BÖLÜM 42.2

337 56 43
                                    

BÖLÜM 42.2

DİYAR
Bazen ne yaptığımızı idrak edemediğimiz zamanlar olurdu

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.



DİYAR

Bazen ne yaptığımızı idrak edemediğimiz zamanlar olurdu. Sanki irademiz bizden habersiz hareket ediyor, sözlerimizi ve davranışlarımızı onlar yönetiyordu. Diyar’ında hissettikleri tam olarak buydu. Ağzından çıkanlarla aklından geçenler o kadar farklıydı ki namlunun ucundan çıkan kurşunun Ateş’e isabet etmesi beraberinde bir sürü sorunu getirmişti. Senelerce içinde tutup biriktirdiği, onun kendisinden bile isteye nefret edişini sineye çekişinin gün yüzüne çıktığı ve Diyar’ın artık hiçbir şeye tahammülünün kalmadığı anlardaydılar. Ondan daha ne kadar geride durmasını bekleyebilirlerdi ki? Öte yandan… Genç adamın etrafında bir hengâme vardı. Birileri bağırıyor, öfkeli ve şaşkın yüzler gözlerinin önünde bir şeyler söyleyip duruyorlardı. Hayır aslında bağırıyorlardı. Ama tıpkı kendisi gibi Ateş’in de bakışları, gözlerinin içine demir almış kolundan sızan kana rağmen bakışlarını gözlerinden çekmiyordu. Ama o sırada Diyar’ı çeken biri vardı.

Eren Kerim.

“Delirdin mi sen?”

Diyar başını çevirip ona baktı ve kaşlarını sanki mümkünmüş gibi daha çok çattı. “Bırak beni.” Dedi. Sesi içinde kopan fırtınalara rağmen çok sakindi. Eren Kerim’in elini iterek yeniden Ateş’e döndüğü sırada sağ yanağına inen yumrukla sendeledi.

“Ezel hayır!”

“Lan senin evveliyatını sikerim!” diye bağıran Eren Kerim iken Ezel’i uyaran kişi Ateş Bey’den başkası değildi. Demek Ateş Bey’in konuşmasını sağlamak için biricik oğlunu kızdırmak gerekiyordu. Öyle mi? Diyar bunun verdiği farkındalıkla kaşlarını kaldırarak, arkadaşları tarafından zapt edilmeye çalışılan çocuğa baktı. Baktı. Baktı. Baktı. Dudağının kenarı Ezel’in gözlerinin daha da kararmasına neden olacak şekilde kıvrılınca Cesur’un “Kes şunu!” diye bağırdığını duyarak güldü. Delirmiş miydi? Belki.

Onlara doğru dönerek bir adım attı. “Baban için mi tüm bu öfken?” diye sorduğunda Ezel’in dişlerini sıkarak bağırmasıyla gülümsemesi daha da artan Diyar, birden uzanıp çocuğun saçlarına asılınca ortalık yangın yerine döndü.

“Diyar!” diye uyardı Cesur onu.

“Sonunda delirdi amına koyayım.” Dedi Eren Kerim de hemen arkasından ama Diyar’ın ne onları duyacak bir kulağı vardı o sırada ne de görecek gözü. Tüm öfkesi bir yanardağ misali fokurdayarak yukarı çıkıp, dışarı taşarken odağı Ezel yakmak istediği kişiyse Ateş’ti.

“Bırak!”

Ezel de Diyar da aynı anda Cesur’a hitaben konuştular. Cesur, Saruhan’ın kolundan tutarak onu kendisiyle bir adım geriletirken sonunda Diyar da Ezel ile baş başa kalmıştı.

“Bunca zaman hep bir şekilde babanı öldürmenin hayalini kurmuştum.” Dedi Diyar. Ezel’de bir kolunu uzatmış aynı şekilde ensesinden tutmuştu. “Ama görüyorum ki aslında asıl vurmam gereken kişi senmişsin.” Deyip Ezel’in yüzünden okunan şaşkınlığından yararlandı, ona kafa attı. Küt bir ses duyuldu.

Ateş Bey’in kükreyen sesi ortama bomba gibi düşse de yıldırım olup çarpan da kasırga olup etrafı birbirine katan da o sırada Diyar ile Ezel’di. Yumruklar ve tekmeler şiddetli, darbeler öldürücüydü. Diyar ne için vurduğunu biliyordu. Sanki yılların tüm öfkesini, yalnızlığını, kimsesizliğinin acısını Ezel’e; Nefal’i görmesine izin vermemelerinin hıncını da Ezel’e vururken kendilerini kitlenmiş bir halde seyreden Ateş’ten çıkarıyordu. Çocuk inatla “Annemi öldürdüğün gibi babamı da öldürmene izin vermeyeceğim.” Dedikçe Diyar’ın içindeki yangın sönmek yerine daha da büyüyordu. Bakışları delirmiş gibi odağını kaybederken, Ezel sadece yumruklamak zorunda olduğu bir şeyden ibaretti artık. Öfkesi ham, sek ve tekti. Kim önünde durabilirdi ki? Onun ikide bir aynı şeyi söyleyip durmasından bıkmış usanmış, Ateş’in sesinden de çıldırmanın eşiğine geldiği sırada Ezel’i gırtlağından yakaladığı gibi kendisine doğru çekti. “Şimdi senin o sesini sonsuza dek kessem bana burada kim engel olabilir.” Diye sordu. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen bakışları sabitti. Gök gürlüyor, şimşek çakıyordu. “En fazla ikimizde ölürüz” dedikten sonra başını çevirerek Ateş’e baktı. “Seni öldürmek isteseydim, öldürürdüm.” Deyip Ezel’i bir bez parçasıymış gibi ileri savurduğunda çocuğun gözlerinin kaydığını görerek alayla gülümsedi. Ardından o gülümseme hızla kayboldu. “İkide bir aynı şeyi söylüyorsun ama,” dedi avlanmadan hemen önce “O benim de annemdi.”

“Diyar, hayır!”

Ensesine isabet eden iğneyle bir an neye uğradığını şaşırsa da içine girdiği kafesin avcılara ait olduğunu unutmuştu. Yüz üstü, yere sert bir şekilde düşerken gözleri yuvalarında kayarak kapandı. Eren Kerim ona müdahale etmek istediği sırada Cesur’un “Kızı da alıp çık.” Demesiyle bakışları yeniden yerde yatmakta olan arkadaşına kaydı. Adımları ona doğru gittiği sırada İklim’in koluna tutunmasıyla durdu ve ona baktı. “Gidelim”

“Onu burada bırakamayız.” Diyen Eren Kerim, çatık kaşlarla kendilerini izleyen çocuklara baktı. Sanki aile büyüklerinin orada oluşu o anda önemli değilmiş gibiydi. “Onlara güvenmiyorum.”

Cesur, bu sözler üzerine gülümsedi. “Sana arkadaşını da alıp çıkman için izin veriyorum.” Dediğinde Eren Kerim dişlerini sıkarak çocuğa doğru bir adım attı. Cesur geri çekilmedi. Kaşlarını havaya kaldırmakla yetindi. “Aynısı mı olsun istiyorsun?” diye sordu başıyla yerde yatmakta olan Diyar’ı işaret ederek. “Burada kalmaya devam edecek olursanız, sonunuz iyi olmayacak. Kızın hatırı için.” Dedi Cesur yeniden.

O anda İklim’in bakışları kendisini buldu. “Cesur.” Dedi İklim.

“Konuşma.” Dedi Cesur sert bir dille. Bakışları yeniden Eren Kerim’e döndü “Uzatma sende” dedi “Gidin!”

