26

46.6K 2.2K 269
                                    

Ona doğru attığım her adımda etrafımdaki müzik ve gürültü daha da azalıyor, geriye sadece topuklarımdaki tıkırtıya eşlik eden sığ nefesim kalıyordu. Çok çabuk körüklendiğim, iddialaştığım doğruydu ancak onunla karşılaşmaktan korkmuyordum. Arkasından iş çeviren, onun ayağını kaydırmaya çalışan ben değildim. Kendimce haklı sebeplerim vardı, evet. Tüm bunlar yüzünden ne onunla ne de ağabeyimle yüzleşmek istemiyordum. Kalbimi derinden yaralamışlardı, onları görmek beni öfkelendirmekten çok üzüyordu. Kıymet verdiğim bir eşyamın gözlerimin önünde bir başkası tarafından parçalanması gibi hissettiriyordu. Kalbim kırıktı ve ben, üzgün olmaktan başka bir şeyle ilgilenmiyordum.

Ağabeyim beni nefretle büyütmemişti, bu yüzden etrafımdaki insanlara öfkeyle çıkışabilirdim ancak hiçbir zaman nefretle hareket edip intikam peşine düşmek gibi bir derdim yoktu.

Dirseklerimi bar tezgahına dayadım ve iki şişe bira istedim. Hemen yanımda konuştuğu fenomen duruyordu. Kadının omzunun üzerinden ona gülümseyerek baktığımda beni çabucak fark etmişti. Yüz ifadesi donmuş, her ne üzerine konuşuyorsa bir anda konuşmayı yarıda kesmişti.

Kadın aramızdan çekildiğinde biraz önce kadının oturduğu tabureye oturdu ve bana gülümseyerek döndü "Ne işin var burada?" diye sordu. Ona gülümsemeyi sürdürürken bira şişelerini alarak geri çekildim ve onu tamamen görmezden gelerek kalabalığın içine döndüm. Kalbim deli gibi boğazımda atarken nefesim kesiliyordu.

Korkak mıydım? Sokakta bana birinin saldırmasından korkmazdım. Evime hırsız girdiğinde onu tavayla hırpalayıp kovmayı başaracak kadar soğuk kanlıydım. Hayranlarımın arasında, korumalarım olmadan gezerdim. Bugüne kadar bana korkak damgası yapıştıracak bir şey yaşamamıştım ancak şimdi, Mery ile konuşmak bana çok uzak geliyordu. Sanki onunla konuştuğum anda parçalara ayrılacak ve kimse beni yerden toplamayacak gibiydi. Aynı şey ağabeyim için  de geçerliydi. Onlardan nefret etmiyordum. Tokadı kalbim kırılmıştı.

Kalbim, yeni bahanelerimi kabul edemeyecek kadar kırıktı. Onları affedemez, onları affetmek için kendi içimde onlara savunma yazamaz ya da iyi yönlerinden bakamazdım. Nefrete ramak kala bir histi bu, bir adım ötesi nefretti, bunun farkındaydım ancak onlar o kadar kötüleşmemişlerdi. Evet, kötülerdi.

Ama sanırım o kadar da ciddiye almıyordum onlardı.

Yeşil kadife koltukta, birbirlerini elleyen kızların yanında bir kolunu koltuğun kolçağına yaslamış bana sırıtarak bakan Siraç'a elimdeki bira şişesini fırlatmak istesem de ona gülümseyerek yaklaştım.

Elimdeki birayı ona uzatırken hemen önündeki sehpaya oturdum. Birayı elimden almadan duruyorken elime baktığımda tir tir titriyordum "Alacak mısın?" diye homurdandım.

Elimden birayı aldı, dirseklerini dizlerine yaslayarak öne doğru eğilirken "Bu kadar korkak olduğunu bilmezdim," dediğinde gözlerimi kaçırdım.

"Korkak değilim," dedim ancak benden bir açıklama bekler gibi suratıma bakıyordu "Sadece..." tuttuğum nefesimi dışarı verdim "Kalbim acıyor," dediğimde suratındaki gülümseme genişledi.

Başını iki yana sallarken "Kalbinin çatlakları doluyor," dedi ve öne doğru eğilerek fısıltıyla ekledi "Nefretle," dediğinde güldüm.

"Onlardan nefret etmek istemiyorum," dedim.

"Onlar senden nefret ediyor, sana nasıl baktığını biliyor musun?" diye sorduktan sonra çenemi sertçe sola doğru çevirdiğinde camın kenarında, yanında Joker kostümüyle ağabeyim Ecmel ile birlikte kaşları çatılmış halde ikisi de bana bakıyordu. Bugüne kadar defalarca gördüğüm o boş bakış, ilk defa bu gün bir anlam kazanmaya başlamıştı. Siraç haklıydı.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now