Bölüm 54

264 42 7
                                    

BÖLÜM 54
JİBİT 
İşe gitmek için çoktan hazırlanmış olması gerekiyordu fakat o, bugün günü ağırdan almaya karar vermişti

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

BÖLÜM 54

JİBİT

İşe gitmek için çoktan hazırlanmış olması gerekiyordu fakat o, bugün günü ağırdan almaya karar vermişti. Neredeyse hiç uyumadığı düşünülürse gün çoktan ilerlemeye başlamıştı. Saat dokuza doğru odasından çıkıp, aşağı inmişti. Dilek ablası, küçük, minicik kız kardeşini Murat ile kontrole götürmüştü. Kahvaltısını tek başına yapan genç kadın, kahvesinin demlenmesini beklerken bir yandan da Atıl’ın attığı son mailleri kontrol ediyordu. Solist ve Çavuş’un durumları iyiydi. Naz, bugün eve gelmişti. Diyar ve Nefal’dense hala ses seda yoktu. Jibit bunun üzerine gülümsedi ve Kilid’deki hiç kimsenin onları rahatsız etmelerini istemediğini belirten bir yazı yazdı. Daha sonra bu durumu Ayşegül teyzesine açıklaması gerektiğini de kendisine not alarak, tableti kapatıp ada tezgâhın üzerine bıraktı. Merdivenlerden gelen sesler üzerine başını o yöne çevirdiğinde Saruhan’ı gördü.

“Günaydın.” Dediğinde çocuğun kaşlarını çatarak kendisine bakmasıyla “Ne oldu?” diye sordu.

“Saçların dağınık.” Dedi Saruhan ardından “Makyaj da yapmamışsın.” Diyerek mutfaktan içeri girdi ve postacı çantasını taburelerden birinin üzerine bırakarak buzdolabına yöneldi. “Açım.” Dedi. Eğilerek raftan kendisine bir şeyler alırken “İşe gitmeyecek misin?” diye sordu.

Jibit “Bugün kendime izin verdim.” Dedi. Bir elini saçlarına götürdü. Fön çekmediği ya da krem sürmediği zamanlarda saçları asi birer bukle karışımından ibaretti. Jibit bu halini pek sevmiyordu. Ona göre doğal göründüğü zamanlar en savunmasız anlardı. Jibit, doğal gözükmenin bedelini çok ağır ödemişti ve bazen aynaya en yalın haliyle bakmak ona hatırlamak istemediği şeyleri hatırlatıyordu. Ama yine de… Kendisini görmeyi özlüyordu ve senede bir gün – belki birkaç defa- kendisine izin veriyordu. Bugünde o günlerden biriydi.

“Seni böyle görmeyeli o kadar uzun bir süre oldu ki, şaşırdım açıkçası.” Dedi Saruhan. Ekmek sepetinden yarım bir ekmek alarak kendisine sandviç yapmaya başladı. “Ama bu halini daha çok seviyorum, bilgin olsun.” Deyip ağzına koca bir salam dilimini attı. Jibit, güldü. “Babamlar yok mu?” diye sordu Saruhan.

“Sevde’yi kontrole götürdüler.” Dedi.

Dilek, o kadar uzun bir süre çocuk yapmaya yanaşmamıştı ki çocuk yapmak istediğinde iş işten geçmişti. Çareyi tüp bebek tedavisinde bulmuşlardı. Üçüncü denemenin sonundaysa küçük kız kardeşlerine sahip olmuşlardı.

Saruhan “Anladım. O zaman sen, bütün gün evde mi takılacaksın?” diye sorunca Jibit “Benden istediğin bir şey mi var hayatım?” diye sordu

Çocuk omuzlarını silkerken Jibit ona derdinin ne olduğunu sormak üzereydi fakat sokak kapısı öyle bir çalıyordu ki, gelen kişinin alacaklı olduğundan emin gibiydiler. İki kardeş dönüp birbirlerine baktılar. Onların kapıları asla böyle çalınmazdı. Saruhan, öne geçip kapıyı açmak üzere yürümeye başladığında Jibit “Bekle.” Diyerek onu kolundan tutarak durdurdu. “Ayşegül teyzenin sesi bu.” Dedi.

“Yani?” diye sordu Saruhan ve kolunu ablasının elinden kurtarıp kapıyı açmaya gitti. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu fakat şimşeği çakan Ayşegül Hanım’dı.

“Günaydın Ayşegül Teyze.” Diyen çocuğun bakışları kadının arkasındaki kişilere takılırken Serap Hanım elini uzatarak “Sen karışma annecim.” Dedi.

“Neden?” diye sordu Saruhan ve Ayşegül teyzesinin, ablasını antrede sıkıştırıp ona bağırışını izlemeye başladı.

Jibit “İçeride konuşalım.” Diyerek kadının koluna dokunmak istediğinde Ayşegül Hanım bir adım geri çekilerek gözlerinin içine baktı. “Benden izin almadan, kızımı dışarı nasıl çıkarırsın?” diye tısladı “Ne cüretle!”

“Neden olduğunu biliyorsun,” dedi Jibit “Sence de bu konu çok uzamadı mı?”

Onları geriden seyreden Serap ile Didem Hanım, gergin bir halde beklerlerken Saruhan aralarına girmemek için kendisini zor zapt ediyordu. “Bir şey yapmayacak mısınız?” diye sorduğunda annesi “Henüz değil.” Diyerek başını iki yana salladı.

“O benim kızım, Jibit! Beni anladın mı? Senin değil! Senin hiçbir şeyin değil! Onun hakkında karar veremez, bunu uygulayamazsın! Sen benim kızımı, benim iznim olmadan bir yere gönderemezsin! Duyuyor musun beni?!”


Jibit “Evet, hemen karşındayım çünkü Ayşegül teyze fakat sende şunu anla. Nefal’in bu evden çıkmamasını gerektirecek bir durum söz konusu değil artık.”

“Buna sen mi karar veriyorsun?”

Jibit “Evet çünkü sizin karar verme gibi bir lüksünüz yok artık! Nefal’i, Diyar’dan uzak tutmaya çalışıyorsun ama yanlış yapıyorsun. İkisi de birbirlerini seviyorlar, bunu kabul etmek yerine neden diş biliyorsun? Nefal, benim kardeşim. Hiçbir şeyim değil her şeyim. Bence bu konuşma burada bitti, evine gitsen iyi olur.” Dediğinde Ayşegül Hanım “Bana ne yapacağımı sen söyleyemezsin! Senelerdir çocuklarımıza ‘kızlarım da kızlarım’ deyip duruyorsun çünkü hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacağını biliyorsun!” diye bağırdığında Jibit’in irkildiğini Saruhan da dâhil hepsi gördü.

Didem Hanım “Ayşegül!” diye bağırdığında Jibit “Sorun yok” diyerek gülümsedi “Çok sinirli ve boşalması gerekiyor sadece. İstediğini söylemekte hür.” Yüzünde sabit kalmasını umduğu gülümsemesiyle teyzesinin gözlerinin içine bakarken onu kolundan tutup dışarı atmamak için elinden geleni yapıyordu. İçini çekip “Lütfen git.” Dediğinde bunun ne kadar yanlış bir söylem olduğunu fark edememişti. “Diyar, senin düşündüğünün aksine iyi biri, o sade-“ Daha önce ailesinden hiç kimse ona vurmamıştı. Hiç kimse. Yanağı ve şakağı arasında bir zonklama vardı. Didem teyzesinin, kadını çekiştirip bağırdığını duyuyordu ama kulağında öyle bir uğultu vardı ki daha önce böyle bir tokat yediğini hatırlamıyordu. ‘Mine’nin attıkları hariç’ dedi bilinçaltı. Bir eli yanağına dokunur halde şaşkın bakışlarını karşısındaki kadına çevirirken, onun neyi neden yaptığını idrak edemediğini görerek duraksadı. Bu da önemli değildi. Önemli olmadığını söyleyecekti ki, en vurucu darbeyi en sona saklamış gibi, dudaklarından öz annesine dair sözler döküldüğünde Jibit taş kesildi.

“Kes sesini!” diye tısladı. Kardeşi ve üç kadın donup kalmışlardı. Jibit’in adımları teyzesinin tam da burnunun dibinde sona erdiğinde bakışlarında yer alan donukluk Ayşegül Hanım’ın yutkunmasına sebep oldu. “Evimden def olup git.” Diye fısıldadı buz gibi bir sesle “Yoksa o elini de dilini de keseceğim.” Didem ile Serap teyzelerinin kadını söylenerek dışarı çıkarışlarını izlerken “Sende okula.” Dedi Saruhan’a.

“Yanında kalacağım.” Dedi kardeşi. Kapıyı kapatarak yanına geldiğinde Jibit gülümseyerek ona baktı. “Ben iyiyim. Onunda sinirleri bozuk sadece.”

Saruhan “Olabilir ama son zamanlarda önüne gelene tokat atıp duruyor. Önce Behrem, şimdi sen…” Ablasını kollarının arasına alıp, kadının vurduğu yere dudaklarını dokundurdu. Birlikte mutfağa geri döndüler. Saruhan, buzluktan donmuş bir şey çıkarırken “Öz annenle ilgili ne demek istedi?” diye sordu çekinerek. Murat’ın kendilerini evlat edindiğini biliyordu ama öz ailelerine dair hiçbir şey bilmiyordu. “Çarpık derken neyi kast etti?” Düşününce sorulacak ne kadar çok soru vardı değil mi? Bunun farkındalığıyla kaşlarını çattı. Döndüğünde ablasını öylece otururken buldu ve kendi düşündüklerine küfrederek onun yanına gitti. Elindeki soğuk şeyi yanağına koyduğunda “Sana sıcak çikolata yapmamı ister misin?” diye sordu. Jibit’in konuşmadığı bir an var mıydı hatırlamıyordu ama bazen, bazı zamanlar böyle sessizliğe bürünürdü ve Saruhan bunun nedenini hep çok merak ederdi. Dilek bir keresinde kaçırıldığı günü hatırladığını söyleyerek, dikkatini parmağına çekmişti ama az önce olanlardan sonra bunun ailesiyle ilgili olabileceğini de düşünüyordu ve ablasının sessizliğinden nefret ediyordu.

“Sestri Onka*?” diye Rusça fısıldayarak onu dürttüğünde başını eğerek parmağının olmadığı yere bir öpücük bıraktı.

Jibit, ağlamakla çığlık atmak arasında gidip geliyordu ve Saruhan’ın varlığı onu duygusallaştırmaktan öteye gitmiyordu.

“İyiyim canım, gerçekten.” Dediğinde ön kapı duvara çarparak açıldı ve Safira’nın sesi duyuldu “Bence haddinden fazla yaşayan insanlar azıyor!” diyordu genç kız. Mutfağın girişinde durmuş, kaşlarını çatmış ikisine bakıyordu. “Ben Ayşegül teyzeyi öldürelim diyorum. Ne dersiniz?”

“Saçm… Saçmalama Safira!”

Peşinden nefes nefese içeri giren Karaca, ellerini dizlerine yaslamış soluklanırken “Didem teyze olanları bağırarak söyleyince, Safira’nın da gözü döndü.” Dedi.

“Bakayım!” dedi Behrem ikisini de öne doğru iterek mutfağa giriş yaparken.

Saruhan, kızların arasında kalmış olmanın şaşkınlığını yaşarken sevgilisinin, ablasının yanağını tutup incelemesiyle kaşlarını çatarak “Ne görüyorsun?” diye sordu.

Behrem “Bir dünya haritasına benziyor.” Dedi yüzünü buruşturarak “Şuradaki çizmemsi şey de İtalya olmalı.”

Saruhan “Ha?”


Jibit, kıkırdayarak yüzünü Behrem’in elinden kurtarırken alnını kızın göğüslerine dayamıştı. Behrem ise o sırada Saruhan’a laf yetiştiriyordu. “Aptal aptal soru soran sensin.” Diyordu “Ne görebilirim acaba? Hayır, bu konuda ne oldu da böyle delirdi ben anlamıyorum.”

Saruhan “Diyar’ı istemiyor işte, nesini anlamıyorsun.”

“Ona mı kaldı bunun faturasını kesmek. Bu nasıl iş ya!” diye bağırdı Safira.

Saruhan “Güvenmiyor demek ki o piçe.” Deyince Behrem “Bak küfredip durma Hedeon.” Dedi uzanıp saçını çekiştirirken “Benim babam da seni istemiyor, onu ne yapacağız?”

“Ya beni o leşçiyle bir mi tutuyorsun kızım? Senin baban, beni öpsün başına koysun bir kere, tamam mı? Beni istemiyormuş! Beni!”

Karaca, başını iki yana sallarken “Konu ne ara buralara geldi.” Diye söylendi. Ardından Jibit’e baktı “Sen gerçekten iyi misin?” diye sordu.

Genç kadın, çocukların sayesinde içine girdiği sis bulutunun içinden çıkarken başını sallayarak yerinde doğruldu. “İyiyim” dedi “Hadi sizde işlerinizin başına.”

Safira “Emin misin? Bak annem, Ayşegül teyzeyi şöminede yakmakla tehdit ediyordu en son, istersen gidip ona yardım edebiliriz?” diye sorduğunda Jibit dudaklarını birbirine bastırarak başını iki yana salladı. Gülüyordu. “Seni seviyorum Safir,” dedi sonra kısık bir sesle “Eğer kavgaya girecek olursam ilk seni ararım.”

“Tabi ki beni arayacaksın. Bunların hepsi…” dedi eliyle kızları işaret ederek “Aşırı duygusal davranıyorlar. Beni çağırırsan kazanırsın” deyip göz kırptıktan sonra ellerini birbirine vurarak arkasını döndü “Ben Kilid’e gidiyorum.” Dedi.

“Ben de geliyorum.” Dedi Karaca ve Jibit’i kocaman öpüp yanından ayrıldı.

“Hadi sizde okula.” Diyen Jibit, Saruhan’ın bir kez daha “Ben kalıyorum.” Demesi üzerine Behrem’e baktı. “Ben zaten okula gidecektim.” Dedi Behrem “Yani bu olanlar için çok üzgünüm abla.” Deyip omzunu sıvazladıktan sonra vedalaşarak oradan ayrıldı. Saruhan, kızın arkasından kaşlarını çatarak bakakalırken Jibit “Bazen tam bir odun gibi davranıyorsun” diye mırıldandı. Çocuk, ablasına hak verircesine başını sallarken bir kolunu onun beline sararak kendisine çekti. Bir süre öylece oturdular. Daha sonra “Çay demleyeceğim.” Dedi Saruhan “Adam gibi kahvaltı edelim.”

Jibit, başını salladı. Üst kata üzerini değiştirmeye giderken Saruhan arkasından çabuk gelmesini söyleyip duruyordu.

**

BERAT

Duş almış, temiz kıyafetler giyinmiş, yatağında boylu boyunca uzanıyordu. Dışarıda bir hengâmenin koptuğunu duymuş ama yerinden kalkma çabasına girmemişti. Kalbi dün yeterince korkuyla çarpmıştı ve bugün kendisini oldukça halsiz hissediyordu. Odanın kapısı sorulmadan ardına kadar açıldığında tek dileği uyumaktı. “Gelmişsin.” Diyen Cihan üzerinden atlayıp sol tarafına geçerken “Gidiyordum aslında” diye mırıldandı Berat “N’aber?”

“Seni özledim hayatım.” Dedi Cihan ardından oflayarak arkasına yaslandı “Ayşegül teyze, Jibit’e tokat atmış.” Dedi.

“Ne!” dedi Berat. Başını çevirip Cihan’a baktı. “Sen ciddisin?” diye sorduğunda arkadaşının “Bunun şakasını yapar mıyım sence” demesi üzerine kaşlarını kaldırarak dudaklarını büzdü. “Ne oluyor oğlum bize?” diye sordu “Yani tüm bu olanlar, ne oluyoruz abi?”

Cihan da dudaklarını büzdü “Bilmiyorum.” Dedi “Ama canım çok sıkıldı. Naz nasıl?”

“Nazlı bir bebek gibi diyeceğim ama nazlanmaktan anladığı yok. İyi işte, bildiğimiz gibi. Yağmur nerede?” diye sordu Berat.

Cihan “Uyuyor sarıpapatyam.” Dedi “Jet lag oldu kız amına koyayım bizim yüzümüzden. Uyanık olsa ne bok yiyecek sanki, teyzelerimiz bizi şamarlamaya başladı baksana.”

Berat, içini çekerek gözlerini kapatırken “Ortalık çok karışacak.” Dedi.

“Valla ben de aynısını düşünüyorum ama ben ve düşünmek eylemi aynı şeyin içinde pek mümkün olmuyor.” Dedi Cihan.

Berat, güldü. Cihan da bu sırada “Mehmet Hoca mail atmış. Yokluğunuzu idare etmeye çalışıyorum ama finallere kadar inşallah gelirsiniz yazmış.” Diyordu. Berat da “Bunu söylediğim için bana kızacaksın belki ama, okula falan dönmek istemiyorum. Evimi ve arkadaşlarımı özlemişim.” Dedi.

Cihan “Bende öyle ama gitmemiz lazım oğlum.” Diyerek dirseğiyle onu dürttü.

Bir süre sessiz sedasız uzandılar. Dışarıdan gelen boğuk sesleri duyuyorlar ama üzerine yorum yapmıyorlardı.

Berat gözleri kapalı bir halde “Annen ne zaman doğuracak?” diye sorduğunda Cihan güldü “Bilmiyorum yani onun demesine göre çoktan doğurması gerekiyormuş. Kız çocukları erken doğuyormuş güya ama annem şu an otuz sekizinci haftasındaymış, bugün doktor randevusu var. Ben de bilmiyorum.” Dedi.

“He he bu bilmeyen halin aynen.” Diyen Berat oflayarak yattığı yerden doğrulup oturdu. Dizindeki görünmez ipliği yakalamakla uğraşan Cihan yan yan arkadaşına bakarken “Yemek yedin mi?” diye sordu.

“Hastanede bir şeyler atıştırdım.” Dedi Berat. Başını çevirince Cihan’la göz göze geldi “Kâinat denilen o kadınla tanıştım” dedi. Kaşları düşünceli bir halde çatılmıştı “Çok agresif biri”

Cihan “Öyle mi? Yani bizimkiler onu tanıyorlar ama…”

“Hesapçı biri” dedi Berat hemen.

Cihan “Nasıl?”

Berat, omuzlarını silkti. “Bilmiyorum ama konuşmasından çok bakışları beni çok rahatsız etti. Kendimi çok kastım ama kadın beni biraz ürküttü.” Başını iki yana salladığında Cihan hemen yanında homurdanmaya benzeyen bir ses çıkardı. Dışarıdaki gürültü kesilir gibi olduğunda Cihan “Sana yemek hazırlayayım mı?” diye sordu.

Berat “Bilmiyorum ki.” Diyerek ona baktı “Hem yemek hem de yememek istiyorum” dediğinde cama değen taşla ikisi de kafalarını çevirip pencereye baktı.

“Kim ki bu?” diyen Berat, ayaklandığında Cihan çoktan perdeyi aralamış sinirle söyleniyordu. “Senin burada ne işin var?!” diye bağırdığında kız kardeşi Ceylin otuz iki diş sırıtarak pencerenin altından kendisine bakıyordu. Kafasını bok yeşiline boyamıştı ve yüzünde bir şey olduğuna dair bir iz vardı.

“Ne bok yedin Ceylin!” diye bağıran Cihan, kız kardeşinin “Okuldan uzaklaştırıldım.” Demesi üzerine gözlerini kapatarak, başını önüne eğdi. “Geldiğin yere geri dön” dedi “Sonuçta yurttan da uzaklaştırılmadın ya!”

“Abi!” diye çemkirdi Ceylin “Bak çok uzun bir yoldan geldim ve de açım tamam mı? Ya evin anahtarını ver ya da şu kapıyı açın artık.”

Berat, arkasından kıkırdayarak ayrılıp kapıyı açmaya giderken Cihan da hemen peşindeydi “Onu içeri almayacaksın değil mi?” diye soruyordu.

Berat “Sıçana dönmüş.” Dedi “Hasta mı olsun?”

“Bana ne ya! İstemiyorum ben onu burada.”

Merdivenlerden inmekte olan Berat gülerken “Sence de onu çok fazla kıskanmıyor musun?” diye sordu. Salonu geçip kapıya ulaştığında Cihan “Nesini kıskanacağım onun be.” Diye homurdandı ve Berat’ın açtığı kapıdan içeri hızla giren kardeşini, sanki az önce kendisi paylamamış gibi kucaklayıverdi.

Yarım saat sonra Ceylin kurulanmış, ısınmış bir vaziyette mutfakta abisi ve Berat’la menemen yiyorlardı. “Çok özlemişim.” Diyerek parmaklarındaki domates sosunu emerken Berat gülerek önüne ekmek dilimi koydu.

Cihan “Ağzımın içini hissetmiyorum” dedi “Ne koydun oğlum bunun içine?”

“Acı biber salçası.” Dedi Berat “Ama sanki biraz fazla koymuşum.”

Cihan “Sıçarken götüm yanacak amına koyayım” derken Ceylin “Abartma istersen” diyerek ağzına birkaç tane zeytin attı. Titremeye benzeyen bir halde silkelenirken mutfak kapısı açıldı ve Kuzey geldi. “Ooo gençler afiyet olsun” diyerek yanlarına geldiğinde uzanıp Ceylin’i yanaklarından öptü ardından Cihan’a baktı. “Dilek teyze geldi.” Dedi.

“Ben ne yapayım?” diye sordu Cihan şaşkın şaşkın.

Kuzey sırıttı “Sen kaos ortamlarını seversin.” Deyince Cihan “Yok böylesini değil ağabeycim. Eğer o ortamı ben yarattıysam okeyim ama değilsem, ı ıh tillahi umurumda olmaz.”

Kuzey içini çekerek güldü. O da menemenden bir lokma alırken “Ceylin, hayırdır?” diye sordu.

Berat “Okuldan uzaklaştırılmış.” Dedi.

“Yok artık. Neden?”

Cihan “Bu saç rengiyle bunu okulda mı tutarlar baksana rengine, sonra tipine.” Deyip yüzünü buruşturunca genç kız abisine gözlerini devirdi. Ancak sonrasında “Saç rengimden değil ya” dedi “Öpüşürken yakalandım”

Berat, Kuzey ve Cihan. Üç çocukta ellerinde lokmalarıyla kalakalmışlardı.

Kuzey “Kızım sen kız lisesinde okumuyor musun? Kimi öpüyordun da uzaklaştırıldın?” diye sorarken kaşlarını çatmıştı.

Berat aklına gelen düşüncelerle yüzünü buruştururken, Cihan “Cevap versene kızım!” diye bağırdı.

“Bir çocuğu” dedi Ceylin.

Berat “Bir çocuğu mu? Kızım sizin okulda erkek öğrenci ne arasın?”

Cihan, kardeşine saldırmak için an kollarken Kuzey pür dikkat kızı izliyordu. “Yok, bizim okulda öğrenci değil zaten,” dedi “Tesisat için gelmişti.”

Kuzey “Ne!”

Berat “Ceylin!”

Cihan “Seni gebertirim kızım! Senin o saçını başını yolarım!” diyerek kardeşinin saçlarına asılınca Ceylin çığlık atarak gözlerini yumdu. “Ya çok hoşuma gitti tamam mı?” dedi can havliyle.

Berat gülerek “Kızım koşarak eceline gidiyorsun acaba kelime seçimlerine dikkat mi etsen? Cihan, bırak kızın saçını.” Dedi ama arkadaşı oralı olmadı. Ceylin ise çileden çıkmış bir halde “Yeşil bir kazak giyiyordu, omuzları falan çok güzeldi. Yüzünü bana bir döndü, çarpıldım” dedi.

“Ben şimdi sana bir tane çarpacağım kardeşim merak etme.” Deyip kızın dudaklarına vurup dururken Ceylin “Bak ısırırım abi!” diye bağırıyordu.

Cihan “Ulan biz kızı okusun diye gönderiyoruz, bizim kız elin tesisatçısıyla sıva yapıyor!”

“YA BİR KERE OLDU BE! HEMEN UZAKLAŞTIRMA VERDİLER, KENDİMİ SAVUNMAMA BİLE İZİN VERMEDİLER.”

Cihan “Artık ne şekilde öpüyorduysa seni!” deyip gözlerini irice açınca Berat ile Kuzey önce birbirlerine baktılar ardından Cihan’ın yapmayı düşündüğü şeyi fark ederek, menemen tavasını hızla önlerinden aldılar. Geri çekildiklerinde Cihan’ın, Ceylin’i hamur gibi ellerinin arasında yoğuruşunu izlediler. Dövmüyordu ancak beter ettiği de bir gerçekti. “Babam bunu öğrenince neler olacak düşünebiliyor musun?” diye bağıran Cihan’ın sesiyle Ceylin çığlık atarken, Kuzey eline aldığı çatal yardımıyla tavayı sıyırmaya devam ediyordu. “Güzel olmuş ha, ne koydun bunun içine?” diye sordu.

O sırada dışarıda da Dilek Teyzesinin çığlığı duyuldu.

Berat “Biber salçası” dediğinde Kuzey başını salladı “Kulaklarımın uğuldamasından anlamıştım. Acılı sanırım?”

Berat, güldü. “Aynen kardeşim.” Dedi.

Kuzey “Olan götüme olacak ama olsun. Bu arada sende duyuyor musun?” diye sordu Berat’a.

Berat “Neyi?”

Son lokmasını ağzına atmadan önce derin bir nefes alan Kuzey “Mehter marşı çalıyor sanki” dedi “Dilek Teyzenin elinden kurtulabilene aşk olsun.” Berat’la gülmeye başladılar ve Cihan’ı, Ceylin’den ayırmak üzere harekete geçtiler.




ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin