DÜŞLER AĞIDI

zanegzo tarafından

22.8M 1.4M 2M

𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı. ❝Bir düş, bin ağıt.❞ Marin Alakan çok küçük yaşlardayken doğduğu topraklardan ayrılmak... Daha Fazla

DÜŞLER AĞIDI
Bilgilendirme
GİRİŞ
☾ BÖLÜM 1 ☽
☾ BÖLÜM 2 ☽
☾ BÖLÜM 3 ☽
☾ BÖLÜM 4 ☽
☾ BÖLÜM 5 ☽
☾ BÖLÜM 6 ☽
☾ BÖLÜM 7 ☽
☾ BÖLÜM 8 ☽
☾ BÖLÜM 9 ☽
☾ BÖLÜM 10 ☽
☾ BÖLÜM 11 ☽
☾ BÖLÜM 12 ☽
☾ BÖLÜM 13 ☽
☾ BÖLÜM 14 ☽
☾ BÖLÜM 15 ☽
☾ BÖLÜM 16 ☽
☾ BÖLÜM 17 ☽
☾ BÖLÜM 18 ☽
☾ BÖLÜM 19 ☽
☾ BÖLÜM 20 ☽
☾ BÖLÜM 21 ☽
☾ BÖLÜM 22 ☽
☾ BÖLÜM 23 ☽
☾ BÖLÜM 24 ☽
☾ BÖLÜM 25 ☽
☾ BÖLÜM 26 ☽
☾ BÖLÜM 27 ☽
☾ BÖLÜM 28 ☽
☾ BÖLÜM 29 ☽
☾ BÖLÜM 30 ☽
☾ BÖLÜM 31 ☽
☾ BÖLÜM 32 ☽
☾ BÖLÜM 33 ☽
☾ BÖLÜM 34 ☽
☾ BÖLÜM 35 ☽
☾ BÖLÜM 36 ☽
☾ BÖLÜM 37 ☽
☾ BÖLÜM 38 ☽
☾ BÖLÜM 39 ☽
☾ BÖLÜM 40 ☽
☾ BÖLÜM 41 ☽
☾ BÖLÜM 42 ☽
☾ BÖLÜM 43 ☽
☾ BÖLÜM 44 ☽
☾ BÖLÜM 45 ☽
☾ BÖLÜM 46 ☽
☾ BÖLÜM 47 ☽
☾ BÖLÜM 48 ☽
☾ BÖLÜM 49 ☽
☾ BÖLÜM 50 ☽
☾ BÖLÜM 51 ☽
☾ BÖLÜM 52 ☽
☾ BÖLÜM 53 ☽
☾ BÖLÜM 54 ☽
☾ BÖLÜM 55 ☽
☾ BÖLÜM 56 ☽
☾ BÖLÜM 57 ☽
☾ BÖLÜM 58 ☽
☾ BÖLÜM 59 ☽
☾ BÖLÜM 60 ☽
☾ BÖLÜM 61 ☽
☾ BÖLÜM 62 ☽
☾ BÖLÜM 63 ☽
☾ BÖLÜM 64 ☽
☾ BÖLÜM 65 ☽
☾ BÖLÜM 66 ☽
☾ BÖLÜM 67 ☽
☾ BÖLÜM 68 ☽
☾ BÖLÜM 69 ☽
☾ BÖLÜM 70 ☽
☾ BÖLÜM 71 ☽
☾ BÖLÜM 72 ☽
☾ BÖLÜM 73 ☽
☾ BÖLÜM 74 ☽
☾ BÖLÜM 75 ☽
☾ BÖLÜM 76 ☽
☾ BÖLÜM 77 ☽
☾ BÖLÜM 78 ☽
☾ BÖLÜM 80 ☽
☾ BÖLÜM 81 ☽
☾ BÖLÜM 82 ☽
☾ BÖLÜM 83 ☽
☾ BÖLÜM 84 ☽
☾ BÖLÜM 85 ☽
☾ BÖLÜM 86 ☽
☾ BÖLÜM 87 ☽
☾ BÖLÜM 88 ☽
☾ BÖLÜM 89 ☽
☾ BÖLÜM 90 ☽
☾ BÖLÜM 91 ☽
☾ BÖLÜM 92 ☽
☾ BÖLÜM 93 ☽
☾ BÖLÜM 94 ☽
☾ BÖLÜM 95 ☽ ☾ FİNAL ☽
YILDÖNÜMÜ ÖZEL BÖLÜM

☾ BÖLÜM 79 ☽

168K 11.4K 27.8K
zanegzo tarafından

79. BÖLÜM
İZ

Elektrikler gitmişti. Etraf zifiri karanlıktı, hiçbir şey göremiyordum. "Karan!" diye bağırdım. Birinin çoktan jeneratörü devreye sokması gerekiyordu. O kadar çalışandan kimse mi fark etmemişti.

"Zahir!" diye tekrar bağırırken sesim bana geri çarpmıştı. Evde kimse yoktu. "Mert! Demir!" diye onlara da seslenirken kimseden geri dönüş alamayışımla korku dalga dalga bedenime yayıldı. "Melek! Oda da mısın?" diye seslenirken en azından o sesimi duyup gelirdi diye düşünüyordum ama Rojda'da ortalıkta gözükmüyordu.

"Hepiniz nereye kayboldunuz ki..." demeye kalmadan dudağımın üzerine bir el kapanıp eş zamanlı olarak gözümü de kapatırken kalbim arşa çıkmış gibi atmaya başlamıştı. Avazım çıktığı kadar bağırmış ama sesim ağzıma kapanan elle birlikte boğuk çıkmıştı.

Dudaklarımın üzerine kapanan eli dişlerimin arasına alıp acımadan ısırdığımda neredeyse kan tadı dişimden dilime gelmişti. Ağzımdaki eller kendini çekmeye çalışmış ama benim kuvvetli dişlerimin baskısıyla geriye çekememişti.

"Ah!" diye Karan'ın sesini işittiğimde beni tutan elleri kendini hızlıca benden çekmişti. "Isırma Marin!"

"Karan?" dedim şaşkınlıkla duyduğum sesle birlikte arkamı döndüğümde karanlıktan dolayı hiçbir şey göremiyordum. Bir şeye çarpmamak için duvara yaslandığımda olduğum yerde kaldım.

"Sikeyim elim." dedi Karan, acı içerisinde inlerken harelerim keskinleşip genişlemişti ama karanlıktan dolayı nerede olduğunu seçemiyordum. "O dişlerini var ya Marin! O nasıl ısırmak bebeğim etimi kopardın!"

"Sen miydin?" derken elimi duvara yaslayıp kalp atışlarımın normale dönmesini bekledim. "Niye sessiz sessiz yaklaşıyorsun! Madem yaklaşıyorsun niye ağzımı kapatıyorsun Karan!"

"Seninde dediğin gibi gece görüşlü gözlerim yok güzelim! Sesine geldim seni tutup kendime çekeyim derken nereden tuttuğumu göremedim ama ağzın olduğunu anlayınca elimi çekmeme izin vermeden dişlerinle elimi parçaladın!" derken sesindeki acı tonu geçmemiş, hâlâ dinçti.

"İyi misin? Çok acıttım mı?" diye kısık bir sesle mırıldandığımda, dudaklarımı dilimle ıslattım. Aldığım demir tadıyla tükürme isteğiyle taşıp dolmuştum. "Dilimde kan tadı var elini mi kanattım..."

"Tamam bir şey yok," dedi sert bir mırıldanmayla ses tonundaki acı inlemesini gömmeye çalıştı. Karanlığın içerisinde sadece sesini duyabiliyordum. "Sen iyi misin? Niye bağırıyordun bir şey mi oldu?"

"Neredesin? Tutacağım seni bu sefer sakın ısırma Marin!" dedi Karan, sesinin yakınlığında yasladığım duvardan ayırılıp ona doğru attım.

"Tuttum ben seni." dedim, dokunduğum bedeninde yüzümü göğsüne yasladığımda nabzımı düşürmeye çalışıyordum ama yaşadığım kısa çaplı şoktan dolayı sırtımdan aşağıya sicim sicim terler akıyordu.

"Elektrikler gidince mi korktun başka bir şey mi oldu?" dedi Karan, endişeli bir halde bu denli bağırmamın nedenini anlamaya çalışır gibiydi. Çünkü ağzımı kapatınca çığlık çığlık bağırmıştım.

"Sen gelene kadar bir şey olmamıştı..." dedim, karanlığın içerisinde beni sarmasına izin verirken parmaklarını sırtıma sardı. "Sadece önümü göremedim telefonu arıyordum çağırdım kimse ses vermedi. Sonra sen gelip beni tutunca biraz ödüm bokuma karıştı sevgilim bir şey olduğu yok."

"Jeneratörün hemen devreye girmesi lazımdı, arıza mı yaptı ki?" dedi, benim aklıma gelen onunda aklına gelmişti. "Gel dışarıya çıkalım burası çok karanlık."

Beni elimden ve belimden tutarken ışığının olmadığı odalardan geçip dışarıya doğru adımladık. Kalbim neredeyse dudaklarımda atıyordu, çok fazla panik yapmıştım. Karanlıktan kolay kolay korkan birisi değildim ama diken üstünde olduğumuz için bir anda korkunun esiri olmuştum.

Evden dışarıya çıkıp bahçeye ilerlediğimizde iki koruma koşar adımlarşa bize geldi. "Karan abi bağrışma duyduk ama iyi misiniz?" dedi adının Vedat olduğunu bildiğim koruma. "Bir sıkıntı mı var? Etrafı kontrol ettiriyorum adamlara."

"Elektrikler kesilince karım bize seslenmiş, bir şey yok. Emrullah'a söyleyin baksın bir jeneratöre sorunu neymiş." dedi Karan. "Başka aydınlatma falan getirin olacak depoda. Herkesin iyi olduğundan da emin olun."

