Bölüm 45"OKULA DÖNÜŞ "

300 45 203
                                    

Bölüm şarkısı : Ring My Bells - Enrique Iglesias

Kötülük nasıl oluşurdu? Yani bir insan ne zaman kötü olurdu?

Ailesi öldürüldüğünde mi?
İntikam için mi?
Sevgilisi acımasızca katledildiğinde mi?
Para için mi?
Güç için mi?
Yada ailesi tarafından çocukluğu şiddet ile dolu bir kalp mi kötü olurdu?

Bir karakter nasıl kötü olurdu? Genle alakalı olabilirdi. Yada zorbalık yaşadıysa. Peki bunların hiçbirisi olmazsa ve yinede bir kötülük doğarsa onu ne kötü yapardı?

Kötü bir kalbin içinde azda olsa iyilik kırıntıları dökülür müydü?

Bunların hiçbirine verecek cevabım yoktu.

Gözlerimi araladım. Güneş doğmuştu. Odamın içine yansıyan prizma gibi ışıklar bu köhne eve biraz renk katıyordu.

Peki ya kollarında uyuduğum bu genç büyücü.. Hayatımı oluşturan zirveye adım adım yükselirken, ona bir katil olduğumu açıklayacak cesaretim bile yoktu.

Zayıftım. Bu masalın en zayıf karakteri bendim. Sırf kendi bencilliğim için onu kaybetmemek uğruna katil olduğumu açıklayacak cesaretim yoktu.

Detaylarını öğrenmeliydim. Kendini bilmeyen bir bebek iki yetişkin hemde kendi ailesini nasıl öldürürdü? Bir şeyler vardı biliyordum. Tuhaf bir şeyler. Bunu öğrenmek için tekrar geçmişe gitmeliydim ve konuştuklarını duymalıydım.

Bunun için Profesöre ihtiyacım vardı. Geçmişteki ailem ile temas kurmam gerekiyordu. Ne pahasına olursa olsun bunu yapmalıydım.

Derin bir nefes alırken Potter'ın sakin yüzüne baktım. Hala uyuyordu. Uyurken ne kadar sakin ve masumdu. İlk zamanlarını hatırlayınca şuan onunla aynı yatakta olma düşüncesi karnımda kelebekler uçuşturuyordu.

Bir elimi alnına götürüp yutkunarak önüne gelen saçları çektim. Kusursuz yüzünü gözü kapalıyken izlemek istiyordum.

Kaç saattir uyuduğumu bilmiyordum. Ama bedenimde ki yorgunluk yeryüzüme düşen ilk yağmur taneleri gibi çiseliyordu.

Onunla muazzam bir gün ve gece geçirmiştim. Geçmişe gittiğimi düşünmezsek onun dışında herşey mükemmeldi.

Kusursuzluğun portresi gibiydi onu izlemek. Sanki en ünlü ressamın bir gala günü sergisinde yaptığı en muhteşem tabloyu izliyor muşum gibiydi..

Ona bu kadar yakın olmak, o lavanta ve mersin kokusunu buram buram içimde hissetmek. Beni hayal bile edemeyeceğim en güzel dünyalara sürüklüyordu.

Kırmızı dudakları beni nasılda şehvetle öpüyordu. Bir an için aklıma gelince kıkırdadım. Uyanacak gibi oldu ve kaşları çatılınca nefesimi tuttum. Ama sakince tekrar uyumaya devam etti.

Peki biz onunla şimdi neydik? Flört mü? Sevgili mi? Ona sorsam bana aptal mışım gibi bakabilirdi. Çünkü onun için cümlelerin anlamı yoktu yaşadıklarımız önemliydi.

Ama ben bir isim istiyordum. Belkide ona aşkım demek hayır hayır çok klasik. Bebeğim hayır onun sert bünyesine ters anında görüşmeyi keserdi. Yavrum ahahah hayır buda çok erkeksi.

Yahu sevgili olsak ben bu genç adama ne diye sesleneceğim? Hiçbir şeyi beğenmez ve mızmızlık yapardı. Birde yetmezmiş gibi 'zekan mı düşük bunlar ne basit cümleler' deyip kesin azarlardı beni.

Şimdide bunu dert ettim işte. Ben bu adama seslenecek bir cümle bulmalıydım. Onunda hoşuna gitmeliydi. Yoksa asla kabul etmezdi.

Yavaşça gözlerini açınca anında gözleri beni buldu. Bir iki saniye bu kızın yanımda ne işi var bakışı attı ama sonra yaşadıklarımız aklına gelmiş gibi gülümsedi. Yemin ediyorum o iki saniye beni yataktan atacağını bile düşünmüştüm.

OLİVİA TOM RİDDLE : KÖTÜLÜĞÜN DOĞUŞU Where stories live. Discover now