9

53K 2.5K 234
                                    

Yolda bir benzin istasyonuna durup, birer kahve almaktan başka hiçbir şey yapmamıştık. Buna rağmen rehabilitasyon merkezine geldiğimizde yarım saat vardı, merkez henüz açılmamıştı. İşlek bir caddenin üzerindeydi, hemen karşısında simitçi vardı ve simitçinin yanından uzanan sokakta kafeler vardı. Yolun ilerisinde alışveriş merkezi vardı. Arabayı bulduğum ilk park yerine paralel park ettim ve gözümü hemen karşıdaki simitçiye diktim.

"Kahvaltı yapmak ister misin?" diye sordum. Benim baktığım yöne baktı, ardından da işlek caddeye gözlerini dikti.

Başını iki yana salladı "Ben iyiyim, sen istersen git," dediğinde ona gözlerimi devirmek istesem de kibar yanım bunu istemedi ve gözlerimi devirmedim. Dibinde biraz kalan kahvemden yudumladım.

"Sen de aç olmalısın," dedim ve cevap beklemeden arabadan indim. Güçlü ve kendine güvenen biriydi ancak bacağındaki sakatlığın onun özgüvenini kırdığı açıkça belli oluyordu. Evde bir aslan yavrusu gibiyken şimdi, sokağa çıkma düşüncesi onu geriyordu. Bunu görebiliyordum. Kendimi onun yerine koyuyordum ve onu anlayabiliyordum.

Simitçiden başta birer tane, ardından da Siraç'ın yakmaya ihtiyacı olacağı karbonhidratı düşünerek ona iki tane kaşarlı simit aldım. Adam simitleri ısıtıp kaşarları eritirken sohbet ettiğim için hemen yakınlık kurmuştum, ona karşıdaki beyaz arabada olacağımı söyleyip tepsiyle birlikte ince belli çay bardaklarını da almıştım.

Arabaya bindiğimde telefonuna bakıyordu. Tepsiden çay bardağını alıp konsolun üzerine koydum ve simitimi aldıktan sonra tepsiyi ona verdim "Sakın dökme, arabamın pislenmesini istemiyorum," dedim.

Çay bardağını alıp benim gibi ön konsola koyarken bana alayla baktı, gözleriyle ön camda, sieceklerin erişemediği yerdeki yağmur damlalarıyla yapışmış tozu işaret ederken "O yüzden mi leş gibi," dediğinde ona suratımı buruşturdum.

"Eğer seni yetiştirmek istemeseydim, ilk işim arabayı yıkamak olurdu," dedim.

Başını aşağı yukarı sallarken simitinden büyük bir yudum aldı "Eminim öyledir," dedi lokmasını çiğnerken.

Suratına uzun uzun baktım, benimle göz göze geldiğinde ona gözlerimi devirdim ve sessizce, ön camdan dışarıyı izleyerek simitlerimizi yiyip çaylarımızı içtik. Merkez yavaş yavaş açılırken tepsiyi ve bardakları simitçi dükkanına bırakıp arabaya geri döndüm. Arka bagajdan bastonları aldığımda Siraç bacağını arabadan çıkarmak için uğraşıyordu. Uzanıp bacağını tuttuğumda öfkeli bakışlarını üzerime dikti.

Bakışları, sanki onu öldürmüşüm de mezarı başında egomu tatmin ediyormuş gibi hissettiriyordu. Bileğimden tutarak elimi savurduğunda "O kadar da düşmedim," diye çıkıştı. Öfkeyle burnumdan solurken ona karşılık vermek istedim ancak o benim hiçbir şeyimdi. Hiçbir şeyim olan bir adama, ne diye kızabilirdim ki? Kızsam bile bir faydası olup olmayacağını bilmiyordum.

Geri çekildim ve kaldırıma çıkıp elimde bastonlarıyla arabadan çıkmasını bekledim. Arabanın kapısından ve üstünden destek alarak ayaklandığında ona bastonlarını uzattım. Kolları ne kadar güçlü, kaslı ve sert ise bacakları tam tersiydi. Biraz önce bacaklarına dokunduğumda, bir çift yağ parçası gibi hem zayıf hem de yumuşaktı.

Merdivenleri çıkarken yardım etmek için yanına sokulsam da inerken olduğundan daha hızlı ve daha kolay bir şekilde merdivenleri çıkmıştı. İçeri girerken onun için kapıyı açık tutmuş, vezneye giderken arkasından onu izlemiştim. Kimliğini vermiş, sıra kağıdıyla birlikte almıştı. Biraz önce bacağına dokunduğumda, yaralarının ne kadar derin olduğunu avcumun içinde hissetmiştim. İnce bir yara gibi kalan izler değildi, bir kunduzun eştiği toprak gibiydi. Derindi. Kumaşın üzerinden hissedebileceğim kadar derindi.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now