"Tamam abi." dedi Vedat ve koşar adımlarla geri uzaklaştı.

"Senden başka kimse cevap vermedi bana, herkes nerede?" diye sorduğumda ay ışığı sayesinde bahçe biraz olsun aydınlanıyordu. "Evde kimse yoktu!"

"Mert, Bronz ve Sanaç'la birlikte çıktı." dedi Karan, beraber ahşap koltuklara geçip oturduk. "Melek ve Demir'de Alakan konağına geçecekti en son onlarda çıkmış olmalı. Zahir'de Milan konağına geçti güzelim. İkimizden başka kim yok."

"Ben Bronz ve Sanaç'la ilgileneceğim diye onları unutmuşum." derken Karan beni kollarının arasına alıp kendine yasladı. Yüzümü göğsüne yaslayıp öylece durdum. "Karan şaka gibi bizim şimdi şehrimiz mi var? Ben hâlâ inanamıyorum."

"Evet bebeğim, bize ait bir yer var artık. Ve oldukça güzel bir yer gidince seninde çok seveceğine eminim." dediğinde ona kaşlarımı kaldırarak baktım.

"Sen orayı biliyor musun?" diye sordum. İtalya'nın güzel bir yer olduğunu biliyordum ama bahsi geçen şehiri hiç duymamıştım. En az orası da buralar kadar güzeldir.

"Evet, daha önce Bronz ile oraya gitmiştik. Bildiğim bir yer." dedi düz bir sesle. "İleri zamanlarda oraya beraber gideriz. Şimdi hamile olduğun için yolculuk etmenden ne kadar doğru olur bilmiyorum. Doktorunla konuşuruz ama şu an zaten başımız sıkışıkken durumlar biraz düzelince hem de bebeklerimizle birlikte gidersek daha güzel olur."

"Evet," dedim onu onayladığımda. Yüzümde sıcak gülümseme belirdi. "Bence doğumdan sonra gitmek daha mantıklı ve iyi olur. Bebekler biraz aylarını doldurunca ilk seyahetlerini bize ait şehire yapmış oluruz. Onlar için de ileride anlatacağımız güzel anılar olur."

"Marin ve Karan Milan'a ait bir şehir..." dedi Karan sıcak bir sesle. Dudaklarını şakağıma bastırdı. "Beraber iyileştireceğimiz bir şehir daha oldu. Önceliğimiz burası olsa da orayı da kendin gibi çiçek yapacağına eminim."

"Yani biz bunun karşılığını nasıl vereceğiz Karan? Adamın çoluğu çocuğu olsa ayrı bir dünya vermeliyiz ki üstüne çıkalım!" diye isyan ettiğimde bir şehir satın almanın ne kadar mâl edileceğinden habersizdim. Şehirler satılıyor muydu ki? Bence satılmıyordu, satılmıyorsa bile bu adam bize nasıl almıştı? 

"Bronz için maddiyatın bir önemi yok Marin, bize o şehiri hediye etmesinin nedeni kendini maddiyat açısından kanıtlamak değil. Manevi açıdan kanıtlamak." dedi Karan.

Kaşlarım çatıldığı sırada, "Anlamadım." diye mırıldandım.

"Ben anladım." dedi Karan, sıcak dudaklarını şakağımda tekrar hissettim. "Oraya gittiğimizde seninde anlamanı sağlayacağım."

"Abi..." diyen kişiye doğru döndüğümüzde elinde aydınlatmalarla gelmişti. Önümüzdeki hasırdan yapılma orta sehpa masaya bıraktığında önümü daha net görür hale gelmiştim. "Jeneratör arıza yapmış bayadır arızalıymış hatta ama buraya sık gelinmediği için yapılmamış. Bu saatte birilerini bulacağımızı sanmıyorum ama yine adamlara baktıracağım o zamana kadar bunlarla idare edin."

"Etraftan gözünüzü ayırmayın Vedat," dedi Karan ciddi bir tavırla. "Vardiyayı değiştirin güvenlik artsın. Misafirden sonra daha çok dikkat çekilmiş olabilir."

"Olur patron nasıl istersen." dedi Vedat, bakışları kısa bir anlığına beni buldu. "Ama beş dakika yenge müsaade edip gelirsen çok iyi olacak."

"Emrullah'ı buraya çağır, yengenizin yanında otursun." dedi Karan. Yüz ifadesini izlediğimde çenesi kasılmıştı. Bir şeyler mi oluyordu bilmiyorum ama Karan, Vedat'ın onu çağırmasıyla kalp atışlarının ritmi değişmiş hızlanmıştı. Yüzümü onun göğsünden ayırdığımda Vedat yanımızdan ayrılmıştı.

Karan'ın bakışları beni bulduğunda, "Uykun mu geldi? Yorgun gözüküyorsun." derken parmaklarını yanağıma sürttü.

Yanağımın ıslandığını fark ettiğimde, tenime sürtünen parmaklarını avucumun arasına aldım. Bakışlarımı avucumun arasında duran ellerine düşürdüğümde kanı görmemle birlikte şaşkınlığa uğramıştım. "Karan!" dedim canlı çıkan bir sesle. "Elin kanamış..." derken bakışlarımı yüzüne kaldırdım. "Elini koparmışım gerçekten... Niye kanıyor demiyorsun!?"

Dişlerimin tamamı avucunun içindeydi. Diş izlerimin etrafı tamamen kanlıydı ve bileğine doğru hafif bir sızıyla kan akmıştı. Masanın üzerinden peçeteye uzanıp eline bastırdığımda içim bir hoş olmuştu.

"Önemli değil çok acımadı." dedi Karan sakinlikle. "Bir daha yapmamam gerektiğini öğrenmiş oldum."

"Öpeyim de geçsin..." dediğimde kanını temizlediğim avucuna dudaklarımı bastırdım. Avucunu birkaç kere öptüğümde Karan avucunu yanağıma yaslamış okşamıştı. "Geçti mi?" diye mırıldandığımda masum bir ifadeyle suratına baktım.

Karan başını olumsuz anlamda iki yanına salladı. Eliyle yanağını işaret ettiğinde, "Buradan da öpersen geçermiş." dedi. Şu an o kadar tatlı duruyordu ki bazen gerçekten kocamı aşeriyordum.

Uzanıp kollarımı boynuna doladığımda yanağına sert bir öpücük bıraktım. Karan ellerini belime dolarken beni biraz daha kendine çekip kavramıştı. Çenesine öpücük kondurup geriye çekildim.

"Gece yarısı olmak üzere biraz uykum geldi..." dediğim sırada uykudan bahsettiğimiz için istemsizce esnemiştim. Elimi ağzımdan çektiğimde ona buğulaşan gözlerimle baktım.

"Tamam birazdan odamıza çıkarız önce şu Vedat'la konuşayım..." dedi Karan. Yüzlerimiz arasındaki mesafeyi azalttığında kulağıma doğru fısıldar bir tonda konuştu. "Ama sabaha kadar uyuman konusunda söz veremiyorum Marin."

Harelerim şaşkınlıkla genişlediğinde bakışlarım onu bulmuştu. Karan gülen bir ifadeyle yanağımdaki parmaklarını çekerken hafifçe göz kırptı. Yanaklarımdaki sıcaklık seviyesi yükseldiğinde neyi ima ettiğini anlayabilmiştim. Dudaklarımı aralayıp bir şey demek üzereyken Karan bakışlarını benden çekip tekrar konuşmuştu.

"Emrullah," dedi Karan, oturduğu yerden ayağa kalktığında birkaç adım ilerledi. "Marin'in yanında dur sakın etraftan gözünü ayırma. Elektrikler kesik durumda, belki bilerek yapıldı belki gerçekten kesildi. Şansa bak ki, jeneratörde arıza yapmış. Ne olursa olsun yanından ayrılma ben beş dakikaya geliyorum."

"Tamam Karan ağam ben buradayım, sen rahatına bak. Hanım ağamı yalnız bırakmayacağım." dedi Emrullah, benim olduğum tarafa doğru geçti. Karan bana baktıktan sonra yanımdan uzaklaştı. Emrullah başımda dikilirken kafamı kaldırıp uzun boyuna baktım.

"Ayakta durmasana Emrullah, gel otur." derken karşımdaki koltuğu işaret ettim. Masanın ortasına konulan aydınlatmalar sayesinde etraftaki karanlık azalıyordu. Karan'ın söyledikleri aklımda takılırken zihnimi dağıtmaya çalışıyordum ama nafileydi içim hiç rahat değildi. Umarım gerçekten bölge genelinde olan basit bir elektrik kesintisidir.

"Yok hanım ağam iyiyim ben böyle." dedi Emrullah, çekingen bir tavırla. "Etrafı böyle daha iyi görüyorum."

"Eee anlat Emrullah nasıl gidiyor?" diye sorduğumda ona Rojda hakkında bir şeyler sormak istiyordum ama kendini hiç açmıyordu. Rojda ile arasında bir şeyler olduğu belliydi en azından Mert ve Zühre, Zahir ve Elfida ilişkisinden daha hayırlı ve belirgin duruyordu. "Bir ara ev düzeceğim demiştin evleniyor musun?"

"Bildiğiniz gibi hanımım aynı tekikteyiz," dedi Emrullah, bakışları etraftaydı. "Yok evlenmiyorum ama evlilik için önden her şeyimi hazır etmek istedim. Şimdi yavaş yavaş başlarsam o zamana kadar tamamlamış olurum. Hem gönlümdeki beni kabul ederse düğündür odur budur sıkışmamış oluruz."

"Ne güzel," dedim gülümsediğimde. "Şimdiden onu ferah tutturmayı düşünüyorsun. Umarım hayırlısıyla olur. Gönlündeki kabul etmiyor mu seni?"

"Erken diyor hanım ağam," dedi sıkıntı içerisinde. İstemsizce göz devirdim. "Benim yaşım geçiyor biraz. Erkenden yaşamak isterim her şeyi. Ben beklerim sıkıntı değilde, bekledikçe araya soğukluk girer diye korkuyorum."

