DÜŞLER AĞIDI

Od zanegzo

22.8M 1.3M 2M

𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı. ❝Bir düş, bin ağıt.❞ Marin Alakan çok küçük yaşlardayken doğduğu topraklardan ayrılmak... Viac

DÜŞLER AĞIDI
Bilgilendirme
GİRİŞ
☾ BÖLÜM 1 ☽
☾ BÖLÜM 2 ☽
☾ BÖLÜM 3 ☽
☾ BÖLÜM 4 ☽
☾ BÖLÜM 5 ☽
☾ BÖLÜM 6 ☽
☾ BÖLÜM 7 ☽
☾ BÖLÜM 8 ☽
☾ BÖLÜM 10 ☽
☾ BÖLÜM 11 ☽
☾ BÖLÜM 12 ☽
☾ BÖLÜM 13 ☽
☾ BÖLÜM 14 ☽
☾ BÖLÜM 15 ☽
☾ BÖLÜM 16 ☽
☾ BÖLÜM 17 ☽
☾ BÖLÜM 18 ☽
☾ BÖLÜM 19 ☽
☾ BÖLÜM 20 ☽
☾ BÖLÜM 21 ☽
☾ BÖLÜM 22 ☽
☾ BÖLÜM 23 ☽
☾ BÖLÜM 24 ☽
☾ BÖLÜM 25 ☽
☾ BÖLÜM 26 ☽
☾ BÖLÜM 27 ☽
☾ BÖLÜM 28 ☽
☾ BÖLÜM 29 ☽
☾ BÖLÜM 30 ☽
☾ BÖLÜM 31 ☽
☾ BÖLÜM 32 ☽
☾ BÖLÜM 33 ☽
☾ BÖLÜM 34 ☽
☾ BÖLÜM 35 ☽
☾ BÖLÜM 36 ☽
☾ BÖLÜM 37 ☽
☾ BÖLÜM 38 ☽
☾ BÖLÜM 39 ☽
☾ BÖLÜM 40 ☽
☾ BÖLÜM 41 ☽
☾ BÖLÜM 42 ☽
☾ BÖLÜM 43 ☽
☾ BÖLÜM 44 ☽
☾ BÖLÜM 45 ☽
☾ BÖLÜM 46 ☽
☾ BÖLÜM 47 ☽
☾ BÖLÜM 48 ☽
☾ BÖLÜM 49 ☽
☾ BÖLÜM 50 ☽
☾ BÖLÜM 51 ☽
☾ BÖLÜM 52 ☽
☾ BÖLÜM 53 ☽
☾ BÖLÜM 54 ☽
☾ BÖLÜM 55 ☽
☾ BÖLÜM 56 ☽
☾ BÖLÜM 57 ☽
☾ BÖLÜM 58 ☽
☾ BÖLÜM 59 ☽
☾ BÖLÜM 60 ☽
☾ BÖLÜM 61 ☽
☾ BÖLÜM 62 ☽
☾ BÖLÜM 63 ☽
☾ BÖLÜM 64 ☽
☾ BÖLÜM 65 ☽
☾ BÖLÜM 66 ☽
☾ BÖLÜM 67 ☽
☾ BÖLÜM 68 ☽
☾ BÖLÜM 69 ☽
☾ BÖLÜM 70 ☽
☾ BÖLÜM 71 ☽
☾ BÖLÜM 72 ☽
☾ BÖLÜM 73 ☽
☾ BÖLÜM 74 ☽
☾ BÖLÜM 75 ☽
☾ BÖLÜM 76 ☽
☾ BÖLÜM 77 ☽
☾ BÖLÜM 78 ☽
☾ BÖLÜM 79 ☽
☾ BÖLÜM 80 ☽
☾ BÖLÜM 81 ☽
☾ BÖLÜM 82 ☽
☾ BÖLÜM 83 ☽
☾ BÖLÜM 84 ☽
☾ BÖLÜM 85 ☽
☾ BÖLÜM 86 ☽
☾ BÖLÜM 87 ☽
☾ BÖLÜM 88 ☽
☾ BÖLÜM 89 ☽
☾ BÖLÜM 90 ☽
☾ BÖLÜM 91 ☽
☾ BÖLÜM 92 ☽
☾ BÖLÜM 93 ☽
☾ BÖLÜM 94 ☽
☾ BÖLÜM 95 ☽ ☾ FİNAL ☽

☾ BÖLÜM 9 ☽

308K 19.9K 32K
Od zanegzo

9. BÖLÜM
YEMEK

Kar üstüne kar yağarmış, yâr üstüne yâr sevilmezmiş. Gördüğüm gözler ise yâr'ına bakıyor gibiydi. Fakat bu yâr'dan yarınlar olmazdı.

Karan Milan düşmemem için beni belimden tutuyordu. Sanki yarını kaçırmak istemiyordu. Parmaklarının baskısını belimde hissederken vücudumun ürpermesine engel olamadım. Olayın şaşkınlığıyla dilimi yutmuş gibiydim. Onu görmeyi kesinlikle beklemiyordum.

Aynı ifade onun gözlerinden de rahatlıkla okunuyordu.

İkimiz de birbirimizi burada görmeyi beklemiyorduk.

