68

16.2K 994 111
                                    

Kapıyı arkasından kapattığında, içeride bıraktığı kadının öfkesiyle sırtına çarpan, omurgasından aşağı inen öfke sırtının seğirmesine sebep oluyordu. Başını ağır ağır sol omzunun üzerine düşürürken verdiği nefesi, başını sola doğru yatırırken omurgasının çıkardığı o cılız, kırılmayı andıran sesler ona başını daha sert çevirip ölme isteğini kuvvetlendiriyordu. Bu, başını her sola yatırdığında, güçlenen kendini öldürme isteğinin yansıması gibiydi. Öldürme isteğini bastırmak için yanaklarının içini dişlerken başını dikleştirdi ve titreyen kirpiklerinin arasında, parlak spotların altında ona tek kaşını kaldırmış, belirsiz bir ifadeyle bakan İdil'i gördü. Öfkesinin yarattığı sis dağılırken yeniden, nefesini zihninde ve kulaklarında yankılanırken ciğerlerini doldurdu.

"İyi misin?" diye fısıldadığında kapının diğer tarafından kırılma sesi yükseldi.

"Gidelim," diye homurdanırken çoktan asansöre doğru adımlamaya başlamıştı.

Kadın, arkasından yürürken neler olduğunu biliyordu. Bunu ne kendinden ne de ondan saklamaya çalışmıyordu bile. Bir an, içinde kavrulan geçmişin ateşiyle kavrulmuş, bocalamış ve basit bir kelime oyununa tav olup kendini açık etmişti. Silah kullanmada iyiydi ancak konuşma söz konusuyken yeterince iyi olmadığı açıktı. Bir yanı önce içeride, onun sebebiyet verdiği sorundan dolayı öfke krizi geçiren kadından özür dilemek istiyor, diğer yanı ise kendine biraz müsaade edip, onunla bir an yaşamanın tadına varmak istiyordu.

"Berkay İstanbul'da," dedi asansörün gelmesini beklerken.

"Doğu görevinde olduğunu sanıyordum,"

Dudaklarını büktü "Ben de," diye ekledi. Asansörün kapıları iki yana doğru açılırken kadın, adamın yüzündeki karmaşayı izliyor, ne hissettiğini anlamaya çalışıyordu. Üzgün müydü yoksa öfkeli miydi? Hareketlerine göre değişen iki drama maskesini yüzünde taşıyor gibiydi.

Asansör kabinine omzunu yaslarken "Bana kızabilirsin, buna hak veriyorum sonuçta Berkay ile kendini bildin bileli arkadaşsın ancak seni içeriden birinin gambazladığını da unutma," dediğinde yeşil gözlerini ona çevirmişti. Hala öfkeliydi ve kadının ağzından çıkan her söz öfkesini daha da körüklüyordu.

Asansörün kapıları iki yana açılana kadar katılmış kaşlarının altında, gözünü dahi kırpmadan kadına bakmıştı. Asansörden, ferah lobiye inerken "Bunun Albayın mahareti olduğunu kesinleşti, İdil. İçerideki adamını bu kadar sağlam tutacağını sanmıyorum, kaldı ki sana şu an daha sert çıkmıyorsam bu aramızdaki güzel ilişkinin ve bana verdiğin dostluktan dolayı. Berkay konusunu bir daha açmanı istemiyorum," derken arkasını dönüp bir kez olsun suratına bakmasa da bir şekilde ilişkilerini hala iyi hatırlıyor olması, çok kısa bir an içinde bir yıldızın parlamasına sebep olmuştu.

Bu yıldızı söndüren karanlık, onu evde bekleyen eşi ve küçük oğlunun gerçekliğiydi. Afrin'den bu yana neredeyse beş yıldan fazla geçmişti, oğlu üç yaşına giriyordu ve onun dört buçuk yıllık bir evliliği vardı. Evet, Siraç onu reddettiğinde doğrudan başkasıyla evlenmiş, yarasını böyle sarmıştı çünkü Siraç bir kez hayır dediyse, tersini söylemezdi.

"Aç mısın?" diye sorduğunda dudaklarını büktü.

"Pek değil," dediğinde adam doğrudan kapıya doğru yürüyordu. Elbette! Onunla yemek yiyeceğini falan mı düşünmüştü?Ve utanmadan bunu umut etmişti. Kendine kızdı, acımasızca azarladı.

"Arabaları ayarladın mı?" diye sorduğunda cebine sıkıştırdığı araba anahtarlarını çıkardı. İki adet Volkswagen Passat, ikisi de kamu malı olarak zimmetli, sivil plakalı devlet aracıydı.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now