Rojda da sanırım Elfida gibi düşünüyordu. Zahir'e bir yardımım dokunmamıştı ama Emrullah'a yardım etmek istiyordum. "Hmm anladım Emrullah..." dediğimde yapmayı düşündüğüm şeyden emin değildim. Ama yapmak zorundaydım. "Bizim Rojda'yı da istemeye geleceklermiş sanırım. Babası söylemiş evlerine çağırmış galiba hafta sonuna oraya gidecek o da sanırım yakında evlenir."

Ben gerçekten kötü bir kaynanaydım.

"Ne!" dedi Emrullah korku dolu bir şaşkınlıkla. "Gerçek mi diyorsunuz hanım ağam?" Emrullah bakışlarını etraftan çekip bana döndürdüğünde yüzündeki ifade üzülmeme neden olmuştu. Duyduklarıyla yıkılmıştı adeta. "Rojda bana böyle bir şey demedi... Demek ki gönlü ben de değil halbuki ben ne düşünmüştüm."

Duymak istediklerimi duyduğum için yüzümdeki ifadeyi aniden bozdum. "Yalan söyledim," dedim çok masum olmayan bir ifadeyle. "Sana açıkça sorsaydım söylemeyecektin ben de sana bu şekilde söyletebilirim diye düşündüm. Gönlündeki kadın Rojda değil mi?"

"Şey hanım ağam..." dediğinde söylemek istemiyor gibiydi. Kaşlarımı çatıp yüzüne dik dik baktığımda gülmemek için kendimi zor tuttum. Ciddi durmalıydım ki dökülmesi lazımdı. "Evet... Bahsettiğim Rojda'ydı."

"Bizim konaktan sana kız verilmez Emrullah," derken kızgın bir tonda mırıldandım. Emrullah hayatının en büyük şokunu yaşıyormuş gibi bana baktı. Gözlerinde hüzün belirdiğinde, söylediğine pişman olmuş gibiydi.

"O niye, bir yanlışım mı oldu? Farkında olmadan bir şey mi yaptım hatam kusurum mu oldu?" diye sıralayarak sorduğunda yüzündeki ifade daha kötü bir hal almıştı.

"Biz damat alırız. Seni de damat olarak alıyorum Emrullah!" dediğimde yüzümde aniden güller açmış az önceki benden eser kalmamıştı. Emrullah hayatının bilmem kaçıncı şokunu yaşarken çaprazımdaki koltuğa yavaşça çöktü. Elini kalbine yerleştirdiğinde kendine gelmeye çalıştı. Ona sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Hanım ağam kalbimle zorunuz neydi sizin?" dedi titreyen bir sesle. "Öteki tarafa gittim geldim!"

"Ohooo alış bunlara Emrullah, daha dur Rojda'nın babası, Barzan ağa, Karan, Zahir var da var ben seni kabul etmiş olabilirim ama bakalım onlar kabul edecek mi? Ben seni şimdiden hazırlıyorum." diye konuştuğumda, onunla dalga geçiyordum. Emrullah'ın yarın koşa koşa Rojda'yı istemeye gidecek gibi bir hali vardı.

"Neye hazırlıyorsun güzelim?" dedi Karan, yanımıza doğru geldiğinde Emrullah hızlıca oturduğu yerden kalkmış dik durmuştu. "Hayırdır Emrullah?"

"Hanım ağamın bu kadar şakacı bir kişiliği olduğunu bilmiyordum Karan ağam beni şakalarına hazırlayacakmış." dedi Emrullah, durumu toparlamaya çalıştıkça batırıyordu.

"İyi tamam sen yerine geçebilirsin," dedi Karan. Emrullah başıyla selam verip yanımızdan daha doğrusu benden kaçar adımlarla uzaklaştı. Karan elimden tuttuğunda beni oturduğum yerden kaldırdı. "Hadi gel Marin, odamıza geçelim bizde."

Kafamı sallayıp onunla beraber yürürken aydınlatmalardan birini elimize almıştık. Evin içerisine geçtiğimizde merdivenlere yönelmiş üç katın ilk katını tırmanıyorduk. "Karan bu eve asansör şart bence." dedim, daha ilk katı çıktığımızda nefes nefese kalmıştım. "Yani parayı biraz ona buna harcamaktansa biraz yararlı şeylere harcasak? Üç kat merdiven ne ya! Yedi katlı bir binayla eş değer neredeyse merdivenler uzun ve dik!"

"Benim güzel karımın merdiven çıkası mı gelmemiş?" dedi Karan, ona anlamayan bir tavırla baktığımda elindeki aydınlatmayı bana uzattı. "Tut şunu," dediğinde kucağıma bırakırken ellerimin arasına aldım. "Sen şuna ben merdiven çıkmak istemiyorum kocacığım beni taşır mısın desene!"

Beni çevik bir hareketle tuttuğunda kollarının arasına alıp bir kolunu bacaklarımdan bir kolumu sırtımdan geçirip kucağına almıştı. Kollarımı boynuna doladığımda aydınlatmayı önünü göreceği şekilde tuttum. "Kocam beni bir bakışıyla tanıyor hiç ağzımı açmama bile gerek yok." dedim, beni taşımasına hiç itiraz etmezken. "Ama artık eski kilomda değilim o yüzden biraz zorlanacaksın hayatım, spora tekrar mı başlasan acaba?"

"Anca kocam spor yapsın, sen göbek salmaya kararlısın galiba? Doktorun dediklerini ne çabuk unuttun Marin! Seninde spor yapman gerekiyor." dedi Karan, ciddi bir tavırla. Uyuyan yılanı uyandırmıştım galiba. "Sabah erkenden kalkıp sporumuzu yapacağız. Doktorun bir sonraki randevuya kadar mutlaka başlayın başlamıştı. Doğumun daha rahat geçecekmiş."

"Ben zaten çocuk doğurarak büyük bir iş yapıyorum! Sporu sen yapsan olmuyor mu? Bir de sabah erkenden kalkacağım oldu paşam! Diğer saatler çuvala mı girdi?" diye çemkirdim. Evden çalışmaya başladığım için önceki kadar erken saatte kalkmıyordum. Çiftlikte olduğumuz içinde kendime göre kahvaltı yapıyorduk.

"Marin..." dedi Karan, uyarır bir tavırda. "Bebeklerimiz için. Onların sağlığı, senin sağlığın için. İtiraz istemiyorum. Hem buranın havası güzel hem de başlamak için güzel bir fırsat. Konağa geçince seni zaten bizimkiler yürütmez bile o baskıyı mı istiyorsun?"

"Of! Tamam!" dedim bıkkın bir tavırla. Konakta beni gerçekten bir şey olur diye yürütmüyorlardı bile elinde gelseler elleriyle taşıyacaklardı. "Benim gibi her şeyde bebeklerimizi kullanmasan olmuyor. Bizim kadar primci kimseyi görmedim. Umarım bebeklerimiz bu huyumuzu almazlar, düşünsene izin vermediğimiz bir şey var ve bize ağlayarak yanımıza gelip 'anneciğim babacığım lütfeeen bize mi kıyacaksınız' diyerek yaptırmaya çalışıyor..."

"Sen biraz sert babayı oyna tamam mı? Ben dayanamam çünkü!" dedim, aklıma düşen görüntüde asla kıyamıyordum.

Karan dediğim şeyleri hayal etmiş olacak ki dudakları kenara kıvrılıp gülmesemeye başladı. "Ben şimdiden izin verdim." dediğinde yüzündeki gülümsemesi silinmiyordu. Gülüşünden öptüğümde, merdivenleri çıkmayı bitirmiştik. "Uzanıp kapıyı açsana." dedi Karan.

Karan'ın kucağında kolumu boynundan ayırıp kapıyı açtığımda gördüğüm manzarayla birlikte geri kapatmıştım. Kısa sürede gördüğüm şeyden emin olamazken bakışlarımı hızlıca Karan'a çevirdim. "Açsana güzelim!" dedi sert bir tavırla.

"Bence biz yanlış odaya geldik," dedim, gördüğüm oda tamamiyle bize aitti ama olduğu halinden fazlasıyla uzaktı.

"Aç hadi..." dedi ısrarla.

Kapıyı açtığımda yüzüme yansıyan kırmızı ışıkla birlikte Karan beni dikkatle kucağında tutup içeriye doğru taşıdı. Odanın ortasına geldiğimizde kucağından yere yavaşça bıraktı. Ayaklarımın üzerinde durup üstümü düzeltirken bakışlarımı etrafta alamıyordum. Odanın her yerinde mumlar vardı, yangın çıkarma ihtimalinden olayın romantikliğine bile odaklanamıyordum o derece fazlaydı.

Çok kısık olmayacak şekilde slow bir müzik konulmuştu. Odanın içerisinde yanan mumlardan hoş kokular yükselmiş güzel bir ambiyans yaratılmıştı.

"Yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir..." diye Karan'ın geriye saymasıyla bütün dikkatim ona çekilmişti. Arkama doğru döndüğüm sırada onu elinde pastayla görmüştüm.

"Marin Milan..." dedi, denize ait olsamda o soğukluğa rağmen tenimi ısıtan bir sesle gözlerimin içine bakarak konuştu. "Bu dakika itibariyle doğum günün. Doğum günün kutlu olsun güzel karım."

İrileşen harelerimle şok olmuş bir şekilde dururken Karan elinde üstünde altı tane olan yanan mumla birlikte bana bakıyordu. Bunu beklemediğim yüz ifademden fazlasıyla belli olurken ne yapacağımı şaşırmıştım. O kadar uzun bir süre öylece durmuştum ki, pastanın üzerindeki mumların sıvıları artık pastaya akmaya başlamıştı.

Ve ben aniden elimle yüzümü kapattım.

"Marin," dedi Karan, şaşkın bir sesle. Büyük ihtimalle böyle bir tepki vermemi beklemiyordu. "Ne oldu bir anda? Ağlıyor musun?"

