Ateşin Kurbanı

By Elizabethstark1

510K 32.2K 36K

TAMAMLANDI! THE WATTYS 2020/TARİHİ KURGU KAZANANI Tarihikurgu #1 Tarih #1 Aşkın, iktidarın ve gücün savaşı! B... More

2020 Watty Ödülleri Kazananı
♦Bilgilendirme - Ülkeler♦
Bilgilendirme-Karakterler ♦
Bilgilendirme: Şahlar&Şahbanular
Bilgilendirme: Haritalar
Yeni Kitap!-2020/2021-Gazap Tanrısı'nın Çocukları♥♥♥
Resim & Şah ♦
Korkular & Altın ♦
Vekil & Düğün ♦
Zafer & Onur ♦
Işık & Hazine ♦
Uyanış ♦
Zafer Alayı & Aile ♦
Güven & Kızılcık Sopası ♦
Cezalandırma & İçgüdü♦
Sarhoş & Cariye ♦
Hırçın & Tutku ♦
Sorumluluk & Değişmek ♦
Buluşma & Etkilemek ♦
Odak & Kardeşler ♦
Uyuyan Güç & Zalim, Şarap♦
Sessizliğin İnfazı & Acıyı Kucaklamak ♦
Basit & Sıradanlık ♦
Kılıç Düellosu & İhanet ♦
Müttefik & Kelime Oyunu ♦
Güç Yolu ♦
Korku Deliliği & Zalimlik Bedeli♦
Anka Kuşu & Ejderha ♦
Merdiven & Hükümdar Eşi ♦
Kuralsız Şah♦
Nemdas'ın Ruhu ♦
Aşkın Gücü♦
1. Kısım Ateşin Kurbanı Yapay Zeka Görselleri ♦
İkinci Kısım:Ateşin Işıltısı - Karakterler ♠
Tutkuyla Sevmek ♠
Gösteriş ♠
Canavar ve Küçük Kız♠
Kara Hırs♠
Maskeyi Kırmak ♠
Sen Kimsin?♠
Kırmızı İp♠
Şımarık Kız♠
Tecrübesizlik ♠
Beklenilen Kişi ve Haber♠
Sapheda'nın Gözyaşları♠
Anka'nın Çığlıkları♠
Özgürlüğü Öğrenmek♠
Gölgelerin Oyunları♠
Ufak Tefek Sohbetler/Notlar/Duyurular
Hiçliğin Zehri ♠
Şahbanu Anjali♠
Karanlık Ateş♠
Söz♠
Suyun Kızı♠
Korku ve Felaket♠
Merhamet ve Zalimlik♠
Boğmak♠
Ayna Kırıkları♠
Anka Hırsı♠
Yıldızlarla Dans♠
Acıdan Delirmek♠
Tutkunun Ölümü♠
Derin Yaralar♠
Yaşamak ♠
Diz Çöktürmek♠
Aşk Suç Mu?♠
Zamanı Gelince & Kraliçenin Ateşi♠
2. Kısım Ateşin Işıltısı Yapay Zeka Görselleri ♠
Üçüncü Kısım:Ateşin Hükmü Karakterler❦
Masumiyetim Silahım❦
Gizli Bir Sorun❦
Canavarın Hükmü❦
Oyun❦
Kurdun Adaleti❦
Yeniden Yükseliş❦
Kristal Oyunlar❦
Işığı Bul❦
Bencillik ❦
İki Kılıç❦
Medarat Yılanı❦
Karşılıklı İhanet❦
Delinin Yıldızı❦
Kendini Öldürmek❦
Şahbanu Acısı❦
Benim Hükmüm ❦
Özgür Bırakılan Kuş ❦
Çöl Köleleri❦
Güç Savaşı ❦
Zalimlik ve Kan❦
Tufan❦
Kaderi Değiştirmek❦
Kış ve İsyan❦
Işığın Teslimiyeti❦
Siyah, Mor ve Altın❦
Çölün Kızı❦
Acı Uçurumu❦
Hükümdar Hazırlıkları❦
Ateşin ve Suyun Uyumu❦
Eskisi Gibi Olmayacak❦
Delinin Savaşı❦
Yenilginin Zaferi❦
Ejderha Tacı❦
3. Kısım Ateşin Hükmü Yapay Zeka Görselleri ❦
4. Kısım : Ateşin Çığlığı - Karakterler♣
Kalplerdeki Savaş♣
Benim♣
Morun Etkisi♣
İçe Bakmak♣️
Planlar ve Gelecek♣
Hükümdar ve Baba♣
Sevgim Yetmedi♣
Orta Yol♣️
İspatlama♣
Baba Katili & Zincirler♣
Düşmanlık İçin Dostluk♣
Ölümü Düşünmek♣
Vicdan Kafesi♣
Soğuk Kibir♣
Zayıf Noktalar♣
Karanlıktaki Fısıltılar♣
Kraliçe Taşı♣
Gücün Dikenleri♣
Elimi Tut♣
Ufak Tefek Sohbetler/Sorular🔥🥀
Dikenli Gül♣
Ateşkes♣
Hüküm Bedelleri♣
Savaşçı Kalbi♣
4. Kısım Ateşin Çığlığı Yapay Zeka Görselleri ♣
5. Kısım:Ateşin Yazgısı♥
Hükümdarlık Naibi♥
Güneş'in Kızı♥
Meydan Okumak♥
Artangallı Şahbanu♥
Güzel Bir Hata♥
Düşünceler♥
Hassas Kalp♥
Tehlikeli Delilik♥
Ejderha Ateşi♥
Güç Kaybı♥
Hükümdarın Geleceği♥
Priya Tutkusu♥
Parçalanan Hayaller♥
Bilinmeyen Sızı♥
Geç Gelen Adalet♥
Bir Şahran♥
Rezil♥
Fırtına Öncesi♥
Zaferi Müjdelemek♥
Gelecek İçin Hayaller♥
Kan Yağmuru♥
Maute'nin Nefesi♥
Sashibai'nin İyiliği♥
Kendini Kaybetmek♥
Sönmeyen Ateş♥
Buzun Kıvılcımı♥
Savaş Öncesi♥
Yanan Şahbanu♥
Krisnae'nin Düşü♥
Banuşah♥
Son Emir♥
Gölge ile Savaşçı♥
Sapheda'nın Hüznü♥
Kan Oyunu♥
Krisnae&Sapheda(FİNAL)♥
5. Kısım Ateşin Yazgısı Yapay Zeka Görselleri Part-1 ♥
5. Kısım Ateşin Yazgısı Yapay Zeka Görselleri Part-2 ♥
♦♣♠♥Yeni Kitap♦♣♠♥
Kapaklar♦♣♠♥
❤Ateşin Kurbanı The Wattys2020 Özel Kapağı, 2020 Sohbet❤
Gölgenin Aşkı Yayında!

Masumiyetin Sorgusu & Adaletin Vicdanı ♦

4.6K 302 230
By Elizabethstark1

Herkese merhaba! Lütfen vote veya yorum olarak kendinizi belli edin. İkisi bir arada olursa, sevinirim.

Ayrıca yeni kapak nasıl? Ben çok mutlu oldum! ^.^ İnanın bana çok güzel. Bunun için Auralorina çok teşekkür ediyorum! :3 :3 Bana bir çok konuda da ilham, fikir veriyor. ♥ ♥ ♥

Bölüm şarkısı ile okuyunuz! Uyuyor fazlasıyla. Ayrıca aşağıda Yashila, Prihan ve Pravin var. İyi okumalar!

♦◇

Sashibai Şahlığı – Başkent: Ghunda - Kılıç Sarayı

Sandhya

Naresh'in beni göstermesi ile Anjali'nin çığlığı beni dondurmuştu. Gözlerimin önünde Naresh yığılmıştı ve ağzından, burnundan kanlar gelmişti. Kollarıma giren askerleri giren askerleri hayır çığlıklarımla durdurmaya çalıştım. Naresh'e ulaşmam lazımdı ama olmuyordu. Dayısı ise hızla Naresh'in yanına gitti ve nabzını kontrol etti. Anjali ciyak ciyak tutuklayın diye bağırdı ve beni sürükleyerek götürdüler.

Bağırmam sayesinde tüm sarayın gözü üstümdeydi. İnsanlar şaşkınlıkla bakıyordu. Oysa kimse daha bir şeyin farkında değildi. Beni zindana atmadan önce, üstümü değiştirmişlerdi. Basit, beyaz bir elbise giymiştim. Ardından demir parmaklıkların arkasına itmişlerdi. Samanların üstüne düştüm ve onlara baktım. Donukça bakmışlardı ve gitmişlerdi.

Küçük bir hücrenin içindeydim. Duvar taşlarla örülmüştü ve küçük bir pencere vardı. Yan tarafım ve önümde demir parmaklıklar vardı. Yerler ise saman serpilmişti. Ben ise yapayalnız, buradaydım. Loş karanlık, etrafımı sarmıştı ve beni söndürüyorlardı.

Olayların şokunu yeni yeni atlatıyordum. Naresh zehirlenmişti ve suç bana kalmıştı. Oysa ben masumdum! Odasına gelmeden önce Sahen'den istediğim Artangal şarabı gelmişti ve bende ikram etmek istemiştim. Sonra olanlar olmuştu. Şimdi ben bu hücrede yapayalnızdım. Keşke dinleselerdi. Keşke hemen tutuklatmasalardı. Ben hiç gönlümün hükümdarını zehirlemek ister miydim? Bunu ona yapmak isteseydim, en başta yapardım.

Ayrıca Anjali'nin gözlerindeki kini de görmüştüm. Nefreti de görmüştüm. Üzüntüyü de görmüştüm. Suçlayıcı ifadeyi de görmüştüm. Beni gerçekten sevmiş olsaydı, hemen tutuklatmazdı. Hemen bu karanlık hücreye tıkmazdı. Eline, zayıf bir an geldiğinde acımadan kullanıyordu. Zayıflara acımıyordu, zayıf olmaya acımıyordu. Gücü seviyordu ve bu gücü zalimce, acımasızca kullanıyordu.

Ben sessizce ağlarken, yan tarafa Sahen atıldı. O da benim gibi beyaz basit bir kıyafet giydirilmişti. Küfürler ediyordu. Ona öfkeyle baktım. Sahen ise, şirin bir gülümseme ile bana bakıyordu.

Sahen "Sadakatimi kanıtlıyorum, en kötü gününde bile beraberiz." dedi ve gülmeye çalıştı.

"Seni pislik! Beni oyununa dahil etmeye utanmıyor musun?" diye bağırdım ağlayarak.

"Sakin ol, sakin ol. İkimizde masumuz."

"Masum isek, burada işimiz ne? Benim şu an, Şah'ın yanında olmam lazımdı ama buradayım. Elimden ağlamak dışında bir şey gelmiyor."

"Göz yaşlarını, işkenceli sorguya saklamanı tavsiye ederim."

"İşkenceli sorgu mu?"

"Evet, güzelim. İşkenceli sorgu! İnan bana, Şahana ikimize de acımayacaktır. Hoş, ben senden daha az işkence görürüm. Sonuçta Şahana Anjali'nin gözünde Şahbanu olabilecek potansiyele sahipsin."

"Şahbanu olsaydım, bu kadar üzülmezdim." diye fısıldadım.

"Şahbanu olsaydın, Anjali'nin hükmü bu kadar geçmezdi. Tamam, ülkeyi yönetirdi ama aşırı bir güçle değil."

"Ben masumum! Birileri çok kötü bir oyun oynuyor." dedim öfkeyle.

"Kim olduğunu bilmiyoruz ama tebrik etmeliyim. Sana şunu diyebilirim ki, Anjali'nin pişman olacağı bir karar olacak."

"Neden ki?"

"Çünkü düşünmeden, ani bir kararla seni hapse attırdı. O, attığı her adımı mantığı ile atar ama bu hareketinde buram buram duyguları ile aldığını gösteriyor."

"Ondaki öfkeyi gördüm, nefreti gördüm. Beni zerre sevmiyor."

"Çünkü onun sahip olamadığı şeylere sahip olma tehliken var. Bu düşünce onu çıldırtıyor."

"Her şeye sahip! Her şeye! Daha sahip olamadığı ne var ki?"

"Şahbanu olamadı ve bu onun içinde büyük bir ukde. Onun hayali bir Şahbanu olmaktı, ardından Şahana olurum diyordu."

"Şahbanu. Ne kadar da lanetli bir kelime." dedim sessizce.

"Şahbanu olmayı başarsaydı, Abhay'dan daha çok ülkeyi yönetirdi. Şah ve Şahbanu, eşit makamlar biliyorsun. Şahana olunca, yönetiyor ama bir Şahbanu kadar etkili değil. Sen ise, şimdiden elçilerle görüşüyorsun ve Naresh'e fikirler veriyorsun. Kısacası onun hayalini çalıyorsun."

"Benim kimseye bir şey yaptığım yok! İçimden geldiği gibi davranıyorum. Ama fark ettim ki, güçlü olmak zorundaymışım. Çünkü bu saray en zayıf anımda beni yerle bir edebilirmiş."

"Keşke en başında beri beni dinleseydin."

"Buradan çıkarsam, sana söz veriyorum Şahbanu olmak için elimden geleni yapacağım. Böylece kendimi, sevdiklerimi korumuş olacağım." dedim hırsla.

"Bunu en başından karar verseydin, şu an burada olmazdın." diye homurdandı.

"Sahen, burası Artangal gibi değil! Artangal da güç için bu kadar acımasız savaşlar verilmiyordu. Buradaki insanlar ise, iktidarın gücünü biliyorlar ve ona göre davranıyorlar."

"Güçlü olan hayatta kalır, zayıf olansa ölür. Buradaki temel kural bu."

"Bunu acı bir şekilde öğrendim. Öğrenmek için geç kaldım."

"Hadi, biraz uyuyalım. Yarından itibaren hayatının en zorlu savaşını vereceksin. Şunu bil ki, seni asla yalnız bırakmayacağım."

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım ve Sahen arkasını dönüp, yattı.

Ben ise istesem de, uyuyamıyordum. Kabuslarım beni rahatsız ediyorlardı. Her seferinde farklı farklı Naresh'in öldüğünü görüyordum. Naresh ölüyordu ve ben bir şey yapamıyordum. Huzursuzdum. Tam uyuduğum sırada yüzüme gelen soğuk su ile uyandım. Baktığım yapan kişi bir askerdi. Yüzü donuktu. Hatta bu durumla eğlenmişe benziyordu.

"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım.

Asker "Uyandırdım." dedi kabaca.

"Bu şekilde olmamalıydı!" dedim huysuzca.

"Kendini ne sanıyorsun? Bir Şahten mi? Elbette bu şekilde uyandırmaya hakkım var. Çünkü sen bir hainsin! Sashibai'nin hainlere merhamete yeri yoktur."

"Ben hain değilim! Masumum!" diye bağırdım.

"Masummuş. Masumiyetine tüküreyim! Şu an Şah senin yüzünden uyutuluyor."

"Şah iyi mi?" dedim endişeyle.

"Kaltağa bak, öldürmek istediği adamı soruyor. Sana bir şey dememe emri aldım. Şah Naibi Anjali senin derhal sorgulanmanı istedi."

"Ben masumum!" dedim bağırarak.

"Gel şimdi." dedi ve beraber zindanımdan dışarı çıktık.

Soğuk bir yere gelmiştik. Beni tahta bir sandalyeye oturtmuşlardı ve ellerimle kollarım bağlanmıştı. Yan tarafıma da cüce gelmişti. Bana gülümsedi ve bende ona gülümsedim. Ardından içeri Pravin girmişti. Yaşlı adamın gözleri buz gibiydi. Onun ne işi vardı ki? Sandalyemin çevresinde döndü ve çenemi sertçe yukarı kaldırdı. Göz gözeydik.

Pravin "Böyle bir işe kalkışman olabilmene şaşırıyorum." dedi soğukça.

"Ben masumum!" dedim öfkeyle.

"Tüm kanıtlar, senin suçlu olduğunu gösteriyor. Seni zeki bir şey sanırdım ama sen aptal çıktın. Çok acı!" dedi ve elini çekti.

"Asıl ben sizi zeki sanırdım. Sizce neden bunu Naresh'e yapayım?"

"Özgür kalma isteği olabilir mi? Sonuçta kendi rızanla bu hareme gelmedin. İlk başta Şah'a sana güvenmesi için aşık numarası yaptın. Sonra da güvenini kazanınca, zehirledin."

"Ben masumum!"

