Bölüm 89 💎

10.2K 927 572
                                    

Biz geldik🤞
Bölüme geçmeden önce kısa bir şey söylemek istiyorum. Ben bölümleri kısa, uzun ya da kelime sayısına göre ayırmıyorum. Bir akış var, bitmesi gereken bir nokta var ve bölüm sonlarını bu akışlar belirliyor. Durulması gereken yer geldiğinde bölüm sonu bazen 6-7 bin, bazense 12-16 bin kelime arasında oluyor. Kısa veya uzundu, neden böyle oldu demeden önce bunu bilmenizi istedim.

Sınır 500 Yorum/700 Oy🤝

Keyifle okuyun🧚‍♀️

                                                                                💎

Gövdesi kalın bir ağaçtı, çam değildi. Hem çam ağacını biliyordum hem de çam buralarda yetişmezdi. Ağacın dalları uzun, o uzun dallarına da  koyu yeşil sarmaşıklar dolanmıştı. Evin hemen altında, bir yabaniyi karşı balkondan olduğum odaya buyur edebilecek haldeydi.
O yabani salona gelse, ayak dibimde dolaşsa ne olurdu, ne yapardım?
Hiçbir şey.
Hiçbir şey olmazdı, hiçbir şey yapmazdım.
Bir yabaniye kucak açacak koynum, o yabaniden çekinmeyecek bünyem artık tam anlamıyla bana aitti, karşıma gelecek tüm kötü olayları benimseyişim beni terk etmiyordu; hak ettim, zira alıştım da.

Başımı biraz daha çevirip ağacın gölge düşürdüğü kurak çimenli zemine baktım, bakımsız bir bahçeydi. Kurumuş otlar diz boyuma gelmiş hatta belki de geçmişti, ev de biraz virane. Mikrop kapacağım güzel bir ihtimaldi ama buradan gün batımı şahane duruyordu. Güneş perdesi olmayan camdan içeriye giriyor, tüm bedenimi sanki alenen yakalanmış bir hastalıkla kavuruyordu.

Tek gözümü onunla kıstım, sonra da diğer gözüm yüzüme vuran sıcaklıkla kendi kendine kapandı.
Sıcaktı, koltuklar biraz pisti, lavaboya hiç girmedim ama başımı camın mermerine yaslayabiliyordum burada birkaç saat uzun uzun kalabilirdim. Birazdan bir yağmur yağsa, bu kurakta zordu ama en azından içme suyumu bir şekilde hallederdim.

Gözlerim bu sakin beldede, genişi güzel manzaraya uzun uzun takılı kaldı.

En son ne zaman böyle bir evde kalmıştım? Onu düşündüm, Ayça'yla bursada bir falcıya gitmiştik o ev de aynı böyle viraneydi. Ben baktırmamıştım, zaten falcının da Ayça' ya dedikleri çıkmamıştı birkaç ay sonra da vefat etmişti.

Ardıma baktım, örümcek ağlarının kenardaki kapı pervazına yuva yaptığı gözüme bir an ilişir gibi oldu, derdim örümcek değildi ellerim...
Ellerim çok acıyordu.
Ellerimden sanki canım çıkıyordu.
Dirseğimden parmak uçlarıma ulaşan bir histi bu, an an yoğunlaşıyordu da pek bir şey yapamıyordum. Ben üzülünce hep böyle olurdum, belli ki çok üzülmüşüm.

Üstelik sadece ellerim değil tüm bedenim değişik bir sızıya kavuşup duruyordu, bu acı geçiyor muydu? Çünkü pek dayanabileceğimi sanmıyordum, ben en son böyle hissettiğimde yirmilerimin en başıydı, bir sabah kardeşimi kaybetmiştim de aynı can yarası parmaklarıma kavuşmuştu.

Parmaklarımı ovmaya başladım, bunu yapacak takatim yoktu da bir an neden yaptığımı da bilemedim. Kendimi sorgulamak, kendime bakmak ve acımak hem çok yakındı hem de bir boş vermişliktir ki yakamı bırakmıyordu. Sahi, bunu neden yapıyordum ki iyi olmak için mi? Elimi ovmayı bıraktım, çıksın canım ne olacaktı?

Parmaklarımı kendi haline bıraktım, gözlerimi  kapatıp güneşe döndüm. Ellerimi serin mermere koyduğumda kalın toz tabakasını hissetmiştim; bu gece soğuk olurdu.
Olsun.
Ne kadar olabilirdi ki? Kendime sıkıca sarılıp henüz gezemediğim odalarda ufak bir battaniye arardım bende. Bulamazsam üşürdüm ama sonra hemen geçerdi biliyorum.

Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGUWhere stories live. Discover now