Ne olduğunu kestiremediğim kısa zaman diliminde burnuma hoş bir koku oldu. Sert olmasına rağmen soludukça yumuşuyordu. Karanfil gibiydi. Gibi değil, direkt karanfildi. İlk kez onu alkol kokusu olmadan soluyabilmiştim. Yüzlerimizin yakın olmasıyla kokusunu rahatça alabiliyordum.

Hipnoz olmuş bir şekilde ona bakarken yavaşça yutkundum. Düşmek üzereyken beni tutan kocamdı. Bir çift göze takılı kalmıştım. Elaya vurgun gözlerine...

"Şey..." Konuşamadım. Kim olduğumu bilmeyen kocam, şu an gözlerimin içine bakıyordu.

"Sen..." dedi fakat devamını getiremedi. Benim gibi o da konuşamadı. Ama yemin ederim ki, gözlerimiz o an konuştu.

"Karan Ağa'm," diyen Emrullah, aramıza girdiğinde yolun ortasında öylece kalakalmıştık. O beni tutuyor, ben düşmemek için ona tutunuyordum. İkimizin de birbirimizi bırakmaya niyetimiz yoktu. "Ağam," dedi Emrullah tekrardan. Hafifçe öksürerek ikimizin giderek derinleşen bakışlarını kesmesini sağladı.

Karan, elektrik çarpmış gibi beni kendisiyle birlikte doğrulttuğunda hızlıca beni bıraktı. Anlamış mıydı? Benim, karısı olduğumu anlamış mıydı? Ne olursun anlasındı!

"Getirdin mi emaneti Emrullah?" dedi Karan, istifini bozmadan karşısındaki adama döndüğünde Emrullah ikimizi de garip bir ifadeyle bakıyordu.

"Buyur ağam," dedi Emrullah bakışlarını benden çekmezken. "Ben de kapıda sizi bekliyordum. Geldiğinize göre görevime döneyim hanımların işleri bitmek üzereydi."

Karan geçiştirircesine, "İyi geç, hadi," dediğinde korumadan aldığı her neyse ceketinin cebine koydu. Bakışlarını bana kaldırmadan olduğum yere doğru konuşarak, "Dikkatli olun siz de," dedi. Başka bir şey demeden gitmesiyle arkasından bakakalmıştım.

Emrullah da benimle birlikte giden adama doğru bakarken, "Ağam sizi tanımadı mı, bana mı öyle geliyor?" dedi.

"Tanımadı..." Az önce ne yaşadığımı sindirmeye çalıştım. "Kör Âşık'ın hikâyesini hiç duymuş muydun, Emrullah?"

"Duymadım valla ne yalan söyleyeyim."

"Bu adam işte o hikâyenin sahibi," dedim arkasından bakmaya devam ederken. "Gözünün önündekine bile kör, öyle kör ki, kiminle evlendiğini bile bilmiyor."

"İnsan karısına el gibi bakar mı? Hayır, el gibi de değildi. Bir garipti," derken kafası karışmışa benziyordu. "Ağama bir şeyler olmuş, hali hal değil!"

"Bu olaydan kimseye bahsetme, Emrullah," diyerek kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hiçbir şey yaşanmamış gibi davranalım."

"Anlatsam da kimse inanmaz, fıkra anlattığımı düşünür, bir de bana gülerler hanımağam..." İçten içe ona hak verdim. Fıkra gibi bir olaydı. Karan Milan, körlüğüne ne kadar devam ettireceğini bilmiyordum lâkin artık bu durumdan sıkılmıştım.

Merdivenlerden aşağıya inerken terasa doğru giden Barzan Ağa'yı gördüm. Kendisi garip bir insandı. Oğlu hariç herkese iyiyken, bir tek oğluna kötüydü. Bana bakması için, "Barzan Ağa," diye seslendim. "Yanınıza geliyordum, müsait misiniz?"

Merdivenlerin aşağısında durdu ve yorgun bakışlarını bana kaldırdı. "Bize iki çay alıp gelirsen müsait olurum, gelin hanım."

Kafamı olumlu anlamda salladıktan sonra onun bir çay bağımlısı olduğunu düşündüm. Ne zaman görsem elinde hep çay bardağı vardı. Mutfağa doğru ilerlediğim sırada duyduğum seslerle adımlarımı yavaşlattım. "Hani evlenmeyeceklerdi Gülnarin hala?" diyen kişi Bejna'ydı. Yine ağlıyordu. "Töre evliliği yaptıkları için bu saatten sonra hayatta boşanmazlar!"

"Duymadın mı Karan yemin etti," dedi Gülnarin Hanım. "Kolay kolay yeminini bozmaz sonrasında araya soğukluk girer. Kız da dediğim dedik, bana bile laf yetiştiriyor. Karan'ın iyice tersine giderse çabuk boşanırlar."

İçeriye geçtiğim an ikisi de suspus olmuştu. Dik bir şekilde duruşumu bozmadan yanlarında dururken ocağın üstündeki çaydanlığı kavradım. İki bardak çay doldurduktan sonra yanlarından ayrıldım.

Gözleri gerçekten dönmüştü ve Bejna, Karan'la evlenebilmek için her şeyi yapabilecek kabiliyetteydi. Tepsiyi elime alıp çıkarken Delal Hanım'ı tek başına otururken gördüm. Kendisi hiçbir şekilde konuşmuyordu ve bu durumun neden olduğunu merak etmiştim.

