DÜŞLER AĞIDI

By zanegzo

22.8M 1.3M 2M

𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı. ❝Bir düş, bin ağıt.❞ Marin Alakan çok küçük yaşlardayken doğduğu topraklardan ayrılmak... More

DÜŞLER AĞIDI
Bilgilendirme
GİRİŞ
☾ BÖLÜM 1 ☽
☾ BÖLÜM 2 ☽
☾ BÖLÜM 3 ☽
☾ BÖLÜM 4 ☽
☾ BÖLÜM 5 ☽
☾ BÖLÜM 6 ☽
☾ BÖLÜM 7 ☽
☾ BÖLÜM 8 ☽
☾ BÖLÜM 9 ☽
☾ BÖLÜM 10 ☽
☾ BÖLÜM 11 ☽
☾ BÖLÜM 12 ☽
☾ BÖLÜM 13 ☽
☾ BÖLÜM 14 ☽
☾ BÖLÜM 15 ☽
☾ BÖLÜM 16 ☽
☾ BÖLÜM 17 ☽
☾ BÖLÜM 18 ☽
☾ BÖLÜM 19 ☽
☾ BÖLÜM 20 ☽
☾ BÖLÜM 21 ☽
☾ BÖLÜM 22 ☽
☾ BÖLÜM 23 ☽
☾ BÖLÜM 24 ☽
☾ BÖLÜM 25 ☽
☾ BÖLÜM 26 ☽
☾ BÖLÜM 27 ☽
☾ BÖLÜM 28 ☽
☾ BÖLÜM 29 ☽
☾ BÖLÜM 30 ☽
☾ BÖLÜM 31 ☽
☾ BÖLÜM 32 ☽
☾ BÖLÜM 33 ☽
☾ BÖLÜM 34 ☽
☾ BÖLÜM 35 ☽
☾ BÖLÜM 36 ☽
☾ BÖLÜM 37 ☽
☾ BÖLÜM 38 ☽
☾ BÖLÜM 39 ☽
☾ BÖLÜM 40 ☽
☾ BÖLÜM 41 ☽
☾ BÖLÜM 42 ☽
☾ BÖLÜM 43 ☽
☾ BÖLÜM 44 ☽
☾ BÖLÜM 45 ☽
☾ BÖLÜM 46 ☽
☾ BÖLÜM 47 ☽
☾ BÖLÜM 48 ☽
☾ BÖLÜM 49 ☽
☾ BÖLÜM 50 ☽
☾ BÖLÜM 51 ☽
☾ BÖLÜM 52 ☽
☾ BÖLÜM 53 ☽
☾ BÖLÜM 54 ☽
☾ BÖLÜM 55 ☽
☾ BÖLÜM 56 ☽
☾ BÖLÜM 57 ☽
☾ BÖLÜM 58 ☽
☾ BÖLÜM 59 ☽
☾ BÖLÜM 60 ☽
☾ BÖLÜM 61 ☽
☾ BÖLÜM 62 ☽
☾ BÖLÜM 64 ☽
☾ BÖLÜM 65 ☽
☾ BÖLÜM 66 ☽
☾ BÖLÜM 67 ☽
☾ BÖLÜM 68 ☽
☾ BÖLÜM 69 ☽
☾ BÖLÜM 70 ☽
☾ BÖLÜM 71 ☽
☾ BÖLÜM 72 ☽
☾ BÖLÜM 73 ☽
☾ BÖLÜM 74 ☽
☾ BÖLÜM 75 ☽
☾ BÖLÜM 76 ☽
☾ BÖLÜM 77 ☽
☾ BÖLÜM 78 ☽
☾ BÖLÜM 79 ☽
☾ BÖLÜM 80 ☽
☾ BÖLÜM 81 ☽
☾ BÖLÜM 82 ☽
☾ BÖLÜM 83 ☽
☾ BÖLÜM 84 ☽
☾ BÖLÜM 85 ☽
☾ BÖLÜM 86 ☽
☾ BÖLÜM 87 ☽
☾ BÖLÜM 88 ☽
☾ BÖLÜM 89 ☽
☾ BÖLÜM 90 ☽
☾ BÖLÜM 91 ☽
☾ BÖLÜM 92 ☽
☾ BÖLÜM 93 ☽
☾ BÖLÜM 94 ☽
☾ BÖLÜM 95 ☽ ☾ FİNAL ☽

☾ BÖLÜM 63 ☽

224K 11.5K 19.9K
By zanegzo

63. BÖLÜM
GÖNÜLÇELEN

"Karan." diye fısıldadığımda avucumun arasında yüzünü yavaşça okşadım. Bakışlarım arasında dikkat kesildiğim yüzünde her bir santimetre karesini ezbere biliyordum. Simsiyah kirpikleri yüzüne gölge düşürürken derin bir şekilde uyuyordu. Dudakları düz bir çizgi de duruyordu. Hafif kirli sakalı çenesini kaplarken esmer tenine oldukça yakışıyordu.

Beni sıkıca kollarının arasında sardığı için bir milim dahi hareket edemiyordum. Kolları belimden dolanmış, yüzümü kendi göğsüne bastırmıştı. Uyandığım an gözlerimi farklı bir odaya açtığım için ilk başta korkmuş, onun varlığını fark etmemle hızlıca silinmişti. Güneş tepe duruyor, saatin kaç olduğundan habersizdim. "Sevgilim." dedim, sayısız kere çağırmama ek olarak dudaklarımı çenesine bastırıp küçük bir öpücük kondurdum.

Yüzü terlemeye başlıyor, kirpikleri ara ara titriyordu. Beni saran bedeni kaskatı kesilmişti. Hem üşüyor gibi hem de sıcaktan yanıyor gibiydi. Kabus görüyordu. "Karan... kabus görüyorsun uyan!"

Duyamayacağım kadar kısık bir şeyler mırıldanıyordu, nefes alış verişleri sıklaşmıştı. Belimde dolanan parmaklarını biraz daha sıktı. Beni kendine daha çok çektiğinde başını boynuma gömmüş öylece durmuştu. Nefesi boynumu işgal ediyordu. Birkaç saniye sonra nefes alış verişleri düzenli bir hale gelmişti. Elimi saçıma yerleştirip okşadığımda yumuşak saçlarının arasında dolaştırdım.

