UYANIŞ -

338 34 15
                                    

Bu bölümden sonra hikayeyi yeni bir kitabın 2. Serisi olarak yayınlayacağım profilimde paylaşınca bulabilirsiniz :))

Eğer birini suçlayacak olsaydım bu kesinlikle ben olurdum. Rüyalardayken siz ve hayalleriniz varsınızdır. Bir başkasının size karışmasına izin vermedikçe o kişi ne kabusunuz olur ne de size zarar verebilir.
Perde inen gözlerime bir başka gözlerle baktım. Bu nasıl olabiliyordu? Ben kendimi yatarken nasıl görebiliyordum?
"Anne," diye mırıldandım. "Şimdi ne yapacağım?"

Ve derin bir boşluk...

Önümde duran hayali aile tablosu ve o şeytan...

Kendi kanından birini yok etmeye kalkan iblis Tanrının kırbacıyla lanetlenmeyi hak ediyordu! Ne oldu? İyilikle dolan o güzel kalpler onun için acır hale mi gelmişti? Neden! O bana acımış mıydı ki? O, Tanrının güzel hediyesini benden koparmaya çalışırken ne hissettiğimi veya ne hissedebileceğimi düşünmüş müydü?
Kendimin yatağa bağlanmasına izin vermiştim. O kazanmış, bense kaybetmiştim.
Peki, burada tam olarak kimi suçlamamız gerekiyordu? Tabii ki de kendimi.
Bu meseleyi başta tartışmamış mıydık?
Bir rüyadaysanız, kabusunuz olmasına izin vermedikçe o sadece bir silüettir.

           ***

Tanrının uzattığı ele aynı şekilde elimi uzattım fakat her kolumu öne doğru uzattığımda bedenimi yakıp kavuran bir ateş vardı. Bedenimin bu şekilde yakılmasını meleklere ve sevgili eşime(!) borçluydum.

Ve aniden nefesim kesildi.
Canım çekiliyor, ruhum artık tamamiyle edebiyete kavuşuyor gibiydi.
Tıkanmış kulaklarım kafif tıkırdayan yatakla beraber açılmışlardı. Duvarların önünde duran aynalık gibi eşyalar sallanarak duvara çarpıyorlardı. Gözüme inen perde artık tamamiyle kalkmıştı.
Büyük bir gürültü eşliğiyle -yani benim çığlığımla- camlar paramparça olmuş, etrafa saçılmışlardı. Bununla beraber camdan içeri girmeye çalışan ağaç dalı gürültüden etkilenmiş olacak ki dalını evin camından çekip kendini korumaya almıştı. Ve odayı aydınlatan büyük beyaz ışık çığlığımın yok oluşuyla beraber kayboluvermişti.

İşte büyük an!
Kapı hızla açıldı ve birkaç ayak sesi odayı çoktan doldurmuştu. Yapış yapış olan alnımdan saçlarımı çekerken aylardır oynatamadığım parmaklarımdaki eklem ve boğumlar kıtır kıtır sesler çıkartıyorlardı. Nefesimi düzene sokmaya çalışıp beni dikkatle izleyen gözlere gülümseyerek baktım, yapmacık bir gülümsemeyle.
"Bu," diye atıldı Julia, benim çığlığımın üzerine sessizliği bozan ilk kişi olmuştu, "nasıl?" Arkalarda, karanlıkta kalan kıza odaklanmışken bir anda Julianaya döndüm.

"Harry, nerede?" Beklenen soru sonunda dudaklarımdan çıkıvermişti.
Chris yatağın yanına oturdu ve parmak uçlarıyla karnıma dokundu ardından sıvazlarcasına ovaladı. "O iyi." Dedi arkada kalanlara bakarak. Ama bir sorun vardı. O sorumu mu yanıtlamıştı? Öyleyse bunu bana bakarak yapması gerekmez miydi?

"Harry. Nerede?" Sorumu yineledim fakat bu kez daha vurgulayıcıydım.

Kabul ediyorum, uyanışım, normal insanlar gibi olmamıştı fakat şu son 10 dakikadır savaş açmayıp normal bir tonda konuşuyor olmam da... Evet, normal insanın yapacağı düzeyde değildi. "Julia!" Diye seslendim. Juliana korku dolu gözlerle bana baktığında bir haltlar döndüğünü anlamıştım.
"Şey, Lucy... Kimden bahsettiğini açıkçası bilmiyorum." Dedi, ağzı başka gözleri başka konuşuyordu. Karanlıkta olsa gözlerini kaçırışını yakalayabilmiştim yani ortada hem bir yalan hemde dönen bir şeyler vardı. Benimle beraber şaşkınlığını gizleyemeyen Chris, Juliaya döndü. "Dalga mı geçiyorsunuz! Her ne oluyorsa şimdi baştan sona kadar her şeyi anlatacaksınız!" Karnıma giren sancıyla beraber emir tabiriyle yönelttiğim parmağımı indirip elimi karnıma götürdüm. Onun-bir iblisin-piçini taşıdığım için memnun mu olmalıydım yoksa nefret mi kusmalıydım işte bundan hiç emin değildim.

EVET YORUMLARINIZI BEKLİYORUUM!!!

Cold FLOWHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin