DÜŞLER AĞIDI

By zanegzo

22.8M 1.3M 2M

𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı. ❝Bir düş, bin ağıt.❞ Marin Alakan çok küçük yaşlardayken doğduğu topraklardan ayrılmak... More

DÜŞLER AĞIDI
Bilgilendirme
GİRİŞ
☾ BÖLÜM 1 ☽
☾ BÖLÜM 2 ☽
☾ BÖLÜM 3 ☽
☾ BÖLÜM 4 ☽
☾ BÖLÜM 5 ☽
☾ BÖLÜM 7 ☽
☾ BÖLÜM 8 ☽
☾ BÖLÜM 9 ☽
☾ BÖLÜM 10 ☽
☾ BÖLÜM 11 ☽
☾ BÖLÜM 12 ☽
☾ BÖLÜM 13 ☽
☾ BÖLÜM 14 ☽
☾ BÖLÜM 15 ☽
☾ BÖLÜM 16 ☽
☾ BÖLÜM 17 ☽
☾ BÖLÜM 18 ☽
☾ BÖLÜM 19 ☽
☾ BÖLÜM 20 ☽
☾ BÖLÜM 21 ☽
☾ BÖLÜM 22 ☽
☾ BÖLÜM 23 ☽
☾ BÖLÜM 24 ☽
☾ BÖLÜM 25 ☽
☾ BÖLÜM 26 ☽
☾ BÖLÜM 27 ☽
☾ BÖLÜM 28 ☽
☾ BÖLÜM 29 ☽
☾ BÖLÜM 30 ☽
☾ BÖLÜM 31 ☽
☾ BÖLÜM 32 ☽
☾ BÖLÜM 33 ☽
☾ BÖLÜM 34 ☽
☾ BÖLÜM 35 ☽
☾ BÖLÜM 36 ☽
☾ BÖLÜM 37 ☽
☾ BÖLÜM 38 ☽
☾ BÖLÜM 39 ☽
☾ BÖLÜM 40 ☽
☾ BÖLÜM 41 ☽
☾ BÖLÜM 42 ☽
☾ BÖLÜM 43 ☽
☾ BÖLÜM 44 ☽
☾ BÖLÜM 45 ☽
☾ BÖLÜM 46 ☽
☾ BÖLÜM 47 ☽
☾ BÖLÜM 48 ☽
☾ BÖLÜM 49 ☽
☾ BÖLÜM 50 ☽
☾ BÖLÜM 51 ☽
☾ BÖLÜM 52 ☽
☾ BÖLÜM 53 ☽
☾ BÖLÜM 54 ☽
☾ BÖLÜM 55 ☽
☾ BÖLÜM 56 ☽
☾ BÖLÜM 57 ☽
☾ BÖLÜM 58 ☽
☾ BÖLÜM 59 ☽
☾ BÖLÜM 60 ☽
☾ BÖLÜM 61 ☽
☾ BÖLÜM 62 ☽
☾ BÖLÜM 63 ☽
☾ BÖLÜM 64 ☽
☾ BÖLÜM 65 ☽
☾ BÖLÜM 66 ☽
☾ BÖLÜM 67 ☽
☾ BÖLÜM 68 ☽
☾ BÖLÜM 69 ☽
☾ BÖLÜM 70 ☽
☾ BÖLÜM 71 ☽
☾ BÖLÜM 72 ☽
☾ BÖLÜM 73 ☽
☾ BÖLÜM 74 ☽
☾ BÖLÜM 75 ☽
☾ BÖLÜM 76 ☽
☾ BÖLÜM 77 ☽
☾ BÖLÜM 78 ☽
☾ BÖLÜM 79 ☽
☾ BÖLÜM 80 ☽
☾ BÖLÜM 81 ☽
☾ BÖLÜM 82 ☽
☾ BÖLÜM 83 ☽
☾ BÖLÜM 84 ☽
☾ BÖLÜM 85 ☽
☾ BÖLÜM 86 ☽
☾ BÖLÜM 87 ☽
☾ BÖLÜM 88 ☽
☾ BÖLÜM 89 ☽
☾ BÖLÜM 90 ☽
☾ BÖLÜM 91 ☽
☾ BÖLÜM 92 ☽
☾ BÖLÜM 93 ☽
☾ BÖLÜM 94 ☽
☾ BÖLÜM 95 ☽ ☾ FİNAL ☽

☾ BÖLÜM 6 ☽

317K 20.7K 38.1K
By zanegzo

6. BÖLÜM
YEMİN

Güneş ışığı yüzüme arsızca çarparken, tenimi kamçılayan sıcaklık terlediğimi hissettiriyordu. Bugün hayatımın tamamen değişeceği günün ilk sabahıydı. Bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmek, işleri zorlaştırıyordu. Yarın sabah evli bir kadın olarak gözümü açacaktım.

"Bu gürültü ne?" diyerek yataktan doğruldum. Halamların sesi geliyordu. Birkaç kere daha öksürdüm, sesim gerçekten çıkmıyordu. Acilen sıcak bir şeyler içmem gerekiyordu. Üstümü değiştirip odanın kapısını açtığımda hiç görmek istemediğim insanları görmüştüm.

Dila halam beni görmesiyle birlikte yüzünü buruşturdu. Ağzının içerisinde tatsız bir sesle, "Günaydın İstanbullu," dedi. "Hiç kalkmayacaksın sandık. Sen hep böyle geç mi kalkıyorsun?"

Bir anda küçücük bir şey şimşek hızıyla merdivenlerden çıktığında halam çığlık attı. "Bak yine bu kedi buraya mı girdi?" diyerek kızgınlıkla sordu. "Rozerin ben sana kediyi poşete koyup uzağa götür at demedim mi?!"

"Anne valla aldım götürdüm, geri gelmiş," dedi Rozerin.

"Kediyi poşete koyup uzağa mı götürdünüz? Şaka mı yapıyorsunuz siz?" derken kedinin olduğu yere yürüyüp nerede olduğuna bakındım. Küçücük bir şeydi ve sinek gibi oradan oraya adeta uçuyordu. "Koskoca konakta küçücük kedi size mi battı?"

Dila halam bilmiş bir tavırla, "Sen burada yaşamıyorsun İstanbullu," dedi. "Ağzında fare tutup getiriyor. Mutfaklara kadar girip fareleri dolaştırıyor. Tüy dökmesinden hiç bahsetmiyorum hele, ben kendime zor bakıyorum bir de kediyle mi uğraşacağım?"

Rozerin kediyi yakalamaya çalışıyordu. Kedi ürkek bir ifadeyle dişlerini gösterip dururken aynı zamanda titriyordu. "Bırak Rozerin," dedim, kediyi korkutmadan yaklaşmaya çalışarak. "Kediyi alıp besleyeceğiniz yerde, Allah'ın dilsiz kuluna sahip çıkacağınız yerde bir de eziyet ediyorsunuz." Elimi uzatıp parmaklarımı yere vurarak dikkatini çekmeye başladım. "Gel buraya pisi pisi."

Kedi elimde bir şey var sanıp daha doğru düzgün üstünde duramadığı patileriyle bana yaklaştı. Dilini çıkartıp elimi yalarken miyavladı. "Küçücüksün ama sen..." dediğimde onu avuçlarımın arasına aldım. Miyavlaması daha çok arttı. "Yeni mi doğdun? Annen nerede senin?"

Dila halam bana kınayıcı bakışlar atarak bakarken kediyle bu denli konuşuyor olmamdan hoşnut değildi. "Anası öldü, halası var," dedi.

"Halası dikkat etsin o zaman, bir ayağı çukurda zaten. Kim vurduya gitmesin," dedim, lafımı esirgemezken.

"Nikâhı olan sen misin biz mi anlamadık ki!" dedi Dila halam. Kızacak bir şey bulamamış gibi konuyu nikâha getirmişti. "Daha hazırlanacaksın! Birkaç saate evleniyorsun İstanbullu!"

Kediyi kucağıma yerleştirirken merdivenlere yöneldim. Mutfakta onun için yiyecek bir şeyler mutlaka vardır diye düşünüp oraya geçtim. "Gel sana yiyecek bir şeyler bulalım," dedim, halamın söylediklerini takmazken. Kedinin bir gözü tamamen kapanmak üzereydi. "Gözüne ne oldu? Mikrop mu kaptın?"

Dila halam merdivenlere doğru yanaşıp tiz çıkan sesiyle, "Kime diyorum ben?!" dedi. "Babana şikayet ettirme bana, git hazırlan diyorum, sen kedi köpekle uğraşıyorsun."

"Ne yapıp yapmayacağımı size soracak değilim! Ne yapıp yapmayacağımı da siz söyleyecek değilsiniz!" dedim öfkeyi kuşanmış sesimle avazımın çıktığı kadar bağırdım. Mutfaktan içeriye doğru çalışanlara seslendim. "Ben sıcak bir şeyler istiyorum bir de soğuk algınlığı için hap varsa çok iyi olur, çardakta olacağım oraya getirirsiniz," derken sesimi halamın da duymasını sağladım.

Kediyle birlikte avlunun orta yerinde duran çardağa doğru ilerleyip onu kucağıma aldım ve oturdum. Kedinin bir şeyler yemesini sağlarken bir yandan ıslanan tüylerini okşuyordum. Telefonumu elime alıp Elfida ile mesajlaştım. Staj dışında hiçbir yere göndermiyorlarmış, ondan yakınıp duruyordu. Benim şu an ne durumda olduğumdan haberi yoktu.

Tanıdığım bir avukatı arayıp, "Evlilik sözleşmesi hazırlatmak istiyorum," dedim. Her şey kontrolümün altında olacaktı, evliliği isteyen bendim. Kendimi de korumaya alacaktım.

Nikâh saati yaklaşırken ruhum gitgide daralmaya başlamıştı. Hazırlanmamak için o kadar çok oyalanmıştım ki en sonda eve gelen çalışanlardan dolayı misafir odasına çıkmak zorunda kalmıştım.

"Kuaföre falan hiç gerek yoktu..." diye mırıldandığımda bir ekip geldiği için gönderip göndermemekte kararsız kalmıştım.

Kuaför malzemelerini ortaya çıkaran kadın hoş bir sesle, "Bizi kaynananız Behiçe Hanım gönderdi," dedi. "Sizi nikah için hazırlayacağız."

Saçım çok abartı olmayacak şekilde önce fön çekilmiş sonrasında uçlarına şekil verilmişti. Makyajım gözlerimi ortaya çıkarak şekilde yapıldığında kendimi tamamen onlara bırakmıştım. Üç kişi harıl harıl beni nikaha hazırlamak için çalışıyordu.

Tırnaklarıma rakı beyazı oje sürülüp parmaklarıma altın yüzükleri takmak üzereyken, "Bunları takmak istemiyorum," dedim. Ardından bir sürü takı seti ortaya çıkarken hepsi takmam için beni bekliyordu.

"Olmaz," dedi, çalışan kadın. "Bunlar kesin takmanız gerekenlermiş."

Bileklerime takılan pırlantalara izin verip diğerlerini takmayacağımı keskin bir dille belli ettim. "Tek bir kolye takacağım o da annemin kolyesi olacak. Diğerlerini kaldırabilirsiniz."

"Bilezikler ve altın küpeleri takmamıza izin verin bari," derken bana mahcup bir şekilde bakıyorlardı. Onları takarsam yürümeyeceğimden korkuyordum. Boynuma takmak istediği kolye değildi ki, resmen kocaman bir avizeydi. Yüzümdeki ifadeden kesinlikle takmak istemediğimi anlayınca daha fazla zorlamadılar ama kendi içlerinde Behiçe Hanım'ın bu duruma kızacağını söyleyip duruyorlardı.

