Bölüm 55

324 45 37
                                    

BÖLÜM 55
KARACA
Annesinin yanında yürürken alabildiğine sessizlerdi

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

BÖLÜM 55

KARACA

Annesinin yanında yürürken alabildiğine sessizlerdi. Safira da yanındaydı ve onun temkinli bir halde annesine bakıp durması genç kızı gülümsetiyordu. Birlikte revire neden gittikleri hakkında bir fikirleri yoktu? Ancak içeri girdiklerinde sorabilmişti. “Evde olman gerekmez miydi?” diye soran Karaca, annesinin eldivenlerini ağır ağır çıkarışını izlerken onun “Neden? Kalıp çok sevdiğiniz teyzelerinizden birini öldürmemi mi istiyorsun?” diye sormasıyla başını çevirerek Safira’ya baktı. Kız omuz silkmişti.

“Hayır, ama onu böylesine delirten şeyi sorup, öğrenebilirdin” diyen Karaca, sözleriyle annesini güldürdü. Derin Hanım, başını çevirip gözlerinin içine baktı “Oradan bakınca soru soracak incelikte birine mi benziyorum?” diye sordu. Gülümsemesi geldiği gibi kayboldu. “Eceli gelen köpeğin cami duvarına işediğini söylerler” dedi daha sonra “Benim burada olmam onun can sağlığı için daha güvenli, emin ol.”

Önündeki perdeleri tutup iki yana açtıktan sonra hasta yatakları arasında dolaşan annesinin peşinden bakan genç kız, yanına gelen Safira’nın “Ona katılacağımı düşünmezdim ama katılıyorum. Annenin burada olması iyi bir şey” demesi üzerine iç geçirerek başını iki yana sallayıp, annesini takibe koyuldu. Derin bir nefes alırken “Çok ileri gitti.” Diye mırıldandı. Kaşlarını çatmıştı. Dönüp Safira’ya bakınca onun da kendisine baktığını gördü. “Ne?” dedi.

Safira “Herkes için endişeleniyorsun ve bu çok sağlıksız” dedi “Açıkçası büyüklerin etrafında olanlar beni pek de ilgilendirmiyor.”

Karaca “Öyle mi?”

“Öyle.” Dedi Safira “Gidelim de annenin bir başkasının ümüğünü sıkışını seyredelim. Bence bu muazzam bir şey”

Karaca, gözlerini kapatarak gülümserken içini çekti. Annesinin hemen yanında durduklarında onu Bilge Han’la buldu. Bu kadın gerçekten tuhaf biriydi. Konuşmuyor ya da ne hissettiğine dair en ufak bir emare göstermiyordu. Karaca ona bakarken bomboş bir şeye bakıyormuş gibi hissediyordu. Gri gözlerindeki donukluk bunun en büyük nedeniydi. Kadında sıcak olan hiçbir şey yoktu ve bu da savunmasız hissettiriyordu.

“Çıkış işlemleriniz hazır” diyordu annesi. Kadını bakışlarıyla inceliyordu. Jibit’le aynı yaşta olmalarına rağmen ondan daha yaşlı gözüktüğü de bir gerçekti. Öte yandan Solist denilen kadın yatağında değildi ve Çavuş lakaplı adam temkinli bir ifadeyle yanlarında durmuş, ikisinin arasındaki gerilimi izliyordu. Derken doktor odasının kapısı açıldı ve önce Solist, ardından Atıl ve Kilid’in doktorlarından biri dışarı çıktı. Atıl’la göz göze geldiklerinde, göz kırpmasıyla gülümseyen Karaca, annesinin ağır ağır dönüp Solist’e bakmasıyla derin bir nefes aldı. Derin Hanım “Sanırım kendini rolüne fazla kaptırdın?” diye sorduğunda Solist bir eliyle boynunu kavradı “Seninkiler de öyle” dedi kısık bir sesle.

“Şey aslında ben rol yapmıyordum” diyerek aralarına giren Safira kadının kendisine bakması üzerine “Ne var?” diye sordu.

