"Gelme! Gelme, ne olur! Yalvarırım, yaklaşma. Ne olursun dur!" Ellerini ağırca havaya kaldırırken yüzünden daha önce hiç kimsede görmediğim bir ifade geçti. Kötü değildi ancak ne olduğunu da anlayacak kadar iyi değildim. Elleri aniden aşağıya doğru boşalırken kaşları şaşkınlıkla hafifçe havalandı. Bedenimde hasar kontrolü yapan bakışlarını aniden benden çekerken dizlerinin üzerine çökerek, "Gelmiyorum. Gelmeyeceğim. İstemezsen hareket dahi etmeyeceğim, tamam mı?" diye fısıldadı. Ses tonu aniden yumuşamış, bana sanki beni biraz olsun anlıyormuş gibi bakmaya başlamıştı. "Ellerini... açman gerekiyor. Yapabilir misin?" Ellerime dönen bakışlarım avuç içlerimden sızan kan damlalarını görene kadar acı hissettirmemişti. Dudaklarımın üzerinde hissettiğim ıslaklık gözlerimden akan yaşların habercisi olurken söylediğini yaparak ellerimi açmak için bir girişimde bulundum. Kilitlenmiştim. Yumruklarım, bacaklarım, bedenim olduğu gibi kalakalmıştı. Göğüsüm şiddetle kabarırken başımı iki yana salladım. Zihnimin içinde dönüp duran bütün sahneler sayesinde saniye başına lokasyonum değişiyor ve ben sürekli o evin farklı odalarında o adam tarafından... Başımı daha da şiddetli iki yana sallamaya başladığımda kulağıma dolan birkaç boğuk sese bir yenisi daha eklendi. "İzin ver yanına yaklaşayım. Allah kahretsin! Bana izin ver." Etraftaki sesler büyük bir hızla, git gide daha da birbirine karışmaya devam ediyordu. Gözlerim zemindeki taşta olsa da karşımdaki hareketliliği hissediyordum. Kollarımı başımın üzerine kapatarak canım yanmadan hemen önce göreceğim ayakkabı görüntüsünü görmek için üzerime doğru atılacak adımları beklemeye başladım. "Kimse yaklaşmasın! Uzak durun. Kimse bu alana bir adım dahi atmayacak. Hiç kimse!" •••