Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 52💎

23.2K 1K 673
By ssimurg777

Bu bölüm benim için çok çok önemli. Yorumlarınızı bekliyorum. Neler düşünüyorsunuz bilmek istiyorum.
Akışı bozan bir yazım yanlışı varsa şimdiden özür dilerim. Keyifle okuyun💐

12425 Kelime
Hazan 52/YÜZLEŞME BÖLÜMÜ

        
                                                                             💎

DÖRT SAAT SONRA.

Bağıra çığıra, küfürler eşliğinde indiğim arabadan kolumu tutan adama bakarak sinirle soludum. "Çek şu ellerini üzerimden!" Daha evvel onu defalarca ittirdiğimden mi, yoksa uçaktan indikten sonra başımın dönmesinden mi bilmiyorum ama o andan sonra her an kolumu tutmuştu. Tıpkı şu an ki gibi.

"Sakin ol yenge." Diyerek kapımı kapattı. Bakışları bende değil etrafta geziniyordu. Daha sonra bana baktı ve tek kaşı hayırdır der gibi havalandı. "Öyle bir diyorsun ki." Başını yavaşça sola doğru çevirdi, karşımızdaki eve yol alırken de bir günah işlemiş gibi kendi kendine mırdandı. "Tövbe estağfurullah."

Saatler önce bizzat kendisinden Serdar' ın kuzeni olduğunu öğrendiğim ve şu an kolumdan tutup beni dağ başındaki eve doğru çekiştiren adama karşı koymaya çalıştım. Evet. Saatlerdir her koşulda denediğim ve işe yaramadığını bildiğim halde yine de bunu yapıyordum.
Tuttuğu kolumu topuklu ayakkabılarımla sendelemeden hem yukarı hem de aynı anda geriye doğru çekerek yine bağırdım. "Nerede o gerizekalı!? Neden seni yolluyor!" Bunu ona kaçıncı defa soruyordum bilmiyorum ama henüz cevap vermemişti.

Adam resmen gecenin bir vakti, beni Bursa' dan kaldırıp zorla Urfa' ya getirtmişti. Pek zorla sayılmazdı da... Açıkçası ilk başlarda tamamen karşı çıksam da sonra Serdar' a duyduğum sinirle bir yanım deli gibi gelmek istedi. Yani şu an ki durumum da; istemem yan cebime koydu.

Yer yer adını defalarca duyduğum Azat' la nihayetinde tanışmıştım fakat bu tanışma beni pek memnun etti diyemezdim. Onun adına üzgündüm, sonuçta başka şekillerde de tanışabilirdik. Ona uzun uzun küfretmediğim zaman dilimlerinden birinde.

Azat boşta kalan elini pantolonunun cebine attığında gün aymak üzereydi. Turuncunun en güzel tonlarıyla doğudan bize yavaş yavaş merhaba diyen güneşe olan hayranlığımı daha sonraya sakladım ve sakince bana cevaplayan adama kulak verdim. 

Cebinden çıkarttığı anahtarla "Gelecek." Deyip kapıyı açtı. Hafif açıyla bana döndüğündeyse üzerimde hâlâ beyaz elbisem vardı. Üzerimi değiştirmeyi geçtim, sokağa dahi tam olarak giremeden bir nevi zorla arabaya bindirilmiştim. Vaktimiz yokmuş, uçak kalkacakmış gibi bir sürü şey zırvalamış, karşılığındaysa benden bir kamyon küfür işitmişti.

Merakla yüzüme baksa da yer yer gözlerini benden kaçırıyordu. Aslında; zorunda kalmadıkça gözlerime bakmıyor, küfürlerime rağmen bana asla kaba davranmıyordu.
"Ona sürekli gerizekalı diyor musun?" Bir eli halâ bendeyken diğer eliyle çelik kapıyı ittirip geriye doğru açılmasını sağladı. "Yani cidden, diyebiliyor musun?" Soruyu öyle bir ciddiyetle bana yöneltmişti ki, sanki nasıl oluyordu da Serdar' a hakaret ettiğim halde ağzımı kırmadığımı soruyordu.
Demiş miydim?
Kısa bir an zihnimi yoklarken nefesimi sinirle verdim. "Bilmiyorum ama merak etme, dememişsem de gelince bol bol derim."
Başını anladım der gibi salladı, kolumu bıraktı ve  içeriye girmem için geri çekilerek beni onaylarcasına "Ha haaa." Dedi. "Saatlerdir adamın arkasından ettiğin küfürleri bu defa yüzüne bakıp söylediğinde sağlam kalırsan haber ver. Sana ne istersen onu alacağım yenge."

Ederdim kiii.
Sağlam da kalırdım kiii.

Kolumu ne olursa olsun bırakmayan adamla tek yumurta ikizi gibi eve girdik. Eve attığım ilk adımda da kolumu sonunda ondan kurtardım. "Ne zaman gelecek? Ve nerde?!" Sorumu tekrar ederken evin giriş kapısından sonra koca salona ulaşmıştık. Yani giriş ve salonu ayıran herhangi bir iç daraltıcı hol ya da ona benzer bir şey yoktu.
Siyahla beyaz renklerin hüküm sürdüğü ve fazlasıyla geniş olan salonu yarım yamalak taradım. Biraz metre ilerde, sağda üst katlara çıkmak için beyaz trabzanlı merdivenler vardı.
Dışardan anladığım kadarıyla ev triplexti. Hatta ikinci ve üçüncü kattaki balkonlarının güzel manzaralara açıldığına adım kadar emindim.
Üstelik içi de şaşırtıcı derecede güzel, ferah ve lüks bir şekilde dekore edilmişti. Doğrusu, ev aşırı hoşuma gitmişti fakat ne yazık ki şu an ilgilenmem gereken konu çok başkaydı.

Ellerimi iki yana açıp sinirli bir merakla "Buraya neden geldik? Kimin burası!?" Sesimi biraz daha yükselttim. "O şerefsiz halâ neden yok?" Dediğimde arkamdaki adama dönmüştüm.
Kime ait olduğunu bilmediğim evde Serdar' ı ne kadar bekleyecektim bilmiyorum ve bu olay da saatlerdir olduğu gibi sinirlerimi bozmuştu. Bilmediğim bir yerde, hiç kimseyi tanımadığım bir dağ başında öylece kalakalmıştım. Yumurta ikizim Azat' ı saymazsak tabii.