"Belki de gerçekten masumsundur. Yeğenim Anjali de şu an bundan şüpheleniyor ama tüm kanıtlar senin yönünde olacak."

"Ne?" dedim ve güldü.

"Şah Naibi Anjali'den, işkenceli sorguyu benim yönetmemi istedim ve o da kabul etti. Bende bu görevi layığı ile yerine getireceğim. Vilraj ise yardım aldığın kişileri araştırma görevini üstlendi. Bir korsana göre saray işlerine fazla meraklı."

"Neden bunu yapıyorsunuz?" dedim öfkeyle.

"Çünkü sen bu ülke için tehlikesin. Bu ülkede hükmü geçecek en son kişi sensin ama sen bunu görmedin. Bir Şahbanu edasıyla davrandın ve sonunu getirdin. Senden önceki Yashila'yı kendine ders almadın."

"Her şeyi Anjali'ye açıklayacağım. Her şeyi ama her şeyi. O bana inanmak zorunda! Ben masumum."

"Sana mı inanacak? Tüm kanıtlar seni gösterir iken, sana mı inanacak? "

"Şah uyanınca, bedelini ödeyeceksiniz!"

"Şah uyanınca mı? Güldürme beni, kızım. Şu an Şah Naibi, Şah adına kararlar alıyor ve Naresh uyandığında sen büyük ihtimalle çoktan Parsmat'e kavuşmuş olacaksın. O zaman ne yapabilir ki? Bize kızsa, eline ne geçecek?"

"Korkunçsunuz!"

"Son günlerini yaşıyorsun, Sandhya. Tarih seni aşkını zehirleyen, acımasız bir kadın olarak geçecek."

"Olmayacak! Ben buradan kurtulacağım ve Şahbanu olmak için tüm mücadelemi vereceğim. Sizin sonunuzu da ben getireceğim!" dedim hırsla ve güldü.

"Yazık, çok geç kaldın. Askerler, hainin kucağına taşları koyun. İtirafa başlıyoruz. Hasar almadan, hemen itiraf edemezsin sonuçta." dedi soğukça.

Ardından kucağıma büyük bir taş konuldu. Ağırdı ve bacaklarıma baskı yapıyordu. Sahen ise bana bakıyordu. Pravin bunu fark etmişti ve cüceye de koydurtmuştu. Şimdi ikimizde de vardı.

Pravin "İtiraf et! Şah'ı intikam uğruna öldürmek istedin." Dedi sertçe.

"Asla! Ben senin gibi hain değilim." dedim dişlerimi sıkarak.

"Bir taş daha koyun." dedi ve denilen yapılmıştı.

Bacaklarım eziliyor gibiydi. Çok ağırdı ve acısı terlememe sebep oluyordu. Dişlerimi sıkıyordum. Bağırmayacak, çığlık atmayacaktım. Doğru bildiğim tek şeyi söyleyecektim. Masumiyetimi! Sahen ise benden daha çok acı çekiyor gibiydi.

"Onun ikinci taşını kaldırın!" dedim ve Pravin tek kaşını kaldırdı.

Sahen "Yapma bunu Sandhya!" dedi acı içinde.

"Yapacağım."

Pravin "Cücenin taşını alın ve Sandhya'ya koyun." dedi ve emir eksiksiz yerine getirildi.

Acı yoğundu, acı fazlaydı. Kemiklerim kırılmazdı ama kaslarımdaki acı tarif edilemezdi. Dudaklarımı ısırıyordum. Ne diyebilirdim ki? Pravin'e istediğini veremezdim. Buna niyetim yoktu.

Pravin "İtiraf et!" dedi sertçe.

"Ben, ben masumum!" dedim acı içinde inleyerek.

"Cüce! Sen itiraf et! Hanımının acılarına son verebilirsin!" dedi ve Sahen tükürdü.

Sahen "Masumiyetimiz açık bir gerçek ama sen bunu çarpıtacaksın."

"Hadsiz!" dedi ve işkenceye devam edildi.

Acıdan bayılır gibi olduğumda soğuk su yüzüme geliyordu. Beni kendime getiriyordu. Acıdan kaçış olamadığı gibi sorulardan da kaçış olamıyordu. Pravin acımasızdı. Masumiyetimi istediğim kadar haykırsam da, o buna kulak tıkıyordu.

Pravin "Anlaşılan konuşmaya niyetin yok. Demir uçlu kırbacı hazırlayın. Bakalım o zamanda ben masumum diye haykıracak mısın?"

"Seni lanet herif! İstediğini sana vermeyeceğim." dedim öfkeyle.

"Ver ya da verme! Verirsen, daha az acı çekersin ve Vilraj'a bile gerek kalmaz."

"Ben masumum!" diye bağırdım ve yüzüme tokat attı. Attığı tokat, dudağımı kanatmıştı.

Üstümdeki taşlar kaldırıldı. Bacaklarım rahatlamıştı ve derin bir nefes aldım. Ardından beni zorla ayağa kaldırdılar. Bacaklarım tir tir titriyordu. Kollarıma ise zincirler takılmıştı ve tavana doğru kaldırılmıştı. Saçlarımı omzuma çekmişlerdi. Beyaz elbisemin ise arka düğmelerini açarak, sırtımı çıplak bırakmışlardı. Soğuğun tenimi keskince okşaması ile daha dik durmuştum. Sahen ise karşımdaydı ve yüzünde acılı bir ifade vardı.

Sahen "Buna dayanamazsın." diye fısıldadı ve gülümsedim.

"En kötü ihtimal yara izlerim ölürüm." dedim.

Arkadan ise kırbacın yere vurulma sesini duydum. Sonra ise Pravin karşıma geldi. Bana kırbacın ucundaki demiri gösterdi. Ucu bir ok gibiydi ve derimi keskince keserdi, yırtardı. Yine de bununla beni korkutamazdı.

Pravin "Korktun mu? Daha bu hiçbir şey. Eğer itiraf etmezsen, bunu ısıtabilirim." dedi ve yüzüne tükürdüm.

"Senden korkan, senin gibi olsun. Hiçbir şekilde yıldıramazsın beni. Sen kimsin ki?" dedim kinle ve yüzünü sildi.

"Bakalım birazdan da bunu diyecek misin?"

"Son anıma kadar masumiyetimi haykıracağım." dedim ve gitti.

Kırbacı yere vurdu. Ardından ayak sesleri duyulmuştu. Gelenler ise Rithu ve Prihan idi. Onlara baktım ve gülümsedim. Prihan ise öfkeyle arkamdaki büyük dayısına baktı. Yanıma geldi ve yanağıma dokundu.

Prihan "Hemen çözmenizi emrediyorum! Hemen!" diye bağırdı sertçe ve askerler Pravin'e baktı.

Pravin ise yanlarına geldiğinde gülümsedi. Rithu tiksinerek bakıyordu.

Pravin "Çözmüyorsunuz! Sorgulama devam ediyor." dedi soğukça.

Prihan "Çözülüyor, dayı! Hemen!" dedi sertçe.

"Neden?"

"Bu kadarı fazla olduğu için! O, Şah'ın gözdesi!" dedi bağırarak.

"Şu an bir hain. Kardeşinin ölümünü istedi."

Rithu "Şah, ölmedi ve yaşıyor. Uyuyor olması, öldüğü anlamına gelemez!" dedi öfkeyle.

"Komutan, hain haindir. Büyüğü veya küçüğü olmaksızın. Bende üstüme düşen görevi yapıyorum. Şah Naibi Anjali'den aldığım yetkiyle, sorguluyorum."

Prihan "Bende o zaman bugünlük yeter diyorum! Masumiyeti belli olan birisini, vatan hainlerine uygulanan kırbaçlı sorguyu yapamazsınız!"

"Sen kimsin ki?"

"Ben Şahten Prihan-i Rasvati Priya'yım! Şahten olarak emrediyorum. Şimdi kim olduğumu anlamışsınızdır!" dedi gözleri öfkeyle yanarken. Bir an için onu Anjali'ye benzetmiştim. Onun gibi bakmıştı ve onun gibi bir sesle konuşmuştu.

Rithu "Eşimi duydunuz, bugünlük sorgulama bitti ve yarın kırbaçsız devam edersiniz." dedi ve Pravin ikisine gözlerini kıstı.

Pravin "Annen bundan hoşlanmayacak, Prihan." dedi soğukça.

Prihan "Umurumda bile değil. Ben bu kızın masumiyetine inanıyorum ve annemle de defalarca tartıştığıma emin olabilirsin."

"Şanssızsın, Sandhya! Bu kırbacın tadına bakamayacaksın." dedi alaycı bir şekilde.

"Defol!" diye fısıldadım ve Pravin gitti.

Zincirler çözüldüğünde bedenim bir anda yığıldı. Rithu ise son anda beni tutmuştu. Prihan ise üzgünce bana bakıyordu.

Prihan "Zavallı kız! Birilerinin çok kötü bir oyununa düştü, Rithu. Annem onun masumiyetine dair tek bir kanıt yok diyor. Bu olmadığı için savunamıyor." Dedi ve Rithu ile bakıştı.

Rithu "Annen istese, bu kanıtı yaratır. Fakat adil olamayacağını bu sorgulama işinde yapan kişiyi seçerken gösterdi. Dayın Pravin ne yapar ne eder masum olacağı kanıtları yok eder."

"Rithu! Dayımın zamanında iyi bir soruşturma yürütücüsü olduğunu biliyorsun. Ayrıca annem adil bir sorgulama istiyor."

"Şahsi menfaatler, adaleti çarpıtıyor." dedi ve beni kucağına aldı.

Sahen de çözülmüştü. Ardından zindanıma götürülmüştük. Nazikçe oturtulmuştum. Prihan ise yanağımı okşadı. Getirilen yemekleri ise beğenmemişti. Bir kase çorba, bir parça ekmek ve bir testi su getirilmişti.

Prihan "Bu yemeklerle bir insan doyar mı? Hemen başka bir şeyler getirin." dedi öfkeyle.

Asker "Efendim, kaideleri bozamayız." diye mırıldandım.

Rithu "Şahten'e karşı mı geliyorsun?" diye kükredi ve asker gitti.

"Yemeğe ihtiyacım yok." diye mırıldandım ve Prihan gülümsedi.

Prihan "Sonra Naresh bana kızsın, öyle değil mi?" dedi ve yemek geldi.

Rithu askerlerin için çıkarılmış bir yemek demişti. Etli yahni, hoşaf ve bir büyük ekmek getirilmişti. Prihan'ın zorlaması ile yemiştim. Sahen içinde getirilmişti ve Sahen bana göre daha iştahla yemişti.

"Bunu unutturmayacağım, Prihan. Bir gün karşılığını göreceksin." dedim ve gözlerim doldu.

Rithu "Karşılık görmek için yapmıyoruz, Sandhya. Haklının ve masumun yanındayız."

Prihan "Kalpten masumiyetine inanıyoruz. Rithu ile yardım edeceğiz ve aksi kanıt bulup, annemin önüne sunacağız." dedi gözlerime bakarak.

"Naresh. O nasıl?" diye fısıldadım.

"Zehirden dolayı uyutuluyor. Panzehri ile müdahale edildi ama sarayın hekimleri uyutuyor."

"Çünkü panzehirden emin olamıyorsunuz değil mi?" dedim ve ikisi de birbirine baktı.

Rithu "Endişelenme, Sandhya. Her şey yolunda." diye mırıldandı ama ikna edememişti.

"Hiç iyi bir yalancı değilsiniz, Komutan. Gerçeği görebiliyorum." dedim ve yanaklarımdan yaşlar süzüldü.

Prihan "Bekleyeceğiz. Elbette bu kaostan kurtulacağız." dedi hüzünle.

Rithu "Prihan, gidelim. Daha fazla kalamayız." dedi ve birbirlerine baktılar.

"Peki. Şunu bil ki, Sandhya sen bir ışıksın ve hiçbir karanlık seni söndüremez." diye fısıldadı.

Sonra ikisi gitmişlerdi. Dışarı da birilerinin benim masumiyetim için savaşmasını bilmek güzeldi. Gerçek dostlarımı görmek güzeldi. İnsan gerçek dostlarını, yakınlarını böyle zamanlarda tanıyordu belki de. Acıyan bacaklarımdan dolayı hareket edemiyordum. Ağrısı keskindi.

Biraz uyuyakalmış iken bir tıkırtı duydum ve gözlerim açıldı. Sahen'e baktığımda o uyuyordu. Sonra ise karşımda Anjali belirdi. Yüzü yorgun ve donuktu. Sarı saçları ise örgülüydü. Koyu renk bir elbise içindeydi. Bakışlarında en belirgin olan şeyi görmüştüm. Acıma! Bana acıyordu. Yavaşça gülümsedim.

"Senin acımana ve merhametine ihtiyacım yok!" dedim yavaşça.

Anjali "Benim merhametime ihtiyacın var, küçük kız. Yoksa buraya dayanamazsın." dedi soğukça.

"Belki dayanamam, belki de sorgulama sırasında beni öldürürler yine de asla merhamet dilenmem."

"Masum olduğuna o kadar çok inanmak istiyorum ki, Sandhya ama hiçbir şekilde masum olduğuna dair bir kanıt yok."

"Benim masum olduğuma inanmak isteseydin, beni buraya hemen tıkmazdın. Kendini kandırma."

"Senin tutuklatmaya mecburdum. Oğlum bir anda kollarımın arasında kanlar içinde kaldı. O zaman ne yapmamı beklerdin ki? Üzgünüm ama bu sarayda kimseye ayrıcalık yapamam."

"Kendi ailene bile mi?" dedim ve güldü.

"Evet, kendi aileme bile ayrıcalık yapmıyorum. Herkes kendi başının çaresine bakıyor. Buradan kurtulmak senin elinde. Bana masumiyetini kanıtla ve bende seni buradan çıkarıp, herkesin içinde özür dileyim. Tüm haremin önünde yapacağım bunu."

"Biliyor musun? Sen asla ama asla zayıflara acımayan bir kadınsın. Lütfen kendini kandırmayı kes! Zira yalanlarına kanmayacağım."

"Beni tanımıyorsun. Ben adaletin yanındayım. Senin yaşındayken bile, gücümü adaletin yanında kullanacağıma dair kendime sözler veriyordum."

"Sana inancım kalmadı."

"Bana istediğin kadar kız, bu oğlumun zehirlenmesini değiştirmeyecek. İstesem şu an tek hamlede tüm suçu senin üstüne yığabilirim ama sırf masumiyetin kanıtlansın diye çabalıyorum." dedi ve yavaşça ayağa kalktım.

Acıyan bacaklarımla karşısına dikildim. Yeşil gözlerinde gördüğüm samimiyet, benim ona olan öfkemi söndüremezdi. Hiçbir şey Anjali'nin beni buraya tıkması gerçeğini değiştiremezdi. Hiçbir şey onun beni ezmeye çalışması gerçeğini değiştiremezdi. Hiçbir şey onun beni yok etmek istemesini değiştiremezdi.

"Biliyor musun, aslında içten içe benim suçlu olmamı istiyorsun. Sonuçta senin hayal edip, ulaşamadığın şeyle aramda bir adım var." dedim ve bakışlarındaki nefret ortaya çıktı.

Anjali "Adil bir savaş olmasından yanayımdır. Gücüme denk olanla savaşırım ama sen benim gücüme bile denk değilsin." dedi alaycı bir şekilde.

"Gün gelecek, ben Şahbanu olacağım. Buradan çıktığım zaman, bu esaretten kurtulduğum zaman Şahbanu olmak için elimden geleni yapacağım."

"Suçlu olduğuna dair kanıtlar fazla iken, nasıl bu kadar kendinden emin olabiliyorsun ki?"

"Masumiyetim er ya da geç ortaya çıkacak. Hiçbir şey engel olamaz!"

"Ölümle dans ettiğinin farkında değilsin. Geçmişsin karşıma Şahbanu olacağım diyorsun. Sen kimsin ki? Sen nesin? Kimse benim kadar o makam için mücadele vermedi. Sonuç ne oldu? Olamadım! Ben bile olamadı isem, sen hiç olamazsın."

"Ben Şahbanu olacağım ve o zaman benim önümde diz çökeceksin."

"Buna müsaade eder miyim sence?"

"Et ya da etme. Ben bu yola baş koydu isem, olacaktır."

"Göreceğiz, küçük zavallı kız. İlk önce buradan kurtul, güçlen sonra bana meydan oku."

"Senin sahip olamadığın her şeye sahip olacağım. O zaman yüz ifadeni merak ediyorum."

"Yazık, sana acıyorum. Düştüğün bu halde bile saf hayallerin var. Keşke dışarıda iken bu hayallerine sahip çıksaydın." dedi ve onu ittirdim.

"Defol! Defol! Git!" dedim öfkeyle.

"Keşke bana yalvarsaydın o zaman belki dışarı çıkardın, bir istisna yapardım ama şimdi buradasın. Masumiyetin kanıtlanasıya kadar buradasın."

"Senin merhametinden ise, masumiyetimle ölmeyi tercih ederim!"

"İyi o zaman. Görüşmek üzere." dedi ve gitti.

Ben ise dizlerimin üstüne çöktüm. Ben buradan çıkacaktım. İnancım yüksekti. İstedikleri kadar işkence edebilirlerdi. İstedikleri kadar masumiyet çığlıklarımı duymamak için kulaklarını tıkayabilirlerdi. Bu Şahbanu olacağım gerçeğini değiştiremeyecekti

Anjali

Güneş doğmadan kalkmıştım. Uyku gözlerime girmiyordu. Oğlumun zehirlenmesinden bu yana az uyuyordum. Uyuduğum vakit ise, yanmış haliyle karşımda Yashila oluyordu ve kollarımın arasındaki Naresh'imi benden alıyordu. Ne kadar bağırsam da, oğlumu Yashila'dan kurtaramıyordum.

Az kahvaltı etmiştim. Koyu renkli elbisemin içindeydim ve sarı saçlarımı örgülerle toplatıyordum. Acı içindeydken, saçlarımı açamazdım. Toplantılar ise devam ediyordu ve ben yönetiyordum. Sonuçta Şah Naibi olmuştum. Şahana makamına göre daha yoğundu. Her şeyi kontrol etmek, yönlendirmek benim elimdeydi. Oğlum gibi yönetmeye çalışıyordum. Onun yokluğunu hissettirmemek niyetindeydim. Oğlum uyandığında, her şeyi eskisi gibi bulacaktı.

Ayrıca bu suikast olayı kafamı kurcalıyordu. Hislerim ve mantığım birbiriyle yarışıyordu. Bir yanım tüm suçu Sandhya'ya yıkmak istiyordu. Mantığım ise kızın masum olabileceğini, gerçek suçluyu aramama devam etmemi söylüyordu. Bende genelde mantığımı dinleyen birisi olarak buna odaklanmıştım. Kızın masum olabileceğini düşünüyordum ama onu salamazdım. Tüm kanıtlar onu suçlu gösterirken, yapamazdım. Sonuçta insanlar şu an onu suçlu görüyorlardı ve dışarıda olması linçe uğraması demekti.

Toplantıdan sonra hemen oğlumun yanına gitmedim. Abhay'ın mezarının bulunduğu yere geldim. Çünkü düşünmek, kafamdaki düşünceleri dağıtmak istiyordum. Mezarlık Kılıç Saray'ının en arka bölgesiydi. Minik minik tepeciklerden oluşan mezarlar vardı. Yan tarafta ise bir tapınak vardı. Her şahla ve Şahbanu'suyla ilgili resimler, hayat hikayelerini anlatan kitaplar vardı. Ayrıca her Şah ve Şahbanu aynı mezara gömülüyordu. Tabii ki Abhay'ın yanında Yashila vardı. Bunu engelleyememiştim. Sonuçta ben neydim ki? Bir Habiria!

Mezar tepeciğine baktım. Üstündeki yazı bile içimdeki acıyı çoğaltıyordu. Şah Abhay-i Daksh Priya ve Şahbanu Yashila-i Farha Priya. Onun yanında ben olmam gerekirken, o böyle vasiyet etmişken kurallar buna izin vermemişti. Şimdi ikisi yan yanaydı ve bende karşılarındaydım.

Yashila bana bakmıştı ve gülümsemişti. Nefret dolu bir gülümsemeydi. İkimizde mezarlığa bakıyorduk.

Yashila "Şahbanu olamadığın gibi, Abhay ile aynı mezara bile gömülemeyeceksin! Ölüm uykusunda bile ben eşlik edeceğim ona!"

"Abhay'ın yeri, benim yanımdır Yashila. Şahbanu olmasam bile ölüm uykusunda yan yana olacağız!" dedim hırsla.

"Abhay zayıf bir Şah. Sence vasiyetini yerine getirirler mi? O mezar bile benim olacak. Sen ise, habiria mezarlığına gömüleceksin ve bizi uzaktan uzağa izleyeceksin."

"Hayır, olmayacak. Buna izin vermeyeceğim!"

"Göreceksin. Ben ve Abhay aynı mezarda olacağız ve sende hep bizim mezarımızı ziyaret edeceksin. Tabii seni yaşatırsam." dedi ve güldü.

Haklı çıkmıştı. Abhay, zayıflığını ölümden sonra bile göstermişti ve kimse vasiyetini ciddiye almamıştı. Kendi oğlum bile Yashila'yı babasının yanına gömdürmüştü. Yashila ile Abhay, Parsmat'in yanındalardı ve ben buradaydım. Mezarın üstündeki yabani otları yolarak temizliyordum. Bu kafamı da dağıtıyordu. Yashila'nın tarafını da temizliyordum.

"Görüyorsun, Yashila. Sırf rahat bir uykuda ol, Parsmat'in yanında huzursuz olma diye üstündeki yabani otları yoluyorum. Belki de her şeye rağmen abla olarak gördüğüm içindir." diye mırıldandım.

Otları temizlemiştim ve elim çizikler içinde kalmıştı. Olsundu. Sonuçta mezar temizlenmişti ve daha iyi bir görüntü olmuştu. İçim daha rahattı hem kafamı da dağıtmıştım. Az da olsa, gerçeklerden uzaklaşmıştım. Yine de hiçbir şey değişmiyordu. Olduğu yerde beni bekliyordu. Oğlum, suikast olayı devlet her şey benim üstümdeydi. Zaten hepsini kaldırabilecek güçteydim. Yine de kaybetmekten korktuğum bir şey vardı. Oğlum! Onu da kaybetmeye dayanamazdım ve bu düşünce bile beni korkutmaya yetiyordu.

"Korkuyorum, Abhay! Korkuyorum. Altın saçlı sevgilin, zümrüt gözlü aşkın korkuyor. Bu seferki korkum yine aynı. Bebeğimi, Naresh'imi kaybetmekten korkuyorum! Şah olduğu zaman, kimse ona dokunamaz sanıyordum ama yanılmışım. Yine ona dokundular, yine onu öldürmek istediler ve ben onu koruyamadım. Kollarımın arasında kanlar içinde kaldı ve ben bir şey yapamadım. Tıpkı senin gibi kollarımın arasında gözlerini kapattı. Şimdi yaşamı için mücadele ediyor ve bende onun adına burada yönetiyorum. Tıpkı senin bir zamanlar hayal ettiğin gibi yönetiyorum, sevgilim. Tabii arada bir sıfat farkı var. Yine de, şu an oğlumun ayağa kalkması için her şeyimi ama her şeyimi verirdim. Tıpkı bir zamanlar seni korumak için yapmak istediğim gibi." Dedim ve yanağıma bir damla yaş aktı.

Adım seslenildiğinde ise arkamı döndüm. Karşımda kardeşim Vilraj vardı. Her zamanki gibi sarayın içinde bir korsan kıyafetleri ile dolaşıyordu. Yanıma geldi ve yanaklarımdaki yaşları silmişti.

Vilraj "Parsmat'in mucizesi! Ablam ağlıyor." dedi alaycı bir şekilde ve ters ters baktım.

"Haddini bil!" dedim sertçe.

"Seni ağlamış olarak görmek, Parsmet mucizelerinden sayılıyor bilmiyor musun? Çok aziz bir insan oldun."

"Dalga geçmek için geldi isen, git."

"Dayım seni, çalışma odanda bekliyordu ve bana seni bulmamı istedi. Bende Aryan'ı burada görünce, geleyim dedim. Aryan gölgen gibi."

"Kaç yıldır benimle, elbette gölgem gibi olacak." dedim ve ellerimi aldı.

Kaşlarımı çatık bir şekilde incelemişti. Neden kirli ve neden çizikler içinde olduğunu anlamak istiyor gibiydi. Ellerimi çektim ve ona baktım.

Vilraj "Ellerine ne yaptın?"

"Mezardaki yabani otları temizledim. Bir şey olduğu yok. Hadi yürüyelim." dedim ve beraber mezarlık bölgesinden çıktık.

"Yashila'nın bulunduğu bir mezarı temizleyeceğini, hiç düşünmezdim."

"Kader, kardeşim. İkisinin ruhunun da huzursuz olmasını istemedim."

"Yashila, annemizin ve babamızın katili olmasına rağmen bunu düşünmen seni yüce gönüllü yapmaz. Biliyorsun değil mi?"

"Evet, biliyorum ve yüce gönüllü olduğumu iddia etmiyorum. Geçmişin bir parça anısına yaptım."

"Her şeye rağmen yaşıyorsun."

"Yaşıyor olabilirim ama öldüğümde gömüleceğim yer, Abhay'ın yanı olmayacak."

"Bunu istiyor olabileceğini sanmıyorum. Kendini aşırı seven bir kadınsın. Büyük ihtimalle kendine anıt dikilmesini istersin." dedi ve güldü.

"Tapınakta benim bölümüme dair bembeyaz yazısız bir kitap konulmasını vasiyet edebilirim. 15 yaşıma kadar anlatılır ondan sonrası anlatılmaz."

"Neden?"

"15 yaşında bu hareme girdim. Büyük işler başardığım gibi büyük günahlarımda oldu. Bunlar anlatılamayacak kadar büyük olaylar."

"Yine kendini beğenmişliğini konuşturuyorsun, abla."

"Söyler misin? Sashibai tarihinde hangi habiria Şahana makamına ulaştı?"

"Hangi habiria, kendi döneminin Şahbanu'sunu yaktırdı gibi sorularda var."

"İşte bu yüzden istemiyorum. Anıt odamda, benim yaşamımın tamamının anlatan bir kitap olmasını istemiyorum. Bırakalım insanlar düşünceleri ile o beyaz sayfaları doldursun."

"İyi fikir!"

"Hem sen Larysa'nın masumiyetini ispatlayacak bir delil buldun mu? Bu gidişle kızın sonu idam olacak." dedim ve güldü.

"Ne oldu? Neden o kızı savunuyorsun?"

"Kızı savunmuyorum. Sadece adil olmaya çalışıyorum. Kişisel duyguları bir kenara bırakmak zorundayım. Mantıklı olmalıyım. O kız oğlumu seviyor iken, neden zehirlemeye çalıştı? Bunu neden yapar? Birisinden destek aldı veya gerçek suçlu tarafından da maşa olarak kullanıldı."

"Ya kız masum değilse, ya masumiyetini ispatlayamazsan ne olacak?"

"Sashibai'nin kanunları bir aşk için bozulamaz. Bu yüzden idam hükmünü vereceğim. Zor bir karar ama mecburum." dedim ve derin bir nefes aldım.

"Senin kişisel duygularınla hareket etmeni beklerdim." dedi ve güldüm.

"Herkes gibi sende beni görememişsin, tanımamışsın." dedim ve çalışma odama geldik.

Dayım beni görünce gülümsemişti. Bende gülümsedim. Ardından istediğim ıslak bezle ellerimi silmiştim. Çizikleri ise önemsememiştim. Vilraj ise, dayımın karşısındaki koltuğa oturdu ve üçümüze birer bardak şarap koydu. Dayım keyifle şarabından yudum aldı.

"Evet, dayı. Sandhya konuştu mu?" dedim merakla.

Dayım "Yakında dili çözülecektir, yeğenim ama cücesi konuşmaya başladı. Sandhya'nın istediğini söyledi." dedi ve kaşlarımı çattım. Vilraj da kaşlarını çatmıştı.

"O cüceyi sadık sanırdım." diye mırıldandım.

"Yarın veya öbür gün o kızda konuşacak ve idam edilecek." dedi keyifle.

"Masumiyetinin bir kanıtı olmalı dayı! Oğlumu sevdiği gözlerinden belli iken neden buna kalkışır?" dedim öfkeyle.

"Aşk, bazen intikamın önüne geçebiliyormuş. Sahen denilen o cüce Sandhya'nın odada iken Artangal intikamı dediğini duyduğunu söyledi. Ayrıca hizmetindeki hizmetkarlarda doğruladı!"

Vilraj "Dayı, bende kendi çalışmamı yürütüyorum. Bakalım seninkiyle uyuşacak mı?" dedi merakla.

"Naresh uyandığında çok üzülecek." dedim.

Dayım "Birkaç güne o üzüntüsü gider. Aslında hiç uyanmasa nasıl olur?" dedi ve öfkeyle baktım.

"Ne demeye çalışıyorsun?"

"Oğlun uyanmayabilir, Anjali. Hekimler şu an zehri atması için uyutuyorlar. Ya uyanmazsa, ne olur diye düşünüyorum. Seni Şah olarak görmek güzel olur."

"Haddini bil, dayı! Ben oğlumla bu ülkeyi yönetmek istedim ve öyle olacak. Naresh uyanacak ve tekrardan ülkenin başına geçecek."

"Güldürme beni! Şah Naibi olarak bu ülkeyi tek başına idare etmek hoşuna gitmiyor mu?"

"Ben senin gibi kalbi kara birisi değilim. Hain düşüncelerimde yok." dedim sertçe.

"Priya Hanedanı'nın sonu ve bizim ailemizin başlangıcı olabilir."

"Defol!" dedim öfkeyle ve bana şaşkınca baktı.

"Ne?"

"Defol! Bu hain düşüncelerini duymak istemiyorum. Eğer gitmezsen, seni tutuklatırım. Buna yetkim var."

"Masum bir fikirdi. Neyse o kıza sorguya devam edeyim." dedi soğukça ve gitti.

Ben ise derin bir nefes aldım. Vilraj ise üzgünce bana bakıyordu.

"Utanmaz, aşağılık herif! Nasıl karşıma bu fikirle gelebilir? Nasıl?" dedim öfkeyle.

Vilraj "Abla, dayım her zaman aile konusunda hırslıdır."

"Hırsı başını yesin! Onun hırsı yüzüne ben harem denilen ölüm çukuruna atıldım. Asla yapmam dediğim şeyleri yaptım! Şimdi de o pis ellerini, oğlumun boğazında mı dolaştırıyor?"

"Sakin ol!"

"Olamıyorum. Her şey benim üstümde ve ben dikkatli olmak zorundayım. Vilraj, sana yalvarıyorum bir an evvel şu çalışmalarını hızlandır. Sandhya'nın idam hükmünü vermek istemiyorum! Bu şekilde o kızı öldüremem."

"Neden? Rakibin değil mi?"

"Duygularımla onu tutuklattırmış olabilirim ama bundan sonra yine her zamanki gibi mantığımla hareket etmek zorundayım. Mantığım da, bana o kızın masum olduğunu söylüyor."

"Çalışıyorum, çalışıyorum." diye mırıldandı.

"Dayımın o kız itiraf etti demesinden korkuyorum. O kız daha bir çocuk! Bir çocuğun daha canını alamam."

"Naresh ne diyecek?"

"Bilmiyorum. Neyse ben oğlumun yanına gitmeliyim." dedim ve gittim.

Naresh uyutuluyordu. Yüzü beyazlamıştı. Demek ki hala zehir vücudundaydı. Yatağın yanına oturdum ve yanağını okşadım. Bebeğim, masum oğlum uyuyordu ve hiçbir şeyden habersizdi. Onu koruyamamış olduğumdan dolayı kendimi suçluyordum. İyileştirmek için elimden geleni yapıyordum ama olmuyordu. Oğlum uyanamıyordu. Gücümün yetemediği yerler vardı. Gücüm, sözüm bir tek ölüme ve kadere yetemiyordu. Bunu ailemi kaybederken de anlamıştım. Gözlerimi kapadım ve o ana gittim.

Hamileliğimin son zamanlarındaydım. En azından ebe kadının dediği buydu. Cinsiyeti önemsizdi. Sağlıklı olması dışında bir şey istemiyordum. Yashila ve Şahana Leylane'ye inat oğlan doğurmak gibi bir hırsım yoktu. Sonuçta ben Şahbanu olacaktım. Bundan emindim. Benim kaderimde Şahbanu olmak vardı. Benim kaderimde Anka kuşu olmak vardı.

