7

58.2K 2.4K 186
                                    

Deri koltuğun yumuşak minderlerinin arasına gömülmüş, ayaklarımı önümdeki ahşap sehpaya uzamış, gözlerimi tavanda parlayan spotlara dikmiştim. Bir yanım acı içinde çığlık atarken diğer yanım rahat rahat oturuyordu. Evinden geleli henüz iki saat olmuştu ki ben çoktan avukata gerekli bilgileri atmıştım. Makul istekleri vardı; Onu tedaviye götürecek, yakından ilgilenecek, aramalarını es geçemeyecek, mesajlarını yanıtsız bırakmayacak, gerekiyorsa ona her konuda yardım edecektim. Son isteği biraz belirsizdi ancak benim isteklerimle çarpışmayacak herhangi bir istek olmasında sıkıntı yoktu.

Ve tedavisi bitene kadar ne olursa olsun, hiçbir şekilde onu terk edemezdim.

Kendimi olumlamaya çalışıyordum: birine yardımcı olacaktım, iyiliğim dokunacaktı, hakkımda kötü haberlerden kaçmak için bahanem olacaktı, grubumu tekrar geri alana kadar oyalanacak bir oyuncak olacaktı. Başka türlü birinin bakıcılığını üstlenmek, bana göre değildi. Yine de beni masanın üzerine yatırmakla başlayan fikrini benden istemediği için memnundum.

Çalan telefonumu sehpanın üzerinden aldım. Ağabeyim arıyordu, çabucak açıp telefonu kulağıma götürdüm. Henüz ben cevap vermeden "Ne yaptın? Ne istiyor?" diye sorduğunda ona durumu açıklamak isteyip istemediğimi bilmiyordum. Eğer Ecmel'e bunu söylersem muhtemelen saatlerce sorgular, yeni yeni inşa ettiğim olumlu yönleri sorgulayarak mahvederdi.

"Hallettim," diye kestirip attım.

Yutkunma sesini duydum "İyi," dedi ve hemen arkasından, anlamadığım bir mırıltıya "Evet," cevabı verdikten sonra "Seni sonra ararım," dedi ve telefonu kapattı. Nasıl yaptığımı bile sorgulamamıştı. Telefonu yanımdaki koltuğa bıraktım ve gözlerimi sessiz bir şekilde çalışan, yemek programının oynatıldığı televizyona diktim ve sesini açtım. Yarışmacılar birbirine öfkeyle saldırıyor, sunucu adam onların orta yolunu bulmaya çalışıyordu. Onların kavgası bende alkol alma isteği doğuruyordu ancak bunun yerine kendime cips ve kola alıp onları izledim.

Telefonumun sesiyle uyandığımda deri koltukların yastıklarının arasına sokulmuş, titreyerek sıcak bir yer arayışı içindeydim. Titreyen telefonu koltuğun minderleri arasında bulduğumda avukatım arıyordu.

"Alo,"

"Günaydın, Gazel Hanım," derken sesi mahcuptu.

Yatakta titreyerek doğrulurken "Günaydın," diye yanıtladım.

"İstediğiniz anlaşma hazırlandı, mail adresinize dosya olarak gönderildi. Karşı tarafta ve sizde ıslak imzaların olduğu birer dosya yeterli. Yalnız anlaşmayı imzaladıktan sonra bana bir kopyasını taratıp atmanızı isteyeceğim," dedi.

"Tamam,"

"İyi günler," dedi ve telefonu kapattı.

Yaptığım ilk şey termostatın derecesini yükseltmek olmuştu. Hemen arkasından kendimi sıcak suyun altına attım ve kısa bir duş aldım. Kahve makinesi, kahveyi demlerken üzerimi değiştirdim, ıslak saçlarımı kurulayıp taradım ve hemen arkasından kahve aldım. Mısır gevreğiyle birlikte televizyonun karşısına geçip en çok tutulan, yahut benim öyle düşündüğüm sabah programını izlemeye başlamıştım ancak sonlarına doğru yakaladığım için bir şey anlamamıştım.

İyice kendime geldikten sonra iki sayfalık anlaşma çıktılarını televizyonun hemen altında duran portatif yazıcıdan çıkarıp zımbaladım ve soluğu Yüzbaşı Barbaros'un kapısında aldım. Kapıya vurduktan sonra beklemeye sabrım yoktu. Arka arkaya kapıyı çaldım, kapıyı açarken gördüğüm ilk şey öfkeli yüzüydü, buna karşılık gülümsedim ve elimdeki anlaşma belgelerini havaya kaldırdım.

"Anlaşmalarımız hazır," dedim.

Kapıdan ve tek bastonundan destek alarak geri çekildi ve bana mutfağı işaret etti. Önden giderken arkasından kapıyı kapattım. İlk kez ona uzaktan bakıyordum, yaralı bacağının üzerine neredeyse hiç basmıyor, tek bastonunu yaralı bacağının olduğu taraftan destek alıyor ancak diğer bacağının onu taşıdığı söylenemezdi. Sık sık duvardan ve yanındaki her şeyden destek alıyordu. Sandalyeye doğru yürürken gözlerimi kaçırdım ve hızlıca yanındaki sandalyeye oturdum. Elimdeki kopyalardan birini ve kalemi ona uzatırken yüzümdeki gülümsemeyi bozmamaya çalışıyordum.

Anlaşmayı eline alıp okurken doğrudan yüzüne bakıyordum. Kirpikleri uzundu, öylesine uzundu ki gözlerinin üzerine öfkeyle düşen kaşlarına değiyordu. Suratı köşeliydi ve burnu kemerliydi. Üst dudağına göre alt dudağı daha dolgundu ve kuruydu. Çenesinde silik gamzesi vardı. Yüzü pürüzsüzdü, saçları düzgündü. Saç tıraşı bile hala asker gibiydi. Üzerinde bu kez beyaz, yuvarlak yaka bir tişört vardı ve dün giydiğine oranla daha bol duruyordu üzerinde, altında gri eşofmanı vardı.

Önümdeki kağıdı alırken "Kopyası," dedim.

Bana güldü "Emin olmam gerek, sonuçta ikisini de imzalayacağım değil mi?" dediğinde omuz silktim ve bir dirseğimi masaya yaslayarak başımı avcumun içine koydum. Evi, daha doğrusu sadece gördüğüm mutfağı temizdi. Çöp kovası balkondaydı ve küçüktü. Sakat olmasını ve on bir katı inemeyeceğini düşününce küçük çöp kovası saçma gelmişti. "Yardımcın mı var?" diye sordum.

"Hayır," dedi gözleri satırların üzerine kayıp giderken. Cevap vermeyince göz göze geldik, ona inanmadığımı belli ediyordum. Yalan, pek sevdiğim bir şey değildi "İki günde bir, en alt kattaki öğrencilerden biri gelir çöpümü atar, çağırdığımda temizlik yapmak için gelirler ve karşılığında onlara, yaptıkları işin karşılığında para veririm. Benim dışarıdaki işlerimi de çoğunlukla onlar yapar," dediğinde bu kez gülümsedim. Bu doğruydu.

"Nasıl güvenebiliyorsun?" diye sordum.

Güldü "Onlara mı? Hayır, onlara güvenmiyorum. Kendime güveniyorum," dedi ve kalemi alıp ilk ve ikinci kağıdın altında, adını soyadını ve tarifi atarak imzaladı.

Gazi Siraç Barbaros.

Kendi adıma da imzaları attıktan sonra güvensizliğini de düşünerek ikisini de tarayıp avukata attım. Kağıtları birbirine karıştırıp ona uzattığımda bir tanesini aldı "O sende kalacak kopya, orijinaller bizde olacak. Kopyaları da avukatta. Sana numarasını da atarım," derken beni dinlemiyordu. Kağıdı masanın bir ucuna atarken halinden memnun görünüyordu.

"Yarın resmi olarak başlarız o zaman," dedi.

"Tamam,"

"Portmantoda asılı, anahtarlığı olmayan anahtarı al lakin kesinlikle haber vermeden evime girme. Bana mesaj at ya da ara ancak onay veririsem gel," dediğinde ona gözlerimi devirdim "Bir daha bu şekilde kapımı yumruklamanı istemiyorum," dediğinde ona yapmacık bir gülümseme attım.

"Aynı centilmence hareketi sana göstermeyeceğim," dedim kendi kopyamı alırken.

"Yarın sabah dokuzda randevum var, uzak olduğu için tam yedide hazır ol," derken yeniden gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyordum. Ayaklandım, portmantoya yürüdüm. Boş anahtarı alırken "Sakın geç kalma," diyordu.

"Tamam," dedim ve anahtarla birlikte kapıdan çıkarken seslendi.

"Söylemeyi unuttum, bir daha evime ayakkabılarla girme," dedi

Gözlerimi devirdim "Tamam," dedim yeniden ve evden, başka bir kurala çarpmadan çıktım.

Gazi Yüzbaşı Siraç Barbaros.

Umarım bu işten ne sen ne de ben zararlı çıkmayız, aksi takdirde ikimiz de öfkelendiğimizde kontrolü kaybetmeye meyilli insanlar gibi görünüyordu. Beni durduran ağabeyimdi, onu durduran disipliniydi ancak acımazdı. Bu yüzden, yüzüme bir gülümseme konduracak ve ona ayak uyduracaktım.

Oylarınız ve yorumlarınız için çok teşekkür ederim ☺️ Daim olması dileklerimle, maalesef kurgu 20. Bölümlerde falan canlanıyor, o zamana kadar biraz böyle ilerleyeceğiz 🥰

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now