Final - Part 2

19.4K 1.2K 100
                                    

Onu ilk gördüğüm an daha dün yaşanmış gibi aklımdaydı. Yüksek sesle çalan şarkıya deli olmuş, kendimi onun kapısında bulmuştum ve o beni otoriter ifadesiyle karşılamıştım. İlk konuşmalarımız, anlaşmamızın ardından o arabanın içine oturup, bir şekilde araba hakkında da olsa konuşmaya başladığımız andan itibaren frekanslarımızın birbirine ne kadar yakın olduğu ortaya çıkmıştı. Ortak zevklerimiz, aynı espri anlayışımız aramızda her geçen gün, sadece sevgi ile değil aynı zamanda insanı çelişkiye sokan bir dostluk ve güven ile birleşmişti.

Ne olursa olsun, o etrafında kurduğu otoriteyle yarattığı güçlü güven duygusuyla ona teslim olmuştum. Yenildiğim, yıkıldığım yahut kaybettiğim anlat olmuştu. Ondan vazgeçmeye çalıştığım, vazgeçtiğim anlar olmuştu ama o, hep bir şekilde yanımdaydı. Yokluğunda kulağımda sözleri, özlediğimde rüyalarımda benliği vardı.

Tuttuğum nefesi, omuzlarım titreyerek ciğerlerimden dışarı bıraktım. Burnumda hala kanın metalik kokusu vardı. Aradan yarım saat geçmesine rağmen, kim bilir belki daha fazla, hala kulaklarım çınlıyordu. Etraftaki sesler boğuk bir perdenin ardından, kendi düşüncelerimin ve endişelerimin arkasından konuşuyordu.

Hangisi için daha çok korktuğumu seçmek gibi bir ihtimalim yoktu. Ne yapmış olursa olsun, en nihayetinde birisi benim ağabeyim ve diğeri de benim sevdiğim adamdı. İkisi de aynı yerde vurulmuş, ikisi de aynı şekilde getirilmiş ve ikisi de aynı ameliyathaneye girmişti. Ecmel'e kızgın olsam da bir gün barışmak, yeniden onunla konuşup dertleşmek istediğimde hayatta ve canlı olarak hayatıma dahil olmasını istiyordum. Ondan vazgeçmek istemiyordum

Siraç'tan hiç vazgeçemezdim.

Şok geçiriyor olmalıydım, zihnim bomboştu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Sürekli kafamda aynı cümleler dolanıp duruyordu.

"Siraç'tan vazgeçmem,"

Sanki bana bir seçenek hakkı sunulmuş ve ben, kendi tercihimin duyulması için arka arkaya ve yüksek sesle tekrarlıyor gibiydim. Başka hiçbir şey yoktu zihnimde. Israrlarım bir süre sonra yalvarışlara, yakarışlara dönmüşti.

"Lütfen yaşasın. Yalvarırım Siraç yaşasın," diye geçiriyordum aklımdan.

Yeniden Berkay'ın kollarını omzumda hissettiğimde bu bana Siraç'ın son dokunuşlarını anımsatmıştı. Ellerimi açmış, Berkay'ın önünde dikilirken ellerini omuzlarıma koymuş destek alıyordu. Son kez dudağımın kenarına dokunup, benim acımın milyonlarca kat fazlasını yaşarken bana canımın yanıp yanmadığını sormuştu.

Ameliyathanenin kapısına dönmüş, sıkılı yumruklar ve kırpmaktan korktuğum gözyaşlarıyla ameliyathanenin kapısını izlerken "Gel, her yanın kan içinde. Elini yüzünü temizleyelim," diyerek beni çekiştirdiğinde silkinerek kollarının arasından kurtuldum ve sadece birkaç santim kaydığım yere, ameliyathanenin kapısına dikildim.

"İstemiyorum," dedim küçük bir çocuk gibi.

"Gazel, burada dikilmenin onlara hiçbir faydası olmayacak. Ankara'dan özel doktorlar birazdan burada olurlar zaten, onlar iyi olacak," diyerek yeniden omuzlarıma ellerini koyduğunda silkindim.

"Dokunma bana!" diye çığlık attığımda sesim hastanenin koridorlarında yankılandı. Etrafta ne kadar meraklı uğultu, homurtu ve konuşma varsa hepsi o anda kesildi. Koridorlardaki et yığını insan varlıkları ve benim dışında başka bir şey yoktu. Duyduğum tek şey, soluk sesleriydi. Berkay ellerini üzerimden çekerken başımı eğip üzerime baktım. Ayakkabılarım, bacaklarım, ellerim, tırnaklarım, tişörtüm kan içindeydi. Defalarca kez gözyaşlarımı sildiğim için belki de yanaklarım da kana bulanmıştı.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now