"Yüzüme atma sakın!" dedim, aklıma doğum günlerimden nefret etmeme neden olacak olay gelirken diğer tarafıma döndüm.

"Neyi?" dedi anlamadığını belli edercesine.

"Pastayı!" Yıllar önce, lise bitmesine yakındı. Elfida ve birkaç kişiden oluşan arkadaş grubumda Zehra, Mehir ve Melek'te varken okuldan çağrılan diğer kişilerle Elfida doğum günümü kutlamak istemişti. Ben sadece pasta üflenip kesilip yiyelecek sanarken sadece pastayı yemiştim! O da yüzüme fırlatıldığı için bir kısmını yemek zorunda kalmıştım.

O olay doğum günümü kutladığım son zamandı. Üfleyip üzerindeki mumları almak üzereyken kendini komik sanan arkadaşım tarafından aldığım darbeyle yüzümde artık pasta vardı. O sıra herkes videoya almış, aylarca dalga geçmişti. Ben ağlıyordum, etrafımdaki herkes gülüyordu. Çok iğrençti. Hiçbiriyle konuşmamış, arkadaşlığımı bitirmiştim. Elfida ve Melek'le bile olaydan aylar sonra zar zor barışıp konuşmuştum.

O zaman beri doğum günlerim kabusumdu.

Karan'ın beni çektiğini hissederken yüzümü kapattığım elimi kolumu benden uzaklaştırmaya çalıştı. Etrafım karanlık olduğu için sadece dokunuşlarını hissederken bana bu denli dokunduğuna göre pastayı elinden bırakmış olmalıydı.

"Ne olduğunu anlamadım, ağlıyor musun?" diye sorarken yüzümü öyle bir sıkı sıkıya kapatmıştım ki o pasta olayı ben de gerçekten travma olmuştu. Yıllar sonra doğum günümün kutlanmış olmasıyla bütün anılarım depreşmişti. Benim aslında ağladığım pastanın yüzüme fırlatılması değildi. Evet o an komik bir şeydi herkes çok gülmüştü ama sonraki olanlar ben de travmaya sebep vermişti.

"Bak bi' bana!" dedi Karan, sertçe.

"Nefret ediyorum!" derken hormanlardan dolayı olsa gerek gözyaşlarım hızlıca akmaya başlamıştı. Yanaklarım ıslanırken elimi yüzümden ayırmadım. "Doğum günlerimden nefret ediyorum!"

"Tamam," dedi tok çıkan sesiyle. Beni kendine çektiğinde elimi kolumu rahat bırakmış kendimi saklamama izin vermişti. Parmakları saçlarımın üzerinde gezerken hıçkırıklara boğularak ağlamaya devam ettim. "Tamam nefret ettiğini bilmiyordum özür dilerim bebeğim, ağlama tamam. İncilerini dökme hadi."

"Marin..." dedi kısık ama ılık bir tonda. "Niye bu denli ağlıyorsun ne oldu? Bu kadar nefret edip ağlayacak ne yaşadın güzel karım?"

"Ben ilk ke—" Dudaklarımın arasından hıçkırık kopmasıyla cümlem yarıda kesilmişti. "Karan... Ben ilk kez o zaman kendimi yalnız hissetmiştim. Yapayalnız, etrafında herkes ama kimsesiz. Çok kötüydü, nefret ediyorum işte..."'

"Ne zaman? Ne zaman kendini yalnız hissettin?" diye sordu, olayları anlamak istercesine.

"Anlat bana," dedi sessizce ağlamama karşılık. Beni kendisiyle birlikte yatağa yerleştirdiğinde sarsılan bedenimi yatağın üzerine yatırdı. Benimle birlikte yattığımda parmakları saçlarımda gezdi. "Hadi..."

"Beş ya da altı yıl önce olması lazım. Lisenin son zamanlarıydı. Arkadaşlarım doğum günü partisi düzenlemişti. Tanıdığım herkes oraydı bütün gençler vardı işte. Ben biliyordum doğum günüm olacağını gizli değildi, Elfida bütün okulun her yerine afiş bile asmıştı. Hazırlandım, çok güzel hazırlandım hem de." derken sesimin titremesinden konuşamıyordum bile. Gözlerimden yaşlar akarken genzim tamamen tıkanmıştı.

"İşte klasik o şakayı yaptılar bana da. Pastadaki mumları üfledim, tam almak üzereyken pastayı tutan kişi suratıma yapıştırdı. Şimdi böyle anlatınca komik ama sonrası hiç komik değildi. Herkes dalga geçti benimle... Ama benim takıldığım o değildi Karan gerçekten o değildi herkes o sandı ama değildi."

Durdum. İliklerime kadar aynı şeyleri hissetmekten kendimi alamıyordum. "Üstüm başım berbat bir haldeydi. Parti dedikleri şey mahvolmuştu zaten parti bile denmezdi. Eve zar zor geldim, kimse yüzüne pasta yiyen kişinin sonra ne yapacağını düşünmüyor! Ağlaya ağlaya banyoda sildim, pastayı bir daha yemeyeceğime dair yeminler ettim. Ama yine yedim tabiii pasta çünkü insana yemin bile bozdurur!" derken hem ağlarken hem gülüyordum.

"Kızım sana ne oldu diyen ne annem vardı ne babam, kimse yoktu yanımda ya da abi bozuntusu. Kimse bana ne olduğunu sormadı, benim canımı acıtan buydu. Ne bileyim annem olsaydı keşke beni o haldeyken görseydi 'gel kızım olur öyle şakalar duşunu alırsın geçersin eğlenmene bak' deseydi bana yeter artardı bile. Ya da babam Mardin'de değil de yanımda olsaydı 'kim üzdü benim kızımı sen hiç merak etme ben kızarım hepsine' deseydi de olurdu. Kimse yoktu, ben kendi kendimi avuttum. Üzüldüm niye üzüldüm onu da bilmiyorum ama insan yanında hep nazlanacağını bir anne babası olmasını istiyor."

Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Sabaha kadar duşta ağlamıştım. Ne kadar yalnız olduğumu, anne babanın yerinin hiçbir şey tutmadığını o zaman anlamıştım. Seni doğuran insan yok hayatında zaten! Bu bile kutlamamam için bir neden..."

"Eğer onlar yanımda olsaydı, saçma salak insanların partilerine katılmaz, iğrenç şakalarına maruz kalmazdım. Çok bir şey bile istemezdim ben ucuza alınmış bir pasta, akşamın bir saatin salonumuzda orta sehpanın önünde kutlasak babam 'sarı kola mı siyah kola mı' diye sorsa da olurdu..." diye mırıldandım.

"Nefret ediyorum işte..." dedim pürüzlü bir sesle. "Yoğun kalabalığa rağmen yalnızlığı anımsatıyor bana. Şimdi yine hatırladım. Yine annem kutlayamayacak bana 'seni iyi ki doğurdum kızım' demeyecek. Abim anca telefonla, babamda işi olmazsa gelirse, geldiğinde anca sabah gelir akşam geri gider çünkü Mardin onu bekliyor o kurtaracak..."

"Yalnız değilsin bebeğim," dediğinde elinin tersini yanağıma sürttü. "Ben varım yanında..." derken yüzümü kaplayan saçlarımı geriye doğru iteledi. "İki tane bebeğimiz var. Bak şu an dört kişiyiz."

"Bebeklerimizle annemizin doğum gününü kutluyoruz!" dedi Karan, sahte bir heyecanla. Eli karnımda gezmeye başladı. Dokunuşlarıyla kendimi biraz daha sakinleştirmeye çalıştım. "Onlar çok sabırsız, hemen pasta yemek istiyorlarmış, hediye alamamışlar ama annemiz bu seferlik affetsin diyorlar."

"Karan biz asla ailemiz gibi olmayalım." dedim bir anda. Zihnimde bataklığa saplı duran düşünceleri anımsamaya çalıştım. "Ölüm gelirse bir şey yapamayız ama onların yanındayken bile yalnız hissettirmeyelim. Aynı evin içerisinde, diğer odadayken ağlamalarından habersiz olmayalım. Üzgünken bize yalandan iyiyim diye yalan söylemelerine sebep olacak anne baba olmayalım. Sadece kimliklerinde anne baba olmayalım, her anlamda anne baba olalım."

"Tabii ki öyle olacağız, üç tanem benim." derken uzanıp saçlarımın üzerinden dudaklarının güçlü baskısıyla öptü.

"Baban yanında ama sana uzakta, bir adım mesafende ama çok soğuk, üşüdüğünü görüyorum lâkin baban ısıtmak için hiçbir şey yapmıyor... Babam benden uzaktaydı ama yakındı sıcaktı ama hissedemeyeceğim kadar uzaktaydı. Ne senin baban gibi ne de benim babam gibi baba ol, Karan. Sen, sen ol." dedim kısık bir tonda.

"Bilmiyorum eğer annem vefat etmeseydi, hayatımız nasıl bir halde olacaktı ama kesinlikle bu şekilde olmazdı. Anne, baba her şey demek Karan. Ola ki, ben öld—"

"Hayır deme öyle bir şey, düşünme sakın bunları." diye aniden lafımı kesti.

Kafamı iki yanıma sallayıp, "Eğer ben ölürsem sakın bebeklerimizi kendinden mahrum etme. Hatta öyle bir bak ki, ne beni hatırlasınlar ne de yokluğumu hissetsinler. Onlara hem anne, hem baba ol. Eğer sana bir şey olursa, söz ben de öyle olacağım. Onlara senin bana baktığın gibi bakacağım, asla babalarının yokluğunu hissettirmeyeceğim kendimden mahrum etmeyeceğim. Sen de öyle yap tamam mı?" derken ıslak bakışlarımı yüzüne kaldırdım ve gözlerinin içine baktım.

Karan dudaklarını sertçe birbirine bastırdığında yutkunmuştu. Adem elması hareket ettiğinde, kirpikleri titredi. Gözünden bir damla yaşın aktığına şahit olurken onu görmemem için beni kendine çekip sarılmış başını boynuma yaslamıştı.

"Ben artık yemin etmiyorum Marin," dedi Karan, sessiz bir mırıldanmayla konuşurken, gözyaşları boynumu ıslatıyordu. "Gözümden akan her bir damla sana senet olsun."

Bir süre sadece birbirimize sarılı bir halde durup gözlerimizden yılların birikmişliği akarken tamamen rahatladığımı hissettim. Kimseye anlatamadığımı yine ona anlatmış, ona anlatmayla üzerimden koca bir yük kalmıştı.

"O zaman şimdi yıllar sonra ilk kutlayacağın doğum günün kendi kurduğumuz küçük ailemizle olacak." dediği sırada benden yavaşça ayrıldı. Diğer tarafına dönüp yüzündeki ıslakları silerken ben de aynı şekilde göz yaşlarımı silmiştim. Yataktan kalktığımızda Karan şifonyerin üzerine bıraktığı pastanın yanına ilerledi. Mumları sönük bir halde duruyordu.

Kenarda yanan mumun birini eline alıp pastanın üzerinde takılı olan mumları teker teker yaktı. Altı adet mumu yakıp bana doğru döndü ve pastayı bakış hizama getirdi. Aramızdan biraz aşağıya çekip dudaklarımdan öptüğünde çok geçmeden geriye çekildi.

"Doğum günün kutlu olsun deniz kızı," dedi Karan Milan, yaşam vadeden bir sesle. "Senin yerin deniz ama bilmiyorsun ki kalbim okyanus. Senin yaşamın, kalbim olan okyanus."

"Teşekkür ederim sevgilim," dedim sıcak ve canlı çıkan bir sesle. Gözlerimin içi mumlar sayesinde daha belirginken içi parlıyordu. "Belki de yalnız hissetmemin nedeni bir gün kalbinde yaşam bulacağımdan habersiz olmamdı. Şimdi kalbimdeyim ve okyanusun bana yaşam vadediyor."

"İyi ki doğdun, iyi ki sen." dedi minnettar bir duyguyla. "İyi ki benimlesin, benimle bir oldun. Sen benim hep iyikilerim olacaksın Marin."

"İyi ki biz." dedim aynı duygularla.

Beraber pastanın üzerindeki mumları üflediğimizde güçlü nefeslerle birlikte hızlıca söndürmüştük. Karan pastayı indirip kenara koyduğunda beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Ellerini belime yerleştirip kucakladığında hızlıca yükselip bacaklarımı beline doladım. Kollarımı boynunda tutarken dudaklarımızı buluşturup yaşadığım en güzel duyguların yoğunluğunu ona bahşettim. Alt dudağımı kavrayıp dişleriyle baskı yaparken acı içerisinde boğukça inledim.

"Isırma Karan!" diye dudaklarından hızlıca geriye çekilip onun bana söylediğinin aynısını ona söyledim. Canımı acıtmıştı, hem de çok fazla. Yaklaşık bir saat önce onun elini ısırdığımdaki acıyı düşünemiyordum.

Kendini bana bastırdığında ona özlem duyduğumu fark ederken aklımdan geçen tek şey onun sıcak teniydi. Dudaklarının tenimin her bir karesinde gezmesi, üzerimde olan sert hâkimeyetiyle deli gibi onu istiyordum. Tenim karıncalanıyor, beni öpmesine rağmen ağzımın içerisinde kuruluk oluşuyordu. Ben gerçekten Karan Milan'ı aşeriyordum.

"Karan..." diye inler bir halde fısıldarken ondan ayrılıp bakışlarımı yüzüne diktim. "Pasta," dedim tok bir sesle. Aklımı dağıtmam lazımdı yoksa gerçekten sabaha kadar uyumayacaktık. "Pasta yiyelim mi o kadar almışsın yazık olmasın..."

"Yiyelim Marin, sen iste yeter ki." dedi ve beni elimden tutup ne büyük hayallerle yatırdığı yataktan geri kaldırdı.

Pastayı bıraktığı yerden alırken eline peçete üzerine konuşmuş çatal ve bıçağı da alıp geldi. Tam yanıma geleceği sırada olduğu yerde durup içinden küfür mırıldandı. "Tabak," dedi ifadesiz bir sesle. "Tabak getirmeyi unutmuşum, sen dur güzelim ben tabak alıp geliyorum hemen."

"Hayır gerek yok tabağa, getir kenardan yiyelim. Zaten hepsini yiyemeyiz. Biraz çatallayalım ucundan ne olacak?" derken hem pasta yemek istiyordum hem onu. Karan ne yapacağını kestiremezken üç kat aşağıya inmeye üşenmiş gözüküyordu. Bıçağı bırakıp yanıma geldiğinde yatağın kenarına oturdu.

"Ben daha farklı şeyler düşünmüştüm ama elektrik meselesi bütün planımı bozdu. Telafi edeceğim şimdilik bununla idare edelim yeni yaşının ilk dakikalarını beraber geçirelim." dedi üzgün bir tavırla. Odayı özenle hazırladığı belli oluyordu. Bence elektriğin gitmesiyle mumların olması daha loş ve güzel bir hava katmıştı.

"Hayır Karan, her şey çok güzel gerçekten. Çok teşekkür ederim hiç beklemiyordum. Normalde babamın sabah arayıp bugün doğum günün yanına geliyorum haberin olsun demesiyle doğum günüm olduğu aklıma geliyordu. Ya da Demir ve Elfida bir şeyler yaparsa o şekilde aklıma geliyordu. Şimdi senin bu güzel beklenmedik sürprizinin üstüne hiçbiri geçemez." dedim gerçekçi olduğumu belli eden ifadeyle. Gerçekten uğraşmış olduğu belli oluyordu, hiçbir şey yapmasına bile gerek yokken müziğine kadar düşünüp koyması içimi ısıtıyordu.

"Aç ağzını," dediğinde pastanın kenarına batırdığı çatalı dudaklarıma doğru uzattı. Araladığım dudaklarımla çatalın ucundaki pastanın hepsini alıp yedim. Aldığım tatla birlikte harelerim genişlerken iyice çiğneyip yuttum.

"Reçel bu!" dedim, yoğun tadın güzel gelmesiyle birlikte daha çok yemek istemiştim. "Reçelli pasta mı?"

"Evet," dedi Karan, bana bir çatal daha verdiğinde onu da hızlıca yedim. "İçinde geçen yaptığımız reçelden var. Biraz kalmıştı, pastan çilek reçelinden olsun istedim."

Elinden tuttuğu pastayı alıp kendime çekerken çatalı da hızlıca almış onun bana yavaş yavaş yedirmesine dayanamamıştım. Pastanın ortasına çatalı batırıp ikiye ayırırken içinden çilek reçeli akmıştı. Kenardan böldüğüm krema dolu pastaları reçele batırıp yerken Karan korku dolu gözlerle bana bakıyordu.

"Aç mıydın güzelim?" dedi sakince. Hayvan gibi yiyişimden ötürü beni aç sanmıştı sanırım.

"Karan çok güzel olmuş bu! Sanırım hepsini yiyeceğim. Hem valla sadece ben kendim için yemiyorum bak iki tane bebeğimiz içinde yiyorum yani ben yerken bana mı baksınlar?" dediğimde masum bir ifadeyle ona baktım. "Niye kimsenin aklına çilek reçelli pasta yapmak gelmemişti ki, harika bir şey bu keşke her yerde satılsa!"

"Sen de ye, tek başıma kilo almayacağım alacaksak beraber alacağız!" dedim ve bir çatalda ona uzattım. Beni kırmayıp çataldan yerken hoşnut olmayan bir tavırla yedi. Ona bir daha çatal uzattığımda kendini biraz çekti. "Sen yemezsen o zaman ben senden yiyeceğim!" dedim kızar gibi.

"O ne demek?" dedi Karan, anlamadığını belli eden bir tavırla.

Ona cevap vermeyip çataldan akmak üzere olan kremalı reçeli dudağına sürdüm. Pastayı ve çatalı yere bıraktığımda üzerine büyük bir açlıkla atladım. Karan tepki bile veremeden dudaklarına yapıştığımda dudaklarının üzerindeki reçelli pastanın tadını aldım. İçimde doğup büyüyen duygularla onu susuz kalmışçasına öperken Karan benim bu tavrıma sonunda dayanamamış olacak ki bana karşılık vermeye başlamıştı.

Onun üstündenken bacaklarımı iki yanına açmış, onu geriye doğru yatırmıştım. Onun tenini her zaman istiyordum ama bu seferki çok daha yoğun bir duyguydu. Dudaklarından nefes nefese ayrıldığımda, "Karan ben galiba seni aşeriyorum." diye fısıldadım dudaklarının üstünden. "Seni şu an yiyesim var. Hiç bu kadar istememiştim seni."

"Hani aşerdiğin her şeyi sana yedireceğim demiştin ya, seni yememe de izin verecek misin?" dedim istekli bir mırıldanmayla. Elimi karnının altına yerleştirdiğimde hafifçe bastırdım. "Bence verirsin sen güzel karına kıyamazsın."

"Seni yanımdayken bile özlediğimi biliyorsun. Beni yemenden zevk bile duyarım."

Beni kendine daha çok bastırdığında parmakları üstümdeki bluzun ucunu bulmuştu. Tek bir hamlede yırttığında artık alıştığım için kaçıncı yırtılan kıyafetimdi bilmiyorum. "Yenisini alacaksın Karan!" dedim sinirle.

Onunda üstündeki gömleğin düğmelerini nazik olmayacak şekilde açarken dayanabileceğimden emin değildim. Her bir düğmeyi açtıkça daha dönülemez bir yola giriyordum. Doktor son aya kadar ilişkiye girebileceğimi ikiz olduğu için son iki üç aya kadarda hareketler kısıtlandığı için zorlayabileceğini söylemişti. Hormonlarımdan dolayı onu bu denli istediğimi biliyordum.

Siyah gömleğinin bütün düğmelerini açtığımda odanın içerisinde mumların cılız ışığı tenine düştü. Teninde aydınlanan yerleri gördüğümde hareketlerim durmuş, elimi gömleğinden ayıramamıştım. Kucağında doğrulduğumda, ata biner pozisyondayken kaşlarım eş zamanlı olarak çatılmıştı.

Bütün duygularım darmadağın olduğunda iliklerime kadar hissettiğim tek duygu şaşkınlıktı.

"Ne oldu?" dedi Karan, sakin bir halde. "Niye durdun bebeğim?" diye sorduğunda bir anda durup şok olmama anlam verememişti.

"Bu ne Karan?" diye sorduğumda kısık olan sesim şaşkınlığımdan dolayı buz gibi çıkmıştı.

"Ne görüyorsan o..." dedi hafif doğrulduğunda dirseklerini yatağa yasladı. "Ne görüyorsun?"

Karan Milan'ın kalbinin tam üzerinde yeni bir dövmesi vardı.

"Dövme..." diye mırıldandığımda bakışlarımı göğsünün üzerine işlemeden alamıyordum. Bacaklarının üzerinde otururken kaskatı kesilmiştim bir anda. Bunu hiç beklemiyordum beni afallatmıştı.

Deniz kızıydı, sade minimal bir dövmeydi. Göğsünde yatıyor, yan bir pozisyondaydı. Buraya kadar her şey çok normaldi. Dövmeyi bu kadar güzel ve özel yapan deniz kızının yarısından itibaren ses ritiminden oluşmasıydı. Deniz kızının yandan olan yüz profilinde ise benim silüetimi andırıyordu.

"Karan... Bu şey mi..." dediğimde titreyen parmaklarımı dövmenin ses ritimi olan kısmına dokundurdum. "Bebeklerimizin kalp atışı mı?"

"Evet..." dedi Karan, kısık sesle. "Şu an senin bedeninde kalpleri atıyor. Kendi bedenimde de atmasını istedim." Üstümde sadece süytenim varken elini karnıma yerleştirip bebeklerimize sarıldı. "Sen ve bebeklerim bundan daha güzel bir iz bırakamazdınız tenimde."

"Bu çok güzel..." diye fısıldadığımda sesimin çıktığından emin bile değildim. Dövmenin üzerinde parmaklarımı gezdirirken deniz kızında durdum. "Çok güzel düşünmüşsün Karan, ne zaman yaptırdın bunu nasıl görmedim ben?"

"Dün yaptırdım," derken yattığı yerden tamamen doğruldu ve beni dizlerinin üzerine oturttu. Bakışlarımı büyülenmiş gibi dövmesinden ayıramıyordum. "Şirkete diye çıkıyorum demiştim ya sen de Zahir'le kalmıştın bu arada, o sırada vakit bulup yaptırdım."

"Alabileceğim en güzel ve en anlamlı hediye bu..." dedim duyguyla. "Hem deniz kızı olması hem de kalp atışlarının olması çok anlamlı."

"Ben de bir iz bıraktın, o izler ne olursa olsun silinmeyecek." derken boynumu kapatan saçlarımı geriye doğru iteledi. Dudaklarını boynuma bastırdığında ıslak bir şekilde öptü. "Kalbimde bir tek senin ve onların izi var. Bir tek de sizin olacak."

Dudaklarımı dövmesini üstüne bastırıp onu dövmesinden öptüm. O kadar mutlu olmuştum ki yüzümden bile belli oluyordu. Benim için çok anlamlıydı. Sadece deniz kızı dövmesi yaptırsaydı bu kadar etkilenir miydim bilmiyorum ama ayrıca kalp atış ritmi olması beni daha çok etkilemişti. Demek ki o zamandan önce aklında olan bir şeydi ki doktor kontrolü sırasında o yüzden ses kaydı almak istemişti.

Gözlerimin dolduğunu hissederken Karan yüzümü avuçlayıp kafasını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, hayır ağlamayacaksın." dedi sertçe. "Ağlaman için değil mutlu olman için yaptım. Gülüşün için gülmen için. Sen bana hediyesin Marin. Sen benim hediyemsin. Ben senin için sizi çizdirmişim çok mu?"

"Seni çok seviyorum Karan, çok hem de." dediğimde kollarımı ona dolayıp sıkıca sarıldım. Öyle bir sarılmıştım ki neredeyse onu nefessizlikten öldürecek kıvama getirmiştim. "Çok hoşuma gitti. Beğendiğim için ağlıyorum mutlu olduğum için hormonlardan sanırım bir de."

Geriye çekildiğimde yüzümün her tarafına öpücük kondurmaya başladı. Bir yandan dudaklarıyla ıslaklığı alıyor bir yandan eliyle yaşlarımı siliyordu. Bu akşam o kadar çok ağlamıştım ki bütün gözyaşlarım tükenmiş gibiydi. "Silelim gözyaşlarını." dedi yumuşak sesle.

Gözlerimden öpeceği zaman geriye çekildim ve öpmesine izin vermedim. "Gözden öpme," dedim uyarırcasına konuştum. "Gözden öpmek ayrılık getiriyormuş, öpmeni istemiyorum."

"Onu nereden çıkardın?"

"Geçen internette gezerken okudum."

Karan söylediklerimden sonra hızla kaşlarını çatmıştı. Uzaklaşmama izin vermeden beni kendine çektiğinde, "İnanma öyle saçma sapan şeylere bak öpüyorum bir şey olmayacak göreceksin." dedi ve önce kapattığım gözlerimden sonra gözlerimin altındaki yaşlarımdan öptü.

"Teninde bu dövme varken hiç terlemedin sevgilim," dedim fısıldar bir tonda. Ruh halim o kadar çok değişiyordu ki, gün içerisinde buna ben bile şaşırıyordum. "Bence dövmenin şerefine bu gece sabaha kadar uyumayabiliriz. Dövmenin terlemesi gerekiyor, terlemezse kabul olmuyormuş. Seni biraz terletmeliyiz."

"Bak sen," dedi Karan, keyifle. Belimdeki elleri kalçalarıma doğru yavaşça indi ve yumuşak olmayacak şekilde sıktı. Parmaklarım ensesindeki kısa saçlarıyla oynuyordu. "Dövme mi terlemeli yoksa tenlerimiz mi?"

Kucağında yükseldiğimde ona yukarıdan muzip bir ifadeyle baktım. Dudaklarım kenara kıvrılırken ona yandığımın farkındaydı. "İkimizde biraz terlemeliyiz ha ne dersin?"

"Buna hayır dediğim gün, beni kalbimden tekrar tekrar vurabilirsin." dediğinde beni kucağından yatağa yatırdığında üzerimden kalktı. Yarısından fazlası yenilmiş pastayı alıp kenara kaldırırken benden uzaklaştırdı. Üstündeki düğmeleri açılmış gömleğini tek hamlede çıkarttığında eli pantolonunun kemerine gitti.

Bakışlarımı mumlara çevirdiğimde ona sorarcasına baktım. "Mumları söndürmeyecek misin sevgilim?" derken elektrik meselesi henüz çözülmüş gözükmüyordu. Zaten günün bu saatlerini karanlıkta geçiriyor, elimizde telefon yoksa düşük ışıkta duruyorduk.

"Hayır söndürmeyeceğim," dedi ve aramızdaki mesafeyi sıfıra çekti. "Mumlar sönse bile ruhumuzdaki yangın sönmeyecek. Bakalım önce mumlar mı sönecek yoksa ruhumuzdaki yangın mı?"

Elaya vurgun gözlerinin içine meydan okurcasına baktım. "Beni söndür Karan Milan."

"Marin..." diye ses işittiğimde sarıldığım bedenden ayrılıp başımı yatağın diğer tarafına yerleştirdim. Karan beni yaklaşık bir saattir uyandırmaya çalışıyordu ama ben uyanmamakta ısrarcıydım. "Bebeklerim benim, uyan hadi."

Yüzümü avuçladığını hissederken başımı kendine doğru çekti ve dudaklarının güçlü baskısını yüzümün her bir tarafında hissettim. Şakağımdan öperken yüzüme düşen saçlarımı bir yandan iteliyordu. "Bilerek yapıyorsun değil mi? Sırf seni daha çok öpeyim diye..."

"Bilmem," dedim pürüzlü bir mırıldanmayla. "Öyle mi yapıyormuşum." derken gözümü açmamakta kararlıydım.

"Bugün günlerden ne Marin?" dedi Karan, sesi normalden daha ciddi geliyordu. Onun bu tavrına karşılık kaşlarım çatılırken yüzümü kapattığım kolumu yüzümden ayırdım. "Unuttun mu yoksa yine?"

Onun unuttun mu demesiyle hızlıca aklıma gelirken kapalı olan gözlerimde açılmıştı. Yatakta doğrulurken uyku halinden sıyrılmıştım. Yüz ifadem düşerken yine unuttuğum için kendime kızdım. "Ya ben gerçekten anne olamayacağım galiba, yine unuttum Karan!" diye hayıflanırken gözlerim aniden dolmuştu. Artık en ufak şeye sinirleniyor, en ufak şeyde çabucak ağlıyordum. "Nasıl unuturum ya nasıl!"

Artık dördüncü ayıma çoktan girmiş, dört buçuk aylık hamileydim. Karnım fazlasıyla belli olurken hamileliği yarıladığım için iki bebeğin varlığı daha çok göz önündeydi. Artık hiçbir kıyafetim olmuyordu.

"Randevumuz vardı bugün..." dedi Karan, bana hatırlatmak istercesine kelimelerini dikkatle seçmeye çalışıyordu. Çok geçti unutmuştum yine. Bana yine Karan hatırlatmıştı. "Ama sorun değil daha saatimize var, bilerek erkenden kaldırdım seni. Unutmadın, nasıl unutasın ki daha yeni uyandın hatırlardın birazdan."

"Hayır, unuttum işte Karan! Aklıma bile gelmedi. Sadece uyumayı düşünüyordum." derken sinir sistemim tamamen bozulmuş durumdaydı. O kadar çok sinirliydim ki Milan ve Alakan konağındaki kimse on metreden fazla yakınıma yaklaşmıyordu. Hamileliğim beni çok fazla sinirli birisi yapmıştı.

"Tamam hatırladın sonuçta güzelim, hem bir şeyi unutmuş değilsin. Daha randevu saatimize çok var." derken elini karnıma yerleştirip saten geceliğimin üzerinden okşamaya başladı. "Hem geçen hafta biraz nazlı çıktılar bu hafta kesinlikle kendini gösterecekler."

Dördüncü aya girdiğimizden beri randevularımız biraz daha sıklaşmıştı. Çünkü ikiz bebeklerim o kadar inatçılardı ki, cinsiyetlerini hiçbir şekilde bize göstermiyordu. Onların hareketlerini biraz daha hissetmeye başlamıştım. Henüz tekme atmamışlardı onun için daha küçüktüler ama yatarken ya da otururken karnımda hareketlenme olduğunu kolaylıkla hissedebiliyordum.

Ama ikisi de benden ve babalarından inatçı çıkmış, üç haftadır bize cinsiyetlerini göstermiyordu. Doktor ikisininde kız olmasından şüpheleniyordu. Artık bizde kız olduğunu kabullenmiş, bu kadar saklı olmalarının nedeninin kız olmasına yoruyorduk. Karan kız olma ihtimaline çok sevinmiş, her düşüncesi kız bebeklerine göre şekilleniyordu.

"Kesin yine göstermeyecekler inatçı ikizler!" dedim üzgün bir tonda. "Küsler bana, bir şey mi yaptım ki? Niye kendilerini göstermiyorlar Karan? Üzecek bir şeyde demedim ki hep onlara deniz kızı masalını okuyorum bir de... Geçen okurken uyuyakalmıştım ona mı darıldılar ki?"

Titrek bir sesle konuşmamla birlikte Karan bana baktığında dudakları hafifçe kenara kıvrılmış ama benim öfkeye bürünen alev topu gözlerimle gülmekten çabucak vazgeçip yüz ifadesini düz tutmuştu. "Ya gülüyor musun bir de!" dedim artan sinirimle. "Bebeklerim bana küsmüş diyorum sen bundan keyif alıyorsun. Tabii alırsın, biliyorsun ikisi de babacı olacak. Anneleri kim ki zaten..." diye mırıldandığımda azıcık olan moralim yerle yeksan olmuştu.

"Bebeğim ağzımdan tek bir kelime bile çıkmadı. Nasıl öyle söylüyorsun?" dedi Karan, parmaklarını çeneme yerleştirdiğinde yüzümü kendine doğru çevirdi. Bakışlarım karnımda olan diğer elindeydi. "Asma o güzel suratını kıyamam ben sana. Doktor normal olduğunu söyledi, bazı hastalar hiç öğreniyormuş bile. Doğumda öğrenen vakalar bile varmış. Bebeklerimiz bizi geçti. Biz iki hafta inat ettik, onlar üçüncü haftasına girdiler. Belki dördüncü haftada görürüz, biri senin inadını biri benim inadımı ikişer haftadan yapıyorsa dört eder."

Anlattıklarının mantıklı gelmesiyle, "Öyle mi dersin?" diye sorduğumda beni rahatlatmak için böyle konuştuğunun farkındaydım. Tutunacak bir dal arıyordum ve bu saçmalıktan ibaret olsa da kendimce normal kabul ediyordum.

"Bence bugün kesin cinsiyetlerini öğreneceğiz." dedi kendinden emin halde.

"Bugünde öğrenemezsek eğer gerçekten bir daha bakmayacağım! Onlar inat ediyorsa ben de edeceğim doğuma kadar öğrenmeyeceğim işte. İki bebek mi taşıyorum yoksa iki inatçı keçi mi anlamadım gitti ya!" diye homurdandığımda Karan benden biraz uzaklaşmış elini yavaşça ağzına götürüp gülmemek için zorlukla bastırmıştı. Onun bu haline kahkaha attığımda bana deliymişim gibi baktı.

"Karan..." dedim gülüşlerimin arasında. "Çok komiksin, yüz ifaden...."

"Gülersem beni öldürecekmiş gibi halin var Marin." dedi Karan korku dolu sesle. "Hadi uykunu aldıysan kalkalım da şu egzersizinde yapalım hemen."

"İşe gidecek misin bugün?" diye sorduğumda konakta canım sıkıldığı için bazı günler şirkete saatlik olarak gidiyor çalışıp geri geliyordum. Diğer günler ise tamamen evden çalışıyor, gün boyunca çalışma odasından çıkmıyordum. Karan işten gelip beni zorla çıkartıyordu. Onu normalden daha az görmek onu daha çok özlememe neden oluyordu.

"Evet, randevumuzdan sonra seni bırakınca şirkete geçeceğim. Bir şey mi oldu bebeğim?" diye sorduğunda ona olabilecek en masum ifademi takındım.

"Ben de gelsem?" dediğimde gözlerimi hemen kıpraştırmış ağlak bir ifade takınmıştım. "Çok bunaldım biraz insan yüzü göreyim, beraber gidip geliriz."

Son hediye bebek olayından sonra Sönmez aşiretinden hiçbir atak gelmemişti. Kendini bütün kayıtlarda ölü olarak gösteren, sahte cenaze töreni düzenleyen Hayrettin Sönmez hâlâ bulunamamıştı. Karan ve Bronz'un arasında soğuk rüzgarlar esiyor, Bronz ne kadar çabalarsa çabalasın Hayrettin'e hiçbir şekilde erişemiyordu. Hayrettin Sönmez, ölüydü ve karşımızdaki adam kendini ölü göstererek geriye hiçbir canlısını bırakmamıştı. Kardeşi Aytekin Sönmez kadar kolayca ortadan kaldırılmayacaktı.

Bronz o zamandan bu yana hiç Mardin'e gelmemişti. Karan ile telefonla konuşuyor, genel olarak bağırıp çağırıyorlardı. Anlamadığım türden konuşuyorlardı. Karan, en sonunda Bronz'un yüzüne telefonu kapatmış bir daha konuşmamışlardı. Bana bir sorun olmadığını, her şeyi halletmeye çalıştığını söylüyordu ama kesinlikle öyle değildi. Güvenlik önlemleri fazlaca artmış, adım başı korumayla geziyorduk. Karan şirket dışında tamamen benim yanımda duruyor, Alakan ve Milan konağı arasında bile denetlemeyle gidip geliniyordu.

"Yorulursun güzelim, o kadar saat ayakta durmasan daha iyi olur. Başka zaman yarım günlüğüne gelirsin. Hem bugün cinsiyetleri belli olursa alışverişe çıkmak istediğini söylemiştin. Alışverişe gideriz beraber." dedi Karan, açık olarak gelmeni istemiyorum diyemediği için bütün bahaneleri sıralamıştı. Doktor randevusu dışında bir Alakan konağına gidiyordum bir de birkaç saatliğine Milan holdingine gidiyordum. Onun dışında bana her yer yasak ve tehlikeliydi.

Bebeklerim için bütün bunlara katlanmak zorundaydım. Karan'ın kendine acımadan sırtına yüklediği ağır yüklerini hafifletmeye çalışıyordum. İkimizde bu süreci en hafif hasarla atlatmaya çalışıyorduk.

"İyi tamam..." diye mırıldandığımda aklıma alacağım bir sürü eşyalar gelmişti. Şu ana kadar hiçbir şey almamış aldırmamıştım. Bir tek Mert'in Karan'ın doğum günümde aldığı bebek kıyafetleri vardı. İstediğim düzen renksizdi zaten. Bebeklerimiz eşyalarını pembe ya da mavi yapmayacaktım. Cinsiyetlerini öğrenme nedenim onlara bir an önce isim bulmaktı. O isimlere özel eşyalar yaptırmaktı.

Sanırım en büyük şansım, ikizlerin tıpatıp birbirine benzemeyecek olmasıydı. Tek yumurta ikizleri olsaydı gerçekten çok zorlanırdım. Sürekli karıştırır yanlış isimle çağırırdım. Onlara almak istediğim o kadar çok şey vardı ki... Bir an önce almak istiyordum.

"Aşkım o zaman bari bugün şirkete gitmesen, beraber bütün gün alışverişte olsak?" diye sorduğumda gözlerinin içine ısrarla baktım.

"Eğer doktor randevumuz güzel geçerse bütün gün seninle olurum, istediğin her şeyi yaparım güzelim."

"Gerçekten mi?" diye sordum mutlulukla.

"Gerçekten güzel karım."

"Süpersin yakışıklı kocam!" deyip onunla alay ettiğimde yanağından sertçe öptüm.

"Marin..." dedi Karan muzip bir ifadeyle. "Sen var ya çok fenasın. Yeni fark ediyorum her geçen gün daha fenalaşıyorsun." Geriye çekildiğimde ona anlamayan bir ifadeye baktığım sırada konuşmasına devam etti. "Kalkıyorsun şimdi kahvaltıdan önce egzersizlerini yapıyorsun, beni lafa tutup kaçabileceğini sandın?"

Ona kaşlarımı çatıp baktığımda yüzümü buruşturdum. "Offf! Hemen anlamasan olmuyor sanki! Ama kabul et neredeyse unutuyordun." derken gülmeye başlamıştım.

Karan çevik bir hareketle üzerime çıktı. Ellerini karnıma yerleştirirken geceliğimin altından tenime sızıp gıdıklamaya başladı. Kahkahalarım odada yankılanırken gülmeyi durdurmaya çalıştım ama başarısızdım. "Dur Karan lütfen!" dedim yüksek bir sesle ama nafileydi.

"Bak senin yüzünden bebeklerimi öpmeyi de unutuyordum. Sabah sabah yine aklımı aldın." dediğinde gıdıklamayı bırakıp saten geceliğimi yukarıya doğru sıyırdı. Dudaklarını büyümüş karnımın her tarafına bastırdı ve öpmedik tek bir yer bırakmadı.

"Şimdi sporuna..." derken beni tutup zorla yataktan kaldırmıştı. Doktorun vermiş olduğu hareketleri neredeyse her gün Karan'ın zoruyls yapıyordım. Kendi tarafımızda boş olan odanın içerisinde spor alanı gibi bir alan hazırlamış, yere matlar sermiştik. Karan başımda durup bana zorla tekrar tekrar yaptırdıktan sonra bedenimin gevşediğini hissettim. Spordan sonra duş almış kahvaltı için konak halkının yanına geçmiştik.

Yemek oldukça sessiz geçerken Karan yine kendisi yemeyip bana yedirmişti. Yanaklarının hafifçe içine çöktüğünü fark ederken moralim tekrardan bozulmuş masanın ortasında ağlamamak için dişlerimi birbirine bastırmıştım. Bana bakmaktan çoğunlukla kendini unutuyor olmasına içerlenmeden edemiyordum. O bana yedirdikçe ben de ona yediriyordum. Bir anda ona sarıldığımda masanın etrafındaki bana şaşkınlıkla baktığını şaşırma nidalarıyla birlikte hissetmiştim.

"Hormonlar ya ondan..." diye mırıldandı Karan. Masadakilere durumu açıklamak istercesine. Beni kendine çekip sarıldığında masada bir anda ölüm sessizliği olmuştu. "Siz kahvaltınıza devam edin bir şey yok."

"İyi misin?" dedi kısık bir tonda kulağıma doğru fısıldadı. "Bir şey mi oldu? Niye sarıldın bir anda?"

"Rahatsız olan varsa masadan kalkabilir, kocama sarıldığım için kimseye hesap vermeyeceğim." dedim kızgınlıkla. "Canım sarılmak istedi sarıldım, bugünde canım sarılmak aşerdi." Bütün suçu aşermeye atmak harika bir olaydı!

"Tamam, sarıl sen. Kimse bakmıyor, istediğin gibi davran. Zaten sana ağzını açmaya korkuyor hepsi mum gibi dizildiler şu anda."

Gözlerimden yaş akmamış, ağlamamıştım ama ona sarılınca fazlasıyla rahatlamıştım. Ağlasamda kimse garipsemeyecekti. Geçen haftalarda, konak çok büyük içerisinde kayboluyorum diye ağladığım için konak halkı artık ağlamalarıma çok takılmıyordu. Onlar için olmazsa olmazımdı.

Evin asıl ikizleri birbiriyle hâlâ konuşmuyordu. Zahir okuluna devam ediyordu, alttan kalan derslerini tamamlayıp bir an önce kendi işini kurmak istediğini söylemişti. Zühre durumlara biraz daha alışmış, evin kadınlarıyla biraz biraz konuşurken erkekleriyle konuşmuyordu. İkisi de kolay şeyler yaşamamıştı. Aynı karın kardeşleri olmalarına rağmen acılarını farklı yaşıyorlardı.

Kahvaltıdan sonra Karan'la ikimiz hazırlanmıştık. Konaktan çıkmış, kısa bir süre sonra hastanenin yolunu tutarken içim içimi yiyordu. Arabayı park edip bize ait olan hastanenin otoparkından yukarıya çıktığımızda artık ezbere bildiğimiz odaya gelmiştik. Doktorun asistanı bizi karşılarken vakit kaybetmeden içeriye geçmiştik.

"Hoş geldiniz," dedi Burçin hanım, güler yüzlü tavrıyla ayağa kalktığında diret olarak ultrason tarafını işaret etmişti. "Artık burası sizin sayılır, geçin bakalım inatçı ikizlerimiz bugün kendini gösterecek mi?"

"Hoş bulduk Burçin hanım," dedim sıcak bir tavırla. "Artık sizden daha iyi biliyorum buraları, gele gide her şeyi öğrendim ama bir tek bebeklerimin cinsiyetini öğrenemedim!"

Sedyenin üstüne geçip otururken Karan diğer yanıma geçmişti. Geriye doğru yaslanıp, sabırsız tavırlar sergilerken bir an önce öğrenmek istiyordum. Karan pantolonumun düğmesini açıp karnımı rahatlatırken bana yardımcı olmak üstümü de sıyırmıştı.

"İlk önce kalp atışlarına bakalım, bir sorun var mı..." derken soğuk sıvıyı karnıma döküp cihazı döndürmeye başladı. Eş zamanlı olarak ritim sesleri gelirken üstümden büyük bir yük kalkmıştı. Bebekler anne karnında ölebiliyor, kalbi atmayı durabiliyordu. Üstelik bu muayene olmadıkça fark edilmiyordu. "Çok iyi gözüküyorlar, bugün biraz hareketli gibiler."

"Gösteriyorlar mı kendilerini yoksa yine inatçı tarafından mı kalkmışlar?" dediğimde aynı zamanda ekrandaki görüntüye bakıyordum. Karan elimden tutarken kendi dudağına götürüp küçük buseler konduruyordu. Onunla heyecanlı olduğu aşikardı.

"Peki siz kız mı istiyorsunuz yoksa erkek mi?" diye sorduğunda Karan'la ikimiz aynı anda bağırarak konuşmuştuk.

"KIZ!" dedi Karan, heyecanla.

"ERKEK!" dedim aynı heyecanla.

"Genelde anne babalar aynı tarafta olmuyor. Çoğu baba, kız olmasını istiyor. Karan beyde beni yanıltmadı." dedi Burçin hanım.

"Belli mi cinsiyetleri?"

"Belli belli, bu sefer çok nazlanmadan ikisi de kendini çok net bir şekilde gösterdi..." dedi Burçin hanım, bakışları bize döndüğünde elindeki cihazı karnımdan uzaklaştırmıştı. "Siz hazırlanın içeriye geçelim öyle konuşalım."

Kafamızı sallayıp ikimizde heyecanla davranırken içim içimi yiyordu. Neredeyse bir aydır bu anı beklemiştim. Demir ve Melek bebeklerinin cinsiyetlerini çoktan öğrenmiş ama bu sefer herkesten saklama kararı almıştı. Demir çiçeğine bile söylememişti!

Karan karnımı peçeteyle sildiğinde ben de fermuarımı kapatıp üstümü başımı düzelttim. İçeriye geçmek için doğrulduğum sırada Burçin hanım yanımıza gelmişti. "Cinsiyetlerini söylemeden önce bir şey yapmam gerekiyor Karan bey," dedi Burçin hanım, yüzünde normalde olduğundan daha farklı bir ifade vardı.

"Nedir?" diye Karan, kaşları çatılı halde sorarken ikimizde ne olduğunu anlayamamıştık.

Burçin hanım bize doğru gelirken yüzünde korkunç diyebileceğim bir gülümseme belirdi. Elinde ne zamandır tuttuğunu fark etmediğim şırıngayı Karan'ın boynuna saliseler içerisinde saplarken, diğer asistanı hızlıca yanımıza gelmiş Karan'ın hareket etmesine izin vermeden onun bayılmasına izin vermişti.

"KARAN!" diye bağırdığımda sesim şiddetle yankılandı.

Karan Milan'ı gözlerimin önünde bayıltarak etkisiz hale getirmişlerdi.

Olayın şokuyla soğuk terler tenimden akarken dudaklarım aralı halde neye uğradığımı şaşırmıştım. Çığlık çığlığa bağırmak isterken asistanı ağzımı kapatmıştı. Burçin hanım elinde telefonu tutarken ekranda aynı adam belirdi. Şok geçiriyordum. Bütün bedenim kasılmıştı.

Ve Hayrettin Sönmez karşımdaydı.

"Merhaba Marin Milan, sonunda seninle tanışacağız." dedi adının Hayrettin Sönmez olduğunu bildiğim adam güler bir tonlamayla konuştu. "Şimdi sana gel desem gelmezsin. Korkma seni kaçırmıyorum. Sana bir seçenek sunacağım."

Ekrandaki görüntü biraz daha geriye alındığında daha çok kareye yer vermişti. Hayrettin Sönmez'in elinde iki silah dururken biri Melek'in başına dayalıydı, biri de Demir'in başına dayalı halde duruyordu.

"Yeğenin kız olacakmış Marin Milan, ilk sen öğren istedik. Aha bu sarı oğlan senden gizlemiş söylemek bana düştü." derken silahın namlusunu Melek'in karnına doğru tutmuştu. Emniyeti açık bir halde, parmakları tetiğe yaslıydı.

"Şimdi, ya kendi isteğinle bana gelirsin. Ya da ikisini de öldürürüm. Cevap vermen için yedi saniyen var. Süren çoktan başladı hanım ağa... yedi, altı, beş, dört, üç, iki, bir." dedi Hayrettin Sönmez. Dudağımdaki eller çekildi. Gözlerimi kapatmış bir halde dururken duymak istediği cevabı ona verdim. Bu tünelin sonunda hiç ışık yoktu. Karanlık izbe bir yolda ölüme yürüyorduk.

Bölüm sonu.

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

3.1M 155K 65
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...
4.1K 713 30
Akşam eve geldiniz, yerde canlı mı? Cansız mı ? bilmediğiniz bir adam yatıyor ne yapardınız? Ya iş göründüğünden farklı olsaydı.O sizin canını...
491 246 10
"Emin misin güzelim? Bunu yapmak istiyor musun?" "Ya şimdi ya hiç Mehmet, ya şimdi ya hiç..." •••••••••• Şiddet ve argo içerir. Yetişkin içeriktir. G...
685K 51.5K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...