"Hava kararacak neredeyse uyansana!" derken elimle kollarını sıktım ve hafifçe sarstım. Uyanalı çok olmamıştı ama derin ve güzel bir uyku çektiğim için uykum hiç yoktu. Alt bölgemde hafif bir sızı varken boynumda ve bazı yerlerimde keskin bir acı vardı.

"Saat kaç oldu onu bile bilmiyorum." diye devam ettiğimde kendi kendime konuşuyordum. Diğer tarafa dönmek için hareket ettiğimde çabam boşuna olmuştu. "Beni bırakacak mısın?"

"Karan çok ağırsın kalkamıyorum!"

"Hı?" diye belli belirsiz bir ses çıkardı.

"Sevgilim uyansana..." dedim daha ılımlı bir sesle çemkirmeyi bırakıp onun beni uyandırdığı gibi öpücüklere boğmaya başladım. Dudaklarım yüzünün her tarafında gezerken Karan bundan hiç rahatsız değildi. "Bak ilk defa senden önce kalktım."

Sık kirpiklerini kaldırdığında elaya vurgun bakışları beni buldu. "Niye uyandın sen?" dediğinde sesi oldukça pürüzlü çıkmıştı. 

"Uyanmamam mı gerekiyordu?"

"Ağrın mı var bebeğim, bir şey mi oldu?" dedi uykusundan yeni uyanmış olmasına rağmen ilk olarak beni düşünmüştü.

"Hayır bir şey olmadı, az bir şey ağrım var. Tahmin ettiğimden daha az acıyor ben gözümü açamam sanmıştım. Ağrı kesici içerim birazdan." dedim, bakışlarım dediklerimi doğrular nitelikteydi. Beni uyandıran şey karnımdaki boşluğun hissiydi. "Acıktım ben..."

"Birileri doymamış anlaşılan." derken dudakları kenara kıvrıldı. Belimdeki parmakları yukarıda tırmandığında geceliğimin içine sızmıştı.

"Karan!" dedim uyarır bir tonda. "İkimizde doyumsuzun en önde gideniyiz de o kadar da değil sevgilim."

"İçimde filler tepişiyor o derece açım." diye fısıldadığımda kollarımı boynuna doladım. "Akşam olacak neredeyse, kahvaltı yapalım hadi."

"Evde kahvaltılık bir şey yok dün sadece akşam yemeği için bir şeyler almıştım." dedi Karan. "Telefonum nerede benim gördün mü?"

"Bilmiyorum, gözümü açınca korktum zaten yabancı bir yerde uyanmaya alışık değilim."

"Yabancı değil güzelim, burası da bizim evimiz." dediğinde durdu ve yüzünde gülümseme belirdi. "Evden geriye bir şey kaldıysa tabii."

"Acaba hayatımız İstanbul'da olsaydı nasıl olurdu diye düşünmüyor değilim. Hikayemiz burada başladığı gibi devam etseydi... doğduğumuz toprakların bize getirdiği şeyler olmasaydı nasıl olurdu acaba?"

"Burada mı yaşamak istiyorsun?" diye sordu.

"Bilmiyorum..." dediğimde kuru bir sesle mırıldandım. "Kendimi bildim bileli buradaydım, bir anda koptum koparıldım. Doğduğum yerden de bir anda koptum koparıldım. Ama sende, senin olduğun yerde tutuklu kaldım galiba."

"Burada yaşamak ister miydim... eğer ilk başta bana bu seçenek sunulsaydı, en başından kabul ederdim. Sonra düşünüyorum kimse yok, Mardin'e dair hiçbir şey yok. Güzel mi olurdu kötü mü bilmiyorum." derken iki seçeneğin de çok ağır bastığını fark ettim.

"Çok mu sıkıcı bir hayatımız olurdu acaba?" Öyle ki, konak olmadan, Milan aşireti olmadan, iyisiyle kötüsüyle yaşanan her şey olmadan nasıl bir durumda olurdum kestiremiyordum. "Mardin'de gözümü her gün yeni bir maceraya açtım, İstanbul'da ise çok düz yaşıyordum. Sıradan basit bir hayatım vardı. Tek eğlencem Elfidaydı. Sanırım şimdi istemiyorum, aslında hiçbir yeri istemiyorum bağlı kalmak bağlanmak istemiyorum. Tek istediğim senin olman, seninle olduktan sonra her yer güzel."

"Senin olduğun her yer cennet bana, iste şimdi bile sonsuza kadar burada yaşarız. Dünyanın neresinde olduğumuz önemli değil, senin olduğun yer dünya bana sen istersen senin için her şeyi yaparım." dedi Karan.

"Benim olduğum yer dünya demek..." diye mırıldandığımda uzanıp dudaklarından öpmek üzereyken karnımda kendini belli eden açlığın sesi odanın içerisinde yankılandı. Utanç içerisinde kıkırdamaya başladığımda bakışlarım dudaklarında takılı kalmıştı. "Zaten böyle bir anı anca karnımın guruldaması mahvedebilirdi."

"Kalkalım hadi, dışarı da kahvaltı yapalım." dediğinde beni sıkıca sardığı kollarını bırakmak üzereyken üzerime çevik bir hareketle çıktı. İrileşen gözlerle ona bakarken kalbim teklemeye başlamıştı. "Bırakırsam seni tabii..."

"Canın çok yanıyor mu?" diye sorduğunda dudaklarını boynumdaki morlaşmak üzere olan kızarıklığa bastırdı. Ellerimi birbirine kenetleyip başımın üzerine yerleştirdiğinde bakışlarını bileğime çevirmişti. Bileğimi yavaşça okşadığında diliyle ıslattığı dudakları sürttü. "Bir daha bunu yapmayacağım Marin, ilk ve sondu her tarafın kızarmış."

Bileklerim beni yatağa bağladığı için kızarmıştı, zorlayıcı dakikaların devamında acısını hiç hissetmemiştim ama şimdi ufak bir sızlama mevcuttu. Ellerimi onun ellerinin arasından kurtarıp üzerimden ittim. "Yaptıklarımız için pişman değilim, Karan. Aklım hâlâ yapamadıklarımızda."

Onun güldüğünü işitirken, "Sen git gide fena bir şey oluyorsun. Hoşuma gidiyor haberin olsun." dediğinde ona cevap vermeden odanın içerisinde bulunan banyoya doğru ilerledim.

Banyoya girdiğimde soğuk suyla kendime gelmeye çalışırken saçlarımda dün geceden kalma nemlilik mevcuttu. Aynadan kendime baktığımda dudağımı ısırmadan edememiştim. Karan dün akşam karnımı seninle doyuracağım derken gerçekten doğruyu söylüyormuş, dişlemediği yemediği yerim kalmamıştı. Rutin işlerimi halledip saçlarımı tarayıp ördüğümde hazırlanmak için odadan çıktım.

Sabaha karşı uyumadan önce misafir odasına Karan bavullarımızı getirmişti, yorgunluğumdan hiçbirini açmadığım için onun sweatini giymiştim. İç çamaşırı ve sweat dışında altıma hiçbir şey giymediğim için çıplak bacaklarıma soğukluk vururken köşede duran bavullara ilerledim. Ne kadar süre duracağımız belli olmadığı için Rojda iki ayrı bavul hazırlamıştı. Bana ait olanı açıp içinden kıyafetlerimi aldım. Odanın içerisine göz gezdirdiğimde telefonuma dair bir şey görememiştim. Üzerime hardal sarısı salaş bir kazak, altım için siyah mini kot etek almıştım. Beyaz spor ayakkabılarımı da ayağa geçirdiğimde rahat bir kombimle dışarısı için hazırdım.

Karan odada olmadığı için onun nerede olduğunu merak ederken vakit kaybetmeden üzerimi giyip çıktığımda bakışlarımı alışık olmadığım evin içerisinde gezdirdim.

"Karan!" dedim gördüğüm manzara karşısında şok olurken harelerim şaşkınlıkla genişlemişti. "Bu evin hali ne?"

"Savaşma seviş diye boşuna dememişler güzelim." dedi Karan. Tezgahın üzerinde yaptıklarımız aklıma gelince bakışlarımı yere diktim ve elimi enseme götürüp kaşıntım varmış gibi istemsizce kaşıdım. "Biz tam olarak onu yaptık."

"Nereye gideceğiz?" diye sordum konuyu değiştirmek istercesine.

"Güzel bir yer biliyorum seni oraya götüreceğim. Seveceğine eminim."

"Diğerlerinden haberin var mı?" derken mutfaktan çıkmış dün çantamı bıraktığım kapı girişine doğru ilerledim. Çantamdan telefonu çıkardığımda neredeyse şarjının bitmek üzere olduğunu görmüştüm. Ekranım tamamen bildirimle kaplıydı. "Telefonum cevapsız çağrılarla dolu!"

"Benim de öyle..." dedi Karan, aynı şekilde onunda elinde telefonu varken dikkat kesilmiş bir halde telefonuna bakıyordu. "Mert'le konuşacağım."

Karan telefonu kulağına dayadığında birkaç adım uzaklaştı. Onun peşinden ilerlediğimde çantamı elime aldım ve koluma taktım. "Evet yeni uyandım anca açtım gözümü." dedi Karan, Mert'e karşı konuştu.

"Kes lan gevezeliği gevşek." dedi sinirle. "Hayır."

Bakışları kısa bir anlığına beni bulduğunda göz kırptı. "Dün evi ilaçlamaya gelmişlerdi ya, sabah haber geldi bana. Çalışan şirket kapıyı açık unutmuş, eve hırsız girmiş Mert." dedi ciddi bir tavırla, konuşurken yüzünde tek bir mimik dahi oynamamıştı.

"Evet, baya kötü bir halde kırmadık dağıtmadık yer bırakmamışlar. Biz mi... biz yengenin evinde kalıyoruz. Yok ikizler otelde kaldı." diye devam ettiğinde ustaca oynadığı performansına devam etti. "Aynen sen halletsene, iyi tamam diğerlerini de dediğim yere al gel görüşürüz sonra."

Telefonu kapatıp tamamen bana döndüğünde yüz ifadesi değişmişti. Ceketini eline alıp üzerine geçirdiğinde dış kapıya doğru ilerlerken bakışlarıyla işaret etti.

"Sen çok kötü bir yalancısın Karan!" dedim, bu kadar usta bir performans sergilesi beni bile korkutmuştu. Bazen öyle bir ruh haline bürünüyordu ki, gerçek ifadesini hiç anlayamıyordum.

"Yalan söylediğim tek kısım evin ilaçlanacak olması. Hırsız konusu doğru Marin, gönlümü çaldın bu durumda hırsız sen oluyorsun buraları yıkıp dökende sen olduğuna göre yalan bir şey demedim." dediğinde ona genişleyen harelerimle bakakalmıştım.

"Sen... sen..." derken aynı ifadeyle bana bakarken bütün suçun bana kaldığına inanamamıştım. "Sana diyecek bir şey bulamıyorum bazen!"

Yere çivilenmiş bir halde dururken yanıma doğru adımlayıp aramızdaki mesafeyi kapattı. Beni belimden tutup kendine çektiğinde kendisiyle beraber yürüttü.

"Hadi çıkalım, Gönülçelen."

Kırılmış dökülmüş bir halde duran evden çıktığımızda Karan'ın uçaktan iner inmez havalimanında kiralamış olduğu siyah aracına doğru ilerledik. Kapıyı benim için açıp geçmemi sağladığında yolcu koltuğuna yerleşmiştim. Kendisi de yerine geçtiğinde arabayı çalıştırmış, ezbere bildiğim İstanbul sokaklarında turlamaya başlamıştık.

Kısa bir süre sonra arabanın hızı düşerken cadde gibi bir yerde durmuştuk. Etrafta yemek yiyebileceğimiz bir alanın olmadığını gördüğümde kaşlarımı çatmıştım. Normal dükkanlar bulunuyordu. ''Niye durduk?'' diye sordum.

''Sen arabada bekle beş dakikaya geliyorum.'' dedi Karan. Ona kafamı sallamakla yetindiğimde arabadan inmiş gözden kaybolmuştu. Telefonumun şarjı neredeyse bitmek üzere olduğu için arabanın torpidosunu açtığımda işe yarar bir şeyler aramıştım. Hiçbir şey bulamazken geri kapatmış arkamı yaslanmış beklemeye başlamıştım.

Bir süre sonra yolcu koltuğu tarafı açıldığında Karan gelmişti. Elindeki poşetleri bana uzattığında bekletmeden almıştım.

''Önce bunu ye güzelim, karşı yakaya geçeceğiz oraya gidene kadar aç durma.'' dedi işaret ettiği pakete baktığımda içinde sıcak bir şeyler olduğunu fark etmiş çok geçmeden burnuma tost kokusu gelmeye başlamıştı. Diğer poşeti işaret ettiğinde, ''Sonra ağrı kesiciyi iç, aç karnına içme.'' dedi.

İlaç olan poşetin içine baktığımda bildiğim daha önce defalarca kullandığım ağrı kesiciyi elime aldım ve poşetten çıkardım.

Açlığım daha çok bastırdığı için almış olduğu tostu açtım ve hiçbir şey düşünmeyip sıcak ekmeğin tadını çıkardım. Karnımı doyurduktan sonra ağrı kesiciden içtim. Saatler sonra trafikle boğuşmuş, Karan İstanbul'a geldiğimiz için lanetler etmiş, helikopter ayarlayıp gitmediği için küfürler etmişti. Bir yakadan diğerine geçene kadar saatler geçmişti. En sonunda İstanbul'un dışına doğru bulunan henüz çok keşfedilmemiş bir yere gelmiştik. Ormanın içerisinde doğallık korunmuş, kahvaltı için ideal bir yerdi.

"Demir de olsaydı keşke." dedim, geleli birkaç dakika olmuş en son biz geldiğimiz için masadaki herkesin suratı sirke satıyordu. Çünkü kimseyi ben gelmeden yemeğe başlattırmamıştım. Konuşmamla birlikte masadaki üç adamın suratı daha çok düşmüştü. "Olmasa mıydı niye öyle baktınız?"

"Hiç yenge, kuzeninin maşallahı var tam dayaklık." dedi Mert, karşımda oturduğu için lafıma ilk o atlamıştı.

"İnsanlarla uğraşmayı seviyor. Zayıf yönünüzü gösterirseniz kullanmaktan çekinmez. Bu kadar insan var diye benimle uğraşmıyor yoksa benimde canımdan bezdiriyor." dedim Mert'e doğru. İlk Mert'in zayıflığını fark etmiş radarına Zühre'yi almıştı. "Evin fırlama çocuğu olur ya Demir tam olarak öyle."

"Siz gece nerede kaldınız abi?" dedi Zühre. Abim beni otel köşelerinde bıraksa çok üzülürdüm sanırım ama o üzülse bile belli etmemeyi seçmemişti.

"Marin'in evinde kaldık fıstığım."

Zühre sıkıntıyla ofladığında, "Bizde kalsaydık keşke ya otelde yapacak hiçbir şey yoktu Zahir beni dışarıya bile çıkarmadı!" diye yakındı.

"Akşama benim eve geçeriz." dedi Karan.

"Biraz zor geçersiniz işi uzun o evin." dedi Mert, aniden gülmeye başladığında bakışlarımı hızlıca ona çevirdim. "Oğlum o evin hali neydi lan öyle!"

"Ne evi?" dedi Zahir, olaylardan bihaber.

"Abinin evine hırsız girmiş." dedi Mert, söylediklerine kendi bile inanmıyor gibi gözüküyordu.

"Ne!" dedi Elfida. Aynı tepki Zühre'den de gelmişti.

"Hani taş üstünde taş kalmamış tabiri var ya tam olarak öyle her tarafı kırmışlar, birileri acısını fena çıkarmış!" diye abartma seansına başladı Mert.

"Eee ne çalmışlar peki zarar ne?" dedi Zahir meraklı bir şekilde olan bitene inanmış duruyordu.

"Bir şey çalınmış gibi durmuyordu, daha çok yıkıp dökmeye gelmişler gibiydi sağlam bir şey kalmamış." derken Mert'in kelimelerindeki ima beni terletmeye başlamıştı. Önümdeki bardağa uzanıp suyumdan içmeye çalışırken tepkisiz durmak için çabaladım.

"Ben hallettim her şeyi, kırıp döksünler yeğenime değer hepsi."

Mert'in konuşmasıyla birlikte içtiğim bütün suyu karşımda oturan Mert'in suratına doğru püskürttüğümde kendimi tutamamıştım. Yeğenim mi demişti o? Evet evet kesinlikle öyle demişti! Hırsız bendim... gönülçelenin ben olduğumu anlamıştı. Demek ki dün akşamda iş çıkışı rol yapıyordu.

"İyi misin Marin?" dedi Elfida, öksürüklerle boğuşurken Karan'ın parmaklarını sırtımda hissettim.

"Helal helal yenge hep benimle Elfida'nın boğazında mı kalacak?" dedi Zahir, intikamı uzun bir zamandır bekliyordu.

"İyiyim iyiyim..." dedim kendime geldiğimi hissederken uzun bir zaman sonra dudaklarımı aralamıştım. Bakışlarımı Mert'ten kaçırırken onunla göz teması kurmamaya çalışıyordum. "O eve girmesek iyi olacak, bizde kalırız hepimiz. Demir kalmıyor zaten, ev küçük ama idare ederiz otelde kalmayın ikizler."

"Hem akşam size yemek yapmak ve misafirim olarak ağırlamak istiyorum. Demir de gelsin istiyorum bir daha kolay kolay görüşemeyiz gibi sizin için sorun olur mu?" diye sorduğumda masadaki üç adam hiç iyi bakmamıştı.

"Sorun olmaz güzelim." dedi Karan. "Dövecek adam arıyorum fırsat ayağıma gelmiş hiç teper miyim? Gelsin tabii."

Öğlen çoktan olduğu için kahvaltı niyetine yemek için geldiğimiz yere masalar çoktan hazırlanmıştı. Yemek faslı tamamen bittiğinde herkes arkasına yaslanmış dinleniyordu.

"Bu telefona bakmalıyım, gelirim birazdan." dedi Karan, cebinden çıkardığı telefonla arayan kişiyi işaret etti. Ona kafa salladıktan sonra uzaklaşmıştı.

"Zahir flamingolara bakalım mı?" dedi Elfida, büyük ihtimalle sosyal medyasına atmak için fotoğraf çekilecek diye düşünürken çok geçmeden aklımdakini dile getirmişti. "Fotoğraf çekilelim birlikte."

"Hava da bugün çok güzel." dedim, masada üç kişi kalırken hepimizin tansiyonu yüksekti.

"Öyle güzel..." dedi Mert, bakışları Zühre'deyken ona doğru konuşmuştu. Bakışlarını bana çevirince bir anlığına kesişmiş bana uzağı işaret etmişti. "Ee sen bir yere gitmiyor musun yenge? Havanın tadını çıkar özlemişsindir buraları."

"Ha doğru gideyim bende biraz." dedim yerimden hızlıca kalktığımda ikisinin yalnız kalmak istediğini çok geç anlamıştım.

"Sen nereye?" dedi Mert, Zühre'nin de kalkmasına karşılık.

"Marin yengemle gezeceğim." dedi Zühre.

"Yok Zühre ben gezmeyeceğim lavaboya kadar gidip geleceğim. Gezmek istiyorsan Mert seni gezdirsin." diye yanlarından ayrıldığımda onları tek bırakmıştım. Direk Karan'ın yanına geçince arkadan ona sarılmış kendimin geldiğini belli etmiştim.

"Bu akşam mı?" dedi telefona doğru.

"Bakarım, Bronz." diye devam ettiğinde sesi keyifli geliyordu. "Karımla birlikte geldim evet, kardeşlerimde burada Mert Karaca'da benimle. Kısa süreliğine iş için geldim."

"Kaç gibi?" derken beni çekip kollarının arasına almıştı. "O işlerde artık olmadığımı biliyorsun, benim meselem değil. Davetin için gelirim, kardeşimde tanışmış olur seninle başka bir şey için beni bekleme. O günler eski de kaldı."

"Görüşürüz, Bronz." dediğinde telefonu kapatmıştı.

"Kiminle konuşuyordun?" diye sordum meraklı bir ifadeyle.

"Eski bir arkadaşım." dedi Karan. "Akşam bir yere davet ediyor, buraya geldiğimi öğrenmiş gitmeden görmek istiyor."

"Kim o eski arkadaşın?"

"Bronz derler."

"Bronz mu... değişikmiş." derken kaşlarım çatılmıştı. Adamın ismi mi Bronz'du yoksa böyle mi hitap ediyorlardı anlamamıştım. "Gidecek miyiz?"

"Sen nereye? Senin gidebileceğin bir yer değil. Ben gideceğim."

"O niye ya, karın değil miyim ben senin bende gelmek istiyorum."

Kafasını olumsuz anlamda iki yanına salladı. "Hayır bebeğim sen gelmeyeceksin, Mert ve Zahir'le gideceğim çok durmayacağım zaten akşam bize vereceğin ziyafetten sonra bir saatliğe gider gelirim."

"Götürsen ölür müsün? Eski hayatını merak ediyorum."

"Ölürüm, götürmeyeceğim. Sana göre bir yer olsa zaten seni de götürürüm. Davet dediğim öyle düşündüğün gibi bir şey değil." derken elimden tuttuğunda dudaklarını tekrar araladı. "Hadi gel geçelim."

"Yok!" dedim bakışlarım masaya düştüğünde Zühre ve Mert'i birbirine oldukça yakın görmüştüm. "Hemen geçmeyelim... biraz kalalım, manzaranın tadını çıkartalım acelemiz ne?"

"Haklısın manzaramın tadını çıkartayım." dediğinde Karan beni kendine çekmiş sıkıca sarmıştı.

Saatler sonra evime geçtiğimizde ikizler ve Karan ile benim yıllardır yaşadığım yere gelmiştik.

"Evin ne kadar tatlıymış yenge." dedi Zühre içeriye girdiğinde konaklarından farklı bir yerle karşılaştığı için garipsemiş gözüküyordu.

"Sizin evleriniz kadar olmasa da teyzemle ikimize yetiyordu." dedim sıcak bir gülümsemeyle.

"İkiniz mi yaşıyordunuz sadece?" diye sordu Zühre.

"Evet, Ünal eniştem yani teyzemin kocası vefat edeli on yıl oluyor. Demir, ben, teyzem yaşıyorduk. Demir de yurtdışına gidince ikimiz kalmıştık." derken Zahir'in çekingen tavrı gözümden kaçmamıştı. "Rahatınıza bakın, yabancılık çekmeyin sakın istediğiniz gibi takılın." diye devam ettim. "Zühre teyzemin odasında kalır, Zahir de Demir'in odasında. Bizde seninle benim odamda kalırız."

"Ben mutfağa geçiyorum."

Uzun bir süre telefonumdan baktığım uygulamalardan kimseden yardım almadan ortaya güzel yemekler çıkarmıştım. Koyduğum her baharatı kontrol ederken yaptığım her adımda yemeğin tadını kontrol ediyordum. Defalarca tadına bakmış iyi olduğuna kanaat getirmiştim. Bu sefer gerçekten güzel olmuştu. Salata için hazırlık yaparken belime dolanan parmaklarla irkilmiştim.

"Neler yapmış benim güzel karım?" diye mırıldandığını işittim Karan'ın. Başını omuzuma yerleştirdiğinde yanağımdan öptü. "Güzel kokular geliyor."

"Acıktın mı sevgilim?"

"Sayılır ama tatlı olarak seni yiyeceğim ona göre." dediğinde yanağımda sıcaklık yükselmişti. Önümdeki işimde devam etmeye çalışırken kapı zili çalışmıştı. Ellerimi temizleyip kuralarken Karan'ın yanağına öpücük bırakıp ondan uzaklaştım.

"Demir geldi galiba. Ben kapıya bakayım."

"Hoş geldiniz..." dedim asla bir araya gelmemesi gereken iki adam yan yana duruyordu. "Ne güzel tesadüf böyle kapıda mı karşılaştınız?"

"Kalp kalbe karşıymış, biliyorum Mert de beni düşünmeden yapamıyor." dedi Demir

"Heh Elfida da geldi... kambersiz düğün olmaz."

"Çiçeğime çiçek aldım." derken Demir elinde tuttuğu buketi bana uzatmıştı. Sevinçle elinden aldığında kollarımı ona doladım.

"Ya teşekkür ederim Demir çok incesin..." dedim ve geriye çekildiğimde çiçekleri kokusunu içime çektim.

Demir içeriye geçtiğinde, "Mert de misafir ama eli boş gelmiş gördüğüm kadarıyla." dedi yüksek sesle herkesin duyabileceği şekilde konuştu.

"Ben yengeme en güzel hediyeyi getirdim öyle çiçekle böcekle uğraşmam." dedi Mert.

"Ne getirdin Mert?" diye sordum heyecanla.

"Kendimi getirdim tabii ki! Benden başka güzel hediye mi olur yengeme?"