"Delal Hanım," diye seslendiğimde bana doğru hiç bakmadı. "Delal Hanım?" Onun baktığı yere doğru geçip bakış açısına girdiğimde elimdeki tepsiyi işaret ettim. "Bizimle birlikte terasta oturmak ister misiniz?" Hiçbir tepki vermedi. "Beni duyabiliyor musunuz? En azından işaret verirseniz duyduğunuzu anlarım."

Delal Hanım hiçbir tepki vermeyip bir süre daha öylece durdu. Sonrasında ayağa kalktığında bana sırtını dönmüştü. Cevap vermemesi endişe etmeme neden olurken, onun beni duyamadığını düşündüm. İşitme engeli olabilirdi. Bunu yalnızca bir şekilde anlayabilirdim. Beni görmediği için düşme taklidi yaparak, "Ah!" diye bir ses çıkardım.

Delal Hanım hızlıca arkasına döndüğünde gözlerinde korku dolu bir ifade vardı. Beni duyabiliyor olmasına sevinirken dudaklarım yavaşça yukarıya kıvrıldı. Yüzümde, suç işlemiş küçük bir kızın mahcup gülümsemesi vardı. "Özür dilerim korkutmak istememiştim," dediğimde dudaklarımı ısırdım. "Gerçekten duyup duymadığınızı öğrenmek istemiştim çünkü siz konuşmayı ve duymayı reddediyorsunuz."

Yanına doğru yaklaştığımda gözlerinin içine derin bir duyguyla baktım. "İnsanlardan kaçmak için mi?" Beni onaylarcasına baktı. Karşımda gözleriyle konuşan bir kadın vardı. "Keşke yerinizde olabilsem," diye fısıldadım. "Çünkü insanın bazen kayıtsız kalası geliyor. Her şeye..." Elimdeki tepsiye bakışlarım düşerken kendi çay bardağımı ona uzattım. "Çayı çok sevmiyorum, o yüzden kendi bardağımı size bırakayım, ziyan olmasın. Rahatsız etmeyeyim daha fazla."

Delal Hanım'ın dudaklarının kenarında küçük bir hareketlilik olduktan sonra tepsideki uzattığım çay bardağını yavaşça kavradı. Onun almasıyla için rahatlarken, bu koskoca konağın içerisinde kendime yakın olan tek kişiyi bulmuş gibi hissediyordum.

Tepsiyi alıp terasa ilerlediğimde Barzan Ağa'nın tek başına oturduğunu gördüm. Konak geldiğimden beri sessizdi. Diğer aile fertlerini görememiştim. "Beklettim biraz kusura bakmayın," derken tepsiden çayı alıp önündeki sehpaya bıraktım. "Afiyet olsun."

Karşısına geçip oturduğumda ılık bir rüzgâr tenimi okşadı. "Ne konuşacaktın kızım?" diye sorarken çayından seslice yudum alıp bana baktı. "Yine oda meselesi diyeceksen—"

"Yok, onu demeyecektim," dedim, hızlıca araya girerek. "Oğlunuzla biraz soğuksunuz. Haddimi aşmadan sormak istedim. Yani bir haftadır tanıdığınız bana bile yakın davranıyorsunuz ama konu oğlunuz olunca hep çok sinirlisiniz."

"Ah benim ilk göz ağrım..." Derin bir iç çekti. "Yüreğimizin sızısı. Annesinin kurban olduğu oğlu." Yüzünde gülümseme oluşmuş çok geçmeden silinmişti. "Ah dinlemedi sözümü. Gitti, durmadı buralarda. O şimdi aşiretin başında, yanımızda olsaydı, hayatımız hiç böyle olur muydu?" diye sorarken daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Hiç sevmez buraları."

"Neden peki?" dedim. Onu buradan uzaklaştıran şeyi merak etmiştim.

"Karan biraz isyankârdı," dedi düz bir sesle. "Liseyi bile burada okumadı."

"O da mı İstanbul'da okudu?" diye sordum. "Hiç haberim yoktu..."

"Sen daha küçüktün pek hatırlamazsın," dedi Barzan Ağa. Ona dikkat kesilip küçüklüğümden bahsetmesiyle dinlemeye başladım. "Sürekli gelir onu bana şikâyet ederdin. Senin oğlun hiç yemin tutamıyor, sürekli oyunumuzu bozuyor, üstelik bir daha yapmayacağına dair söz vermişti, hem yemin bozan hem de oyun bozan! deyip dururdun. Karan küçüklüğünden asi ruhlu birisiydi."

"Hatırlamıyorum..." diye fısıldadım.

Barzan Ağa kafasını sallayıp, "Normal, sen daha çok küçüktün. Nasıl hatırlayasın? Baran ve Karan senden daha büyüktü, sen küçücük bir şeydin," dedi.

"Doğrudur..."

"Düşmanlık eskiden başlamıştı lâkin son yıllarda iyice körüklendi. Daha bu kadar kötü olmadan, düşmanlık iyice büyümesin, yatışsın diye bir sürü yol arardık. Oğluma dedim, Alakan aşiretinden kız alırsak iki büyük ailenin evliliğinden ortaya dostluk çıkar. Düşmanlık biterdi," dediğinde sesinde hüzün vardı. "Ona yıllar önce demiştim, dinlemedi beni. Çok ters bir çocuk, başına buyruktu."