Kadın bir şey demedi ancak Derin Hanım’a dönüp “Naz nasıl?” diye sordu. Annesinin tümden dikkatini kadına verdiğini fark eden Karaca nefesini tutup ikiliyi seyrederken “Olması gerektiği gibi iyi” diyen annesinin sesiyle bakışlarını onun dudaklarına çevirdi. Gözünü dikmiş onu seyrederken Solist’in “Onu görmek istiyorum” demesi üzerine yanında durmakta olan Safira “Bence çok fazla şey istiyorsun” dedi.

“Seninle konuşmuyorum yılan kız.” Diyen Solist, bakışlarını annesinin üzerinden çekmezken Safira burnundan güler gibi bir ses çıkardı ancak Karaca onun konuşmasına izin vermeden aralarına girerek “Her ne yaşanmış olursa olsun, doğrudan ya da dolaylı, sizin yüzünüzden başımız çok ağrıdı. Naz’ı görmek istemeni anlıyorum ancak inan bana, istediğin şey şu saatten sonra imkânsız bir şey. Bence sana ve de…” Bakışlarını kendisini izleyen arkadaşlarına çevirip, yeniden Solist’e baktı “Arkadaşlarına verilen şansı değerlendirmen aksi takdirde buraya ne amaçla geldiğinizi unutacak ve hakkınızda yasal işlem başlatılmasını sağlayacağız.” Dedi.

Solist “Hm” diye bir ses çıkardı. Bakışları uzun bir süre Karaca’nın üzerinde kaldı. Atıl da bu sırada yanlarına gelmişti. Uzanıp Karaca’nın elinden tuttuğunda içini çeken genç kız o tutuşa karşılık vermiş akabinde doktorun söylediklerini de dinlemeye başlamıştı. Derin Hanım, üçüne de kısaca baktıktan sonra “Özel bir uçakla ülkeden çıkacaksınız” dedi.

“Naz’ı görmeden buradan ayrılmayacağım” dedi Solist.

“Ölmek mi istiyorsun?” diye sordu Derin Hanım “Başımıza yeteri kadar bela oldun zaten.”

Solist güldü “En sevdiğim” dedi “Ama sözlerimde ciddiyim. Naz’ı görmeden buradan ayrılmayacağım.”

Karaca, annesine baktı. Ancak onun Solist’i umursadığı yoktu bunun yerine onlara “Gabriel ile aranızda bir anlaşma olduğunu öğrendim” dedi “Farklı ülkelerdeyken birbirinize saldırmayacaksınız, neden?”

“Kanunlar.” Dedi Çavuş “Sizce bu önemsiz bir şey mi?”

Karaca o an ‘kanun biziz’ diye düşündü ama bunu dile getirmedi. Annesinin onlarla konuşmaya devam etmesinin ardından Atıl’a dönüp “Yorgun gözüküyorsun?” dedi.

“İyi uyuduğumu söyleyemem” diye karşılık verdi Atıl. Biraz güç uygulayıp kendisine doğru çektiğinde Karaca başını omzuyla boynu arasına yasladı “Uyutayım mı seni?” diye sordu. Atıl’ın göğsü titredi. O gülerken, Karaca kollarını beline doladı. “Anne.” Diyen genç kız, annesinin durup kendilerine bakmalarıyla derin bir nefes aldı. “Gidin.” Diyen annesine gülümsediğinde “Garip ama annen beni babana rağmen seviyor.” Dedi Atıl. Şaka yapıyordu. Karaca “Babam da seni seviyor.” Dedi. Genç adam yine güldü ama bir yorum yapmadı. Ağır adımlarla oradan ayrılıp, yalnız olabilecekleri bir yer buldular. Atıl bir koltuğa oturup kızı da kucağına çektiğinde, Karaca sesini çıkarmadı. Ona sarılmaya devam etti. Atıl’ın dudaklarını saçlarının arasında hissediyor, ondan yayılan gerginlikle kaskatı kesiliyordu. Bir şey mi olmuştu yoksa gerçekten uykusuzluktan dolayı mı böyleydi bilmiyordu. Bu yüzden başını yasladığı yerden kaldırıp, yüzüne baktığında “Sorun nedir?” diye sordu. Kaşlarını çatmış, gözlerinin içinde endişe vardı. Atıl, uzanıp burnunun ucundan öptükten sonra “Gabriel ile buluşmanı istemiyorum” dedi. Dudaklarından öptü. Geri çekildiğinde Karaca’nın yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı “Bu adamı tanımıyoruz ve sana zarar verebileceği düşüncesi…”

“Bana zarar vermeyecek” dedi Karaca.

Atıl “Bunu bilemezsin.” Diyerek bir eliyle kızın yüzünü kavradı “Gitme.” Dedi. Sözünde rica ya da istek değil, emir vardı.

Karaca’nın kaş çatışı derinleşirken “Bunu benden isteyemezsin” dedi. İçini çekerek başını az önce yasladığı yere koydu “Ne yaptığımı biliyorum” dedi. Atıl, sesini çıkarmadı fakat ona öyle sıkı sarıldı ki bu Karaca’nın daha da huzursuz hissetmesine neden oldu. “Başka bir şey mi var?” diye sordu bunun üzerine “Bu yüzden mi huzursuzsun.”

“Yapmak üzere olduğun şey seni düşündürmüyor mu? Hiç korkmuyor musun?” diye sordu Atıl.

Karaca hiç düşünmeden “Hayır.” Dedi “Neden korkacakmışım ki?”

Atıl içine sıkıntılı bir nefes çekti. Karaca’ya bir şey anlatmak istiyor da anlatamıyor gibi gözüküyordu. Genç kız başını yeniden kaldırdı. Yeniden göz göze geldiler. “Bana anlatabilirsin” dediğinde Atıl’ın arada kaldığını görüyor ama müdahale edemiyordu. Atıl “Mecbur kalırsan birini öldürmek zorunda kalacaksın” dediğinde Karaca “Ama mecbur kalmayacağım” dedi.

“Bunun ağırlığıyla yaşamanı istemiyorum.”

Karaca “Söz konusu kendi hayatımı kurtarmaksa, karşımdaki kişiye ne olduğu pek umurumda değil.”

Atıl acı çeker gibi güldü. “Şimdi böyle diyorsun” dedi. Sanki Karaca’ya bakmak ona acı veriyormuş gibi gözlerini kapatmıştı. Karaca, parmak uçlarıyla yüzünü severken “Bana anlatmak isteyip de anlatamadığın şey nedir?” diye sordu. Uzanıp çenesine bir öpücük bıraktığında içini çeken genç adam “Bana neden Cerrah dediklerini biliyor musun?” diye sordu.

“Hm tıp okuduğun için?” diye sordu Karaca.

Atıl gülümsedi. “Öyle tabi.” Dedi ve Karaca onun ses tonundan konuşmanın sonlandığını anladı. Ama şimdi öyle çok meraklanmıştı ki “Bunun senin durumunla mı ilgisi var?” diye sorduğunda Atıl’ın kapalı göz kapakları açıldı. Gözleri kızınkilere demir atarken “Benim Kilid’deki misyonumu biliyor musun?” diye sormasıyla Karaca başını sallayıp “Operasyonları düzenlemek, dâhil olmak, hayat kurtarmak” diye cevap verdi. Atıl’ın başparmağı gözünün kenarını okşarken “Öyle tabi” dedi yeniden ve içine büyük, sıkıntılı bir nefes çekerken “Bana Cerrah demelerinin sebebi bu değil Karaca.” Dedi.

Karaca bunun altında büyük bir şeyin olduğunu hissetti. Atıl’ın kucağında doğrulup oturdu “Peki ne?” diye sordu. Dinlemeye, anlamaya hazırdı ancak Atıl nezdinde gerçek şuydu ki; Karaca bunu anlayamazdı. Vereceği tepkiyi az çok tahmin edebiliyordu ama bunun içinde ne yaptığına birebir şahit olması gerekirdi. Gözlerini yumup, başını geriye atarken “Atıl” dedi Karaca “Beni endişelendiriyorsun”

“Sana anlatmak istiyorum ama vereceğin tepkiden korkuyorum” dedi Atıl.

“Neden?” diye sordu Karaca.

“Çünkü vereceğin tepkiyi az çok tahmin edebiliyorum” dedi Atıl.

Karaca’nın kaşları çatıldı. Onu anlamak istercesine yüzüne bakarken “Neden böyle düşünüyorsun?” diye sordu. “Her ne yapıyorduysan ben hayatında yokken de yapıyordun, benim olmamla değişen şey ne?”

Atıl “Senin hayatımda olman” dedi gülerek. Dişlerinin arasından konuşuyordu. “Senin hayatımda olmaman gerekiyordu. Bunun olmayacağına o kadar emindim ki dönüştüğüm ve yaptığım şeyden hiçbir zaman korkmadım. Ama şimdi korkuyorum.”

Karaca, yüzünü kavrayıp “Bana bak” dedi. Atıl gözlerini açmayınca, bedenini ona doğru çevirerek, bir bacağını diğer tarafına atıp kucağına çıktı. “Bana bak dedim Atıl!” dedi. Genç adam gözlerini açtığında Karaca “Bana her şeyi anlatabilirsin” dedi.

Atıl “Biliyorum ama bu o kadar da kolay değil.”

“Seni anlamayacağımı mı düşünüyorsun?”

Atıl, cevap vermeyince sinirlendiğini hisseden Karaca, onun yutkunup daha sonra “Aslında beni terk etmenden daha çok korkuyorum” demesi üzerine şaşırarak gözlerinin içine baktı.

“Ne” diye fısıldadığında Atıl başını kaldırıp dudaklarına yapıştı. Onu kendisine doğru çekti ve Karaca’nın aralık dudaklarından içeri sızarak diliyle onun tadına bakmaya başladı. Derinden gelen bir sesle inlediğinde Karaca’nın bir eli aralarına, göğsünün üzerine kapandı. Atıl’ın kalp atışları çok şiddetliydi. Korkarak kendisini geri çektiğinde “Bu asla olmayacak” dedi.

Atıl, güldü “Bu çok büyük bir söz” dedi.

“Atıl, ben senin ‘benim’ olmanı neredeyse yıllarca bekledim. Hiçbir sebep senden vazgeçmeme etken olamaz.”

Genç kız dizlerinin üzerinde doğruldu. Avuç içine almış olduğu yüzü sıkıca kavrayarak onu geriye doğru yatırdı. Neden böyle söylüyordu bilmiyordu? Bu kadar korkmasını gerektirecek ne vardı onu da bilmiyordu ama Atıl’ın bu hali, sözleri, bakışlarındaki çaresizlik, sesindeki korku Karaca’nın kalbini kırıyordu. Dudaklarını Atıl’ın yüzünün her karesinde dolaştırırken kendisinden, sevgisinden emindi. Onu öyle çok seviyordu ki hiçbir güç onları ayıramazdı. Gözünün kenarından öperken “Seni seviyorum…” dedi. Atıl’ın tıslamaya benzer bir ses çıkarması karşısında, “Seni çok seviyorum” diye yineledi sözlerini yanaklarından uzun uzun öperken. Parmaklarını saçlarının arasına daldırıp, onları şiddetle çekiştirirken dahi dudaklarının kenarını öpüyordu. O böyle sessiz, içine kapanmış bir halde dururken hırsla “Buna inansan iyi edersin Atıl Şadoğlu” dediğinde genç adam başını çevirip dudaklarını yakaladı. Öpüşmeyi derinleştirerek, kızı kendisine hapsetti.

ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Where stories live. Discover now