Limon Çiçekleri 99. Bölüm

Start from the beginning
                                    

Şoföre parasını verip taksiden indikten sonra nereye gideceğini bilmeden boş boş etrafına bakındı. Burası onun doğup büyüdüğü yerdi. Çok ama çok sevdiği, birkaç ay uzak kaldı mı hemen özlemeye başladığı memleketiydi. Onun için yaz demek Arsuz demekti. Ama şimdi doğup büyüdüğü ve çok sevdiği memleketinde kendini hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordu. İnsanın doğup büyüdüğü şehirde gidecek yerinin olmaması kadar iç burkan bir şey olabilir miydi?

Belki de abartıyordu. Haksızlık ediyordu. Buradan biraz yürüse babasının evine, annesinin güvenli kollarına kavuşabilirdi. Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi ki. Babasının evi artık ona o eski güveni, eski sıcaklığı vermiyordu. Halbuki eskiden böyle değildi. Ne zaman bunalsa soluğu burada alır, Arsuz'un ve o çok sevdiği evin ona huzur vereceğine inanırdı. Oysa şimdi... Şimdi her şey değişmişti. Annesi ise... Annesinin sabahtan beri telefonuna bıraktığı onlarca cevapsız çağrı aklına gelince sıkıntıyla içini çekti. Daha biraz önce taksiye bindiğinde aramıştı. Muhtelemen bir beş-on dakika sonra da tekrar arayacaktı. Melisler'in evini arayıp Ayşe Hanım'la konuşmuş, Seymur'un teknesiyle açılmak üzere dışarı çıktığını öğrenmiş olmalıydı. Şimdi yanına gitse, dün gece nasıl olup da eve geldiğini, sabah olduğunda ise neden kaçarcasına gittiğini soracağını ve istediği cevapları almadan bu konuyu kapatmayacağını biliyordu. Ve açıkçası annesine hesap vermek şu an içinden gelen en son şeydi. Dün geceye dair hiçbir şey düşünmek istemiyordu.

Kızgın güneşin sıcaktan kavurduğu Arnavut kaldırımlı sokakta bir başına yürüdü. Bir yandan da düşünüyordu. Kendine şaşırıyordu. Sabrının bu kadar sınırsız olduğunu kendi de yeni keşfediyordu. Batu'nun bu hareketlerine nasıl katlandığına, nasıl olup da hala ondan nefret edemediğine çok şaşırıyordu. İnsan bir yerden sonra olmuyor deyip bırakıyordu galiba. Ama o işte o yer neresiydi? O yere gelmesi için daha yaşaması gereken ne vardı? Bu kadar yetmemiş miydi? Yapamıyordu ki işte. Bırakamıyordu. Tutkusuz yaşayabilen insanlar yapabilirdi belki. Ama olmuyor deyip bırakmak ona göre değildi işte. Bırakamıyordu! Batu'nun dedikleri doğruydu. Gurur namına bir şey kalmamıştı elinde. Ama hayrettir ki umursayamıyordu. Gurursuzsa gurursuzdu. Ne yapacaktı yani? O da böyleydi işte. İyi de bu hep böyle mi devam edecekti? Daha nişana üç gün vardı. Batu'nun bu aşağılamalarına üç gün daha dayanabilir miydi? Sonunda her şeyin düzeleceğini bilse çok daha fazlasına bile dayanırdı. Ama bu sonuçsuz tartışmaların bir yere varmayacağını bilmek, onun üç gün sonra Ela'yı alıp yeni hayatına döneceğini düşünmek canını her şeyden çok acıtıyordu.

Kim bilir, belki de hatayı baştan yapmıştı. Bir insanı bu kadar sevmek, bu kadar bağlanmak yanlıştı. Aylardır mutsuzdu. Uykusuzdu. Üstelik bu yeni olan bir şey de değildi. Batu'yu tanıdığından, ona aşık olduğundan beri bu böyleydi. Belki de insan birini bu kadar uzun bir süreyi mutsuz geçirmesine neden olacak kadar çok sevmemeliydi. Bir noktadan sonra aşk hissedebildiği tek duyguya mı dönüşmüştü? Neden ondan başka bir şeye üzülemiyor, ondan bağımsız bir şeye sevinemiyordu? Ondan başka kimsenin varlığı zevk vermiyor ve yine ondan başka kimsenin yokluğu bu kadar canını yakmıyordu. Belki de yanlış olan buydu; kendini tek bir insana adamak, özgürlüğünü onun ellerine bırakmak, kendini tamamen ona vermek, ona özgüvenini kaybedecek kadar çok ihtiyaç duymak, kendini ona muhtaç hissetmek. Bunların hiçbiri sağlıklı şeyler değildi. İnsana zarar veren aşk değil, bu duygulardı. Ama zaten aşkın kendisi de bunlardan ibaret değil miydi?

Bilmiyordu. Bilmek istediğinden de emin değildi. Artık çok yorulmuştu. Bu kadar mutsuzluğu hak edecek bir şey yapmamıştı ki. Sadece çok aşık olmuştu. Aralarındaki din farkı nedeniyle hiçbir şeyin kolay olmayacağını elbette biliyordu. Ama bu aşkın ona bu kadar mutsuzluk getireceğini de tahmin edememişti. Belki şu an morali çökmüş olduğu için öyle geliyordu ama geriye dönüp baktığında ağladığı gecelerden başka bir şey gelmiyordu aklına. Batu için ilk defa Seymur'un odasının balkonunda, onu Cansu'yla tanıştırma gafletinde bulunduğu için yaşadığı pişmanlık yüzünden ağlamıştı. Ve ondan sonra da gözünden dökülen yaşların ardı arkası kesilmemişti. Bu sokaklarda, babasının hem burada hem İskenderun'daki evinde, anneannesinin Beyrut'taki akrabalarının evlerinde kaldığı misafir odalarında, babasının teknesinde, Adana'daki o cafede, İstanbul'da havaalanında, Batu'nun İstanbul'daki evinde, Mersin'deki evde, Paris'te kaldığı, çalıştığı, gittiği her yerde, yineBeyrut'ta dayısının evinde, Derya'nın İstanbul'daki evinde, Adana'daki Hilton'da, Selçuklar'ın çiftlik evinde, Batu'nun şantiyedeki ofisinde, Anita'nın Toronto'daki evinde... Aman Allah'ım... Hatırlamaya çalıştıkça içi ağırlaşıyor, yüreği sıkışıyordu. Bunca acı, göz yaşı ne içindi? Onun teninde başka bir kadının ellerinin dolaştığını görmek için mi? Hataları olduğunu biliyordu, hiçbirini inkar etmiyordu ama bu... Bu nasıl bir cezaydı? Aynı şeyi o yapsa Batu ne hissederdi acaba?

Limon ÇiçekleriiiWhere stories live. Discover now