Barzan Ağa konuşmaya devam etti. "Hemen karşı çıktı. Ben evlenmem, dedi." Oğluna kızdığı belli oluyordu. Fakat hiçbir cümlesinde oğlunun neden gittiğini söylemiyordu. Bu durum beni iyice meraklandırıyordu. "Kendi bildiğini yapacak illa. Karan daha büyük olduğu için onun evlenmesini istemiştik. Hem buralarda olursa günün birinde ağa olurdu." Kafasını yavaşça iki yana salladı. "Zaten Mervan Ağa' da, kızım yok, bizden başka kız da çıkmaz, demişti. Meğer kızı varmış, ölmemişsin baban seni bizden saklamış. O zaman senin varlığını saklamasaydı işler hiç bu kadar büyümezdi."

"Her şey olacağına varır," dedim sakinlikle. "Hayırlısı böyleymiş Barzan Ağa. Kime, ne diye kızabiliriz ki? Herkes kendi penceresinden haklı." Yine de oğluyla arasındaki meseleyi çözememiştim.

"Sizin çiftlikte küçüklük fotoğraflarınız var, bütün eski eşyaları oraya kaldırmıştık. Gittiğimizde bakarsın," demesiyle heyecanlanmıştım. Acaba annemin de fotoğrafları var mıydı?

"Ne zaman gideriz peki çiftliğe?"

"Haftasonu," dediğinde yüzümde olumlu bir ifade belirdi. "Biz bütün konak, her haftasonunu orada geçiririz."

"Tamamdır... Birkaç gün daha dayanabilirim sanırım..."

"Akşama kalabalık olacağız, misafirlerimiz geliyor," dedi Barzan Ağa. Sesi daldığım düşüncelerden beni ayrırken kirpiklerimi ona doğru kaldırdım. "Alakan konağını da çağıralım diyorum, senin için de uygun mu kızım?"

"Çağıralım," dedim sevinçle fakat sevincim kısa sürdü. "Çağıralım tabii de ben geleceklerine ihtimal vermiyorum," diye mırıldandım. "Akşam yemeği için yardım edilecek bir şey var mı bakayım ben o zaman. Benim de katkım olsun."

Çayından son bir yuduma alıp sehpanın üzerine bıraktığında, "İyi düşünmüşsün kızım," dedi. "Çay için de ellerine sağlık. Umarım bir gün oğlumla da böyle karşılıklı çay içtiğinizi görmek nasip olur." Ona gülümsemekle yetindiğimde oturduğum yerden ayağa kalktım ve boş çay bardağını tepsiye koyup yanından ayrıldım.

"Ne istediniz hanımım?" diyen Rojda'yla birlikte kendime gelirken elimdeki tepsiyi tezgâhın üstüne bıraktım.

"Bir şey istemiyorum Rojda," derken mutfağın çalışanları da bana dikkatle bakıyordu. "Akşam yemeği için içli köfte yapacağım. Misafir gelecekmiş."

"Yardım edeyim mi?" diye sordu Rojda. Gözlerinde yoğun bir endişe varken, diğer çalışanların ondan bir farkı yoktu.

Kaşlarımı hafiften çattığımda, "Niye öyle bakıyorsun? Yapamaz mıyım?" dedim.

Rojda bakışlarını kaçırıp dudaklarını dişlediğinde, "Şey hanımım," dedi.

Bana 'hanımım' derken o kadar tatlı oluyordu ki, o her 'hanımım' dediğinde yanaklarını sıkasım geliyordu. Üstelik aynı zamanda beni çok yaşlı hissettiriyordu.

"Ney Rojda?"

"Yapacak gibi durmuyorsunuz hiç."

"Yemek yapmakla çok aram yok Rojda ama içli köfteyi babam için özellikle öğrendim. Öğrenene kadar canım çıkmıştı," diye hayıfladığımda kaç köfteyi ziyan ettiğimi mutfaklar bilirdi. Hemen kolayca öğrenememiştim çünkü pratik isteyen bir yemekti. "Onun için yapacağım. Kızartılmış, çok sever. Annem de yaparmış..."

Mutfağın çalışanları da bana yemek konusunda yardımcı olurken çoğu şeyi çekinmeden onlara sormuş, çok fazla günümü mutfakta geçirmeden istediğim gibi içli köfteleri yapmıştım.

Hava tamamen karardığında avluya büyük bir masa hazırlanmıştı. Son köfteleri de kızartma tenceresinin içinden aldığımda tabağın içine özenle dizdim.

"Hepsi hazır..." derken sırtımda yoğun bir ağrı kendini belli etti. Çok fazla terlemiş, alışkın bir muftak olmadığım için kendime rahat bir alan bulamamıştım. Rojda yanı başımda dururken tabağı ona doğru uzattım. "Tadına bakar mısın Rojda? Ben baktım ama ilaçlardan ağzımın tadı değişmiş, pek emin olamadım."

Rojda, "Bakayım hemen," dediğinden içinden bir adet aldı ve dudaklarına götürdü. Tepkisini incelerken yüzünde memnun bir ifade belirdi. "Ellerinize sağlık, çok lezzetli olmuş," derken bakışları tabakta kalmıştı.

"Gerçekten mi? Bak doğruyu söyleyebilirsin," dedim.

"Gerçek diyorum hanımım, tadı tuzu her şeyi yerinde."

Mutfağın kapısının önünden giden küçük çocuğu gördüğümde vakit kaybetmeden seslendim. "İsmet buraya gel!"

