Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 63💎

31.2K 988 415
By ssimurg777

Bölüme ait fotoğrafları instagram hesabımızdan görebilirsiniz.
@anonim.yazarr
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum😘
  

                              
                                     💎

Bir ömrün baharı hevesle koşarak gittiğin yolda değil; soluk soluğa vardığın ağaç gölgesinde başlarmış.
Bir hevesle durmaksızın koşuyordum bende. Sonum bir ağacın gölgesi mi olur, yoksa tenhada unutulan ıssız bir kulübe mi bilmiyordum ama yüreğimdeki heves durmaya meyilli değildi. Ne durmaya, ne durup soluklanmaya, ne de geçtiğim yollara el sallamaya zaman vermiyordu mutluluğum.
Hayal edemediğim gecelerin koynundan günlere uğurlanıyor, Serdar' a her koşuşumda yüreğim bir bahara taşınıyordu sanki.

Baharı şimdiden filizlenen, yeni bir ömre...

Aklım ara ara olur olmaz kalp çarpıtan yerlere gidip gidip geliyor, bu sırada kendimi Yeliz' e vermeye çaba sarf ediyordum. "Ya aşkım yemin ederim bilemedim ben. Melek Teyze' yle öyle keyifli keyifli konuşurken kaçıverdi ağzından." Yatakta gözlerimi sıvazlarken yüzümden temiz çarşafa akan su damlacıklarını elimin tersiyle sildim. Yalnızca birkaç saat uyuduğumdan olsa gerek yüzümü yıkamıştım ama hala sarhoş gibiydim.

Yalanını yakalamış ve sözlerine inanmamış gibi "Yapma Yeliz." Dedim. Ben ciğerini biliyordum onun. Neyi yapıp yapmadığını, yaptıysa neden yaptığını. Oturup biraz düşününce, duygusal değil de realist olunca da bunu bilerek yaptığını çok net görebiliyordum.
Yapma deyişimle susarken temiz çarşafa doğru dönerek gözlerimi tekrar yumdum.
Bir türlü ayılamıyordum.

"Bilerek yaptın aşkım biliyorum. Neden diye soramıyorum bile ama bir daha olmasın, cidden kalbini kırarım." Zaman geçtikçe netleşiyordum. Yaptığı çok kötü bir şeydi ve bence o da bunun farkındaydı, yoksa azarlamama karşılık böyle sessiz kalmazdı.
Susuşuyla devam ettim. "Utanılacak bir şey yok, yedin bir bok tamam geçti gitti aşkım. Üzerine konuşmayalım hatta, sen de sıkma canını." Başka ne yapabilirdim ki? Benim derdim bana yetiyordu bir de her şeyi ortada olan bir meseleyi saatlerce konuşsa mıydım?

Bu defa da o sessiz susuşunun aksine suçunu kabullenip "Ya kıskandım ama ne yapayım? Sena' yı biliyorsun kullanıp atıyor herkesi. Emir' in kafası karışır diye korktum." Diye çıkışınca oflayarak şaşkınca kaşlarımı çattım. Emir kimdi ki Sena' da kafası karışacaktı? Ayrıca Sena kimdi? Yeliz kimden kimi kıskandığımın farkında değildi bence. Bu hal beni daha da öfkelendiriyordu fakat tek kelime etmek istemedim.

Hala kendini savunuyordu? Halbuki kıskanması bile başlı başına bir sorundu. Bir daha olur muydu bilemem, fakat sessiz kalmamdan bir şeyler çıkarttığı belliydi.
Ne onu kırmaktı amacım ne de bizi germekti.
O sanki beni üzmüş gibi "Bir daha olmaz söz. Sen de kızma aşkım tamam." Derken ben sakindim, Sena' nın aksine. Farkında mıydı bilmiyorum ama onun dostluğunu kaybetmişti, ki bu ne kadar umurundaydı tartışılır. Yine de böyle can sıkıcı bir olayı yüzüne vurmayacaktım.

"Nikaha yetişir misin bari?" Birkaç gün vardı ve az evvel öğrendiğim kadarıyla Yeliz' de dün arkadaşının yanına Yalova' ya gitmişti. Oradan bana döner mi, dönerse ne zaman döner bilemiyordum.

Keyifle soludu. "Nikahta kesin oradayım kuzum hiç merak etme." Geldiğinde umarım Sena ve Yeliz diye ikiye bölünmek zorunda kalmazdım. "Vee Emir' de kalacağım." Sözleriyle bende birden bazı şeyler netleşti.
O zaman Sena Emir' de kalamazdı? Bizde kalırdı ve annem Yeliz ve Emir' i öğrenince çok kızardı. Çünkü Sena Emir ve kardeş gibiyken onlar sevgiliydi.
"Annemler sizde kalacağım diye biliyor ama aşkım." Yine bir dümenin ortasında kalmıştım ve bu hiç hoş değildi. Ayrıca, Sena' yla aynı değildi ki dertleri?

Keyifsizleştim, mırıldanarak ofladım. "Hallederiz tamam." Kim ne yapıyorsa yapsın kimseye bekçilik yapamazdım ama insanda heves dahi bırakmıyorlardı. Ben Serdar' ı mı düşüneyim bunları mı? Şimdi Sena arasa Yeliz' in annesini. Onun Sena' ya yaptığı gibi her şeyi söylese kim haklı olurdu? Ki Sena asla yapmazdı böyle bir şeyi orası ayrı.

Tamam dedim kendi kendime, tamam bunu da bir şekilde hallederdik gider kalırdı. Ötesine de ben karışmam bana ne? Benim zaten keyfim yok, suratım beş karış saatlerdir utanıyorum. Öyle ki daha fazla bu muhabbeti çeviremeyeceğimi anlayıp "Aşkım." Dedim. "Ben artık kapatsam?" Uyanır uyanmaz onu aramıştım, yarım saattir konuşuyorduk ama şimdi biraz kendime gelmek istiyordum. Zaten Yeliz' de dışarıya çıkıyordu seslerden belliydi. "Tamam aşkım biz de markete gidiyoruz." Diyerek beni yanıltmadı. "Öpüyorum seni çok. Bileti alınca yazarım." Tamam dedim. Hiçbir şey düşünmeden, ne nasıl olur bilemeden telefonu kapattım ve sabahtan beri kızlardan soyutlanıp ilk defa utançla net bir şekilde Serdar' a odaklanabildim.

Serdar' ın kokusuna gitti elim. Kalkıp işe gittiği yatak o kokuyor, uzandığı yastık bana bizi hatırlatıyordu. Beyaz yastığını severken dudak büktüm.
Ben dün, çok ayıp bir şey yaptım...

Düşünmek istemiyordum, hissettiğim doluluk kendimi pikeye gömmeye itiyordu. Bir yanım o anlara, bir yanım bu vakte esirdi sanki. Elimdeki büyük ve sert varlığı, teni, bana tattırdığı zevk ve onu sayıklamalarım..
Nasıl bu kadar cesur olabildim?
Hayır, sorun bana dokunması veya beni boşaltması değildi. Benim tek sorunum onun erkeliğine dokunmuş olmamdı. Bunu nasıl yaptım diyebilirim kendi kendim. Defalarca, bıkmadan, tükenmeden bir cevap arayabilirim ama bulamam.

Sadece şey var; o anki zevk.

Aldığım o zevk öylesine başkaydı ki bana en olmayanı yaptırmıştı. O kadar güzeldi ki bunu anlatamaz, kendi içimde başka bir şeyle kıyaslayamazdım.
Tüm bu olanlardan, ona dokunduğumdan pişman da değildim aslında. Sadece artık Serdar' ın gözlerine bakamayacak, o yanımda olduğunda tahminen utançtan yerin dibine girmek isteyecektim.
Aklıma onu elime alışım, utanmadan sıvazlayışım, tüm bunlarla Serdar diye sayıklayışım ve inleyişlerim gelecekti.

Öfkeyle yataktan kalkarak yarım saat evvel açtığım balkon kapısını çektim. Düşünmemeliydim, bunları düşünmek bana hiç iyi gelmiyor, kendi kendimi yiyordum.
Sessiz sedasız dün olanları olmamış sayarak yatağı düzeltmeye başladım ama kabullendiğim bazı şeyler de vardı. Mesela bir katman gitmiş gibiydi üzerimden. Bu sabah bir rahatlama hissediyordum, bedenim de dün sızlayan kadınlığım gibi kendine gelmişti sanki. Canlanmış gibiydim fakat tüm bunlara bir türlü odaklanamıyordum.

O andan sonra, yani ben onu..
İşte o andan sonra gecenin bir vakti yine duş almıştı Serdar. O duştayken ben bu defa uyuyakalmıştım. Neyse ki geldiğinde uyandırıp duş al dememişti, anladığım kadarıyla sarılarak o da bir iki saat benimle uyumuştu. Hoş, bilmiyorum uyumamış da olabilir çünkü tenimi öpüşlerini uykuyla uyanıklık arasında alenen hatırlayabiliyordum.
Sabah da sessizce kalkmış, bana yine bir şeyler yedirmişti. O sırada hala uyku halinde olduğumdan doğrulsam da gözlerimi hiç açmamıştım. Sonra da evden ayrılmıştı. Uyandığımda onu iyi ki görmemiştim, aksi halde cidden ne yapacağımı bilemezdim.

Yatağı düzelttim ve tekrar almam gereken duşa girdim. Çıktığımda saat on ikiye geliyordu, farkındayım bugün epey erkenciydim ama elimde değil uyku tutmamıştı. Saat dokuz buçuk on gibi yanımdaki yoksunlukla bir uyanmıştım o utançla da mümkün değil uyuyamamıştım. Neyse ki uyanmam boşa gitmemişti bu sayede Yeliz' le uzun uzun konuşabilmiş, bazı taşları netleyerek yerine oturtmuştum. O halinden memnundu, gayet mutlu bir tatildeydi diyebilirdim. Ben de memnumdum, tabi Sena' da. Kısaca, köy biraz karışmıştı ama köyü karıştıran da o köye karışan da mutluydu...

Komodindeki telefonu alarak önce Sena' nın mesajını açtım.
Sena; Ayhanla kafedeyim Azat salağı da burda ahahahahah denk gelmeye bakkk

Kaşlarım havalandı. Gülerek yatağa otururken mavi kotpumun paçasını düzeltip cevap verdim.

Hazan; Yuuuh aahhahaha konuştunuz muuu😂😂

Sena; Yok aşkım ilerki masalardaydılar birkaç adam daha vardı evrak da vardı galiba toplantı tarzı bir şey. Uyuz gibi baktı sadece

Sena; Ben görmezden geldim uğraşamam şimdi o barzoyla sjdjshdjshds

Adama hala barzo dediğine göre lakabı öyle kalacaktı belli. Sırıta sırıta mesajı yazarken Azat' a üzülmedim değil.

Hazan; Lan amk keli ahdjajdjajshsjs şansinikim

Sonra birden, ben gayet keyifliyken Serdar gülüşümü söndüren mesajı attı.

Serdar; Yavrum uyandın mı?

Kıpkırmızı oldum, haliyle panikledim. Anında uygulamadan çıktım ama hemen geri girdim, ya çıktığımı görüp yanlış anlarsa? Cevap vermesem olmazdı, versem utanacaktım. Arardı? Hemen uyandım yazarak interneti kapattım, sonra yine açtım. Çünkü yine arardı ve ben konuşamayacak gibi hissediyordum.

Az evvel sönen gülüşüme, halime hareketime içim kırıldı. Ona neden düşmanımmış gibi davranıyordum? Halbuki o bu hayattaki en güzel mucizemdi. Serdar benim için olağan üstü bir mucizeydi.

Beni utandıran bir mucize..

Yüzleşmesem ne olacaktı ki akşam istememiz vardı orada daha kötü olurdum nasıl bakardım yüzüne? Battı balık yan gider diyerek ayaklandım, üzerimi düzelttim ve Sena' yla mesajlaşa mesajlaşa makyajımı yaptıktan sonra evden çıkarak çelik kapıyı çektim.

Yaz olmasına rağmen hava hafif esiyor, salınan ağaç yaprakları girişe gölge veriyordu. Sağda, az ilerideki demir bahçe kapısından havlayarak bana bakan Cesur ona dönmemle iki ayağını üzerine oturdu.
Siyahlığıyla asil, duruşuyla hatta bakışıyla epey ürkütücüydü. Köpekleri sevmiyor değildim, bazı hayvanların aksine çok seviyordum ama Cesur beni sahibi gibi korkutuyordu. Üstelik ona bakarken kesinlikle ısırmaz da diyemiyordum, sahibinin aksine...

Tamamen ona döndüm, hatta bir iki adım ilerledim. Niyetim derdini anlamaktı ama cesur bir kez daha havlayınca bir an ürkerek bu defa geri adımladım. Asla başını yana eğip tatlı tatlı bakmıyor, gözüme şirin gelmesini sağlayacak minik sesler çıkartmıyordu. Başı hep dik, duruşu hep sertti. Yine de ona gitmek istedim.
Acaba bana saldırsa ne olurdu? Ne olursa olsun dedim kendi kendime. En fazla beni burada parçalardı sonra Serdar' da muhtemelen...
Bilemiyorum.

Yeni bir havlamayla birlikte siyah deri çantamı sağ omzunda tutturarak ona doğru bir adım attım. Henüz tanışmamıştık, hatta tam olarak onunla hiç aynı ortama girmemiştik diyebilirim fakat beni Serdar' dan tanıyabilirdi. Nihayetinde üzerimde onun kokusu, bedeninin izleri mevcuttu ve köpekler bu konuda epey iyiydi. Burada olmasa bile, Serdar' ın bendeki varlığına güvene güvene demir kapıyı dikkatle açıp Cesur' un hamlesini bekledim. Sandığımın aksine anında üzerime atılıp beni parçalamadı, onun yerine yüzüme baka baka havlayıp hızla evin arkasına doğru koşmaya başladı.

Anlamıştım ona gitmemi istiyordu, istediğini yapmaya başladım. Kuruyan toprak topuklu ayakkabılarıma bulaşıyor, çimenler çıplak ayağımın kenarını okşuyordu. Cesur' u takip ederken önce onun kulübesini, ardından evin hemen dibindeki kapıyı gördüm. Altta bir oda vardı, tahminen de o oda Cesur' a aitti. Serdar bir buzdolabından bahsetmişti içeride o olabilirdi. Aklıma başka bir şey gelmiyordu.

Cesur' un bitmeyen havlayışları, hırsla hırlaya hırlaya bir ileri bir geri koşuşlarını yavaş yavaş takip ettim. Bir yandan etrafı izliyor diğer yandan bana göstermek istediği şeyi tahmin etmeye çalışıyordum ki evin tam olarak arka tarafına varmıştık. O benim yalnızca üç beş metre kadar ilerimdeydi.

Yürümeye devam ettim, bu havlayışın sebebi bir şey olmalıydı. Tam da acaba suyu ya da yemeği mi bitti derken az daha ileride, yerde yatan bir kedi gözüme ilişti ve tüylerim anında diken diken oldu.
Bahsettiği, anladığım..
Bir su bitişi kadar masum değildi. Cesur bir kediyi öldürmüş ve bununla gururlanıyordu. Onu bana gösteriyor, salladığı kuyruğuyla da bundan gurur duyuyor ve muhtemelen benden bir tebrik bekliyordu.

Şahit olduğum şeyden etkilendim, kötü...
Kalakaldığım yerden uzun uzun, belki birkaç dakika yalnızca yalnızca kediye baktım; çimenlerin içinde hareketsizdi, üzerinde kan yoktu. Boğmuş olma ihtimaliyle bir kez daha irkilirken bu defa duvarın biraz önünde açıkta duran uzun yassı kütüğe ilerledim.
Ne yazık ki yanına gidecek, ona yakından bakacak kadar cesaretli değildim.. Konu kadavralar olunca tüm kanım çekiliyordu.

Cesur ve kedi ilerideydi, ikisinde de yaklaşamıyordum. Cesur' a kızıyordum, sonra doğası bu diyordum ama sonra yine kızıyordum. Bunu yapmak zorunda değildi! Kediye üzülürken Cesur' u asla göremiyordum bile. Çok vahşiydi bu artık kesindi, hatta artık bana bile bu kadar düz durması garibime gidiyordu.
Az ilerideki koca kapta bir sürü et parçası ve hemen yanındaki kapta su vardı. Rahatın yerindeydi işte, bunu neden yapmıştın?

Aklımı kediden alamıyordum, yeniden ona döndüm. Birkaç saate kaskatı olurdu, sonra ne olurdu bilmiyordum. Kollarımı kaşımaya başladım, boynumu ovdum, kendimi yerde yatışından çekmedim. Cesur bana bakıyordu, ben kediye.
Ne olacaktı şimdi?

İlk tanışmamızda olana bak diye mırıldandım. Sesimi ben bile duyamıyordum ama. Kediyi boğmuş bir de övünüyordu? Kime kızmalıydım onu besleyen Serdar' a mı? Yoksa Cesur' a mı? Midem bulanmaya başladı, yüzüm kızardı hissettim. Başımı yere eğerek topuzumdan dökülen saçlarımı yeniden başıma ittirdim. İstemede açacaktım, buklelerim netleşsin diye toplamıştım ama konumuzun bununla hiçbir alakası yoktu. Serdar' ın köpeği Cesur, bir kediyi boğmuştu. Ben de bahçenin ortasında, bulduğum bir kütükte oturmuş beş karış suratımla ne yapacağımı bilemiyordum.

Kızaran yüzümü avuçlayıp bir kez daha boynumu sıvazladım, Cesur havlayarak bana bakınca da yeniden ona döndüm ama bu defa öfkeyle. Ne derdin vardı? Doğan mı bu cidden?
Kızıyordum, haksız mıydım?
Kucağımdaki çantayı kenardaki temiz kütüğün üzerine bırakırken Cesur' a öfkeyle bakmaya devam ettim.
Bembeyaz bir kediydi?
Aramızdaki uzun mesafeye inat bakışımla havlayarak üzerime gelmeye başladı, benden çok öfkelenmiş ve siyah yüzü hayli korkunç bir hal almıştı. Beyaz dişlerini gösterip bu defa şiddetle hırlayınca yutkunarak çantama uzandım. Saldıracaktı buna adım kadar emindim.
Sanırım Serdar' ı arasam iyi olacaktı, çünkü iki ayaklıların aksine dört ayaklılarla asla baş edemiyordum.

Çantanın siyah kulpu elimde, çoğalan hırlaması ve siyah gözleriyle üzerime doğru hızlandığı an şiddetle "Cesur." Diyen adam Cesur' u olduğu yerde durdurdu. Başımdan aşağı dökülen kaynar sular beni anında Serdar' ın sesine iterken onu görmemle çantamı bırakıp yeniden önüme döndüm.
Birkaç saniye.
Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
Sadece birkaç saniyede hem çok korkmuş hem de o birkaç saniyeyle bana göre korkunç bir şeyi atlatmıştım. Serdar gelmişti, üzerinde üniformasıyla birkaç metre yanımda dikilmiş Cesur' a bakıyordu.

Dirseklerim dizlerimde, ona bakmaktan tamamen vaz geçip kendime sarıldım. Başımı yana eğerken Serdar bu defa öfkeyle gürledi. "Yürü." Cidden mi? Cesur anında yavaş yavaş ön tarafa gitmeye başlayınca  nefesimi tutmuş gözlerimi güneşe yummuştum. Yüzüme vuran güneşten ötürü her yer kırmızıydı, sıcaktı ve Serdar "Yavrum." Diyerek bana yaklaşıyordu. Üniformalıydı, için gidiyordu da ben o sevdiğim üniformaya bakamıyordum bu defa.

Yavaşça kütüğün boş kalan tarafına, yanıma oturdu. Varlığı beni sendeletiyor, utandırıyor ama yine de güçlü kılıyordu, bundan kaçamazdım. Az evvel Cesur' dan ürken ben şimdi dibime gelse Serdar' ın verdiği güvenle sesimi çıkartmaz, gram endişelenmezdim.

Başım diğer tarafa dönük. Kollarımı sardığım bedenim onu özlüyor, içim ona gidiyordu. Bu utanç, dün gece onu sıvazla-...
Kendi kendime iç dünyamda çarparak zihnimi kovdum, zira fikrime bile tersti bu hal. Kaşlarım yüzüme vuran güneşle çatılırken Serdar hareketlenerek hayretle "Hazan." dedi. Kokusu bizi sıyıran meltemle tenime çarptı. "Dün olanlar." Duraksadı sonra, dudaklarımı kemirdim bu defa. İçim içine gitti de ben kollarımı çözüp ona gidemedim. Yer yarılsa yedi kat dibine hiç tereddütsüz girerdim de ona gidemezdim sanki.

Dikkatle beni izliyordu bunu bedenime değen bedeninden hissedebiliyordum. "Bizi uzaklaştırdı mı?" Derken de sesindeki hayret boşta kaldığım bir an içimi parçaladı. Hemen yanımdaydı evet, ama bana dokunmuyordu bile. Ne düşünüyordu bilmiyorum, o düşünceyle kendime kızıyor muydu, bizi birbirimizden kaçırıyor muydu anlayamıyordum. Ben kendi suçumu, utancımı onun merhametiyle tazeleyemiyordum. Bir kere sarsa, belki her şey bir temasa bedel olurdu.

Hafif eğilerek yere döndüğümde enseme vuran güneş beni tamamen ısıtıyor, çimenlerin yumuşaklığı ayaklarımı okşuyordu. Başım hayır der gibi iki yana salladım. Aksini asla düşünmemesi gerekiyordu çünkü. Ben ne halde olursam olayım onun aksini düşünmesi onu seven yüreğimi dağlardı. Ki netleşse, kendinden de benden de bu konuda vaz geçse ona koşardım. Serdar her koşulda bana kıyamayan adamdı, benim derdim de kendimdi o bunu asla hak etmiyordu.

Sessizliğimizi "Neden o zaman bana değil de kendine sarılıyorsun?" Diye devam edişiyle bozunca alt dudağımı hüzünle sarkıttım. Sesindeki o çaresiz burukluk beni çevreliyor, kendimi ona itmemde ısrar ediyordu.
Şimdi sarılsam?
Tüm o utanç, sevdiğimin adamın erkekliğinde değil de boynunda son bulsa olmaz mıydı?

Hareketlendi, bir bacağını kütüğün diğer yanına attıktan sonra derin bir nefesle belimden tutarak beni yavaşça kendine çekti. Müsaade ettim. Hatta müsaade etmekle kalmayıp kollarımı çözmeden ona dönerek yüzümü üniformasının üzerinden göğsüne yasladım. Kokusunu en derinimde duydum, kokusunu geçtim varlığındaki his beni çepeçevre sardı ve ben o hisle yeniden huzurla dolup derin, sakin bir nefes aldım.

"Yavrum." Derken dudakları başımda, kolları kırmızı tişörtümün üstünden sırtımı sarmıştı. "İyi misin?" İyi miydim bilmiyorum. Utançtan başka bir duygu hissedemiyor, kendimi başka bir yöne doğrultamıyordum ki? Tabi şu hale bakarsak çok iyiydim. Yanımda Serdar vardı ve beni neden diye yargılamadan yine sadece sarıyordu.

Derin bir nefes aldı, erkeksi sesiyle "Utanılacak bir şey yok. Bunu sana söylemem gerekmiyor bence?" O utançla örülü duvarlarıma dokunuyordu ve dokunuşları öylesine naifti ki kelimelerin buselerini yüreğimdeki utançta hissediyordum. Sözcükleri beni adeta okşuyordu.

Öyle miydi? Biz evliydik evli çiftler de bunu yaşardı, öyleydi. Biz sevgiliydik, sevgililer de bunu yaşardı ama ben başkaydım. Kendime de neden diye kızmıyordum bu elimde değildi herkes bir olacak değildi ben de buydum ne yapayım?
Yine de hiç kıpırdayamadan sadece kokusunu içime çektim. "Hadi." Derken eli kollarımı bulmuş yüzümü de göğsünden ayırmaya çalışıyordu. "Bırak kendini."

Bıraktım, dün. Görüyoruz şimdi.

Kendime sarılmayı bırakıp ona sarılmamı istiyordu. Bu yakın teması benimle sevdiğini biliyordum, ziyanı yok ben de onunla seviyordum.

İstediği gibi kollarımı çözünce elleriyle kendi beline sararak başımı yine öptü, sarıldı, sıkıca sevdi. Ona sarılmamı istedi, sarıldım da. Beni sardı, sıkıca kendine alırken "Hazan' ım." diyerek göğsünde soluklanan yüzüme bakmaya çalıştı. "Yavrum lütfen." Bir şey demedim, sanırım onu yoruyordum ama olmadığım gibi biri olmak da beni zedeliyordu.

"Ben neden utanmıyorum o zaman?" Diyerek başımı tuttu. Başı sanki sabırla göğe kalktı, bakışları "Sen de beni gördün. Ben de sana dokundum?" Derken etrafı sardı bakışları. Aynı şey değildi ki ama? Ben onun erkekliğini avuçlayıp sıvazladım. O da beni- gözlerimi yumarak yüzümü buruşturdum. Konu bana dokunmuş olması değildi, ona dokunmuş olmamdı ama o çekinmiyordu evet.

Üste çıkmak ister gibi, hatta sen neden utanmıyorsun der gibi "Sen arsızsın çünkü!" Diye çıkışmamla gülerek beni daha da sardı. Sesi "Sana arsızım ben." Derken az evvelin aksine keyifliydi. "Ben bir tek sana böyle arsızım benim güzel karım." Bu ilk deyişiydi? Öyle ansızın... Sanki içi içine sığmıyordu da bana taşıyordu yüreği. Sanki o yüreğe bir cümleyle hapsedecekti beni. Sözlerindeki çocuksu heyecanı hissedebiliyor, onunla keyifleniyordum.

Karım derken sesinin o dolu tokluğu, arsızlığındaki bütünlük içime işliyordu. "Ben senin kocanım bunlar olmak zorunda demiyorum ben sana." Dudakları topuzumun kenarından başıma indi. "Biz evliyiz diye bir şeyleri de asla diretmiyorum Hazan. Biz seviyoruz diyorum. Biz çok seviyoruz bunda bu yüzden utanılacak bir şey yok." Biz çok seviyoruz siyah dev. Seven de sevdiğinden utanmazmış ama üzgünüm ben biraz farklıyım.

Kollarımı bedenine sarsam da ellerim sırtında rahatça birleşmiyordu. Buna çaba sarf etmeden onu dinleyerek ellerimi usul usul sert sırtında gezdirdim. "Ben seni gördüğümde için içime sığmıyor, o kadar güzelsin ki yüzüne baktığımda sadece seni düşünüyorum. Ne kadar güzel olduğunu... Nasıl seviyorum seni bir bilsen... Bilsen böyle utanmazsın." Öyle mi oluyordu? İçin bana mı taşıyordu sahi Serdar? Sen de benim olduğum gibi mi oluyorsun sevgilim? Kalbim yumuşadı, sözleriyle gülümsedim birden.
Sırtımı seve seve beni rahatlatmaya devam etti. "Senin utanacağın bir şey yok bende. Böyle anların esamesi utançla okunmaz, ben okumuyorum sen de okuma Hazan."

Madem öyleydi, madem bana baktığında düşündüğü şey onu sıvazlamam değil de güzelliğim ve bana duyduğu aşktı; o zaman benim için ortada bir mesele kalmıyordu. Serdar' la konuşmak sebepsiz içimi rahatlatırken ona duyduğum güvenle yüreğim dolup taştı. Bana dokunması birçok hissi beraberinde götürüyordu, gülümseyerek göğsünde dudak gezdirdim.
Ben utangaçtım, Serdar kocamdı. Bunu da bir şekilde halledecektim.

Hafif geri çekildim, ellerimi sırtından beline bırakırken "Serdar." Diyerek başımı yana yatırdım. Yüzüne rahat bir tebessüm, gözlerinin içi gözlerimde parlıyordu. Alnıma doğru eğildi. "Söyle yavrum?" O dudakların yerini biliyordum ben. İlk günden beri, hep alnımdı. Serdar başka bir adamdı. Belki çok ketumdu, çok öfkeli ve bazen çok baskıcıydı ama Serdar bana çok başka bir adamdı. Usulca "İyi ki..." diyerek gözlerimi gelecek dokunuşa yumdum. Dudakları alnımda, ellerimi tutarak ortamıza yeni ve bu defa kaba bir "İyi ki." Tınısıyla aldı..
İyi ki sen...

Alnımı ona sırnaşır gibi çenesine sürttüm, ellerimi okşayarak dudaklarını şakağıma bastırdı. "Neden geldin?" Hesap sormuyordu, bunu o da ses tonumdan anlıyordu.
"Gelecektim zaten. Kahvaltı yaparız dedim." Rahat durmuyor ya yanağımı ya şakağımı ya da saçlarımı öpüyordu. Kendimden geçer gibi yeşil üniformasındaki simgelere bakarak gülümsemeye devam ettim. Birlikte kahvaltı yapardık, çok da güzel olurdu biraz açtım. Sonra ben Sena' yla birleşir eve giderdim, akşama da istememiz vardı.

Usulca başımı sallayarak nasırlı ellerini okşamaya devam ettim.
Kalbim gümbürdüyor, dünkü bütünlüğümüz hala aklımı başımdan alıyordu. Ona sırnaşırken, başımı tenine sürterken bir kediden farkım yoktu. Kedi demişken de... Serdar' ın sakin sakin "Cesur' la ayrı ilgileneceğim aklın kalmasın." Demesiyle benim kaşlarım çoktan çatılmıştı. Kendimi rahatsız hissederek geri çektim. Onun da kaşları çatıldı "Ne oldu?" Gözlerimiz birleşti, sanırım yüzümdeki öfkeyi okuyabiliyordu.
Şaşırdı.

Bir şey yoktu. Sadece bu hal beni rahatsız etmişti. Az ileride ölü bir kedi yatıyordu ve biz neredeyse öpüşmek üzereydik bu hiç hoş değildi. Hiç gocunmadım, köpeğine şu an öfke kusabilirdim.
Ellerini tutmaya devam edip "Senin o arsız cesur." Dememle kendimden güç alıp dikleştim. "Bir kediyi öldürmüş utanmadan da böbürleniyordu. O konuyla da bir ilgilen." Gözleri kısıldı, başını tehditkar bir halde yavaşça çevirip o tarafa baktı. Benim de dönmemle eli yanağıma gitti, "Tamam bakma sen." Yüzümü diğer tarafa çevirdi. Halbuki korkmuyordum sadece üzülmüştüm.

Serdar şaşırmamıştı, hatta bence bu durumdan rahatsız değildi. Olağanı buymuş gibi sadece "Ben hallederim." Diye homurdandı. Tabi ki hallederdi bunu biliyordum. Benim niyetim de öfkemin sebebi de Cesur' du.
Eli yüzümde, o tarafa bakmadan evin duvarını izleyerek "Hep böyle mi?" Diye devam ettim. Önce bir an durdu, hala kediye bakıyordu. "Hazan hayvan bunlar. Doğalarında var ben ne yapabilirim?" Bana döndü, "Oturup Cesur' la mı konuşayım?" Ciddiyetinin aksine gülerek gözlerimi devirirken koluna vurdum. "Of tamam sus ya." Söylediği komikti, böyle bir anda bile kendimi tutamayıp gülmüştüm.

Konuyu derin bir nefesle değiştirdi. "Akşam nasıl bir çiçek istiyorsun?" Ayaklandı, tam önümde tepeden bana bakarken elini uzatıp tutmamı bekledi. Kediyi görmemem için yapıyordu anlayabiliyordum.
Çantamı alıp ayaklandım, elini tuttum ve hafif gülümseyerek "Normal bir buket olsun." Dedim. "Kutu ya da saçma sapan tarih falan istemiyorum. Kırmızı gül." Ben biraz eski kafalıydım galiba, sevmiyordum öyle şeyleri. Neyse ki Serdar' da delisi değildi.

Unutmuş ya da umarsız gibi dursam da aklım hala kedideydi fakat ne yazık ki bu konuda üzülmekten öteye gidemiyordum.

Kolu beni dinlerken omzuma gitti. "Çikolata?" Omuz silktim. "Bilmem sen bilirsin." Özel bir isteğim yoktu alt tarafı çikolataydı.
Bahçeden ön tarafa doğru ilerlemeye başladığımızda telefonunu çıkartmış birini arıyordu. Beni kendine çekerek "Necmi." Dedi. "Bahçede kedi var Cesur öldürmüş, onu alıp bir yere göm. Sonra da Cesur' u biraz çıkartın." Ayağıyla siyah demir kapıyı ittirerek açtı,  elim belinde usul usul adımlayarak onu dinliyordum.

Tam da kendi kendime Cesur ortalarda gözükmüyor diyecektim ki az ileriden koşarak bize doğru gelmeye başladı. Onunla yine tam olarak tanışamamıştık ve ben daha tanışmadan ondan ne yazık ki hiç  hoşlanmamıştım. Açıkçası tanışmak da istemiyordum. Tabi bunu Serdar' ın bilmesine gerek yoktu. Cesur' a değer veriyordu belli.

Serdar telefonunu cebine koydu. Kaşlarını çatarak benimle birlikte Cesur' a baktı. Tam önümüzde, iki ayağının üzerine oturmuş Serdar' a bakarak kuyruk sallıyordu. Derdi şirin gözükmek miydi yoksa benden alamadığı aferini ondan mı olmaktı bilmiyorum ama Serdar ona hiç de sakin bakmıyordu. Cesur' da bunu fark etmiş olacak hareketlenip inler gibi ses çıkartarak yanımıza geldi. Serdar' ın ayaklarında, hatta uzun boyundan ötürü bacakların dolanmaya başladı, sanki konuşuyordu.

Olduğumuz yerde durduk, Cesur' dan kaçmadım Serdar vardı. Aksine Serdar' ın beline daha da sarılarak keyifle Cesur' u izlemeye devam ettim. Bir eli omzumdan sarkarken "Yapma." dedi Serdar.  "Oğlum dur." Cesur durmuyor, Serdar' ın bacaklarına sarılıyor, inleyerek siyah başını ona sürtüyordu.

Serdar başını göğe kaldırdı, beni asla bırakmazken oflayarak yavaşça hafif eğildi ve elini Cesur' un çenesine koydu. Yüz yüzeydiler, Cesur inler gibi sesler çıkartarak Serdar' a bakıyordu. Üzgündü, bunu yüzünden anlayabiliyordum. Serdar' ın "Sana bir kedi öldürdün diye kızmadım." Deyişiyle kaşlarım havalandı. Saçmalık! O halde neye kızgındı? Bana havladı diye mi?

Cesur Serdar' ı dikkatle dinliyor, Serdar hafif eğilmiş bir şekilde çenesini tuta tuta Cesur' a konuşuyordu. "Neden kızdığımı sen de biliyorsun bence." Ciddileşen sesiyle bu defa kendimi tutamayıp gülümsedim. Onunla bir insan gibi konuşuyordu, dahası, Cesur da onu dinleyip anlıyordu.
Yeniden inleyerek Serdar' ın bacaklarının arasına girmeye çalıştı. Bunun anlamı beni affet olabilir miydi? Serdar yine de oralı olmadı, doğrulurken "Sırnaşma tamam." Deyip ileri doğru adımladı. Benim yüzümden araları bozulmuştu sanırım. Onu böyle arkamızda bırakıyor olmamız içimi de biraz burkmuştu sanki.

İlerlerken aramızdan başımı ona çevirdim, öylece oturmuş bizi izliyordu. "Kaç yıldır seninle?" Serdar bana uyum sağlamak için yavaş yürüyordu. Cesur' u izlemeye devam ettim ama Serdar' ın "Altı." Deyişiyle önüme döndüm ve başımı omzuna yasladım. Cesur iyi bir arkadaş olmalıydı. Tam da Serdar' a göre; öfkeli, hırçın, cüsseli, asabi, korkutucu...

Adımlarımız aheste, hiç acelesizdi. Sırtındaki elimle ona tutundum. "Peki başka köpeğin oldu mu?" Arabasına baktım, sanırım onunkiyle gidecektik. Usulca başını sallayarak kolumu avuçlayıp okşadı.  "Cesur' dan önce aynı cinsten bir tane daha vardı, o öldü." Normalde üzülür ve kıyamazdım ama Serdar bunu o kadar hissiz söylemişti ki üzerinde durmamıştım bile. "O kaç yıldır sesinleydi?" Merak ediyordum, onun benden önceki her anını.

"Dokuz." durmadan adımlamaya devam ettim. Adam dokuz yıllık köpeğini hiç hissiz dile getiriyordu kediye bu kadar duygusuz yaklaşmasına şaşmamam gerekirdi.
Kaşlarımı çattım.
Serdar duygusuz muydu?
Vaz geçtim, belki de gerçekçiydi. Ölüm var diye o gerçeğe inanmış ve bu hisse kapılmıştı. Ya da o kadar çok ölüm görmüştü ki buna alışmış, dolayısıyla hissizleşmişti.

Ağaç yaprakları tepemizde salınıyor, zihnimden arınıp "Cinsi ne?" Derken çimenlerdeki minik papatyaları yeni fark ediyordum. Arabanın yanına varmıştık, benden ayrılıp elimi tutarak bedenime arabanın ön tarafına yasladı.
"Keyn kors." Ama konumuz bu değilmiş gibiydi. Değilmiş de, kalçalarımdan tutup beni rahatlıkla kaportaya oturtunca netleştim ve gülerek devam ettim. "Nasıl yazılıyor?" Yüzüme eğilirken niyeti belli ki dudaklarımı öpmekti fakat sözlerimle varla yok arası gülümseyip yanağıma eğildi. "Ne yapacaksın, araştıracak mısın?"

Başımı keyifle aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. Kıkırdamamak için kendimi zor tutuyordum. "Sen öyle diyorsun ya millete. İnternette var araştır diyorsun." İmalı sesimle Eylem' den bahsettiğimi hemen anladı, keyfi kaçmadan burnunu tenime sürte sürte yeniden yanağımı öptü. "Sen kendini onlarla bir mi tutuyorsun yavrum? Sen neyi merak ediyorsan bana soracaksın."

Bir şeyler hissettim içimde. Bir sıcaklık, bir naiflik, güzellik. Sadece bununla bile özel olduğumu hissedebiliyordum. Tek bir cümle beni mutlu ederken sırıtarak yanağını öptüm. Boylarımız neredeyse eşitti, ona böylesine yakın olmak birkaç saat sonra uzak olacağımızı bildiğimden çok çok daha iyi hissettiriyordu. Mesela yarın, o bilmiyordu ama biz ayrı olurduk. Biz bu geceden sonra ayrılırdık, nikaha kadar ben annemlerde kalırdım ve o süreçte Serdar' ı çok özlerdim.

"Hazan." Dedi dudakları boynuma giderken. Ellerini iki yanına koydu, ona araladığım bacaklarımın arasına girdi. "Seni çok seviyorum ben." Çenemle kulağımın arasını öptü, yutkundum. "Ben de seni Serdar."  Kalbim delice çarpıyordu. "Bu akşam bana utanarak bakmanı istemiyorum. Aştık mı o meseleyi yavrum?" Bilmem, aşmadık mı? Ben aştık gibi hissediyordum da?

"Hallettik." Diye mırıldanarak beline sarıldım, tenini öptüm. "Benden utanmanı, çekinmesi istemiyorum. Hala çekiniyorsun, bunu görebiliyorum." Görebiliyor muydu sahi? Ama bu elimde olmayan bir şeydi hatta şu an bile böyle dedi diye ona ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Yine de başımı sallayarak onu yeniden onayladım. Zamanla her şeyi halledecektim eminim.

Susuşumla konuyu yeniden değiştirdi. "Kahvaltıdan sonra seni bir yere bırakacağım." Mırıldanışıyla başımı yeniden öptü. Başım hafif eğik, görüş alanımda yeşil, asker desenli pantolonu, siyah botları ve siyah kemeri vardı. Bedenine yapışan koyu yeşil tişörtüne dokunurken aklım sözlerinde değildi, mayışır gibi kendimi ona bıraktım.
Sahi, beni nereye bırakacaktı?

"Sonra alaya dönmem gerekiyor. Seni eve Azat bıraksa sorun olur mu?" Başımı usulca iki yana salladım. Hiç sorun değildi kendim bile giderdim ama bunu dile getirme zahmetinde bulunmadım. Zaten kabul etmezdi.
Kaslarından ötürü sert olan bedenini izledim, dokundum, onun üzerindeki ellerime baktım, ince parmaklarımı sevdiğim adama sırnaşarak izliyordum ki buğulu sesiyle "Bu gece." deyişini hayretle "Serdaar." Diyerek böldüm. Anında susarak "Söyle." Dedi. Onun ne diyeceğini merak etmedim çünkü ne olursa olsun şu an benim söyleyeceğim daha mühimdi.

Başımı kaldırıp hafif gerilirken panikle "Yüzük." Dedim. "Yüzük nerede?" Birden kaşlarını çattı, birkaç saniye sustu, sonra da "Yok." Deyip yine durdu. En son Bursa' daydı neredeydi şimdi? Evlenmiştik yüzük yoktu parmağımda?
"Nasıl yok?" Diye ben de onun gibi kaş çattım. Yoktu zaten bunu ben de görebiliyordum ama neden yoktu?

Sebepsiz öfkelenmişti bunu net görebiliyordum. O sakin adam tek bir kelimemle tamamen değişirken çatılı kaşlarıyla dikleşti. Boyu uzadı, heybeti karşımda arttı ve bu beni daha ciddi bir hale sürükledi. Başımı yüzüne doğru hafif kaldırıp "Sana kaç kere o yüzüğü çıkartma dedim." Diye konuya girişini izledim. Kaşlarım içimde oluşan merakla hafif çatıldı.
"Her defasında kaldırıp bir köşeye attın. En son takarken özellikle bir daha çıkmayacak dedim. Sözümü bir kere dinlemedin, yine çıkarttın. Benden artık sana bir yüzük gelmez Hazan." Kalbim hızlandı, kaşlarım bu duruma inanamaz bir halle havalandı. Bana yüzük almayacak mıydı? Ben hiç yüzük takmayacak mıydım?

Façalı kaşı ciddiyetini sürdürürken havalandı, "Seni seviyorum, sevgimle bunun bir alakası yok ama sana bir ömür asla yüzük almayacağım." Şöyle ortama, göğsümün ortasına balyozla vurdu sanki. Haklıydı ama bir ömür yüzük almayacağım demesini asla beklemiyordum. Ağır gelmişti.

Yüzüm ne haldeydi kestiremiyordum ama bozguna uğramış bir ifadem olduğuna emindim. Dudaklarım aralandı, diyecek bir şey bulamadığımdan yüzüne baka baka sustum. Ne diyebilirdim ki? O yüzüğü defalarca çıkartan bendim evet, ama bir ömür yüzük almayacağım da kolay söylenen bir şey değildi. Haklı olsa bile bu kırılmışlığıma mani değildi.

Ya beni bekar sanarlarsa ama? Kendimi bununla savunmak için ona doğru yeniden hareketlenmemle sözlerimi ağzıma yeni bir öfkeyle "Bakarlar bekar sanarlar falan da deme. Götü yiyen yan gözle bakmayı denesin." diyerek tıktı. Bu onu daha da sinirlendirmişti ama ben başımı yana eğip sabır diler gibi "Ya Serdar." Demeden edemedim. Belki yine çıkartırdım ama ne olursa olsun o yüzüğü istiyordum.

Ben iflah olmazdım...

İki yanında duran elleri erkeksi bir şekilde belindeki kemere gitti, sesi yükseldi. "Sorarken yüzüğüm bile diyemiyorsun Hazan. Yüzük diyorsun yüzük?" Yüzünü tiksinir gibi buruşturdu. "Ne yüzüğü?" O kadar haklıydı ki... Ben de olsam bana bir daha yüzük almazdım.
Neden yüzüğüm değil de yüzük demiştim ki şimdi?

Gözlerimi kapatarak ofladım. O yüzüğü defalarca çıkartarak Serdar' ı kırmış olmalıydım, kim bilir ne hissetmişti. Ben Serdar' a bir şey alsam ve onu sürekli atsa ben de aynı şeyi yapardım. Adama tokamı verdim evlendik hala cüzdanında taşıyor. Düşününce onu çok iyi anlayabiliyordum. Bu yüzden doğru, bana bir ömür yüzük olmayabilirdi ama alsın istiyordum.

Kaşlarımı umarsızca kaldırdım. "Tamam ne yaparsan yap Serdar karışmıyorum." Derken az ileriyi izleyip onu geçiştiriyordum. Neyse ne, umurumda değildi keyfi bilirdi ben de önüme gelene bekarım, bir kocam yok derdim.
Serdar cevap vermedi, ben de iki elimle arabaya tutunarak yüksekte salınan ayaklarıma baktım. İnmek istiyordum ama topuklularım varken aşağıya atlayamazdım bu yüzden yere bakmaya devam ederken elimi ona uzattım. "İndirsene beni." Bir şey demedi, elimi değil belimi tuttu. Koltuk altlarımdan kavradıktan sonra yavaşça toprak zemine indirirken biliyordum. Ben ona ne yapacağımı biliyordum, ateşe körükle gitmeyenin düğününde topuklusu kırılsın.

Kapanan kapılarla ona kırgın ya da kızgın değilmişim gibi durmaya çalışıyordum ama eminim ki bir yerlerde bir şeyleri eksik yapıyordum. Yüzümün hali bile ortadaydı kendimi daha ne kadar saklayabilirdim ki? Beni indirirken öpmemişti bile. Hadi gidelim deyip arabaya yönelirken de tek kelime etmemişti. Haliyle o sinirli, ben de üzgündüm. Neyse ki çantamda çalan telefona uzanarak bu sessiz andan uzaklaşmayı başardım.

"Efendim anne?" Serdar arabayı çalıştırıyor, ben dizlerime koyduğum çantamla koltukta kayarak yayılıyordum. Başımı arkaya yasladım. "Ne zaman geleceksiniz Hazan? Haydi da kızım millet geldi hep." Boynumu iki yana esnettim, uzun zaman sonra ilk defa kıtlayarak beni rahatlatırken elimi oraya götürdüm. Kaşlarım çatıktı. "Kim geldi ya?" Kim gelmişti kimse gelmeyecekti ki?

Diğer yandan titremeye başlayan telefonla annemin "Dayınlar teyzenler herkes burada." Diyen sesini kulağımdan uzaklaştırıp hoparlöre aldım. Sena mesaj atmıştı mesajda acil yazıyordu şimdi okumam lazımdı.

Gönderen; Sena
Mesaj; aciiilllllll. Faka basma teyzem aradı açamadım sorarsa sessizdeydi de. Ne zaman gideriz hala Ayhanlayım bankada yarım saatlik işimiz var senden haber bekliyorum

Gönderen; Sena
Mesaj; Bir de bizim çeyrek sülale sizdeymiş tuğrul yazdı

Gözlerim mesajda, "Ha. Yaa anladım." Diyerek telefonu yenide kulağıma götürdüm. "Hayde da Hazan saat kaç oldi hazırlanacaksın daha. Sena' yı arayrız bakmay. Nerdasunuz?" Ben daha ne giyeceğime bakmadım ki? Yapacak bir şey yoktu onu hemen bir saate Sena' yla halletmemiz gerekiyordu. Sena yine mesaj attı, yeniden hoparlöre alıp telefonu uzaklaştırdım.

Gönderen; Sena
Mesaj; Sana elbise baktım çok da güzel değiller ama mecbur... hadi buluşalım da alalım birini var birkaç şey

Keyfim kaçmıştı. Çünkü Sena' yla zevklerimiz aynıydı ve ben çok güzel tatlı bir şey istiyordum. "Anne tamam biz Sena' yla elbise bakıp geliyoruz hemen." Bir yandan Sena' ya tamam yazıyor bir yandan da keyifle "Uuu oni demedum sana." Diyen annemi dinliyordum. Alnımı kaşıyarak "Hıh?" Dedim. Kahvaltı iptal, Sena' yla buluşacaktım ama önce Serdar' la konuşmam gerekiyordu o da beni bir yere götürecekti. Oflayarak "Neyi ya?" Diye hafif yükseldim. Paniktim biraz ama saat ikiye geliyordu yetişirdik sekize kadar.

