13

49.3K 2.4K 218
                                    

Farkındayken ya da farkında olmadan, bacağımı durmaksızın sallayarak gözlerimi yürüyüş bandındaki Siraç'a dikmiş, parmaklarım telefonun kırık ekranı üzerinde dolaşıyordu. O olaydan sonra, beni yaralayan ilk şey sahip olduğum sevilme duygusunu bana yükleyen hayranlarımın bana sırt dönmesi olmuştu. En yakınlarım bana sırtını dönse bile onların benim yanımda olacağını düşünürdüm. Birkaç gün önce bana sevgi dolu mesajlar atarken birkaç gün sonra benim hakkımda, sırf biraz daha beğeni almak için arka arkaya kötü yorumlar dizen, hakkımda atıp tutan yorumları görmek aldığım en büyük darbelerden biri olmuştu. Daha onun yarasını sarmadan en yakınlarımdan aldığım darbeler canımı yakmıştı. Kendime bile belli etmek istemesem de artık yaşamak için bir sebebim yoktu. Kendi ağabeyim bile bana para için sırtını dönüyordu. Ben mi abartıyordum yoksa gerçek bu muydu bilmiyordum.

Korkuyordum.

O kadar yalnızdım ki bugün ortadan kaybolsam yokluğumu fark edecek tek kişi Siraç'tı. Kaybolduğumda üzüleceğini bile düşünmüyordum. Hiç kimse... Artık etrafımda kimse kalmamıştı. Yeniden biriyle tanışmaya çalışsam er ya da geç medyanın uydurduğu yalanları öğrenecek ve bana sahte duygularla yaklaşacaktı.

Yürüyüş bandı durduğunda başımı iki yana sallayarak silkindim ve kambur duruşumu düzelterek doğruldum. Salıncak gibi şeye asılı kalarak kendini bıraktı. Gül, ona kocaman gülümsemesiyle yaklaşırken Siraç da ona parlak gülümsemesiyle karşılık veriyordu. Önündeki kemerlerin birkaçını açıp tişörtünü kaldırdığında atletik bedenini açmıştı. Ne konuştuklarını duymuyordum ancak Gül, onun üzerindeki bantları parmakları çıplak tenine dokunarak teker teker, ağır ağır çözerken uyuyan öfkem daha da artmıştı. Başımı çevirdim ve gözlerimi yerdeki yumuşak, siyah karolara indirdim.

Siraç ile neredeyse iki haftaya yakın bir süredir buraya gelip gidiyorduk ancak bir kez olsun bana böyle içten gülümsememişti. Hep alaycı, öfkeli ya da yapmacıktı.

"Hadi gidelim," dedi Siraç başımda bastonlarından destek alarak dikilirken.

Gül arkasından gelirken "Biraz dinlen, en azından terin kurusun," dediğinde ona dik dik baktım. Bu tavrım karşısında Gül şaşkınlıkla bana bakarken en az onun kadar ben de şaşkındım. Şimdi, elimde kalan tek şey Siraç'tı. Herkes bana arkasını dönmüştü ve benim, pek de kibar olmayan komşumdan başka hiçbir şeyim kalmamıştı. Onu herhangi birinin almasına, benden daha fazla çalmasına müsaade edemezdim. O benim tek arkadaşımdı ve benim de onun tek arkadaşı olmam gerekiyordu.

Siraç başını iki yana salladı "Teşekkürler Gül ama ne kadar erken çıkarsak o kadar iyi," dediğinde sessizce ayağa kalktım ve onlara sırtımı dönerek kapıya doğru yürüdüm. Siraç arkamdan "Pazartesi görüşürüz," dediğinde Gül de ona "Görüşürüz, Barbar," diye karşılık verdi.

Zemin kattan gelen asansör her katta duraksarken Siraç bana yetişmişti, sessizce asansöre bindiğimizde bir kat daha yukarı çıktı ve hiçbir katta durmadan aşağı indi. Gözlerim sık sık Siraç'ın üzerinde dolaşıyordu. Şakakları terliydi, ter damlaları saçlarının arasından parlıyordu. Şakaklarından yanaklarına doğru süzülen ter, boynuna ve oradan da tişörtünün altından göğsüne ulaşıyordu. Yakası ve sırtı ıslaktı. Normalde hemen çıkar çıkmaz eve döndüğümüz için gerek duymuyordu ve deodorantı güzel koktuğu için bu durum beni rahatsız etmiyordu. Hatta, şimdi ona bakarken terli görüntüsü hoşuma bile gitmişti.

Göz göze geldiğimizde gözlerimi kaçırdım ve kabinin kapılarına döndüm. Zemin katta açılan kapılarla bir kalabalık sürüsü, müsaade etmeden üzerimize yürüyordu. Siraç'ın önünden, onun için yolu açarak ilerlerken üzerimize gelen insanlara homurdanıyordum. Kapıları onun için açık tuttum ve merdivenlerden inerken kolunun altından ona destek oldum.

Bu kez cadde üzerinde boş yer bulamadığım için arabayı arka sokağa park etmek zorunda kalmıştım. Hızlı hızlı adımlarken sık sık kendimi yavaşlatıp onun bana yetişmesine müsaade ediyordum, oysa istediğim şey biran önce arabaya ulaşmak, gaza basmak ve evime ulaşmaktı.

"Gazel," diye seslendiğinde olduğum yerde durdum. Beklediğimden daha geride kalmış, bir kafenin kapısının önünde duruyordu.

Ona doğru yürürken "Bir sıkıntı mı var? Bacağın mı ağrıyor?" diye sordum.

"Hamburger yiyelim mi?" diye sorduğunda hemen yanımızdaki dükkana baktım. İçerisi sakin görünüyordu, iştahım açık olduğu için kabul ettim ve birlikte içeriye yürüdük. Solda, cam kenarındaki ilk masaya oturup garsonun menüleri önümüze bırakmasını beklerken sessizdik. Hırkasını üzerine geçirdi ve terli tişörtünü gizleyecek kadar boğazına çekti. Menüyü incelerken bir peçete aldım, uzanıp alnındaki teri silerken bana şaşkınlıkla bakıyordu.

Yaptığım işe ara vermeden ve tamamen iyi niyetli görünmemeye çalışarak "Pasaklı görünüyorsun," diye homurdandım. Hoşuma gittiğini söyleyemezdim, değil mi?

"Bir dahaki sefere bana yedek kıyafet almayı hatırlat," derken elimdeki peçeteyi alıp kendi yüzündeki teri sildi.

Omuz silktim "Seve seve," dedim ve kendime çift köfteli, bol peynirli hamburger seçtim. İkimizin de patates kızartmasını sevdiği ortaya çıkınca garson kız ortaya büyük boy yapmayı teklif etti ve böylece sınırsız içecek hakkı kazanmıştık.

Garson uzaklaşırken "Ne içiyorsun?" diye sordum ayaklanarak.

"Sprite,"

Yüzümü buruşturdum "Zevksizsin," diye homurdandım "Buz?"

"Hayır,"

İçecek makinesinden bardakları doldurup kapaklarını kapattım ve pipetlerle birlikte masaya geldim. Ben içeceğime pipeti takarken o kapağını söküp kenara koymuş, büyük bir yudum almıştı. Susamış olması normaldi, nereden baksan üç saate yakın bir süredir dinlenmeden egzersiz yapıyordu ve bunu haftanın neredeyse her günü yapıyordu. Biran önce yürümek için sabırsızdı ve bunun için yeterince iradeye sahipti. Ben onun yerinde olsam, muhtemelen çoktan vazgeçerdim. Onun kadar hevesli bir şekilde hayatıma devam edemezdim. Her şeyimi kaybetmiştim, ne için mücadele edecektim ki?

Arkasına yaslanırken doğrudan onu süzen gözlerimin içine baktı "Anlat," dediğinde rica etmiyordu. Doğrudan talep ediyor ve bekliyordu.

"Neyi?"

"Neden bu kadar öfkeli olduğunu," dediğinde yüzüne doğrudan bakıyor, ne yapacağını kestirmeye çalışıyordum. İçimde daha doğru düzgün her şeyi kendime anlatamıyorken nasıl olur da ona bir şeyler anlatırdım, bilmiyordum.

"Anlatacak bir şey yok," diye mırıldandım ve uzanıp kolamın pipetini ağzıma dayayıp suskunluğumu bahane etmek için uzun uzun yudumladım.

"Video klibi ben de gördüm,"

Kolayı masaya sertçe bırakırken "Her şey açık değil mi zaten? Neden sorgulayıp duruyorsun o halde?" diye çıkıştığımda masanın üzerinde sabit duran parmakları öfkeyle çarpmaya başladığında başımı kaldırıp suratına baktım. Yüzü gergin, bakışları öfkeyliydi. Acıması yoktu. Talep ediyordu ve yapmak zorunda olduğum tek şey ona anlatmak gibi geliyordu ama yapamazdım. Bir başkasına içimi dökemezdim, bu beni daha da zayıflatırdı.

Kaçmak için ayaklandığımda "Otur!" dediğinde etraftaki masalarda oturan insanlar, etrafta dolanan garsonlar bize bir anlığına dönmüştü. Derin bir nefes aldı ve biraz önce oturduğum sandalyeyi işaret etti "Otur, lütfen," dedi bu kez daha sakin bir sesle. Dişlerinin arasından konuşuyordu.

Oturdum.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now