İsmet mutfağa doğru baktığında iri gözleri benimle buluşunca koşar adımlarla yanıma doğru geldi. "Efendim Marin abla," dedi. Annesinden sonra benimle konuşmaya çekiniyor gibiydi.

"İçli köfte yaptım yer misin İsmet?" diye sorarken ayırmış olduğum tabağı ona uzattım.

İsmet önce dışarıya baktı. Sonra konağın pencerelerine doğru baktı. En sonda etrafına baktıktan sonra, "Birazcık karnım acıkmıştı, yerim," dedi. Mutfaktaki masaya geçip oturduğunda onun için bir tabak hazırlamış, bir de ayran yapmıştım.

Rojda uyarır bir tonda, "İsmet yavaşla, akşama misafire bir şey kalmayacak," dedi.

İsmet bir yandan kafasını sallarken, "Parmaklarımı yiyeceğim," dedi. "Çok güzel olmuş."

Soğuk soğuk terlemelerim ve titremelerim gitgide artarken midemdeki sıvının kaynamasıyla kendimi daha fazla tutamamıştım. Başımın dönmesi bana yardımcı olmazken koşar adımlarla zemin katta duran tuvalete doğru ilerledim. Klozete tam zamanında gelirken öğürmeye başladım.

Bugün doğru düzgün bir şey yemediğim halde, sabah konakta yaptığım bütün kahvaltıyı çıkarmıştım. Tamamen kustuktan sonra geriye doğru çekilip elimi yüzümü yıkadım ve sifona bastım. Dışarıya çıkmamla birlikte Rojda kapıda beni bekliyordu.

Endişeyle bana bakarken, "Hanımım iyi misiniz?" diye sordu.

"Bugün çok koşturdum ondan biraz halsizleştim sadece," diye açıklama yaptığım sırada, "İlaç—" demeye kalmadan tekrar midemin bulanmasıyla kendimi tuvalette buldum.

Tenim buz kesilirken halsizliğim daha çok artmıştı. Titreyen parmaklarımla yüzümü yıkayıp aynadan kendime baktım. Öksürüğüm kesilmişti ama mide bulantım kesilmemişti. "Emrullah Bey'e söylüyorum arabayı hazırlasın," diye seslendi Rojda. "Hastaneye gidelim hanımım."

Bir daha kusmayacağıma emin olunca elimi yüzümü yıkayıp tuvaletten dışarıya çıktım. "Hayır hayır," dedim. Bakışlarım kaldığım odaya doğru çevrildi. "Biraz dinlensem geçer. Yemek zamanı beni çağırırsın. O zamana kadar odamdayım ben."

Rojda söylediklerime çok emin olmasa da yine de odama gitmeme bir şey dememiş, benimle birlikte gelmişti. Üstüme rahat kıyafetler giyip yatağın içerisine girdim ve biraz uyumak için gözlerimi kapattım.

Saatler geçtiğini hissederken ağzımın içi kurak alan gibi kupkuruydu. Kapının tıklatılması uykumun açılmasına neden olurken yatağın içerisinde yavaşça döndüm. Işık kapalı olduğu için içerisi zifiri karanlıktı. Rojda kapının arkasından, "Hanımım gelebilir miyim?" diye seslendi.

Yataktan doğrulduğumda sırtımı soğukluk kapladı. Terlemiştim ve üstümdeki kıyafetler ıslanmıştı. Güçsüz bir sesle, "Gel Rojda," diye bağırdım. Onun içeriye girmesiyle birlikte bakışlarımı buluştu. "Babamlar geldi mi?"

Kafasını iki yana salladığında bana üzgün bir şekilde baktı. "Mervan Ağa henüz gelmedi ama diğer misafirler ve Karan Ağa konağa giriş yaptı," dediğinde yataktan çıktım. Üstüme ince bir hırka alıp kapıya doğru ilerledim. "Yemeğe inecek misiniz?"

"Gelen misafirler kim Rojda? Tanıdığım birileri mi?" diye sorarken merakla baktım.

"Veteriner hekim var, Sidal Aladağ diye bir kadın. Sizinle tanışmak ister, durur. Bizim hayvanlara da hep o bakar. Milan aşiretini de pek sever, bu gece onlar davetliymiş. Buraların Karan Ağa'dan sonra sevilen ağası var. Miran Ağa, o da Sidal Aladağ neredeyse oradadır," dediğinde hafifçe kıkırdadı.

"İkisi sevgili mi?" diye sordum.

Kafasını iki yana salladı. "Miran Ağa'nın Sidal'e olan hayranlığını herkes bilir fakat Sidal Aladağ pek yüz vermez, hanımım. Hem..."

"Hem?"

"Benden duymuş olmayın ama Jandarma Komutanı Yüzbaşı Arhan varken Miran Ağa'nın hiç şansı yok."

"Yemeğe komutan da geldi mi?"

"Gelmez mi, Karan Ağa'nın arkadaşıymış. O da davetliydi. Siz hariç herkes var, hanımım. Siz de katılın," dediğinde hüzünle baktı. O masada olmak için sabırsızlanmıştım fakat midem buna izin vermiyordu.

"Şu an her şeyden tiksiniyorum, midem çok bulanıyor. Sen bana mide bulantısını kesecek bir şeyler bulabilir misin?" derken kafamı olumsuz anlamda salladım. "Yemeğe hasta olduğum için katılamayacağımı da iletir misin?"

