Bölüm 3

486 63 8
                                    

BÖLÜM 3
NEFAL & CESUR 
Van kalesinin bir ucuna çıkmış esen rüzgârın saçlarını savuruşuna aldırmadan ayaklarının altında kalan şehri seyrediyorlardı

Ups! Gambar ini tidak mengikuti Pedoman Konten kami. Untuk melanjutkan publikasi, hapuslah gambar ini atau unggah gambar lain.

BÖLÜM 3

NEFAL & CESUR

Van kalesinin bir ucuna çıkmış esen rüzgârın saçlarını savuruşuna aldırmadan ayaklarının altında kalan şehri seyrediyorlardı. Nefal ince ceketinin ceplerine ellerini sokmuş Cesur’sa gelirken sırtlarında getirdikleri çantalarının içindeki termostan bardağına dökmüş olduğu çayını yudumluyordu. Bir aya yakın bir süredir birlikte Hatay’dan başlayarak belirledikleri yerleri geziyorlar, bulundukları yerde bir süre kaldıktan sonra yola devam ediyorlardı. Tıpkı diğerleri gibi onlarında planları sekteye uğramıştı ancak Nefal’in bu gezide ikizinin yanında olmasının sebebiyse tamamen duygusaldı. Kuyu’nun bir tesisi de Van’daydı ve burayı görmeden gitmek Nefal için her şeyden önemliydi. Nefes Ayazoğlu’nun bir ayağını buraya bastığı bu muhteşem şehirde hangi sırların saklandığını deli gibi merak ediyordu.

“Yeter artık, in hadi.” Dedi Cesur. Başını eğip ona baktığında elindeki karton bardağı kendisine uzatmakta olduğunu gördü. “Kaçak çay sevmem.” Dedi. Yeniden önüne döndü. Küt kestirdiği kısacık saçları, kulağının altından yanaklarına doğru değiyor, ince, uzun boynunu, sivri çenesini ön plana çıkarıyordu. Bunu neden yaptığı hakkında bir fikri yoktu ama kestirmek için bir nedene de ihtiyacı olmamıştı. İç geçirerek Cesur’a döndü ve aşağı atladı. İnce uzun kemer boyunca insanların gülerek birbirlerine bir şeyler anlattığı, durup resim çekildikleri bu yere yeniden kısaca göz gezdirirken “Dönme vaktinin gelmiş olması çok sıkıcı.” Diye homurdandı.

Cesur, sesini çıkarmadı. Aşırı sıcaktan ve sürekli güneş altında yürümekten dolayı daha da esmerleşmiş saçlarının bir tutamı güneşin nimetlerinden nasibini almış, hafif yanmıştı. Nefal’in de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Sanki mümkünmüş gibi daha da zayıflamıştı. İncecik, uzun bedeni üç ayda sanki form değiştirmişti.

“Her güzel şeyin sonu var. Çocukları son görüşümüz olacak.” Dedi Cesur.

“Ve de Safira’yı.” Diye ekledi Nefal. Cesur’un, bu yaz istediği tatili yapamadığının farkındaydı ama son bir aydır şehir dışında fellik fellik gezmesinin nedeninin, Safira’nın üniversite için şehir dışına çıkacak olmasından kaynaklandığını biliyordu.

Cesur “Herkes gibi o da okula gidecek” dediğinde Nefal “Bana onu özlemeyeceğini söyleyebilir misin?” diye sorduğunda Cesur kaşlarını kaldırarak yaslanmakta olduğu duvarın üzerine sıçrayıp oturdu. Bacaklarını çaprazlayıp, çantasını kucağına alırken omuzlarını silkti. “Yalan söylemek bir işe yaramaz ama buna alışacağımı biliyorum.”

Nefal “Tercihlerini bu yönde yapmış olman ne güzel.”

Cesur, ona sertçe bakınca Nefal “Tüm bir yaz boyunca belki barışırsınız diye düşünmüştüm” diye ekledi “Ya da kendi kendimi kandırdım. Aranızdaki bazı şeylerin sona erdiğini biliyorum ama ikinizi birbirinizden başkasıyla da düşünemiyorum.”

Cesur, bir süre bunları düşündü sonra “Zamanın bize ne getireceğini bilemeyiz. Bildiğim tek şey önümüze bakmamız gerektiği. İstanbul’da kazan kaynıyor ve bizi yeni bir serüven bekliyor.”

Nefal elindeki bardağı yanına bırakıp doğruldu. “Üniversitenin heyecanlı olan hiçbir tarafı yok. Okula gidiyorsun ve lisede gördüğün dersleri yeniden görüyorsun.”

“Dedi çok bilmiş kız kardeşim.”

Nefal “Sadece okul, abartmaya gerek yok.” Diyerek bardağı bıraktığı yerden alıp içindeki kaleden aşağı boşalttı ve çöpü, çantanın yanına sıkıştırdı. “Hadi gidelim.” Dedi. Kaleden aşağı inerlerken Cesur “Diyar’dan haber var mı?” diye sordu.

Nefal, bir kaşını kaldırıp ona baktı ardından “Seninle bu konuyu konuşmayacağım” dedi.

Cesur, güldü. “Neden? Kardeşin olduğum için mi?”

Nefal bu söz üzerine suratını buruşturdu. “Bu benim özel hayatım,” dedi “Tartışmaya açık değil, üstelik sen ondan hoşlanmıyorsun bile.”

“Ama sen hoşlanıyorsun?” diye sordu Cesur. Kardeşini belinden tutarak yakınına çekti. Bir kolunu omzuna attığında Nefal oflayıp pufluyordu. “Belki. Bilmiyorum. Onunla olan hislerim çok karmaşık. Peki sen? Sen neden ondan hoşlanmıyorsun?”

“Garip biri,” dedi Cesur bir omzunu silkerek “Ve seninle bu kadar yakından ilgileniyor olması da canımı sıkıyor. Onu tanımıyorum.”


Nefal, bu sefer güldü. Alay eder gibi “Ama benim ondan hoşlanmamı destekliyorsun öyle mi?” dediğinde Cesur “Dikkat et.” Deyip onu üzerlerine doğru koşan küçük çocuğun önünden çekerek sol tarafına aldı ve içini çekip “Hoşlanmanı istemiyorum dersem beni dinleyecek misin sanki?”

Nefal hiç düşünmeden konuştu. “Hayır.”

“Gördün mü? O yüzden bırakıyorum ki bakalım, sonunda ne olacak.” Dedi Cesur. Kalenin girişine geldiklerinde kendilerini havaalanına götürmek için bekleyen arabaya doğru yürüdüler. Şoförün arabadan inerek, kapılarını açmasıyla her ikisi de derin birer nefes aldı. İçeri geçip, emniyet kemerlerini taktılar. Nefal, koluna girip başını omzuna yasladığında Cesur gülümsedi. Kardeşinden yakınlık gördüğü anlar nadirdi ve o anların kıymetini bilmesi gerektiğinin farkında olarak, koltukta biraz aşağı kaydı ve havaalanına giden yolu kestirerek geçirdi.

**

Akşama doğru eve geldiklerinde tanıdık ve bildik bir yerde olmanın verdiği huzuru doyasıya yaşadılar. Nefal, ayakkabılarını ayağından çıkarıp çıplak ayaklarla çimenlerin üzerinde yürürken Cesur çantaları ön kapıya taşıyordu. “Gelmişler!”

Arka taraftan annelerinin sesini duymalarıyla ikisi de o yöne döndüler. Ayşegül Hanım, üzerinde tiril tiril elbisesi, saçlarını tepesinde toplamış ev haliyle üzerlerine doğru koşarken Nefal “Çığlık atarım anne.” Diye uyardı ama fayda etmedi. Annesi onu kollarının arasına alıp, saçlarına, şakaklarına öpücük kondururken “Kadın beni öpmeyi kes.” Diye homurdandı. Annesi kendisini her öpüşünde sinirleri daha da bozuluyor, sesi daha yüksek çıkıyordu. Ayşegül Hanım, onu öpmeyi bırakıp omuzlarından tuttuktan sonra “Saçlarını mı kestirdin sen?” diye sordu ve gözleri doldu.

Nefal “Eğer ağlamaya başlarsan yemin ederim…” diye başladı ancak Cesur’un yanına gelip annesinin dikkatini dağıtmasıyla derin bir nefes aldı.

“Ayşe Hanım siz yaşlandıkça daha da mı güzelleşiyorsunuz acaba?” diye soran Cesur, annesinin başının tepesine bir öpücük kondururken, onun kıkırdaması üzerine kollarını etrafına dolayarak gülümsedi. Birlikte arka tarafa yürüdüler. Babaları mangalın başında Kerem’le sanki çok önemli bir sırrı paylaşırmış gibi bir şeyi konuşuyorlardı. Kerem, kendilerini görüp “Abim gelmiş.” Diye bağırdıktan sonra Nefal’i görmesiyle “Bir de senin çirkin kızın.” Diye homurdanınca Nefal “Ağzına sıç!” diyerek çocuğa doğru uzandı. Ancak babasının kendisini kavramasıyla, Kerem’e vuramadı. Onun yerine ağız, burun hareketi yaptı. “Uyuz oluyorum senin bu oğluna!” diye homurdanıp babasına sarıldı ve “Beni özledin mi?” diye sordu.

“Hayır, sen yokken ev çok huzurluydu bir kere!” diye bağırdı Kerem dil çıkarıp.

Nefal “Sen bu gece odanın kapısını kilitle bence gereksiz evlat. Sabaha anneme helvanı kavurtturacağım çünkü.”

“Aaa korkutma beni Nefal!” diye uyaran annesine bakıp gözlerini devirdikten sonra babasının yanaklarından öperek onu bıraktı ve “Ne pişiriyorsunuz?” diye sordu.

“Et!” diye bağırdı Kerem bir yandan da komik bir şey demişçesine katıla katıla gülüyordu. Nefal bir süre sesini çıkarmadan ona baktı sonrasında “Mal bu ya, yemin ederim. Boşuna doğurmuşsun sen bunu” dedi annesine dönerek. Suratını buruşturup, “Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum” dedi. Onun peşinden gülerek bakan ebeveynleri Cesur’a döndüklerinde “Ee nasıl gitti?” diye sordular.

Cesur içini çekti. “İyiydi. Beklediğimden kolay oldu.” Bir sandalye çekip oturdu. “Misafir yok mu?”

“Demir amcanlar buradaydılar ama kalktılar. Cihan’la Berat geldiler bugün.” Dedi annesi kendisine bir bardak limonata uzatırken.

“Doğru ya. Mesaj atmışlardı bugün geleceklerine dair.”

Ali Bey “Yemekten sonra ortak evinizde görüşürsünüz artık.” Dediğinde Cesur “Neden benimle konuşurken herkes duygusal olma ihtiyacı hissediyor?” diye sordu. Babası gülerken, annesi “Hiç öyle bir şey yapmıyoruz bir kere.” Dedi “Sadece bu yaz çok fazla şey yaşadınız ve bizde istiyoruz ki iyi olun, iyi hissedin.”

“Kazanın olması bizi birbirimizden ayırmadı.” Dedi Nefal. Ellerini kuruladığı peçeteyi çöp kutusuna atıp, Cesur’un yanına oturdu “Sadece bir gerçeğin farkına varmamızı sağladı.”

Ali Bey, sordu “Neymiş o?”

Nefal, salataya uzanırken omuz attı “Yaşadığımız hayatın ne kadar değerli olduğunu ve sorumsuzca davranmanın kati sonuçlar doğurduğunu” dediğinde Cesur içini çekerek omzunu sıktı.

“Bu hepimizin alması gereken büyük bir dersti ama bizim içimizde olması beklenmedikti.” Diyen Nefal bir ekmek lokmasını ağzına atarken Cesur “Olması gerekiyormuş.” Dedi.

Nefal ona yandan bir bakış atınca annesi “Bunun için Tamu’yla kavga etmenizi istemiyorum.” Dedi.

“Ve bu konu sizin dışarıda durmanız gereken bir konu.” Dedi Cesur.

Ayşegül Hanım “Öyle mi?”

“Ces haklı” dedi Nefal “Konuşulmayıp, halı altına süpürülen çok fazla şey var. Hepimiz şoka girdik ve kendimize bir süre tanıdık. Bu olaydan en çok etkilenen, Menaf. Hem ruhen hem de fiziksel olarak derin yaralar aldı. Eğer Tamu yaptıklarından pişmanlık duymak yerine şımarıklık etmeye devam ediyorsa bizim de ona göre hareket etmemiz gerekecek.”

Cesur, başını salladı. “Kuzey içinde iyi bir yaz dönemi değildi.” Dedi. Nefal, ofladı. “Bok gibiydi işte!” diye bağırdı en sonunda “Neden kabul etmiyoruz! Hepimiz kolayı seçip, çil yavrusu gibi kaçtık!”  Gözleri dolmuştu. Yumruk yaptığı ellerini sıkarken “Bu kadar şey çok fazla. Ben zaten kendi içinde her daim her şeye sinirli, kuşkulu yaklaşan biriyim. Kardeşlerimin bu şekilde acı çekiyor olması çok sinir bozucu. Menaf belki bir daha koşamayacak bile. Belki yüzündeki iz yüzünden hiç kimse onu istemeyecek. Kuzey belki bir daha biriyle birlikte olmak istemeyecek. Her karşısına çıkan kadının ölüp gideceğini düşünecektir. Mir Ali, yok! Mir Ali neden yok ya! Bizden uzakta tek başına ne yapıyordur?” diye bağırıp dişlerini sıkarak çığlık atarken Cesur “Hadi kalk.” Dedi.

Annesi onlara yanlarında götürmeleri için yemek verirken babaları “Gidin de biraz hasret giderin” diyerek başlarını okşayınca Nefal sinirleri bozulmuş bir halde “Çek elini baba ya! Kedi okşar gibi saçımı okşuyor bir de!” diye kızıp annesinin eline tutuşturduğu yemek kabıyla dışarı çıktı. Cesur, peşinden giderken gülüyordu. “Kes sesini Ces!” dese de bir süre sonra ortak eve gidene dek kahkahalarla güldüler.

*

ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang