SARUHAN HEDEON
Akşam yemeğine yetişebilmek için adımlarını hızlandırmıştı. Bugünün yarattığı kaos ortamından yeterince faydalandığını düşünürken peşinden koşarak gelen Ezel’in “Hazır Anıl amca, kendi ortak evlerinde takılıyorken bende bir sevgilime uğramak istiyorum” dediğini duyup durdu. Başını ona çevirip baktığında arkadaşının heyecanlı ifadesiyle gülümsedi. “İstiyorsan gitsene oğlum” dedi çenesiyle az önce geldikleri yolu işaret ederek.
“I ıh, şimdi olmaz. Önce bir Jibit’i ve de Dilek teyzeyi göreyim.” Dedi Ezel. Yüzünde bir gülümseme vardı. “Tamu bir şeyler hazırlıyor.” Dediğinde Saruhan’ın kaşları havalandı “Seni zehirlemesin?” diye sorduğunda arkadaşının ona dişlerini göstererek hırlaması karşısında kıkırdadı. Ardından yeniden yürümeye başladılar. Sokak kapısından içeri girip, bahçeyi geçtiklerinde Saruhan derin bir nefes aldı. Kafasının içi kazan gibiydi ve kulakları uğulduyor, düşüncelerinin sesi kulaklarında yankı yapıyormuş gibi hissediyordu. Kapının kolunu kavrayıp kendisine doğru çekerken Ezel’in yanı başından “Hadi dostum” dediğini duyup derin bir nefes aldı. İçeri girdiler. Yemek masası hazırlanmış, Dilek ablası herkesi sofraya çağırıyordu.
“Aaa Pilav mı?” diye soran Ezel yanından geçip kadının gösterdiği yere otururken Dilek ablası “Ketçap getirelim mi?” diye sordu.
“Ben getiririm.” Dedi Saruhan ve mutfağa gitti. Geri geldiğinde Ezel pilavına yoğurt koymuş, üzerine karabiber serpiştiriyordu.
Saruhan da yerine geçerken “Sadece pilav mı yiyeceğiz?” diye sordu. Dönüp baktığında Dilek ablasının “Ana yemeği yaktım” demesiyle iç geçirerek başını salladı.
“Çocukken bayılırdın” diyen Jibit’in sesini duyduklarında hepsi ona doğru döndüler. “Yoğurtlu pilavı şap şap yerdin” Gelip saçlarını karıştırdığında Saruhan homurdanarak ses çıkardı. Babası da gelip hemen karşısındaki yerini aldığında yemeğe de başlamış oldular. Jibit’in yemek boyunca keyfi yerinde gözüküyordu ama ona dikkatli bakıldığında durum tam tersi gibiydi. Dilek ablasıysa… O daha fena gözüküyordu. Bu yüzden masanın üzerinden uzanarak kadının bileğine yapıştığında, onun yüzüne yayılan şaşkınlığa gülmeden edemedi. “Neredeyse tüm bir çocukluğum boyunca senin hep çok konuştuğuna şahit oldum” dedi durgun bir sesle “Şimdi böyle suskun duruyor olman beni korkutuyor.”
“Murat, bu çocuğun az önce bana ne dediğini duydun mu?” diye sordu Dilek Hanım. Gözleri kısılmış, dikkatle Saruhan’a bakıyordu.
Murat “Ben hiçbir şey duymadım.” Deyip ağzına koca bir lokma alırken Jibit yanı başından “Ödlek.” Diye mırıldandı.
“Kes sesini.” Diye homurdandı Murat Bey de.
O sırada hala Saruhan’ın gözlerinin içine bakan Dilek Hanım ise “Hırsımı alamadım” deyince Ezel elindeki yemek kaşığını sallayarak aralarına girdi. “Bundan sonra kavga olduğunda ilk seni arayacağım Dilek Teyze” dedi.
“Lütfen.” Diye belirtti Dilek Hanım “Çağırmazsan darılırım.”
“Hehehe” diyerek gülen Ezel kaşığını tabağının kenarına bırakıp, oturduğu yerde oynamaya başladığında Saruhan gülerek ona döndü. “Mal mısın oğlum?” diye sordu. Ezel parmaklarını şaklatarak ayağa kalktı. Kendi etrafında bir tur döndükten sonra Saruhan’ı geçip Dilek teyzesinin yanına gitti. Kollarını kadının boynuna sarmadan önce “Gürci misun Laz misun? Gelin misun kız misun? Bakışlarından belli, sen Karadenizlisun. Sen Karadenizlisun.” Diye şakıdı. Yanağını kadının yanağına yaslayıp onu öpücüklere boğarken “Teyzelerin teyzesi be.” Diye bağırdı.
Saruhan, Dilek’in gözlerini kapatıp gülümseyişini yüzünde bir tebessümle izlerken onun “Ağlatacak mısın beni Ezel.” Demesi üzerine dayanamayıp kahkaha attı.
Dilek Hanım “Bana bak Saruhan her şeyime güler oldun bu aralar yemin ederim paralarım seni.” Diye çemkirdi ama o da gülüyordu. Ezel’in ellerini tutup sıktıktan sonra “Ah Zübeyde de burada olacaktı ki…”
“Aman aman.” Dedi Murat Bey sağ kulak memesini aşağı çekip masaya parmağını vururken “Olmasın burada falan. Bak ne güzel senelerdir Peker’in kafasını si- Öhöm yani Peker’le kafalarını dinliyorlar. Anma ki gelmesinler hayatım.” Dedi. Saruhan’ın bakışları babasının sözlerinden sonra Jibit’e kaydığında ikisi de dayanamayıp gülmeye başladılar. Biliyorlardı ki bu gece sonlanmadan Zübeyde teyzelerinden de bir telefon gelecekti. Ne de olsa adı anılmıştı değil mi?
**
Çalkantılı bir günün ve de ne yaşanmış olursa olsun keyifli geçen akşam yemeğinin ardından soluğu odasında almıştı. Ezel, Tamu’nun yanına gitmişti ve Jibit de aşağıda babası ve Dilek ablasıyla kahve içecekti. İçini çekerek sırt üzeri yatağına uzandığı sırada penceresinin oynamasıyla kaşlarını çatarak doğruldu. “Ezel?” diye mırıldandı ardından aklına gelen diğer isimle göz bebekleri büyürken hızla yataktan fırlayarak pencereye koştu. Perdeyi araladığında gördüğü şey kırmızılıktan başka bir şey değildi. Kalbi deli gibi çarparken – kızın gelmesinin yarattığı heyecan şöyle dursun, düşebileceği korkusu- pencereyi açıp ellerini sevgilisine uzattı. “Aklını mı kaçırdın sen?” diye sordu ama daha çok hırlıyordu. Behrem de bunu doğrulamak istercesine “Yüzüme doğru havlayıp durma” deyince, Saruhan dişlerini birbirine bastırarak kızı bileklerinden tutup içeri çekti. Odanın ortasında yere düştüklerinde Behrem başını kaldırarak gözlerinin içine baktı. “Tüm gün kendimi yedim durdum” dedi. Masmavi gözleri cam gibi parlıyordu. Saruhan içini çekti. Bir elini onun saçlarına götürdüğünde “Seni aramak istedim” dedi Behrem “Ama nasıl bir ruh halinde olduğunu bilemedim.”
“Arasaydın açardım” diyen genç adam kızın gözlerini devirip “Biliyorum ama bu tarz olaylar beni ürkütüyor.” Demesiyle gülerek onu kendisine doğru çekti. “Biraz yukarı gelsene.” Dediğinde Behrem gözlerini kıssa da bir şey demedi. Üzerinde sürünerek boylarını eşitlerken Saruhan dişlerinin arasından “Tabi bunu daha doğal yollarla da yapabilirsin” diye tısladı.
“Ne diyorsun inan anlamıyorum.” Dedi Behrem. Saçlarını iki yandan balıksırtı dediği şekilde örmüş, aralarına beyaz kurdeleler dolamıştı. Avuç içleri iki yanında yere basıyordu ve göz gözeydiler. Saruhan, yüzüne öyle dikkatli bakıyordu ki Behrem yüzünde bir şey olup olmadığını merak ederek bekledi. “Çok güzelsin” dedi Saruhan. Bu sözlerle kızın gözleri parladı. “Biliyorum.” Dedi. Saruhan dişlerini göstererek güldü. “Asla mütevazı değilsin.”
“Asla.” Diyerek onu doğruladı Behrem. Bu sırada başını usulca eğmiş, Saruhan’ın yüzüne küçük küçük öpücükler bırakmaktaydı. Çocuk gözlerini kapatıp içine derin bir nefes çekerken “Seni çok seviyorum” diye mırıldandı. Behrem kıkırdayarak eğildi. Dudaklarından öpmeden hemen önce “Yalancı.” Diye mırıldandı.
“Ne! Ne demek yalancı?” diye sordu Saruhan. Bir eliyle kızın boynundan tutup yanına yatırdı kendisi de üstüne. Behrem derin bir nefes alırken “Bana baksana sen.” dedi Saruhan “Neden seni sevmediğimi düşünüyorsun?” diye sordu.
Behrem omuz silkti. Dudaklarını da dışarı doğru sarkıtmıştı. Yan gözle Saruhan’a bakıp dururken çocuğun başını eğip, omzuna yaslanmasıyla derin bir nefes alarak bir süre öylece bekledi. Ardından “Çok ağırsın” dedi.
“Behrem.” Dedi Saruhan.
“Birazdan nefes alamamaya başlayacağım Hedeon” diyen genç kız, çocuğun üzerinden çekilerek yanına yatması üzerine, başını çevirip ona baktı. Saruhan’ın kaşları çatık, gözleriyse sımsıkı kapalıydı. Behrem bir kolunu başının altına aldı. Boşta duran diğer kolunu azıcık havaya kaldırıp, parmaklarının ucuyla Saruhan’ın çatık kaşlarına dokundu. Sevgilisinin gözleri usulca aralandığında Behrem gülümsedi ve “İyi misin?” diye sordu. Saruhan, başını iki yana sallayıp yatmakta olduğu yerden kalkıp oturdu. Omzunun üzerinden Behrem’e bakıp “Neden seni sevmediğimi düşünüyorsun?” diye sordu yeniden.
Behrem “Bilmem sadece bazen böyle hissediyorum” diyerek sırtının üzerine döndüğünde Saruhan da bedenini ona doğru çevirerek derin bir nefes aldı. “Bugün olanlar yüzünden mi?” diye sordu.
Behrem’in bakışları tavandaydı. Dudaklarını bilmem dercesine büzüp ardından “Yo” deyince Saruhan yerinde huzursuz bir halde kıpırdandı. “Genel olarak böyle hissediyorum” dedi Behrem “Yani bir yerde beni seviyor olabilirsin ama yeterince değil.”
Saruhan “Seni incitecek bir şey mi yaptım?”
“Hissettirmiyorsun” dedi Behrem de bunun üzerine “İlgilenmiyorsun. Önem vermiyorsun.”
“Bugün olanları gördün.”
Behrem “Ve? Aile meseleleri hiçbir zaman bizim sorunumuz olmadı. Yetişkinlerin ne yaptığıyla ilgilenmiyoruz unuttun mu?” deyip uzanmakta olduğu yerden doğruldu. Saruhan’ın yanına oturdu. Çocuk başını eğmiş yüzünü çözmekte zorlandığı bir problemmişçesine incelerken Behrem sessiz kalarak bekledi. Saruhan, bazen böyle davrandığını biliyordu hatta bu sabah ablası ne kadar odun olduğundan bile bahsetmişti ama onun için öncelik her zaman ailesiydi. Behrem’i seviyordu. Ondan hoşlanıyordu ve birlikte olmadıkları tüm bu süre zarfında sürekli onu düşünüyordu. Sadece ona karşı sürekli tetikte olmak zorunda kalmak biraz yoruyordu o kadar. Bunu ona da söyledi.
“Tetikte olmak mı?” diye sordu Behrem şaşırarak. Biraz da kızmış gibiydi. “Neden bana karşı tetikte olmak zorundasın ki?”
Saruhan, bakışlarını onun yüzünden ayırmadan “Çünkü biz her şeyden önce arkadaşız ve seni incitebileceğim düşüncesi midemi bulandırıyor.” Dediğinde Behrem sinirle kirpiklerini kırpıştırıp durdu “Bu hayatımda duyduğum en saçma açıklama” dedi “Beni neden incitebileceğini düşünüyorsun? Hayır, bunu düşünüyorsan, öyle bir niyetin mi var anlamıyorum ki?”
Burnundan nefes veren Saruhan bir eliyle yüzünü sıvazlayıp omuzlarını düşürdü “Ben anlatamıyorum” dedi “Şu anda kafam pek çalışmıyor.”
Behrem, gözlerini sımsıkı yumup sakinleşmeye çalışarak bir süre öylece oturdu. Saruhan’ın ellerini yüzünden hissettiğinde sinirden kızaran gözlerini açarak ona baktı. “O kafanın içinde kaç tane tilki dolaşıyor bilmiyorum ama bana karşı tetikte olmanı gerektirecek bir şey yok. Ben senin sevgilinim Hedeon, tamam mı? Eğer yürümezse ayrılırız olur bit-“ Lafını tamamlamasına izin vermeyen çocuğun dudaklarıyla susturulurken derin bir nefes alan Behrem ellerini çocuğun bileklerine sararak onları sıktı. İç geçirerek ayrıldıklarında Saruhan, alnını kızınkine dayayıp bir süre bekledi “Ayrılmak yok!” dedi sinirle “Duydun mu beni? Ayrılmak yok.” Başını eğip kızı bir kez daha öptü. Bu sefer Behrem “Tetikte olmakta yok öyleyse.” Dediğinde “Yok!” diye tısladı Saruhan. Bir kolunu kızın kolunun altından geçirerek beline sarıldı. Kucağına çekip, bedenlerini tek bir vücutmuşçasına birleştirirken kızın parmaklarının saçlarının arasında dolaşmasıyla titrek bir nefes aldı. Behrem’den ayrılmak demek Saruhan için ölmek demekti ve onun bunu böyle kolaylıkla söyleyebiliyor olması delirtiyor, tepesinin tasını attırıyordu.
Yarım saat sonra Saruhan’ın yatağında sarmaş dolaş bir halde uzanıyorlardı. Behrem, Saruhan’ın anlattıklarını sesini çıkarmadan dinliyor, ona ne cevap vereceğinden emin olamıyordu. “Başım ağrıyor.” Dedi Saruhan.
“Çok fazla düşünüyorsun” diyebildi Behrem. Sır saklamak ya da onları biliyor olmak bazen çok yorucu olabiliyordu ve bu durumda Saruhan’a gerçeği söylemiyor olmak kalbini kırıyordu. Onun üzüldüğünü görmeyi hiç istemiyordu. İstiyordu ki hep iyi olsun, olsunlar, gülümsesin ve sırların ezici gücü altında bir gün canının yanacağı ihtimali son bulsun istiyordu. Başını eğip Saruhan’ın şakağına bir öpücük kondurdu. “Her şey düzelecektir.” Dedi “Ben bizimkilerin tartışıp da uzun süre küs kaldıklarına hiç şahit olmadım.”
Ve Saruhan da buna güveniyordu zaten. İçini çekip Behrem’in göğsüne daha çok sokulmadan hemen önce “Umarım.” Dedi.
EZEL
Elinde bir akşamsefası vardı. Dilek Teyzesinin mutfak camının önündeki saksılarda görüp rengini beğenmiş ve sevgilisinin yanına giderken eli boş gitmek istememişti. Saruhan, onu uğurlarken ‘kılıbık’ diye tabir etmiş ama bu Ezel’in umurunda olmamıştı. Bu tartışma durumuna ne kadar üzülüyor olsa da pozitif yanları da vardı. Aileleri şu anda kendi ortak evlerindeydiler ve bugünü tartışıyorlardı. Ezel için bu saatte evden çıkmasında bir sorun yoktu fakat güvenilir bir sitede yaşamalarına rağmen, Anıl amcasının kızlarını dışarı salmıyor oluşu çocuğu delirtiyordu. Bu yüzden Tamu’nun yanına giderken yürümekten çok koşuyordu. Demir kapının üstünden atlayıp bahçeyi koşar adım geçtiğinde, hızla basamakları çıkarak kapıya vurdu. Ebru Teyzesini kucağında küçük oğluyla gördüğünde gülümsemesi genişleyen Ezel “Gelmedi değil mi?” diye sorarak kadını güldürdü.
“Henüz değil tatlım.” Diyen Ebru Hanım kapıyı ardına kadar açarak Ezel’i içeri alırken “Ah bunlar akşamsefası mı?” diye sordu.
Ezel, ayakkabılarını çıkarırken “Evet. Dilek teyzenin saksısından aşırdım” deyip bir tanesini Ebru teyzesine uzattı.
“Çok kibarsın Ezel, teşekkür ederim.” Diyen Ebru Hanım “Tamu mutfakta” dedi “Bende hemen üst katta olacağım. Bir şeye ihtiyacınız olursa seslenmeniz yeterli.” Diyerek gülümsedi ve arkasını dönüp merdivenlere doğru yürümeye başladı. Ezel, burnunu çekerek mutfağın sürgülü kapısını iki yana çekerek açtığında Tamu’yu ada tezgâha eğilmiş, tabletten dizi izlerken buldu. “Bende sevgilim bana yemek hazırlıyordur diye havalara girmiştim.” Diyerek içeri girip, kapıyı da ardından kapattığında Tamu doğrulmuş yüzüne bakıyordu. “Yani hazırlayacaktım aslında ama kuşlar yemek yediğini söylediler.” Dediğinde Ezel yanına gelerek elindeki çiçeği kıza uzattı. Tamu, yüzünde beğendiğine dair bir işaret vermeksizin çevirip durduğu çiçeklere bakarken “Teşekkür ederim.” Deyip başını çevirdi ve Ezel’in dudaklarıyla buluştu. Gözlerini kapatıp, içine derin bir nefes çektiğinde Ezel’in dudakları sağ yanağına dokunarak titremesine neden oldu. “Rica ederim.” Dedi genç adam “Ama beğenmedin değil mi?” diye sordu.
Tamu yüzünü buruşturdu “Hayır. Hem de hiç beğenmedim.” Birbirlerine baktıkları o kısacık anda Ezel burnuyla kızın yanağını dürttü “Çiçekleri sevmiyorsun, yemek yedim diye yemek hazırlamıyorsun. E ben ne yapayım şimdi?” diye sorarken Tamu’nun kollarının arasında tir tir titremesi hoşuna gidiyordu. Zevk aldığı bile söylenebilirdi. “A-aslında yaptım” diyerek heyecandan kekeleyen Tamu, başını geriye çekerek gözlerinin içine baktığında Ezel ona, sanki onu ilk kez görüyormuş, ilk kez bu kadar yakından bakıyormuş gibi hissetti.
Yanakları kızaran genç kız “Ne oldu?” diye sorunca Ezel “Bilmiyorum” diye cevap verdi “Yani her seferinde bu kızı bu kadar sevemem, beni kendine bundan daha fazla âşık edemez diye düşünüyor ve…” Gülerek omuzlarını silkti “Düşündüğümle kalıyor işte. Sanki sürekli gelişiyor, evrilmeye devam ediyor.” Deyip kızı kucakladı. “Seni çok özledim.” Dedi.
“Bugün telefonda konuştuk.” Diyen Tamu kollarını boynuna dolarken gülüyordu.
Ezel “Sadece sesini duydum.” Dedi “Ben seni görmeyi de özlüyorum.” Başını çevirip kızı yanağından öptüğünde Tamu’nun gözleri bir kez daha kapandı. Hislerini ve onlara bağlı gelişen hareketlerini Ezel gibi dilediğince gösteremediğinden çekingen kalıyordu fakat Ezel’in bununla bir sorunu yok gibi gözüküyordu. Ada tezgâhın üzerine birden oturtulduğunda derin bir nefes alarak Ezel’in kapkara gözlerine baktı. “Zamanla.” Dedi çocuk.
Sanki düşünceleri çok ses çıkarıyormuş da Ezel de onları duyuyormuş gibi hissediyordu. “Gıcık olmuyor musun peki?” diye sordu Tamu.
Ezel “Bana sarılıyorsun,” diyerek kızı şaşırttı “Bazen farkında olmadan parmaklarının ucuyla koluma, ya da elime dokunuyorsun.” Tamu kıpkırmızı olurken Ezel’in gülümsemesi genişledi “Arada bir üstüme atlayıp beni sen öpüyorsun” dediğinde “Hayır! Ben öpmüyorum!” diye kızdı Tamu ve çocuğa vurmaya, ondan kaçmaya çalıştı. Tezgâhtan yere inip, fırına doğru giderken homurdanıyordu. Ezel, kızı belinden yakalayarak kendisine doğru çektiğinde “Beni utandırmak hoşuna mı gidiyor ya senin!” diye kızdı Tamu. Sesi sonlara doğru incelmiş, her an ağlayabilirmiş gibi geliyordu. Fırın eldivenini eline alıp fırına doğru eğileceği sırada Ezel “Çok.” Dedi “Cevap veremeyecek kadar utandığında özellikle nasıl mutlu oluyorum anlatamam.” Deyip boynundan öptüğünde Tamu iç geçirerek gözlerini kapattı. Ardından fırını hatırladı “Eğer beni bırakmazsan fırındakiler yanacak ve babam da gelecek.” Dedi. Ezel, kızı bıraktı ama onun fırına eğilmesine izin vermeden, tezgâhın üzerindeki havluyu eline alarak fırının kapağını açtı. “Oha, bomba mı yaptın?” diye sordu ve tepsiyi eline alarak doğruldu.
Tamu omuz silkti “Bomba mı değil mi bilmiyorum ama içi bol çikolatalı” diyerek ocağa doğru ilerledi. Bir demlik çay demlemişti ve suyun taşıp durmaması için altını kısmıştı. Ezel, mutlulukla ilgili bir şeyler söylerken Tamu da bardakları çıkardı. “Ne izliyordun?” diye sordu Ezel.
“Öyle bakınıyordum” dedi Tamu “Pek ilgimi çeken bir şey yok.”
Ezel “Neden? Bir sürü güzel dizi var aslında.”
“Film izlemeyi daha çok seviyorum ben.” Dedi Tamu yanına gelerek “Dizilerde konuyu işlemekten çok, çok fazla açık sahne oluyor ve tahammül edemiyorum.” Dedi.
Ezel, kızın buzdolabına doğru gidişini izledi. Elinde iki küçük kase tutuyordu. İkisinde de biri yeşil diğeri siyah olmak üzere zeytin vardı.
“Tatlıyı severim ama yanında muhakkak tuzlu bir şeyler yemem lazım.” Diyen Tamu, gelip yanına oturduğunda Ezel ona bakmayı sürdürdü.
Genç kız, ağzına bir parça çikolatalı bomba aldığında sıcaklığından ötürü gözleri yaşardı ancak umursamadı. “Tahminimden de iyi olmuş” dedi. Burnunu çekerek Ezel’e baktı. “Güzele bakmanın sevap olduğunu biliyorum ama senin bakışların sanki biraz haddini aşıyor gibi.” Deyip bir lokma Ezel’e uzattığında, çocuk yemin eder gibi “Tamu, seni seviyorum.” Dedi.
“Bunu biliyorum” dedi genç kız gülerek “Sürekli söylemene gerek yok.”
“Biliyorum.” Dedi Ezel “Ama ben bazen aptalın teki olabiliyorum ve seni ağlatıyorum.”
Tamu da başını salladı “Ağlatıyorsun.” Dedi.
“Ama benden nefret etmeni istediğim için değil,” dedi Ezel “Seni çok sevdiğim ve çok ama çok kıskandığım için yapıyorum. Tam bir embesile dönüşüyorum ve kalbini kırıyorum.” Dedi “Ama bunu yaparken bile benden nefret etmeni değil, beni sevmeni istiyorum.”
“Seni seviyorum” dedi Tamu da çayından bir yudum almadan önce “Ve senden nefret ettiğim ya da edeceğim için ağlamıyorum. Seni sevdiğim için ağlıyorum. Ama şöyle de bir şey var, eğer sen hatalıysan sen bana gelmelisin.” Dedi. Ezel’in kaşları çatıldı “Çünkü ben gelmem. Gelmem yani bu kadar. Ağlaya ağlaya ölürüm ama yine de yanına gelip hadi devam edelim demem.” Ortadan ikiye böldüğü hamur işinin tekini ona doğru uzattı “Bence biz daha çok kavga edeceğiz” dedi sonrasında “Yani ikimizin de susup oturacak tipte kişiler olmadığını ikimizde az çok biliyoruz değil mi?”
Ezel homurdanarak bir şeyler söyledi ancak Tamu onun küfrettiğini düşünüyordu. Kıkırdayarak siyah zeytinlerden birini ağzına attığında Ezel’in çikolata bulaşığı dudaklarının yanağına değmesiyle derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Bununla başa çıkabilirdi. İkisi de çıkabilirdi.
NEFAL & DİYAR
Biri kapıya vuruyor, boğuk bir sesle konuşup duruyordu. Nefal iğne gibi batan göz kapaklarını güçlükle aralarken çenesini başının tepesine yaslamış olan Diyar homurdanarak “Uyumaya devam et.” Dedi. Kıpkırmızı gözlerle başını kaldırıp, Diyar’a baktı. Dudaklarını uzatıp onu çenesinden öptüğünde genç adamın iç geçirdiğini, esnediğini ardından kendisine dolanmış olan bedeninin uzuvlarını daha da sıktığını fark ederek gözlerini kapattı. “Safira’dan nefret ediyorum.” Diye homurdanan Diyar bir eliyle kızın çenesinden tutarak yeniden kendisine bakmasına neden olurken Nefal “Fazla bile dayandı.” Dedi.
“Hı hı.” Dedi Diyar ve kızı öptü.
“Hey ikinizin de uyanık olduğunu biliyorum tamam mı?”
“Siktir.” Diyerek alnını Nefal’in alnına yaslayan Diyar, “Neden bu kadar zor.” Diye homurdandı. Nefal yanıt olarak sadece gülümsedi. Bunun yerine ona daha çok sokuldu ve “Her zaman böyle değil.” Dedi. Diyar’ı omzundan öptkten sonra hızlı bir şekilde doğrularak üzerinden atladı. “Beni böylesine sımsıkı tutarken, bu kadar çabuk salıvermen çok garip.” Diyerek banyoya girdiğinde Diyar arkasında durmuş kızı izliyordu. İkisi de çırılçıplaklardı ve kendilerine ait olan bu dünyaya henüz kimsenin adımını atmalarını istemiyorlardı. Nefal, üzerine kendi kıyafetlerini giyinip 0daya geri döndüğünde kapıyı açmak üzere hareketlendi ve bu hareket Diyar’ın yataktan çıkıp, karşısına dikilmesine neden oldu.
“Eve gitmeni istemiyorum.” Dedi.
Nefal ona baktı. “Ben o evde yaşıyorum.” Dedi “Annem muhtemelen delirmiştir.”
“Nefal.” Dedi Diyar acı çeker gibi.
“Bak, birbirimizle konuşacağımız çok fazla şey var ama onlardan biri ailem değil. En azından şimdi değil.” Dedi. Parmak uçlarında yükselerek Diyar’ı öptükten sonra “Kapıyı açacağım.” Dedi. Diyar dik dik gözlerinin içine bakınca iç geçiren genç kız gözlerini devirerek arkasını döndü ve kapıyı açmaya gitti. Diyar’da bu sırada yatağın örtüsünü beline dolamakla meşguldü. Nefal, kapıyı açtığında Safira’nın al al olan yanaklarını, sulanan gözlerini gördü. Onun hemen arkasında Eren Kerim ve tanımadığı iki adam daha vardı.
“Ne oldu?” diye sordu.
Safira “Ortalık bayram yerine döndü” dedi ve bakışlarını Diyar’a çevirdi. Ona pis pis gülerek “Sermayemden memnun kaldın mı?” diye sordu.
Diyar, cevap vermedi ancak gözlerini kıstı. Nefal dudaklarını birbirine bastırırken Safira “nakit çalışıyorum” dedi.
“Kaşınıyorsun.” Dedi Diyar.
Safira “Hiçbir fikrin yok” dedikten sonra Nefal’e baktı “Gitmemiz gerekiyor.” Diyar’ın kendilerine doğru hareketlendiklerini fark ettiklerinde “Jibit, seni ve arkadaşlarını toplantı odasında görmek istediğini söyledi.” Dedi. Diyar’ın tüm sözlerini, eylemlerini daha o hareket edemeden kesen genç kız Nefal’le oradan uzaklaşırken Nefal sordu “Ne kadar kötü?”
Safira dilini dudaklarının üzerinde gezdirerek yan bir bakışla arkadaşına baktı. Nefal ise küfretti.
“İçimden bir ses bunların iyi günlerimiz olduğunu söylüyor.” Dedi Safira ve dışarı çıktılar.
YOU ARE READING
ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)
Teen FictionOnları bir araya getiren aileleriydi ama bir arada kalmalarını sağlayan sevgileriydi. Şimdi hayat kimi için daha zor, kimi içinse daha eğlenceli olacaktı. Aşk kimine hiç beklemediği anda gelecek, kimisiyse sahip olduklarını kaybetmemek için savaşaca...