Eren, dişlerini sıkarak geri geri giderken “Görüşeceğiz.” Diyerek İklim’in elini kavradı ve Kök’ten dışarı çıkarken küfretti. “Eren.” Dedi İklim onu sakinleştirmek istercesine “Ona zarar vermeyecekler.” Dediğinde genç adam ona inanmadığını belli eder gibi güldü. İçini çekti. “Onu oradan hemen çıkarmamız lazım, İklim. Olabilecek en hızlı şekilde.” Genç kız başını salladı. “Baran’ı arayalım.” Dedi. Eren de ağır ağır başını salladı. Kapıda bir savaş vardı ve artık içeri girmek kaçınılmazdı.

**

“Sen delirdin mi? Kafayı mı yedin Ateş!”

Poyraz Altun’un gözlerinden ateş çıktığı doğruydu ama aslolan arkadaşının çocukça davranışına sinirlenişiydi. “Ulan karşındaki senin yarı yaşında bile değil, daha neyin kinini güdüyorsun! Kendi kinin yetmiyormuş gibi bir de Ezel’e aşılıyorsun bunu!”
Ebru Hanım, Ateş’in omzundaki kurşunu çıkarıp dikiş atarken o sırada Poyraz’ın bağırışlarını dinleyen Anıl Bey “Kapıda polisler ve bir basın ordusu var, dışarıya ulaşan silah sesimiz de olduğuna göre, yeniden göz önündeyiz.” Diyerek başını iki yana salladı. “Bu yaptığın hiç iyi olmadı.” Dedi “Çocuğun içeri girmesine izin vermeliydin.”

“Onun burada bir yeri yok!” diyen Ateş Bey yüzünü buruştururken Poyraz Bey “Buna sen mi karar veriyorsun?” diye sordu.

“Bir anlaşma yapıldı Poyraz, siktirtme belanı bana!” diye bağırdı Ateş Bey en sonunda dayanamayarak.

“O anlaşma yapılırken ben de oradaydım, çoğunluğa karşılık teksin! Diyar yeteri kadar dışarıda kaldı zaten, burada bulunmak istemesi onun en doğal hakkı!” diyen Poyraz Bey, Anıl’ın “Ki Nefal için burada.” Demesiyle susup derin bir nefes aldılar.

“Böyle işin amına koyayım.” Dedi Ateş Bey “Ulan bu çocuğu her şeyden uzak tutmak isterken nasıl oluyor da içeri girebiliyor.”

Poyraz Bey başını iki yana sallayarak oflarken “Şimdi ne olacak?” diye sordu Doruk Pehlivan. Konuşmuyor sadece olanları seyrediyordu. O da konunun asıl sahibi de. Ali Yılmaz. Çıkan tüm kargaşanın öznesi kızıydı ve Diyar’ın buraya gelişi, dengelerin şaşmasına neden olmuştu. “Şunu aklına sok,” dedi Ali Bey buz gibi bir sesle. Hepsi, odadaki herkes ona dönmüştü. “Nefes onun yüzünden ölmedi. Bunun için onu suçlamayı bırak artık.”

Ateş Bey dudak kıvırdı. “Vay söz konusu kızın değilken böyle konuşabiliyorsun çünkü?” diye sordu.

“Çünküsü falan yok,” dedi Ali Bey “O çocuk hayatımıza girdi çünkü öyle olması gerekiyordu. Nefes’in onu senden neden sakladığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama her ne olmuş olursa olsun, geçmişe dönük yaşayamazsın. Çocuk isteseydi seni öldürebilirdi. Hepimiz oradaydık ama bize rağmen gözünü kırpmadan seni vurdu öyle değil mi?”

“Nefal’i gerçekten seviyor olmalı.” Bu sözler Doruk Bey’e aitti. Yüzünde arkadaşlarınınkine nazaran daha anlayışlı bir ifade vardı. “Yani düşünsenize, seneler sonra çıkıp buraya geliyor, intikam almak gibi bir amacı var ancak planı suya düşüyor ve âşık oluyor. A a! Şu işe de bakın, âşık olduğu kızda yıllarca it gibi hissetmesine neden olan ailenin kızı. Ama kızla olması imkânsız çünkü hala o kapının dışında ve içeri girilmesine asla izin verilmiyor. Kız zarar görüyor ama onu görmesi bile yasak. Sinirleniyor ve sevdiği kız için onun babasına değil de bu kazulete kurşun sıkıyor.” Deyip suratını buruşturunca ortamdaki gergin havada böylelikle dağılmış oldu.

“Sen buna izin verir miydin?” diye sordu Ali Bey, ona bakarak. “Behrem’in onun gibi biriyle…”

“Bade’nin benim gibi piçin tekiyle olmasını da istemezdim.” Diye yanıtladı Doruk Bey “Ama ben bencil bir adamım. Bu hiç değişmedi, değişen tek şey ona olan hislerimdi. Onu sevdim. O da beni sevdi. Eh bu biraz zor oldu ama sonucuna değdi mi? Her şeyiyle.” Dedikten sonra derin bir nefes alarak Ali’ye bakıp konuşmayı sürdürdü “Diyar, bizim düşmanımız değil. Dengimiz de değil. Dolayısıyla bence çok da şey yapma, sonuçta senin de ergenliğini biliyoruz İmam?” deyip başını yana kırarak Ali’ye baktığında Anıl Bey, başını çevirerek gülümsedi. İçini çektiği sırada “Çocukların aşk hayatlarından konuşmanız bittiyse şimdi asıl meselemize dönebilir miyiz? Ne yapacağız? Basının karşısına çıkıp konuşacak mıyız yoksa sahaya çıkıp meydanın hala bize ait olduğunu mu göstereceğiz.”

“Çok heyecanlandım şimdi.” Dedi Volkan Bey. Sessiz sedasız bir köşede oturmuş, konuşulanları dinliyordu “Ama yine de… İyi düşünmeliyiz,” dedi “Yaşımız malum.”

“Hadi lan oradan.” dedi Ateş Bey bunun üzerine “Benim yaşımda bir şey yok. Ha sen diyorsan ki ben kurşun sıkmam, kurşun yerim. O zaman söyleyeyim Şükran Hanım’a un helvasını bir an önce kavurmaya başlasın.” Odadaki adamlardan homurtular eşliğinde gülüşmeler duyulurken Poyraz Bey, ellerini ceplerine sokmuş camdan dışarıyı seyrediyordu. “Geride kalacağız.” Dedi.

Anıl Bey “Emin misin?”

“Mecburuz.” Dedi Poyraz Bey “Nefal’in olayı zaten ülke gündemine bomba gibi düştü. Birkaç gün hatta bir ile iki hafta sosyal medyada yazılıp konuşulur ama içeride… Bizim hamle yapmamızı bekleyenler, özellikle yanlış bir hamlemizi, bizi tekrardan istemediğimiz durumlara sokabilir. Bu yüzden Volkan’a katılıyorum.” Dedi başıyla işaret ederek “Yaş falan değil ama çocuklarımızın olduğunu göz önüne almalıyız.”

Volkan “Ki şu anda yapılan şey her neyse, onları sahaya çekmek için.”

Hepsi aynı anda kafalarını salladıklarında “Peki ne yapacağız?” diye sordu Ebu Bekir “Öylece durup izleyecek miyiz?”

Poyraz Bey gözlerini kısarak gülümsedi. Elleri ceplerinde, bakışlarında bir kurnazlık vardı. “Ben öyle bir şey demedim.” Dedi.

“O zaman?” diye sordu Erdem Bey.

Poyraz Bey içini çekerek “Ölüleri uyandırdıklarını nerden bilecekler ki?” dediğinde adamlardan yükselen homurtular kahkahalara dönüştü.

ORTAK EV

Mutfak camının gerisinde durmuş sitenin içerisinde dolaşan korumaları izliyordu. Hiç bu kadar içeri girdiklerini görmemişti. Onları her zaman girişte, etrafta görmüştü ve şimdi bu kadar yakınında olduğunu görmek Behrem için değişik bir durumdu. Ocağın üzerinde derin bir tencerenin içinde bir şeyler fokurduyordu. Kavganın ardından sanki tüm kanı çekilmişti. Sanki kendisi kavga etmişti ve hatta silahı kendisi ateşlemiş gibiydi. İçine düştüğü durum o kadar garipti ki kendisini bir anda, mutfakta kış çorbası adını verdiği şeyi hazırlarken bulmuştu. Yanında Tamu da vardı üstelik!

“Bunun bizi zehirlemeyeceğinden eminsin değil mi?”

Tamu’nun elindeki kereviz saplarını da kaynayan suya atmasıyla Behrem başını çevirerek ona baktı. Ardından yanına doğru yürüdü. Dolaptan çıkarıp küp küp doğradığı tavuk parçalarını da suyun içine attıktan sonra “Blendırdan geçirdiğim zaman bu görüntü ortadan kaybolacak.” Dedi. Çenesi titriyordu. Karaca neredeydi?

“Sen iyi misin?” diye sordu Tamu. Dikkatli bakan gözleri üzerindeydi yine. Behrem, başını sallarken dönüp kalçasını tezgâha yasladı. Elindeki mutfak bezinin köşeleriyle oynadığı sırada “Sanki şimdiye kadar bir yapbozmuşuz da bizi bir anda parçalarımıza ayırmışlar gibi hissediyorum.” Diye mırıldandı.

“Ateş amca için mi üzülüyorsun?” diye soran Tamu’ya bakan Behrem “Sen üzülmüyor musun?” diye sorunca onun dudaklarını büzüp, omuz atmasıyla kaşlarını çattı “Hiç mi?”

“Ben Diyar’ı tanımıyorum. Nefal ile bir ilişki içerisinde olduklarını biliyorum ve buna da saygı duyuyorum.”

“Saygı mı!”

İki kız da dönüp baktıklarında Ezel’in kapının girişinde durduğunu gördüler. Kaşları çatılmış, açılan yaralarına küçük bantlar yapıştırılmıştı. Ancak öfkesi gün gibi ortadaydı ve mümkünmüş gibi daha da çoğalıyordu. Tamu’ya bakıyor, sanki onu tek hamlede yok edecekmiş gibi duruyordu. “Ona saygı mı duyuyorsun?” diye sorarak içeri girdiğinde Behrem bir çift kavgasının içinde kalmalı mıydı pek emin olamadı ama Ezel’in öfkesiyle, Tamu’yu da yalnız bırakmaya içi el vermedi. Bekledi. Ezel’in omzunun üzerinden baktığında Hedeon’u hemen arkasında dururken gördü. Neden yanına gelmiyordu? “Nefal ile ne yaşadıkları ikisini ilgilendirir, geçmişi benim sorunum değil.” Dedi Tamu. Ne kadar sakindi…

“Anlamadım?” diye sordu Ezel. Tamu, dudaklarını birbirine bastırarak bir süre bekledikten sonra “Ben geçmişi bilmiyorum,” dedi “Sende bilmiyorsun. Seninle ilgili olan hiçbir şey yokken, ona karşı düşmanca bir tavır sergiliyorsun. Şu anda ona kızmanı anlayabilirim çünkü babanı vurdu ama bana sorarsan, baban onu kışkırttı.”

“Ne oluyor?”

Menaf’ın sesini duydular. Ardından da Kuzey’in. “Sorun nedir?” diye soruyordu o da.

Saruhan başını iki yana sallayarak içeri girmelerini engelledi. Öte yandan Behrem’in de yanına gelmesini istiyordu. Çünkü baktığı yerden onun Tamu’nun önüne geçeceğini görebiliyordu.

Ezel “Babamın haklı sebepleri var?”

Tamu başını salladı. “Olabilir. Peki senin ne gibi bir sebebin var? Nefal’i merak etmiş gelmiş, ne hakla onu buraya girmekten alıkoyuyorsunuz. Elinde bir anahtar vardı. O anahtarın kim tarafından verildiği bence herkes tarafından biliniyordur öyle değil mi?” diye sorduğunda “Annemi bu işe karıştırma.” Dedi Ezel. Tamu dişlerini sıkıyordu artık. “Annen bu işin tam merkezinde,” dedi genç kız “Tüm ebeveynlerimiz bu işin içinde ve bu durumda onları ilgilendirir. Eğer annen Diyar’ı kabul etmemiş olsaydı sence onu buraya sokacak bir anahtarı eline verir miydi? Uyan artık!” dedi parmağını gözünün önünde şaklatarak “Olaylar senden ibaret değil. Nefal saldırıya uğradı! Aşağıda, yoğun bakımda ve erkek arkadaşı onu göremiyor bile. Bunun yerine zindan gibi bir yere kapatıldı ve allah bilir ölüp ölmeyeceğini düşünüyordur.”

Ezel “Ya sen niye onu savunuyorsun şimdi Tamu!” diye bağırdı.

“Çünkü önünü görmüyorsun!” diye bağırdı Tamu da “Görmüyorsun, aptal! Birbirimize ihtiyacımız var ama sen kalkıp kavga çıkarıyorsun! Senin verdiğin şu tepkinin yarısını baban veriyor mudur acaba?” diye sorduğunda çenesi titriyordu. Sulanan gözlerini ondan kaçırarak derin bir nefes alırken Ezel’in “Ben eve gidiyorum.” Demesi üzerine başını çevirip ona baktı. “Bu sinirle yanında kalmaya devam edersem kalbini kıracağım çünkü.”

“Ha bu kırmayan halin çünkü değil mi?” diye sordu Tamu kaşlarını kaldırarak.

Ezel “Beni sınama Tamu” dedi “Şimdi değil.”

“Keyfine bak o halde.” Dedi genç kız “Ben sana engel olmayayım” Yanından geçip gitmek istediğinde Ezel’in kolundan tutarak durdurmasıyla başını çevirerek ona baktı. “Bırak.” Dedi. Dişlerini sıkıyordu. “Yoksa bende seni kırmaya başlayacağım.”

Ezel’in yüzünde kızın gücüne giden bir gülümseme meydana gelmişti. “Hm,” demişti Ezel gözlerini kısıp gülerken “Zehir gibi cümlelerim var diyorsun?” diye sorduğunda Tamu’nun yüzünün aldığı şekil bir anda afallamasına neden oldu. Kızın yüzü kıpkırmızı kesilmiş, gözleri irice açılmıştı. Elini kolundan usulca çekerken ne diyeceğini kestiremeyen Ezel, bir adım geri giderek “Bence ben sakinleşene kadar birbirimizden uzak dursak iyi olur.” Dedi. Tamu böyle bir şeyi beklemediğinden olduğu yere çakılıp kalmıştı. Kâğıt kesiği gibi ince ince sızlıyordu içi. Derin bir nefes alıp kırpıştırıp durduğu kirpiklerinin altından Ezel’in simsiyah gözlerinin içine bakarken onun yanından rüzgâr gibi geçip gitmesiyle neye uğradığını şaşırdı. Behrem, ona doğru bir adım atıp kızı kendisine doğru çekerken Tamu’nun titrediğini fark ederek içini çekti. Başını kaldırıp baktığında Saruhan’ın az önce durduğu yerde olmadığını görüp, kaşlarını çattı ama Menaf ile Kuzey hala durdukları yerdeydiler. Hatta… Menaf içeri girip yanlarına bile gelmişti. Kollarını açıp her ikisine sarılırken “Ezel bokumu yesin.” Diye homurdandı. Tamu, önce kıkırdadı. Ardından o kıkırdamalar hıçkırıklara dönüştü. Omuzları sarsılarak ağlamaya başladığında Behrem ve Menaf üzülerek birbirlerine baktılar. Kuzey ise bu sırada “Bende çorbayı karıştırayım bari.” Dedi yanlarına gelip. Bir eli Tamu’nun başında, onun saçlarını okşarken bir elinde kepçeyle derin tencerenin içindeki şeyleri karıştırıp durdu. İçine düştükleri bu kasvetli günlerin bir an önce son bulmasını umdu.

ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Where stories live. Discover now