Akşamüstü gölün kenarında Abhay ile beraberdim. Sevgili Şah'ım beni haddimden fazla sevmesi, beni üzüyordu. Elbette en sevilen gözde olmak güzeldi ama beni üzen ona olan hislerimden emin olamamaktı. Onun bana duyduğu sevgiye karşılık verememek beni aşırı üzüyordu. Neden böyleydim ki? Neden? Neden âşık olduğum şeyler güçtü, iktidardı? Neden Abhay'ın saf aşkı bana yetmiyordu?

Abhay karnımı gülen gözlerle okşayınca ona gülümsedim. Düşüncelerimden sıyrılmıştım.

Abhay "Ne düşünüyorsun?" dedi.

"Hiç!" dedim.

"Senden önce hiç nefes almıyormuşum."

"Abhay, beni utandırıyorsun." Dedim yanaklarım kızarırken. O ise yanaklarımı okşadı.

"Hiçbir kadına bu denli büyük bir aşk duymadım. Şiirlerim bile bambaşka."

"Aşkın, beni mutlu ediyor. Fakat bunu hak ettiğime emin olamıyorum."

"Hak ediyorsun, Altın Habiria'm. Bundan şüphen olmasın."

"Keşke harem halkı da bunu görse." diye fısıldadım.

"Yashila'yı boşver. Ona ilgi göstermediğim için seni suçluyor ve canını acıtmak istiyor. Annemde kendi dışında hiçbir kadının hükmünü istemiyor. Yashila'ya müsaade eder çünkü ailesi ile uzak bir akrabalığı var."

"Şahana Leylane, Şahbanu'yu çok doldurdu."

"Korkma, pasif ve rezil bir Şah olabilirim ama aşkıma, kadınıma da sahip çıkmasını bilirim."

"Keşke seninle dışarıda bir yerlerde tanışsaydık. Sen Şah olmasaydın, bende fakir bir ailenin kızı olmasaydım. Eşit imkanlarda birbirimizi bulsaydık. O zaman daha mutlu olurduk."

"Belki de önceki hayatımızda birbirimizi bulmuşuzdur. Aşkımızı yeterince yaşayamadığımız için tekrardan bir araya gelmişizdir." dedi ve elimi öptü.

"Bende buna inanmak istiyorum."

"İnan sevgilim." dedi ve yanımıza bir adam geldi.

Şah'a eğildi ve kulağına bir şeyler söyledi. Abhay ise bana baktı.

Abhay "Zarfı verin o zaman." dedi ve adam zarfı verdi.

Zarfın içinde ise ailemin yandığını ve zamanında gidersem, kurtaracağımı yazıyordu. Şoka girmiştim. Abhay ise elimden aldı ve okudu.

Abhay "Bu ne şimdi?" dedi öfkeyle.

"Abhay, ailem. Ailemi kurtarmak zorundayım! Onları korumalıyım." dedim dehşet içinde.

"Hemen at arabasını ve atımı hazırlayın. Hemen!" diye bağırdı.

Emri hemen yerine getirildi ve dayım Pravin'e de haber gönderildi. Üstümü bile değiştirmemiştim. Hızla hızla diyordum. İçim içimi yiyordu. Yangın olmaması için dua ediyordum. Heyecanım yüksekti. En sonunda ise gelmiştik. Araba durunca hemen kapıdan indim. Kalabalığı yararak geldiğimde, kalbime kor gibi bir ateş düştü. Elim ağzıma gitti ve hıçkırığımı tuttu. Gözlerim dolmuştu. Karşımda çocukluğumun geçtiği ev, yanıyordu. Alevler içindeydi ve ne kadar kova kova su dökülse de sönmüyordu. Yan tarafa baktığımda ise yorganlara sarınmış kardeşlerimi gördüm. Yüzleri is içindeydi ve öksürüyorlardı. Beni Lilave, ablam fark etmişti ve parmağı ile işaret etmişti. Hepsi bana bakıyordu. Abhay ise yeni gelen dayımla beraber çevredekilerle konuşuyordu. Annemle babamı arasam da, göremiyordum. Yanıma gelen ablam olmuştu.

"Abla! Annem nerede? Babam nerede?" dedim telaşla ve üzgünce baktı. Gözleri dolmuştu.

Ablam "Kurtaramadık, Kanta. Onlar içeride bizi kurtarmak için kilitli kaldılar." Dedi ve yaşlarım yanaklarımdan akmaya başladı.

"Nasıl? Annem nerede? Babam nerede?" diye haykırdım.

"Annem senin bize göndermiş olduğun hediyelerden bir elbiseyi denemişti. Sayende gelen yemeklerden et yiyeceğimiz için mutluyduk. Bir anda içerisi kundaklandı. Yangın çıktı. Dış kapı açılamadı. Zar zor annemle babam bizi dışarı çıkardı. Onlarda çıkacağı zaman, çatı bir anda çöktü." Dedi ağlayarak ve dizlerimin üstüne çöktüm.

"Ah, hayır! Olamaz! Annem nerede?" diye fısıldadım.

"Çok geç, kardeşim. Çok geç!" dedi ve karşımdaki alevlere baktım.

Alevler, ruhumdaki yangın gibilerdi. Güçlü ve bağımsız. Kavurgan. Yaşama asla müsaade etmeyen ve gittikçe güçleşenlerdi. Güneş doğasıya kadar, bütün gece orada bekledim. Yangın sönesiye kadar, annem karşımda beni hediye ettiğim elbise ile göresiye kadar buradan kalkmayacaktım. Abhay'ı dinlemeyecek ve ölümü kabullenmeyecektim. Hiçbir güç beni buradan kaldıramazdı. Hiçbir güç, annemi benim elimden bu şekilde alamazdı. Hiçbir yangın benim kadar güçlü olamazdı.

Güneş doğmuştu ve yangın sönmüştü. Yanan yerden geriye küller kalmıştı. İnsanlar ise, 2 cesedi çıkarmıştı. Kömürleşen ve birbirine sarılan iki bedendi. Annem çıkmamıştı. O yangın, onun canını almıştı. Bana anlattığı masallardaki gibi bir Anka kuşu olarak yeniden doğmamıştı.

Abhay getirdiği battaniye ile iki cesedi örttü. Bana baktı ve bende çaresizce ona baktım. Ela gözleri üzgündü. Benim çektiğim acıyı anlayabilir miydi? Hayır. Sonuçta o doğuştan şanslılardandı. Benim gibi tırnakları ile kazıya kazıya bir yere gelmemişti. Her şey altın tepside sunulmuş ve ona şımarıkça seçme hakkı verilmişti.

"Annem nerede?" diye fısıldadım.

Abhay "Korkma, Anjali. Ben yanındayım."

"Kötü bir kâbus olmalı. Annemi bir yangında kaybedemem. Annem nerede, Şah?" dedim donukça.

"O ve baban, şu an Parsmat'in diyarında huzurla seni izliyorlar. Hadi, gel beraber sarayımıza gidelim. Kardeşlerini de misafir edeceğiz."

"Benim annem, o yangın ölemez. Annem nerede? O daha benim sarayda mutlu olduğumu görecekti." dedim ağlayarak ve Abhay derin bir nefes aldı.

"Biliyorum, zor. Bu şekilde, acı bir şekilde, kaybetmek zor ama kadere ve ölüme kimsenin yetemez."

"Benim yetmeliydi. Annemi ve ailemi korumalıydım." dedim hıçkırarak ve Abhay'ın omzunda ağladım.

Cenaze işlerini Abhay özenle ilgilenmişti. Onları gecekondu mahallesindeki mezarlığa değil de, asillerin bulunduğu bir mezarlığa gömdürmüştü. Kardeşlerimi ise ordu içine almıştı. Bir tek Lilave dayımın yanında kalmıştı. Dayım zamanı gelince onu evlendirecekti. Acım ise o yangın gibi sönmemişti. Yapan veya yaptıran bulunmadıkça sönmeyecekti.

Bahçede göle, suyun saflığına bakıyorken Şahbanu Yashila gelmişti. Keyfi yerindeydi. Kırmızı bir elbise giymişti. Koyu saçları açıktı. Gözleri ise her zamanki gibi sürmeliydi.

"Git, yanımdan." dedim ama umursamamıştı.

Yashila "Gitmeyeceğim. Buralar Şah Abhay'ın olduğu kadar, benimde."

"İyi değilim. Git."

"Neden iyi olmadığını biliyorum. Ailen ölmüş. Bir yangında üstelik. Ne kadar acı."

"Git o zaman, sevin ama benim yanımda değil." dedim sinirle.

"Yaptıranı biliyor musun?"

"Bilseydim daha iyi olurdu. En azından bende ona aynı ölümü tattırırdım. Ne olursa, olsun bende bunu yapardım."

"Benim! Ben sana zarf gönderdim, ben ailenin evini kundaklattırdım. Ne kadar acı dolu olduğunu biliyorum. Çünkü bende öyle olmuştum. Bebeğimi düşürdüğümde bende öyle oldum." dedi ve kinle ona baktım.

Ailemi öldürdüğünü itiraf ediyordu. Utanmadan karşımda dikiliyordu. Av köşkünden döndükten sonra yaptığı düşüğü benden sorumlu tutmuştu. Aslında haksızda değildi. Çünkü benimle tartışırken, merdivenlerden düşmüştü. İten ben değildim ama tutmamıştım da. Yine de bunun karşılığı ailem olmamalıydı. Acımasız bir ölüm olmamalıydı.

"Neden? Neden yaptın?" dedim öfkeyle.

Yashila "Çünkü en sevdiğin şeyi kaybetmenin ne olduğunu anlamanı istedim." dedi soğukça.

"Benim ailem masumdu! Onlardan intikam almaman lazımdı. Senin düşmanın benim, ben!" diye bağırdım.

"Ne yazık ki, bu iktidar savaşında kimse ile kişisel savaşamazsın. İktidar savaşında, kendinle beraber sevdiklerini korumak mecburiyetindesin."

"Onlar masumdu!"

"Benim ölen bebeğimde masumdu." dedi soğukça.

"Göreceksin, Yashila! Senin sonunu ben getireceğim. Sahip olamayacağın her şey benim olacak."

"Çok korktum! Ateş olsan, ancak düştüğün yeri yakarsın." dedi alaycı bir şekilde.

"Kork benden! Zira sende benim anneme yaşattığın şekilde öleceksin. Yakarak öldüreceğim seni. Hiç acımayacağım!" dedim öfkeyle dibine gelirken.

"Bunu yapamayacak olman çok acı! Benim oğullarımdan birisi tahtta çıkacak ve sende yok olup gideceksin."

"Hayır, benim oğlum tahtta çıkacak. Sende ateşler içinde öleceksin. Parsmat şahidim olsun ki, yapacağım bunu." dedim nefretle.

O ise, bir şey demeden gitti. Ben ise arkasına baktım. Hiçbir güç durduramazdı beni. Hiçbir şey beni bundan alıkoyamazdı. İntikamımı alacaktım. Annem nasıl öldü ise, Yashila daha beterini yaşayarak ölecekti. Onu diri diri yakacaktım ve bende izleyecektim. Tıpkı annemin ölümünü izlediğim gibi izleyecektim.

Şunu da öğrenmiştim. Şahbanu olacaktım ve sevdiklerimle beraber kendimi koruyacaktım. Zayıf olanın yer almadığı bu sarayda, en güçlü olarak hayatıma devam edecektim.

Anılarla boğuşurken, kapı tıklandı ve gel sesimle içeri Vilraj ile dayım girdi. Dayım sevinçliydi ama Vilraj ifadesizdi.

"Ne oldu, dayı?" diye fısıldadım.

Dayım "Odana geçelim." dedi ve Naresh'in alnını öptükten sonra ayrıldık.

Odama geçtiğimizde yerlerimize oturmuştuk. Vilraj ve ben, gergin iken dayım rahattı.

"Ne oldu?" dedim ve dayım gülümsedi.

Dayım "Sandhya her şeyi itiraf etti, yeğenim. Şahı zehirleyerek Artangal için intikam alacağını düşünmüş." dedi ve elimdeki bardak yere düştü.

"Ne? Daha geçen görüşmemizde masumum diyordu." dedim şaşkınlıkla.

"Şahitlerim var, onları da duyabilirsin."

"Delireceğim! Vilraj sen bir şeyler bulabildin mi?"

Vilraj "Benim elimden bir şey gelmiyor. Senden ayrıldıktan sonra adamlarımla konuştum ama hayır cevabı verdiler." dedi üzgünce.

"Böyle olamaz!"

Dayım "Kayıtlara geçti her şey. Artık davayı yargılamak sana düştü. Bana kalırsa, davaya gerek bile yok. Kız itiraf etti ise, idam fermanını yazarak ondan kurtulabiliriz."

"Dava olacak. Ve Vilraj sen isteğim son ana dek bir şeyler bulabilmen. Sandhya'nın ölümüne dek, bir şeyler için çabala." dedim ve dayım kaşlarını çattı.

"Kız suçlu ama siz hala onu korumak derdindesiniz. Neden o kızdaki tehlikeyi görmüyorsunuz?"

"O kız, masum olmalı! Kişisel çıkarlarımı, bu suikasttan ayrı tutmalıyım."

"O kız, bizim ailemiz için büyük bir engel." dedi hırsla.

Vilraj "Son ana dek, çabalayacağım." dedi gözlerini benden kaçırarak.

"Şah naibi olarak dava adına bizzat suçluyu sorgulayacağım." dedim.

Dayım "Her şey ortada iken, sorgulamana gerek yok! Kanıtlar şu an yetiyor. İstesen bu akşam bile idam hükmünü verirsin."

"Her şey, adalete göre işleyecek. Kişisel nefret, kin karışmayacak." dedim soğukça.

"Peki, o zaman. Sorgudan sonra ne yapacaksın?"

"İdam hükmünü vereceğim ve idam edilecek."

Vilraj "Acısız bir ölüm için kılıç ile kesmek daha iyi olur." diye mırıldandı.

"Belki onu sağlarım. Hoş, en son benim merhametimi istemiyordu." dedim sessizce.

Dayım "O kız ölünce, hiçbir şey durduramaz bizi. Sashibai'nin Priya Hanedan'ından bile daha güçlü olarak yöneteceğiz." dedi keyifle ve gözlerimi kapadım. Yanaklarımdan yaşlar süzülmüştü.

İkilemin içine düşmüştüm. Dayımın dediği gibi yapabilirdim. Tüm suçu kıza yıkardım ve hemen öldürürdüm. Şahbanu olmak için vereceği savaşa müsaade etmezdim. Gücün tek sahibi ben olurdum. Oğlum ise, bana küserdi ama benden ayrılamazdı. Bunu yaparsam, nerede kalırdı benim adaletim? Nerede kalırdı? Masumiyeti çiğnemek olurdu. Oysa buna niyetli değildim. Adaletimi gösterecektim. Eğer her şey, Sandhya'yı suçlu gösterirse o zaman adaleti yerine getirecektim. İdam hükmünü verecektim. Adaletimi kimseye sorgulatmayacaktım. Gücümü her daim doğru vicdanlı bir şekilde kullanacaktım.

Yashila

Prihan

Pravin

♦Sizce Anjali adaletli biri mi? Onu bu konuda bu şekilde mi bekliyordunuz yoksa daha farklı mı?

♦Sandhya itiraf etmiş olabilir mi? Hakkında idam fermanı verilir mi?

♦Naresh'in bu olanlar karşısında tepkisi ne olur?

♦Yashila'nın bu yangın olayına bakışınız ne? Anjali'nin sonraki davranışları doğru mu?

Bana göre bu bölüm biraz vicdansızdım :D Ne biliyim, işkence sahnesi yazmak falan işte. Her neyse çok konuştum. Yorumlarınızı merakla bekliyorum. ☺☺☺

Continue Reading

You'll Also Like

AlGon🌼🤍 By okuyanladyy

Historical Fiction

55.4K 2.9K 49
"Aklına pek güvenme yani Alaeddin, bir güzelin gülüşüne bakar yitirmen" Diyen Orhan'a baktı Alaeddin... Etrafı kasıp kavuran Moğol, gözünü bu defa da...
986 125 6
"Jungkook ile tanışmış mıydın?"
109K 8.6K 190
''Boşanmayı kabul ediyorum.'' Sovieshu yarı rahatlamış, yarı pişman bir ifadeyle bana baktı. Maskaralık mı yapıyordu, yoksa samimi miydi? Şu ana kada...
5.1K 1.1K 26
"Git." Dedim omuzlarından itiklerden. "Defol! Git buradan! Gitsene! Git dedim sana git! Defol!" Kollarımdan tutup kendisine çekti beni. İzin verdim...