40

40.2K 1.9K 207
                                    

Para hiçbir zaman önceliklerim arasında olmamıştı, hayat şartları gereği yaşamımı idame ettirmek için kullandığım için bir araçtı ancak hiçbir zaman, hiçbir şeyi para için yapmamıştım. Ben, sadece ağabeyim için çalışırdım. Sevdiğim müziği icra ederken en iyisi olma arzusuyla ona kazandırırdım. Parayı ancak istediğim bir şeyi satın alamadığımda önemser ve genellikle de alamadığım o şeyden vazgeçerek çözüm bulurdum. Şimdi, geleceğimi kurtarmak için paraya ihtiyacım vardı ve o parayı sağlamak için de en değer verdiğim şeylerden birini, arabamı feda etmek zorundaydım.

Şimdi, yeniden şarkılarımı icra etmeye başlayıp sosyal medyada yayınlasam da bana para kazandırması belki bir ay belki de daha fazla sürecekti. Yeni bir şirketle anlaşmaya varmak, göründüğünden daha zordu. Anlaşmaya varsam bile şu an onlar için bedavaya çalışırdım ve en erken üç ay sonra paramı alırdım. Krediler, ödeme garantim olmadığı sürece, eğer şirketin zora süreceğini varsayarsak, tam da şirketin en büyük paydaya sahip ortağı Erdem'in istediğinin olmasına, benim erken batışıma sebep olurdu.

Siraç'ı bıraktıktan sonra konferans salonun önünden geçerken sahnedeki piyanoyu görmüştüm. Kapılarının hepsi açıktı, kültür merkezi halka açıktı. Bundan cesaret alarak sahneye uzanan merdivenleri çıkmış, kendimi kuyruklu piyanonun başında bulmuştum. Güzel, siyah, el oyması Yamaha piyanoydu. Okulu bıraktıktan sonra dokunduğum tek tuşlar klavyenin tuşları olmuş, bir piyanonun gerçek sesini duymayalı uzun zaman olmuştu.

Parmaklarımı notaların üzerinde gezdirirken, üzerinde çalıştığım notalar ezberimde kaldığınca dökülüyordu ancak yine de kulak tırmalayan bazı detaylar vardı. Belki de hala sözler hazır olmadığı için kulağımı tırmalıyordu.

Sivri tırnaklarım, melodilere dokunmadan tuşların üzerinde tıkırdarken boğazımı temizledim ve yeniden parmaklarım notaların üzerinde gezerken gözlerimi kapattım ve tıpkı bir prontor gibi göz kapaklarımın arkasında beliren sözleri, tıpkı bir başkası söylüyor gibi dinledim.

"Hey, beni tanıyor musun gerçekten?
Buna nasıl cüret edebiliyorsun?
Yerleri ve gökleri çınlatan,
İçine işleyip seni boğan,
Elini tutup kanını kaynatan
Benim,"

İç geçirdim ve parmaklarımı aynı anda notaların üzerine bastırdığımda çıkan kulak tırmalayan melodilerle gözümü açtım. Tıpkı bir rüyadan uyanmış gibi sersem hissediyordum. Gözlerimin arkasında beliren sözler, beni yansıtıyordu. Kibirli, bencil ve aynı zamanda içimdeki hayal kırıklığıyla durgun notaların üzerine söylüyordum. Bu, benim tarzım değildi. İnsanlara umut veren, onların içindeki coşkuyu ortaya çıkaran heyecanlı notalar olmalıydı.

Sol elimle piyanonun cilalı yüzeyine vurarak ritim tutarken sağ elimle sondan itibaren yazdığım melodileri, daha hızlı ve sol elim olmadan tekrarladığımda daha keyifli notalara dökülmüştü.

"Tüm dünya karşımda duruyor
Üzerime basmaya çalıştıkça kaçıyor,
Devlerin planlarıyla oynuyorum,
Kesmiyor beni kendi dengim
Koca adamlara vızıldıyorum,
Buradayım
Karşındayım
Seninle dans etmek için
Uyumanı bekliyorum
Huzunu kaçırdıkça
Kazanıyorum,"

Ağzımdan dökülen sözlere hayretler içinde kalarak bir müddet sessizleştiğimde içimdeki enerji patlamasını hissedebiliyordum. Beni güdüleyen, içimden geçenlerin yansıması gibiydi. Yeniden notaları çalmak için hazırlanırken ön koltukta oturan kız çocuğunu gördüğümde durup ona baktım. Üzerinde bol, gri eşofman ve üzerinde lila kapşonlu, kucağına hala bir askısı kolunda duran siyah sırt çantası ve elindeki nota kağıtlarıyla beni izliyordu. Kahverengi saçları sımsıkı iki yandan örülmüş, üzerine gri bir bere takmıştı.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now