8

55.6K 2.5K 153
                                    

Evde, hiçbir şey yapmadan o kadar uzun zaman geçiriyordum ki sabah altı alarmım çalmadan uyanmıştım. Akşam, sırf sabah geç kalırım korkusuna erkek uyuduğum için gece sık sık uyanmış, uyanma saatime az kalınca kalkmaya karar vermiştim. Kendimi bildim bileli her zaman bir koşuşturmacanın içinde, hep bir uğraşla meşgul olduğum için burada geçirdiğim bir hafta can sıkıcı derecede rahatsızlık veriyordu. Evden kaçmak için bahane arıyor ancak birkaç metre koşup geri geliyordum. Yine aynısını yaptım ve alarmım çalana kadar dışarıda biraz koştum. Eve gelip alelacele yıkandım, saçlarımı kuruladım ve soluk yüzüme birkaç parça makyaj yaptım. Nasıl giyineceğimi bilmiyordum bu yüzden bol bir pantolon, kısa beyaz bir tişört ve havanın soğuk olma ihtimaline karşılık kalın, yeşil tonlarını barındıran bir gömlek aldım. Tişörtümün üzerindeki küçük, sarı ayı baskısına yakın renkte, kemer ve çanta karışımı şeyi belime taktım. Küçük gözüne biraz nakit, kredi kartı ve araba anahtarını koydum. Büyük gözüne telefonum sığmadığı için oraya güneş gözlüğümü yerleştirdim ve telefonumu arka cebime attım.

Yediyi iki gece beyaz spor ayakkabılarımı giymiş, bir şey unutup unutmadığımı sorgularcasına eve bakarak kapıyı araladığımda karşımda gördüğüm karartıyla yerimde sıçradım. Siraç, hemen karşımda, yere iyice yasladığı bastonlarından destek alarak kapıda duruyordu.

"Bir sorun mu var?" diye sordum hızlı hızlı solurken.

"Geç kaldın?" derken evin anahtarlarını alıyordum.

Ona tek kaşımı kaldırarak bakarken "Hayır, geç kalmadım. Saat tam da dediğin gibi yedi," dedim ve kapıyı arkamdan çekip kapattım. Üzerinde beyaz tişört, siyah hırka, gri eşofman ve beyaz ayakkabılarıyla sportif görünüyordu.

Kapıyı kilitlerken "Tam yedide hazır olman gerek," dedi merdivenlere yürürken.

"Kusura bakma yediyi iki hatta üç geçe evden çıktığım için," diye homurdandım ve anahtarı çıkarıp ona döndüm. Merdivenlerin başında, iki bastonunu sol eline almış, yere iyice bastırmış, sağ eliyle duvara monte edilmiş trabzanlardan destek alıyordu. Bir basamak aşağı indiğinde olduğu yerde sendelemişti. Ağzımdan kaçan küçük inleme ve çığlık arası sesle ona doğru koşar adımlarla yürürken "Bekle beni," diye çıkıştım.

"Geç kalacağız," dedi.

Bir basamak aşağıda sağ tarafından kolunun altına girdim ve sıkıca beline sarıldım "Geç kalmayız, hızlı bir arabam var," dedim. Bir adım aşağıya atarken ağırlığının yarısını üzerime vermişti, diğer bacağına yüklendiğinden dişlerinin arasından kaçan inlemelerini bastıramadı.

"Soldaki trabzanlara tutun," dedim dar merdivenlerde onu diğer taraftaki trabzanlara doğru sürüklerken. Henüz birkaç basamak aşağı inmiştik ve indiğimiz her basamakta, Siraç daha fazla ağırlığını üzerime veriyordu. Bir alt kata indiğimizde benim için hem zor hem de kolay olmuştu. Kalan on iki kat ve bir otopark katı vardı. Şikayet etmedim, kolumun altına sıkıştırdığım bastonları ile otopark katına indiğimizde ikimiz de nefes nefeseydik. Elimden bastonları alıp otoparka açılan eşiğe doğru yürürken arkasından nefes nefese onu takip ettim. Sporcu bir insandım ancak hiç bu kadar zorlamamıştım kendimi.

Arabamı park ettiğim yerin tam zıt tarafına yürürken "Bu taraftan," dedim ve sola doğru yürüdüm.

Beyaz arabam, kapıları açıldığında parlarken Siraç ıslık çaldı "GT-R mı? Senden beklemezdim," dediğinde ona kaşlarımı çattım.

Onun için kapıyı açarken "Dur tahmin edeyim, bu arabayı gözün kapalı bir Skyler'a değişirsin," dediğimde bana sesli bir şekilde güldü.

"Doksan model," diye ekledi.

Güldüm "Elbette," diye mırıldandım ve ekledim "Doksan model," derken gözlerimi devirdim. Eski arabaları sevmezdim, hem de hiç.

Kendini arabanın koltuğuna bıraktıktan sonra "Değişmeyen erkeğe, erkek demiyorum," dediğinde ona gözlerimi devirdim ve kapıyı üzerine kapattım. Bastonları bagaja attıktan sonra sürücü koltuğuna oturdum "Kendi tercihin mi?" diye sordu.

Dudaklarımı büktüm "Hayır, ağabeyim aldı. Ben daha farklı bir araba istiyordum," diye homurdandım ve düğmesine basarak motoru çalıştırdım. Egzozlardan yükselen hırıltı otoparkı dolduruyordu, emniyet kemerimi bağlarken Siraç'ın gözlerini kapatıp suratında bir tebessümle sesi dinlediğini fark ettim.

"Emniyet kemerini tak," dediğimde pek de memnun olmayan bir şekilde gözlerini açıp emniyet kemerini taktı. Bu sırada telefonumu radyoya bağladım ve en son dinlediğim şarkıyı baştan açtım. Otoparkın güvenlik kabini de tıpkı lobisi gibi boş ve tozluydu. Onun yerine bana otoparkın anahtarını vermişlerdi, kapılar yükselirken Siraç arabanın içini süzüyordu.

"Dolu paketini almış ağabeyin sana ama eminim her nimetinden faydalanmıyorsun," dediğinde ona gözümün ucuyla baktım.

Kapıdan çıkıp arkamdan kapının kapandığına emin olduktan sonra "Ne gibi faydalar?" diye sordum. Ataerkil görünüyordu, gerçekten benim nefret edebileceğim kadar mıydı?

Arabayı tam çaprazlayıp bozuk yola indim ve ağır ağır caddeye çıkan sokağa yöneldim. Ondan bir cevap bekliyordum ancak o sessizce gözlerini arabanın içinde dolaştırıyor, her ayrıntıya gözlerini kısarak bakıyordu. Caddeden yan yola, oradan da otoyola çıkarken hala en sağ şeritten ağır ağır kullanıyor, önümdeki tırı geçmek şuraya sursun en sol şeride atılmaya bile çalışmıyordum.

Camı hafifçe indirdi ve dışarıdan gelen sesi dinledi. Suratındaki tebessüm git gide kurnaz bir hal alıyordu "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

Başını iki yana salladı, sonra hatırlamış gibi üzerindeki kapşonlu hırkanın cebinden telefonunu çıkardı. Adresin yol tarifini açıp, arabanın önündeki telefon tutacağına koydu. Avrupa yakasına geçmemiz gerekiyordu, trafiği de göz önüne aldığımızda bir saat kırk beş dakikalık bir yolculuk demek oluyordu. "Adresi vermeyi unutmuşum," dediğinde başımı salladım. Uzanıp torpidoyu açtığında suratındaki o gülümseme vardı hale, arabanın devrini yükselttiğinde tepki vermedim. Uzandı ve modunu değiştirdi.

"Bu araba senin için alelade bir araba değil," dediğinde orta şeride geçtim.

"Ne yaptın arabaya?" diye sordum şaşkın davranmaya çalışarak.

Başını geriye atarak kahkaha attı, uzanıp şanzıman ayarını da değiştirdim "Şaka yapıyorsun bana, değil mi? Lütfen öyle söyle," dediğinde ona çatılmış kaşlarla baktım.

"Hayır, ben bunu genellikle yazın kullanıyorum. Kliması çalışmıyor, ben de bu ayarları yapıp camları açıyorum," dedim ve akan trafiğin arasında kendimi en sol şeride attım. Sözlerime karşılık büyük bir kahkaha atmıştı.

Kahkahasını usul usul kıkırtı gibi sürdürürken  uzanıp radyoyu kapattı "Böyle bir arabam olsaydı eğer, müzik dinlemezdim," dedi ve hemen arkasından "Biraz gaz verebilir misin?" dediğinde gaza yüklendim. Yüzündeki geniş tebessümle beyaz dişleri ortaya çıkmıştı. Komşuluk, anlaşma ve diğer şeylerin sonunda birkaç kez tebessüm ettiğini yakalamıştım ancak şimdi, küçük bir çocuk gibi, motorun sesinin altından kıkırtısını duyuyordum.

Elini dışarı uzattı "Özgür hissettiriyor," dedim en sol şeritten, takip mesafesini koruyarak ilerlerken. Sık sık, arkasına sıkıştığım arabalar kenara çekilip bana yol veriyordu.

Derin bir nefes aldı "O evden çıktıktan sonra, bu arabanın bana nasıl hissettirdiğini bilemezsin," derken yeşil gözleri kederle gölgelenmişti. Kendimi onun yerine koymaya çalışıyordum, bildiğim kadarını aklıma getirsem bu kalbimi sıkıştırmaya yetiyordu. Bacaklarımın işlev göremediğini, asansörü dahi olmayan bir dairede çöpümü atmaya bile inemeyeceğimi düşününce daha da sıkışıyordum.

"Ailenden kimse yok mu?" dediğimde beni duymazlıktan geliyordu. Hiç konuşmamış gibi yaptım ve sessizliğimi koruyarak yoluma devam ettim.

KOMŞU ✔︎Where stories live. Discover now