"Hazan gerilme annem burada bir iş yok her şey tamam." Telefonu bu defa artık Serdar' a ayıp olmasın diye hoparlörden çıkartmadım ne gerek vardı ki?
Ofladım. "Ya gerilmedin anne." Sena yazıyordu nerede buluşalım diyordu ben de bilmiyordum ki biz nereye gidiyorduk. Annem "Serdar' ın babaannesi sana elbise yollamış." Deyince kaşlarım havalandı, yavaşça araba kullanan Serdar' a döndüm. Onun da bakışları yoldan ayrılıp  beni buldu. "Ne alaka?" Desem de bu defa telefonu dayım alınca sorum havada kaldı. Ne alaka bilmiyorum ama içten içe bu beni çok mutlu etmişti.

Serdar "Alööö." Diyen dayımla yeniden yola döndü. "Aşkım neredesin aşkım?" Kıkırdayarak önüme döndüm. Dayımla hemen konuşur kapatırdım. "Geliyorum aşkım bir iki saate evdeyim." Babaanne yanımda olsa sarılıp öperdim öyle rahattım. Elbise yolladıysa çirkin de olsa onu giyerdim hem vaktim yoktu hem de kadın düşünüp yollamıştı giymem lazımdı.

Arkadan kalabalığın sesi geliyordu. Teyzemle tartışan Tuğrul' unkini rahatlıkla duyabiliyorken dayım gülerek yükseldi. "Bekliyorum dayısı haydi görüşürüz çabuk gelin." Hevesle daha da gülümsedim. Tam olarak kimler vardı bilmiyorum ama gelmeleri sanırım beni mutlu etmişti. Ne olursa olsun onların böyle bir günde yanımda olması hoştu. "Öptüm baay." Diyerek aramayı sonlandırdıktan sonra bu defa Serdar' a döndüm.

"Elbise niye ki?" Pek bana bakmıyordu. Hatta "Öyle." Diyerek resmen geçiştirdi beni. Oysa merak ediyordum ama o öyle geçiştirince ben yine önüme döndüm. Abartıyor muydu? Bozulmuştu tamam ama bari yüzüme baksaydı. Onun hevessizliği beni de kırıyordu, oflayarak yolu izlemeye başladım. "Kahvaltıya gitmesek olur mu? Sen beni bir yere götürecektin oraya gidelim. Ben sonra Sena' yla eve geçeyim." Sorardım, özel bir şey değilse Sena' da oraya gelirdi. "Olur." Diyerek beni onayladı.

Serdar sustukça ben içime işleyen sıkıntıyı dindiremiyordum. Hani beni seviyordu? Hani bana bakınca ne kadar güzel olduğumu düşünüyordu neden şimdi susuyordu? Demek ki o kadar da büyütülecek bir sevgisi yoktu bana karşı.
Kırmızıda durarak torpidoya uzandı. İçinden neredeyse bir deste para alıp bana uzattı. "Al bunu." Ben ne yapacaktım o kadar parayı? "Niye?" Diyerek bir eline bir ona baktım. Dikkati ışıklardaydı, yüzüme bakmıyordu.
"Al dedim lazım olur dursun yanında. Bir şeyler alırsın." Uzatmak istemedim zaten gergindik. Parayı alıp çantama atarak başımı yola çevirdim.

Böyle mi olacaktı?
Akşama istememiz vardı küs mü olacaktık?

Başımı cama yasladım, bedenim o tarafa döndü. Hızla geçip gittiğimiz yolları izlerken aklım evde, kalbim Serdar' daydı. E ben çok seviyordum onu? Fakat Serdar sanki ona gitmem için tüm yolları tıkıyordu. Biliyordu ona gidemeyeceğimi, yok yere yüzüme bakmıyordu.

Saat gibi gelen uzun dakikaların sonunda "Gelsene." Deyişiyle aramıza bir ses olurken sesiyle irkildim. Öylesine baktığım yola dalmışım farkında değilim. "Ne oldu?" Diyerek elini omzuma attı. Serdar' a doğru yaslandım. "Dalmışım."

Tüm keyfim kaçmıştı işte. Serdar bana bunu yapabilecek güçteydi. Kolunu omuzlarımdan geçirirken avuç içinde çevirdiği direksiyonla başımı öptü. "İyi misin?" Başımı salladım, aslında değildim. Serdar bana yüzünü dönünce elim ayağım kesiliyordu sanki. Öyle seviyordum, öyle sinmiş içime, öyle benimsemişim onu farkında olmadan.

Başım omzuna gitti ama susmaya devam ettim. Konuşacak biri varsa o da Serdar' dı. Benim hevesim kıran oydu sonuçta. Nasıl kırdıysa öyle yapacaktı. Bekledim. Tek bir kelime etsin de şu aramızdaki sorunu çözelim dedim her an. Başım omzunda bekledim konuşmadı. Serdar' dan bekledim, çünkü benim diyecek bir şeyim yoktu, aklıma gelmiyordu. Kolumu sevdi, yine kırmızı ışıkta durdu, beni iyice kendine yasladı ama konuşmadı.
Hala.
Yine.
Hiç.
Gözlerimi güneşe yumdum, arabanın içi sıcakladı, mayıştım Serdar hala konuşmuyordu.
İçim içimi sığmadı, bari ben bir şey diyeyim dedim tek kelime gelmedi aklıma. Bu gece annemde kalacağımı diyemezdim şu an zamanı değildi, daha düz bir şey dedim o da gelmedi aklıma. Sonra zorlama dedim kendi kendime. Konuşmazsa konuşmam, konuşmazsak konuşmayalım.
Küs mü kalacaktık? Başım omzundaydı küs müydük ki? Küstük tabi. Sarılmakla barışmak oluyor muymuş?

Sonunda aradaki kolçak boşluğumu acıtmaya başlayınca yavaşça hareketlenip doğruldum. Şaşırdı, usulca ne oldu der gibi bana döndü ama yüzüne bakmadan yolu izlemeye devam ettim. "Belim acıdı."
Mırıldanışım ona yeterli bir cevap mıydı bilmiyorum ama umurumda değildi. Dakikalardır kolunun altındaydım ve tek kelime etmemişti şimdi de ben etmiyordum.
Bacak bacak üzerine atarak telefonumla oynamaya başladım. Mesajlara baktım, aramalara göz attım, gruplara atılan fotoğrafları inceledim. Son zamanlarda telefonu neredeyse hiç elime almıyordum bunun farkındaydım ama aramıyordum da. Bu da umurumda değildi. Hiçbir şey umurumda değildi üzerimde bir boş vermişlik vardı.

"Geçti mi?"
Ne geçti mi?
Elimde telefon, anlamsızca Serdar' a döndüm. "Geçti mi belin?" Diye yenileyince neyden bahsettiğini anlayarak başımı sallayıp yine önüme döndüm. "Geçti." Telefonu çantama bıraktım, akşama istemem vardı ama ben hayattan beklentisi kalmamış emekli amcalar gibiydim.
Ben sakindim, sessiz sessiz oturuyordum ama o hep susan Serdar birden arabayı kenara çekerek bana döndü. "Hazan."  Afallayarak yüzüne baktım, ama ben daha tam ne olduğunu anlayamadan Serdar' ın birden eğilerek dudaklarıma yapışmasıyla tüm o anlayamamam yok olup gitti. Geriye sadece önce afallayıp, sonra ürkekçe kollarımı boynuna sarmak kaldı.

            
                                       💎


Telefonumda bir gelinlik fotoğrafı, yüzümde derin bir gülümseme sadece ekrana bakıyordum. Daha evvel bir gelinliğe aşık olacaksın deseler koşa koşa abiyelere sarılır ve bir daha bunu bana diyenlerle asla muhatap olmazdım. Fakat gel gör ki büyük konuşmalarımın neticesi asla değişmiyor, neye olmaz diyorsam aksi gibi onu seve seve yaşıyordum. Serdar' a seninle hemen evlenmem demem gibi bir şeydi bu.

Kilidi kapatarak yeniden ana döndüm. Sena tam karşımda, yatağımın bir ucunda oturuyordu. Buluştuğumuzdan beri susmamış, ona sürekli bir şeyler anlatmıştım. Yeliz' den Cesur' a, Serdar' dan Azat' a ne varsa konuşulup ortaya dökülmüştü. Son olarak "Sonra işte sarıldı, boynumu alnımı öptü falan." Derken Sena' ya arabada öpüştüğümüz anın devamını anlatıyor, bir yandan da elbisenin kutusundaki kurdeleyi açıyordum. Odamdaydık, ev çok kalabalıktı buraya bile zor kaçabilmiştik. Elbisemi göreyim, deneyeyim annemler de görsün yine salona gidecektim. Saat altı yedi gibi de hazırlanmaya başlardım.

Yan oturduğum yatakta acele ederek kutuyu açtım. Bunun için fazla acele ediyordum, sonuçta nasıl bir şey olduğunu hepimiz merak ediyorduk. Siyah kadife kaplı tahta kutuyu kaldırdığım an elbiseyi görmemle ikimizin de kaşları havalanmış, Sena' nın ise "İyi bari öpmüş öküz. Eni-" deyişi havada kalmıştı. "Vaay." Diye devam edip yavaşça ayaklandı.

Beyaz bir elbise, üzerinde mavi kırmızı nakışları görünüyordu. Kenarda bir çift beyaz topuklu ayakkabı, benzer işleme onda da vardı ama onunki beyazdı.
Odanın kapısı açılırken Sena elbiseyi kutudan çıkartıp havaya kaldırdı. Uçuş uçuş kumaşı, kolları, hatta bu saf elde duruşu dahi çok zarifti. Annemle teyzem "Uuu." Diyerek odaya girerken kuzenlerim de pep peşe onları takip etti. "Uy ne gada da güzeel." Ecrin bana yönelip kucağıma oturmak isteyince onu geri çevirmeden anneme baktım.

Bir de Serdar' ın benim için hazırlattığı gelinlikleri görseler.. Gelinlik demişken, keyifle "Anne." Diyerek kucağımdaki Ecrin' le ayaklandım. "Serdar beni buraya gelmeden bir moda evine bıraktı. Bir şeyler yaptık bizde." Elleri beline gitti, yüzünde bir gülüş gülerek bana bakıyordu. "Uuuu. Afferin benim uşuğuma. Aslan damadım benim." Cidden... Bu Serdar sevgisinde artık bir şey söyleyemiyordum onu sevmesi hoşuma gidiyordu. Zaten Serdar annemin sevgisiyle bana karşı şımarmıyordu, ya da annemle birleşip benim üzerime gelmiyorlardı o öyle bir adam değildi. Onun önceliği bendim.

"Nereye gittiniz annem?" Ben annemle konuşurken teyzemler elbiseye ve ayakkabıya bakıyor, Ecrin topuzumla oynuyordu. Poposunun altındaki kolumu sıkıştırarak onu iyice kendime çektim. Çok güzellerdi evet, ama ben hangi birine bakacağımı şaşırmıştım. Sanırım önce annemle konuşmam gerekiyordu.

"Bu Serdar' ların ailesinin gelinlikçisi gibi bir şeymiş. Tasarımlarını sadece onlara ve nadiren onların tanıdıklarına hazırlıyormuş. Serdar' da geçen hafta söylemiş, kadın bir sürü model gösterdi, Sena' yla birini seçtik üzerinde oynamalar yaptık iki güne bitirecekmiş." Tabi Serdar hiç görmedi gelinliği. Beni sadece kapıya bıraktı, giderken de lütfen birini seç dedi, bana da seçmek kaldı.

Şimdi ortaya çıkan gelinlik, ayakkabı, elbise derken tüm bunlar hem çok hoşuma gidiyor hem de kılımı kıpırdatmadan her şeyin ayağıma gelmesi açıkçası beni biraz şımartıyordu.

Belim ağırdı, Ecrin iyice kilo almıştı. Onu yavaşça yere bırakıp bu defa "Uy güzel kızım benim." Diyerek yanağımı sıkan teyzeme güldüm. "Denesene hadi. Olur gibi duruyor ama ya olmazsa?" Nazlı Abla' ya dönerek kolumu teyzeme sardığımda odaya elinde kahvesiyle yengem girdi. Elbiseyi beğenmişti, bunu  keyifle gülüp dudak bükmesinden anlayabiliyordum.

Nazlı Abla' ya döndüm yine, denerdim birazdan. Nazlı Abla "Hazan senin göğüsler biraz büyük, ya olmazsa bu?" Derken hem elbiseyi süzüyor hem bana bakıyordu. Birden ciddileşerek o tarafa yöneldim. Sena "Arkası ipli bunun, olur." Diyerek bana baktı. Yengem hemen atıldı. "Güzelim korkma olur yaa. Olmazsa gider alırız bir tane ne var?" Sakinleştirir gibi bana bakıyordu. Aksini düşünmüyordum ama gülüşünden cesaret alıp rahatladım.

Olmalıydı, olmak zorundaydı çünkü olmazsa... Bilmiyorum bunu giymek istiyordum. Annem de "Sıkar mı sanki." Diyerek kuzenimi onaylayınca yüzüm düştü, elbiseye uzandım. "Çıkın da deneyeyim." Yengem "Melek saçmalama, bozmasanıza kızın moralini." Dese de moralim bozulmuş, keyfim kaçmıştı. Ya olmazsa?

Annemler çıktıktan sonra Sena kapıyı kilitleyerek arkasını döndü. Utandığımı biliyordu annem de olsa kimsenin yanında üzerimi değiştiremezdim. Özellikle sırtım, onu kendim dahil kimseye dönemiyordum.
"Oldu mu?" dediğimde elbiseyi henüz başımdan geçiriyordum. Belimde tutup aşağıya indirerek rahatlar bir soluk verdim. "Ay oldu yaa."

Boşuna korkmuştum o kadar. Gayet de güzel olmuştu. Hatta Sena bile beni baştan aşağıya süzerek elleri çenesinde gülümsedi. "Yaaaa aşkım benim, minnoşum çok güzel olmuşsun." Kendi etrafımda keyifle bir tur attım.
Derin olmayan V yakasıyla kolları normal, bilekten hafif genişliyordu. Önümden yere kadar ve belinde kemer niyetine kırmızı mavi nakış işlemesi vardı.
Belden sonra genişleyen eteklerim uçuşuyor, üzerime tam oturan, hatta belden çok hafif bol gelen elbiseyi çok beğenmiştim. Şaşanın aksine çok zarif, tatlı ve rahattı.
Keyifle ayakkabılarımı da giyerek salona ilerlemeye başladım. Aslında bu anımı en çok Süleyman Amca' ma göstermek istiyordum. Elbisenin bu geceye yakışır saf güzelliğini, üzerimdeki tatlı duruşunu, mutluluğumu, her bir anımı bir baba olarak onunla paylaşmak istiyordum ama hayranlıkla "Yaaa." Diye ayaklanan dayımla da idare edebilirdim...

.....

Emir' in beyaz gömleğini iliklerken yeniden duvardaki saate ilişti gözüm. "Güzelim tamam ama. Gelirler şimdi sakin ol bir." Elimde değildi, gözlerim sürekli saatte, kalbim hızla çarpıyordu.
Elimin tersiyle geniş omzunu silkelerken "Ay Emir öleceğim şimdi." Diyerek derin bir nefes aldım.
Serdar az evvel geliyoruz diye mesaj atmıştı ve bu sabahtan beri sakin olan ben şimdi sanki heyecandan ölecektim.

Emir kollarımdan tutarak yüzüme eğildi. "Kızım sakin  ol bir şey yok. Alt tarafı kahve dağıtacaksın." Alayla gülümsedi. "Konunun seninle alakası yokmuş gibi düşün." Evet, neyse ki onlarla birlikte salonda oturmayacaktım sadece kapıda karşılayıp bir de çay kahve dağıtacaktım. Yine de elimde değildi, Serdar' ı öyle görecek olmak, beni böyle görecek olması heyecanlanmama sebep oluyordu.

"Gel bakalım sen şöylee." Diye yükselen sesle Süleyman Amca kolumdan kavrayıp beni yavaşça yanına çekti. Bunu bekliyordum sanki, dayım, başkan, Tuğrul, Emir, Umut.. Erkek olan kim varsa onları bu gece kendime bir dağ gibi benimsiyordum.
Başkana sarılırken başımı yana çevirdim, zira lacivert takımına makyajım bulaşsın istemiyordum. "Aşkım çok heyecanlıyım." Başkan keyifle gülerek sırtımı sıvazladı. Dayım hemen yanımızda, kuzenim Umut arkadaydı.

"Bu kadar heyecanlanma vermeyeceğim seni." Bu defa ben gülerken dayım "Bence de Sülo. Bir yoklayalım bakalım ne olacak." Adam kocamdı, ve bu adamlar sadece şaka yapıyordu. Annem "Olmaz." Diyerek yanımızdan geçti. "Bu kadar sarma, börek, tatlı var. Evi de temizlettik o kadar. Tekte verelim ziyan olmasınlar bir daha uğraşamam."

Sena kahkaha atarak odamdan çıktı. O da hazırlanmış, siyah düz bir elbise giymişti. "Bence de verin, gecenin sonunda fincan takımımı alıp giderim beklemem ikinciyi falan." Söylene söylene bana gelmiş, elindeki parfümü at kuyruğu yaptığım saçlarıma sıkıyordu. Bukleleri eliyle düzelterek saçlarımı hafif savurdu.
Emir bize bakıyor, annemle teyzem aldıkları fincan takımlarını yeniden kontrol ediyordu. Emir önce masanın üzerindeki fincanlara sonra da bize baktı. "Belediye dağıtmış. Melek Şahin belediyesi."

Dayım fincanları görünce "Melek bunları benim istememde de kullanırız değil mi?" Diye diye mutfağa ilerledi. Annem bu akşam için aynı desen fincan takımlarımdan on iki takım almıştı. Ben de az evvel öğrenmiş, herkes gibi bu kadar fincanı ne yapacağımızı sormuştum. Tabi fincan değildi konu, konu aynı desen olmalarıydı. Annem dayımı "Afkurma la." Diye yeniden salona kovalarken dayım "Vermiy la bana bidene." Diyerek bize baktı.

Fincanları aynı desen almıştı çünkü o da benim gibi tek tipten yanaydı. Sonrasında da bu kadar bekarımız var herkese bir iki takım veririz demişti. E tabi fikir hepimize mantıklı gelince bize de annemi onaylamak düşmüştü.

Sena kolunu Tuğrul' un omzuna atmış Emir' le gülerek fincanları konuşuyorken dayım yeniden araya girdi. "Dayım, sen evleniyorsun sıra yine bana geldi." Süleyman Amca omzumdaki elini keyifle dayıma hareket ettirirken Emir gülerek dayıma baktı. Neyse ki yengem ortalarda yoktu. Her zaman böyle neşeli, keyifliydi. Sanırım dayıma biraz da bu yüzden bu kadar bağlıydım.

Dayım sağımda, başkan solumda Emir' ler bize dönerken Tuğrul "Ben balkona çıkıyorum." Diyerek hareketlendi. Saat sekize çeyrek vardı, az kalmıştı geleceklerdi.
Sena beni dipten başa süzerek gülümsedi. Sanırım bu hiçbir sorun yok demekti ama cidden, her şey çok güzeldi. Saçım, hafif makyajım, buklelerim, yüzüme inen iki ince saç tutamıyla ben de kendimi çok güzel hissediyordum.

Sena uzun saçlarını açık bırakmış, siyah uzun elbisesiyle sadece sade bir bileklik takmıştı. Normal şartlarda dudaklarından eksik olmayan kırmızı ruju bugün yok, onun yerine ufak bir parlatıcı vardı. Göğüslerinin üzerindeki uzun saçı alarak çöpe atması için eline vermiştim ki Tuğrul "Bir baksanıza acil." Diyerek birkaç saniyeliğine bize baktı. Emir anladı, o tarafa atıldı hemen. "Geldiler kesin."

Kalbim hızla çarptı, başkandan ayrılarak ben de Sena' yla birlikte ön taraftaki balkona çıktım. Hava kararmaya başlamış, sitenin önünü ışıkları yanan hareket halindeki lüks araçlar dolduruyordu. Kaç kişi gelecekleri ayıp olmasın diye hiç sormamıştım ama buradan bakınca çok kalabalık oldukları belliydi. Daha ne kadar vardı bilmiyorum ama araçların çoğu kısmı ön tarafa sığmadığından sanırım sitenin arkasında kalmıştı. Yanlara dağılan araçlarla Sena' nın tatlı tatlı "Yaa." Deyişini duydum.
Ona Serdar' ın bana nasıl davrandığını anlattığımdan mı bilmem ama bugün benimle birlikte epey keyifliydi, asla aksi bir şey söylemiyordu. Eli destek amaçlı omuzlarıma gitti.

Elinde telefon, aşağıyı çekerken "Arkası da aynı böyle." Diyerek diğer tarafıma giden Nazlı Abla' yla hafif geri çekildim. Ben de uzun uzun bakmayı çok istiyordum ama şimdi beni görürlerse ayıp olurdu. Mecburen filmli balkon camının arkasında duracaktım.

Tuğrul keyifle "Kaç araba var inip sayayım mı?" Derken Emir "He Tuğrul." Diye güldü. "Birlikte inelim arabalarla fotoğrafını çekerim bende." Tuğrul yeniden aşağıya yönelmiş, annemle iki teyzem kapıda dört dönüyordu.
"Çiçeğe bak kocaman."  Tuğrul' a sanki o çiçek bana gelmiyormuş gibi üzülerek "Yaaa." Dedim. Ben de bakmak istiyordum. Tuğrul devam etti. "Kız tutuyor ama kim o?" Serdar tutmuyor muydu?

Sena "Serdar şimdi indi arabadan. Ohaa, kanka tişört değil siyah takım giymiş." Diye keyifle kıkırdarken ben de güldüm. Kim bilir nasıl olmuştu? Birbirine kenetlediğim elimi tuttu, bana anlatır gibi devam etti. "Azat' da yanından indi." O arada Emir Tuğrul' a çiçeği tutan kızın Dilan olduğunu söylüyordu.

"Aşkım çok kalabalıklar. Biz mutfakta dururuz. Hiç genç kız yok, sadece Dilan. Çoğu adam ve teyze bunların. Azat yukarı bakıyor, Serdar apartmana doğru ilerlemeye başladı. Aa kapının önündeki  jeepden dedesi indi." Sadece Sena' yı dinleyerek boşta kalan elimi hızla çarpan kalbime götürdüm. Heyecan bir yana ben de izlemek istiyordum ama mutfak masasından bir adım ileriye gidemiyordum. Neyse ki Nazlı Abla video çekiyordu, ondan izlerdim.

Annem' in "Hazaan." Diye seslenişiyle o tarafa döndüm. Çelik kapının önünde dikilmiş yanına gitmem için elini uzatıyordu. "Haydi gel gel durma orada. Sena, ayıp teyzem hadi."

Sena' yla annemlere doğru giderken Tuğrul ve Emir hala gelenlere bakıyor, dayım aynada kravatını düzeltiyordu. Ellerini sıvazlayarak derin bir nefes aldığında yengem "Hazan öne geçsin. Kapıyı o açmayacak mı?" Diye usulca seslendi. Doğruydu sanırım, en öne geçerek elimi kulpa götürdüm. Metalin soğukluğu avcuma doldu, geri çekilerek hemen yanımda duran başkana ve anneme baktım. Onun peşinde dayım ve teyzem varken Sena Nazlı Abla' yla kenarda Ecrin' le ilgileniyordu.

Herkes komik bir şekilde dizilmişti, ben bu defa gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Zil çaldı, annem de otomatikle kapıyı açarak derin bir nefes aldı. Emir ve Umut bize doğru gelirken Umut' la göz göze geldim. Gülerek bana bakıyor, Mine Teyze' me ilerliyordu. Emir elini dur der gibi kaldırdı, mırıldanarak bana baka baka duvara yaslandı. "Sakiin."

Sakin olamıyordum elimde değildi. Birazdan kapı açılacak ve içeriye geçeceklerdi. Bakınca heyecanlanacak bir şey yoktu ama benim elimde değildi. Az da olsa heyecan tüm bedenimi sarmış, yanaklarım hafif kızarmıştı.
Geniş holde başkanla aramda bir adımlık mesafe barken başkan ensemden salınan at kuyruğumla oynayarak elini omzuma koydu ve kapı birden çaldı.

Birkaç saniye bekleme girişiminde bulunmadım bile. Kulpu tutup indirerek kapıyı kendime çektiğimde Serdar' ın dedesi ve babaannesi karşımdaydı. Arkaları kalabalık, görünürde Serdar yoktu. Yan tarafta olma ihtimaliyle "Hoş geldiniz." Diye gülümseyerek başımı selam verir gibi hafif eğdim. Önde dedesi, arkada babaannesi besmeleyle yavaşça içeriye adımladılar.

Dedesi bana fazla uzun bakmadan başkanla tokalaşırken babaanne elbisemden memnun bir ifadeyle bana gülümsüyordu. Lacivert uzun kadife elbisesi, beyaz örtüsü ve parlayan gözlerinde gördüğüm samimiyet... O ışıkla kalbim pır pır ederken uzattığı eli öpüp alnıma koydum ve kendimi tutamayıp yaşlı kadına sarılıverdim. "Elbise için teşekkür ederim." Derken eli belime bitmiş, sırtımı sıvazlıyordu. "Çok yakışmıştır." Sakin ve dinlendirici ses tonuyla geri çekildim. Eli elimde, yüzüne bakarken elimde olmadan gülümsüyordum. "Çok güzel."

Babaanne anneme doğru hareketlendi, sonra  arkalarında beliren Serdar' la birden tüylerim diken diken oldu.
Bana bakıyordu.
Simsiyah bir takım vardı üzerinde. Bedenini saran gömleğinden kemerine kadar ne varsa siyahtı. Kravat yok, gömleğinin ilk iki düğmesi açık. Geniş omuzları ceketi kavramış, bedeni daha bir heybetli duruyordu. Yutkunarak gözlerinden kaçırdım kendimi.
Elinde kırmızı güllerden oluşan koca bir buket çiçek, dışı yine siyah karton benzeri bir şeyle kaplıydı. Tam da Serdar' a göre bir çiçekti. Siyahın kırmızıyı sarıp sarmaladığı...

Yüzüne yine bakmak istedim, ancak baktığım gibi de gözlerimi utançla yeni traş olmuş yüzünden alıp bir adım geriledim. Çok yakışıklıydı, çok güzel duruyordu ama ben, onu görünce hızlanan kalbimin aksine yüzüne bakamıyordum bile. Utancıma yenik düşüp çiçeklere odaklandım, biraz da siyah pantolonuna.

Ona göre ufak bir adımla içeriye adımlarken gül demetini yavaşça bana yöneltti. Güllere uzandım, altında alelen birleşen ellerimiz beni bu defa gülümsetti. Ondan çekinmedim, hatta elini tutmak istedim fakat bir oluru yoktu. Serdar birkaç saniyeyle parmaklarımı okşaya okşaya geri çekilip "Yüzbaşım." Diyen başkana döndü. "Hoş geldin."

Ellerimde çiçekler, peşi sıra içeriye giren akrabalarını karşılarken yüzümde bir tebessüm, yanımda başkan vardı.
O kadar kalabalıklardı ki bitmiyordu, sonu asla gelmiyordu ama çoğunu zaten tanıyordum.

Kapıda bu defa elindeki çikolata dolu, altın renkli tepsiyle Azat belirince iyice sırıttım. Siyah takım elbisesi, beyaz gömleğinin aksine çikolatalar kırmızı bir tülle bezenmiş, tül ise adını bilmediğim çiçeklerle çok güzel bir şekilde bağlanmıştı.
Azat' ın bakışları beni buldu, anında gülümseyerek tokalaşmak için yüzüme eğildi. Bu haliyle ne kadar komik olduğunun o da farkındaydı. Dağ gibi adam, elinde koca bir tepsi çikolata..

Kalın sesiyle "Yenge merhaba." Deyişi beni daha da güldürürken keyifle böbürlene böbürlene mırıldandım. "Hoş geldin yengecim." O bir an böylesine keyifle yengecim dememe şaşırırken ben durmadım, tokalaşmayı tamamlamak için diğer tarafına geçtim.
Azat' ın gülüşü, hatta ima da olsa halime şaşırışı beni daha da mutlu etmiş, ondan sonra elinde bohçayla içeriye giren Dilan dikkatimi çekmişti. Dilan' dan sonra içeriye gelecek birkaç kadının da elinde birer bohça vardı. Bir an şaşırdım, ama hemen sonra insanları daha fazla bekletmemek için sakin sakin hoş geldiniz demeye devam ettim.

Sonunda bitmişti, herkes içeriye geçerken ben çiçeğimi odama bırakarak Sena' yla mutfağa ilerledim. Koca salon zaten tıka basa doluydu, o ortama girmem henüz mümkün değildi. Ki iyi ki değildi, asla giremezdim.
Nazlı Abla' yla bir saat evvel gelen diğer kuzenim Elif mutfağın kapısını kapatarak keyifle "Ayy." Dedi. Kızlar çok heyecanlı." Elif benimle yaşıttı. Sena kadar samimi olmasam da onu da seviyordum kendi halinde tatlı bir kızdı. Ardından Tuğrul ve Umut içeriye girince çaya bakarak heyecanla soludum. "Kim nasıl oturmuş?"

Umut kendine bir sandalye çekerken Tuğrul kapıyı kapatıp keyifle bana baktı. "Serdar Abim baş taraftaki üçlüde. Ortada dedesi var, diğer yanında amcası. Azat televizyonun karşısındaki üçlüde yanında iki adam var. Süleyman Amca' yla dayım onların karşısındaki koltukta. Diğer tarafta da kadınlar işte." Elimi kendime yelpaze yaparak salonu zihnimde canlandırdım.
Kapı çaldı, Tuğrul kapıya bakmak için mutfaktan yine çıkarken bu defa Mine Teyze' m başını kapıdan çıkarttı. "Hazan çayları hazırlayın. Nazlı hadi kızım."

Tabakların bir kısmı hazırdı. Sarmalar börekler kurabiyeler tatlılar derken annem baya bir hazırlık yapmıştı sağ olsun. Kenarda duran çay bardaklarına uzanarak sakin olmamı söyleyen Sena' ya baktım. Tam cevap verecektim mutfak kapısı açıldı, alt katta oturan Ezgi gelmişti. Onu da uzun süredir görmüyordum, şimdi böyle birden gelince sevinerek ona yöneldim. "Hoş geldiin." Aklıma gelmedi değil, ama aramıyor sormuyor utanmadan istemesine çağırıyor der diye hiç tıklatmamıştım kapısına. 

Sena çayları ayarlamaya başlamışken ben Ezgi' yle ayak üstü biraz lafladım, yeniden tezgaha yönelmemle Sena "Gelme gelme." Diyerek elini bakmadan bana uzattı. "Üzerine gelir beyazsın zaten aşkım, biz hallederiz." Elif' le çayları dolduruyor Nazlı Abla' da tabakları kontrol ediyordu.

Elimi kalbimin üzerime götürerek sakin olmaya çalıştım. Yüzümde bir gülüş, üzerimde tatlı bir telaş.. Yeniden mutfağa bakan Tuğrul' la "Tuğrul." Diye fısıldadım. Zaten bana bakıyordu. "Aşkım arada gelip haber ver ne yapıyorlar şimdi?"

Tuğrul omuz silkerek güldü. "Konuşuyorlar, devlet meseleleri. Yer dönüm işleri falan." O çıktı, ben de gülerek Umut' a döndüm. Keyfim yerine gelmişti muhabbet etmelerini seviyordum. Gerçi dayım da başkan da konuşmayı seven adamlardı bu durum beni çok da şaşırmıyordu.

Elim telefonuyla ilgilenen Umut' un sakallı yanağına gitti, temasımla bana baktı. "Sen neden gitmiyorsun?" Çok kalabalıktı evet ama illa bir kişilik de olsa yer vardır. "Gidiyorum şimdi arkadaşım bir şey istedi de onu hallettim." Diye hareketlenmesiyle Tuğrul yeniden içeriye girdi. "Babam geldi." Yeniden sevinçle gülümsedim. Bu akşam sürekli gülümsüyor, etrafımı saran insanlarla mutlu oluyordum. Eniştemin o yoğunlukta gelmesine o kadar sevinmiştim ki ona gidip sarılabilirdim, ama bunu şu an yapamazdım.

Tuğrul' un "Kadınlar diğer salona geçiyor, sığmadılar." Demesiyle Sena "Belliydi zaten. Niye baştan geçmedilerse" Diye söylene söylene derin bir nefes aldı. "Tuğrul gel iki tepsi de sen getir peşimden." Hararetliydi, bizden soyutlanmış karınca gibi çalışıyordu ama bir sorun vardı, ben o kadar adamın önüne nasıl götürecektim çay kahve?

Buz gibi olan ellerimle "Ben kadınların tarafına mı girsem sadece? Kahvede o tarafa geçerim?" En azından birinden kurtulurdum.

Sena beni başıyla onaylayıp yeniden Tuğrul' a döndü. "Git sehpaları dağıt geliyorum arkandan." Tuğrul gitti, peşinden Ezgi' de gidince ben daha da gerilip ne yapacağımı bilemedim. "Ben kadınların önüne sehpa koyayım onların çayını da sen getir haydi." Diyerek kolumu sıvazlayan Nazlı Abla' yla diğer tepsiyi alıp çayları dökmeye başladım.
Her yer bardak, her yer tabak ve fincandı. Çayları döktüm, tabakları erkek tarafına taşıyan Sena' nın ardından kadınların olduğu odaya giderek babaannenin önünde durdum.

İlk çayı ona veriyordum. Bunun için hafif eğilmiş, dikkatle tepsideki çay bardaklarını kontrol ediyordum. Bu gece en büyük korkum; ki mübalağa yapacak olursak ince ipte yürüyebildiğim topuklularla bir şey taşırken düşmekti. Daha evvel hiç başıma gelmemişti, ama olur mu olurdu.

Maşallah söylemleriyle çayları tek tek dağıtarak muhabbetlerini hiç bozmadım. Adımı duydum, Serdar' ın adını duydum ama çayları dağıtana kadar kimse bir şey sormadı. Sonunda boş tepsi elimde, Nazlı Abla ve Elif tabakları dağıtıyorlardı ki bir teyze bana bakarak "Nasılsın ķızım?" Dedi.   Gülümsüyor, keyifle beni izliyordu.
Erkeklerin olmayışından daha rahattım, hafif eğilerek kadını izleyemeye devam ettim. "İyiyim teşekkür ederim siz nasılsınız?" Halası olmalıydı, dün akşam görmüştüm ama hiç konuşamamıştım.

Babaanne bana karşı sessizliğini korusa da bana bakarken daima usul usul gülümsüyor, annemle muhabbet ediyordu. Kız tarafından iki teyzem, yengem, annemin samimi arkadaşı olan alt kattaki komşumuz Nermin Yenge ve annem vardı. Erkek tarafını babaanne, Azat' ın annesi, Dilan ve birkaç hala dışında tam bilemiyorum ama onlar da on altı on yedi kişiydiler.

Bir kaç nasılsın iyi misinden sonra yeniden mutfağa yöneliyordum ki holün ortasında yüreğime bir şey ilişti. Olur ya, insanın aklına birden bir şey gelirdi. Bu, olduğum yerde yavaşlayarak kaş çatmama sebepti.
Bu gece onlar yoktu.
Bu gece...
Neden?
Bu gece herkes buradaydı da Serdar' ın anne ve babası neden yoktu? Oysa eminim, ne olursa olsun  gelmek isterlerdi. Servet Amca ve Hatice Teyze burada olmalıydı.
Bir yanım onlar için çokça üzülürken diğer yanım kendime kızgındı. Neden bunu daha evvel düşünüp Serdar' a sormamıştım ki?

Mutfağa girişimle Sena "Ne oldu?" Diyerek kolumu tuttu, yüzüme eğildi. "Aşkım ne oldu?" Keyfim birden kaçmıştı ve bu elimde olmayan bir şeydi.
Başımı iki yana sallayarak içeriye bir şeyler götüren kızlarla Sena' ya bakıp mırıldandım. "Hatife Teyze' yle Servet Amca yok. Neden? Şimdi geldi aklıma bir garip oldum."

Bakışları birden hüzünlendi. Bir yere çağırılmamak, istenmemek ne kadar kötüydü? Benim derdim Serdar değildi, üzüntüm anne ve babasıydı. Sena sadece yüzüme bakarak omuzlarını bilmem diye kaldırırken mutfağa giren Dilan' a zoraki bir şekilde gülümseyip "Gelsene." Dedim. Ona sorabilirdim, belki bilirdi. Sena' da aynı şeyi düşünmüş olacak ki "Dilan Serdar' ın annesi babası niye gelmedi? Servet Amca' yla Hatice?"

Dilan siyah örtüsünün çevrelediği yüzle bir bana bir Sena' ya baktı. Onun da keyfi kaçmıştı sanki. "Dedenler konuşmuyor onlarla." Deyince çatılan kaşlarımla "Neden?" Diye atıldım. Dudak büktü. "Bilmiyorum ama eğer onlar gelseydi bizden kimse gelmezdi. Aileden kimse konuşmuyor." Sena "Haydaa." Derken ben alnımı sıvazlayarak elimi belime götürdüm.

Ailevi konulardı belli. Neyse dedim kendi kendime. En azından konu ben değildim vicdanımım sızlamasına gerek yoktu. "Ne güzel olmuşsun sen böyle." Diyerek  Dilan' ın yanağını sıkıp konuyu değiştirdim. Dilan sırıtarak elbisesinin iki yanını tuttu, tatlı tatlı "Tişkür ederim cinım." Gösteri sonu gibi hafif eğildi.

Sena "Ya şirin." Diye söylene söylene yeniden mutfaktan çıktığında Dilan beni izliyordu. "Sen de çok güzel olmuşsun elbise çok yakışmış, babaannem seçti." Kaşlarım havalandı "Öyle mi?" Zevkli kadındı doğrusu, abartıdan ziyade elbisenin naif ve masum oluşunu sevmiştim. Şahsen bu olmasaydı ben pudra rengi, uzun, kadife bir elbise alırdım herhalde. Babaannedeki kadifeler ilgimi çekiyordu.

Dilan da gerçekten çok güzeldi. Kırmızı elbisenin altında topuklu ayakkabısı vardı, bu onun boyun daha uzun kılarken makyajının parıltısı da dikkat çekiyordu.

"Ee neler yaptınız dün?" Diyerek kollarımı kucağımda bağladım. Niyetim dünü bir de ondan dinleyip gülmekti. Tahmin ettiğim gibi, Dilan' da  kıkırdayarak gözlerini devirdi. "Ya sorma Sena' yla abim didişip durdu. Sonunda abim dayanamadı kalk gidelim Dilan dedi. Emir sana da Allah kolaylık versin kardeşim deyip ayaklandı." Dilan yine eski Dilan' dı. Samimi, neşeli, şiveli, tatlı. Dün ona ne olmuştu bilmiyorum ama bugün iyiyse sorun yoktu.

Kimse üzerim kirlenir bir şey olur diye bana iş yaptırmıyordu. Tüm servisi onlar hallediyor, ben oturduğum yerden sadece izliyordum. Dilan' la biraz muhabbet ettik, o arada çaylar tazelendi içeride muhabbetler edildi, arada kızlar da bize katıldı, Dilan bir şeyler yedi derken bende ne stres ne de heyecan hiçbir şey kalmadı. Hepsi Dilan' ın muhabbetiyle geçerken onun komikliklerine gülerek yer yer karşılık verdim.

Nazlı Abla çayları tazelemeye gelmişti. Boş olan büyük demlik altını alarak omzunun üzerinden bana baktı. "Kuzum kahveyi koyalım anca olur."
Elim Dilan' ın omzunda, dün beni maaile nasıl sevdiklerini güle oynaya keyifle anlatırken ayaklanıp kahveyi koymaya başladım.

O amcalarının arkamda söylediği her şeyi bana çıtlatıyor, ben de dikkatle onu dinleyerek sarma yiyişini izliyordum. Sonuca bakarsak beni herkes çok sevmiş, ayrıca ne kadar zeki olduğumdan bahsetmişler. Bahsi geçen hikayeye ayrı bir şaşırmışlar, efendiliğimi ve güzelliğimi başka övmüşler. Dede hakkımda hiçbir şey dememiş ama konuşan kimseyi de susturmamış. O öyle konuşmazmış ama o zaten yapacağını yapmış, diyeceğini de dün açık açık demişti.

Tuğrul "Kapıdaki ayakkabıları çektim aşiret istemesi diye twitleyeceğim." Diye söylene söylene mutafa girip bir an Dilan' a baktı. "Selam." Sonra bana döndü. "Ya ohoo oo. Abi ben tencerede yaparsınız fotoğrafını öyle çekerim diyordum." Gözlerimi devirerek arkada fokurdayan çayın altını kapattım. "Yok leğende Tuğrul."
Koskoca demlik altığıydı, o kadar büyüktü ki biz bi demliği yılda en fazla üç kere kullanıyorduk o da mevlütlerde. E biz hariç elli yedi kişiye yetmişti de.

Dilan "Serdar abi herkesi istemedi, yoksa sığmazdık bu en az halimiz." Diye kıkırdayınca Tuğrul hiç yabancılık çekmeden yalvarır gibi ilk defa gördüğü Dilan' a baktı. "Ya sende vardır tencereli kahve. Siz aşiretsiniz vallahi vardır, varsa atsana bana?" Ben ufak bir kahkaha atarken kızlar mutfağa girmiş Dilan "Var var." Diye gülerek telefonunu açmıştı. "O ayakkabılar az ama, daha çoğunu atayım mı sana?" Diye ekleyince Tuğrul şaşkın şaşkın keyifle "Lan harbi miii?" Diyerek Dilan' ın telefonuna baktı. "At at. Al veriyorum numaramı at watsaptan."

Çaylar sürekli tazeleniyor, Tuğrul ve Dilan konuşuyor hatta konuşmakla kalmayıp artık takipleşiyorlarken içeriden gülüş ve muhabbet sesleri geliyordu. "Nedir durum." Diyerek Ezgi ve Elif' e baktım. Ezgi gülerek kendine bir sandalye çekti ve Sena gibi oturdu. "Her şey yolunda seninki çok rahat vallahi." Şaşırmıyordum, gerçi şu an ilk dakikaların aksine ben de epey sakindim.

Nazlı Abla mutfağa girdi, kapıyı yavaşça örterken mırıldandı. "Kahveler yapılsın dedi annemler." Başımı sallayarak demliği gösterdim. "Koydum ya, Ecrin nerede?" Akşamdan beri yoktu, bir ara vardı sanki ama sonra hiç görmemiştim. "Uyudu o yatak odasında." Diyerek fincanlara yönelince ben de o tarafa döndüm.

Saat dokuz buçuğa geliyordu ve asıl olaydaydı sıra. Henüz istenmemiştim, bunun için kahveler hazırdı. "En son Serdar' a." diye mırıldanan Nazlı Abla' yla az şekerli yaptığım kahveleri fincanlara boşaltmaya başladım. Dilan' a sormuştum, hiç uğraşma bizimkiler bu kalabalıkta ona bakmazlar demişti. Ben de çoğunluk az şekerli içtiği için kahveleri öyle yapmıştım.
Tek tek boşalttığım kahvelerle diğer tepsiyi Sena alacaktı. İkimiz önce erkek tarafına, sonra kadınlara geçecektik.

Ben hazırdım, aslında çok da hazır değildim heyecandan ölmek üzereydim ama yapacak bir şey yoktu bu kahveleri eninde sonunda yine ben dağıtacaktım. Tepsiyi tutarak yavaşça kaldırdım, kapıya döndüm. Dökmezdim, buna emindim. Tek sorun Serdar' ın karşısında olmamdı ama bunu da aşarım diye diye ellerimde kahveler yavaşça mutfaktan çıktım.

Düşünürsem yapamazdım, ben de bu gece ne olduğunu düşünmeden, bu insanların bize neden geldiğini hatırlamadan sakin sakin odaya girerek en baştaki üçlüde oturan dedeye yöneldim. Ben girince herkes susmuş, tüm gözler üzerime dönmüştü. İlerledim, hafif eğilerek dedeye uzattığım kahveyle daha da gerildim. Bu sessizlik nefesimi alelen kesiyordu. Herkesin beni izlemesi, istenecek kız olmam, üstelik damadın hemen çaprazımda oturan Serdar olması zaten yeterince heyecan vericiydi.
Yetmezmiş gibi o da sadece beni izliyordu, bunu hissedebiliyordum.
Dedenin yanındaki amcaya geçtiğimde neyse ki Azat ilgiyi üzerine çekip bir muhabbet açtı. O sırada da elinde kahveler odaya Sena girdi.

Sena kahveleri Azat ve Emir' lerin tarafına verirken ben önce amcalara sonra dayımlara kahve ikram edip en sonunda ikinci tepsinin sonuyla yine Serdar' a yöneldim. Topuklu ayakkabılarım gayet rahat, uzun elbise bedenimi, saçlarım ensemi ve başımı okşuyordu.
Boşalan tepside sadece bir fincan, karşımda sevdiğim adam vardı. Serdar' ın dikleşmesiyle dudaklarımı ıslatarak ellerini ve bedenini izlemeye başladım. Bir eli fincana gitti diğeri elini ceketinin içine uzattı ve fincanı alırken ceketinin cebinden çıkarttığı kırmızı uzun kadife kutuyu metal, içinde dantel olan annemin çeyizlik tepsisine bıraktı.

Bu ne diyemedim, kaş çatamadım, merak dahi edemeden geldiğim gibi yavaş adımlarla odadan çıkıp kendimi adeta mutfağa attım.

Kutuda ne var çok merak ediyordum, fakat ona bakamadan kadınlara da kahvelerini dağıtmam gerekiyordu. Kutuyu "Ay o ne?" Diye heyecanlanan Sena' nın eline tutuşturarak yeni bir tepsi aldım. "Dursun, gelince bakacağım aşkım. Serdar koydu tepsiye ben de bilmiyorum." Keyifle gülüyor, içinde ne olduğunu merak ediyordum. Hiç de söylememişti, hiçbir şey de beklemiyordum. Aklımın ucundan dahi geçememişti böyle bir şey.

"Kızım gül koyarlar." Ezgi Elif' e bakarak daha da güldü. "Benimki para koymuştu." Ben hiç bilmiyordum böyle bir şeyi. Eminim Sena' da bilmiyordur. Bunlar bizim ilgi alanlarımız değildi çünkü.
Diğer tepsiyi alarak heyecanla "Hadi." Dedi. "Dağıtalım da gelip bakalım ben çok merek ettim." Sena' nın keyfi beni daha da mutlu ederken gecenin sorunsuz ilerleyişine hala heyecan duyuyordum. Hayatımın en güzel akşamıydı, en sakin ve en duygusal anı olabilirdi.

Metal tepsiyi yeniden alıp mutfaktan bu defa diğer solan için çıktım.
Rahatlamıştım, kadınlar tarafı kolaydı onu kendime  dert etmiyordum bile. İşin asıl kısmı bitmiş, gerisi içeride oturan büyükleri ve Serdar' ı ilgilendiriyordu. Tabi onun da benim aksime gerileceğini asla sanmıyordum.

Sonunda kahveleri dağıtmış, boşalan tepsilerle mutfağa gelerek Serdar' ın tepkiye koyduğu kutuyu hep birlikte açmıştık. İşlemeli çok güz altın bir bileklik vardı kutuda. Tam elime almıştım ki mutfağın kapısı açıldı, Tuğrul başını içeriye sokarak dişlerinin arasından usulca "İsteniyorsuun." Diye soludu. Anında kutuyu kapatarak o tarafa kulak kabarttım. Dedesinin kaba ve tok sesi geliyordu fakat ne dediği tam anlaşılmıyordu. Elimde kutu, sağ elimi kalbimin üzerine atıp kızaran yüzümle sese odaklanmaya çalıştım. "Oğlumuz Serdar' a istiyoruz." Kısmı kulaklarıma doluyordu ki o tarafa bir adım atarak kutuyu heyecanla Sena' nın eline tutuşturdum.