Büyük bir paketi odaya getirdiklerinde iki kişi anca taşıyordu. "Gelinliğiniz burada," diye konuştuğunda kaşlarım havaya kalktı. Çok ünlü bir markanın oldukça pahalı bir koleksiyonundan gelinlikti.

Oturduğum yerden kalktığımda misafir odasında bulunan dolabın kapağını açtım. Elbiseyi göstererek, "Hayır burada," dedim. Nikah için meydandaki mağazadan beyaz bir elbise almıştım. Saten, degaje yaka ve oldukça sadeydi. "Nikah için sade bir elbise almıştım."

"Duvağınız siyah mı?"

"Evet," dedim.

"Kendi isteğinizle evlenmiyor musunuz?" Bana doğru yaklaştığında sesini kıstı. "Eğer yardım istiyorsanız..."

"Hayır hayır," dedim sevecen bir tavırla. "Merak etmeyin, sadece yas tutuyorum."

Üstümü giyindiğimde en son annemin kolyesini takmıştım. Saçımı ve makyajımı yaparken bir şey olmaması için çıkarmış bütün işlem sürecinde elimde tutmuştum. Aynadan kendime baktığımda çehremde yer edinen hüzün beni terk etmiyordu. Bileğimde zarif bir pırlanta, boynumda annemin kolyesiyle tamamlanmıştı. Ayağımda elbisemin rengine eş değer bir stiletto vardı. Uzun ince topuğu sayesinde beyaz elbiseyi kaldırmıştı. Duvağı da başıma geçirdiğinde siyah olması görüş açımı bir hayli azaltmıştı.

Odanın kapısı yavaşça tıklatıldı. "Marin?" diye seslenen kişi abimdi. Kaşlarımı çattığımda onun konakta ne işi olduğunu anlayamamıştım. Sanırım nikah için tatillerine ara vermişlerdi. "Hazır mısın?"

"Hazırım," diye seslenip adımlarıma dikkat edip yürümeye başladım.

Kapıyı açmamla birlikte ilk karşımda babam vardı. Benden daha üzgün duruyordu. Beni yavaşça kendine doğru çektiğinde duvağın üzerinden alnıma dudaklarını bastırdı. "Söylediklerimi sakın unutma Marin," dedi, ilgi dolu bir sesle.

"Unutmam," diye fısıldadım. Sesimden acının tonları akıyorken ona son kez sarıldım. "Sen de beni unutma."

Bakışları arkaya doğru döndü ve kaşlarını kaldırdı. "Sana verdiklerimi neden almadın?" diye sorduğunda kızmışa benziyordu.

"Benden öyle kolayca kurtulmak yok, Mervan Ağa!" dedim. "Başım sıkıştığında vermiş olduğun arabaya, konağa, parayı değil seni istiyorum ben seni! Öyle evlenince benden kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun!"

İçi rahatlamış gibi gözükürken, "Yine de onlar senin hakkın," dedi.

"Hepsini çalışarak kazanabilirim," dedim kısık bir sesle. "Ne yaparsam yapayım ne senin ne de abimin sevgisini kazanamam. Benim ihtiyacım olan da bu. Para pul mülk değil ailemi istiyorum ben, artık beni başınızdan savamazsınız. Buradan biriyle evleneceğim, karşı konağınızdayım ne yapacaksın bundan sonra Mervan Ağa? Yine kovacak mısın? Yap da göreyim!"

"Bu evliliği buradan gitmemek için yapmıyorsun değil mi Marin?"

"Ne için yaptığımın ne önemi var?" Kısa bir es verdim. "Sonuç olarak artık burada, bir nefes kadar yakınınızda olacağım. Herkes yaşadığımı da öğrendi. Saklayacak hiçbir şeyimiz kalmadı. Babalığını göster, Mervan Ağa. Göster ki, bunca yılın acısını çıkart."

"Önce bana Mervan Ağa demeyi bırak, ben senin babanım. Küçükken olduğu gibi bana babam de."

Bunu ondan daha çok istiyordum fakat bu bir anda silip unutabileceğim bir şey değildi. Bana büyük bir yara açmıştı.

Odanın kapısına teyzem yanaştı. Çok üzgün duruyordu. Hali perişan gibiydi. Onu çok üzdüğümün farkındaydım. "Marin... Teyzem," dedi. "Güzel kızım." Bana bakmaya korkuyordu. "Bu evlilikten emin misin kızım? Hâlâ vazgeçebilirsin."

"Ben kararımdan vazgeçmeyeceğim teyze," dedim kararlı bir sesle. "İki aile arasındaki düşmanlığı bitirmek için bir evlilik yapacağım."

"Bu düşmanlığı bitirmek sana kalmadı Marin," dedi yanağımı okşarken. "Sen buralarda yaşayamazsın. Seni burada bir Allah'ın kulu istemiyor. Bak daha geleli kaç gün oldu hasta olmuşsun hemen. Yapma kızım gel vazgeç, sonun annenin sonuna benzemesin."

"Teyzeciğim," dedim, yalvaran bir sesle. "Lütfen bu işe annemi karıştırma. Ben çocuk değilim. Her şeyi bilerek ve isteyerek yapıyorum."

Başını iki yana salladı. "Senin nazına oynamazlar Marin," dedi, bilmiş bir tavırla. "Kimse seni kızı gibi görmez, sahiplenmez. Sana baktıklarında akıllarına ilk annen gelecek, hep o bakışlarla mı karşılaşacaksın?" diye sorduğunda içten içe ona hak verdim. Annem tanıyan insan çoktu ve bana acı dolu gözlerle bakıyorlardı. İnsanın annesi ölünce gerçekten öksüz kalıyordu. "Kendine zehir mi edeceksin? Önüne bir tabak reçel bile koymazlar, nereden bilecekler senin çilek reçeli sevdiğini? Buralar sana yabancı, sen buralara yabancısın."

Söyledikleri yüreğime kazık misali saplanıyordu. Ona fazlasıyla hak veriyordum, teyzem haksız değildi. "Geç kalınmış bir hayat," diye fısıldadım pürüzlü bir sesle. "Benim zaten burada büyümem gerekiyordu, teyze. Kaderin önüne geçemezsin, sadece ertelersin. Ben şimdi seninle geleyim, birkaç sene içinde buraya geri geleceğime eminim. Çünkü bu şehir bana yazılmış tek kader."

Annemi de buraya getiren kaderdi. Kaderi burada başladı ve burada son buldu. Kızlar annelerinin kaderini yaşarmış, varsa kaderimde annemin yaşadıklarını yaşamak ben hazırdım zaten.

Dudakları titrediğinde kirpiğinden bir damla yaş süzüldü. Elimle gözündeki yaşı sildim. "Böyle olmamalıydı," dedi, kabullenemezken. "Seni böyle mi gelin edecektim ben?" diye sorduğunda yüreğini yaktığımı anladım. Bu evlilikten kimsenin rızası yoktu. Anne yarımın bile. "Beni nasıl üzdüğünün farkında değil misin Marin? Seni ben büyüttüm, Demir'den bir gün olsun ayrı koymadım. Demir de gitti zaten, şimdi de sen mi gideceksin?"

Gözümden yaşlar inci gibi damlarken burnumu çektim. "Teyze lütfen yapma," diye yalvardım. "Yapma, ben istiyorum bu evliliği. Zoraki bir şekilde evlenmiyorum. Kendi rızamla evleniyorum."

Odanın kapısı açıldığında koridorda duran bize doğru bakışlar döndü. Teyzem babamı görmesiyle birlikte fevri adımlarla birlikte karşısına dikildi. "Mervan!" dedi tiz bir sesle. "Nasıl kızının bu şekilde evlenmesine göz yumarsın?" derken babamın göğsüne vurdu. "Deniz'in yaşadığını Marin yaşamasın!"

Babam duyduklarının etkisinde bir kaya gibi dururken teyzemin ona karşı öfkesine hiçbir tepki vermedi. En sonda teyzem kendini bıraktığında babam onu az önce yumrukladığı göğsüne yasladı.

Sakinliği kuşanmış bir sesle, "Derya," dedi. "Günlerdir ben de Marin'e dil döküyorum. Ne desem diyeyim vazgeçiremedim. Herkesi karşısına aldı. Herkesi. Beni bile." Bunu kendileri seçmişti. Beni bunu yapmaya mecbur bırakmışlardı. "Ben kızımı tanıyamıyorum zaten, o da karşısında duran kimseyi tanımıyor. Aklına koyduğunu yapacak. Eğer evlenmeyi istiyorsa, kıyamet kopsun yine evlenir! Ne istiyorsa ona uyacağız yoksa iyice gider bizden, bunu mu istiyorsun?"

Babam beni kaç kere kendinden gönderse de ben ondan gitmemiştim. Gidememiştim. Şimdi nasıl ondan iyice gideceğimi düşünüyordu ki? Ben onun kızıydım, en fazla gidebileceğim yer konağın avlusuydu.

"Allah kahretsin," dedi Derya teyzem. Hıçkırıklarla ağlıyordu. "Ben Deniz'e bunun hesabını nasıl vereceğim? Onun canını sıkarlarsa, ona bir şey olursa, ben bunun hesabını nasıl vereceğim? Kardeşimin emanetine sahip çıkamadım."

"Ben onu buradan uzak tutmaya çalıştıkça daha çok çekildi," dedi babam. "Elimden hiçbir şey gelmiyor."

Abimi gördüğümde yanına doğru ilerledim. Siyah duvağın altından ona bakarken net bir şekilde görebilmem için kendimi zorlamam gerekiyordu. "Marin..." dedi, belirsiz bir sesle. Yüzüme doğru eğilirken kaşlarını çattı. "Yüzünü göremiyorum bile. Sensin değil mi?"

''Evet...'' dedim.

"Ölü mü var Marin?" dedi abim, şaşırarak. ''Gerek var mıydı siyah duvak takmana? Sesini bile duyamıyorum, hasta mı oldun?''

Yüzümü örten duvağın kenarlarından tutup yukarıya doğru kaldırdığımda derin bir nefesi ciğerlerime doldurdum. Yüzümü tamamen ortaya çıkarttığımda soluklarımın arasında, "Nefessiz kalacaktım," dedim. "Ben saatler boyunca bu halde orada mı oturacağım?"

"Seni merak edip gelen binlerce insan var," dediğinde rahatlamam gereken yerde daha çok panik olmuştum. "Fakat güvenliğin için duvağını sakın açma, yüzünü ne kadar az kişi bilirse o kadar iyi. Dostumuzun çok olabileceği gibi düşmanımız da çok olacak."

Endişelendiğim konuyu gün yüzüne çıkardım. "Peki damat geldi mi?" Sevdiği olan bir damat.

"Gelmek zorunda."

Beraber Alakan konağından çıktıktan sonra, beni kapıya kadar getirdiler. Babam normalden daha soğuk duruyordu. Halamlar ise yüzüme dahi bakmıyordu. Bir sürü akrabam vardı, çoğunu tanımıyordum bile. Hepsi teker teker benimle vedalaşıp yolcu etmişti.

Mardin'in çok sevilen, sayılan biricik ağası kendi nikâhına geç kalmıştı.

