51

36.3K 1.8K 227
                                    

Tüm gece gözüme bir damla olsun uyku girmemişti. Benim hayatım, geçmişimde yaşadığım travmaların üzerine kurulmuş, temelleri sağlam atılmamış sallantılı bir binaydı. Ecmel'in ihanetiyle o bina yıkılmış, içinden çıkan anne ve babamın hortlak anıları beni yıkıntıların altına hapsetmeye çalışırken Siraç, o enkazın altından beni çıkarıp yeniden, sağlam temeller üzerine kendime bir hayat inşa edebilmek için gereken cesareti vermişti. Her geçen gün, kendimi onun motivasyonuyla güdüleyerek, daha iyisi olabilmek için ruhumu ve bedenimi kullanarak yukarı çekmeye ve daha da yükselmeye çalışırken ona baktığımda, sağlam temeller üzerine kurduğu evinin, hayatının, acımasızca bir başkası tarafından yıkılmaya çalıştığına tanıklık ediyordum.

O, kutlama günü ona ateş edildiğinde bu kadar korkmamıştım. Sonuçta, hem onu o zamanlar yeterince iyi tanımıyordum hem de o kalabalığın içinde gördüğüm tek şey tabancaydı. Kime doğrultulduğunu, ne için doğrultulduğunu bilmiyordum. Bu gece, doğrudan Siraç'a ateş edilmişti. Eğer, ikimiz için bir şeyler sadece bir anlığına tereddütten ibaret olsaydı bambaşka bir hayat bizi karşılayacaktı.

Anlamıyordum. Gitmişti ancak gitmesine rağmen hala peşinde o adamlar vardı. Ne için gitmişti? Gittiyse neden şimdi karşıma çıkıyordu? Çıktıysa neden bu saçmalık bitmiyordu?

Uykumda bir sağa bir sola dönmekten sıkılıp ayaklandım. Soğuk kahve sipariş vermekle soğuk bir şişe şarap sipariş vermek arasında gel gitten sonra mini dolaptan çıkardığım kutu vişne suyuyla bahçeye çıktım. Duvarın üstünde, bir ileri bir geri tur atanın Siraç olduğunu yine bağcıklarına bakarak anlayabilmiştim. Koltuğa oturup gözlerimi önümdeki boşluğa diktim. Sırtı bana dönükken yürüyüşünü izliyor, onu diğerlerinden ayırt edecek kadar hafızama kazımak istiyordum, tekrar bana döndüğünde gözlerimi yandaki Ceylan ve Süleyman'ın odasının bahçesiyle ayıran sarmaşık duvara dikiyordum.

Ona soracağım çok soru ve almayı beklediğim birçok mantıklı cevap vardı. Hangisinden başlayacağımı bilmiyordum. Beni neden terk ettiğiyle başlayan soruyu sormak için ne bugünün ne de yarının uygun olmadığının farkındaydım. Geri dönüşünden sonra kendime biraz zaman tanımalıydım. Ne zaman ki bir şeylerin neden ve niçinlerini öğrenecektim, işte o zaman ona sorma vakti gelecekti.

"Pist," diye seslenildiğinde başımı yukarı kaldırarak bana doğru Fransız balkondan sarkan Sude'ye döndüm. Alt katta ben, Süleyman ve Ceylan kalıyorduk, onların üzerinde Eda, benim üstümde Sude kalıyordu "Uyku mu tutmadı?" diye sorarken korkuluklara yaslanmıştı.

Gözlerimi alacakaranlık havaya diktim "Biraz," diye mırıldandım.

"Tenis oynayalım mı?" dediğinde ona ciddi olup olmadığını sorgularcasına baktım "Hem sözüm vardı ya sana," diye ekledi.

Yapacak tek işim oturup kafayı yemek olduğu için "Olur," dedim.

Başını sallarken sırtını dikleştirdi "Hey, Rambo! Biz yarım saate tenise çıkıyoruz," dediğinde Siraç başını salladı ve onun odaya girmesini izledi. Henüz Eda'ya tahammülü yokken Sude'nin özel koruması olmaya nasıl düşmüştü anlam veremiyordum. Sonuçta kendisi söylemişti, özel tim.

Onu arkamda bırakarak odama girdim. Üzerime beyaz bir Lacost, yakalı, beyaz bir tişört ve altına tenis eteğimi geçirdim. Uzun çorapları, ayakkabılarımı giydim ve telefonumu spor çantama atıp lobiye yürüdüm. Gün yeni yeni doğarken lobide resepsiyonist ve bellboy kısık sesle mırıldanarak sohbet edip kıkırdıyor, kapıdaki güvenlik görevlisi kadın her an uyuyacakmış gibi başı sürekli önüne düşüp duruyordu. Merdivenleri başında, siyah kargo pantolonlu ve siyah tişörtlü koruma duruyordu. Yüzü açıktı ve Siraç'ın ekibine oranla daha rahat duruyordu. Arkamda ise, ayakta, bakışlarını benim gibi merdivenlere dikmiş Siraç duruyordu.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now