"Şapsal!" dediğimde gülüşüm oda da yankılanmıştı. "Olmaz tabii," diye devam ederken ona da sarılmış ve içeriye davet etmiştim. Elfida da elinde tatlı ile geldiğinde en sevdiğim tatlı olan sütlü nuriye tatlısı getirmişti.

Yemek sorunsuz geçerken derin bir nefes alıp vermiştim. Kimseden ses çıkmamış, herkes yaptığım yemeğin büyüsüne kapılmıştı. Karan yaptığım çorbadan iki tabak içmiş, Zahir neredeyse mide fesatı geçirmek üzereydi. Yemek faslı bittiğinde üç adam gitmek için hazırlanmıştı.

"Kızlar benimle birlikte rahat olun ağalar." dedi Demir, rahat gir tavırla içeriye geçip oturduğunda kapıya yaklaşan Karan'ın bakışları bir anlığına ona düşmüştü.

"Buna da hiç güvenmiyorum ya neyse," dedi Karan uzanıp dudağımda küçük bir öpücük bıraktı. "Bir saçmalık sakın yapmayın Marin."

"Ben ve saçmalık? Karını hiç tanımamışsın Karan Milan!"

KARAN MİLAN

"Benimle birlikte olmaya devam etseydin daha çok büyüyebilirdik, Karan." dedi Bronz, masanın başındaki yerini alırken loş ışığın altında adı gibi gözü de aynı renge bürünürken bakışlarını kaldırıp bana baktı. Yaklaşık bir saattir aynı masanın etrafında bir düzine adamla birlikte oturuyorduk.

"Senin gibi adamı kaybetmek en son isteyeceğim şey." diye devam ettiğinde aramızdaki bağın ne olursa olsun çok güçlü olduğunu biliyordum. "Sanaç'ı veririm seni alırım o derece değerlisin gözümde."

"Bu da beni gözden çıkarmaya dünden razı. Alacağın olsun." diye homurdandı Sanaç. Onun bu haline gülmeden edemezken silik bir gülümseme belirdi yüzümde. "Ben sensiz yapsam sen bensiz yapamazsın. O yüzden boş konuşmayı kes, Bronz."

Sanaç onun kardeşi gibiyken onun yanında bile böyle bir şey diyorsa, Bronz beni kaybetmemek konusunda kararlıydı. Aynı şekilde bende bu dünyaya bir daha adım atmamak konusunda kararlıydım. Benim için bir daha açılmayacak bir defterdi.

"Evlendiğimden beri bıraktım artık bu dünyayı, yeraltı olacağım bir dünya değil benim için. Yerin üstünde, karımla olmak onunla bir dünya kurmak istiyorum." dedim ve kendimden emin bir şekilde konuştum. Zorunlu olarak yaptığım evlilikten, tanımadığımı sandığım hiç görmediğimi sandığım kadın için bu dünyanın işlerini bırakmıştım. Belki biraz bırakmak istediğim için belki biraz bu dünyanın getirecekleri içindi. Düşmanım çoktu, bu işlerin içine girdiğimden beri sayısız düşman edinmiştim hayatıma kimseyi almamış aldığımı da gizli tutmuştum. Evliliğimi gizli tutamazdım, ilk ona saldıracaklarını biliyordum. "Hiçbir şey ondan değerli değil, onu riske atamam. Aile kurmak istiyorum, ailemi böyle bir dünyanın içerisinde yaşatamam."

"Değişmeyeceksin değil mi?" dedi Bronz, daha çok değişmemi istiyordu. Onunla tekrar çalışmamı, onlardan biri olmaya devam etmemi istiyordu ve ısrarcıydı. "Sana dünyaları da versem gelmeyeceksin geri?"

Kafamı yavaşça iki yanıma salladım. "Dediğim gibi Bronz, benim başka bir dünyam var artık..." dedim tok bir sesle. "Yerin üstünde olmam gereken yerde bana ihtiyaç var. Hep vardı, babamı biliyorsun Barzan ağa beni Mardin'e ağa yapmak için çok uğraştı. Amacına da ulaştı, geçte olsa güçte olsa ağa oldum. Onun beni ağa yapmasındaki tek amacını yıllar sonra anladım, beni ağa yapmak istemesi düzeni değiştirmekti."

"Biliyorsun, alışagelmiş şeyler var. Töre adı altında doğu da çok şey yaşanıyor, bunların değişmesi lazım. Benim gibi düşünen bu düzeni değiştirmek isteyen bir kadın var, onunla beraber elimizden geldiğince iyileştireceğiz. Bozulması gerekiyor artık, saçmalıklara, dayatılanlara, kadınlara ve çocuklara yapılanlara daha fazla göz ardı edemem."

Bakışlarım kısa bir anlığına masada benimle beraber oturan Zahir ve Mert'e takıldı. Söylediklerime onay veren bir tavır takındıklarında diğerlerine tekrar döndüm.

"Babam yapamadı çünkü ona destek çıkan arka çıkan kimsesi yoktu, benim var. Yanımda karım, arkamda Milan aşireti var. O yüzden kaçındığım kaderimi kabulleneceğim ve önüme bakacağım."

Uzun bir zamandır teslim etmek istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım kart için elimi üzerimdeki siyah ceketimin iç cebine attım. Elime aldığım metal plaktan yapılmış olan kartı cam masanın üzerine bıraktım ve ileriye doğru itti.

"Bununla da artık kesinleşir." dediğimde giriş kartımı bu yeraltı dünyasındaki yerimi belli eden tek şeyi ona geri iade ettim. "Kartımı geri teslim ediyorum."

Bronz ona gelen kartı eline aldı ve parmaklarının arasında bir kere döndürdüğünde üzerindeki işlemeleri inceledi. "Kader çarkı kartı..." diye mırıldandı kafasını salladığında. "Kime geçecek acaba?"

"Yeraltına dünyasına güzel kader getirdin kardeşim, yeni kaderinde en az onun kadar güzel olsun." diye devam ettiğinde bronz bakışlarını bana çevirdi.

"Daha güzel olacak." dedim büyük bir kararlılıkla. Herkesin kendine ait kartı varken eksik kalan tek bir kart vardı. Bronz'un yıllardır o kartın peşinde olduğunu biliyordum, o kart her şey demekti. O karta sahip olduğunda her şeye sahip olacaktı. "Aşıklar kartını buldunuz mu?"

"Hayır ama yakındır bulacağım."