Odamdan çıkıp taş merdivenlere doğru ilerledim. Avlu buradan gözüküyordu. Barzan Ağa yüzünde güleç bir ifadeyle misafirleri selamlarken, "Ne iyi yaptınız geldiniz!" dedi. "Geçin, geçin ayakta kalmayınız!"

"Gelinin yok mu Barzan Ağa?" diye sordu içlerinde en yaşlı olan adam.

"Gelinim de şimdi buralar da olur. Konağımızın çiçeğidir kendisi," dedi keyifle Barzan Ağa. "Gelecekseniz diye bütün yemekleri kendisi yaptı." Yemekleri değil sadece içli köfteyi ben yapmıştım...

Rojda konuşanları bölmeden onların yanına ilerlediğinde Barzan Ağa'nın tarafına geçip, "Ağam," diye seslendi.

Barzan Ağa, Rojda'yı buyur ettiğinde kulağına doğru kimsenin duymayacağı bir tonda konuştu. Barzan Ağa geri çekildiğinde, "Hastane?" dedi.

"Yok ağam," dedi Rojda.

Barzan Ağa kafasını salladığında Rojda geriye çekildi ve masadan ayrıldı. Onun mutfağa gidişine bakarken Barzan Ağa, eline kaşığını alıp, "De hayde başlayalım yemeğe," dedi. Konaktakilerin hepsinin sandalyelere yerleştiğini gördüğümde, Barzan Ağa masanın bir ucunda Karan masanın diğer ucunda oturuyordu.

Karan'ın tam yanında bulunan sandalye boş bir şekilde duruyordu. Elaya vurgun bakışları kısa bir anlığa boş sandalyeye düştü. Merakla beklerken Barzan Ağa çorbasına kaşığını daldırdı, Karan babasına doğru yavaşça başını kaldırıp baktı.

''Beklemeyecek misin Barzan Ağa?'' diye sorduğunda, ne için bekleyeceklerini anlamamıştım. Kaşlarım çatılı bir halde bakarken yukarıya yanıma Rojda gelmişti.

Benim anlamsız bakışlarıma karşılık, ''Sizi soruyor hanımım," dedi Rojda. "Siz olmadan sofraya başlamamaları gerekiyor, hanımağa olduğunuz için.''

"Birkaç gündür yemeğe doğru dürüst oturamadım. Her seferinde beni sordu mu?"

''Evet sordu, hanımım.''

Barzan Ağa oğluna bakmadan dudaklarını aralayıp, ''Mazereti var kızımın, bu akşam onsuz yiyeceğiz. De hayde başlayın yemeğinize," dedi.

Karan, önündeki çorbasına baktığında dişlerini sıktı. Çenesi kasılırken, ''Bu son,'' dedi. ''Söyleyin ona, yarın sabahtan itibaren sofrada olacak. Diğer herkes nasıl oturuyorsa, o da oturacak.''

Ona, o, bu, şu değil.

Adım Marin.

Adımı bile diline almak istemiyordu. Nasıl bir nefretin esiri olduysa, gözleri tamamen kör olmuştu.

Asker üniformalı adamın yanında oturan kadını gördüğümde Sidal olduğunu tahmin etmiştim. Onun diğer yanında ise gözlerini ondan alamayan bir adam daha vardı. Üçü de tahmin ettiğimden gençti. Bir süre onları izlerken, Miran dedikleri adamla, Sidal bir şeyler konuşup durmuş, asker olan Arhan ise onlara öfke içinde bakıp durmuştu. İki adamın birbirinden haz etmediği belliydi. Kadının kısa bir anlığına askere olan bakışlarını gördüğümde yüreğim ısınmıştı.

Herkes çorbasını bitirdikten sonra ana yemeklerden tabağına almaya başladı. Karan da tabağına içli köfteden alırken bakışları ilk oturduğu andan itibaren içli köfteye kayıp duruyordu. "Normalde hep haşlama yapardınız," dedi Karan. "Ne değişti?"

"Bu sefer de böyle olsun dedik," dedi Behiçe Hanım.

Karan iştahlı bir şekilde ağzına içli köfteyi attığında hızla çiğnedi. Çiğnedikçe yüzündeki ifade kötüye doğru değiştiğinde kaşlarımı çattım. Fevri bir hareketle peçete aldığında ağzındakilerini peçeteye çıkardı. "Ne var bunun içinde? Kim yaptı bunu?" diye sorduğunda yaptığı hareketten ötürü moralim bozuldu.

"Marin gelin yapmıştı..." dedi Behiçe Hanım.

Bejna oturduğu yerden kalkıp diğer uca doğru geçti. Yüz ifadesi bir hayli kötü olan Karan'ın yanında durduğunda, "Karan iyi misin?" diye sordu. Ona fırsat doğduğunu hissederken Gülnarin Hanım'la birlikte birbirlerine baktılar.

Karan önündeki tabağı ittirdiğinde, "Kaldırın şunu," dedi. İçli köftelere tiksintiyle bakıyordu.

"Çok kötü olmuş değil mi?" dedi Bejna. Çalışanlara Karan'ın tabağını uzattı. "Beceriksiz, hiçbir şeyi yapamıyor."

"İyi de bunun beceriksizle bir alakası yok ki, Bejna. Ya tutturamazsın, ya pişiremezsin ya da tatsız tutsuz yaparsın. Bunun içinde direkt bambaşka bir şey var," dedi Sidal sert bir tonda konuşurken. Gördüğüm en sert yüz hattına sahipti Sidal. Sofra boyunca hiç güldüğünü görmemiştim. "Bilerek yapılmış yani."

İsmet masadaki içli köftenin tadına bakıp çok geçmeden dudaklarını araladığında, "Kötü değildi! Çok güzeldi, Marin ablam bana yedirmişti. Bu onun yaptığı değil!" dedi.

Asmin Hanım küçük oğlunu zaptetmeye çalışırken, "Sus İsmet, büyükler varken konuşulmaz," dedi.

İsmet annesi Asmin'e baktığında kafasını salladı. "Dayê vallahi bunu Marin abla yapmadı! Yemin ederim bu Marin ablamın yaptığı köfte değil!" dese de kimse dinlememişti.

Bejna, koyu gözlerini ilgiyle kırparken, "Çorbayı ben yapmıştım Karan," dedi. Yeni getirilen tabağın içinde çorba vardı. Hemen önüne koyduğunda parmaklarını Karan'ın omzuna yerleştirdi. "Domates çorbası, sen seversin. Bundan iç, ağzının tadı yerine gelsin."

Karan ona teşekkür ettikten sonra çorbadan içmeye başladı. Dudaklarımın titremesi azalmazken Bejna'nın neler yapmaya çalıştığını anlamaya başladım. Kaleyi içten fethetmeye çalışıyordu. Yokluğum ona fazlasıyla fırsat doğuruyordu.

Rojda kaşla göz arasında gidip gelirken elinde benim hazırladığım tabak vardı. Tabağa hiç dokunulmamıştı. Masada bir başka tabak daha varken merakla, "Ne oluyor Rojda?" dedim.

"Masadaki içli köfteler çok kötü hanımım. Neredeyse hepsi zehir gibi. İnsanın dilini yakacak kıvamda," dediğinde kimsenin yemediğini gördüm. "Hepsini çöpe döktüler. Sanırım sizden sonra biri yaptıklarınızla değiştirdi. Bu sizin tabağınız, hiç dokunulmamış, masaya da götürülmemiş."

Bilmiş bir tavırla, "Bejna değiştirmiştir..." dedim. "Kim olacak başka?"

Bejna benimle daha çok uğraşacak gibi gözüküyordu. Bir an önce toparlanıp benimle uğraşamayacağını ona bildirmem gerekiyordu ama önceliğim konak olayları değildi. Derin bir nefes alıp verdim. "Ben yatıyorum, daha çok fenalaşacağım yoksa."

"Ben gerçeği söylerim hanımım merak etmeyin," dedi Rojda. "Tabakların değiştirildiğini bilsinler. Sizin yaptığınız yemeği kötü sanıyorlar."

"Uğraşma Rojda. Sen onu bir kutuya koyup paketle ve başına bir şey gelmediğinden emin ol. Yarın babamlara ziyarete gideceğim, oraya götürürüm."

Rojda söylediklerimi onayladıktan sonra beni tek başıma bırakıp gitmişti. Odaya geçtiğimde bedenimin titremesi azalmıştı. Biraz sakinleşmek için yatağın kenarında öylece oturdum.

Duyduğum tıkırdı sesleriyle yataktan hızlıca doğruldum. Karan odaya geliyorsa, onunla konuşacaktım. Bu iş fazla uzamıştı ve ikimiz arasındaki meseleyi daha fazla büyümeden çözmek istiyordum.

Saten geceliğimin üstüne sabahlığımı giydim ve saçlarımı dışarıya çıkardım. Kapıyı çok ses çıkarmadan araladım. Koridorda ilerlediğimde, açık olan kapıyı ve dışarıya sızan loş ışığı gördüm.

Karan çalışma odasındaki koltuğunda oturuyordu. Tekerlekli koltuğunu döndürmüş, arkası bana dönüktü. Üzerinde hâlâ takım elbisesi vardı, ceketini çıkarmış, siyah gömleğiyle duruyordu.

Tam ona seslenmek üzereyken telefonla konuştuğunu gördüm. "Doğru anladım değil mi? Mahinev Altuna diye birisi yok?" dediğinde harelerim genişledi. Beni gerçekten Mahinev Altuna sanıyordu. Halbuki ben onun karısı Marin Alakan Milan'dım.

Karan aceleyle, "Hayır, hayır. Merak etme," dedi. "Bu hattımı kimse bilmiyor. Kendi adıma satın almadım. Telefonlarım dinleniyor zaten. Bu çağrıda güvendeyiz."

Dakikalar boyunca sessiz kaldı. "Evet evliyim artık..." diye mırıldandı.

"Saçma saçma konuşma," dedi sinirlenirken. "Bende bir emaneti var. O zaman Oğuz denen herife bu emaneti veremem çünkü güvenilir bir ayak değil. Ona ulaşacağından emin olamam eğer ona verirsem."

Elini ritimli bir hareketle dizine vurdu. "Nikâhlıyım diyorum, oğlum. Kadını bugün Midyat'ta gördüm ama iki kelimeden fazla konuşamadım. Konuşamam. İkimiz de evliyiz artık."

En azından nikâhlı olduğunun farkındaydı.

Lâkin beni, benimle aldattığının farkında bile değildi.

