Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 1-4💎

97.8K 2.5K 1.1K
By ssimurg777

YAYINA BAŞLANGIÇ; 25 EYLÜL 2020

1-2-3 ve 4. Bölümler düzenlenip buraya toplanmıştır bilginiz olsun ❤



💎

Başlangıçlar zordur.
Hep.

Son zamanlarda kafamın karışık olması beni hayat akışında zorluyordu. Bir şeyleri düzeltmeye çalışırken sanırım görmezden geldiğim olayları, tabirleri, fiilleri ve özlemi özele indiren anları bir bir yitiriyordum.
Ne zamandır kendimi olayların dışında tutup bir başıma hayata karışıyordum ki? Aslında sanmıyordum, farkında değildim ama sanırım çok olmuş. Hatta o kadar çok olmuş ki buna alışmış ve yalnızlığı benimseyerek kendimi bu konuda yadırgamamaya başlamışım. Sanki doğrusu buydu, insan kendi olurken fikrini ve zikrini bir başına yaşayıp özgürlüğü sadelikte buluyordu.

Annem bugün onu eskiye nazaran daha az aradığımı söyleyip kendi konforuna uygun bir sitemde bulunmuştu. Zaten beni epeydir görmemiş, ben de hiç benim annem beni özlüyordur dememişim; desem de bunu ona ifade edememişim. Oysa her gece başımı yastıya koyduğun an herkesi bir bir düşünüp kafamın içinde olaylarla yoğuran, hatta inanması güçtür ama geleceğe dair umutla şekillendiren bendim.

Düşük omuzlarımdan kayan ceketi yerine tekrar savururken düşünceli ve haliyle keyifsiz bakışlarımı akşamın hoş esintisinde gezdiriyordum. Hava kararalı epey olmuş, sessizliği boğulu kahkaha sesleri yatağa geçmiş ve hayrettir ki bu defa sokakta ben dahil birkaç gencin dışında kimseler yoktu.

Aklım tüm bu olanlardayken ilerlemek zordu, bir tarafım bu şehre çakılıydı başka bir yaşamın var oluşu içime damlar mı sanmam. Başka bir mahalle, farklı kültürler, daha evvel rastladığım esnaflar diye diye en ince ayrıntıyı adımlarıma dahil etmiş sayıyordum. Olmuyordu, olmazdı benim kendi hayatım bunun çok aksi yönünde, yelkovanın akrebi kovaladığı bir zaman dilimindeydi. Annem inatla gel dese de o şehre gidemezdim, bunu kendi içimde olurlu kılamam mümkün olmayan, boğucu bir karabasandı.

Sonunda adımlarım hislerimi geçti ve sokak direğinin dibinde beliren suretin bana seslenmesiyle hafif gülümsedim. "İyi geceler Hazan."
Bu mahallede büyüdüğüm için girişken halim sayesinde ya hemen hemen herkesi ben tanıyordum ya da onlar adımı sürekli duyuyorlardı.

Geri çekilmeden ona ilerlerken yüzü dikkatli bakışlarım eşliğinde belirginleşti, ortak alanda bulunduğumuz aydınlanmayla da dudağımın kenarı hafif kıvrıldı. "İyi sabahlar Sabri Abi." Gün birkaç saate ayardı ve ben onun alt sokaktaki depoda az ilerideki bakkaldan aldığı bira şişeleri eşliğinde güneşi bekleyeceğini biliyordum.

Genel hali böyleydi, geçmiş bir ana henüz mahkum değilken nihayetinde ben de bunu birçok kez başkalarıyla birlikte yapmıştım. Hiç unutmuyordum, karanın karıştığı ve grinin bulandığı hem en karanlık hem de en şahane zamanlarımdı. O sıralar bazen Sabri Abi' de orada olurdu ben ise Ayça' yla baş başa kaldığımız anlar hariç mütemadiyen izleyen taraftım.

Şimdi çok başka olmasa da yine ayrı kalmışlık ve sanıyorum ki halime bakarsak gözle görülür bir çıklıkta farklı bir hayata geçiş yapmıştım. Sanki dünyam aynıydı da sokaklarım birbirine değmeden karışmış, ben tabiri caizse sap gibi ortada kalmışım. Öyle ya, bu sokakların tozunu hiç yutmadan Güllük' de gül gibi var olmuşum.

Yalan.

Aksi.

Daniska.

Siyah poşetini gelişi güzel sallayıp ileriye savururken aynı anda başını bana selam verir halde eğdi. "Eyvallah." Eli cılız bedeninde kalbine gitti, ah onun şu meşhur selamı beni hep gülümsedirdi.

Çoğunun aksine ona selam veriyor olmam tam olarak ne hissettiriyordu bilmiyorum ama görünüşe göre mutlu olan yalnızca Sabri Abi değildi. İnsanları mutlu görmek benim de hüzünle örselenen yanımı sarıp sarmalıyor, içime geçmişten bugüne güzel şeylerle ilgili umutlar sunuyordu.
Nitekim bunu yapmadım değil, sözüyle lavaboya bile gidilmeyecek insanları bir filozof edasıyla dinledim, o bira masalarında ne saçmalınlara şahitlik edip bataktakileri bir bir şahlandırdım.

Güzel anlardı, yitip gitmekten öteye gidemeyen bazı insanlar buna değerdi.

Kısa zaman evvel daha kiloluydu, hayli vermiş ve görebildiğim kadarıyla sakallarına da aklar düşmüştü. O ilk aralıktan aşağıya dönerken ardında kalan bakışlarımı yoluma aldım. Aslında Sabri Abi' nin hayatını merak ediyordum; bazen büyülü bir geçmişi var diyordum bazen de her şeyi palavra. Kim bilir, Sabri Abi mi? Sanmam o çoğu zaman adını bile tam olarak bilmez.

Eve gelmeme yalnızca bir sokak kalmıştı. Ceketi tekrar savurdum, savurmamla serinleşen hava sırtıma indi. Yazın ortasında onu omzumda tuttuğumdan beni yol boyu sıcaklatmıştı ama yapabileceğim bir şey yoktu. Kargodan sabah gelen ceketin poşeti Hakan Abi' ye lazım olunca ona vermiştim.

Kapalı tekel bayini geçip adımlarımı hızlandırdım ve sağ elimle tuttuğum telefonu şortumun arka cebine sıkıştırmaya çalıştım.
Olacak gibi değildi, bu his beni biraz yavaşlattı ama ne olduğumu anlamadan parmaklarımdan kayan telefonumun kotumu sıyırıp yere düşmesine mani olmadı. Asfalta düşüşü karanlık ıssızlıkta yükselerek duyulmuş, aceleci adımlarımı sokak ortasına durdurmuştu.

Çok dikkatsiz sayılmazdım bu yüzden onun durduk yere asfaltla bir bütün oluşu benim dudaklarımı kaba bir küfre açtı. Ki düşmesiyle bir kere sıçrayıp ayağıma çarpması bir olmuştu. "Sikicem senin de ceddini." Bu hal beni rahatlattı, hal dediğim küfür. Mırıltım çoğu zaman kulağa hoş gelirdi. Aksi halime yatkın hem kafa dengi hem dengesiz tarafım sevilir, ara ara da sevdiğim insanlar tarafından komik bulurdu. Oysa komik bir insan olduğumu sanmıyorum.

Vakit kaybetmeden almak için dizlerimin üzerinde yere eğildiğim an bir araba farı, yükselen fren, kulak yırtıcı korna sesi derken tüm bu silsilede ne yapacağımı bilemediğimden başımı yavaşça bir nevi ecelime kaldırdım.

Telefonu kavramıştım.

Ceketim yere savrulmuş, saçlarım bir an yüzüme sarılmış ve kaşlarım çatılmış. Önümde duran arabanın farı gözlerimi alsa da bacağımla tamponun arasında yalnızca bir iki karış mesafe kaldığını çok net görebiliyordum. Yine aynı saniyelerde şoför kapısı hışımla sokağa açıldı "Önüne baksana lan!" gür sese kapanışı karıştı.

Ben mi?
Oysa bana göre de yavaş ve daha dikkatli olması gereken oydu çünkü saatin geç olması fark etmeksizin bizim mahallemizde bu saatlerde çocuklar da dışarıda olabiliyordu. Yüzüm en çok da bu sebepten öfkeye bulaştı ve aynı gürlükte olmasa da "Adam gibi sürsene." Diye bir bağırışla yerimde doğruldum.

Ona dönmüştüm, birden saç diplerim diken diken olması tüm bedenimi bir sarsıntıya itti. Başım sözlerimle hareketlenmiş, kaba sesime ellerimi belime koyarak bir anlam yüklemiştim ama aynı zamanda aklımın almadığı bir hisle pür dikkat onu izliyordum. Koca cüssesi, bana upuzun gelen boyu ve gecenin karanlığına uyu sağlayan bir sureti vardı.

Bakışı, siyahtı.
Gece karası simsiyah. Yüzü arşı yere indiren, hissi dilimi sıkı sıkıya bağlayıp etimi bedenimden taşıran bir hengameydi.

Geri adım atmayıp topuklu ayakkabılarımla zeminde kırıcı bir ses çıkarta çıkarta tam karşısında durdum. Bunu yaparken bana bakıyor, bakıyor ve çatık kaşlarının ardında kalan gözleri yüzümde milim milim hareket ediyordu. Çok farklı bir hali vardı. Bakışları sıradan insanlardan farklı, daha korkutucu ve derindi. Öyle ki ona takılışımı bir mührün iç hapsi gibi yadırgayıp geri çektim.

"Neden sokağın ortasından yürüyorsun?" Elleri erkeksi bir şekilde belinin iki yanına gitmiş, başını hayırdır der gibi kaldırmıştı.
Çünkü geçebileceğim bir asfalt yoktu, ayrıca sokaktaydık bunun da bir sebebi olabilir miydi? Şu halde sorun bende miydi bilmiyorum ama kaşlarımı alay dolu bir şaşkınlıkla havalandırdım. "Sen şaka mısın ya?" Oysa özür dilemesine bile gerek yoktu hiçbir şey söylemeden çekip gitse aldırmaz, arkasından küfür dahi etmezdim.

Evet gerçekten etmezdim.

Uzun boyu sebebiyle ona doğru bir adım atarken başımı yüzüne doğru kaldırmak zorunda kaldım. "Sana mı soracağım nereden yürüyeceğimi? Farkında mısın mahalledeyiz anayol mu burası? Sen yavaş gideceksin ben değil." Sözlerim şiddetle ona değiyor, çatık kaşlarım biçimli yüzünden bir an olsun ayrılmıyordu.

Birbirimizde sanki hiç bitmeyecek bir öfkeyle çatışıyorduk bunun farkındaydım. Burnundan soluyuşunu izliyor, onun bana hangi cevabı nasıl vereceğini tartıyordum ki yüzü tüm bu dengesizlikten tiksinir gibi şekillendi "Kes lan!" Doğrusu beklemiyordum, bu duruma o kadar şaşırdım ki kaşlarımı çatmak yerine havalandırdım. Bana ufak bir adım attı. "Mahalle diye ortadan yürüyemezsin kenardan gideceksin."

Saçmalıyordu.
Cidden,

Ona doğru atılırken sesime mani olamadım. "Bana bak benimle düzgün konuş." Elimi hayırdır der gibi kaldırdım. "O sesini iyi ayarla çocuğun yok senin karşında gerizekalı." Bu yaşıma kadar yiyebileceğim tüm fırçaları yemiş, tüm azarları bu tok seslerden hayli işitmiştim. Hesap soran öfkeli bakışlarla göz göze geldiğim o kadar çok olmuştu ki birine daha tahammül edecek sabrım uzun zamandır yoktu.

Sert sureti geriliyordu bunu çok net görebiliyordum. Siyaha meyilli gözleri önümden bir ölümün habercisi gibi geçip giderken nefeslerim hızlanmış, tavrım kendini sakınarak koruyordu. Gözleri, göz bebekleri birden bende sabit kaldı ve sesi onu uyarmamın aksine inat gibi daha güçlü çıktı. "Lan akşam akşam bela olma, boş konuşuyorsun bak işine." Yüzüme savurduğu eli, bu koca heybeti, kaba saba halleri.
Hayatı boyunca kimse ona haksız olabileceğini söylememiş miydi? Şu halde inanacağını sanmam ama dünya onun etrafında dönmüyordu.

Sözlerinden ziyade bu fikrim onu kıstığım gözlerimle incelememe sebep oldu. Bedeni iri, damarları belli olan kolları standarttın üstünde kalın ve omuzları hayli genişti. Üzerinden siyah V yaka bir tişört vardı, elleri belinde, bacakları hafif ayrık.
Sakallıydı, siyah sakallarıyla neredeyse bir aydır traş olmadığı konusunda kendime ısrarcıydım.
Gözlerine ulaştım, benden farksız ikimiz için durdurduğum dünyada ona bakıyordum. Bu alaylı cesareti nereden, kendini ne sanıyordu?

Biçimli kaşındaki faça dudaklarımı aralamam için son duraktı. Başımı hafifçe yana yatırıp kıstığım gözlerimle dalga geçer vaziyette tebessüm ettim.
"Boşları toplarım genelde ama.."

Benden hemen sonra arabanın içinden "Komutanım." Diye yabancı bir ses yükseldi. Başı buraya meyilliydi, "Bırakın şu dengesizi de gidelim." Komutandı demek, bu asi tavırlarına bakarsak çok da şaşırmamam gerekiyordu, ki şaşırmadım da ama tüm bu olanların üstüne bir de dengesiz lafını işitmek beni olduğum yerde bir kez daha hareketlendirdi.

Siyah arabanın yarı açık camına eğilirken ceketimi avcuma sıkıştırmış, önüme gelen saçlarımı arkaya ittirmiştim. Yalnız değildi, görüş alanımda iki erkek daha vardı ama arabanın içi daha karanlık olduğundan yüzlerini net seçemiyordum.

Sözlerimi hadsizlik sayıp sanki bunu yapmıyormuş gibi "Bana bak." Dedim çok daha sert bir dille. "Sen orada afkurma." Tekrar dikleştim, bu defa hışımla döneceğim yer belliydi. Sanki bu gece her şeyin sorumlusu bendim de onlar günün ışık alan tarafıydı. "Sen de itine sahip çık komutan." Nefreti barındıran bakışlarım yönünü sapmadan, bir cevaba kucak açmadan yerini buldu.

Bu akşam benim için zaten yeterince gergin ve yorgun geçmişti kendimi ikinci bir tartışmaya hazır hissetmiyordum. Zaten görünen o ki bunun işe yarar bir yanı da yoktu. Bu yüzden ona konuşması için bir fırsat vermedim. Arkamı döndüm ve deri ceketimi omzuma atıp yoluma devam ettim.

Sokağa girmiş, öfkeli yürüdüğüm yolda topuklu ayakkabımın ucuyla önüme denk gelen taşları sağa sola savuruyordum. Saçlarım esmeye başlayan rüzgarın etkisiyle hafif hafif savruluyor, nefeslerim temiz havayla derinleşiyordu. Az evvel rast geldiğim an; düşünmek için gece fazla karaydı zihnimi inatla savurdum.