Sakin sakin gri parkelerin üzerinde yürüyerek yanımdan geçti. "Seni buraya getirmemi o istedi." Biraz daha ilerleyip tam karşıdaki kapının kulpunu tuttuğunda sırtı bana dönüktü ve hâlâ yüzüme bakmadan büyük bir rahatlıkla konuşuyordu. "Rahat ol, Serdar' ın evi." Diyerek açtığı kapıyla bana döndü.

"Burası mutfak." Diyerek ellerini tekrar pantolonunun cebine soktu. En az Serdar kadar uzun ama her halükarda ondan daha kısaydı. Tahminen bir doksan boylarında takım elbiseli bir adamdı. Yüksek ihtimal iş adamıydı ve sanki daha evvel inşaat mühendisi olduğuyla ilgili birkaç şey duymuştum. Yüz hatları Serdar' ı andırsa da bence asla onun kadar yakışıklı ve yapılı değildi. Aslında vücudu vardı. Yani bunu inkar edemezdim ama Serdar normalin üstünde olduğu için şu an bu karşılaştırmada cüsseli ve boylu olan Serdar'dı.

"Evi istediğin gibi kullanabilirsin."
Derin bir nefesle ellerimi belime koydum.
Hayvan herif!
Tek derdim evdi çünkü!

"Ben şimdi çıkıyorum, seninle burada kalırsam reis beni öldürür." Sakindi, sanki ona defalarca küfreden ben değilmişim gibi benimle iyi geçiniyordu. "Bu yüzden bundan sonra teksin. Ne zaman geleceğini bilmiyorum ama seni fazla bekleteceğini sanmam."

Bir hafta kadar falan.
Neden!
Neden bu aptallığı yapıyordu?

"Evime gelebilirdi." Ellerimi kaldırıp saç diplerime geçirerek umutsuzca kaşlarımı çattığımda gözlerimi kapatmıştım. "Gerizekalı, yemin ederim gerizekalı. Öküz!" Sonra ellerimi indirip öfkeyle gözlerimi açtım. Bakışlarım yüzünü buldu. "Sen de aynı boksun." Kaşları birden hayretle kalktı. "Sana dedim! Beni bırak kendi gelsin dedim." Topuklu ayakkabılarımla salonun ortasına doğru adımladım. "Şerefsiz, beni zorla getirtiyor kendi ortada yok." Beni buralara kadar sürüp bilmediğim bir yerde eve tıkayana kadar evime gelebilirdi!

Azat hayretle "Ya benim ne suçum var kızım?" Diye yükselse de sakindi. Sadece sesindeki şaşkınlığı gizleyemiyordu. "Yani yenge." Diyerek kurduğu cümlenin sonunu düzeltti. "Kusura bakma da ben elçiyim. Elçiye zev-" Dediği an baskın bir tonla itirazla "Olur olur." Deyip sözünü kestim ve salonda yürümeye devam ettim. "Sikerler elçiyi."

Verecek bir cevap bulamadığından sanırım bu defa sessiz kalırken ben yeniden ona döndüm. Belki onun suçu yoktu, ama ben kendimi tutamıyordum. Beni izliyordu. "Ara şunu erken gelsin."

Başını iki yana salladı. "Arayamam işleri var." Ne işi vardı? Sabahtan beri, aslında günlerdir ne işi var diye diye yemiştim kendimi. Öfkeyle alnımı ovarak "Sena' yı aramam lazım o zaman." Deyip bir adımla ona yöneldim. "Kuzenimi arayacağım telefonunu ver." Kim bilir ne kadar merak edecekti. Serdar ne zaman gelirdi bilmiyorum. Onlara ne zaman haber verebilirdim bilmiyorum ama ezbere bildiğim tek numara Sena' ya aitti.

Önce sakince yüzüme baktı. O bana sakin, ben ona tehdit eder gibi bakarken düz bir ifadeyle "Kontörüm yok." Deyince sinirden kahkaha atarak gözlerimi devirim. Şakanın sırası değildi ama telefonunu vermek istemeyişini anlayabiliyordum.

"Serdar yükler sana." Deyip elimi ona doğru uzattım. "Hadi." Desem de birkaç saniye öylece durdu ve sonunda cebinden çıkarttığı telefonla "Söyle numarayı." dedi. Telefonu bana vermek istemeyişine bir şey demedim sonuçta telefon onundu. Sakince numarayı söyledim, o da arayıp hoparlöre verdi ama Sena'nın telefonu kapalı olunca mesaj atma kararı aldım.

"Yaz." Deyip ellerimi belime koydum. "Sevgili Sena." Başını hafif kaldırarak ifadesizce bana baktı. Onunla dalga geçtiğimi fark etti ve yeniden telefona yönelip alay eder gibi "Kalbin kadar temiz bu sayfayı bana ayırdığın için." Diyerek yazıyormuş gibi yaptı. Esprime espri katışı hoşuma gidince sırıtarak ciddileştim. "Tamam tamam. Sena, ben Hazan. Serdar beni zorla Urfa'ya getirtti ama iyiyim. Kafasını kırıp döneceğim yazarsan yeter."

Azat başını sallayarak bir şeyler yazıp yolladı ama benim dediğimi mi yazdı, yoksa kendi mi üretti bilmiyorum. Mesaj işi bittikten sonra yeniden bana döndü. "Bu arada, videon internette yayılmış." Kıstığım gözlerimi manasız bir bakışla açtım. Kafam o kadar karışıktı ki cidden neyden bahsettiğini anlayamıyordum. Ben ne ara video çektim diye düşünmeye başladım.

Aramızdaki on adımla mutfağın önünde duruyordu. Birkaç adım daha atarak kollarımı bu defa kucağımda birleştirdim. "Ne videosu?"

Yüzüme bakmıyordu. "Gece bu elbiseyle gittiğin mekânda şarkı söylerken çekmişler. Belediye başkanının oğlu muymuş neymiş." Bana doğru yavaşça ilerlerken cebinden çıkarttığı telefona bakıp bir şeyler yapıyordu. "Adı Emre. Çocuk sosyal medya fenomeniymiş ve seni kendi hesabında 'işte beyaz meleğim' diye paylaşmış."

Siktir dedim.