Karan aniden sessizleşti. "Hatta kal, diğer telefonumda çağrı var. Onu yanıtlamam lazım." Çok geçmeden tekrar konuşmaya başladı fakat hiç olmadığı kadar sertti. "Hayır uyumuyordum, ne oldu? Ne demek sevkiyatta sıkıntı var?"

Sandalyenin tekerliğini sertçe itmesiyle geriye doğru çekildim. "Sikerim böyle işi! Ne diyorsun lan sen? Bana bahane üretme Tuncay! Karan Milan'ın tırı olduğunu nasıl bilmez? Bilecek!" Kısa bir es verdi. "Karan abim seni çağırıyor diye ilet. Tıra el koymasının hesabını ben alayım," dediğinde az önce ılımlı konuşan adamdan eser kalmamıştı sanki. "Mekâna geçin siz. Beni durumdan haber edersiniz. Bu hatasını affetmeyeceğimi, bana yapılan yanlışın affı olmadığını söyleyin. Hadi eyvallah."

Karan ne iş yapıyordu? İstanbul'da gece mekânı vardı. Başka? O gece mekânda görüştüğümüz Taylan ve Cenk ondan haz etmiyordu. Yürek sızısı Karan, ne olduğu belirsiz. Karanlık işlerde, mafya diyen de var, ağam, paşam da, demişti Cenk.

Kafamı uzatıp ona baktım, avucunun arasında duran kartı yukarıya kaldırdı ve inceledi. Gözlerimi kısıp ne olduğuna baktığımda gördüğüm manzara karşısında gözlerim irileşmişti. Vesikalığımın olduğu sahte kimliğim elinin arasındaydı.

Karan Milan deli gibi Deniz Kızı'nı arıyordu. Elinde sahte kimliğimle, adımı öğrendiğini sanırken çok geçmeden bu ismin sahte olduğunu öğrenmişti.

''Kimsin sen, Deniz Kızı...'' diye mırıldandı dişlerinin arasında. ''Kimsin?''

Sessiz adımlarla odaya geçtiğimde kapıyı kilitledim ve telefonumun başına geçtim. Duyduklarıma şaşırmadan edememiştim. Karan hakkında az çok bilgiye sahiptim fakat bunların çoğunun Cenk'in uydurması sanıyordum. Söyledikleri doğru muydu?

Bir şeyler öğrenebileceğim tek kişi Elfida'ydı. Hiç beklemeden onun numarasını tuşladım ve çağrıyı yanıtlamasını bekledim. "Efendim çilek reçelim?" dedi Elfida.

Sakin tutmaya çalıştığım sesimle, "Müsait misin Elf?" dedim. "Evet, söyle bir tanem," dedi Elfida.

Çok uzatmadan direkt konuya girerek, "Bir isim soracaktım sana," diye fısıldadım. "Karan Milan hakkında bir şeyler duydun mu hiç?" O gece sarhoş olmuştu. Konuşulanların çoğunu hatırlamıyordur bile.

Elfida kısa bir süre sonra, "Duydum evet," dedi. "Çok tehlikeli bir adam, Marin. Söylenenlere göre kendisi yeraltıyla meşgul. Mafyalar işte, mekânları normal bir yer gibi gözükür arka planda işler bambaşkadır."

"Mafya mı..." derken göğüs kafesim yükseldi.

"Niye sordun? Anlat hemen, orada karşılaştın mı yoksa? Uzak dur bu adamdan, peşini bırakmaz. Ne işin var bu adamla?"

Bana uzak dur dediği adamla resmî bir nikâhla evlenmiştim. Üstelik bunu isteyen de bendim. Bakışlarım onun odasında gezerken ondan ne kadar uzak durabilirdim ki?

"Bir işim yok," dedim sakince. Sesim çığlık çığlığa tehlike sinyallerini bağırıyordu. "Sadece bir yerde ismini gördüm ve aklıma takıldı. Seni de rahatsız ettim, sormasam uyuyamayacaktım. Sabah erken kalkacağım."

"Marin..." dedi Elfida. "Kaçamak cevaplar verdiğini anlamadım sanma. Yürek sızısı mı kalp ağrısı mı her neyse, karşı karşıya bile gelme. Sana bir şey olmasını istemiyorum."

"Elfida, merak etme. Bir şey olduğu yok," diyerek seslice esnedim. "Kapatıyorum, sütlü lattem. İyi geceler. Çok öptüm seni."

İşler iyice sarpa sarıyordu. Karan Milan, gerçekten bir mafya mıydı? Ben kiminle evlenmiştim?

Bölüm sonu.

Evettttt, bir şeyler fark ettiniz mi?
Sidal Aladağ...
Jandarma komutanı Yüzbaşı Arhan...
ve Miran Ağa...
Çok yakında sizlerleyiiiiiz
aşırı güzel bir kurgu olacak
takipte kalınız 🍁

Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

SAKA VE SANRI Od Maral Atmaca

Všeobecná beletria

19.5M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
Güneş Kapanı Od Mizena

Všeobecná beletria

13.3K 1.1K 29
Üstün zekalı bir tıp öğrencisi olan Anı, çekmemesi gereken birtakım fotoğraflar çeker ve bunun sonucunda peşine takılan adamları atlatmaya çalışır. K...
779K 46K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
526K 25.4K 34
Seni zihnime davet ediyorum. Bu kitabı açtığın an bir ruhun kesesinde büyümeye başlayacaksın. Seni acımla, gözyaşımla büyüteceğim. Bazen dayanamayıp...