Gülümsedim, yıllardır duyduğum tek şey buydu. "Geldim gidiyorum hâlâ bulacak kaldın Bronz, sana olan inancım gidiyor yavaş yavaş."

"Bulduğumda göreceksin ilk sana getireceğim."

Ona cevap vermek üzereyken içinde bulunduğumuz odanın kapısının açılmasıyla hepimizin bakışları oraya doğru döndü. İçeriye giren adam baş selamı vererek masaya doğru yaklaştığında bakışlarının hedefi bendim. Elinde yanıp sönen telefonu gördüğümde benim telefonumun olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

"Karan bey, telefonunuz durmadan çalıyor. Önemli olabileceği için getirdim." dedi adını bilmediğim adam elindeki telefonumu bana uzattı. Bronz'un öz kardeşi bile olsa hiçbir şekilde yanına üzerinde bir şey taşıyan insanı içeriye almıyordu yanına dahi yaklaşmıyordu kimseye güveni yoktu kendine bile. Mekandan içeriye girdiğimizde silahımı, telefonumu her şeyimi teslim etmek durumunda kalmıştım. Diğerleri de aynı şekilde.

Marin'in arayabileceğini düşündüğüm için elinden telefonu aldım ve ayağa kalktım. "Siz devam edin, iki dakikaya geliyorum."

Odanın dışına çıktığımda arayan kişiye baktım. Marin'in olmadığını görünce rahatlarken ısrarlı arayan çağrıyı yanıtladım.

"Söyle Tuncay?" dedim, telefondan gelen yüksek çıkan gürültülü sese karşılık yüzümü buruşturdum. Barın içerisinde olduğu belli oluyordu.

"Patron selam, birkaç günlüğüne İstanbul'dayım bir şey olursa haber ederseniz demiştin ya." dedi gürültülü sesin arasında onun sesini zar zor işitmiştim.

"Başka yere geçip konuş Tuncay." dediğimde kısa bir süre sonra duyduğum sesler azalmıştı. "Evet şimdi devam et, haber et demiştim ne oldu?"

"Bir şey oldu abi."

"Ne oldu lan?" dedim, kafamın doluluğundan ne olabileceğini düşünemedim. "Lan mekanı size emanet edeli bir sene olacak neredeyse, bir senedir bir şey olmadı ben İstanbul'a gelince mi oldu?"

"Abi..." dedi Tuncay endişeli bir sesle. Onun bu hareketine sinirlenmeye başlamıştım. "Nasıl söylerim bilmiyorum abi."

"Lan çıldırtma beni söylesene!"

"Abi dur, Serhat'ı veriyorum o söylesin ben canımı seviyorum." dediğinde damarlarıma akıp dolaşan sinir bütün bedenimi ele geçiriyordu. Lafı dolaştıran, dolandıranlara hiç tahammülüm yokken Tuncay'ın bu hareketine mekana gidip dövesim gelmişti.

"Selam patron." dedi sesinden tanıdığım Serhat'a daha çok sinirlenmiştim.

"Serhat siktirtmeyin belanızı, gelirsem hepinizi sıra dayağına geçiririm." diye bağırdım.

Telefondan hışırtı sesleri yükseldi. "Senin amına koyayım ben Tuncay! Lan ben nasıl söyleyeceğim! İhale bana patladı iyi mi!" diye Serhat'ın mırıldandığı duydum.

"Patron hani sen evlenmişsin ya, hayırlı olsun bu arada düğününüze gelemedim. Bir çeyrek altın borcum olsun size sende benimkine gelmezsin ödeşiriz Karan abi."

"Sabır... sabır!" dedim elimle yüzümü kavrayıp sertçe sıvazladım. "LAN KONUŞ!"

"Burada bir kadın var."

"Eee?"

"Ortalığın amına koydu da abi, onu haber edelim dedik."

Sinir katsayım artarken bu yaşananların daha önce yaşanmış olduğunun hissine kapılmadan edememiştim. Beynimde bir cızırtı yankı yaptığında burnumdan solumaya başlamıştım. Aklıma düşen ihtimal gerçekleşmemeliydi.

Anlattığı kişi umarım güzel karım, Marin değildir.

"Yanında kimliği var ama adıyla kimliği uymuyor sahte kimlikle girmiş içeriye. Dışarıya atmaya çalıştık kavga çıkardı. İki adamımızı dövdü abi, biliyorsun kadına el kaldırmayız kimse dokunmuyor. Bağıra çağıra soyadının Milan olduğunu söylüyor bir alakan vardır şey ettik."

En son Mahir'le konuştuğumda bana kız kardeşinin yasağını kaldırmadığını hâlâ devam ettiğini söylemişti bunu üzerinde durmayıp artı bir şey yapmamıştım. Hoş yapsam bile Marin bir şey yapmak istiyorsa önüne kimse geçemiyordu buna kocası olarak bende dahildim. Sahte kimlik... ortalığın amına koymak... soyadının Milan olduğunu bağıra çağıra söylemek tam Marin'e göre bir hareketti.

"BANA SAKININ ADININ MARİN MİLAN OLDUĞUNU SÖYLEME SERHAT!"

"Ben söylemedim Karan abi sen söyledin sen söylediysen doğrudur abi öyledir adı." dedi Serhat, sesindeli korkuyu kilometrece ötelerden rahatlıkla alıyordum. "Demir diye de bir herif var yanlarında, birkaç kişi daha var onlarla birlikte. Adamı biraz hırpaladık ama hepsi çetin ceviz çıkmıyorlar mekandan."

"Kafaları baya uçmuş..."

"Gebertmez miyim lan ben hepinizi Serhat!" diye gürlediğimde elimdeki telefonu sıkmaktan kıracaktım birazdan. "Size demedim mi oğlum ben bir daha sakın sahte kimlikle içeriye kimse almayın diye nasıl kontrol etmeden alırsınız!"

Yıllardır işlettiğim bana ait olan mekana sadece, sadece bir kişi sahte kimlikle içeriye girmeyi başarmıştı. Marin Alakan'dı. Buna ikinci kere cesaret eden yine aynı kişiydi, tek farkla artık ismi Marin Alakan Milan'dı.

"Hepinizi yakarım demedim mi lan ben!"

"Siz benim karımı bana sormadan benim mekana nasıl alırsınız oğlum siz?" diye bağırdığımda kan beynime sıçramıştı.

"Abi..." dediğinde Serhat sesindeki korkunun tınısını iliklerime kadar hissettim. "Direkten indiremiyoruz abi yengeyi."

Kafamı hızlıca iki yanıma salladım. Yanlış duymuş olmalıydım. "Ne direği lan ne direği?" dedim öfke kusarken. "O direği sizin götünüze sokmaz mıyım lan ben!"

Telefonu fırlatmamak için zor dururken yüksek çıkan sesimden dolayı bulunduğum mekan içerisinde sesim gitgide yankılanıyordu. Elimi ağzıma götürüp ısırdığımda sakin olmaya çalıştım. Volta atmayı bırakıp daha alçak bir ses tonuyla konuştum.

"Ben gelmeden siz kendinizi dövün Serhat!" dedim önce kendilerini dövsünler sonra gelince bir de ben dövecektim. Benim yapacaklarım o kadar ağır olacaktı ki gelene kadar hissizleşse iyi olurdu. "Geldiğimde sizi dayak yemiş şekilde bulmazsam hastanelik edene kadar döverim sizi andım olsun!"

"Tünele giriyoruz abi sesin gelmi- tel- çekmiyor--"

En çok seni dövecektim Serhat, şu durumda bile benimle dalga geçtiğin için hiç acımayacaktım sana. Telefon kapandığında ekranıma düşen çağrılara baktım. Marin'den sayısız aramalar ve mesajlar varken aynı şekilde Zühre'den de birkaç arama vardı. Bir saat sürecek dediğim işim iki saati bulmuş ve geçiyordu bile.

Sinirle saçlarımı karıştırdığımda Marin'i aradım. Açmayacağını biliyordum lâkin bir ihtimal aça umuduyla bekledim. Aradığınız numaraya şu anda ulaşılamıyor daha sonra tekrar deneyiniz yanıtıyla karşılaşınca telefonu kapattım.

"Ne oluyor oğlum? Ne diye ortalığı inletiyorsun! Kulak kalmadı kulak!" dedi Mert, bulundukları odadan Zahir'le birlikte çıktığında yanıma geldiler.

"Zühre nerede Mert?"

"Ben ne bile-"

"NEREDE DEDİM!" diye bağırdığımda hal ve hareketlerini görmemek için kör olmak lazımdı. "Bilmiyormuş gibi davranma bana sakın, karşında salak yok senin Mert!"

Mert sıkıntıyla ofladığında ellerini pantolonun cebine yerleştirdi. Bakışlarını benden kaçırdı. Çenesini kasıldığında konuşup konuşmamakta kararsız duruyordu. "En son konuştuğumda yengemin yanındaydı, evde kız kıza oturuyorlardı."

"Bunu hesabını sonra soracağım Mert, dua et şu an daha önemli bir olay var!"

"Zahir," derken bakışlarımı kardeşime çevirdim. "Elfida nerede?"

"Haberim yok abi." dedi Zahir. Mert'le takıla takıla aynı yolundan ilerliyordu.

"Lan sizi bana sırayla mı gönderiyorlar! Niye beni görünce saf salak rolüne bürünüyorsunuz oğlum siz? Beni gerçekten aptal mı sanıyorsunuz?"

İkisi de birbirine baktığında yüzüme bakacak halleri yoktu. Zahir'i yengesinin en yakın arkadaşının konağına geldiği ilk akşamdan uyarmıştım. Misafir olduğunu unutma ne yengene ne de Elfida'ya karşı ters bir harekette bulunma diye. Bizimki tersliği geç kızı gördüğü ilk an düzlemişti.

"Oğlum hastanede kızla uyuyan sen değil misin? Niye şimdi haberin yokmuş ayağına yatıyorsun? Abi ben bu kıza tutuldum galiba diyen kim Zahir?" dediğimde hiçbirine sabrım kalmamıştı. İkisinin de kafasını alıp birbirine sürtmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Hadi lan, aranız o kadar ilerledi mi beraber mi uyudunuz siz?" dedi Mert alay dolu bir sesle. "Hiç çaktırmıyor pezevenge bak, benden niye sakladın Zahir?"

"Biz izlemeye gelmişiz bu hayata olaylara bak." dedi Mert kendi kendine söylendi.

"Kes Mert, şimdi bunu konuşmanın sırası değil. Karımın direkte ne yaptığını bile bilmiyorum sizinle konuştuğum konuya bak amına koyayım!" dediğimde ikisinde bakışları aniden bana dönmüştü. "Nerede lan Elfida?" diye devam ettiğimde bakışlarımın hedefi Zahir'di.

"Evdeydi işte en son yengemin evinde."

"Aferin..." diye mırıldandım. "Hepimize aferin gerçekten. Kurta kuzuyu emanet etmişiz amına koyayım!"

Pişmanlığı bütün hücrelerimde hissederken

"Demir peşimizden kızları dışarıya çıkarmış!" dediğimde geldiğinden beri her hareketine kıl olduğum herif suyu artık kaynamış ve taşmıştı. Bu gece sadece yumruklarımın tadına bakmayacaktı benim bütün pişmanlığımı en çok o hissedecek dışarıya adım attırdığına bin pişman olacaktı. "Hem de benim mekanıma getirmiş puşt!"

"Marin'e yapmayacaksın dediğim halde bunu yapıyorsa benden çekeceği var!"

Bölüm sonu.

*Bronz yeni yayımlayacağım kitabımın baş karakteridir. şimdiden tanışmış olalım, konusu mafya tarzı olacak ilerleyen zamanlar onunda hikayesini okuyacağız ♡

güncelleme: BRONZ VI YAYIMDA!

güncelleme 2: BRONZ SERİSİ 1. ve 2. kitap basıldı, wattpadde de mevcut.

Continue Reading

You'll Also Like

4.1K 719 30
Akşam eve geldiniz, yerde canlı mı? Cansız mı ? bilmediğiniz bir adam yatıyor ne yapardınız? Ya iş göründüğünden farklı olsaydı.O sizin canını...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

695K 51.9K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
16.7K 1.1K 12
"Bana âşıksın." dedi kıkırdayarak. "Ölüm olsan bile sadece beni öldürebilirsin, ben de seni. İkimiz birbirimizi." Yarım bir nefes verdim. "Âşığım dem...
3.1M 156K 66
Hayatı boyunca kimseyi sevmemiş, tek derdi vatan, bayrak ve ülkesi olan asker ile hiç sevildiğini hissetmemiş, kalabalık içinde yalnızlığı hisseden b...