Ben başımdan aşağıya dökülen kaynar sularla buz gibi olurken Azat yanıma geldi. Telefonundan açtığı videoyu bana doğru tuttu ve mırıldandı. "Ve ben seni almaya gelirken Serdar bunları görmüş." Algılayıp cevap veremediğim sese tepki dahi veremezken olan biteni nefessizce izlemeye başladım. Videolar tüm gecenin fragmanı gibiydi. Hem o adını unuttuğum çocukla, hem de tek başıma şarkı söylerken deli gibi eğleniyordum. Ayrıca yanan sönen ışıklarla birlikte videoda çok fazla ses de vardı.

Yüzümü buruşturdum, tek elimle yüzümü kapatırken utançla "Rezil oldum." Dedim. Cidden binlerce izleme alan paylaşımda büyük rezil olmuştum. Üstelik demek ki Serdar dahi görmüştü. Kesin anneme de akrabalar atmıştır, onca sözün ardından o da izlemiştir.

Yapacak bir şey yok diye düşünerek dudak büktüm. Azat o sırada videoya bakarak sakince mırıldandı. "Kaldırıldı." Topuklularımın sayesinde elindeki telefona yetişerek ekrana baktım. Daha saniyeler önce izlediğim video şu an cidden kaldırılmıştı. Sayfayı yenilese de görünmüyordu.

Hemen yanımda varla yok arası bir gülüşle ekrana bakan adama bakmadan soludum. "Nasıl yani? Nasıl oldu bu?"  Omuzlarını silkip aramızdaki mesafeyi açarak geri geri giriş yaptığımız kapıya yönelirken rahatlıkla "Serdar halletmiş işte."  Dedi.

Çıkmak için kapıyı açtı. Gideceğini tam olarak netleştirince alel acele "Peki Serdar sana, bunları görmeden önce mi git dedi yoksa..." dedim fakat bu defa o benim sözümü keserek beyaz gömleğinin kolunu kıvırmaya başladı.
"Bana dün dedi." Deyip dostça gülümsedi. "Ama şehir dışında olduğum için anca gelebildim." Sakin bir nefes verdim. Rahatlamış mıydım? Ya da bu benim için ne kadar önemliydi ya da fark eder miydi bilmiyorum ama sormak istemiştim.

"Görüşürüz yenge." Diyerek yeniden kapıyı tutunca yapmacık bir gülüşle "Beni görürsün de, Serdar' ı sağlam görür müsün bilemem." Deyip öfkeyle salondaki koltuğa yürüdüm.

                                                                                    💎

Oturduğum L koltukta önce sağ elimin, daha sonra sol elimin parmaklarını çıtlattığımda gözlerim kapanmak üzereydi. Sıkılmaya başlayalı epey olmuştu, çünkü yaklaşık on üç saattir evde yalnızdım ve kendime yönelik bir hasar tespiti yaptığımda durum epey içler acısıydı.

Mutfak ağzına kadar dolu olduğu halde geldiğimden beri inat uğruna ağzıma dolaptan aldığım çikolatalar ve bisküviler hariç tek lokma koymamıştım. Yani demek istediğim, en basitinden bir makarna bile yapmayı reddetmiştim. Üzerimdeki kıyafetten artık sıkılmaya başlasam da burada Serdar' a ait herhangi bir şeyi giymeyeceğimi kendime defalarca tembih etmiştim.

Akşama doğru dayanamayıp birkaç saat uyuyakalsam da daha fazla uyumak istemiyordum. Hala uykusuz ve fazlasıyla yorgundum ama uyuduğumda Serdar gelirse beni uyku mağruru bir halde azarlamasını istemiyordum. Daha doğrusu, onunla kavga ederken ayık olmak zorundaydım.
Sonuncusu ve en beteri, telefonumu dün gece sokak ortasında parçaladığım için dünyadan kopmuştum. Şu an en fazla televizyonu açıp gündem ekonomisiyle ilgili saçma sapan yorumlar yapabiliyor, devamındaysa aşkı memnuyu tahminen sekizinci defa izleyebiliyordum.
Kısacası, sıkılmıştım.

Koyu gri L koltuktan kalkarak çıplak ayaklarımla geldiğimden beri defalarca tarayıp gezindiğim salonda yeni bir tur atmaya karar verdim.
Burada değişen tek şey kararın havaydı ve ben televizyon ünitesini çekmecesini beş saat farkla ikincin kez açıyordum.
Hemen hemen boştu.
Tıpkı evi gibi gereksiz eşyalardan kaçınıp kendini sadeliğe teslim etmişti ve bu, açıkcası biraz sıkıcıydı.
Çekmecedeki birkaç kullanma kılavuzuna, televizyon kumandasına, hizayla dizilmiş eşyaların sonundaki pillere, çakmaklara ve sigara paketlerine yeniden baktım.
Serdar' ın bu yönünü ilk defa görüyordum. Buraya geldiğimden beri gerek duş almak zorunda kaldığım banyo, gerek mutfak ve gerek salona bakılırsa fazlasıyla toplu üstelik titiz olduğu sonucuna varıyordum. Gerçi, aslında Serdar' ın temiz bir adam olduğunu arabasından da anlayabilirdim. Ve kıyafetlerinden, ve Bursa' da ki dağ evinden ve....
Neyse.

Evini gezip hayatı ve kişiliği hakkında tahminler yürütmek fazla eğlenceliyken asla özeline yani yatak odasına girmemiştim. Yaklaşık on üç saat boyunca zorunlu olarak tutulduğum evde tahminen on bir oda varken ben bunlardan yalnızca ikisini görmek zorunda kalmıştım.
Tabi banyoyu kullanmak zorunda olduğumu da sayarsak bu sayı üçe çıkıyordu. Banyoyla mutfağı da en az salon kadar topluydu ve evet, ne olursa olsun asla traş malzemelerine dokunamamıştım.
Ya da havlularına. Banyo dolabında tahminen unuttuğu kol saatini asla görmedim bile.
Mutfağındaki kupalara da tek tek dokunmamıştım. Bu da demek oluyordu ki; her ne kadar beni burada tuttuğu için sinirden deliye dönsem de genel olarak iyi bir tutsak sayılırdım.

Çekmeceyi kapatıp yanaklarımı şişirerek geri döndüğümde çıplak ayaklarımla parkelerin üzerinde adeta dans ediyor gibiydim. Evet, ayakkabılarımı çıkartmıştım ve kirlettiğim yerleri ıslak mendille silmek zorunda kalmıştım. Sonrasındaysa bu temiz ve yumuşak hissi sevmiştim ama asıl ilgimi çeken dışarda havlayan köpek sesi olmuştu.
Kahverengi pimapenlere tutunup storu tek elimle çekerek açtığımda evin geniş bahçesinde saatler sonra ilk defa gördüğüm köpeğe baktım. Altı saattir sesi çıkmıyordu ve onu ilk fark ettiğimde havlayarak bahçedeki çamların arasında koşuşturuyordu. O zaman daha fazla şaşırmıştım çünkü bahçede bir köpeğin olması beklediğim bir şey değildi.

Köpekleri severdim fakat bu, fazla iri, simsiyah ve fazla korkutucuydu. Tüm bunların yanında cinsini asla anlayamadığım varlık sanırım çalılıkların arasına kaçan kediyi kovalamakla meşguldü.
Yüksek ihtimal köpek bu eve aitti çünkü boynundaki uzun zincirli tasma onu burada kalmasına sebepti. Yakın çevrede de hiç ev görünmüyordu. Bu da bana tek bir seçenek bırakıyordu.
Köpek Serdar'ındı.

Derin bir nefes alarak alnımı soğuk cama yasladım. Hava değişikliğinden olsa gerek kendimi eşekten düşmüş gibi yorgun hissediyordum. Zira Urfa' ya ne zaman gelsem böyle oluyor, birkaç gün sadece yatıyordum.

Kollarımı göğüslerimde çapraz bir şekilde birleştirdiğimde saç buklelerim çıplak omuzlarımdan dökülüyordu. Duşun üzerine saçlarım kurumuş, rimelim tam olarak çıkmamıştı ve ayaklarım ara ara üşüse de bir şekilde ısıtmayı başarmıştım. Sıkılıyordum. Sinirim bile geçmişti sadece çok sıkılıyordum.

Az ileride belli aralıklarla koyulmuş sokak direkleri görüş alanımı aydınlatıyorken akşam ezanı okunmaya başlamış, köpek koşuşturduğu yerden ağır ağır geri dönmüştü. Daha evvel evden çıkmayı bir kere denemiştim. Onda da Azat salağı gider ayak kapıyı kilitlediği için çıkamamıştım ama herhalde çıksam bu köpek beni parçalardı. Ya da o korkuyla yeniden eve koşardım.

Kıpırdamadan donuk bir şekilde dışarıyı izlediğim saniyelerde arkamdan gelen çelik kapının kırılırcasına kapanma sesiyle olduğum yerde hafif sıçradım. Bir an korksamda toparlanıp kaşlarım çatarak o tarafa dönmem yalnızca iki saniyemi almıştı.

Görünen o ki gelmişti.

Gelmişti ve yüzünde daha önce hiç görmediğim kadar korkunç bir ifade vardı. Aramızda metreler varken tam çelik kapının önünden asla ayrılmadan öylece durup elbisemle birlikte bedenimi süzmeye başladı. Bu bakışı biliyordum. Bu bakı, birazdan kopacak olan kızılca kıyametin habercisiydi.
Kollarımı kucağımda birleştirip yüzüne baktığımda tüylerim diken diken olsa da uyuşmuş gibi sakindim. Ama bu uyuşmuşluk, beni asla daha dingin bir insan yapmıyordu.
Göz göze gelmeden hemen önce heybetli bedenini taradım. Dedemin cenazesinde de aynı şekildeydi. Üzerinde asker yeşili dar bir tişört varken altıda yine aynı şekilde asker desenli pantolon vardı. Kısaca, üniformalıydı.
Saçları tahminen sinirden defalarca sıkıp çekiştirdiği için dağılmış, yüzündeyse yeni çıkmaya başlamış kirli sakalları mevcuttu. Ellerini iki yanında sabitliyken tekrar yüzüne bakmamla göz göze geldik.

Sonsuz bir sessizlik gibi ürkütücü geçen birkaç saniyenin sonunda ilk cümleyi kuran oydu.

Bana doğru bir adım atıp tok sesiyle "NE HALT YİYORSUN LAN SEN!?" Dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Asıl onun bu hali neyin nesiydi? Tamam sakin kalmasını beklemiyordum ama bu siniri de çok uçarıydı. Onun aksine sakindim, ama bu sakin kalacağım anlamına gelmiyordu.
Bana doğru bir adım daha atıp aynı zamanda "NE YAPMAYA ÇALIŞIYORSUN?" Dediğinde avaz avaz bağırsa da kendini tutmak istiyordu belli. Sesi telefondaki gibiydi. Tek farkı şu an canlı kanlı karşımdaydı, karşısındaydım ve Serdar çok korkutucu duruyordu. Öyle ki neredeyse gözlerine bakmaktan çekinecektim.

Bana doğru bir adım daha atarken yüzüme bakmayı sürdürdü ve sağ eliyle hayırdır der gibi öylesine kıyafetimi gösterdi. "NE BU HALİN?!"
Üzerimdeki kıyafeti görünce sanki siniri iki katına çıkmıştı. Daha da kötüsü, şu an ona karşı basiretim bağlanmış gibiydi. Saatlerdir o gelince şunu derim bunu derim diye kurduğum cümleler sanki zihnimden buhar olup bir bir uçmuştu, ama halledecektim.

Yüzünü izlerken küçücük kaldığım koca salonda kendime gelerek yeniden onu taradım. Sakalları, çatık kaşları, yüzü, uzun boyu, omuzları, siniri ve üniforması... Hepsini geçtim dik ve heybetli duruşu bile beni etkilemeye yetiyordu.

"NE LAN BU KIYAFET!" Diye devam edince sonunda silkelenip "KES BE!" Diyerek ben de ona bir iki adım ilerledim. "Sana ne?" Kaşlarım çatılmış, ellerim bel oyuğuma gitmişti ve ondan kesinlikle korkmuyordum. "Sana ne ya sana ne? Benimle düzgün konuş! Asıl sen ne yapıyorsun? Beni zorla buraya getirmek ne!" Karşısında küçücük kalsam da, bir kız çocuğu gibi çelimsiz dursam da vazgeçmeyecektim. Çünkü o, kafasına göre hareket edemezdi. Ben de bir insandım, eşya gibi kaldırıp oradan oraya sürükleyemezdi. Bitti dedikten sonra benimle bu şekilde oynayamazdı. Buna hakkı yoktu.

Bana doğru bir adım attı. Tükürür gibi yüzünü buruşturup daha da yükselen sesiyle "KES LAN!" Dedi. Tepeden beni izlerken aramızda sadece iki adımlık mesafe vardı ve ona bağırışıma şaşırmıyor, aksine bence bu şekilde beni susturabileceğini düşünüyordu.

Çıplak ayaklarımdan güç alır gibi aynı sinirle başımı kaldırdım. "Sen kes! Kafana estiği gibi bana karışamazsın! Ben!" Derken beni vurgulamıştım. "Çocuk değilim. Seni saatlerce bu dağ başında beklemek zorunda hiç değilim!" Onunla ilk defa babamla konuştuğum gibi sert konuşuyordum ve bunu yaparken kendi kanatlarımla yükseldiğimi hissediyordum. Haklıydım, üzerimde hüküm sürmesi hiçbir koşulda mümkün değildi.

Kükreyerek itirazla ve daha çok kelimelerimde delirmiş gibi "ZORUNDASIN LAN!" dediğinde aramızdaki mesafeyi tek hamleyle kapatan oydu. Öfkesini, sesi bir yana kasılan yüzünden okuyabiliyordum ve eminimin şu an karşımda bir başkası olsa dişlerini sıkmak yerine beni gebertirdi. Ellerini erkeksi bir hareketle beline yerleştirirken tepeden bana bakıp burnundan soludu.

"ÇOCUK DEĞİLSEN ÇOCUK GİBİ DAVRANMAKTAN VAZGEÇ!" Bu yakınlık bana fazlaydı. Huzursuz hissettiğimden açıyı genişletmek adına geniş solanda sağa doğru kayarak bir adım geriledim. Çok sinirliydi ve sanırım ona ne kadar uzak kalırsam o kadar güvende hissedecektim.

Mesafemiz açılsa da koyu kahve gözleri gözlerime adeta ok gibi saplanmıştı. "SORUMSUZLUKLARININ NELERE MÂÂL OLDUĞUNU BİL! SALAK SAÇMA TAVIRLARININ VE SİKİK HALLERİNİN SANA NELER KAYBETTİRDİĞİNİ GÖR ARTIK!" Kaşlarım küfrüne değil de sözlerine çatılırken bağıra çığıra ne saçmaladığını anlayamıyordun. Ben gerilerken Serdar buz gibi yürüyüşünü bozmadan üzerimde gelmeye devam etti. Neyse ki salon fazla büyüktü.

Birkaç adımın ardından olduğum yerde durdum. Avazım çıktığı, hürlüğümü hissettiğim kadar yüzüne, gözlerine baka baka "HİÇBİR BOK KAYBETMEDİM!" Dedim. Dantel kaplı kollarımı özgürce iki yanıma açıp kapattım. "ÇÜNKÜ KİMSE UMRUMDA DEĞİL!" Buna o da annem de dahildi. Ve Serdar' ın yüzü değişti.
Haklıydım. Bu haklılıkla da kimi kaybetsem gözüme gelmezdi. Haklı bendim. Suçsuz bendim, günah keçisi bendim. Peki neden hala kaybeden bendim?

Birkaç saniye durdu. Sonra afallamış bir halde  "Belli." Deyip başıyla beni onayladı. "Belli ben neden uğraşıyorum ki? Neye emek veriyorum?" Şaşkınlıkla normale dönen sesinde, hayretle çatılan kaşlarında daha çok kendini tartıyor, kendini suçluyordu. Hiçbir şey kaybetmeyişimde beni onaylıyordu, fakat hislerimiz aynı değildi. Benim sinirimin aksine onun içine sanki bir şeyler çöreklenmişti.

"Uğraşmak mı?" Deyip aynı şaşkınlığı, hatta daha fazlasını yüzüme ben takındım. Benim de kaşlarım havalandı, sesim hayretle yükseldi. "Sen buna uğraşmak mı diyorsun? Beni zorla buraya getirince emek mi vermiş oluyorsun? Uğraşmak bu mu?" Serdar bile diyemiyordum. Öyle yabancı, sinirime öyle müsaitti ki bizi ötekileştiren oydu.

Bu defa da yükselen sesiyle "Sen mi veriyorsun lan emek?" Diyerek kaşlarını daha da çattı. Anlaşılan bana inanamıyor, onu sorgulamamı yersiz buluyordu. Ellerini hesap sorar gibi iki yana açtı. "Lan ben vermiyorum da sen mi veriyorsun? O iti evine alan sen mi emek veriyorsun?" Sonra da kaba sesi daha da yükseldi. "Yokluğumda milletle şarkılar söyleyen sen mi veriyorsun emek!" Konumuz dön dolaş gel aynı konu, aynı sorun, aynı an.

Serdar kollarını iki yanına indirip benden bir yanıt beklerken durmadım. Durmaya da niyetim yoktu. "İki Alp geldi, çıktım şarkı söyledim diye çocuk mu oldum? Alt tarafı Alp geldi diye ben miyim emek vermeyen? Günah keçisi mi oldum başımıza!" Oysa ben hayatım boyunca Serdar için verdiğim emeği kimseye vermedim. Oysa bilmiyordu içimde nelere değer olduğunu...

Tükenmek bilmeyen o sinirle bana doğru adımlar attı. Gözlerimi hızla tarıyordu. "BEN MİYİM AMINAKOYİM!" Aramızdaki mesafe kulak tırmalayıcı sesle son buldu. Halâ üzerine almıyor, her suçu bende buluyordu.

Tam önümdeydi. Elimi kaldırsam ona dokunurum, başımı eğsem tenine değerim. Öyle yakın, birbirimize öyle uzaktık. Fakat bu yakınlık şu an istenmeyecek kadar ıraktı. "Sensin lan." Diyerek göğsüne koyduğum ellerimle onu arkaya doğru ittirmek istedim fakat uyguladığım güçle gram dahi kıpırdamayınca "SENSİN." Deyip kendim geri çekildim.
Sinirle yüzüne baka baka iki adım geriledim. "Ayrıca ben senin amınakoyim! Sadece oturduk diye her şeyi silen sen, benim gözümde hem şerefsizsin hem de ego yığını aptal herifin tekisin. Birde beni zorla buraya getiriyorsun." Gözlerine baka baka kurduğum cümlelerden sonra arkamı dönerek az ilerideki pencereye doğru ilerledim. "Bitti demiştin, neden hala uğraşıyorsun?" Yeniden Serdar' a döndüm. Öylece bana bakıyor, burnundan soluyordu. "Dursana sözünün arkasında!" Onunla yan yana, karşı karşıya durmak istemiyordum. Kabul ediyorum ki, bu haliyle bile Serdar' dan etkileniyordum ve bunu istemiyordum. Dile getireceğim her şeyi bir bir haykırmak için son şansımı geri tepemezdim.

Benimle birlikte, benden daha gür sesiyle gözlerime bakarak "Durmuyorum lan!" Dedi. Gözleri yüzümü öyle bir tarıyordu ki sözlerinin arkasındaki sahiplenişi görememek ne mümkündü. Ellerini erkeksi bir tavırla beline koyarak çenesini kendinden emin bir tavırla yukarıya doğru kaldırdı. "Kainat siksin durmayacağım da!"
O öyle yapınca bende her şey gidiyordu, gitmesindi. Yumuşuyordum, koşup boynuna atlamak istiyordum. Yapmamalıydım.

Olduğun yerde durarak burnundan solar vaziyette  başını sağa sola kıtlattı.

Unutmadım, bitti demişti. Alp' e git demişti bana. Beni defalarca üzmüştü. Kendime gelerek yüzüne bakmayı sürdürdüm. Geri çekilirsem kaybederdim, kaybetmemeliydim. "Bunca zaman başımda konuşan, bağırarak beni susturan sendin, bana yetti artık." Hep onu dinlemiştim. Sıra bendeydi.
"Ben ne o günü ne de telefonda bana dediklerini unuttum. Madem Alp' e git dedin neden bırakmadın? Benim sevgimi sorguluyorsun sen kendine bak." Kaşlarımı tiksintiyle çattım. "Allahın yobaz odunu." Bana doğru sinirle bir adım atınca. Sağa doğru yürüyerek bağıra çığıra onu izlemeye devam ettim. "Ben sana saygı duyuyorsam sen de bana saygı duyacaksın!"

Biraz daha zorlasak koca salonda kovalamaca oynayacaktık. "Nerede lan saygı!" Diyerek olduğu yerde durdu. "Hani sen nerede bana saygı duyuyorsun lan! Şu dediklerine bak. Ettiğin küfürlere bak. AĞZINDAN ÇIKANLARA BAK LAN!" Ben başka saygıdan bahsediyordum o başka anlıyordu. Ben Hande diyordum o küfür sanıyordu. Oysa az bile küfrediyordum.

"AZ BİLE DİYORUM!" Diyerek başımla kendimi onaylayıp kaşlarımı öfkeyle çattım. "Senin yaptıklarını ben yapsam kim bilir bana neler yapardın! Sikeri-"
Küfrüme ters "DÜZGÜN KONUŞ LAN!" Diyerek beni böldü. Sonra da yeniden üstüme gelmeye başladı. Sağ eli hayırdır der gibi yüzüme kalktı. "TOPLA ŞU AĞZINI YETER! TOPLA DELİRTME ADAMI!" Bu defa kaçmadım. Geri gitmedim. Aklıma çok kısa bir an bana vurduğu an gelince kanım dondu çünkü. Sonra da zaten o sinirle dokuz köyü yakmak yerine sinirden delirmeden evvel sakin sakin "Bundan sonra bir sikim olmaz bizden." Dedim. Gözlerine, façalı kaşına baktım. "Sen de yaptıklarınla değil yattıklarınla kalırsın."

Hala anlamayarak yüzüme doğru eğildi. Bu defa gözlerinde meçhul bir şaşkınlık peydah olmuştu. "Ne diyorsun sen?" Başımı öfkeyle yana çevirince devam etti. "Hazan?!"

"Çekil önümden!" Diyerek önünden geçmeye yeltendiğimde gittiğim tarafa geçince elimi alnıma koyup arkamı döndüm. "İstemiyorum çık şuradan bitti gitti." Biliyorum o istemezse geçip gidemezdim. O kadar güçlüydü ki parmağını bile ittiremezdim.

"Ne saçmaladığını açıklamadan çekilmeyeceğim." Diyerek adımladığım yere yine adımladı.
Hiç de kibar olmayan sesimle dik duruşumu bozmadan yeniden ona baktım. "O gün salak salak konuşmasaydın" Derken ellerimi önüme gelen saçlarıma geçirdim. "Buralarda it gibi gezeceğine adam olup gelseydin tüm bunlar olmazdı!"
Sonunda dedim!
"SİKTİR GİT SERDAR! ON ÜÇ SAATTİR NEREDEYSEN, GÜNLERDİR NEREDEYSEN ORAY..."

Bu sefer de hakaretlerimle deliye dönmüş gibi daha güçlü sesle üzerime gelerek "GÖREVDEYDİM LAN!" Dedi. O nasıl bir lan demekti? Uzatmadan hoşt der gibi, küçümser bir tavırla tek nefeste. Ama kabul, etkileyiciydi ve ne yazık ki konu görevse tek kelime edemezdim.
"Asıl sen kendi yaptıklarına bak. Bu bu halin ne! O it bitiyor bu başlıyor! Sen beni delirtecek misin kızım!" Çok da akıllıymış gibi tüm suçu bana buluyordu. Sanki o çok normaldi de tüm sorun bendeydi. Onca olay Serdar' ın himayesinde basitleştirilerek yok oluyordu sanki.

Düşüncelerimden ve sözlerimden de caymayacaktım. "Ben kötü bir şey yapmadım." Diyerek aşağıdan yüzüne baktım. Daha sakindim, en azından artık konuşmak istiyordum. "Sadece konuştuk." Baskıyla devam ettim. "Sadece, şarkı söyledim." Ama o benim aksime çok daha sert bir dille yüzüme baktı, sesini  yükseltti. "Sikerim senin şarkını da konuşmanı da!" Sakin konuşmak ne haddime, asla anlamazdı.
"Yeter be!" Diyerek arkamdaki televizyona doğru geriledim. "Yeter amacın ne! Ne yapmaya çalışıyorsun? Tamam ben dengesiz emeksizin tekiyim. Seni de hak etmiyorum. Neden?" Öyleyse neden beni burada tutuyordu? Madem bu kadar kötü biriydim neden hala etrafımaydı?

Daha sakin bir nefesle ve kadınsı bir halle ellerimi bel oyuğuma koydum. Hesap sorarken, onunla ve kendimle çelişirken nefes nefeseydim. "Beni buraya neden getirdin?" Ama o durdu. Seviyorum bile diyemeden öylece gözlerime baktı. Ne düşünüyordu bilmiyorum. Belki de beni, bizi sorguluyor, o da kendi içinde cidden neden diyordu. Belki de beni buraya getirmemenin pişmanlığını yaşıyor, dönülmez bir döngüden kahırla soyutlanıyordu

Kaşlarımı kaldırıp "Biz ayrıldık." Diyerek ona bunu hatırlattım. Şimdi vazgeçerse ben de geçerdim. "Sen bit.." Dememe kalmadan birden "Yeter lan!" Diyerek araya girdi. Önce bana bir adım atı, sonra o sinirle arkasını döndü. Bu defa benden kaçan, iki eliyle başını tutan oydu. Birkaç adımla benden uzaklaştı ve yeniden bana döndü.
"Yeter! Haksız olduğun halde zeytin yağı gibi üste çıkmaya çalışmaktan, bana kelime oyunu oynamaktan, saygıdan bahsetmekten vazgeç! Bi halt yedin kabul et! O itle."  Her şey karşılıklıydı. Ben de onun sözünü "Alp' den bahsetmeyi kes." Diyerek kestim. Elleri yanına inerken yutkundu, adem elması oynadı. "Bıktım! Anlıyor musun bıktım. Senin saçmalıklarından yoruldum artık. Evin önüne kamera taktıran sensin de suçlu olan mı benim?" İkimiz de öfkeden çıldırmış gibiydik. Şehir merkezinden uzak olmamız beni ve eminim onu daha özgür kılarken sanki tüm yükümü rıhtıma bırakıyordum.

İnanamıyormuş gibi itiraz etti. "Herifin birinin gecenin bir vakti evine aldın. Utanmadan uyuduk dedin, yetmedi." Elini kaldırarak elbisemi gösterdi. "Şu haline bak. Şu haline bir bak lan!" Serdar hiç çekinmeden, aman biraz sessiz olayım kız korkar demeden "BİR GÜN DAHA BEKLEYEMEDİN DEĞİL Mİ?!" Dediğinde gözlerimi devirdim. Neler konuşuyordu farkında değildi. Ya da farkındaydı, canımı yakmaya meyilliydi.
"SADECE LAFTA, O SİNİRLE BİTTİ DEDİM DİYE, BİR GÜN ULAN BİR! SENİN ARAMIZDAKİ İLİŞKİYİ UNUTUP BAŞKA GECELERDE EĞLENMEK BU KADAR KOLAY DEMEK Kİ?!"  Sakin sakin onu izledim. Yüzünden geçenleri, benden silinenleri, haklılık paylarını, kelimelerini. Her birine zihnimde tek tek cevap verdim de ona dudak kımıldatamadım. Oysa o sadece laf olan şey benim kalbimin ortasında oturmuştu. Oysa ondan günlerce haber beklemiştim. Oysa ben sadece söz verdim diye gitmiştim oraya. ama Serdar, o en ufak bir arafta başka birine gidecek kadar iğrençti. Acaba yine gitmiş midir dedim bir an. Günledir hiç düşünmemiştim ama şimdi de aklımın yer bir yanını sarmıştı.

Zihnim bir yana, gardım durmuyordu. "BEN EN AZINDAN EĞLENDİM." Diyerek bağırmaya başladım ve koltuğa bıraktığım kumandayı alarak hızla Serdar' ın arkasındaki duvara fırlatıp "SENİN GİBİ BAŞKALARININ KOYNUNDA GECEYİ SABAH ETMEDİM." Derken parçalanmasına sebep oldum. Yerinden kımıldanmadı, kumandadan kaçmadı ve bir yerden sonra çatılan kaşlarıyla şaşkınca soludu.

"Ne?"

Kimseye kolay kolay beddua etmezdim. Belanın dönüp dolaşıp bana geleceğine emindim de, bu defa "SENİN ALLAH BELANI VERSİN YA." Dedim gözlerine bakarken. Ama sonra o da ağır gelince yavaşça arkamı dönerek çıkış kapısına doğru adımlamaya başladım. "Bana yaptığın namus bekçilikleri bir bir yakana dolaşsın!" Ona bağıramıyordum bile. O kadar kırıktım ki hesap dahi soramıyordum. İçimden sadece hıçkırarak ağlamak geliyordu. Hesap sorarken güçlü olurum diyordum ama insan umurunda olmayan şeylere bağırabiliyormuş. Böyle ciğerini delen konularda öylece kalakalıyormuş işte.

Çıkışa doğru ilerlerken parkedeki adım seslerini duyabiliyordum. Sakince "Hazan." Deyip kolumu tuttuğunda henüz üç ya da dört adım atmıştım ki baskısıyla olduğum yerde durdum. "Ne saçmaladın sen az önce?"

"Bırak beni." Diyerek kolumu kendime çekmeye çalıştım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyor, sesimin titrememesi için kendimi kasıyordum. "Allah bela.." dememe kalmadan aynı sakinlikle "Versin." Deyip önüme geçti. Hala sıkmadan kolumu tutuyordu. "Versin Allah belamı versin ama önce anlat. Ne diyorsun anlamıyorum.." Sinirli değildi. Kaşları çatıktı ama sanki bir şeyi çözmek ister gibiydi. Üstelik bu anı sanki daha evvel yaşamıştım. Bu ilk bedduam da değildi.

"Çık." Diyerek gözlerimi kapattım. Boğuluyor gibiydim, halim yoktu ve biraz daha zorlarsak ellerim titremeye başlardı. "Hazan." Deyip çıkmayınca bu defa "ÇIIIK!" Diye bağırarak yüzüne baktım.
Kolumu bırakması için ona diklenerek çekiştirdim. "Çık şu önümden." Derken kurtardığım kolumla yeniden ondan kaçtım. Yüzüne bakmak istemiyordum, çünkü çok seviyordum. İçim acıyordu, ödüm kopuyordu kalbim yumuşar diye.