Nikâh masasına geçip yerime oturduğum andan itibaren bir sürü insan gelip geçmişti. O kadar çok insan vardı ki, gürültüden dolayı kulaklarım sızlamaya başladı. Zaten sabah kalktığımdan beri kendimi iyi hissetmiyordum. Soğuk soğuk terliyordum ve boğazımdaki acı tat bir türlü geçmiyordu. Hafif hafif öksürmekten boğazım tahriş olmuştu. Bir anda konağın kapısında hareketlenme meydana gelince merakla, "Ne oluyor?" diye sordum.

"Bilmiyorum ki," dedi Rojda. Oturduğu yerde kısılan bakışlarıyla ileriye doğru bakındı. Nikâh masasında tek kalmamam için benimle birlikte duruyordu.

"Niye bu kadar çok araba geldi?" dediğimde neler olduğunu kestirmeye çalışıyordum. "Siren sesi mi o?"

Dudaklarını bilmiyorum dercesine büzdü. "Barzan Ağa herkesi çağırmış olmalı hanımağam," dedi, beni rahatlatmak adına. "Birçok tanıdığı var, jandarma, polis... Onlar gelmiş olabilir."

Çok geçmedi, belki birkaç saniye sonra kulağıma çarpan silah seslerinden ötürü kendimi korumak zorunda kalmıştım. Korno sesleri, siren sesleri ve silah sesleri birbirine tamamen karıştığında kendi sesimi dahi duyamıyordum.

Avlunun sonunda bulunan geniş kapı iki tarafa doğru yavaşça açıldığında gelen seslerle birlikte büyük bir kalabalık birikmişti. İçeriye giden adam, başını yavaşça sallayıp herkesi selamlarken onu daha rahat görebileceğim alana doğru ilerledi.

Herkesi geride bırakarak kalabalığın arasından etten duvar örmüş bir şekilde bir adam çıkageldi. Onun gelişiyle herkes ona yol verirken içeriye geçmesi için kenara çekildiler. Bakışlarım yüzüne tırmandığında, karşılaştığım sert çehresi beynimden vurulmuşa döndürürken bu adamı tanıyor olduğum zihnimde yankılandı.

Karan Milan.

Yürek sızısı.

Karan Milan gelmişti.

Çehresindeki ifade bir ressamın öfkeyi tabloya resmetmiş hali gibiydi. Kuru toprağın büyüttüğü çocuk, herkesi kuru toprağa tekrar gömmeye yemin etmiş gibi bakıyordu.

"Rojda..." diye mırıldandım. Hayır, hayır evleneceğim adam Karan Milan olamazdı! Rojda'nın bana bakmasıyla konuşmaya devam ettim. "Bu adam kim? Neyin nesi oluyor?"

Bunca zaman boyunca evleneceğim adamın kim olduğunu sormamıştım. Sokakta çevrilen her iki kişiden biri Milan soyadlıydı. En büyük aşiret olmasıyla herkes o aşirete mensuptu.

İstanbul'dayken onun adını ve soyadını biliyordum fakat... Onun bir ağa oğlu olduğunu, Milan aşiretinin gelecekti ağası olduğundan bihaberdim. Bunu zaten nasıl bilebilirdim ki? Kimseye ne damadın adını sormuş, ne de karşı taraf oğulları çok sinirli diye bana ondan bahsetmişlerdi!

"Siz de haklısınız hanımım," dedi Rojda kısılan sesiyle. "Öyle övüp durduğumuz ağa, size gelince taş kalpli kesildi. Nikâhtan önce sizi görmek dahi istemediği için ancak şimdi görebiliyorsunuz..."

Nefesim kesildi.

Rojda kelimelerin üstüne basa basa devam etti. "Kocanız," dedi. Kocam. Birazdan kocam olacaktı bu adam. Şaka gibi... "Sürekli bahsettiğimiz ağamız budur işte, Karan Ağa olur kendisi. Tabii siz daha önce görmediniz, duymadınız nereden bilebilirsiniz ki."

Gördüm, duydum, biliyordum Rojda! Sorun da bu ya, bu adam İstanbullar'da adımı soyadımı öğrenmek için bana defalarca sormuş ben de babamdan dolayı geçiştirmek zorunda kalmıştım.

Dünya çok mu küçüktü yoksa kader gerçekten mutlaka bir araya getirir miydi?

Peki ya, Karan Milan kiminle evlendiğini biliyor muydu?

Aramızda mesafe olmasına rağmen olduğum yere öfkeyle baktığına göre bilmiyordu. İşler iyice sarpa sarmıştı ve daha fazla karışıklığa gitmeden sorunu çözmeliydim.

"İyi misiniz hanımım?" dedi Rojda benim sessizliğime karşılık.

"Değilim Rojda," dedim pürüzlü bir sesle. "Beni içeriye götür hemen." Koluma girmesiyle oturduğum yerden kalktım. Bu konağı bilmediğim için Rojda'nın yönlendirmesiyle mutfağa doğru geçmiştik. Başımdaki duvağı kaldırdım ve nefes almaya çalıştım. İçeriye Behiçe Hanım girdiğinde bana ilgiyle baktı.

"Sana sıcak bir şeyler yapmıştım kızım," diyerek bardağı uzattı. "Hemen iç, nikâhta sesin çıkmaz yoksa."

Karşı çıkmayıp uzattığı bardağı aldım. Soğuk soğuk terliyordum. Hava sıcak değildi, kış aylarındaydık ve ben üşüttüğüm için daha çok üşüyordum. Bardaktaki sıvıyı üfleyerek içmeye başladım. Boğazımın yumuşaması gerekiyordu.

Mutfağın küçük penceresinden avluda kurulan nikah masasını rahatlıkla görebiliyordum. Adının Bejna olduğunu bildiğim kadın bakış açıma girdi. Koşar adımlarla esmer adama doğru ilerledi.

Bejna şaşkınlıkla, "Karan!" dedi. Onu görmeyi kesinlikle beklemiyordu. "Sonunda geldin!" derken ince kollarını karşısındaki adama doladı.

Karan Milan ona sarılan kadına baktığında kaşları havaya kalktı. "Bejna?" dedi, en az onun kadar şaşkın bir tavırla. "Sen ne zaman geldin? Ne işin var burada?"

"Senin için geldim," dedi Bejna. Karan'ı açık bir şekilde seviyordu. Biz evlenecektik, demişti. Onu sevdiğimi hepsi biliyor, demişti.

Bejna'nın koyu gözleri ışıl ışılken, "Çok özledim seni," dedi. Mutluluktan deli gibi gülümsüyordu. "İyi ki geldin."

Karan onun bu tavrına sessiz kalırken pek oralı değil gibiydi. Onun bu tavrından ötürü, sevdiği kişinin Bejna olup olmadığından emin olamamıştım. İlk başta ikilinin birbirini sevdiğini düşünürken şu an emin olduğu kişi Bejna'ydı.

İstanbul'dayken onunla barda karşılaştığımda bana daha farklı bakmıştı. İki bakışın arasında dağlar kadar fark vardı.

Sıcak sudan bir yudum daha aldım. Kaos ortamından sıyrılmak şu an tek istediğim şeydi. Başımın ağrıması, gıcık tutan boğazım, titreyen vücudumla bu ortamı kaldıracak dinçte değildim.

"Müsait misiniz?"

Duyduğum sesle birlikte elimdeki bardağı hızlıca tezgaha bıraktım. Rojda yanıma doğru gelip duvağımı indirirken, "Nikâhtan önce seni görmesi uğursuzluk getirir hanımım," dedi. "Ağam içeri girmek için izin istiyor."

"Onunla konuşacaktım!" dedim Rojda'nın aceleci tavrına karşılık. Benim kim olduğumu bilerek evlenmesini istiyordum. Yüzünü görsün ve ben onun kim olduğunu biliyorsam o da beni görsün istemiştim.

"Karan Ağa'm şu an çok sinirli," dedi korku dolu gözlerle. "Nikâhtan sonra konuşmanız daha uygun olur."

"Her şey daha kötü olacak..." diye mırıldanırken sesimin çıktığına emin bile değildim. Rojda beni duymayıp, "Gelebilirsiniz ağam," diye seslendi. Karan Milan öfke kuşanmış bakışlarıyla içeriye girip direkt olarak Rojda'ya baktı.

Karan kolumdan tutup beni kendine çektiğinde, "Demek evlenmek için bütün Midyat'ı birbirine katan sensin," dedi.

"Midyat'ı birbirine kattığım doğru fakat evlenmek için değildi," diyerek karşılık verdim. "Senin yapamadığın ağalığı yapmış olabilirim!"

"Gidiyoruz," dedi Karan, ona ayak uydurmama izin vermeden yürümeye başladı. "Madem bu kadar evlenmeye meraklısın evleneceğiz!" Dudağını kulağıma doğru yakınlaştırdı. "Ama benimle! Sadece benimle evleneceksin!" derken sesi bir kaya gibi sert çıkıyordu. "Öyle ki, bu evliliğe evet dediğine bin pişman edeceğim seni!"

İkimiz de yerlerimize oturduğumuzda sonunda nikâh masasında yerlerimizi almıştık. "Senin lafların bana sökmez, boşuna dil dökme," dedim. Masanın üstünde duran kâğıdı elime aldığımda ona doğru uzattım. Bir avukat aracılığıyla evlilik sözleşmesi hazırlanmıştı. Boşanmayı güvenceye almam lazımdı.

"Nikâhtan önce şuraya imza at," dedim, kâğıdı masanın üzerinden onun olduğu tarafa doğru bıraktım. "Evlilik sözleşmesi."

Keskin bakışları ileride dururken hiç oralı değil gibiydi. Söylediklerimi duymamış gibi davranmayı seçmişti. Aklınca beni yok sayacaktı. Elini alıp kaleme doğru götürmek üzereyken, "Hiçbir şey imzalamayacağım," deyip elini benden çekti.

Oturduğum yerden ayağa kalktım. "Bu konağın içinde soyadı Milan olan tek sen değilsin. Sen imzalamazsan başkası imzalar, nikâhta onunla gerçekleşir."

Beni belimden yakaladığı gibi geri sandalyeye kolaylıkla oturttu. Dişlerinin arasında, "Otur şuraya," dedi.

Az önce almaya yanaşmadığı kalemi sağ eline aldı ve sol eliyle benim belimden tuttu. "İmza mı istiyorsun müstakbel karıcığım," dedi dalga geçercesine. "Nereye imza atacağım?!"

Benden kelimenin tam anlamıyla nefret ediyordu. "Önce oku, sonra adını soyadını yaz," dedim, kâğıdı tam önüne koyarak. "Altına da imza at."

Kâğıdı okurken yüzü şekilden şekle girdi. "Ciddi olamazsın," dedi. "Ayrı odalarda kalacağız? Ayrı konaklarda kalalım?" Kalemi yavaşça masaya vurdu. "Seninle aynı odada kalacağımı düşünmen saçmalık. Değil aynı odada aynı konakta kalmam!"

"Bana uyar," dedim.

"Unut boşanmayı, hangi kafayla hazırladıysan hepsi birbirinden saçma maddelerden oluşuyor," dedi. Diğer maddeleri okudukça daha çok şaşkınlığı arttı. "Kafayı yemişsin sen," derken bir yandan imza atıyordu. "Normal değilsin. Kendi hayatını da benim hayatımı da yakıyorsun." Kâğıdı benim olduğum tarafa doğru resmen fırlattı. Hiçbir şey demeyip sözleşme kâğıdını aldım ve kendi yerimi imzaladım.

Dilini damağına vurup onaylamayan sesler çıkardı. Nikâhı istemediği yüzünden okunurken etraftaki insanlar bize garip bir ifadeyle bakıyordu. Yüzümdeki siyah duvak, çehremi saklarken varlığına şükrettim. Mahkeme duvarı gibiydim. "Başıma açtığın işlere bak," derken daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. "Ben kim nikah masasına oturmak kim... Sevdiğimle oturmak varken seninle oturuyorum!"

"Ben de sana meraklı değilim," dediğimde arkaya doğru yaslandım. "Her şey düzeldiğinde, ortada düşmanlık kalmadığında boşanacağız merak etme!"

Karan, ses tonunun yüksek çıkmasına engel olamazken, "Evet, Barzan Ağa da öyle diyordu zaten, sen daha nasıl bir konağa gelin geldiğini bile bilmiyorsun!" dedi. "Küçükken de böyleydin zaten! Sonra ağlayarak evine giderdin! Yine aynısı olacak hiç merak etme!"

"Hiç boşuna ağlamamı bekleme, gözyaşımı sileceğim mendille halay çektiğimi gördüğündeki surat ifadeni zevkle izleyeceğim."

"Göreceğiz."

Onu kendi hâline bıraktığımda çok geçmeden nikâh işlemleri başladı. Nikâh memuru gelip defterini ortaya çıkardığında Karan masa hariç her yerle ilgileniyordu. İkimiz de çok uzatmadan şahitler huzurunda evet dediğimizde diğer nikâhların aksine farklı bir süreç işlemişti. Ne gelini öpen damat vardı ne de damadın ayağına basan gelin.

Nikâh memuru, "İmzaları atabilirsiniz," dedi.

Nikâh defterinde yazılı olan isimlerimize bakarken yanımdaki adam o kadar hızlı imza atıp bana uzatmıştı ki kontrol etmek zorunda kalmıştım. Bakışlarını ileriye dikmiş, deftere bile bakmıyordu. Defteri önüme çektiğimde ikimizin fotoğraflarına baktım. Karan o kadar sinirliydi ki, orada duran fotoğrafıma bile bakmamıştı.

Bana baksaydı, İstanbul'da adını merak ettiği kadını görecekti. Görmemişti. Kör âşık dedikleri bu olsa gerekti.

O sırada gözüme ismi takıldı. Adı sadece Karan Milan değildi. Tam adını içimden mırıldandım.

Karan Jan Milan.

Jan.

Kürtçe'de sızı anlamına gelirdi. Yürek sızısı demekti.

Adı, Karan Jan'mış.

Zihnimin içinde geçen seslerle birlikte insanların ona neden yürek sızısı dediklerini işte tam da o an anlamıştım. Ona adının anlamıyla hitap ediyorlardı.

Yutkundum. Boğazımdaki tahrişten ötürü sesim yeteri kadar güçlü çıkmazken onun adını tekrar fısıldadım. Söylenişi farklı bir hissiyat yaratmıştı. Yürek sızlatan. Yürek sızısı.

"Jan..." dedim, kendi kendime. Sesim çıkmamıştı bile. "Seni hatırlıyorum!" derken emin olduğum bazı şeyler olmuştu. "Karan olarak değil, Jan olarak..."

Beni duymuş olacak ki bedeni kasıldı. Çenesi kasıldığında, "Karan Milan," dedi. Dişlerini birbirine bastırdı. "Başka bir isim kullanmıyorum. Senin için de sadece Karan'ım."

Duvağımı açmak üzereyken tanımadığım bir kadın açmama izin vermedi. "İmam, dini nikâh geldi, diğer nikahınız kıyılacak az sabırlı ol taze gelin," dediğinde kafamı olumlu anlamda salladım. Çok uzun sürmeyecekti, sonrasında onunla rahatlıkla konuşabilirdim.

"Mehir için ne istiyorsun kızım?" diye sorulduğunda bakışların hepsi bana döndü. "Altın? Ev? Araba? Neye karar verdin?"

Kendime güvenen bir sesle, "Kocamın boşama hakkından istiyorum," dedim. "Talak hakkı istiyorum. Kadınlara da bu hak veriliyor. Mehir olarak onu istiyorum, başka isteğim yok."

Karan bunun üzerine bana doğru yaklaşarak, "Daha evleneli dakikalar olmadan pişman oldun bakıyorum?" dedi. Basbayağı benimle alay ediyordu. Ve bundan zevk alıyordu.

"Boşanmayalım diyen sen olacaksın ama ben aldığım haklarla birlikte seni hiç düşünmeden boşayacağım!" dedim.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında boynuma doğru sokuldu. "Rüyanda görürsün ancak," dedi. Sıcak nefesi üşüyen bedenime düşerken irkildim. Sesi bedenimi ürpertti. "Beni boşayacağın günü sabırsızlıkla bekliyorum, karıcığım." Geriye çekildiğinde imama döndü. "İsteğini kabul ediyorum. Talak hakkımı veriyorum."

"Şahitler huzurunda kabul edilmiştir. Marin ve Karan Milan artık Allah katında da evli bir çiftsiniz," dediğinde derin bir nefes verdim.

Karan Milan'la İstanbul'da onu mekânında karşılaştığımda adımı öğrenmek istemesi üzerine, 'Bir daha karşılaşırsak sen sormadan ben söyleyeceğim' demiştim. Bana kader bir araya getirir demişti. Tekrar karşılaştık. Kader bizi bir araya getirdi. Hem de kendi nikahımızda. Ona adımı artık söyleyebilirdim. Beni bir başkası sanıyordu. Oğuz'la evli sanıyordu. Hiçbiri değildim.

Adım artık, Marin Alakan Milan olmuştu.

Evli bir kadındım. İlk başta evlat olmuştum, şimdi ise eş olacaktım. Bir gün anne olur muydum bilmiyorum ama başka hiçbir şey olmayacakmışım gibi hissediyordum. Kimsenin bir şeyi değildim.

Tebrikleri kabul ettikten sonra nikâha gelen davetlilerde yavaş yavaş gitmeye başlamıştı. Herkes bu evliliğe çok sevinirken bir kişi ağlıyordu. Bejna'nın nikah başladığı andan itibaren gözyaşları içerisinde izlediğini görmüş ama hiçbir şey yapamamıştım.

Karan onu sevmiyordu. Onu sevseydi alıp getirir nikâh masasına beni değil onu oturturdu. Bu nikâh benimle değil, Bejna ve Karan'la olurdu. Hem de herkese inat, bana inat, babasına inat. Buna emindim çünkü öyle gözü kara birisiydi.

Babam ve Derya teyzem çok geçmeden Milan konağından ayrılmışlardı. Etrafımda tanıdığım kimse yokken babam yarın sabah erkenden kendi konağının çalışanın kızı olan Rojda'yı buraya göndereceğini söyleyip istediğim gibi evli bir kadın olduktan sonra gitmişti. Rojda yanıma gelip artık benimle birlikte bu konakta yaşayacaktı.

Koca avlunun ortasında sadece Karan ve ben vardık. Herkes gitmişti, hava neredeyse kararmak üzereydi. Bedenimi hafifçe Karan'a doğru çevirdiğimde benim olduğum tarafa bakmadığını gördüm. Nasıl başlamam gerektiğini bile bilmiyordum.

Tam dudaklarımı aralayıp bir şey demek üzereyken Karan oturduğu sandalyeden kalktı. "Nereye gittiğini sanıyorsun?!" dediğimde ben de onun peşinden ayağa kalktım. "Seninle konuşmam gereken şeyler var!"

"Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok!"

"Jan," dedim.

"Sakın!" dedi, parmağını kaldırıp bana sallarken. "Sakın bana o şekilde hitap etme!"

"Oğlum... Kurban olduğum ne oldu sana böyle?" diye ince sesiyle seslenerek merdivenlerden koşa koşa indi Behiçe Hanım. "Yine neye sinirlendin? Söyle bakayım annene, kurban olduğum."

"O çok istediğiniz kişi oldum sonunda. Ağayım ben ağa," dedi Karan. "Ağa ne derse o olur, istemiyorum sizin hiçbir şeyinizi."

"O nasıl laf öyle oğlum? Gelin kızımızı hiç gördün mü de konuşuyorsun? Gelin kızımı da kendini de harap etme kurban olduğum," dedi ağlamaklı bir sesle Behiçe Hanım.

"Karan Ağa!"

Gür çıkan ses Barzan Ağa'ya aitti. Duyduğum şiddetli sesten dolayı sağır olacağımı sanmıştım. Oğluna bağırışıyla bütün avlu inledi. "Derhal karınla birlikte kendi yerinize geçin!"

Babasının bağırmasıyla Karan hiddetle, "Sen kendine gelin almış olabilirsin ama ben kendime eş almadım, Barzan Ağa!" dedi.

"Marin Alakan bundan sonra eşindir!" dedi Barzan Ağa.

"Benim gönlüm yıllardır dolu. Bilmez misin Barzan Ağa?" diye sordu Karan. Aralarındaki soğukluk elle tutulur değerdeydi. "Gönlümdeki kadından başkasına da karım demem!"

Barzan Ağa gardını indirmeden ılımlı tutmaya çalıştığı sesiyle, "Evlendiğiniz gerçeğini değiştiremezsin," dedi.

Karan kelimelerin üstüne basa basa, "Evlendik diye kimse benim karım olmayacak," dedi. "O sadece basit bir kâğıt işi."

"Bu konağın içinde benim sözüm geçer! Bundan sonra bu hanım kızım senin karındır," dedi Barzan Ağa büyük bir inatla. "Bunu da herkes böyle bilecek! Sen de bilesin!"

Karan kafasını iki yana sallayıp kabullenemeyen bir ifadeyle, "Böyle bir şey asla olmayacak!" dedi. "Ben Karan Ağa isem, değil bu kadına dokunmak, yüzüne baktığım an vursunlar beni! Bunu da herkes böyle bilsin!"

Sesimin titrememesine özen gösterip, "Karan Milan," diye bağırdım. Hasta olduğum için sesim olduğundan kalın çıkmıştı. Sesimde taş duvarlara sinen bir soğukluk vardı. Herkesin dikkati üzerimdeyken dudaklarımı araladım. "Değil bana dokunmak, gözün bana değdiği an seni vurmazsam, bana da Marin Alakan demesinler!"

Yürek sızısı, daha evleneli dakikalar olmadan yüreğimde sızılar bırakmaya ant içtiği için ateşiyle hepimizi yakacaktı. En çok beni. En çok ben, onun ateşinden nasibimi alacaktım.

Ben çiçektim, beni solduranın sen olduğunu nereden bilecektim?

Bölüm sonu.

Continue Reading

You'll Also Like

222K 10.7K 36
"Kabuk bağlayan yaranı her kaşıyışında canın aynı şekilde yanar , acıyı kanatırsın. Bir zaman sonra tekrar kabuk bağlar yaran.. Konu gönül yarası olu...
508 246 10
"Emin misin güzelim? Bunu yapmak istiyor musun?" "Ya şimdi ya hiç Mehmet, ya şimdi ya hiç..." •••••••••• Şiddet ve argo içerir. Yetişkin içeriktir. G...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

692K 51.6K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
26.2K 2.2K 48
WATTYS 2021 FANTASTİK KAZANANI .•▪︎°☆°▪︎•. Marseha, ateşle yıkanmış bir ülke. Ahzem; sırların sahibi, yü...