İlerleyişimle giderek yaklaştığım evim görüş alanıma girmiş ve şahit olduğum manzara beni şaşkın bir edayla gülümsetmişti.

Neler oluyordu öyle?

Adımladıkça anlar gibi oldum, bedenlerin tanıdık gelmesi bende bazı taşları bir bir yerine oturttu ve sokağa vuran adımlarımı biraz yavaşlattı.

Kuzenim Sena, evimin penceresindeki korkuluklara tutunmuş üst kattaki balkonuma ulaşmaya çalışıyordu. Üstelik yalnız da değildi, yakın arkadaşım Yeliz' de oradaydı, yolun artasında durmuş olan biteni pür dikkat izliyordu.

Onlara ne konuştuklarını duyamayacak kadar uzak fakat ne yaptıklarını görebilecek kadar yakındım. Sessizliği sürdürüp biraz daha ilerlerken az evvel tartıştığım siyah araç sol tarafımdan görüş alanıma girdi. Dakikalar evvelin aksine bu defa yavaş ilerliyordu, bu beni içsel bir gururla gülümsetti ama yanımdan geçip evimin karşısına park edince kaşlarım iki arada yeniden anlamsızca çatıldı.

Onları tanımıyordum, bu mahallede oturmadıklarına emindim öyle bir şey olsa birbirimizi daha evvel görmüş olurduk. Karşı komşum Hatice Teyze' nin de pek gelen gideni olmazdı, ne için geldiklerini merak etsem de kuzenimin varlığıyla buna çok takılmamaya çalıştım. Duran arabanın kapıları açıldı, içinden inen üç adamla bakışlarım birleşmesin diye gözlerimi evimin önünde olup bitene çevirip yürümeye devam ettim.

Birkaç adımla evimin karşı çaprazındaki sokak direğinin önündeydim, kollarımı birbirine bağladım. Yıllar evvel burada oyunlar oynarken direği hep saklambaçta yüzümüzü koyup otuza kadar saydığımız yer yapardık. Tehlikeli mi bilmiyorum ama kimse çarpılmadığına göre sorun yoktu. Sadece bir defasında çok ufak bir sızıyı parmağında hissetmiştim, ufak bir elektrik çarpması gibiydi ama bu beni ondan ne korkutmuş ne de vaz geçirmişti.

Direkten yayılan sarı ışık ortamı aydınlatıyor, haliyle onların halleri gözümün önünde bir netlik sağlıyordu. Arabanın kapıları bir bir kapanırken Yeliz ellerini panikle çenesinin altında birleştirip usulca "Dikkat et." Dedi. "Sena sağdaki demire at ayağını."
Sena Yeliz' in tedirgin sesine karşılık başını iki yana sallarken biçimsiz bir şekilde iki katın arasında sabit duruyordu. Burnundan soludu, "Ayağımı aslında Hazan' ın ağzına sokacağım da, neyse." Bu hali beni gülümsetti. Elini sağındaki demire attı. "Dangalak, ne olurdu sana anahtar bıraksaydı!" Unutmuşum, söyleseydi elbette bırakırdım.

Arabadan inmiş ama içeriye girmek için bir hamlede bulunmamışlardı. Bakışları bizdeydi, bunu görüş alanımdan anlayabiliyordum.

Onu öyle tutmaya içim el vermedi ve Sena' ya bakarak deri ceketimden çıkarttığım anahtarlar kızların bana dönmesini sağladı. Şaşkınlardı, alaycı bir tonda "Balkon kapısı kilitli yalnız." Deyip demir kapıya ilerlemeye başladım. "Çakıyla falan da açmaya çalışmayın."

Yeliz' in neredeyse kahkahaya yakın kıkırtısı Sena' nın söylenmelerine karışmış, benim onlara göre nahoş gülüşüm ortaya bir hoşnutsuzluk serpmişti.

Sena tek eliyle balkon demirini sıkıca tutarken tepeden beni izliyordu "Ya senin zamanının ayarına ben-" O küfretmezdi, bizde küfrü bol olan bendim bu yüzden başımı selam verir gibi sallayıp kendi kendime söylenir gibi "Ben senin sürprizini sikeyim." Dedim. Sürpriz yapan oydu, bu gece eve geçemeyeceğimi söylemiştim ama işimin erken bitmesi benim suçum değildi. Ya da bu saatte onlara haber verememek.

Yeliz Sena' nın aksine hayli keyifliydi ama kendini nedendir bilmem bir kahkahaya tutuyordu. Bana doğru ilerledi, bu sırada gülüşünü bastırmak için de elleriyle yüzünü kapattı.
Hala orada öylece duruyordu. Kapıyı açmak üzereydim, anahtarımı ona doğru kaldırdım "Buradan mı gelirsin yoksa yukarıdan mı çekeyim seni?"

Sakin bir nefesle önce yukarıya daha sonra aşağıya baktı ''Gerek yok."

Ne yapacağını tahmin edebiliyordum, tam da düşündüğüm gibi oldu. Sena yavaşça aşağıya doğru birkaç adım adım attıktan sonra kendini kontrollü bir şekilde zemine bıraktı. Elleriyle yere tutundu, çömeldiği yerden doğrulup pantolonunun tozunu temizlerken bu onun için oldukça kolay olmuştu.

Kapıyı açıp başımı o yönde hareketlendirdim. "Geç bakalım." Koyunlarını toplayan çoban misaliydim sanki. Hissettiğim anlık olarak buydu ve tabi dudaklarıma yaramaz gülüşü sindiren de.
Sena sakin adımlarıyla içeriye geçti, ardından onu takip etmek için hareketlenen Yeliz' e döndüm.
"Annenler hâlâ yazlıkta değil mi?"

Gözlerimiz buluştu, gülmeye devam ediyordu ama zoraki bastırışı da kuvvetle uyguluyordu. Dünki yorgunluğun aksine gayet keyifliydi, başını salladı "Aynen, yazlıktalar." Ailesi yokken ya da olduğunda, evlerimiz yan yana olduğu için fark etmiyordu birlikte kalıyorduk, yine de gelip gelmediklerini merak etmiştim.

Peş peşe içeriye girdik, kapıyı kapatmak üzere arkamı döndüğümde onu gördüm. Kaşları çatık, bakışları bendeydi ve tıpkı benim gibi demir kapıyı kapatıyordu. Çok uzun sürmedi kapılar gürültüyle aynı anda kapandığında ayakkabılarını çıkartan Yeliz' in sesini duydum. "Geleni gördün mü?"

O adamdan söz ediyorsa, ona dönüp onayladım. "Gördüm. Kimdi onlar?" Yeliz bizden çok sonra taşınmıştı buraya. Nasıl oluyordu da ben tanımızdan o sözünü edecek kadar iyi biliyordu?

"Hatice Teyze' nin oğlu, Serdar Abi." Merdivenlerin yarısına kadar gelmişti merakla devam etti. "Siz o kadar samimisiniz bir de, tanımıyor musun?" Hemen hemen her gün Hatice Teyze' yleydim evet konusu da geçmişti ama ciddiye almayan taraf bendim.

Birkaç basamakla yanına ulaşmış, omuzlarımı umarsızca silkmiştim. "Hayır, Hatice Teyze arada oğlumla konuşuyorum diyordu ama ilgimi hiç çekmedi." Zaten bu çok nadir oluyordu, belki birkaç ayda bir ve denk geldiğim kadarıyla o da kısacık. Oğlu arıyordu ama anladığım kadarıyla konuşmayı pek sevmiyordu. Gerçi görmüştüm o adamla muhabbet de edilmezdi.

Yeliz "Aslında her yaz geliyor, askermiş. Tabi sen her yaz Trabzon' a gittiğin için denk gelmemişsinizdir. Geçen yaz buradaydı yine." Dediğinde ikinci kata gelmiştik. Onu dinlemeye devam edip çelik kapıdan içeriye geçtim. "Gördün mü ama tipi nasıl korkutucu." Yani, yüz göz olmuşluğum var.

Tek kaşım tok bir solukla kalktı. "Tipini sikeyim." sözlerimde ciddiydim, salona ilerledim. "Yakışıklı ama." Daha evvel çok görmüş belli, gözlerimi devirdim. "Yakışıklı olsa ne olur? Herif mal. Daha sokakta nasıl araba kullanılır onu bilmiyor çomar." Yani saat kaç olursa olsun burası sokak, sokak demek yaşlı demek, çocuk demek, insan demek, hayvan demek.

Yeliz her zaman böyle şeyleri dinlemeyi severdi. Bu yüzden hayret ve heyecanla "Kaos kokusu mu alıyorum?" Demesine gülümseyerek anahtarı konsola fırlattım.

"He. Seversin."

Holden geçip salona ilerlediğimde Sena az ilerideki üçlü koltuğa yayılmış telefonuyla ilgileniyordu. Beni görünce telefonu koltuğa bıraktı ve ayaklandığı yerden sarılmak için kollarını açtı. Daha dört gün evvel birlikte olduğumuzu düşünürsek, tamam onu her zaman özleyebilirdim ama yine de bu komik haline gözlerimi devirdim.

"Hoş geldin."

Dalga geçiyordu, ceketimi koltuğun üzerine atıp karşılık verdim. "Hoş buldum."

Doğrusu keşke hiç gitmese dediğim bir çok an oluyordu ama son yılı olduğundan bu sene diğer yıllara göre dersleri daha ağır ilerliyordu. Sınavları bitmek üzereydi, yakında mezun olacağını var sayarsak da birkaç hafta sonra gitmek zorunda kalmayacaktı. O zaman her şeyin daha düzenli ilerleyeceği konusunda en az Sena kadar emindim. Birlikte yaşayacağımız günler nihayetinde gelecek. O Bursa' da bir işe girecek, ben kaldığım yerden tek hecelik heyecanlarla ilerleyecektim.

Hiç.

Zihnim beni bir an savurdu, silkelenip camın önünde oturan Yeliz' in yanına geçtim. Cidden yorgundum hale bakalım ki bu gece uzun uzun çalışmam da gerekiyordu. Belki sert bir kahveden önce bir şeyler atıştırırdık, bu sebeple ayılmaya çalışırken "Aç mıyız?" Diye soludum.


......

Bu gece sakindi, sokakta havlayan köpekler henüz ortalarda yoktu ama biraz evvel Fevzi Abi' nin atlarından biri sokaktan aşağıya doğru ağır ağır geçmişti. İpimi salmış olmalıydı, yolunu bulurdu bunu daha evvel birçok kez yapmıştı yıllardır hiç kaybolduklarını bilmem. Sokaklar kendi içinde kendine has olana temiz, ben aksini bilmem dışardan geleni hiç bilmedim.

Geceden ziyade üzerimde sanki her geçen günün aksine ters giden, gidişi değil de gittiği yerde beni boğacak bir hal vardı. Yaşadıklarım içimdeki acemi palyaçoyu kendi düzeninde kahkahalarla boğmuştu; hep, bu gece gibi. Yüreğimde ulu orta dile kadar getiremediğim bir mevzunun münakaşasındayım. Bir his, onu bu gece kendime itiraf edemiyordum.

Gözlerimi daldığı yerden çekerken kolamdan bir yudum alıp Sena' ya döndüm. Yeliz' le bir muhabbetin içindeydiler, "Ne zaman geldin sen? Teyzemler biliyor değil mi?" Kimsenin bize bir şey dediği yoktu ama eniştem habersiz yolculuklardan pek haz etmiyordu.

Sena bana döndü, bardağına giden eliyle başını olumlu anlamda salladı. "Biliyorlar selamı var annemin. Ya yeni geldim sürpriz yapalım dedik de." Sağında oturan Yeliz' e ufak bir bakış attı, yeniden bana döndüğünde gülümsüyordu. "Ele yüze bulaştı. Bu gece sahnedesin sanıyordum?"

Onu öyle yukarıya tırmanırken hatırlamak beni de bir miktar keyiflendirmişti "Anahtarı verdiğimde alsaydın, mal mısın bu saatte? Hem, işim erken bitti." Elindeki peçeyle dudaklarımı siliyordu, umurunda değilmiş gibi omuz silkti.

"Sabahtan beri kafedeydim Hakan Abi vardı Alp' le düzenleme yaptık. Sonra da Alp' le yeni denemeleri hallederken biri geldi, kavga çıktı." Hatırlayınca bile yorgunluktan etlerim sızlıyordu, o hengame beni yeterince germişti bir de üstüne olanlar. Tamam normal şartlarda bundan sızlanacak biri değildim ama dediğim gibi şartlar normal değildi ben yorgundum.

Sena kaşlarını "Her zamanki terane." Diye çatarken sandalyeye yaslanıp yüzümü buruşturdum. "Melis malı gelmedi, ben bugün yorulduğum için sahneyi Melis' e bıraktım. Yarın daha büyük bir şey olacak, Hakan Abi' nin eski dostları falan gelecekmiş." Yarın sondu, ondan sonraki tüm günler kendi tatilimi ilan edip uzun uzun dinlenecektim.

Sonra kafam eserse yeniden güllük.

Yeliz kendine biraz daha kola dökerken sessizce bizi dinliyordu. Kahve rengi saçlarının önünden gitmesi için uğraştı, yapamayınca sinirlendi ve bu hali sesine yansıdı. "Güzelmiş, geliriz."

Başımı salladım. "Aynen, bu yüzden şimdi biraz çalışmam lazım." Oturduğum yerde hareketlendim, Sena ağzındaki lokmayı yuttu. "Sorun yok sen keyfine bak, biz Yeliz' le takılırız. O bana bir şeyler anlatır." Onlara katılmayı çok isterdim, bunun yerine hoşuma gittiğini belli eden bir ifadeyle ayaklandım. "Yarın otururuz."


Üzerimi değiştirip bilgisayarımı balkon masasına bıraktığımda saat 03:54' dü. Sağımda telefonum, solumda Sena' nın az evvel getirdiği bir fincan kahvem, kulaklığım ve hemen kenarda annemden kalma pembe bir küpeli çiçeği vardı. Kendi düzenimin olduğu her an benim için hoş bir vakitti. Sadelik, sakinlik, temizlik; daha iyi bir üçlü var mı, varsa bana ne kadar iyi gelir bilemem.
Şu bir başıma oturmalarım, bir işle uğraşmalarım ve bunları kendi keyfim için yapmalarım beni mutlu ediyordu. Sonunda maddi bir başarıya ulaşmayacaktım belki ama ruhum bununla tatmin olacaktı ve bana göre tüm bunlar her zaman maddiyattan daha değerliydi.

Bilgisayarın açılmasını beklerken kollarımı birbirine bağlayıp başımı göğe kaldırdım. Ay ışığı binaların arkasında bir sırrı çözer gibi, bir gecede indirilen yıldızlara tama olur gibi parlıyor, onu izleyen suretimin altında beni derin bir sakinliğe itiyordu.

Bu gece güzel bir vakte esirdi aslında, beni tutup savuran neydi bunu da bildiğimden gece güzeldi.
Geceler hep güzeldi, içini soyutlayıp aklayamayan bendim. Birazdan bir şarkı açacaktım mesela, son yaşananlar için niyetim tam olarak neydi bilmem ama ne yazık ki bir saat evvel şarkılarıma anlam katacak bir adamla tanışmıştım.

Sıkıntım bundandı, ben kendimi biliyordum kendime esirdim.

O an yok saydığım etki şu an ellerimi terletiyor, gözlerimin önüne o karanlık suretini getiriyordu. Bu gece bir adamla karşı karşıya kalıp hiçbir şey yapmadan tüm hislerimi alt üst etmesine karşı koyamamıştım. Hayatım boyunca ilk defa böyle hissetmiş ama belli etmemek için tüm duygularımı ortaya koymuştum.

Kaşlarımı çatıp gözlerimin önüme gelen görüntüsünü bir nevi tekrar izledim. Yüzü aklımdan, varlığı bedenimi çevreleyen histen ayrılamıyordu. Düşündükçe kendime yakıştıramadığımdan o andan çok çabuk vaz geçip ekrana döndüm.

Zaten yeterince karışık bir hayatım vardı. Ben bile yönümün ne hızla değişeceğini bilmezken bir başkasının etkisi altına girmem söz konusu değildi.

Alnımı sıkıntıyla sıvazladım.

Böyle yapınca zihnim başka yere gider mi? Sanmıyorum o kadar kolay değildi ama düşünmek de bir yere varmama sebep olmayacaktı. Bunun bilinciyle vaz geçip işime döndüm ve sıradan bir şarkı açtım.

Aslına bakarsak standart bir koşuşturmacanın ortasındaydım. Haftanın çoğu günü mekanda çıkıp şarkılar söylüyor, besteler yapıyor ve insanları eğlendiriyordum. Sevdiğim tüm dostlarımla orada buluşurken bir de bağıra çığıra şarkılar söyleyip orada kendimi bulmam epeydir hayatıma ilişen nadir mucizelerdendi.
Geçmişten bugüne, bugünden bilinmez yarınlara şu sakin bekleyiş beni gülümsetti.

Kulaklığımı düzelttim, gözüme masanın sağında titreyen telefonum ilişince de ona uzandım.

Gönderen; Apler
Mesaj; Çıktım ben eve geçiyorum

Gönderen; Apler
Mesaj; Sen geçtin mi?

Tüm gün birlikteydik yalnızca ben biraz erken çıkmıştım. Alper benden daha yorgundur, tahminen bu yorgunlukla da benim aksime yarın akşama kadar uyurdu.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Eve geldim aşkım düzenleme yapıp yatarım bende.

Cevap anında geldi ve telefonu bırakıp kaldığım yerden devam ettim. Gerçek şu ki ne kadar yorgun olursam olayım yeni bir şeyler dinlemek çok keyifliydi. Sebebi de sanırım dinlediğim ya da söylediğim her parçada başka bir hikâyelere yer veriyor olmamdı. Çocuksu bir umut, keyif veren bir imkansızlık, olmamış hevesler derken her seferinde o hikayelerin başrolü olmak böyle bir şeydi.

Hissediyordum.

Geldiğim nakaratta istemsizce karşı tarafımdaki araca baktım. Söylenecek çok şey vardı aslında. Bitmek bilmeyen düşüncelerle kendimi yiyip bitirerek bir şeylerin ters gittiğini izlemek için çok sebebim vardı da öyle olmadı.

Bakışlarımı uzun uzun gecenin sabaha çalan eserekli karanlığında gezdirdim. Lambaları sönen evlere baktım bir bir, hepsi söndü, hepsini gördüm. Uzun sokağımda derin anılarla bir şeyleri ararken yine en sonunda bakışlarımı lambası henüz yanan evde kilitledim.

Ben, bu gece bir adamla tanıştım..

Bunu kafamda saatlerce evirip çevirebilir o anı defalarca gözden geçirebilirdim aslında. Nitekim bunu istiyordum da, fakat hislerim beni bu defa korkutuyor, içimi bir aksilikle sağa sola çekiştiriyordu.
Bunu normale indirmem mi gerekiyordu? Bilmiyorum ne hissetmem gerekiyor bilmiyorum birini gördüm, mani değilim itiraf ediyorum ki etkilendim ama hepsi bu. Yani şimdi ne yapmam gerekiyordu?
Bir şey yapmam gerekiyor muydu? Elbette gerekmiyordu olabilir, karşılaştım ve hepsi bu kadar.

Defalarca silkelendim, zihinimi akıttım, başka yöne gittim, şarkının sesini açtım da olmadı yapamadım.
Olurlu bir yanı yoktu. Sonunda kendimi yapmam gereken şeye vermeyi başardım ve yan sekmede remiksine geçiş yaptım. İşim vardı saçma bir hissin peşinden sürüklenirsem bu gece buradan çıkamaz yarın da uykulu uykulu sahne alırdım bunu istemiyordum.

Gözlerim ekranda kısılmıştı, parmaklarımı çıtlatıp boynumu kaşıdım. Çıplak bacağımı kaşırken kaçtık kaşlarıma bulaşan ciddiyet bilgisayardaydı. Önce müziği yavaşlattım, daha sonra sesi kıstım. Elimdeki mausla pür dikkat geçişleri ayarlıyordum. Hangi saniyelerde sesin yükseleceğini sonra daha slowa geçiş yapacağını ve tekrar yükseleceğini elimin altında olan not defterine rakam olarak ekledim. Müziği başa sardım, frekanslarıyla oynadım, belki biraz hızıyla.

Bunca yorgunlukta dahi başımı hafif sallarken elimde olmadan kafamın içinde ufak çaplı bir konser veriyordum. Zaman geçti, dakikalar aktı müzikler değişti ben olduğum yerde elimi kolumu ritme uydurup keyifle tüm şarkıları okudum.

Yenilerini ekledim, parmakları bu anda bilinçsizce usul usul şıkırdayıp tekrar tekrar kendilerinden geçtiler. Bu uzun bir geceydi, üstelik kafa karıştırıp mide ağrılarına sebep olacak bir heyecanı da vardı.

Adı Serdar' dı demek.

Aklım kaçıp gidiyor, tekrar bumerang misali yapışıp kalıyordu ya ne ara buraya geldiğimi anlamadığımdan gözlerimi devirdim. Bunu yaparken fark ettim ki gün aymaya başlamıştı.

Gök karanlıktan sıyrılmış, hava yumuşamış, insanlar hafta sonu demeden iş için demir kapılarını çekmeye başlamıştı. Çaprazdaki evden çıkan Ferhat Abi' yle tüm ilgim ona kayarken izlendiğim hissine kapıldım ama o yöne dönmeden önce gözüm bilgisayarın sağ altındaki saate ilişti.
Buraya oturalı iki saati geçiyordu, iki saatte on sekiz şarkıyı en baştan düzenlemiş ve bir bir diske aktarmıştım. Haliyle bedenim olmasa da artık başım ağrıyor, gözlerim uykusuzluktan sızlıyordu. Elim yüzüme gitti, sonra rimelim akmasın diye tekrar klavyede yerini aldı ve ben birden karşı balkona döndüm.

Oradaydı.

Hissettiğim üzere bu gece karşılaştığım adam karşı evin balkonundaydı. Ayakta durmuş telaşsız bir halde sigarasını içiyor, dumanı dışarıya veriyor ve bana asla bakmıyordu.

Kaşlarım onun varlığıyla çatıldı, sağ elimle tepeden topladığım saç topuzumu düzeltip oturduğum yerde dikleştim. Hava aydığı için alanım bu geceden daha netti; onu seçebiliyordum. Uzun boyuna has geniş bedeninde koca bir heybet vardı; ki Emir' de bile bu kadarı yoktu.

Bakışlarımız hiç birleşmedi. O sokağa bakıyordu, ben avare gezen gözlerimi üzerinden bir an olsun hakkımmış gibi almıyordum. Ne zamandır oradaydı bilmem ama dudaklarına götürdüğü sigara bitmek üzereydi. Arkada üzerinden duman çıkan küllüğe bakarsak da uzun süredir oradaydı ama ben kendimi müziğe öyle bir kaptırmışım ki bunu fark edememişim.

Onu izlediğimi ilk andan beri biliyordu bence. Sonunda, artık buna bir son ver der gibi bakışlarını zeminden yavaşça aldı ve gözlerini bende sabitledi. Bunu yaparken sol elinin birkaç parmağı pantolonunun ön cebine gitmiş, duruşu biraz daha dikleşmişti.

Bakışıyla tüylerim diken diken oldu, kalbim yerinde hızla dövünüp durdu. Yüzü, bakışı, duruşu ve bu defa tek kelimeyle beni bertaraf edebilecek havası... Bir insan hiçbir şey yapmadan bir insana tüm bunları nasıl hissettirebilirdi?
Böylesine nefret dolu, kini yalayıp yutmuş bir bir silüetle bakışmak ne kadar doğaldı bilmiyorum fakat bu defa içimi alan ürpertiyle başını çevirip bakışlarını kaçıran ben oldum.

Yakını zehirdi, uzağı ecelim gibi.

İzledi mi bilmiyorum, bende bir netlik yoksa halimi de düşünmek istemezdim ama onunla ikinci karşılaşmam da ilki kadar pek nahoş bir durumdu. Neticede kabullenmem gerekiyordu yakışıklı olduğu kadar korkutucuydu. O gözler bir azrailin yuvası gibi, hali yokluktan kalma derin bir kuyunun ışıksız sulak yeriydi.

Kaşlarımı bu manasızlıkla daha da çattım, birkaç saniye sonra da kapı sesiyle içeriye girdiğini anladım.

Adı Serdar' dı. Peki bu hali?

Vurulmuş gibiydim, beni bir bal mumuna çevirip gitmişti. Daldığım yerde zihnimi bölen birden açılan kapı oldu. "Uyusana artık bak gün doğdu." Sena, uyumamış ama ince sesinden anlaşılıyor ki çok uykusu vardı.

Ona döndüm ve "Yeliz?" Diyerek derin bir iç çektim. Sesi çıkmıyordu ne yaptığını merak ettim.
"Uyudu o, hadi geç sende." İşim bitmişti zaten, şu birkaç dakikada da gün tamamen doğmuş sayılırdı. Başımı hiç halim yokmuş gibi salladım. "Gelirim şimdi burayı toparlayayım." Toplarlar giderim ama uyuyabilir miyim bilmiyorum. İnsan bazen çok yorgun olduğumda bile düşünmekten öteye gidemiyordu çünkü.

Bu sabah düşünecek çok şeyim vardı.

💎

"Saat dokuz gibi orada olurum Alp. Program zaten onda başlar, sen erken gidersen ön hazırlığı yaparsın ama pek bir şey yok. Sistem kurulacak, hoparlörlerde ufak bir sorun vardı o halledilecekti. Birde liste kontrolü yapılacak sadece." Haziran ayının ortalarındaydık hava zaten cehennemin fragmanı gibiydi nereden çıktı bu çay bilmiyorum ama Sena dökünce içmek zorunda kalmıştım. Trabzon' luyduk çayın içinde büyüdük diye mi bilmem ama aynısını annem de yapıyordu bizde çaya özel bir muamele vardı içmeyince de bir sürü laf.

Bardağımı kenara bırakıp suyuma uzandım.
Alp beni dinliyor, arada bir iki kelimeyle sorularımı cevaplıyor ve annesiyle ilgileniyordu. Son defa onaylar sesini duyunca gözlerimi telaşla araladım. "Aaaaa, ama disk bende Alp." Gün ağırana dek uğraşmıştım heyecanım bundandı yoksa alt tarafı disk, halledilemeyecek bir şey değil.

Sesi benim aksimdi "Tamam kuzum." Hatta birkaç kelime sonra onu her neyse bir an keyiflendirmişti. "Ben birazdan geçerken alırım o zaman." Ailesi vardı, bugün hafta sonuydu biraz önce söylediğine göre de birlikte kahvaltı yapacaklardı. Annesi sanırım benimle konuşmasından, hatta yakın olmamızdan hiç haz etmiyordu çünkü onu ne zaman görsem yüzünde samimiyetsiz bir tebessümle yanımdan sessiz sedasız geçiyordu. "Tamam o zaman Alper öpüyorum çok, haberleşiriz." Deyip konuyu uzatmak istemeyişim bundandı. Sevilmiyordum bu belli, benim umurumda değildi de onu diken üstünde yürütmeme gerek yoktu.

Aramayı sonlandırdık, telefonu kenara koyarak tabağımdaki sarmalardan birini ağzıma attım. "Siz ne diyordunuz, Alp arayınca yarım kaldı." İkisi de Alper' in sesini dinlemeyi tercih ettiklerinden kendi aralarında da konuşmamışlardı ama gitmekle ilgili bir konu döndüğüne emindim.

Bakışlarım Sena' yı buldu. "Ne oldu?" Yeliz' i izliyordu, konu her neyse sanırım sorun bendim. Kaşlarını umutla havalandırıp elindeki çatalı tabağa bıraktı. "Sıkıldım, biraz gezsek mi?"

Onu anlıyordum Muğla' da yeterince sıkılıyordu ama mümkün değil ben bugün çıkamazdım. Zaten yeterince geç uyanmıştım kendi işlerimi anca hallederdim. Birde huyum bu ya o gün önemli bir şey varsa ekstra bir şeyi araya iliştirmezdim.

Bakışlarımdan üzgün olduğum anlaşılıyordu, bir sarma daha aldım. "Ben birkaç saat sonra mekâna geçeceğim, birazdan da Alp diski almaya gelir." Bensiz de gidebilirlerdi ama, çatalımı hafif kaldırdım ve ikilinin arasında sağa sola sallayarak yeniden kuzenime döndüm. "Ama siz ikiniz isterseniz çıkın."

Yeliz masada sabitlediği telefondan başını kaldırıp Sena' ya baktı. "Ay hayır yaa." verdiği tepkiyle Sena' nın şaşkın bakışları onu bana itmişti. Bu defa başını yana yatırıp yüzümü inceledi. "Olmaz ki, saat geç oldu zaten." Doğru, zaten sıcaktan asfalt kaynıyordu bu saatte başımı kapıdan çıkartmazdım ben. Sena itirazsızca kalkıp kendine bir bardak su alırken ben de ayaklandım.

"Doydum ben, kalkıyorum şu sarmaları Hatice Teyze'ye götüreyim." Sena yerine oturup beni onayladı, daha sonra onlar Yeliz' le dün tanıştığı adamın fotoğraflarına bakarken ben tabağın üzerine peçete örtüp evden çıktım.

Elimde olmadan içimi yeniden bir heyecan sarmıştı. Biraz sonra gideceğim ev beni istemesem de zorla dün geceki olaya itiyordu. Ki birkaç saattir içimi titreten duygunun güzelliğini keşfe çıkmıştım bile. Dünün ardından bugün beni ne bekliyor bilmiyordum ama sanırım onu görmek bile içimdeki haylaz çocuğu tatmin ederdi.

Gece hissettiğim karmaşa güneş tepeden belirince yerle bir olmuş, yüreğimde ağaç arkalarına saklanmış şımarık bir çocuk gibi kendini ortaya atıvermişti. Dertlerin gece ortaya çıkması gibiydi bu his, gündüz nereye gittikleri her an muammaydı.

Demir kapıyı açıp dışarıya bir adım attım.
Evimin karşısına park edilen siyah araba yerli yerindeydi ama ben bunu zaten bu sabah kalktığım gibi perdenin arkasından sokağa baktığım için biliyordum. Dışarıda top oynayan üç beş çocuk dışında etrafta kimse yoktu. Muhtemelen günlerden pazar olduğu için herkes uyuyordu ve birkaç saat sonra sokağa dökülürlerdi.

Yakıcı güneş sebebiyle balkona bakamadan birkaç adımla karşı evin önüne geçtim. Üç beş basamak çıktım, zile bastığım an sanki o parmak yüreğime değdi, canım mide bulantılarına karışıp yandı.

Bir elimde tabak, diğeri topuzumdan dağılan bukleleri arkaya ittirip beyaz tişörtümün kollarını düzeltiyordu. Kapı otomatikle açıldığında serinliği hissettiğim mermer zeminde içimde alabora olan yakamozla yana yana ilerlemeye başladım.
Garip bir haldi, garip bir hisse gebeydi.

Merdivenlere ulaşıp basamakları bir bir çıktım, onu görmem de yalnızca birkaç adımıma baktı. Dün geceki gibi çatık kaşları ve sinirli yüz hatlarıyla kapının kasasına yaslı vaziyette beni izliyordu.
Bana kapıyı açan da o olmalıydı, buna gülümsemek istesem de ruhumdaki alaylı kızın haline keyifli bir tokat savurdum. Henüz değil, bunu daha sonra düşünecektim.

Beni izliyordu, basamakları bir bir yitirdim, önüne geçtiğimde bakışlarım dünden farksız değildi ama "Ne bakıyorsun?" Diyen sesim gayet sakindi. Gözlerini benden almadı, ben de çekeyim demedim. "Hatice Teyze nerde?" Kapı önünde durduğu için içeriyi göremiyordum. Heybeti tüm alanı kaplamıştı.

Cevap verecek gibi durmuyordu.

Dün görüş alanımı yok eden karanlık bir yana, şu an fazlasıyla açık bir halde karşımdaydı. Emin olduğum ve dirayetle sürdürdüğüm en tutarlı fikrim ise hâlâ fazla uzun ve kalıplı oluşuydu. Üstelik bu defa ona doğru kaldırdığım başımla yüzünü hiç olamayacak kadar ayrıntılı ve yakından görebiliyordum.

Kollarını çözdü.

Anlaşılan o ki içindeki sebepsiz kin tükenmemişti çünkü dilinin ucunu hafif hafif dişlerken sağa sola oynattığı çenesiyle bana doğru sinirli bir adım attı. "Ne işin var burada?" Gözlerini benden almıyordu ya, ona bakmak beni de deşiyordu. Çenesiyle çıktığım merdivenleri işaret etti. "Yürü git." Sen git, sonradan gelen sensin.

Bana doğru bir adım attı, bedenime yaklaşmasına rağmen olduğum yerde sabit kalmak istesem de aramızdaki tabak yüzünden bir adım gerileyip mesafeyi açtım. Geri duracak değildim, "Laflara bak." Deyip yalnızca bir adım gerilemiş, bu arada dik başımı asla gözlerinden çekmemiştim. "Sana mı soracağım nereye geleceğimi?"

Ucuz bir tartışma oluyordu, tam olarak böyle tartışmaların içinde kendimi idame ettirsem de şu an bunu istemiyordum hayır.

Bu sefer cümlem bittiği an çattığı kaşlarıyla yavaş yavaş üzerime yürümeye başladı. Aksi mümkündü, fakat şu an değildi.
O geldi.
Ben geri adım attıkça o bana doğru geldi. Uzun boyu sayesinde yüzüme tepeden bakarken gerilen bedeniyle ellerini iki yanda beline yerleştirdi.

Ufak bir adım daha, "Ulan bana bak." tıslar gibi, "Gebertirim lan seni!" Sonunda sırtım duvarla buluştuğunda üzerime gelmeleri zoraki bir şekilde sonlanmış, sağ elini kaldırıp başımın hemen yanına yumruk yapıp koymuştu.

Tabak sol elimdeydi, sağ elimi adamın böğrüne hızla vururcasına yerleştirdim. O koca ve sert bedenini ittirmeye çalıştığımda nefesleri ve elimin altındaki kalbi hızlanmıştı.

Bu ona ilk dokunuşumdu. Lakin hissettiğim duyguları bir kenara ittirmiş, tıpkı bir duvara dokunuyor gibiydim. Kalkanlarımı kuşanmış, duygularımı bir rafta tutmaya başlamıştım.

Kırmızı ojeli ince parmaklarım siyah zeminde buluştuğunda sinirle kısılan gözlerimi adamın gözlerine adeta kilitledim "Ne öldürüyorsun lan?"

Kasılan çenesine baktım, hareketlendi.

Bir bok da yapamazdı. Başımı hayırdır der gibi hareketlendirdim. "Sinek mi öldürüyorsun?" Şaşırmış gibiydi, kaşlarım sinirle havalandı. "Şuursuz musun?" Elimi indirdim, başımı hafif ve hızla yukarıya doğru kaldırdım. "Bas geri!" Dünkü çocuklardan değildim ben, onun delici gözleri, ketum bakışları içimde bir etki bırakırdı belki ama yeri geldiğimde o hali yok saymayı bilirdim.

Gerilemedi, yüzümü yüzünden gözlerini gözlerimden bir an çekmedi. Ne vardı bilmem, bu dünden kalan bir asilik miydi şimdi? Bir tartışmayı neden bu kadar uzatıyordu oysa ben silmiştim, neticede ikimiz de çocuk değildik koca koca insanlardık. Ben neyse hele o; yirmili yaşların sonunda, belki otuzun da içinde olduğuna emindim.

Tüm bu olanlar bir yana göz göze gelmek ve bedenine dokunmak bugüne dek alışık olduğum bir an değildi. Tamam bazı hisler vardı fakat yalnızca buydu. Benden zaten ona bir adım gitmezdi sadece bu ketum hali öfkeli yanımı sürekli taşırıyordu. Biraz insan olabilirdi, yine de; dünyanın durduğunu sanmıştım...

Şu bana on gibi gelen birkaç saniyede bir çift karanlığı öfkeyle izlerken dünyanın durduğunu sanmıştım, meğer durmayıp aksi yönde şekillenmiş. Bizi o durağanlıktan ayıran da "Serdaar." Diye yankı bulan tanıdık ses olmuştu.

İçeriden geliyordu, Hatice teyze "Kim gelmiş oğlum?"
Adamın aralanan dudakları Hatice Teyze'nin meraklı sesiyle kapanırken ufak bir hamlede başımı eğdim ve var olan boşluktan geçip açık olan kapıdan içeriye girdim. "Ben geldim Hatice Teyzee."

Hatice Teyze yatak odasından çıkmış, beni görünce gülümsemişti. "Gel Hazan gel kızım." Tabağı uzatıp ona doğru ilerlemeye başladım ve Serdar' ın da peşimden geldiğini gürültüyle kapanan çelik kapıdan anladım.

Sarmaları görünce memnuniyetle gülümsedi. "Aa Serveeet." Uzattığım tabağı iki eliyle aldı ve başını sola çevirdi. Servet Amca belli ki balkondaydı, "Bak, Hazan sarma getirmiş." Geçen hafta söz vermiştim ama dün evde kimse yoktu.

Hatice Teyze' nin işaretiyle oraya ilerledik. Yaşlı sayılmasına rağmen saçları hâlâ oldukça siyah olan Servet Amca tanıdık bir gülüşle elindeki tesbihi bileğine geçiriyordu, balkonu işaret etti "Gel Hazan gel. Tavla oynuyoruz bizde."

Elbette, bunu daha evvel defalarca gerçekleştirmiştik. Hatice Teyze' nin yanından geçip balkona yürüyen Serdar' ın arkasından Servet Amca' nın yanına ilerlerken bedeni görüş alanımı kapatıyordu. Adımlarımız birbirini takip ediyor, benim bakışlarım önümdeki dev gibi adamın sırtında, hayli kalın kollarında geziniyordu.
Siyah bir adam,
Dev gibi adam,
Siyah bir dev.
Cidden, bu tam olarak onu tanımlıyordu Serdar siyah bir devdi.

Serdar kimseye bakmadan balkonun en sonundaki koltuğa otururken ben kollarımı birbirine bağlayıp balkon kapısına yaslandım. Yalnız değildik, dünkü iki adam da buradaydı. "Hoş geldin Hazan." Servet Amca hemen önümdeki taburede oturuyordu, seslenişiyle ona döndüm. Sırtını kapıya dayamış, belli ki salonda çalışan pervaneden serinlik alıyordu.

Sakince keyiflenmiştim, onu başımla selamlayıp "Hoş buldum." tavlaya döndüm. "Nasıl gidiyor?"

Oğlunun aksine o gülümsedi. Zaten Servet Amca ben kendimi bildim bileli neşeli, keyifli, esprili bir adamdı. Bileğine taktığı siyah tesbihin ucu tavlaya sürtüyorken iki yuvarlak siyah taşı yerinden oynatıp bana baktı.
"Eh." Dudak büker gibi olup tek gözünü kıstı ve çenesiyle az ileriyi işaret etti. "Bunlar asker." Öyle mi, demek hepsi. "Pek anlamıyorlar tavladan. Sen daha iyisin." Boş vaktim oldukça, Sena iyi oynardı o bana tavlayı ben ona okeyi öğretmiştim.

İşaret ettiği yere bakmadım ama yüzümde oluşan tebessüme de mani olamadım. "Estağfurullah." Serdar' la oynamıyordu, Servet Amca' nın karşısında dün afkurma dediğim adam vardı ve ele bakarsak belli ki bu konularda çok da iyi değildi.

Servet Amca "Bunu mu oynatayım?" Diyerek yuvarlak siyah taşı gösterdi, sonra yanındakine dokundu. "Yoksa bunu mu?" Hiç fark etmezdi ama sessizliğe bakarsak izleniyordum. Garip hissettim, o hisle de dudaklarımı hafif bir gülümsemeyle büktüm. "Sağdaki."

O hamlesini yaptı, ben balkonun devamına döndüm. Serdar yayılır gibi oturmuş ve bir ayağını diğerinin dizine koymuştu. Sağ dirseğini düşünceyle oturduğu koltuğun kenarına dayamış, hafif yumruk yaptığı sağ eli yüzünde yerini almıştı. İşaret ve orta parmağını soğuk bakışlarla şakağına ritmik bir şekilde çarptırıyorken hafif çatık kaşları ve dik bakışlarıyla beni izliyordu.
Göze göze geldik, teması Serdar' ın hemen sağında oturan adama bakarak kesen ben oldum, dün gece arabada o da vardı.

"Bir akşam gel de gençlere tavla dersi var Hazan."

Servet Amca' nın gençler diye hitap ettiği adamlar en az yirmi sekiz otuz yaşlarındaydı. Benden tahminen ve yine en az beş yaş büyük olan bu adamlara sözlerin espri olduğunu varsayarak tavla öğretmenin ne kadar eğlenceli olduğu da kesinlikle tartışmaya değerdi.

Gözlerim Servet Amca' dayken dudağımın kenarı hafifçe kıvrıldı. "O önce kadın olmayı öğrensin de." Kendi kendine bir mırıldanmaydı, Servet Amca' nın bir kulağı iyi duymadığı için o duymamıştı ama biz duymuştuk.

Tavlanın karşısında duran adama döndüm, Servet Amca da o ara Hatice Teyze' nin getirdiği telefona bakmak için ayaklanıp gitmişti. Boşalan yere iki ufak adımla ilerledim. Bu sırada tek kaşım sinirle havalanmış, bakışlarım düşünceyle sakin kalmak istercesine siyah şortumda gezinmeye başlamıştı.
Kadın olmayı öğrenmek mi? Neden dün o hallerine susmadığım için mi kadın olamamıştım? Şu saçma zihniyetin, kadınların susması gerektiğinin vs... Dahasına zihin yoramadım ki düşününce bile sinir krizi geçirecek hale geliyordum.

"Bana bak." derken öfkeli bakışlarım onu bulmuş, zaten bende olan haliyle göz göze gelmiştim. Hadsiz, birden karşıdan yükselen müziğe aldırmadan başımı hayırdır der gibi hareketlendirip kollarımı göğsümde bağladım. "Seni bir çarparım o bana açılan ağzın götünde gezer."

Bir yandan şarkı bangır bangır çalıyor bir yandan ben ona öfkeyle soluyordum. Sözlerim onu hareketlendirdi, oturduğu yerden hızla kalkmıştı ki buz gibi sesiyle "Oktay." Diyen Serdar onu olduğu yerde durdurdu. Tek kelimesi, tek hecesi, tok sesi, umarsız öfkesi ve Oktay dese de gözlerini benden almayışı. Gelse de benim açımdan bir problem yoktu hadsizlik yapan onlardı.

Adını öğrendiğim adam gözlerini benden öfkeyle çekerek yerine oturdu. Bu defa balkonumdan bir ses yükselmişti "Hazaaan." Müzik hala kesilmemiş, bana yükselen sese karışıyordu. O tarafa dönmemle Yeliz devam etti. "Bilgisayar dondu. Sonra kilitlendi, şifresi neydi bunun?" Balkonumdan içeriye, odama doğru kısa bir bakış atıp yeniden bana döndü. "Kapanmıyor, Sena kıracak şimdi."

Yeliz' in bezgin ama bir o kadarda neşeli sesi tüm bu aksiliklerin yanında beni gülümsetti. Koyu kahve, gelişi güzel bir şekilde topuz yaptığı saçları, siyah taytı ve beyaz tişörtüyle oldukça tatlı görünüyordu ve sanırım bu tatlılığı fark eden sadece ben değildim.

Dudaklarımı şifre için araladım, sonra sokağın başından duyulan sesle o tarafa döndüm. Alper arabasıyla hızla sokağa giriş yapmış ve bir iki saniye içinde kapıma yanaşmıştı kaşlarımı çatıp korkuluklara tutunarak arabadan inmesini bekledim.

Arabadan indi Alper meraklı ve şaşkın bakışlarla önce balkonumda durup ona bakan Yeliz' e daha sonra bana baktı. Sağ elimi sokağın başına doğru kaldırdığımda top oynayan çocukları işaret ediyordum. "Yavaş." Birkaç ay evvel Ömer' e araba çarpıyordu yine ufak bir tartışma çıkmış ve tüm sokak yanımıza toplanmıştı. O günden sonra ne zaman hızlı geçen bir araba görsem sinirleniyordum.

Ellerini ben masumum dercesine havaya kaldırdı. "Unuttum." Yüzümde oluşan gülüşe mani olmadım çünkü ifadesindeki masumluk ve suçunu kabullenmişlik benim için yeterliydi. Başımı yana eğer gibi oldum, o da ellerini indirince sesim var olan müziğe karıştı ve "Alp." diyerek çenemle evi gösterdim. "Gidip kapatsana şunu."

Alper eve yöneldi, ben de gözüme takılan Oktay' a baktım. Kendini balkonumda durup telefonuna odaklanmış Yeliz' e kaptırmıştı bile. Susuşu da bundandı belli, kaşlarım havalanır gibi olduğunda çıkmak için adımlayıp bu defa Serdar' a döndüm. Oturduğu koltukta duruşunu bozmamış, bakışları daha öfkeli bir hal almıştı ama bu defa hedefi ben değil onda olan yedek anahtarıla evime giren Alp' di.

Arkama bile bakmadan balkondan ayrıldım, mutfakta görüp kısaca vedalaştığım Hatice Teyze' den sonra kendimi seri adımlarla sokağa attığımda müzik sesi kesilmişti, güneşi saç diplerimde hissettim.

Eve doğru ilerlerken Alp' in arabasına kısa bir göz attım, geçen haftalarda bir kaza yapmıştık araba en son sanayideydi izi falan kalmamıştı şimdi. Sokak biraz daha neşelenmişti ama bana göre hala erken bir saatti. Plastik toplar aşağıya doğru kaçıyorken göz ucuyla onlara da bakıyordum. Sonra arkamdan tatlı, minik ve bir o kadar da tanıdık ses duyuldu.

"Annniiii."

Bu ses beni her zaman okşuyordu. Ömer, sevdiğim nadir çocuklardan biriydi ve aramızdaki bağ bu sevginin de getirisiyle çok daha sıkıydı. Sokağa döndüm, onu gördüğüme ufak başına mavi, üzerimde şirinler deseni olan bir şapka geçirmiş, şortundan belli olan minik bacakları adımla bükülüyordu. Kısa kollusundan ufak kolları, kısılan gözleri ve yüzü... Yolun ortasına ilerleyip dizlerimin üzerine çökerek yukarıdan paytak adımlarla koşa koşa bana doğru gelişine kollarımı açtım.

Hemem arkasında annesi Sevda Abla vardı. Sevda abla Yeliz' lerin evine taşındığında yeni evli ve hamileydi. Doğumdan sonra Yeliz' lerle bebek görmeye gitmiştim, bebek de Ömer' di. Ömer' i gördüğüm gibi tutulmuştum ona. O günden sonra her şey çok çabuk ilerlerdi, ben Ömer' i sevdim, Sevda abla benimle dost oldu ve yılların getirisi bizi bu günlere ulaştırdı.

Annesi onun bu haline keyiflenirken beni daha rahat görebilsin diye yüzüme inmek üzere olan şapkasını aldı, yüzü tamamen ortaya çıkarttığındaysa gözleri güneşten kısılmıştı.

Ayağında ufak sandaleti, çorapsız kum olmuş minik ayaklarıyla bana yürüyordu, benim ağzım kulaklarımda usul sesimle onu içime çekecek gibi sırıttım. "Aşkıım."

Kıkırdayarak bana ulaştı, zıplarcasına bedenime atlayan minik şey kollarını boynuma doladığında çocuksu kokusunu ciğerlerime çekerek boynunu öptüm. Ömer çok tatlı, çok savunmasız ve çok masum bir çocuktu. Ufak tefekti, bana çok dokunan bir ruhu vardı, oysa ben çocuk sevmezdim.

Bir kolumla ufak bedenini sararken diğer elimle başını tutarak yavaşça ayağa kalktım. Boynumdaki elleri hareketlenmiş, bacaklarını usul usul sallarken kendi kendine keyifle "Haajjaa." Demeye başlamıştı bile.

Yaşının da getirisiyle tam konuşamıyordu, şımarır gibi olurken ya da neşesi küçük ağzına sığmazken annii diye sesleniyordu bana, böyle bazen de haja. Ben ikisini de seviyordum, o bana nasıl seslenirse seslensin Ömer bende hep bambaşkaydı.

Hemen önümde duran Sevda Abla' ya gülümseyip ensesini öptüm. "Efendim aşkım." Sevdiğim bir kelime değildi ama Ömer bunu öylesine hak ediyordu ki, ona tüm güzel sözcükleri söyleyebilirdim. Sevda Abla' nın tuttuğu şapkaya uzandım, başı omzumdaydı. "Ömüşş ne güzel şapkan varmış seniiin."

Bu çocuğun ufacık burnu, elleri, masum yüzü, duru bakışları, tatlı konuşması.. Onu çocuk yapan her şeyi yüzümdeki tebessümün iyice yayılmasını sağlıyordu. Ufacık elleriyle yanaklarımı kavrayarak geri çekilirken en çocuksu yanımla büyülenmiş gibi izliyordum onu.

Yanaklarımdaki elleriyle başını sağa yatırdı.
"Yapuyoşuuunn."

Onun bu tatlı halleri beni tüm dünyadan soyutlayıp ufacık bir çocuk olmaya itiyordu.. Yeniden birini sevebilmeye, kalplerin temizliğine ve bazı şeylerin güzelliğine itiliyordum. Masumluk bu kadar küçük olmamalıydı, zira sevilecek başka bir şeylerin kalmamasından da korkmuyor değildim.

Başımı yana yatırdım, onun gibi.
"Geziyorum."

Başını kaldırıp diğer tarafa yatırdı.
"Hmmm. Yaşılşııınnn" Gözleri, elleri, minik kirpikleri ve elmacık kemiği üzerindeki o minik yanakları...

Onu taklit ederek dudaklarımı sarkıttım.
"Yorgunum Ömüş."

Bilmediğin, bu yaşlarda bilemeyeceğin bir yorgunluk vardı üzerimde Ömer. Böyle yatıp uyuyunca geçecek türde bir yorgunluk da değildi ne yazık ki.
Zaman gerekliydi. Zamanın yanında ilaç gerekliydi meselâ. Çok şeye gerek vardı. Masumluğundaki sevince ihtiyacım vardı belki. Senin yaşlarındaki umudumu yeniden bulabilseydim belki bir süre daha giderdim Ömer.
Sen bilmezsin, ki bilsen de..
Sen hiç bilme, ama ben yorgunum.

"Naber Hazan?" Sevda abla nihayet bizi bölmüştü. Yirmi dokuz yaşında esmer bir kadındı fakat pürüzsüz yüzüyle olduğundan genç gösteriyordu. Ömer başını yeniden omzuma yaslayınca ona daha da sarılarak "İyiyim Sevda Abla." Dedim. "Sen nasılsın?" Sakince duruşundaki yorgunluğa ve sıkıca topladığı sarıya çalan saçlarına bakarken anlamsız bir hisle mırıldandım. "Nereden böyle?"

"İyiyim canım." Kucağımdaki çocuğa baktı. Ki yorgundu. Bunu gözlerinde görebiliyordum. "Akşam ateşlendi seninki, hastanedeydik tüm gece."

Değişen yüzümle Ömer' e baktım. Öyle mi?

Yeniden Sevda Abla' ya döndüğümde kaşlarım çatılmış, halim sesime yansımıştı. "Ne oldu niye haber vermedin gelirdim ben. Tek başına ne yaptın tüm gece?" Onun da hikayesi başkaydı bazen içime oturuyor, içime oturdukça onlar için bir şeyler yapıyordum. Sevda Abla kaçarak evlendiği için ailesi onu silmiş, kocası da geçen yıl içeriye girmişti başka kimsesi yoktu.

Derin nefes verip öylesine bir "Sakin ol." dedi.
O sakindi.
İki elinde tuttuğu poşetleri sağ elinde toparlayarak yeni boyattığı saçlarını arkaya doğru attırdığında açılan bluzunun önünü kapatarak konuşmaya devam etti. "Ben senin hakkını ödeyemem zaten Hazan. Birde seni mi çekiştireyim gece gece? Hallettim ben." Ne hakkı, olur mu öyle şey?

İnkârla bakışlarım Ömer' e gitti; o kadar habersizdi ki her şeyden... Yine de her zaman arkasında olduğumu bilmek içime su serperken kaliteli bir hayat sürmesi için ölene dek hayatında bir yerlerde duracağımdan emindim. Ki bu, ne pahasına olursa olsun böyleydi.

Elimi kalçasının altından alıp alnına koyduğumda Sevda Abla yeniden konuştu. "Merak etme ateşi yok, serum verdiler."

Ateşinin olmadığını anlayınca başımı sallayarak elimi çektim.
"Sen nasılsın?" Topuklu ayakkabılarının üzerinde ne kadar da zor durduğunu görebiliyordum. Ufak bir nefesle tahminen "Yorgunsun.." dediğimde omuz silkip güldü.
"Uykusuzum sadece canım."

Başımı sallayıp onu onaylarken zorlandığını görebiliyordum. "Gel ben sana kahvaltı hazırlayayım abla. Bu akşam dokuza kadar da Ömer bende kalsın, sonra sahnem var ama. Sen de o ara dinlenmiş olursun."

Bir cevap verecekti belli, gözlerimi devirirken mırıldandım. "Sakın bana teşekkür etme."

Başını sallayıp az aşağıdaki evine baktığında kararını vermiş gibiydi. Başını sallayarak bana döndü, "Ben evde yerim bir şeyler. Şimdi sana gelirsem muhabbet ederiz dönemem eve canım. Ömer sende kalsın akşama getirirsin."

Olur, başımı sallayıp "Tamam abla anlaştık, hadi git dinlen sen." Dediğimde Alper evden çıkmış, sağ ayağını arabasının tekerine koyup ayakkabılarının bağcıklarını bağlıyordu.

Evlerimiz yan yanaydı, Sevda Abla kendi evine ilerlerken gözüm bir an hala olduğu yerde durup bu tarafı izleyen Serdar' a ilişti. Sert yüz hatlarında ve çatık kaşlarının arasında ilk defa yumuşak denebilecek bir ifade varla yok arası geziniyordu. Onu görmemle kendimi geri çekip

"Ha, Hazan." Diye seslenen Sevda Abla' ya döndüm. Çantasından anahtarımı çıkartıyordu. "Ömer'in karnı açtır ben yediririm diyeceğim ama sende daha güzel yiyor." Çorba vardı evde, Ömer de seviyordu hem. Başımı ufak ve ritmik bir hareketle salladım.
"Tamam tamam hallederim ben."

Alp bizi izliyordu, bakışlarını Sevda Abla' dan alıp bana yöneldiğinde kucağımdaki Ömer' le ona doğru adımladım.
"Aldın mı diski?"

Asi gibi olmaya çalışıp ufak oyunlarla yüzümü izliyordu, kollarımdaki Ömer'e ufak bir bakış atıp uzanarak burnumu parmaklarının arasına aldığında oflayarak başımı geriye attım.
"Yapma acıyoo." Halim onu keyiflendirdi, sızıyla sarkan dudaklarıma bakıp "Tamam tamam." Derken kolunu omzuma doladı. "Aldım diski de." Uzanıp yanağını öptüm, sırtımı tutarken dudakları diğer tarafıma indi.

Hafif geri çekildi, "Dinlendin mi?" Dün çok yorulmuştum ama bugün keyfim yerindeydi, başımı salladım. "İyiyim ya, Arzu gelecek mi bu akşam?"

Arzu Alp' in yaklaşık iki yıldır kız arkadaşıydı ve ara ara mekana gelir bizi dinlerdi. Güzel kızdı, muhabbetini Sena ve Yeliz' de dahil olmak üzere üçümüz de seviyorduk haliyle bu akşam gelirse güzel olurdu.

Yüzüme bakarken "Yok." Dedi başını olumsuz anlamda sallayarak. "Bu akşam işleri varmış." Aldığım cevapla kaşlarımı kaldırdığımda kucağımda huysuzlanan Ömer' in sırtını okşadım. "Ben gireyim Alp, akşam paslaşırız hava da sıcak." Zaten sıcaktı bu sıcakta ben bile daralmıştım Ömer' de haklıydı.

Alp kolunu omzumdan indirip başını sallayınca eve doğru adımlayıp açık bıraktığım kapıyı çekesini bekledim.

💎

"Murat, sike sürülecek akıl yok sende!" Öfkeyle yükselen gür sesim eminim ki tüm koridorda duyulmuştu. Kapanan kapının ardından sabır diler gibi önüme döndüğümde kahverengi gözlerimi ve uzun siyah kirpiklerimi daha da belirginleştiren hafif siyah göz makyajımı son defa kontrol ediyordum.

Beyaz tenime yakışan ufak, sivri ve kalkık burnumu tıpkı şu anda da olduğu gibi haftalardır deldirip deldirmemek arasına gidip gelmekteydim. Annem duysa kızardı, belki ben de sonradan sıkılırım diye çok da adım atmıyordum ama lisede kulağımı deldirmiştim hala kullanıyordum çok da güzel duruyordu. Kulağım demişken, sol kıkırdağımdan salınan gümüş küpemin yönünü bir kez daha düzelttim. Böyle tek taraflı salınan küpeleri seviyordum bence her kadında şahane duruyordu.

Her şey güzeldi.

Tanıdığım, hayatımda yer alan birçok insan çoğu zaman çok güzel bir kadın olduğumu söylese de onlara her zaman hak veremiyordum. Genelde nedenini henüz tam olarak bilmediğim bir sebepten ötürü kendimi sürekli aşağıya çekiyordum ama bazı zamanlar tüm bunların aksine aynada gördüğüm kadınla gurur duyuyordum. Bu tıpkı şu an belimden aşağı dökülen siyah buklelerim, siyah mini, dar kesim elbisemi incelerken hissettiklerim gibiydi.

Aslında çok uzun zamandır hayattaki yerimi tam olarak bilemiyordum ama bir o kadar da aksi gibi konu manevi duruşuma gelince hissettiğim memnuniyet onur vericiydi. Fiziki görünüşümle ara ara çatışıyordum da duygularım, kararlarım ve karakterimle her daim barışıktım. Bu yüzden kendimi seviyor, bazı şeyler için çabalamaya değer olduğunu düşünüyordum.

Beni memnun eden bir hisle gülümsedim.

Bu aralar kendime bir eğlence bulmuştum. Bir hisle ona çekiliyordum bu bariz belliydi. O hissin de imkansız olduğunu bildiğimden gerilmiyor, kendimi bazı anlara vermekten de çekinmiyordum. Tüm bunları şöyle bir derlersek; yirmi dört yaşında genç bir kızdım insanların duygularını onlara baktığımda anlayabiliyordum. Duygularım karşılıksız değildi, elbette onun raddesi neydi tanımlamam zor ama gelgeç biri olmadığım konusunda nettim. Saf bir kadın değildim, aptal asla. Serdar farklı bir adamdı, onu gören herkes benimle aynı fikirde olurdu ama ben de normal bir kadın değildim.

Ulaşılacak bir başarı değildi bu. Gidilecek bir yer, görecek şehir, edilecek bir sohbet hiç değildi. O bende uzun uzun izlenilesi ve daha sonra hayatımdan çıkacağına emin olduğum bir adamdı. Hiç aksi olmadı ki, bunu hiç belli bir nedende derlemedim ben. Öyle bir adamdı, bende böyle bir duygunun esiriydim.

Boy aynasında kendime dalan bakışlarım ısırdığım ve farkında olmadan sertleştirdiğim darbeyle beni düşüncelerimden alenen sıyırıp odaya dönmemi sağladı.

Güllük' deydim, saat neredeyse ondu ve hazırlanmak için yalnızdım. İnsanlar tahminen kafeye gelmeye başlamış, telefonumu son titreten mesaja göre de Alper birazdan burada olurdu. Yarım kalan rujumu tamamlayıp buklelerimi parmağıma doladım. Dizlerimde biten bir elbise giymiştim. Elbisemin sol tarafındaki geniş yırtmacı kasığımın bir karış aşağısına kadar çıkıyor ve hareket ettikçe bacaklarım daha çok açıkta kalıyordu. Göğüslerimin altında, belimin solunda ve göbeğimin hemen üstünde oldukça başarılı kesimler yer alırken bedenimin yalnızca bir kısmını sarabilen elbiseyle sırtımın aksine göğüs dekoltesini sonuna kadar kullanmıştım.

Konu dön dolaş bende aynı yere geldi. Hiç gitmiyordu gerçi, dünden beri aklım sürekli ondaydı. Mevzunun içinden sıyrılamadan donuk bakışlarımla kendimi izlediğim anlarda odasının kapısı açıldı ve Yeliz, elindeki siyah topuklu ayakkabıları sallaya sallaya ayaklarımın önüne bıraktı. "Al bakalım."

Onları evde unutmamıştım sadece buraya geldikten sonra ayakkabılarımı değiştirme fikrine kapılınca Yeliz ben eve giderim diye atılmıştı. Şimdi de ayakkabılarımı getirmiş, hafif pembeleşmiş yanaklarıyla az ilerideki koltuğa oturmuştu.

Dudaklarım gerilir gibi oldu, ona döndüm. "Ne oldu sana?" Onu tanıyordum, bir şeyler olmuş belli ki.

Eli kalbime gitti, dudaklarını keyifle ıslattı. "Ay nasıl diyeceğimi bilemedim." Heyecanlı haline bakarsak güzel bir şey olmuştu. Tek kaşım havalanmış bir halde onu baştan aşağıya süzerken merakla baktığım yüzünde sabit kaldım. "Söylesene kızım."

Üzerini değiştirmiş, mavi bir elbise giymişti.
Önce oturduğu yerden kalkıp sağımdaki pufa oturdu, sonra bir yerlerine bir şey kaçmış gibi hızla oturduğu yerden hareketlenip odanın soluna yol aldı. Derin bir nefesle bana döndüğündeyse birbirine kenetlediği parmaklarıyla gülümsüyordu. "Serdar Abi var ya."
Adı geçince duraksadım, yüzüm değişti, tüylerim beni sarsan bir hisle diken diken oldu. O an kuruyan dudaklarımı nemlendirme gereği duymadan olduğu yerde hareketsiz kalıp soludum. "Ee?"

"Ben senin ayakkabıları almaya eve gittim yaa." Bir şeyleri bana yedirmeye, sindirmeye, yavaş yavaş kabullendirmeye çalışır gibi tuhaf mimikler kullanarak sustuğunda lafı birkaç saniye daha uzatırsa Yeliz' i boğazlayacağıma neredeyse emin olmuştum. Bu yüzden ona birkaç adım yaklaşıp sinirle tısladım. "Ay sikecem ama seni." Sözlerim bir nebze ciddiydi, rimelimi hareketlenen elimle sağa sola savurdum. "Adam gibi anlat şunu. Ne olmuş Serdar' a?"

Yeliz biliyordu Serdar' ı. Üstelik sadece Yeliz değil bugün birlikte Ömer' e yemek yedirirken anlatmıştım Sena' da bu konuyla ilgili tüm gelişmelere sahipti ama ikisi de bir yorumda bulunmamışlardı. Durum saçma bir halde hoştu sadece bu.

"Oktay çağırdı beni onun arabasına, birlikte geldik biz buraya." O da mı gelmişti? İyi de neden? Kaşlarım bu belirsizlikle çatılırken çok bir şey düşünmemeye meyillenip ayakkabılara yöneldim.
"O salağın sana vurulduğunu bu sabah seni görünce mal gibi kalmasından anlamıştım ben zaten." Konu Oktay ve Yeliz' di bu beni biraz gülümsetti ve ona döndüm.

"Etkilendi senden, e görüyoruz ki sende ondan etkilenmişsin." Serdar' a değinmiştik, Oktay mevzusu adı dışında hiç geçmemişti ama görüyorum ki geçmesine de gerek yokmuş bir şey olacaksa olurmuş.

Sabahki tartışmamızdan sonra neyi nasıl hissedeceğini biliyordum. Gözlerimi rahat olmasını söyler gibi güvenle kapatıp açtım. "Kasma kendini." Bana doğru şaşkın bir adım attı. "Nas-" Dedi anlamayan bakışlarla. "Nasıl ya bir şey demeyecek misin?"

Kaşlarını havalandırıp indirdi. "E kuzum tartışmışsınız sen afgurma demişsin sabahkini söylemiyorum bile. Ben böyle heyecanla geldim ama öylesine yani. Ne işim olur benim onunla?" Tabi, yoksa neden sevinesin ki bu kadar?

Ona aldırmadım, aksine alaycı şiveyle "La oolüm.." diye sesimi yükselterek oturduğum yerden kalktım. Elbisemin açıkta kalan göğüs kısmını düzeltirken gülümsüyordum. "Sen bakma bana, ben herkese sataşırım." Öyleydi. Aşırı boş ve gündem olmayacak bir konunun içindeyken bazı şeylerin boşu boşuna heba olması fazla saçma olurdu. Umarsızca omuz silkip dudak büktüm. "Hem benim sorunum Serdar deviyle."

Bu defa sakince beni taklit ederek omzunu silken oydu.
"O zaman tamam."

Çabuk kabullenişine asla şaşırmıyordum çünkü zaten aklımdan farklı bir düşünce geçse lak diye dile getireceğimi biliyordu. Bir şey diyorsam ondan emin olduğum içindi ve bunun üzerine Yeliz' i asla sorgulayarak kınamayacağımdan da emindi.

Odadan çıkmak üzere hareketlendiğimde kıyafetim hakkında Yeliz' in onayını ve övgüsünü çoktan almış olmanın da keyfi vardı üzerimde. Kapının kulpunu tutup olduğum yerde durarak arkamda olan Yeliz' e kıstığım gözlerle döndüm.
"Serdar' da geldi mi kesin?"

Başını olumlu anlamda salladı. Yüzünde oluşan kaçamak ifade bana çok tanıdık gelirken "Birlikte geldik işte." Dedi. "Ufuk Abi' ler de kapıdaydı. Serdar Abi' yle tokalaştılar selamlaştılar falan. Birlikteler şimdi." Kaşlarım yeniden büyük bir şaşkınlıkla havalandı. Çünkü Ufuk Abi' ler dediği kişiler benden yaşça büyük ve tabiri caizce mahallenin ağır abileriydi. Ben sevmezdim, Serdar' da bir askerdi haliyle onun o serserilerle ne işi vardı bilmiyorum ama bu beni rahatsız etti.

Saçlarını düzeltip "Sen bilmezsin." Dedi. Sanki beş yaşındaydım. Aslında, yirmi dört senedir oturduğum mahalleyi sanki bana tanıtıyormuş gibi bir ifadeyle sırıtan arkadaşımın yalnızca iki buçuk yıldır burada olması dışında her şey normaldi.
"Serdar Abi her yaz geldiğinde sürekli takılırlar Ufuk Abi' lerle." Garipti, erkeklerin zihni nasıl çalışıyor anlamak zor.

Başımı anladım der gibi salladım.

Odadan çıktığımızda yürüdüğümüz boş koridorun sonu bizi sahneye götürüyordu. Sağdaki kapıya yönelen Yeliz' in elinden tutarak gözlerimi devirdim.
"Buradan gelsene."

Kaşlarını ani bir itiraza kaldırdı. "Saçmalama." Büyüyen gözleri, benden kurtulmak isteyen hali ve şaşkın gülüşü onun ne kadar utangaç biri olduğunu bana bir kez daha hatırlatıyordu.
Az da olsa görünen sahneye göz attı. "Oradan gelirsem direkt seninle sahneye çıkarım."

Bunu ses tonumla anlamsızlaştırdım. "Ee yani?" Benimle birlikte onlarca kişinin karşısına çıkmaya cesareti yoktu. Aslında alt tarafı sahneden inip Sena' nın yanına gidecek ve masaya oturacaktı.
Baktım olmuyor.
Yeliz' i daha fazla konuşturmadan velisi gibi yapıştığım bileğiyle yürümeye başladım. İtiraz etti, kıkırdadı, yapamam dedi onun iyiliği için netlikle soludum. "Yaparsın abartma." Sonra özgüvensiz oluyordu, işyerinde de işe yarardı ortamlara daha kolay girer ve adapte olurdu.

Siyah topuklusuyla fazla da zorlanıyor gibi değildi. Tatlı itirazlarını asla duymuyor ve ikna edilemeyecek dik duruşumu bozmuyordum; ta ki girişin önüne gelene kadar. İçeriye girmeden hemen önce tuttuğum eli bırakıp sahneye adım attım.

Mekan loş ışıklarla aydınlatılmış, insanların sesi yükseliyordu. Sahnede gördüğüm ilk kişi Alp olurken o tarafa yöneldiğimde sessizleşen mekânda tüm gözlerin üzerimizde olduğunu anlamıştım. Ben tüm bu dinleyici ilgisine o kadar alışkındım ki tahminen kalbi çıkacak gibi atan arkadaşıma dönüp kulağına eğildim. "Merdivenleri biliyorsun sağ tarafta."

Ona her şeyin yolunda olduğunu göstermeye çalışıyordum. "Birde benim yedek disk senin çantandaydı onu kaybetme." Önüme gelen buklelerimi arkaya attırdım, başını sallaya sallaya beni dinliyordu. "Hani olmaz ama, olur da bir sorun olursa el atarım getirirsin."

Yüzüme döndü, eli omzuma gitti "Tamam kuzum." Birbirimizi onaylayışımızın ardından Yeliz sahneden inerken ben Alper' e yöneldiğimde gözüm az ilerideki masadan elini keyifle kaldıran Hakan Abi' ye takılmıştı.
Koca bir masada oturmuş yanında bahsi geçen bir sürü arkadaşı vardı ve beni yanına çağırıyordu. Alp' e ilerlemeye devam edip elimi kaldırdım. "Geliyorum." Beni duydu, anladığını ifade edip elini indirdi.

Mekânda programın henüz başlamamış olmasına rağmen arka fonda kısık bir sesle eğlenceli bir şeyler çalıyordu. Bu şimdiden ortamı keyiflendirmeye yetmiş gibiydi. Bilgisayarın başında dikilmiş elindeki fareyle bir şeyler yapan adam ona doğru ilerlediğimi görünce sırıtarak yerinde doğruldu. Giderek azalan mesafeyi ufak bir adımla kapattım, belimden kavrayıp hafif bir eğilmeyle yanağımı öptü.

"Çok güzel olmuşsun." Eğlenen dudakları asla raahtsız edici değildi. Teni kulağıma değiyor, omzuna bıraktığım elimle gömleğinin tozunu silkiyordum. Kıkırdayarak elimi erkeksi bir halle sırtına sürttüm. "Nazarından topuğum kırılırsa diğerini de bir tarafına sokarım canım arkadaşım." Dişlerimi şakayla birbirine bastırıyor, bunu yaparken Alper' le hayli eğleniyordum.

Sözlerim ikimizi de bir an gülümsetti ve Alp' den ayrılıp telefonumu bilgisayarın hemen yanına bıraktım. Eğilerek dikkatle laptopun ekranına bakmaya başladığımda giydiğim elbisenin açıklığının farkındaydım. Bu sebeple duruşuma her zamankinden daha fazla dikkat ediyor, bedenim sahneye dönük olduğundan fazla da eğilmiyordum.

Bi an tüm bu halime gülümsedim, çünkü annem şu an beni görse ellerini beline koyar, gözleri şokla büyürken 'Eyyy! Seni rospicuk ağnaa.' Derdi neyse ki bu şu an bu pek de mümkün durmuyordu.

Tüm gece boyu bu akşam için hazırlanan klasörü açtım. Bakışlarım bir yandan da saatte geziniyor, bir yandan şarkıları tarıyordu ki başlamak için fazla vaktimizin kalmadığını fark ettim. "Her şey hazır, değil mi?" Alper tam yanımda dikiliyordu.

Umursamaz bir tavırla soluğunu verdi, "Dokuz şarkı var işte, hazır hepsi." Sesiyle başımı sağa çevirdim, şaşkın bakışlarım ellerini pantolonunun cebine yerleştirmiş büyük bir rahatlıkla beni izleyen adamı buldu.

Hayır?

"Yoo dokuz değildi." Dedim anında, tekrar ekrana bakıp başımı iki yana sallamış ve kaşlarımı havalandırmıştım. "Hazırda yaklaşık yirmi beş tane olması gerekiyordu." Düzenlediklerimin dışında birkaç tane daha vardı.

Bir yandan Alp' i cevaplarken bir yandan da gözlerimi kısarak büktüğüm işaret parmağımla ekrana belli bir ritimle vuruyor ve şarkıları teker teker sayarak inceliyordum. Yedinci sırada parmağımı duraklatıp tam dibimde benimle birlikte ekrana eğilmiş Alp' e baktım.

"Cimilli İbo, Sibelim." Dalga mı geçiyordu? Kısılmış sesimle sırıtmışıma mani olamadan hayretle ekranı izleyen Alp' e gülümsedim. "Bu ne Alp?"

Hareketlendi, bana çok kısa gelen bir an aptal gibi yüzüme bakakaldıktan sonra ufak bir kahkaha atarak elleriyle yüzüne kapattı. Onun tepkisiyle gözlerimi yummuş, gülüşümü alt dudağımı dişlerimin arasına alıp bastırmaya çalışmıştım. Sonra vakit kaybetmeden mecburi bir acelelikle yerimde doğruldum ve başımı iki yana sallaya sallaya gülümsemeye devam ederek masaları taramaya başlamıştım.

Yeliz' den o diski alacaktım, gözlerimi mekanda gezdirdim ve çoğu arkadaşıma gülümseyip geçtiğim sırada onu gördüm. Sanki daha evvel orada oturduğunu biliyormuşum gibi rastgele bulmuştum Serdar' ı. Yüzüne artık mıh gibi yapıştığından emin olduğum çatık kaşlarıyla rahatça oturduğu sandalyeden bana bakarken bu defa onu alelacele es geçen bendim.

Yerden yaklaşık yarım metre kadar yüksek olan sahneden dikkatli bakışlarım eşliğinde Yeliz' i arıyordum ama kalbim nasıl hızlı çarpıyor, ellerim birbirine kenetlenmemek için nasıl diretiyordu. Sonunda elimi az ilerideki masada Sena' yla oturan Yeliz' e kaldırıp ona doğru birkaç adım ilerledim.

Masanın yanında kalabalık grup olan Ufuk abiler ve Serdar' lar oturuyordu. Yeliz Oktay' la bakıştığı için beni görmemiş, Sena' da tahminen ne yaptığımı anlamamıştı. Yeliz Sena' nın işaretiyle nihayet beni fark ederken yerinden hızla kalkıp basamaklardan çıktı. Ona yöneldim, dudaklarım yarı yolda "Disk." Diye hareketlendi.

Yeliz masaya tekrar yöneldi ben de o sırada Ayça ve diğer arkadaş gruplarıma selam verip yeniden bile isteye Serdar' a döndüm.

Çok heybetli bir adamdı, sanırım gözüm alışana kadar onu ilk gördüğümde sürekli içten içe bunu dillendirecektim. O kadar geniş bir gövdesi ve uzun boyu vardı ki ben hayatım boyunca hiç böyle bir adamla adenk gelmemiştim. Askerleri çok iyi bildiğimden mi bilmiyorum ama asker olmasına da kesinlikle şaşırmamıştım, sanırım onu başka bir meslekle yan yana koyamazdım zaten. Tüm bu duruşu, bakışı...
Cidden, bu herif hiç mi gülmezdi?

Parmağında modelini henüz tam olarak göremediğim yüzüğü ve aynısından bende de olan, hatta yıllardır nadiren bileğimden çıkarttığım düz siyah ip bileklikle ben buraya ait değilim diye haykırıyordu resmen.
Sahi. O bileklik ne alakaydı? Hani bendekinin şansına inanıyordum. Biraz da görüntüsü için takıyordum ama Serdar' da ki nedendi? Öyle bir adamın böyle bir ipi süs için takmayacağı belliydi.

Sert duruşundan öyle bir şekil vardı ki, birazdan iç cebinden tesbih çıkartsa şaşırmazdım. İşte bu yüzden o bileklik onda eğreti duruyordu. Aslında takı toka bir yana, Serdar daha çok meyhane adamıydı.
Hatta buna çok fazla emindim Serdar kesinlikle meyhane adamıydı. Böyle rakılı masalarının, sazlı sözlü gecelerin ağır abileri gibi duruyorken de haliyle bizim kafede ne işi var diye düşünmeden edemiyordu insan. Şöyle ki, belki aşırı saçma olacak ama gözlerimdeki bakışlarında bir pop esintisi yoktu. Nasıl desem, mesela Serdar Alp gibi değildi. Bu adam pop dinlemez ama Ahmet Kaya' nın kitabını yazar gibime gelirken tüm bunları da görmezden gelemezdim.

Bana bir asır gibi gelen bakışmamız Yeliz'in gelmesiyle bölündü. Sessiz, ifadesiz bir şekilde diski aldım ve tekrar Alp'e yönelip elimdekini ona uzattım. "Lütfen bu sefer de o geri zekalı uyuz Melis' e yaptırma." Melis burada sahne alan başka biriydi. Bilerek yapıyordu, yıldızımız uzun zamandır barışmıyordu ama bana göre bu bir problem sayılmazdı.

Alp diski çok sakin ve alışagelmiş bir rahatlıkla başını sallayarak aldıktan sonra kopyalama işini ona bırakarak sahneden indim. Az evvel beni yanına çağıran patronuma giderken ayak üstü Gül ve Ayça' ya selam verdim. Hakan Abi' ye ulaştığımdaysa minnetle yüzüme bakıyordu. "Hoş geldin Hazan."

Hakan Abi henüz kırklı yaşların sonuna yaklaşmış fakat bedenindeki dövmeler, kolundaki kaslar ve yirmi beşlik delikanlılara taş çıkartan karizmasıyla gözleri fethediyordu. Mekânın sahibi olmasının aksine bize patrondan daha çok abiydi. Yaklaşık bir buçuk yıldır haftanın belli günlerinde, daha doğrusu kafama estikçe bu mekânda onun için sahne alıyor ve karşılığında deli gibi eğleniyordum. Tabiri caizse müzik mesleğim değil sevgilimdi.

Beni o bunalmışlıklardan, bataktan ve sulu gözlerimden ayıran tek yer burasıyken minnetimin de sevgim de oldukça fazla olması ona olan saygımın temeliydi. Sonuçta bence kimse sadece canı istediğinde sahnede şarkı söyleyecek birini çalıştırmazdı.

"Hoş buldum abi." Derken masadaki kadın erkek karışık gruba ufak bir baş selamı vermiş sade bir şekilde gülümsüyordum. Hakan Abi elini masaya uzattı. "Arkadaşlarımla tanış." sağındaki kadına döndüğünde maksimum altı dakika sonra bir daha asla isimlerini ve şekillerini hatırlamayacağım insanlarla teker teker el sıkışmak zorunda kalmıştım.

Bu kısım o kadar boş ve gereksizdi ki bir an kendimi benim burada ne işin var derken bulmuş, yanına birkaç küfür eklemiş, soluk vermiş ve bunun üzerine zoraki bir gülüşle "Üzgünüm." Demiştim. Sahneye ufak bir göz atıp yeniden Hakan Abi' ye baktım. "Abi artık başlamamız gerekiyor."
Sözlerimle Hakan Abi' nin karşı çaprazında, dediğim gibi adını hatırlayamadığım adam "O haldeee." Diyerek sırıttı. Sonra elinde tuttuğu peçeteyi ikiye katladı ve bana uzatırken tatlı olduğuna inandığı bir tavırla "Rica ediyorum, usulü bozmayalım." Dedi.

Aldığım peçetenin içinde istek bir parça olduğuna emindim. Bununla birlikte kıkırdayarak başımı hafifçe eğdim. "Ben rica ediyorum." Sözlerimde samimiydim, asla ilgimi çekmeyen mavi gözlerine bakarken nazikçe devam ettim. "İlk parçam size gelsin o zaman."


Sahne hazırdı, ışıklar ayarlandı, mikrofonumu düzelttim, elbisemi silkeledim, saçımı arkaya attırdım Alp' le bir iki cümle kurdum derken nihayet sahnenin ortasında, dudaklarım bir müziğin kelimelerine aralıydı.

Şarkının kadifemsi fonu sessiz mekânda yükselirken bedenimi saran o naifliğe sımsıkı tutunuyordum ama aynı zamanda sahnede ilk defa okuyacağım şarkının bilinmedik acemiliğine kapılmaktan ve bocalamaktan öylesine korkuyordum ki... Bu korku kuruyan dudaklarımı ufak bir hamlede ıslatmama sebep oldu, derin bir nefesle ciğerlerimi toparladım.

Gözlerim kısılmış, dudağımın bir tarafı haylaz bir çocuk gibi usulca yukarıya kıvrılmıştı. Mikrofonu dudaklarıma yakınlaştırdım, sesim ait olduğum yerde bir vurgun misali yükseldi.

"Gittin, kanadı kırık kuuştum,
Sustum, sözlerime küstüm.
Hani kırılırsın siyaaaha
Nöbet nöbet, geceler boyuncaa"

Şarkıyı söyledikçe rahatlıyor, rahatladıkça açılıyor ve kendime güveniyordum. Oysa bunu ilk yapışım değildi, bir çaylak gibi hedefe koşarken bocalayışım heyecandan, suretimi saran sıcaklık bir çift koyu kahvenin üzerimde gezinmesindendi. O beni izliyordu, ben bakmıyordum fakat tüm bedenimi aleve saran his beni yaka paça kavramıştı.

Dudaklarım usul usul kımıldıyorken gözlerim sözlerin ağırlığıyla kısılmış ve bakışlarım istemsizce şeffaflaşmıştı. Korkulacak bir şeyin olmadığını kulağıma hoş gelen ses ayarımdan ve sözlerin ezberimde olduğundan daha net anlarken mimiklerim git gide çoğalıyor, belli bir rahatlamayla düzeliyordu.

"Dün güne dize gelince
Yürek acılara doyunca.
O tez dönüşün geç oluuuunca
Kendime tahammülü öğrendim."

Başımı hafif hafif sallamaya başladığımda hissediyordum. Yeni bir şarkının en bahtsız başrolü yine bendim ve anlatılmak istenen hayatı yaşayarak hissedebiliyordum. Ait ve sahip olmaya büyük bir derinlikle kavuşurken tatlı bakışlarımı artık insanlarda gezdirebiliyor, arkadaşlarıma bakarken gülümseyişlerim bir bir derinleşiyor, imayla kaşlarım havalanıyor ve yeniden gözlerimi kısmaya başlıyordum.

Sesimi hafif yükselterek kelimeleri sever gibi okşadığımda hareketlendiğimden açıkta kalan çıplak bacaklarım umurumda değildi.
"Köördüm bileeeendim.
Seni, unutmayı öğrendiiim."

Tüm bu süreçte Hakan Abi' nin misafirlerini de es geçemiyor, bakışlarım sayesinde her birinde yavaş yavaş geziniyordum.

"Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim." Söylemiyor yaşıyordum, altında yatan manaların derinliğini histerik bir tebessümle paylaştım. Gözlerimi yumdum sonra; kaşlarımı çattım bir şeylere itiraz eder gibi, bir yarayı deşip dağı aşar gibi, kızar gibi en çok da kendime.

"Acıya duvar gibi durmayı öğrendim
Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi
Köksüz bağsız durmayı öğrendim."
Müziğin naifliğiyle başımı usulca iki yana sallarken ruhum kanatlanıp uçuyor, kelimelerim esrarengiz bir şekilde can buluyordu adeta. Var olduğum sahnede şarkı söylerken bu defa kendimden geçiyor, ruhani bir sevdayla canımdan can veriyordum. Bu ilk sahne alışım değildi fakat kimi kandırabilirim ki anlamı da önemi de başkaydı bende.

"Vazgeçtiysen hep sağanak yağışlarımdan
Vazgeçtiysen bitmek bilmez kışlarımdan
Korkma kimseye ödenecek borcum yok
Yok saymayı ben senden öğrendim."

Yaşamaya başladım ücra bir derinlikte. Beni o derinlere sürgün eden hataların varlığında acıya duvar gibi durmayı öğrenmiştim cidden. Bu yüzden miydi sahneyi ve insanları bırakıp iç içe kendimle hesaplaşmam?
Korkum?
Acımdaki korkulardan kaçarak bir ara bulmak için gözlerimi hışımla araladığımda tam karşımda büyük bir keyifle beni izleyerek kelimelerime eşlik eden Yeliz' i buldum.
Yeniden.

Tıpkı yalnızca iki yıl evvel hayatıma girerek bana kardeş olduğu gibi. Tıpkı o zamanlardaki kaybolmuşluklarımı benimle birlikte sokak sokak arayarak bulduğu gibi. Bocaladığım ve hayata inancım kalmadığımda yanımda durarak çözdüğüm tüm meseleler gibiydi yine. Ben hatırladıkça, baktıkça, o güldükçe tutamadım kendimi. Hiç olmayacak bir ritimde gülmemek için sırıtarak gözlerimi Yeliz' den alıp şarkıya odaklandım.

"Gittin, kanadı kırık kuştum
Sustum, sözlerime küstüm."

Daha dakikalar evvel senin sesin bu kadar kalın değil, bu şarkıyı hakkıyla okuyamazsın. Diyen Alp' e omzumun üstünden hafif dönerken devam ediyordum.

"Hani kırılırsın siyaha
Nöbet nöbet, geceler boyunca."

Birkaç adım arka çaprazımda, bilgisayarın yanındaki bar taburesine oturmuş, sarkıttığı alt dudağıyla hayretler içindeki hayranlıkla beni izliyordu. Hafif gülümserken kendimi ve sesimi ona yeniden gösteriyor, yine aynı şekilde dakikalar evvel hallederim Alp dediğimde dalgayla nah halledersin deyişini ona keyifle yediriyordum.

"Dün, güne dize gelince
Yürek acılara doyunca."

Niyetimi anlamış bir halde, iki eliyle gülen yüzünü 'tamam be' dercesine kapattı, bu beni gülümsetse de toparlanıp Sena' ya döndüm. Çocukluğumun en güzel ve en naif delisiydi o. Uzun boyu ve kalçalarını kapatan upuzun saçlarıyla kendimi bildim bileli en güzel rapunzel oydu. Çok güzel kuzen, en güzel dost, en gerçek sakinlikti bende..

"O tez dönüşün geç oluuuunca
Kendime tahammülü öğrendim.
Kööördüm bileeendim
Seni unutmayı öğrendim." Dediğim an, kâbuslardan uyanıp esarete düştü gönlüm.
Bu sefer karşımda duran oydu.
Serdar.

Gözlerimiz derin bir sürgünle buluştuğunda kıstığı sinirli bakışları karşıladı beni. Rahatça oturduğu o sandalyede sağ elinin işaret parmağını şakağında, öylece bana bakıyordu. Bu usul usul sessiz bakışların ardında bir şeyler düşünüyor gibiydi. Zira dalgın ve durgun halinden her halükârda bunu çıkartabiliyorken aksi benim için imkânsıza yakındı. Çünkü, parmağı belli bir ritimle şakağına kavuşuyordu ama bunun müzikle bir ilgisi yoktu.

Bu defa benim kaşlarım da çatılırken alışagelmişin aksine hepsi naifliktendi. Bakışarak okuduğum şarkıda çekmedi gözlerini. Ben, derin bir kederle birbirimize mühürlendiğimizi sanırken "Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim." Dedim.
Bu kadar anlamı mıydı her şey? Yani kader bizi bu kadar bariz mi birbirimize delice itmişti, yoksa..

"Acıya duvar gibi durmayı öğrendim." Yoksa o gözlerde başka bir hikâye mi vardı?

"Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi
Köksüz bağsız durmayı öğrendim." Beni yazıyorum sana. Beni okuyorken beni anlatıyordum sana.
Asi başımla güçlü kalkanlarımı bir müziğin naif ritmiyle indirirken onunla ilk defa bu kadar farklı göz göze gelişlerimize bir anlam mı yüklüyordum yoksa?
Delilikti.

Hafifleyen bedenim ve gözlerim hangi dalgaya vurursa beni, oraya gidiyordu eşsiz benliğim..Bu defa usul usul salınan vücudumun aksine, o çok sevdiğim uzun siyah saçlarımı tarıyordu gözleri.

Onu izledim.
İzlerken, karanlık zihnimde onu canlandıracak, anlatacak, anarken hatırlayacak şeylerden birer birer kaçmak istedim. Bakmadım tenini saran siyah gömleğine, zira gömleği de umurumda değildi. Birçok şey varken önemli olan, fiziği değildi beni cezbeden. Başka bir boyutta, farklı bir alemden tanıyormuşum gibi gözlerine uzun uzun dalarken orada bir şeyleri bulmak umuduyla baktım yeniden.

Ben, seni ezelden tanıyor gibiyim siyah dev.

Yavaşlayarak müziğe devam ederken ruhum, ruhuna evvelden karışmış gibiydi.
"Sen yoktun ben yalnız kalmayı öğrendim
Acıya duvar gibi durmayı öğrendim."

Kapattım gözlerimi.
Seni, kendi içimde bulamayışıma kızarak yumdum gözlerimi. Öyle tanıdık gelirken aynı zamanda bu kadar uzak olmana onca derdimin arasında engel olmak istedim. İçimi eziyordun yok yere. Ve ben, buna izin veriyordum göz göre göre
Sen kimdin ki halbi ki?

"Kaybolmuş bir dilin sözcükleri gibi
Köksüz bağsız durmayı öğrendim."

Neydi sahi Serdar, kimdi?
Bugün bahane üretip koşa koşa sarma götürdüğüm adam mıydı ki? Yoksa daha dün akşam sokağın ortasında didiştiğim adam mıydı? Belki de uyandığında hâlâ burada mıdır diye cama koşarak arabasına baktığım adamdı? Aklımla kalbimi bu kadar birbirine katarken neyin nesiydi bu şimdi?
En aptal halimi gafil avlarken gözlerindeki meraklı haline bir ışık yakmaya mecalim yoktu halbuki.

Başımı çevirdim.

Çünkü uğraşmaya, sevmeye, sevilmeye ve bir savaş vermeye canım yoktu. Aslında her şey bir yana, yani içimden geçenleri es geçersek ben, Serdar' ın bence şu an aklından geçirdiği gibi çözülmesi zor gibi duran, fazlasıyla düşündürücü bir belaydım. Böyle düşündüğümü var sayıyordum çünkü öyle göründüğüme emindim.

"Vazgeçtiysen hep sağanak yağışlarımdan
Vazgeçtiysen bitmek bilmez kışlarımdan."

Son kısma geçtiğimde yirmi beşli yaşlarda bir erkek en arkadaki masadan kalktı ve hızlı adımlarla bana doğru ilerlemeye başladı. Sahneye yaklaşıp elindeki peçeteyi bana doğru uzattığı, almak için hafifçe eğildim. İki parmağının arasından uzattığı peçeteyi kavrayıp şarkıyı bitirirken samimi bakışlarımız birkaç saniye birbirinde buluştu ve sonra arkasını dönüp geldiği yere ilerlemesini izledim.

Şarki bitmişti.
Mikrofonu bırakıp kesik nefesler alırken alkış sesleriyle hafif hafif kızarmaya başladığımda Hakan Abi'nin yüzünde gördüğüm mutlulukla karmaşık gururu o kadar net alıyordum ki. Yanında oturan arkadaşlarına beni her hâlükârda övdüğünden, şu an rezil olmamış olmanın rahatlığını yaşadığını görebiliyordum. Her şey ona söz verdiğim gibi ilerliyordu ve içim daha şimdiden çok fazla rahattı. İlk heyecanımı daha evvel dile getirmediğim şarkıyla atlatmıştım. Ki bu da beni umduğumdan da fazla cesaretlendirmişti. Gerisinin kolay olacağından emin bir tavırla peçeteye baktıktan sonra gülerek arkamda duran Alp'e yöneldim.

Ona verdiğim peçeteyle yaklaşık iki dakika içinde istek parçayı bilgisayara alıp sisteme fon olarak eklediğinde bu defa sahneden birlikte yer alacağımızın farkındaydım.

Bu ilk değildi benim için daha evvel defalarca kez şarkılar söyleyip onun için besteler yaptığımızdan sesini rengini en iyi ben biliyorum diyebilirdim. Ses olarak fazlasıyla uyumlu oluşumuz ve başka bir görüşle birbirimize de yakışıyor olmamız sahnenin görselliğini arttırırken kendimi daha rahat ve güvende hissediyordum. Alp bence benden daha yetenekliydi. Bu yetenek ses olarak değildi elbette ama Alp hem bende birkaç yaş büyüktü hem de sahne hayatı epey vardı. Bu yüzden sakince elimden tutarak beni sahnenin ortasına yönlendirirken çok daha iyiydim.

Alp' in peşine takıldım.

Serdar... Aklım bir an etrafa kaçışan bakışlarımın aksine onu buldu. Acaba gecenin bir vakti yol ortasında ona sataşan kız mıydı gerçek olan? Yoksa o ufak Ömer' e şevkâtli kollarını açan kız mıydı? Evde oturup sarma saracak kadar minik bir ev hanımı mı yatıyordu içimde? Yoksa, böyle yanlış anlaşılmalara müsait, yarısı olmayan elbiselere bir eğlence mekânında sahne alıp insanları her koşulda eğlendirecek biri miydim?

Onu düşününce benden yana zihnine girmek zor değildi ama hepsi bir tahmindi ve tahminlerim bu şekilde ilerlerken kendi kendine hayli yorucu şekilleniyordu.

Mikrofona eğilirken açılmış keyifle gülüyordum.
"Alp' le bunu çok dinleyip hiç söylemedik." Alp' e dönerek sağ gözümü 'bundan emin değilim' der gibi kıstım. "Zor gibi duruyor." Dedikten sonra sırıtarak bizi izleyen kızlara döndüğümde bu defa Alp bilmiş bir tavırla mikrofona eğildi.

"Halledersin sen.." sen kelimesini bir narayla uzatmıştı. Ben, onunla, elbette. Benden ve sesimden o kadar emindi ki, her zaman yanımda, sağımda, solumda duruşundan destek alıyordum.

Başımı yere eğip hâlâ elimde tuttuğum peçeyi ikiye katladım. Mekanda gülüş sesleri sohbetle yükseliyor, isimlerimizi duyuyordum. Ben hallederdim, ya "Sen?" Derken Alp' e döndüm.

O dik duruşunu, kendinden eminliğini hiç bozmadı ve gözlerimin içine baka baka hayran bir tebessümle mırıldayarak ekledi. "Sen varken halledemeyeceğim bir şey yok benim."

Bunu bana özel olarak her zaman diyordu zaten ama böyle bir ortamda dile getiriyor oluşu sanırım çok farklı manalara yol açmıştı. Hayran dolu 'oooo' lamalar sonunda yüzüm utançla kızarmaya başlayınca gözlerimi kısa bir an gülümsemeyle kapatıp görevli olan elemanın müziği başlatması için hareket gönderdim.

Derin bir nefes aldım, yine. Yumdum gözlerimi o yüce sonsuza ve araladım dudaklarımı.

"Dünyanın en güzel yeri
Senin yanın evet ama
Gelmek yasaktır bana."

Uçtu kalbim, uçtu ruhum bu pamuk gibi şarkıda.
Dokundu kalbime tüm acılar, sevdim hepsini...

"Sen dünyanın bi ucunda
Ben ellerim avucumda
Kaldım bu boş diyarda."

Sonsuzluğu gider gibi bıraktım kendimi bu ince sızıya.. Derin derin yaralar açtı kalbim. O kalbe toprak atıp çiçekler ektim ben, şimdi her biri yemyeşil..
Çok oldu.
Çok ağladım, çok suladım ben onları bu ruhani sularla... Büyüdüler, rengarenkler şimdi; acıyı da anıyı da vefayı da çok iyi biliyorlar.

Kalbim gümbür gümdürdü ben sustum Alp girdi araya. O her zaman hayranı olduğum ses duyuldu tüm mekanda.

"Olur ya insan değişir
Başka bedenlerle sevişir
Gerek yok suçluluk duymaya."

Bu sesi biliyordum.
Bu ses güven,
Bu ses çocukluk,
Bu ses müzik,
Bu ses en güzel melodiydi bana...
Gözlerimi açıp şarkıyı bana dönerek okuyan adama baktım. Baktım ve sadece gülümsedim. Ben ona güzel güzel bakarken o sebebini anlayamadığım bir şekilde başını iki yana sallıyordu. Üstelemedim; dudaklarımın arasındaki ince ince 'hmm' lamalar dökülerek şarkıya karışıyorken yalnızca bu anın tadına vardım.

"Olur ya insan değişir
Başka bedenlerle sevişir
Gerek yok suçluluk duymaya."

Gözlerimi ondan almadım, birlikte yükseldik. Birlikte söze girerken ikimiz de ilk okul bahçesinde en ucuz cips için kavgalar ediyor, çikolatayı bölüyor, sonra küsemeden barışıyorduk. Alper çok değerliydi benim için. Tüm nazımı ve kahrımı çeken bu güzel adam benim çocukluk dostumdu.

"Dinle, dinle
Baktın olmuyo bu şarkıyı söyle
Bi gülümseme kondursun yüzüne
Sen hiç üzülme asla
Ziyan olmazsın, ziyan olmazsın sen
Ziyan olmazsın sen
Ziyan olmazsın sen."

Seslerimiz birbirini kavrayıp sarmalarken kısılan gözlerimle zihnimde başkasını yaşadım. Alp' e bakarken zihnimde bir başkasına yer verdim.
Belki, biraz da kalbimde. İtiraf etmedim kendime, yaşamaya derman ararken yeni bir hikâyeye yer vermedim hiç. Kendimi bıraktım ama her an kontrollü olduğumu sandım.

Bu defa da Alper susup sözleri bana bıraktığında topuklu ayakkabılarımı yavaş yavaş yere vurdurarak eğlenmeye başlamıştım.

"Her gecemde gündüzümde
Hiç gözümde uyku yokken
Saatlerce düşündüm." Derken yeniden, istemsizce Serdar' a baktım.

Daha da sinirliydi sanki. Şarkıdan mi bilmem ama o deli gibi sinirliyken ben yumuşacıktım şu an. Öyle ki gözlerimi yeniden ve en güzelinden tereddütsüzce bıraktım o siyaha. İfadesiz bakışlarıyla bu defa şarkı eşliğinde dans ettim uzun uzun.
O itti, ben tuttum sanki omzundan.
Olmadı..

"Doğru zaman, doğru insan
Yanlış karar yok işin özünde
Sen beni, istemedin."

Ben ne kadar güzel baksam da bir türlü düzelmeyen bakışlara gözlerim dalarken aklıma annem geldi, Lafın tamını deliye derler derdi hep; çok haklıymış. Zira bu bakışlarımdan, sözlerimden bile anlamlar çıkartamayan kalın kafalı bir adamla ne kadar ileriye gidilirdi bilemiyordum. Zaten koca bir aptallık olduğunu dakikalar sonra fark edecekken böyle bir girişimde bulunmak sadece yaşadığım anlık aptal duygu değişimiydi. Yoksa ben hâlâ Serdar' la kavgalar edecek olan o deli kızdım.

"Olur ya insan değişir
Başka bedenlerle sevişir
Gerek yok suçluluk duymaya."

"Olur ya insan değişir
Başka bedenlerle sevişir
Gerek yok suçluluk duymaya.."

Son kısmına geldiğimizde tekrar tebessümle aralanan gözlerimiz tekrar Alp' le buluştu.

"Dinlee, dinleee." Dedik derin sırıtışlarla coşkuyla.

"Baktın olmuyo bu şarkıyı söyle
Bi gülümseme kondursun yüzüne
Sen hiç üzülme asla
Ziyan olmazsın, ziyan olmazsın sen."

"Ziyan olmazsın sen
Ziyan olmazsın seeeeeen."

Coşkuyla arttırdık sesimizi. Kimse yokmuş gibi, odamda ikimiz bağıra bağıra şarkı söylüyormuşuz gibi özgürce söyledik. Usul usul hareketlenen başım, mikrofonu tutan elimi kavrayan el, bedenime yaklaşan bedenle kendimizden geçe geçe, sırıtarak, bir huzura yumduk gözlerimizi.. Estik, gürledik, sevdik, ama asla sevilmedik..

"Dinle, dinle
Baktın olmuyo bu şarkıyı söyle
Bi gülümseme kondursun yüzüne
Sen hiç üzülme asla
Ziyan olmazsın, ziyan olmazsın sen..."

Ben Hazan.
Buyum ben.
Aslında neyim bilmiyorum, ama buyum işte. Neyin bilmiyorum, uzun uzun anlatamam da. Ne acı, insanın buyum ben diyerek susması, kendini bir başkasına anlatamaması, hikâyesini tam olarak aktaramaması...
Ben.
Yorgunum ben, karışığım, bitiğim.
Çok şeyim aslında, ama neyim..
Çözün beni, lütfen. Tanımaya yeltenin, anlamaya çalışın. Sırlarıma, dertlerime hayatıma tanık olun.
Yaşayın be beni. Belki, biraz sevin beni. Çözün beni, neyim ben?

💎

Bölüm Sonu

Hazan' ı tanımaya çalışmakla başlar o hayat. Benim size anlatacağım güzel bir öykü var arkadaşlar...
Bir okur olarak yazarken her anından deli gibi keyif aldığım çok derin ve farklı bir hikâye bu. Eğer okursanız eminim ki size çok şey katacaktır. Alışagelmişin dışında cıvık samimiyetsizliklerin olmadığı bir hayata araladığımız kapı gibi görün Hazan' ı. Herkesin aksine o bizden biri ve eminim ki bunu siz de rahatlıkla hissedeceksiniz. Samimiyetsiz canımlarla samimi lan larımızın yerini değiştirerek geldik buraya ve umuyorum ki kolay kolay da tükenmeyiz.
Ben yazdım.
İlerledim ve vardığım yer çok güzel bir hayata açılıyor. Şu an elimdeki elli bölüme dayanarak söylüyorum ki, çok seversiniz Hazan' ı.

Keyifli okumalar❤

...

Continue Reading

You'll Also Like

SİYAH MEZAR By sinemselay

Mystery / Thriller

12.4K 9.9K 50
Hayat sınavdı ve sınavlar zorluydu. Benim sınavımsa hayatımdı. Sevdiklerimin bedenimde ve ruhumda açtığı yaralarla onların söz hakkı olduğu hayatımdı...
SARRAF By Tuğba.

General Fiction

333K 3.9K 10
Ama bilmelisin; Sarraf tüm değerli taşları satar, bir tek Yakut'u kendine saklar. × Yıllar sonra terk ettiği aile evine geri dönen istihbarat mensubu...
447 180 29
Karmaşık ilişkiler ve çapraşık geçmiş hayatlar içinden Kraliçe Eftelya ve kız kardeşi Hande Prenses kendi geçmiş hayatlarını hatırlayabilecek mi? Ben...
3.9M 260K 54
Bedenini öne doğru büktü ve koyu kahvelerini kısarak dudaklarını büyük bir yavaşlıkla alnıma dokundurdu. Tam da o anda midemin aniden kasıldığını his...