Başka konuşacaktı, bunun için heyecanla birkaç adım daha ilerleyip nefesimi tuttum. Tuğrul önümde, Sena yanımda kızlar arkada çıt çıkmadan salonu dinliyorduk. Neden bilmiyorum, sanki vermekten başka şansı varmış gibi..  Verecekti vermesine de, ben o sözleri başkandan duymak istiyordum. Neyi nasıl söyeceği benim için şu an aldığım bir kararla çok önemliydim.

Az duyulan sesiyle bir an "Hazan benim kızım, çok kıymetlim." Dediğini duydum. "Hepimiz için çok kıymetli, ailemizin değerlisi.." Dayımı ve eniştemi de kast ediyordu, böyle konuşması boğazımda bir yumruya sebep olurken sakin kalmaya çalıştım. "Ama görüyorum ki bizim için değerli olan sizin oğlunuz için, çok daha farklı. Daha anlamlı, belki de daha değerli."
Ne yazık ki bu doğruydu. Herkesin sevgisi bir yana Serdar çok daha başka seviyordu beni. Cidden üzerime titriyor, bir şey istiyor muyum diye daima gözlerimin içime bakıyordu. Hakkını yiyemem, ne mutlu bana ki, beni bu dünyada en çok Serdar seviyordu.

Tuğrul boşta kalan elimi tutarak avuçlarına aldı. Sena elini sırtıma bıraktı. Başım hafif yerde, nefes dahi almadam sadece duruyordum. "Hazan benim kızım evet, ama Serdar' da her an tereddütsüz sırtımı dayadığım askerim, oğlum. Bu yüzden ona bu konuda da güvenimin sonsuz. Sevgisinden de kızımızı üzmeyeceğinden de şüphemiz yok. Ben Serdar gibi bir damadı bulamam, ama siz de Hazan gibi bir gelin bulamazsınız." Sonlara doğru gururla gülümseyerek Tuğrul' un elini sıkıca tuttum.
Başkan son olarak "Kızımız önce Allah' a sonra ona emanet. Verdik efendim. Hayırlı, uğurlu, mübarek olsun. Allah utandırmasın." Derken ben mutluluktan ne yapacağımı bilemiyordum.

Salona gitmeli miydi? Kadınların yanına mı gideyim derken annemler bir bir odadan çıkarak büyük salona doğru ilerlemeye başladı. Aynı anda Emir' de salondan çıktı, yüzünde bir tebessüm gülerek beni buldu, eğilip yanağımı öptü ve "Gel hadi." Diyerek beni salona yönlendirdi.

Eli sırtımda bir abi gibi beni sahiplenişiyle yüzümde garip bir tebessüm oluşurken herkesin ayaklandığı salona girdim. Annemler salonda, Serdar' ın halaları amcaları gülerek bana bakıyordu.
Sadece oturan dedeydi ve Serdar' da ayakta, derin bir nefesle beni izliyordu.

Ona dönmeden tok sesiyle "Gel bakalım gelin hanım." Diyerek elini bana uzatan dedeye doğru ilermeye başladım. Bana elini uzatmış, resmen gelini olarak kabullenmişti.
Babaanne de dedenin yanına geçip otururken dedenin elini tutup önce dudaklarıma, sonra o eli alnıma götürdüm. Ardından babaanneye, hemen yanında ayakta dikilen amcaya... Serdar yalnızca dedesinin, babaannesinin, annemin ve babamın elini öperken ben de onun akrabalarıyla görüşüyordun.

Halalara ve yengelere sarılırken onlarla gülüyor, anneme sarılırken hızla çarpan kalbim güvenle yumuşuyordu. Serdar' la daima sırt sırtaydık hiç yan yana gelmemiştik, başkanla ve dayıma sarıldıktan sonra sonunda eniştemi buldum. Gelmesi beni ayrı bir mutlu etmişti, bunu onunla daha geniş bir zamanda konuşacaktım zaten. Şimdilik sadece o derin heyecana karışıp herkese sarılıyor, ellerini öpüyordum.

Dayımın yanaklarını öperken hafif öksüren amcayla hepimiz ona doğru döndük. Azat' ın babası, elinde kurdeleye bağlı yüzükler, dedenin ve babaannenin yanında durmuş "Hadi yüzükleri takalım gençler." Diyordu. Yeniden şaşırdım, ben yüzük takılacağını da bilmiyordum ama normal olan buydu, üç gün sonra nikahımız vardı.
Cidden Serdar' ın dediği gibi hiçbir şeyi düşünmemiştim, anlaşılan yüzük seçimine kadar her şeyi o halletmişti.

Dayımın yönlendirmesiyle salonun ortasına ilerlerken Serdar' da Emir ve Azat' ın yanından ayrılıp hemen yanımda durdu. O sarılarak uyuduğum adama bu defa bakamıyor, hatta yanımda bir yabancı oluşuna utançtan mutlu oluyordum.

"Ben böyle konuşmaları pek beceremem." Derken  bakışları üzerimizde geziniyordu. Benim aksime utanmadan, kimseden çekinmeden açık açık beni izleyen Serdar' a keyifle odaklandı. "Allah bir ömür anlayış, mutluluk, sağlık ve huzur versin." Serdar yanımda durup bana baktıkça utanıyor, ne amcaya ne de ona bakamıyordum. Bakışlarımı bizi izleyen insanlardan bile kaçırarak başımı utançla yere eğdim.
Dudaklarımı kemirirken hissettiğim güzellik bedenimi bir bahar vakti sabahına sarıyordu sanki. Bu güzün sonu güneşti. Nasıl kahvenin ardı yeşilse, o kara günlerin ardı da Serdar' ın güven veren koynu, beyaz yatağıydı..

Bu gecenin sabahında ne olur bilemem, yıllar sonra bu anları düşünüp aynı heyecanı hisseder miyim meçhul. Hiçbir şey bilmiyordum, hiçbir şeyden adım kadar emin de değildim ama yüreğimde tattığım bu gıdıklanma hissiyle en çok buna inanmak istiyordum. Yıllar sonra bile bu güne bakıp iyi ki diyebilmeyi. Koynumda sevdiğim adamla bu geceyi düşünüp tebessüm etmeyi, onun beni izlerken düşündüğü şeyleri öğrenmeyi..
Her anıyla kaderime dolaşan bu vakti miladım ilan etmeyi çok isterdim...

Neden bilmiyorum, bunu daha sonra Serdar' a soracaktım ama iki kurdeleye bağlanan yüzükler tepside değil amcasının elinde, kurdeler ise birleşik değil ayrıydı. Onları bir makasla ayırmıyor, zaten ayrı olan yüzükleri parmaklarımızda birleştirecek gibi duruyordu..
Hemen yanımızda duran adam "Ailemize hoş geldim kızım." Diyerek yüzüğü bana doğru uzattınca elimi yüzüğe yönlendirdim. Kırmızı kurdeleli altın yüzük ettiğim teşekkürle birlikte parmağımı buldu, ardından hedef Serdar' a döndü. "Hayırlı olsun hepimize." Yüzüğü Serdar' ın da parmağına taktı ve biz nişanlanmadan evvel evlenmiş olduk.

Alkışı başlatan Tuğrul olurken derin bir nefesle Umut' un yanında duran Sena' ya baktım. Gülüyor, hafif hafif gülerek beni izliyordu. Hikayenin başını bir o, bir Yeliz bir de ben biliyorduk. Bir hata mıydı saçlarımı delice çeken adamla evleniyor olmak? Yoksa sevgiyle gelen mucizelere unanmaktan başka şansım yok muydu, ha siyah dev?

Yüzüklerimizi takan Azat' ın babası sırayı babaanneye verirken babaanne elinde kalın bir bileklikle önümde durdu. Bir şey söylemedi, sadece gözlerime bakarak gülümser bir şekilde sağ bileğime kalın bileziği taktı.
Takı da mı olacak dedim kendi kendime ama başkan kadife bir kutuyla yanımıza gelmeye başlayınca netleştim, takı da olacaktı.

....

Serdar' ın omzumdan sarkıttığı elini tutarak Azat' a bileziklerimi salladım. "Yiyeceğim işte görürsün." Birkaç saniye evvel tüm bilezikleri kumarda yer bu demişti, şakayla karışık yükselişim onaydı.
İçlerinden ikisini de o takmıştı ama konumuzun bununla bir ilgisi yoktu. Söz konusu onun bana verdiği sözmüş, ne istersen alacağım demiş ve ben bir şey istememişim, bu yüzden bu gece bana sanırım nikah haricinde iki bilezik takmıştı.

Herkes içeride yeniden çay içiyorken biz gençler olarak mutfakta muhabbet ediyorduk. Genç demişken, onlara göre daha genç. Yoksa Serdar' a genç demek bilemiyorum, bu daha çok telefonlarıyla  ilgilenen Tuğrul ve Dilan' ı kapsıyor gibiydi.

Sena ağzına bir tane daha sarma atarak boşalan tabağı arkamdaki lavaboya koyduğunda Serdar' la tezgaha yaslanmış, karşımızdaki masada oturan Ezgi, Elif, Umut, Azat Tuğrul ve Dilan' ın karşısındaydık. Sena "Aşkım yesene sen de acıkmadın mı?" Diyerek bu defa mutfak masasına bir tabak börek koydu. Bir yandan bana bakıyor, diğer yandan kıymalı el açması böreği Umut' un ağzına tıkıştırıyordu.

Aslında açtım, gerçi aç olmasam da yerdim ama sonra yerdim şimdi canım istemiyordu. "Yerim bir ara." Diyerek Serdar' ın sırtındaki elimi hareketlendirdim. Takı az evvel bitmiş, birkaç kişi gitmişti Emir' de hala içerideydi.
Umut' la Sena bir şeyler konuşuyorken Azat telefonuyla ilgileniyordu. Bu defa hiç konuşmamışlar, hatta Sena ilgisizlikle Azat' ı görmezden gelmişti. Uğraşmak istemiyordu belli, zaten Sena bir erkekle sürekli konuşmak isteyen biri değildi, canı isterse.

Elini tutarken "Gidelim mi yavrum?" Diyen Serdar' a dönerek usulca "Serdar." Dedim. Bunu konuşmamıştık, kızar mıydı bilmiyorum ama güzel bakışları yüzümde geziniyorken dudak büktüm. "Ben bu gece burada kalsam. Herkes burada, ayıp olur." Tartışmak istemiyorum mantıklı olan buydu. Üstelik annem beni bırakmazdı, hem bu kadar insan da benim için gelmişti.
Neyse ki Serdar' da tahminimin aksine birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra başını sallayarak sıkıntılı bir nefes verdi. "Yarın akşam uğrar alırım ama. Dayınlar ve Sena var diye sadece." Keyifli bir şaşkınlıkla başımı salladım. Bazen tahminimin aksinde ilerliyordu işler. Yine de bu kaba adamın beni darda bırakmayışını çok seviyordum.

Yavaşça kulağıma eğildi, kokusu burnuma dolarken dudakları tenimi yaladı. "Gitmeden göreyim seni bir." Görüyordu ya? Yüzüm omzunda, imali kaş çatışımla "Ayrı, odada." Diyerek geriledi.

Sanırım derdi biraz şeydi.
Benim derdim neyse onunki de oydu işte.

"Altının kızı var."
Mutfağa giren Emir' le Serdar' dan ayrılırken gülerek kurabiyeyi ağzına atışını izledim. Biraz daha zorlasak dirseklerime ulaşan bileziklerden bahsediyordu. Benim suçum yok, hemen hemen gelen herkes bir bilezik takmıştı ama ben bir çoğunu az evvel çıkartmıştım. O kadar şeyi taşıyamazdım.

Birkaç adımda beni buldu, diğer yanıma geçerek  yanağıma eğildi. "Siz şimdi nişanlı mısınız karı koca mı?"
Geri çekilirken kurduğu cümleyle biz gülerken Azat "Kayın elti şimdi onlar." Diyerek bacak bacak üzerine attı.
Serdar sessiz kalmış, tek mimik kıpırdatmamıştı ve bunun tek sebebi huzurlu sakinliğiydi. Öyle ki yanıma gelen Emir' e bile tek kelime etmiyordu.
O belimi sevmeye devam ederken "Seni kendime kuma yaparım Azat." Diye atıldım. Emir' in eli sol omzumda, Serdar' ın eli belimde ikisinin ortasında kendimi çok daha güçlü hissediyordum.

Tuğrul Dilan' la gülerek telefona bakıyordu ki Tuğrul erkanı Umut' la konuşan Sena' ya tuttu. Sena ne gördüyse ofladı, Dilan' a dönüp gözlerini devirdi. "Ya takılma şununla, zeka geriliği yaşayacaksın kızım."  Tuğrul alışkındı, Sena' ya aldırmadı ama Dilan bu defa kahkaha attı, Tuğrul' un telefonunu alarak ona başka bir şey gösterirken "Abi." Diye Azat' a döndü. "Biz yarın gidecek miyiz?" Azat omzunun üzerinden Dilan' a döndü. "Gideriz Dilo."

Serdar belimi okşuyor, Elif telefonla konuşmak için balkona çıkarken Ezgi' de mutfaktan çıktı. "Bir şeyler yedin mi sen?" Serdar' ın sesiyle ona dönerek "Cık." Dedim. Sadece geldiğimde bir şeyler atıştırmıştım hepsi o.

"Başka bir şey istiyorsa-" Çatık kaşlarına bakarken "Yok yok." Diye sözünü kestim. Yerim birazdan iyiyim böyle. Boynum bileklerim hala yer yerim altındı, herkes gittikten sonra hepsini çıkartır, üzerimi değiştirir ben de bir şeyler yerdim. "Yerim Serdar acelesi yok." Başka ne isteyebilirdim sarma vardı?

Emir Sena' ya bakıp "Sena çıkarız birazdan hazırlan." Derken bir elini ön cebine sokmuştu. Tamamen ona dönerek başımı Serdar' a yasladım, Sena başını yana eğerek bize baktı. "Ya gelmem aşkım. E gitme sende?" Bence de şimdi gitmemesi gerekiyordu. Emir kaşlarını kaldırarak başını arkaya attı. Gidecekti yani kesin, en azından biraz daha dursun diye bu defa ben araya girdim. "Sonra gidersin niye acele diyorsun?" Emir bir an Serdar' a döndü. "İşlerimiz var erken kalkacağım." İşi Serdar' laydı belli.
Tuğrul' un "Ben geleceğim." Demesiyle Emir sakince onu onayladı. "Tamam." Biz bu gece muhtemelen dayımlarla sabaha kadar otururduk. Keşke Emir' de olsaydı. Tuğrul da aynı şeyi düşünmüş olacak ki "Ya ama bunlar şimdi sabaha kadar otururlar, muhabbet ederler ne güzel. Ben gelmiyorum vaz geçtim." Diye ofladı. "Hazan Abla' mla takılayım biraz." Bence de. Keşke Emir Serdar ve Azat' da kalsaydı ama gideceklerdi. Hatta onlar da gitmeden, benim Serdar' ı odaya çekmem gerekiyordu.

Tam bunun için hareketlenecektim ki içeriden biri "Kalkıyorlar." Diye seslendi ve kapı yeniden açıldı, bu defa içeriye eniştem girdi. Bana baktı güldü, göz kırparak ellerini tam önünde olan Sena' nın sandalyesine koydu. "Sena Hanım merhaba." Sena enişteme bakmadan elindeki telefonla yavaşça bana döndü. "Selam canım." Serdar elini çekmezken ben olduğum yerde dikleşerek araya biraz mesafe koydum. Azat omzunun üzerimde ikiliye dönmüş, Emir benim gibi gülerek olan biteni izliyordu.

"Nasılsınız? Görüşemiyoruz hiç? Çok yoğunsunuz." Ona bir yabancı gibi yaklaşıyor, mesafeyle muhabbet etmeye çalışıyordu. İlgisini çekmiş olacak, Azat çattığı kaşlarla iyice o tarafa dönerken eniştem "İyiyim teşekkür ederim." Diyen Sena' nın yanağından makas aldı. "Yoğun olmak sizin işiniz." Sena da hiç gülmüyor, bu minik oyunun ciddiyetini koruyordu ama gerçekten, eniştem o kadar yoğundu ki haftada bir zor görüşüyorlardı.

"Vaktimiz oldukça arıyoruz. Açmıyorsun hiç?" Eniştem kravatını düzeltirken sadece Sena' ya tepeden bakıyor, hafif gülüşle onu yokluyordu. Trabzon' lu olmasına rağmen diksiyonu, duruşu, hitabı ve konuşması o kadar güzeldi ki sabaha kadar bir şeyler anlatsa dinlerdim.

Telefonuna bakmaya devam etti. "Yanlış zamanlarda arıyorsunuz Asım Bey, bakamıyorum." İlgilenmiyor gibi duruyordu.
Eniştem şaka yapar bir gülüşle bana baktı, sonra yeniden Sena' ya dönerek hayretle "Allah Allah." Dedi. Azat tahminen olayı epey yanlış anlıyordu. Tam iyice o tarafa hareketlenmişti ki eniştemin "Ne zamandır babaya yanlış zamanlarda arıyorsunuz deniyor?" Deyişiyle olduğu yerde durdu. Ona da ayrı bir gülmek istedim ama yapamadım. Sena' nın babası olduğunu şimdi öğreniyor olmalıydı.

Sena başını arkaya atarak babasına gülerken eniştem eğilip yanağını öptü ve bana doğru adımladı. "Avukat hanım." Kendinden emin bir şekilde gülüyordu. Tokalaşmak için elini uzattı, tutunca eğilerek yanaklarımı öptü. "Tebrik ederim Hazan' cığım." Deyişine ben de onun yanağını öpüp sarılarak karşılık verdim.
"Enişte hoş geldin." Başını sallayarak benden ayrıldı, "Biraz geç kaldım ama olsun." Serdar' a baktı. "Damadımızı göreyim bir dedim." Serdar sakin sakin eniştemi izliyordu, başını hafif eğip kaldırırken eniştem devam etti. "Serdar memnun oldum. Trabzon' a da beklerim." Gider miydik bilmiyorum ama Serdar "İnşallah." Diyerek eniştemi onaylayınca neden olmasın dedim kendi kendime. Belki önümüzdeki yaz, birkaç hafta?

Nazlı Abla mutfağa girerek "Hazan." Dedi. "Kalkıyorlar gel." Serdar' dan ayrılarak sessizce mutfaktan çıktım. Eniştem var diye bekle diyememiştim ama onlar gitsin, Serdar' la görüşeyim sonra isterse o da giderdi.
Kapıya yol alan Azat' ı görünce salonun önünde "Ya sen de mi?" Diye duraksadım. Gülerek bir dışarı çıktı, "Yenge yatıya mı kalayım?" Derken ayakkabılarını giymeye başlamıştı. Onun peşinden Emir' de çıkışa geçince hızla yanlarına gittim. Emir' i öptüm, Azat' a el sallayıp güle güle giyerek misafirleri geçirmek için salona geçtim.

Üzerimde bir yığın altınla kendimi vitrin mankeni gibi hissederken herkesi tek tek uğurladım. Çok güzel bir geceydi, sorunsuz ilerlemişti ve cidden içim içime sığmıyordu. Bende tek eksik Serdar' bu. Bu gece onun koynunda uyumak varken ne yazık ki kendi yatağımda bir başıma geceyi sabah edecektim. Hata bence yarın da, öbür gün de ve daha öbür gün de. Şu birkaç günü ağlatsam her şey hallolacakmış hissini bu gece çok net duymuştum. Sonra kalabalık yok, sadece Serdar ve ben...

Boynumdaki koca kolyeyi tutarak kapıyı kapatan anneme döndüm. "Anne Serdar' la şu nikahı gelinliği takıları falan konuşmamız lazım bir beş dakika." Başka türlü ikna edemezdim annemi. Kapalı kapılar arkasında ne konuşacaktık? Benim sarılmak gibi bir derdim vardı.
İçerisi hala doluydu, alt kattaki komşumuz ve bizimkiler vardı. Yani annemin başı zaten kalabalıktı bunu fazla dert edeceğini sanmıyordum. Kolyemi tutarak gülümsedi. "Çok zenginsin Hazan." Başkan arkasını dönmüş dayımla konuşa konuşa salona giderken usulca "Seni guş adasina götürecuğum." Diye mırıldanarak bize doğru gelen Serdar' a baktım. Çok nadir böyle konuşuyordum, yılda en fazla bir iki kere, o da aile ortamında. Serdar' ın yanında beni öldürseler konuşamazdım böyle.

Annem gülerek omzuma vurdu "Ayak altında tutma Serdar' a ver." Yanımıza gelen adama baktı. "Yok." Dedi Sardar. Ceketimi çıkartmış üzerinde sadece gömleği ve siyah kemeriyle sakince anneme bakıyordu. "Hallederiz Melek Teyze. Bende durmasına gerek yok altınlar onun, benim değil." Sırıtarak bana gülen anneme baktım. Şey vardı, zenginim artık hissi. sonra birden günler sonra dedemden bana kalan parayı hatırlayarak bir an duraksadım ama belli etmedim.
Tamamen unutmuştum. Serdar' a hiç söylememiştim ki? Söylemem lazımdı, ama henüz değil.

Annem bir an Serdar' a baktı. "Uy Serdar." Derken sanki bir şeyleri yeni yeni fark ediyordu. Elleri beline gitti, "Aldın gızımi uu?" Yükselişiyle hem azarlıyor hem gülüyordu.
Serdar önce sadece hafif güldü bir şey demedi, zaten çok konuşan bir adam değildi ama sonra annem "Şimdi sen benim damadın oldun hemi?" Diye devam edince çizgisini bozmadan sert ama hafif alaylı sesiyle "Sana, bana o kadar imrenme, yemek yedirme diyordum. Bak, başına kaldım." Deyip elimi tuttu. İkisine şaşkınca kıkırdarken Serdar' a karşılık verdim.
O cidden çok sert görünse de demek ki birilerini sevince açılıyordu. Serdarı haftalardır tanıyordum, ilk defa böyle komik bir şey dediğini duyuyordum. O kadar tersti ki annemle olan ilişkilerine özendim bir an, zira Serdar benimle bile böyle güzel iletişime geçmiyordu.

"Uy senin gibi damat başımın üstüne. Yemeklerim sana helal olsun sana uşuğum." Diyerek kolunu sıvazladı. Serdar anneme tebessüm edip başını sallayarak elini omzuma attı. Bu defa "Hadi." Dedi annem bana bakıp mutfağa yönelirken. "Ne konuşacaksanız konuşun. Üzerindekileri çıkart, gelin sonra çay içelim Hazan bir şey yedin mi sen?" Başımı iki yana sallayarak Serdar' dan sıyrılıp odama yöneldim. "Geliyorum, yiyeceğim beş dakikaya."

Odaya girmemizle Serdar kapıyı kapattı, kilidin üzerindeki anahtarı sessizce çevirdikten sonra ufak bir adımla beni bularak hızla kucağına aldı. Kalbim hızla çarpıyor, dudaklarım onu arıyordu. Üstelik hızla çarpan sadece dudaklarım da değildi...
Kalçalarımın altındaki eller onları avuçlarken bacaklarımı beline dolayarak beni duvara yaslamasına, dudaklarıma kapanmasına müsaade ettim.

Soluklarımızın birbirine karışması, Serdar' ın teni, gömleğinin altındaki bedeni.. Bu dokunmaya doyamadığım adam benim kocamdı ve ben büyük bir heyecanla kocamın kollarındaydım.
Dudakları dudaklarımı talan ediyor, dili yumuşak  dudaklarımda geziniyordu. Ensesinde birleştirdiğim ellerimle şıngırdayan bilezikleri çıkartmaya başlayarak tek elimde topladım. Sesleri beni rahatsız ediyor, hareketlerimi kısıtlıyor ve yanlış anlaşılmaya mal veriyordu. Biri duysa, bu seslerle neler olduğunu az çok anlardı.

Hafif duruldu, uzun kirpiklerim tenine değerken çok az geri çekilerek dudaklarıma buselerle indirdi. Biraz beni süzdü, soluğunu boynuma vererek yeniden kendini bana kattı.
Tüm gece Serdar'ı öyle özlemiştim ki dudaklarımı emişine kendimi tamamen bırakıyor, öpüşlerine aynı hoyratlıkla karşılık vermeye çalışıyordum.

Serdar hareketlendi, birkaç adımla dolabımın önüne durarak dudaklarımdan ayrıldı. "Bırak." Boğuk sesiyle altınlardan bahsediyordu, kapağı açıp kıyafetlerimin üzerine atarak beni yeniden öpmesine müsaade ettim.

Perdeler çekik, lambası yanan odamın kapısı kilitliydi. Kendimi Serdar' a bırakmamam için hiçbir sebep yokken beni yavaşça yere indirerek hızla altın kolyemi de çıkarttı.
Sadece öpüşecektik. Delice.
Sadece öpüşecektik? Ama Serdar boynumdaki takıları da dolaba bıraktıktan sonra kapakların birini açık bırakarak sırtıma ve kapının olduğu tarafa duvar ördü sanki.

"Hazan." Dedi, nefes nefeseydim. Başımı kaldırmış dayadığım beyaz kapakla ona bakıyor, ona bakıyor ve sadece onu istiyordum. Kollarını tutup "Serdar' ım." Diyerek elimi yüzüne koydum. İçim içime sığmıyor, Serdar' a onun için çarpan yüreğimi açmak istiyordum.

Verdiğim karşılıkla yüzüme eğildi, dudakları tenime inerken elini elbisemden içeriye sokarak dudağımın kenarını öptü.
Ne oluyor dedim kendi kendime. Omuzlarına tutunarak anlamsızca "Serdar." Dememle şakağımı öpüp elini külotumun içinden kadınlığıma götürdü. Parmakları içimde "Hii!" Diye inleyişime karşılık belimi sıkıca kavradı.
"Yavrum." Dudakları kulağıma değiyordu. Kendimi ona iterken bacaklarımı aralayarak mümkünmüş gibi "Yapma." dedim. Biri görecekti, tek korkum oydu. Kapı kilitli diye yeniledim kendi kendime. Net bir dille "Görmeyecek." Diye itiraz etti. Kadınlığımı okşuyor, o ufak şeyi dün olduğu gibi parmaklarının arasında hareketlendiriyordu.

Başımı daha da arkaya yaslayarak ona baktım, kadınlığımı avuçlayıp okşarken kaşları çatıktı. Eğilerek dudaklarıma bir buse daha indirdi "Aklım almıyor," dedi gözbebekleri yüzümdeyken.. "Sen benim karımsın, benim aklım bunu almıyor." O kadar güzeldi ki inanması güçtü evet. Belimdeki elinde kurdelesi çözülmüş bir alyans, bana ait. Aklım birden bugüne gitti, bana olan öfkesi az değildi. O yüzüğü çıkartsa ben de çok kızardım.

"Karıma dokunuyorum, bu akla ziyan." Diye devam etmesiyle nefes nefese hafif inledim. Eli durmuyor, dudakları yüzümde geziniyordu. "Serdar." Derken ona sıkıca tutunuyor, ondan güç alıyordun. "Bacağını arala." Emir veren sesi beni daha da ıslattı, içim ona gitti.
Topuklu ayakkabım vardı, ayağımı kaldırarak yatakla bazanın arasına sıkıştırdım. Yine de rahat etmemiş olsa gerek, iki parmağıyla beyaz külotumun dantelli kenarlarından kopartarak yere bıraktı.

Şimdi eli tam olarak çıplak kadınlığımda, dolu dolu "Hazan' ım." Diyen soluğu bendeydi.
"Serdar." Diye yenileyerek sırtına sıkıca tutundum. Elimi kaldırdım, sırtından alyansıma baktım ve parmaklarının hızla sağa sola hareketlenmesiyle mırıldar gibi inlemeye başladım.
"Söyle yavrum." derken daha da hızlandı eli. "Çok seviyorum seni." Zevkle bir ilgisi yok bunu zaten ona söyleyecektim ama şimdi, birazdan hiç beklemediğim bir şekilde boşaltılıyor olmak çok daha başkaydı.

"Ben ölüyorum sana." Diye daha da yükselip gerdanımı öptü. "Çok güzelsin Hazan. Bu gece, çok güzeldin yavrum." Kendinden haberi var mıydı bilmiyorum. Tüm gece o siyah takımın içinde ona dakikalarca bakmamak için kendini zor tutmuştum.

Parmakları girişime giderken yeniden bir an içeriye kayacak diye korktum, ama "Korkmaa." Diye mırıldanıp daha da hızlandı. Elinin hızlanışıyla ben de kendi içimde son için acele ettim. Evdeydik, herkes buradaydı ve Serdar' la biz..
"Eve gelseydin-" deyişini elimi yüzüne koyup "Yapmaaa." Diye böldüm. "Zihnimle oynama Serdar." Kimse duymasın diye usul usul mırıldanıyordum. Eli kabaran ve sırılsıklam olan kadınlığımda, göğüslerim inip kalkarken cümlenin sonunu biliyordum. Eve giyseydim bunu sabaha kadar yaşayacaktık, belki daha güzellerini..

İşaret ve orta parmağıyla ufak tepeciğe bastırarak  hareketlendirmeye devam etti. Yüzündeki elimle hafif geri çekildi, "Bunu tekrar etmek istemiyorum ama." Derken havalanan kaşlarıyla yüzümü izliyordu. Zevkten çattığım kaşlarla kendimi yakışıklı yüzüne bıraktım, dudakları bir kez daha beni tahrik etmek için aralandı. "Şu an oynadığım şey, zihnin değil."

Biliyordum, kastının farkındaydım. Gözlerimi devirerek yüzünü okşadım, diğer elimle sıkıca kaslı koluna tutunuyor, belimi kavrayışından güç alıyordum. "Yüzüme bakar mısın?" Diyerek dudağına giden elimi öpünce ona baktım. Dudağım o şeklini almış, gözlerim kısık, bacaklarım bacak aramdaki zevkle titriyordu.

Titrek kirpiklerimle yüzüme eğildi, dudakları dudaklarıma kapandı, hızlanan eliyle parmaklarına bulaşan ıslaklık tüm kadınlığıma yayılmıştı. "Sırılsıklamsın." Geri çekildi.

Serdar yüzüme baka baka kolunu, parmaklarını hızlandırdı. Hareketlenen kaslarına tutunarak "Serdar." Derken başımı yere eğdim. Titriyordum, sona geliyordum sanki. Aksi gibi düşecek olduğumu hissederken hızlanarak "Söyle yavrum?" Deyişiyle başımı göğsüne bıraktım. "Serdar düşecek gibiyim. Titriyorum beni tutar mısın?" Tutmazsa düşerdim, düşersem..

Gerilen dudakları başıma indi. Takriben çaresiz zevkime gülümsüyordu, keyiflenen sesiyle "Tutacağım tabi yavrum." Diyerek başımı öptü. "O nasıl söz? Bana bırak kendini, hadi." Kadifemsi mırıltısı içime işlerken hızlanan eliyle nefeslerim arttı, bacaklarımın titreyişiyle kendimi güçlü kollarına bırakarak ihtiyaçla yalvarır gibi fısıldadım. "Serdar."
 
                                     💎

Bölüm sonu.



Continue Reading

You'll Also Like

3.9M 260K 54
Bedenini öne doğru büktü ve koyu kahvelerini kısarak dudaklarını büyük bir yavaşlıkla alnıma dokundurdu. Tam da o anda midemin aniden kasıldığını his...
447 180 29
Karmaşık ilişkiler ve çapraşık geçmiş hayatlar içinden Kraliçe Eftelya ve kız kardeşi Hande Prenses kendi geçmiş hayatlarını hatırlayabilecek mi? Ben...
1.1M 80.6K 29
Dahiler de aşık olabilir... Başlama tarihi: 28/08/23 Bu kurgu tamamen bana ve hayal gücüme aittir. Kopyalanması halinde yasal işlem başlatılacaktır.
559K 10.9K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...