

Lale aynı şeyleri bininci defa konuşmanın verdiği yorgunlukla içini çekerek yatağa bıraktı kendini. Hafifçe yana dönerek dizlerini karnına çekti. Bu hali her şeyden çok içine oturmuştu Batu'nun. "Batu saçmalama, dedikleri sence olacak şey mi?" dedi tavana bakarak. "Senin aklın alıyor mu bunu? Hepsini seni kışkırtmak için dedi o! Sen de oyununa geldin, bizi birbirimize düşürmeyi başardı işte!"

"Seni böyle kabul edecek adamlar yok yani. Hepsi uydurmaydı. Öyle mi?"

Lale bütün bunlardan öyle bıkmıştı ki... Bezgin bir sesle "Ne bileyim ben. Her şey bitti, bir bu mu kaldı? Şimdi de buna mı takacaksın?" dedi.

Onun bu vurdumduymaz cevabı Batu'yu resmen kudurtmuştu. "Lale cevap ver! Kimden bahsediyordu anneannen? Kim o seni bu halinle bile kabul etmeye hazır adamlar?"

"Ne yapacaksın? Gidip kapılarına mı dayanacaksın?"

"Görürsün ne yapacağımı!" derken delirmiş gibiydi, gözleri fıldır fıldır dönüyordu. Biraz önce sakinleşen sinirleri bu konu açılınca yine şaha kalkmıştı. "Söyle kim onlar? Tek tek isim vereceksin bana!"

"Kim olduklarını bilmiyorum Batu! Hatta öyle birileri olduğundan bile emin değilim! Varsa da umrumda değil! En iyisi git onlara sor. Madem artık ben gitmeyeceğim, benim yerime sen git kiliseye. 'Üç aylık hamile sevgilimden ayrılsam onu böyle kabul eder misiniz?' diye sor orada gördüğün her adama."

Batu yine kanın beynine sıçradığını hissetti. "Lale başlama yine!" diye gürledi. "Böyle ileri geri konuşma, bak zaten sinirliyim beni iyice delirtmek mı istiyorsun?"

Bir hışımla yataktan doğrulup kalktı Lale. "Asıl sen beni delirtiyorsun! Biraz önce dediklerini unuttun herhalde!"
Batu'nun yine o suçlu çocuk tavrıyla gözlerini kaçırdığını görünce nedense bu onu daha da sinirlendirdi. Böyle giderse beş-on dakikaya kalmadan onu yine affedeceğini biliyordu ve onu deli ediyordu!

"Lale bak ben..." diye cümleye başlamıştı ki Lale donuk bir sesle sözünü kesti.

"Daha fazla konuşmak istemiyorum. Yoruldum ben. Biraz dinleneceğim."

"Ama ben..."

"Yalnız kalmak istiyorum Batu. Sen de şantiyeye git hadi."

"Hayır." diyerek başını salladı. Aslında gidip yanına oturmak, ona dokunmak, kendini affettirmek istiyordu ama Lale buzdolabını aratmayan bakışlarla kendisine bakarken bir adım bile atamıyordu. "Yalnız bırakmam seni."

Bir hışımla yataktan kalkıp ayağa fırladı Lale. Sonunda onun da sabrı tükenmişti. Batu kadar olmasa da gözünü öfke bürüdüğünde o da kendine hakim olmayı başaramıyordu. "Ama ben yalnız kalmak istiyorum!" diye bağırdı. "Yalnız kalmak istiyorum! Seni görmek istemiyorum! Hakaretlerini daha fazla dinlemek istemiyorum! Git buradan, rahat bırak beni!"

Her şeyden çok bu delirtirdi Batu'yu. Lale tarafından istenmemek. Biraz önce ondan nasıl özür dileyeceğini düşünürken şimdi yine esip gürlemeye başlamıştı bile. "Ah tabii. Gideyim ben. Yalnız bırakayım seni. Vaktini almayayım. Yalnız kal ki seni kucağında bir çocukla kabul etmeye hazır adamları düşünüp değerlendir. Hani belki gözünden kaçan biri olmuştur falan..."

İşte bu Lale için bardağı taşıran son damla oldu. "Allah belanı versin Batu!" diye bağırarak yatağın üstünde duran televizyon kumandasını kaptığı gibi Batu'nun kafasına fırlattı. Her zamanki gibi yine ıskaladı, kumanda duvara çarparak büyük bir gürültüyle yere düştü. "Git buradan. Defol! Görmek istemiyorum seni! Git!"

Batu zaten ondan beter bağırıyordu, bağırmak da ne kelime, resmen haykırıyordu. "Gidiyorum zaten merak etme! İstediğin gibi yalnız bırakıyorum seni!" Hırsla dönüp çıktı odadan. Asma merdiveni gümbür gümbür inleterek hızlı adımlarla aşağı inmeye başladı. Lale arkasından koşturmuş, merdivenlerden indiğini görünce arkasından gitmekten vazgeçmişti.

"Evet yalnız bırak beni! Git!! Yeter artık aynı şeylerden çok sıkıldım! Böyle her ağzına geleni söylüyorsun. Sonra da sinirin geçince gelip gözlerimin içine baka baka özür diliyorsun! Tabii nasıl olsa salak Lale her seferinde affediyor değil mi?"

Batu sanki onu duymuyormuş gibi hiç arkasına dönmeden indi merdivenlerden. Kapıya doğru yürümeye başladı.

Bu Lale'yi iyice çıldırtmıştı. Gözü dönmüş gibiydi, tıpkı Batu'nun yaptığı gibi o da onu en hassas yerinden yaralayacak ne varsa söyleyecekti artık. "Hadi defol git nereye gidiyorsan! Ama birkaç saat sonra geri gelip benden özür falan dileme Batu!"

Kararlı adımlarla kapıya doğru yürürken bu son sözlerle beraber geri dönüp basamakların başında durmuş kendisini izleyen Lale'ye baktı Batu. "Geri falan gelmeyeceğim bu sefer, için rahat olsun! Merak etme, özür de dilemeyeceğim!"

"Aman dileme zaten! Geri de gelme! Gelsen de beni bulamayacaksın zaten. Bu sefer evde oturup senin dönmeni beklemeyeceğim!" Batu'nun cevap vermesini beklemeden koşar adımlarla yatak odasına döndü ve kapıyı bir güzel çarptı.

Batu öfkeden burnunun ucunu bile göremeyecek durumdaydı artık, hızla merdivenlere atılarak yukarı çıkacak oldu. Ama birkaç basamaktan sonra durdu. Başını kaldırıp yatak odasının sımsıkı kapalı kapısına baktı. Sonra ağır bir küfür sallayarak geri döndü. İndi merdivenlerden. Kapıya doğru yürüdü. Biraz sonra o da kapıyı gürültüyle çarparak çıktı gitti evden.

**

Bir saat kadar hiç kıpırdamadan külçe gibi yattı Lale. Zaten kıpırdayacak hali de yoktu, kolunu bile kaldıramıyordu. Ağlayamıyordu. İçi buz kesmiş gibiydi. Gözlerini boşluğa dikip öylece uzanmıştı yatakta. Batu'yla yaptıkları kavga bütün enerjisini tüketmişti. Başı da çatlayacak gibi ağrıyordu. Ağrı kesici alamayacağından kendiliğinden geçmesini bekledi ama ağrısı bir türlü dinmiyordu. Neyse ki ağrıyan başka bir yeri değil, başıydı. Önce anneannesiyle olanlar ve Batu'nun bardağı kırayım derken elini parçalaması, sonra da evdeki kıyamet gibi kavgalarından sonra odada yalnız kalınca Defne'ye bir şey olacak diye aklı çıkmıştı. Batu'ya olan sinirinden o an düşünememişti ama sonra tek başına kaldığında adam akıllı korkmuştu. Herhalde Defne de daha şimdiden anne-babasının kavgalarına alışmış olacaktı ki hiçbir sorun yok gibiydi, başındaki şiddetli ağrı dışında kendini gayet iyi hissediyordu. 'Defne'ye daha şimdiden ne kadar alıştığını düşününce belli belirsiz gülümseyerek elini karnına götürdü. Yavaşça okşadı. 'Defne' ismini böyle hemen sahiplenmişlerdi ama kim bilir, belki de erkekti? Erkek olsa Batu üzülür müydü acaba diye düşünürken birden durdu. Batu'nun biraz önce yaptıklarından sonra hala nasıl onu düşünebiliyordu?? O bakışları... Söyledikleri... O kadar çok üstüne gelmişti ki dayanamayıp eski kavgalarında olduğu gibi suratına bir tokat bile atıvermişti. Önceleri hep ilişkilerini gizli saklı yaşadıkları için bu kadar sık kavga ettiklerini, her şey ortaya çıktığında bir arada kalmayı başarabilirlerse çok daha uyumlu ve sakin bir çift olacaklarını düşünürdü. Ancak şimdi anlıyordu ki böyle saf düşüncelere kapılmakla hata etmişti. Onlar hiçbir zaman uyumlu ve sakin bir çift olamayacaklardı. Hep böyle itiş kakış bir mücadeleyle, hır gür içinde, bir an birbirlerine dokunmazlarsa ölecekmiş gibi delice sevişirken bir an sonra birbirlerinin boğazına yapışarak yaşayacaklardı aşklarını. Artık bunu kabul etmişti. Nasıl olduğunu anlamıyordu gerçi. Batu her konuda fevri, çabuk öfkelenen, sonra da çabuk sakinleşip yaptığına pişman olan karakterde biriydi ama ya kendisi? O her zaman sakinliğini korumayı bilen Lale'ye ne olmuştu bilmiyordu? Ve bütün bunlar Batu'ya duyduğu kırgınlığı hafifletmeye yardımcı olmuyordu. Söyledikleri çok ağrına gitmişti. Öyle kolay kolay unutamayacaktı bu sefer.

Ve Batu yine gitmişti. Kapıyı vurup gitmişti. Tamam gitmesi için bas bas bağıran kendisiydi ama. O halde şantiyeye falan gittiğini sanmıyordu. Mutlaka yine bir yerlerde oturmuş içiyordu. Ama nerede... Tek başına mıydı yoksa yanında birileri var mıydı? Yine onun için endişelendiğini fark edince için için kızdı kendine. Batu kapıyı çarpıp gitmişti. Kendisine de yine evde oturup ne zaman gelecek diye Batu'nun yolunu gözlemek düşmüştü. Evden çıkmadan önce "Geri gelmeyeceğim, özür falan da dilemeyeceğim" deyişi aklına gelince sinirle doğruldu yataktan. 'Gelmezse gelmesin, kendi bilir!' diye düşündü. 'Ben de zaten burada oturup gelmesini beklemeyeceğim!'

Öfkeyle yataktan kalkıp giyinme odasına gitti. Başı ağrıdan çatlıyordu hala ama evde oturdukça daha kötü oluyordu. Batu'yu merak ediyordu. Kim bilir ne zaman dönecekti? Hatta belki de dönmeyecekti? "Geri gelmeyeceğim" diye avaz avaz bağıran o değil miydi? Kim bilir nereye gitmişti? Geri de gelmeyecekti. Öyle demişti işte. Düşündükçe iyice hırslanıyordu Lale. Madem geri gelmeyecekti... O da gidecekti o zaman. Evde beklemeyecekti!

Batu'nun kudurmuş gibi oradan oraya saldırmasına neden olan kıyafetlerini çıkardı. Hala giydiklerinde bu kadar sorun edilecek ne olduğunu anlamıyordu ama yine de değiştirdi üstünü. Zaten etek de küçük geliyordu, karnını sıkmaya başlamıştı. Çıkarıp rahat bir elbise giydi. Aynaya baktığında defalarca gözleri dolmuş, hatta ağlamış olmasına rağmen makyajının fazla bozulmadığını görünce hem şaşırdı hem de memnun oldu. Galiba sonunda doğru malzemelerle düzgün makyaj yapmayı öğrenmişti. Bu konuda Batu'yla ne kadar farklı düşünüyorlardı... Batu onun Arel için bu kadar özendiğini, hatta 'süslendiğini' sanıyordu. İçini çekerek saçlarını şöyle bir toplayıp çıktı odadan.

Alt kata inip çantasının içinde duran telefonuna baktığında Batu'nun hiç aramamış olduğunu görünce daha da bir hırslandı. Gitti önce ev telefonunun fişini çekti. Sonra telefonunu kapattı. Ve çıktı evden. Öfkesi burnundaydı. Bir minibüse atladı, yeni açılan alışveriş merkezine gitti. Amaçsızca dolaştı durdu. Aksi gibi hava da çok sıcaktı ama inat etmişti, dönmeyecekti eve. Bir yerlerde oturdu, serinlemek için bir şeyler içti. Gerçi bir şeyler içerek serinlenebilecek kadar iyi değildi hava. Çok basık ve nemliydi, yaprak kımıldamıyordu. Ama inadı tutmuştu işte, eve gitmeyecekti. Birkaç parça kıyafet alayım dedi ama tahmin ettiği gibi denediği hiçbir şey olmamıştı. Bu da daha çok moralini bozmuştu. O da kendini bir parfümeriye attı. Şuydu buydu derken oradan çıkarken elinde ıvır zıvır bir sürü makyaj malzemesi vardı. Ayakkabılara baktı sonra. Hasır dolgu topuklu bir yaz ayakkabısı aldı kendine. Tekrar bir minibüse bindi. Şehirdeki diğer alışveriş merkezine gitti bu kez. Anneannesinin Batu'yla birlikteliklerini Tina'dan duyup fenalaştığı şu alışveriş merkezi... Hep Batu'yla geldikleri. Yalnız bu küçük alışveriş turu git gide işkence haline gelmeye başlamıştı çünkü sıcaktan bunalıp ardı ardına içtiği limonatalar yüzünden devamlı tuvalete gitmesi gerekiyordu! Bir ara daha fazla abartmadan artık eve mi dönsem diye düşündü. Ama eve dönüp de Batu'nun hala gelmediğini görürse sinirleri daha çok bozulacağından vazgeçti. En iyisi sinemaya gitmekti. Hem vakit de geçmiş olurdu böylece. O da öyle yaptı. Arka arkaya iki filme girdi. Yalnız ikinci filmin konusundan pek emin değildi çünkü daha reklamlar bitip film başlamadan yorgunluktan uyuyakalmıştı. Arada uyansa da ikinci yarıda tekrar uyumuştu. Sonunda ikinci film de bittiğinde artık eve gitmeye karar verdi. Zaten saat epey geç olmuştu. Ayrıca üçüncü bir filme daha katlanamayacaktı. 'Ya Batu hala dönmediyse?' diye düşündü. Ne yapacaktı o zaman? Ne yapacaktı, oturup dönmesini bekleyecekti işte! Yine Beril'i, Bülent Bey'i ve Selçuk'u arayıp ondan haber aldılar mı diye soracaktı. Gidebileceği yerleri bulabilmek için kafa patlatacaktı. Sinirleri onu merak etmekten harap olunca da o dönene kadar oturup ağlayacaktı!

Her ne kadar eve dönmeye karar vermiş olsa da bunu geciktirmek için elinden geleni yapıyordu. Zaten çok acıkmıştı, bir restorana oturdu bir şeyler yedi. Ama artık dönmesi gerekiyordu, zira alışveriş merkezi kapanmak üzereydi. Saatlerdir yalnız başına olmaktan da sıkılmıştı. Aslında yalnız değildi, kızı vardı karnında. Ama galiba Batu'yu özlemişti. Bütün gün dolaşmaktan ayakları da şişmişti, daha fazla yürüyemeyecekti artık. Bir taksiye binip eve döndü. Apartmanın önünde taksiden indiğinde başını kaldırıp yukarı baktı. Evin ışıklarının yanmadığını görünce içi burkuldu. Tahmin ettiği gibi Batu gelmemişti işte. Kim bilir neredeydi? Kaçta gelecekti? Hatta belki de hiç gelmeyecekti? "Geri gelme!" diye deli gibi bağırarak onu kovan kendisiydi. Batu da o dediklerini çok ciddiye almış olmalıydı ki geri gelmiyordu işte. İyi de onları hep o kavga anının verdiği sinirle söylemişti. Şimdi Batu o dediklerini ciddiye aldığı için hiç gelmeyecek miydi yani? Hem kendisi de o kavga anında Batu'nun söylediklerini ciddiye alacak olsaydı bu eve hiç dönmemesi gerekiyordu! Neler neler demişti Batu ona. Yine de dönmüş dolaşmış, sonunda eve gelmişti işte. Sıkıntılı adımlarla yürüdü apartmana doğru. Kapıdan girerken Mustafa Abi'nin uyuklamaya başladığını görünce kendi kendine güldü. Batu'yu görüp görmediğini soracaktı ona aslında ama uyuduğunu görünce bir şey demedi. Hem zaten evin ışıkları yanmadığına göre Mustafa Abi'nin de Batu'yu görmüş olması imkansızdı!

Asansörle dokuzuncu kata çıktığında kalbi gümbür gümbür atıyordu. Bir umutla belki aşağıdan baktığında görememiştir, kapının altından ışık sızıyordur diye baktı kapıya. Ama yok kapkaranlıktı işte. Işık falan yoktu. İçini çekerek çantasından anahtarını çıkarıp kapıyı açarken kapının kilitli olmadığını görünce şaşırdı. Evden çıkarken kapıyı kilitlediğinden emindi. Kuşkuyla 'Acaba Batu mu geldi yoksa ben kapıyı hiç kilitlemedim mi?' diye düşünerek eve girip ışıkları açmıştı ki Batu'nun merdivenlerde oturduğunu görünce şöyle bir irkildi.

Batu hızla ayağa kalkıp yanına geldi o sırada. Yüzünde Lale'nin anlamlandırmakta zorlandığı tuhaf bir ifade vardı. Kızmış mıydı rahatlamış mıydı anlamak mümkün değil gibiydi.
Öyle birden kalkıp yanına gelince ya bağırmaya başlayacak ya da yine buz gibi bir sesle iğneleyici bir laf edecek diye korkmuştu Lale. Ama bunların hiçbir olmadı. Batu onu tamamen hazırlıksız yakalayarak sımsıkı sarıldı. Yüzünü saçlarının arasına gömdü. İçine sokmak ister gibi biraz daha çekti kollarının arasındaki beli kendine. Tamamen yasladı Lale'nin bedenini kendininkine. Lale şaşkındı. Ama Batu'nun elleri yavaşça sırtında gezinirken bir şey demedi.

Tam o sırada zor duyulan bir sesle "Çok merak ettim seni." dedi Batu. "Deli olacaktım Lale." diyerek hafifçe sıktı belini. "Dönmeyeceksin sandım."

Lale kollarının arasında ağır ağır geri çekilince gönülsüzce kollarını gevşetti Batu. Lale gözlerinin içine bakarken saçlarından birkaç tel onun kirli sakallarına takılmıştı. Hiç ellemedi Batu, bıraktı öyle kalsın. Lale kollarını itip gidemezdi o zaman. Ya da o öyle sanıyordu.
Lale'nin hiçbir şey söylemeden dimdik gözlerinin içine baktığını görünce suçunu bilir gibi başını önüne eğdi. Yutkundu. Sonra gözlerini kaldırarak tekrar baktı ona. "Neredeydin?" dedi yine yutkunarak. "O kadar merak ettim ki seni. Biliyorum hak ettim ama... Aklım çıktı Lale."

Alkol kokan nefesi yüzüne çarpınca neden bilmiyordu ama yeniden sinir oldu Lale. Kim bilir yine nerede içmişti bu kadar... Kollarını yavaşça iterek merdivenlere doğru yürüdü. "Kilisedeydim. Sen 'geri gelmeyeceğim' deyince ben de anneannemin dediği gibi gerçekten beni bu halde kabul edecek birileri var mı diye bakındım biraz." Sonra da Batu'nun bir şey söylemesini beklemeden yukarı çıktı.

Batu kapının önünde öylece kalmıştı. Lale sakallarına takılan ince saç telleriyle beraber kollarını itip gitmişti. Bunu hak ettiğini biliyordu ama. Yine de... O kadar çok merak etmişti ki onu. "Geri gelmeyeceğim" diyerek kapıyı vurup gittikten iki saat sonra evdeydi. Daha önce gelmemesinin nedeni de bir türlü sakinleşememesiydi. Lale'yi bu konuda hep iğnelediği halde bu kez kendisi deli gibi bir hızla nereye gittiğini bilmeden araba kullanmış, sonra da arabayı bir yere çekip düşünmüştü. Evden çıkarken neler söylediğinin yeni yeni farkına varıyordu. Öfkesi çabuk sönüyordu ama öfkeliyken ağzından çıkanların izini öyle çabuk silemeyeceğinin farkındaydı. Lale'ye söylediklerini hatırlayınca inleyerek ellerini yüzüne kapatmıştı. Neler demişti öyle. Nasıl diyebilmişti? Nasılını bilmiyordu işte, tek bildiği bir anda ağzından çıkıverdikleriydi. Söylediklerini bir bir hatırladıkça nefret etmeye başlamıştı kendinden. Nefret bile değildi bu, kendinden resmen iğreniyordu. Lale'nin hiçbir suçu olmadığını adı gibi bilmesine rağmen Hilda Hanım'la o Arel denen erkek bozuntusuna olan sinirini ondan çıkarmaya kalkışmıştı. Avucunu açıp tam ortadaki kırmızı kesiği görünce pişmanlığı daha da arttı. Lale'ye elletmemişti ama kendi başına da saramamıştı elini. Zaten dediklerinin hiçbiri doğru değildi, bunu Lale'nin yapmasını her şeyden çok istiyordu çünkü. Elini öpe okşaya temizlesin, avucunu açıp yarasının üzerine öpücükler kondursun, bunları yaparken tatlı tatlı söylensin...

Pişmanlık sinsice her yerini uyuştururken Lale'nin söyledikleri aklına gelince birden doğrulmuştu. "Gelsen de beni bulamayacaksın zaten. Bu sefer evde oturup senin dönmeni beklemeyeceğim!" Lale'nin öfkeden çıldırmış sesi kulaklarında çınlamaya başlamıştı sanki. Lale hiç böyle konuşmazdı. Hiç böyle şeyler söylemezdi. Demek ki bu sefer gerçekten gidecekti?Başka bir anlam çıkmıyordu dediklerinden. "Gelsen de beni bulamayacaksın" başka ne demek olabilirdi? Gidecekti işte. Sonunda yapacağını yapmış, saçma sapan kıskançlıklarıyla onu bıktırmıştı. Ama gitmesi... Çok ağır bir cezaydı. Eve gittiğinde Lale'yi orada bulamamak... Düşüncesi bile boğazını düğümlüyordu.

Arabayı çalıştırıp bu kez daha da büyük bir hızla eve doğru yol almaya başladı. Telefona sarılmıştı, delirmiş gibi bir Lale'nin cebini arıyordu bir evi. Lale'nin cep telefonu hep kapalıydı. Bıraktığı mesaj sayısını unutmuştu artık, "Lale nolur aç, nolur bi dinle beni" diye yalvararak kaç mesaj bırakmıştı bilmiyordu. Ev telefonu ise çalıyor çalıyor ama asla açılmıyordu. Ve Batu tamamen deliye dönmüştü. Yine de eve varana kadar pes etmedi, bırakmadı aramayı. Eve geldiğinde korkuları tavan yapmıştı. Lale bırakıp gitti diye yüreği ağzında kaçıncı eve gelişiydi bu? Bilmiyordu. Saymamıştı. Daha doğrusu sayamamıştı. Ama hala korkuyordu işte. Yine de bu kez Mustafa Bey'e sormayı yediremedi kendine. "Haberin yok mu hamile kızın nerede olduğundan?" der diye çekinmişti belki de, bilmiyordu. Öyle kızıyordu ki kendine. Ne vardı şu çenesini tutsaydı! Öfkesinden dolayı değildi pişmanlığı. Hilda Hanım'ın yaptığından sonra öfkelenmemek gibi bir ihtimal yoktu zaten! Olamazdı! Ama en azından susmayı bilseydi. Lale'ye o lafları söylemeseydi. Susabilseydi. Dilinin ucuna gelenleri içinde boğabilseydi. Lale'nin gözleri dolu dolu "İşte şimdi tam Leman Hanım'ın oğlu gibi konuştun." demesi aklına geldikçe kendinden iğreniyordu. Haklıydı Lale. Hem de sonuna kadar haklıydı. Annesinin daha bir hafta önce yaptıklarından sonra Lale'ye bunları nasıl söyleyebilmişti Ama işte yine kendini yanlış ifade etmişti. Söylemek istediği annesinin ima ettiği o korkunç şeylerle bir değildi ki. Lale'yi kimse görmesin, ona kimse bakmasın diye "Kiliseye gitmeyeceksin" demişti ona o sinirle. Annesinin yaptığı gibi Lale'yi ve dinini aşağılamak değildi ki amacı. Hiçbir zaman böyle bir şey düşünmemişti. Aklından bile geçirmemişti. Ama söylediklerini bu şekilde anladığı için Lale'yi suçlayamazdı. Çünkü o haklıydı. Kendine hakim olması ,öfkesini dizginleyebilmesi, bunları hiç söylememesi gerekiyordu. Ama kendini kaybetmişti işte. Dilini tutamamıştı. Lale'ye olduk olmadık gözlerin değdiğini düşününce deliriyordu. Tutamıyordu kendini. O Arel denen yavşağın Lale'ye bakarak gülümsediğini görünce çıldıracak gibi olmuştu. Hele bir de geçen hafta kilisede onu gördüğünü duyunca... Kontrolünü kaybetmişti işte. Kendisinin olmadığı bir ortamda başkalarının Lale'ye baktığını, onu izlediğini, onunla ilgili aklından kim bilir neler neler geçirdiğini düşününce öfkeden deliye dönüyordu. Hele Hilda Hanım'ın o dedikleri... Lale'yi bu haliyle kabul etmeye hazır Hristiyan ailelerin oğulları... Onu tamamen çileden çıkarmıştı. Resmen gözü dönmüştü. Gerçekten öyle birileri var mıydı yoksa Hilda Hanım onu delirtmek için bilerek mi öyle konuşmuştu, hala bilmiyordu. Ve bunu bilmemek sinirlerini harap ediyordu. Gerçekten öyle biri var mıydı acaba? Yoksa yine Hilda Hanım'ın oyununa mı geliyordu? Ama Arel'in koşa koşa Lale'yi görmeye gelmesi bile Hilda Hanım'ın dediklerinin doğru olduğunu göstermiyor muydu? Gerçekten öyle biri vardı işte demek ki!

Aklından bunları geçirerek dokuzuncu kata geldiğinde umutla zile bastı. Ama içinden bir ses Lale'nin evde olmadığını söylüyordu. Nitekim o ses haklıydı, kapı bir türlü açılmıyordu işte. Titrek ellerle cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Etrafa bakındı. Yoktu işte. Çatlamasına engel olamadığı sesiyle "Lale?" diye seslendi ama o ses yankılanıp kendisine geri dönmekten başka bir işe yaramadı. Lale yoktu. Bir koşu yukarı çıkıp giyinme odasına baktı. Eşyaları hala buradaydı. Bir tek biraz önce giydiği etekle bluzu çıkarıp bir kenara bırakmıştı Lale. Onun dışında her şey sabahki gibi yerli yerindeydi. O etekle bluzu görünce iyice fena oldu. Lale'ye çok büyük haksızlık ettiğini biliyordu. Ama kendine engel olamıyordu. Çok denemişti. Ama olmamıştı işte. Susturamamıştı kendini. Bunu onun en hassas olduğu dönemde yaptığını fark ettikçe daha da iğreniyordu kendinden. Ama iş işten geçmişti artık. Olan olmuştu.

Saatlerce bekledi. Bekledi. Lale gelmedi. Çıkıp onu aramayı çok düşündü ama olur da o dışarıdayken çıkar gelir diye çıkamadı evden. Meraktan deliye dönmüş gibiydi. Evde duramıyordu. Ama ya gelirse diye dışarı da çıkamıyordu. Nereye gitmiş olabilirdi? Telefonu hala kapalıydı. Anneannesiyle İskenderun'a dönmüş olabilir miydi? 'Yok artık.' diye geçirdi içinden. O kadarını da yapmazdı. Yapmazdı da... Peki neredeydi? Niye eve dönmüyordu? Saat ilerledikçe iyice endişeleniyordu. Hamile haliyle bu kız nereye giderdi? O hamile halini düşünmeden ona neler dediğini hatırlayınca bir kez daha nefret etti kendinden. Bir eve gelsin... Affetmesi için ayaklarına bile kapanmaya hazırdı. Ama Lale gelmiyordu. Hava kararmıştı, ay yükselmiş, yansıması evin tam karşısında dümdüz uzanan Akdeniz'in üzerine vurmuştu. Ama Lale yoktu. İskenderun'da olup olmadığını öğrenmek için Leon'u aramıştı. Sonra Melisa'yı. Derya'yı. Melis'i. Son olarak Mina Hanım'ı. Kuşkulanmasınlar diye binbir türlü yalan uydurmuştu ama Lale'den haber alamamıştı. Gitgide daha çok korkmaya başlamıştı. Neredeydi Lale? Niye hiç kimse nerede olduğunu bilmiyordu? Derya telefonda "Bana bak yoksa yine maçoluk damarın tuttu da hamile hamile üzdün mü sen kızı? Kavga mı ettiniz?" deyince ne cevap vereceğini bilememişti. Lale yanında olsa ağzının payını verirdi ama yoktu ki. Derya'nın dediğini yapmış, onu yine üzüp ağlatmış, hatta evden gitmesine neden olmuştu. Kendini Lale'nin Paris'te olduğu dönemde ondan haber alamadığı günlerdeki kadar çaresiz hissetmeye başlamıştı. Her an çıkar gelir diye evden kıpırdayamıyordu. Ama böyle bekledikçe kafayı yiyeceğini hissedeceği için evde ne bulduysa dikmişti kafaya. İçtikçe daha kötü hissediyordu kendini ama duramıyordu da. Kötü hissettikçe daha çok içiyor, içtikçe kendini daha kötü hissediyordu. Ama umrunda değildi. Lale bir gelseydi... Bir gelseydi... Ağzını açmayacaktı bir daha! Ama işte gelmiyordu ki...

Saat onu geçtiği halde Lale bir türlü gelmeyince artık yerinde duramaz olmuştu. Bu saate kadar neredeydi bu kız? Nereye giderdi? Arabası da yoktu. O hamile haliyle tek başına nereye gitmişti? İki seçenek geliyordu aklına. Lale ya ailesinin yanına İskenderun'a dönmüştü. Ya da bir şey olmuştu. Mina Hanım onun nerede olduğunu bilmediğine göre... Kesin bir şey olmuştu. Belki de Defne...? Hayır hayır olamazdı. Saçmalıyordu. Belki de saçmalamıyordu. Belki de aklından geçenler doğruydu? Lale'nin o kadar üzerine gitmiş, onu o kadar üzmüştü ki... Belki de o hassas haliyle daha fazla dayanamamıştı? Eğer öyle bir şey olduysa... Gözlerini kapatarak yutkundu güçlükle. Öyle bir şey olduysa. Onlara bir şey olduysa... Kendi de biterdi o zaman. Asla affetmezdi kendi. Affedemezdi. Ölse daha iyiydi. Buna kendisinin sebep olduğunu bilmektense ölse daha iyiydi. Hoş Lale'yle Defne'yle bir şey olduysa zaten ölürdü, o ayrı... Ama... Sinirle yüzünü ovuşturdu. Saçmalıyordu. Bir şey olmayacaktı onlara. Fazla içtiği için böyle şeyler geliyordu aklına.

Tam o sırada kapının kilidinden tıkırtılar gelince çöküp kaldığı merdivenlerden kaldırdı başını. Umutla kapıya baktı. Lale'nin içeri girdiğini gördüğünde hissettiği rahatlama tarif edilemezdi. Lale iyiydi... Görebildiği kadarıyla Defne de iyiydi. Ve Lale İskenderun'a ailesinin yanına falan gitmemişti. Onu bırakmamıştı. Geri gelmişti. Ama yüzündeki kırgın ifadeyi görünce hissettiği rahatlama anında yok olmuştu. Üstüne bir de Lale "Kilisedeydim. Sen "geri gelmeyeceğim" dediğine göre beni bu halde kim alır diye ufak bir ön araştırma yapıyordum." Diye kendisine laf sokup yukarı çıkınca daha da fena olmuştu. Bunları düşünerek birkaç dakika kapının önünde öylece durdu. Sonra o da hızla yukarı çıktı.

Lale yatak odasına girer girmez yatağın üzerinde duran kutuyu gördü. Bunu Batu'nun getirip oraya bıraktığından emindi. Ve bu yüzden merakından çatlasa da Batu gelene kadar paketi ellememişti bile. Batu sonunda yukarı çıkıp odaya girince dönüp ona baktı.

"Bu ne?" dedi başıyla yatağın üzerindeki kutuyu işaret ederek.

Batu suçüstü yakalanmış gibi öne eğdi başını. "Hiç." dedi sessizce.

"Nasıl hiç? Sen getirmedin mi bunu? Daha önce görmemiştim evde."

"Ben getirdim." dedi yere bakmaya devam ederek. Sonra başını kaldırıp utanmış bir ifadeyle Lale'nin yüzüne baktı. "Sana bir şeyler almıştım da."

Ona bir şeyler aldığını itiraf ederken bu kadar utanması biraz da olsa yumuşatmıştı Lale'yi. Zaten bu suçlu bir çocuk gibi bakan gözlerinin kızgınlığını erittiğini hissediyordu. Ama yine de hemen yelkenleri suya indirecek değildi. "Neden?" dedi alaycı bir tebessümle. "Dediklerini unutayım diye mi?"

Bundan korkuyormuş gibi kocaman açtı gözlerini Batu. Telaşla başını iki yana salladı. "Hayır. Hayır." dedi. "Böyle diyeceğini biliyordum. Ama onun için almadım. Zaten bugün almadım ki. Daha önce aldım, internetten getirtmiştim. Bu sabah geldi. Ben de eve gelirken yanıma almıştım ama arabada unutmuşum."

Neler diyordu böyle? Özür dileyip gönlünü almaya çalışacağına bambaşka şeylerden bahsederek resmen saçmalıyordu. Sonunda kararını verdi ve birkaç adımda aralarındaki mesafeyi kapatıp Lale'nin yanına geldi. Ellerini tuttu. Pişmanlığı gözlerinden akıyordu. "Lale çok özür dilerim. Çok çok çok özür dilerim."

Sıcak nefesi yüzüne çarpınca içindeki direncin güçlü bir darbe daha aldığını hissederek gözlerini kapattı Lale. Batu böyle yaptıkça ona kızgın kalamıyordu ki.

"Ben tam bir hayvanım. Ne dediğini bilmeyen aptal herifin tekiyim. Seni çok üzüyorum biliyorum. Sonradan ne yaptığımın farkına varınca kendimden nefret ediyorum. Ama o an... O şerefsizin sana bakarak sırıttığını görünce. Gözüm döndü." Arel denen o yavşağın suratındaki sırıtma aklına gelince dişlerini sıktı. "Bir de anneannen öyle konuşunca... Kendimi kaybettim. Bir şey yapamadıkça daha da hırslandım."

"Sonra da hırsını benden çıkardın..." dedi Lale üzgün gözlerle ona bakarak.

Bunu bir kez de onun ağzından duymanın verdiği suçluluk, gözlerindeki o üzüntüye kendisinin sebep olduğunu bilmenin yarattığı kendinden iğrenme duygusuyla birleşiyor, demirden bir el gibi boğazını sıkıyordu Batu'nun. Gözlerini kaçırdı Lale'den. Onun yüzüne bakamayacak kadar kızgındı kendine. "Biliyorum." dedi çatallı bir sesle. "İğrenç bir adamım ben. Ne desen haklısın. Hak ettim ben." Şimdi o koyu siyahları yeniden Lale'nin yüzünde dolaşmaya başlamıştı.
"Sinirliyken ne yaptığımı bilmiyorum bazen. Özellikle de konu sen olunca... Başka gözlerin sana bakması olunca... Deliriyorum ben. Başka bir adam oluyorum. Katil olasım geliyor."

Masmavi gözleriyle tam gözbebeklerinin içine öyle bir bakıyordu ki Lale. Bir kez daha o mavilikte boğulduğunu hissediyordu Batu. "Ah Lale..." diye inledi boğulur gibi. "Bana böyle bakma n'olur."

"Nasıl bakıyorum ki?"

"Böyle işte. Çok kırdım seni biliyorum. Ama sen bilmiyorsun. Seni nasıl gördüğümü, senin için nasıl deli olduğumu, seni nasıl düşündüğümü bilmiyorsun. Anlatamıyorum sana içimde açtığın yeri. Ama sen kendini benim gözümden görsen... Senin için neler düşündüğümü bilsen. Başkalarının da senin için aynı şeyleri düşündüğünü, seni o gözle gördüğünü düşündükçe neden bu kadar delirdiğimi anlardın belki o zaman."

Nasıl olduğunu anlamadan tebessüm etmeye başlamıştı Lale. Sözüm ona kırgındı Batu'ya. Kolay kolay affetmeyecekti bu sefer. Bir bakışına, iki tatlı sözüne kanmayacaktı. Ama yine olmamıştı. Her zamanki gibi ona karşı koyamıyordu. Gözleri Batu'nun gözbebekleriyle birlikte hareket ediyordu sanki. Onun gözlerinin sözünden çıkamıyor, bakışlarını çekemiyordu. Gözlerini kaçıramıyordu. "Nasıl görüyorsun ki sen beni? Ne düşünüyorsun benim için?" derken biraz öncekinin aksine bu kez pek de üzgün değildi sesi.

Batu'nun sanki birden canlanıverdi gözleri. Yüzüne renk geldi. Lale'nin kızgınlığının yavaştan geçmeye başladığını fark etmişti çünkü. Sesinin artık üzgün çıkmadığını duyunca gözleri parladı. "Anlatsam inanmazsın ki."

"Niye inanmayayım? İnanırım." Doğru da söylüyordu. Batu ne derse, ne anlatırsa inanıyordu. Ne isterse yapıyordu. Gönüllü bir mahkumiyetti artık onunki. Biliyordu.

"Hiç sanmıyorum." dedi küçük bir tebessümle. "Mesela tanıştığımız ilk gün... Neler düşündüğümü anlatmış olsam inanır mıydın?"

Lale gözlerini yukarı dikip bunu ciddi ciddi düşünür gibi oldu. "Sanırım inanmazdım." dedi sonra kararsız bir sesle.

"Seni kucağında Lena'yla görünce ikimizin bir kızı olduğunu hayal ettiğimi söylesem?"

"İnanmazdım." diyerek güldü.

"Bana arka bahçedeki limon ağaçlarını gösterirken kendimi tutamayıp seni öpseydim?"

"Ben de tokadı yapıştırırdım."

Sonunda Batu da güldü. "Gördün mü bak?" dedi. Sonra umutla titreşen gözbebeklerini yeniden Lale'ninkilere dikti. "Peki şimdi öpsem... Yine yapıştırır mısın tokadı?" derken onun o hayran olduğu gülüşüne ev sahipliği yapan dudaklarına takılıp kalmıştı gözleri. Sanki dudaklarından öteye gidemiyordu bakışları, gözlerini dudaklarından ayırıp yüzüne bakamıyordu. Çabaladıkça daha çok takılıyordu dudaklarına daha çok odaklanıyordu.

"Bilmem." dedi Lale kararsız bir ifadeyle. "Yapıştırsam mı ki?"

Ellerinin arasına aldı yüzünü Batu. Tenini uzun uzun okşadı. "Özür dilerim." dedi inler gibi. "Affet beni ne olur. Hiçbirini isteyerek söylemedim. Öyle güzel olmuştun ki o herifin sana öyle baktığını görünce delirdim. Anneannenin bir şeyler çevirdiğini tahmin ediyordum ama bu kadarını da yapmaz diyordum. O herif birden çıkıp gelince..." O anı aklından silmek ister gibi başını iki yana salladı. "Neler dedim sana... Tam bir hayvanım ben. Tam bir hayvanım." Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Ama sonra birden Lale'nin gözlerine kilitlendi yine. "Bundan sonra bir daha böyle sinirlenirsem bir yarım saat falan konuşma benimle olur mu? Ne dediğimi bilmiyorum, saçmalıyorum böyle. En iyisi öyle zamanlarda sen hiç konuşma benimle tamam mı? Gelme yanıma. Uzak dur benden. Ama sonra gel tabii ki! Fazla da uzak durma yani. Tamam mı?"

Bunu ciddi ciddi söylerken o kadar şapşal, o kadar tatlıydı ki. Derin derin içini çekti Lale. "Ah Batu ah. Ne yapacağım ben senle böyle?"

Başını hafifçe öne eğip gözlerini yukarı kaldırarak umutla baktı ona Batu. "Seveceksin?" Lale gülmeye başlayınca güldü o da. Sonra biraz ciddileşir gibi oldu. "Seveceksin değil mi?"

Lale dudaklarını büzerek düşünür gibi yaptı. Sonra omuzlarını silkerek "Bilmem ki yani. Severim herhalde." deyip kendi kendine güldü.

Ama Batu gülmüyordu. Birdenbire ciddiyete bürünmüştü yüzü. Esprisine gülünmesini bekleyen küçük çocuklar gibi "Ya gülsene, şaka yaptım." diye sızlandı Lale. Batu'nun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu çünkü. Nitekim yine yanıltmadı Batu onu.

"Şaka yaptın da..." dedi yutkunarak. "Ya bir gün gerçek olursa? Bazen korkuyorum bir gün ne kadar çekilmez bir adam olduğumu anlayıp beni sevmekten vazgeçeceksin, kendimden bıktıracağım seni diye."

Lale gülerek elini yüzüne götürüp yanağını okşadı. "Boşuna korkuyorsun o zaman. Senin çekilmez bir adam olduğunu çok uzun zaman önce anladım ben. Taa ilk tanıştığımız gün beni delirttiğin zaman anladım hem de."

Batu hafifçe başını yana çevirip yanağının üzerinde duran elinin içini öptü. Bir süre hiçbir şey söylemeden sessiz sessiz Lale'yi seyretti. Sonra ansızın kısık bir sesle "Sana 'kiliseye gitmeyeceksin' derken gerçekten annem gibi konuştum değil mi?" dedi.

Lale 'hayır' anlamında başını sallasa da ikna olmuş değildi Batu.

"Biliyorum, öyle konuştum. Ama demek istediğim o değildi. Anneannen o herifin seni geçen hafta orada gördüğünü söyleyince... Bir de geçen sene orada tanışmışsınız ya. Ne bileyim. Daha böyle kaç kişi görmüştür seni orada diye düşündüğümden..."

Lale araya girerek sözünü kesti. "Ben biliyorum ne düşündüğünü. Onu söylerken annenle aynı şeyleri düşünerek söylemediğini de biliyorum. Hiçbir zaman onun gibi düşünmedin sen. İçinde kötülük yok, onu da biliyorum. Ama bazen... Bazen ne söylediğini bilmiyorsun. Ve öyle zamanlarda çok kırıcı oluyorsun."

Batu yine mahcup bir tavırla gözlerini kaçırarak başını çevirdi. "Biliyorum. Nefret ediyorum kendimden." diye mırıldandı. "Gittikten iki saat sonra döndüm ben. Anca anlayabildim senin 'eve gelsen de beni bulamayacaksın' dediğini. Anca kafam bastı. Çok korkuyordum zaten gelirken. Sonra seni evde bulamayınca öyle kötü oldum ki.. Sonunda seni kaçırmayı başardım diye öyle korktum ki. Bu sefer kesin gittin diye düşündüm. Kafayı yiyordum. Geri gelmeyeceksin sandım. Belki gelirsin diye burada oturdum seni bekledim. Ama gelmedin."

Onu böyle merakta bıraktığı için vicdan azabı duyuyordu şimdi Lale. Daha bir saat önce eve gitmemek için avare avare dolanarak zaman öldürürken şimdi geç geldiği için pişmandı. "Sinemaya gitmiştim." dedi yumuşak bir sesle. "Eve gelmemek için arka arkaya iki filme girdim. Ondan önce de boş boş dolaştım. Zaten ikinci filmde sürekli uyukladım o yüzden."

Batu'nun yüzü gölgelendi iyice. "Benim yüzümden yoruldun bu kadar..."

"Hayır." diyerek uzanıp Batu'nun ellerini tuttu ve karnına götürdü. "Defnoş yüzünden. Baksana ne kadar büyüdü."

Defne'nin adı geçtiği anda yine ışık vurdu Batu'nun yüzüne. Elleri Lale'nin karnına değince keyfi yerine geldi birden. Bakışları da Lale'nin karnına kayınca ağız dolusu gülüverdi. "Büyüdü değil mi? Ah biraz daha büyüse... Böyle elimi koyunca hareket etse... Hemen elimin altında hissetsem. Öpsem böyle. Ama önce seni öpsem... Karnın öyle büyüyünce nasıl güzel olursun sen... Deli edersin beni."

Lale'nin gülümseyerek kendisini izlediğini fark edince bakışlarını onunkilere çevirdi. Daha bir şeyler söyleyecekti aslında ama Lale uzanıp dudaklarına yapışınca yarım kaldı. Lale'nin ellerinin altındaki elleri usul usul karnında dolaşırken arzularını kabartan büyük bir tutkuyla öptü Lale'yi. Ayrıldıklarında Lale ışıl ışıl gözlerle gülümsedi ona. Dudaklarına küçük bir öpücük daha kondurup geri çekildi sonra.

Batu sersem gibiydi. Alnını Lale'ninkine dayayıp soran gözlerle ona baktı. "Affettin mi beni?"

"Hmm." diye mırıldanarak küçük bir öpücük daha bıraktı dudaklarına Lale.

"Gerçekten mi?"

"Hı hı." Sonra geri çekilip yatağın üzerinde duran kutuya çevirdi gözlerini. Merakla "Ne aldın sen bana??" deyince Batu gülüverdi.

"Böyle yapınca Lena'ya nasıl benziyorsun biliyor musun?" diyerek onu tekrar öpecek oldu ama Lale başını geri atarak kaçtı ondan.

"Önce hediyemi isterim."

Batu gülerek "Peki o zaman." deyip yatağa yürüdü. Kutuyu aldıktan sonra "Gel benimle." diyerek Lale'nin elinden tutup onu içerdeki giyinme odasındaki boy aynasının önüne götürdü.
Bu sırada Lale hediyeyle ilgili kendince tahmin yürütüyordu.

"Giyecek bir şey mi aldın?"

"Bilmem." dedi muzip bakışlarla.

"Yoksa iç çamaşırı mı aldın yine?"

Küçük bir kahkaha attı Batu. "Yok, bu sefer başka bir şey. Ama özlediysen yarın gidip iç çamaşırı da alırım. Seve seve alırım hem de."

"Yaa lafı karıştırma hadi, kutunun içinde ne var görmek istiyorum."

Batu'nun gözlerinde onlarca ışıltı aynı anda yanıp sönüyordu. Lale'nin arkasına geçti. "Kapat gözlerini."

Lale iyice heyecanlanmıştı, kutunun içinden ne çıkacağını deli gibi merak ettiğinden hiç nazlanmadı, hemen kapattı gözlerini. Şu haliyle her geçen saniye daha çok benziyordu sanki Lena'ya. Batu üzerindeki elbiseyi sıyırıp çıkarmaya çalışınca bir kahkaha attı. "Ne yapıyorsun ya dur hediyemi istiyorum önce!"

"Tamam işte hediyeni vereceğim ben de, bekle biraz." Çıkardı Lale'nin üzerindeki elbiseyi. Sonra eğildi, kutudaki şeylerden birini çıkardı. Ve Lale'ye giydirdi. Lale'nin anladığı kadarıyla bu da başka bir elbiseydi ama çok da emin olamıyordu.

"Açabilir miyim artık gözlerimi?"

"Aç." diye gülerek arkadan beline doladı kollarını Batu.

Lale gözlerini açıp aynaya baktığında üzerinde gözleriyle aynı renk, göğsü hafif dekolteli, biraz bol, çok şık bir elbise vardı. Göğüs altından bollaşıp dizlerine kadar iniyordu.

Batu hayran hayran ona bakıyordu. "Çok yakıştı sana." diyerek gülümsedi. "Diyordun ya 'Derya'yla Turgut nişanlanırlarsa ne giyeceğim ben' diye. Onun için aldım. Ama o zamana kadar karnın iyice büyümüş olacağı için..." Ellerini karnında gezdirdi yine. Sonra bununla yetinememiş olacak ki dayanamayıp eğildi, elbiseyi sıyırarak küçük bir öpücük bıraktı çıplak karnına. "Biraz bol olsun diye düşündüm. Bu model de hamileler için uygunmuş zaten."

Lale gülümseyerek aynadan gözlerinin içine baktı. "Sen nereden biliyorsun hamilelere uygun modelleri?"

Batu'nun yüzünde hafif bir mahcubiyet belirdi. "Beril'e sordum."

Gülerek belinde duran kollarına sarıldı onun Lale. "Demek Beril'e sordun?"

"Hı hı. Birkaç elbise daha aldım. Birini şu konutların teslimi için babamın vereceği kokteylde giyersin diye düşündüm. Diğerlerini de balayında."

"Artık kavga etmeyelim diye elbiselerimi sen seçeceksin galiba?"

"Yok ondan değil de..." Lale'nin inanmayan bakışlarını görünce güldü. "Valla ondan değil. Öyle olsa şu elbiseyi almazdım herhalde!" diyerek elini elbisenin göğüs dekoltesine götürdü. "Burasını sevmedim zaten. Ama daha kapalısı da yoktu."

"Tüh ne olacak şimdi!" dedi Lale alayla. "Herkes görecek dekoltemi!"

"Ya dalga geçme Lale! Şimdi göğüslerin biraz daha büyüyünce..." Çapkınca sırıtarak kaşlarını oynattı imalı bir şekilde. Elbisenin üzerinden göğüslerini okşadı yavaşça. "İyice açılacak burası."

"Ben anlamam, bana ne. Elbiseyi sen aldın. Hiçbir şey diyemezsin. Ben de istediğim gibi giyerim."

"Ben ciddiyim ama. Terziye merziye götür, kapattır orasını biraz."

"Hı hı tamam kapattırırım."

"Ya Lale!"

"E ama elbiseyi çok beğendim ben, orasını kapattırırsam modeli bozulur. Elletmem elbiseyi."

"Off böyle yapacağını biliyordum ben zaten." diye suratını asmış mızmızlanıyordu ki Lale gülerek arkasına dönüp onu itti ve ellerini göğsüne koyarak arkadaki dolapla kendi bedeni arasına sıkıştırdı.

"Onu bırak da hadi söyle artık, balayında nereye gidiyoruz?"

Batu ondaki bu bayıldığı haşin tavır sonrasında aptallaşmış gibiydi. Aklı tamamen tek bir şeye odaklandığından Lale'nin yüzüne bile değil, göğüslerine bakıyordu. "Valla şu an unuttum desem? Ama istiyorsan böyle yöntemlerle ağzımdan laf almayı deneyebilirsin?" diye sırıtınca Lale şakayla karışık omzuna vurdu.

"Yaa ama ona göre oraya ne götüreceğimi hazırlamam lazım benim!"

"Çok bir şey götürmene gerek yok. Çok fazla giyinik olmayacaksın zaten." derken eğilip onu birden havaya kaldırınca Lale'den küçük bir kahkaha yükseldi.

"Yaa Batu..."

"Bu 'Batu'ları biraz sonraya saklasan diyorum?" derken içeri geçip onu yatağın üzerine bırakmıştı.

Lale yattığı yerden davetkar bir şekilde ona bakarak alt dudağını dişledi. "Elbisem kırışacak ama... Kırışmasın."

Batu da zaten bunu bekliyordu, parlayan gözlerle "Çıkarırız o zaman!" dedi ve daha cümlesini bitirmeden elbiseyi sıyırıp attı Lale'nin üzerinden.

"Onu asmak lazım ama, böyle daha çok kırışır."

Batu şöyle bir baktı ona. "Lale daha fazla zorlama istersen!"

Lale yine gülerek onu omuzlarından tutup üzerine çekti. Bu noktaya nasıl ulaştıklarını da yaptıkları büyük kavgayı da Batu'nun söylediği bütün o kırıcı sözleri de her şeyle beraber unutmuştu. Hatta sonradan düşündüğünde böyle bir gece yaşamalarına vesile olduğu için anneannesine içten içe teşekkür edeceği kesindi. Ama şimdi Batu vücudunda öpülmedik yer bırakmaya kararlıymış gibi dudaklarını her yerinde gezdirirken, elleriyle aklını yavaş yavaş başından alan şeyler yaparken başka bir şey düşünemiyordu


Not:

1) TBMM'nin kuruluşunun ve Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın 100. yılı kutlu olsun! Nice 23 Nisan'lara!

2) Bu bölümde olanlar ve konuşulanlar, özellikle Hilda Hanım'ın söyledikleri ve yaptıkları ile Lale'nin kilisede olanlarla ilgili anlattıkları tamamen en küçük ayrıntısına varana kadar %100 hayal ürünüdür, hepsini ben uydurdum. Gerçekte böyle şeyler kesinlikle yok, kesinlikle olmuyor, kesinlikle yaşanmıyor, Tina ve Hilda Hanım gibi davranan insanlar da kesinlikle yok. Lütfen kimse yanlış bir düşünceye kapılmasın veya yanlış anlamasın rica ediyorum.

Okuyan herkese çok teşekkürler. Sevgiler

Continue Reading

You'll Also Like

55.5K 2.5K 4
Kendini anlatamayan bir adam... Adamın anlatamadıklarına bile inanmayan bir kadın. Aralarına duvarlar örmüş 2 yıl... Kalplerini yakan bir aşk... Bede...
5.1M 278K 29
Sarhoş olduğu gece bir adamla birlikte olan Kayra, sabah uyandığında kendini tanımadığı bir adamla bulur. Evden apar topar kaçan Kayra, birlikte old...
79.1K 6.6K 60
Tanrının bile adını unuttuğu bir sürgün kasabasına yolu düşen kayıp bir kadının hikayesi değildi bu.Tanrının seni unutmadım dediği bir adamın hikayes...
96.6K 12.7K 30
Ülkesinden kaçmak zorunda kalan genç bir kızdı. Yabancı bir ülkede sığınmacı olmanın tüm zorluklarını yaşadı. Taciz, hakaret ve sevgisizlik ar...