"Cevap ver bana." Diye diretti. Gür sesiyle "Hazan kurduğun cümlenin arasında dur!" Dediği an hışımla ona döndüm. Anlaşılan bir defteri kapatmadan bu evden çıkamayacaktım. "Ben cümlemin arkasında dururum. Peki ya sen?" Kaşlarımı hesap sorar gibi çattım. "Sen durur musun yediğin haltın arkasında?"

Yeniden öfkeyle kollarını iki yana açtı. "Ne bok yemişim amınakoyim! Ne zaman gitmişin başka birine?!" öyle sinirliydi ki sanki ona olmayan bir şeyi ima ediyordun. Öyle yabancıydı ki bu duruma, işin aslını sanki sadece ben biliyordum. Bir bilinmezlikle cebelleşen oymuş gibi bana anlat diyordu.
İnanırdım.
Bilmesem ona inanırdım.

Yüzüne baktım. Bakışlarım kirli sakallarında gezindi, aralanan dudaklarına, çatık kaşlarına.. "Hani çok seviyordun beni?" Sesim her ne kadar sertse bir o kadar da kırılgandı. "Biz yokken, ama kalbinde ben varken bir bakasına gidebilecek kadar mıydı? Beni Alp' le suçluyorsun. Ya ben, ne ne yapayım senin için!" Kim ne derse desin haklıydım. Kendimi aklamıyordum, yaptığım yanlıştı evet ama niyetim de sonucu da asla kötü değildi.

"Tamam suçlu benim." Diyerek suçumu kabullendiğim an bir başka baktı bana. Bilmiyorum ama çok garipti. Sanki. Sanki beni akladı kendi içinde. Kalbi yumuşadı, bakışından anladım. Ellerimi iki yana açarak sesimi yükselttim. "Özür dilerim ben hata yaptım." Ellerimi bırakarak bedenime çarpmasına müsaade ettim. "Farkındayım eve almamam gerekiyordu. Alsam da sana söylemem gerekiyordu. Ben suçumu kabul ediyorum." O yumuşayan bakışlar, neredeyse gelip sarılacak olan bakışlar "Ya sen? Sen başka kadını gittin diye bene özür diler misin?"  Dediğim an yeniden donuklaştı. "Peki ben unutur muyum onu?"

Yüzümü izledi. Siyah saçlarımı arkaya attırışıma anlamsızca baktı. "Ne zaman gitmişim?" Kaşları çatık, şaşkındı.
Ne demek ne zaman? Hissettiğim öfkeyle birden ciddileştim ve sesimim çıktığı kadar kendimi parçaladım. "Aptalı oynama bana!" Bilmesem inanacağım, görmesem...
"Bağırmayı kes!" Diyerek elini yeniden bana doğru kaldırıp bana doğru iki adım attı. "Sana adam gibi soru soruyorum bana cevap ver!" Tok sesi öylesine değişmişti ki siniri bir yana çok da başkaydı. Hızla inip kalkan göğüslerimle yüzüne baka baka bir iki adım daha gerileyerek kalçamı L koltuğun kenarına yasladım. Omuzlarım düşmüş, gardım inmişti. Ne değişirdi bilmiyorum, ama her ne olursa olsun aksine asla inanmayacaktım.

"Anlat!" Diye baskı yaptı yeniden. Bunun ardı yoktu biliyorum. Bir çırpıda anlatıp kurtulmaktı tek niyetim. Belki anlatırsam itiraz edemez, bana hiç haberi yokmuş gibi sorular soramazdı. Gerçekleri yüzüne çarpınca ne olur bilmiyorum ama  "Alp' le kapıda tartıştığımız gün." Deyip derin bir nefes aldım. Bakkalda benim için Adem' i dövdüğün gün... "Sen bana gelmeden önce." Derken bakışlarım gri parkelerde geziniyordu. Ona bakmıyor, kucağımda topladığım ellerimle yukarıya sıyrılan elbisemi aşağı çekiştirmiyordum. "Otelden çıkarken gördüm. Yanında bir kadım vardı."
Yeniden o anları hatırlamadım, düşünmedim, eskiye gitmedim ama yoruldum. Tüm bunlar olurken gerçekten çok fazla yoruldum. Ama Serdar tutup anca şeyi üstüne sakin bir tonda "Sarışın mıydı?" Deyince hışımla başımı kaldırdım. "Ya. Ya sen şaka mısın!"

"Dur!" Dese de oturduğum yerden hızla kalktım. Cidden daha fazla durmak istemiyordum. O kadar çoktu ki demek ki, utanmadan sarışın mıydı diyordu birde! Yanından geçerken "Bir dur be!" Diyerek kolumu kavradı.
"Ne durayım!" Diyerek kolumu çekiştirdim. "Kaç tane oldu da sarışın mıydı diyorsun!" Kolumu kurtaramayınca başımı kaldırarak ellerime onu ittirmeye çalıştım. "Bana Alp konusunda hesap soruyorsun ama biz sadece konuştuk. Milletle yatıp kalkan sensin sen bana hesap soruyorsun." Öylece beni izliyordu. Gözlerini kısmış, kaşlarını çatmış beni zorla himayesinde tutuyordu.

"Sakin ol." Diyerek kaşlarını kaldırdı. Neyine sakin olacaktım? Ben neden sakin kalıyordum? Neden her daim susan taraf bendim!
Daha da debelenmemle diğer kolumu da tutup yüzüme eğilip tekrar etti. "Sakin ol." Başımı sağa çevirerek kendimi geriye ittim ama o kadar güçlüydü ki zerre kıpırdayamıyordum. "Bırak lan hayvan! Ya şerefsiz." Diye bağırmamla "Hazan gözlerime bak!" Diye itiraz etti. Bakmadım. "Yüzüme bak yüzüme."

Aklıma bacak arasına vurmak geçti ama kıyamadım. İlk gece gibiydi, bu defa kıyamadım çünkü ne kadar acıyacağını tahmin edebiliyordum. Gerçi yüksek ihtimal zaten vuramazdım da ama olsun, ben yapamamıştım değil yapmamıştım.

Sağ kolumu bırakarak çenemi kavradığı gibi ona bakmamı sağladı. Havalanan kaşlarıyla "Öyle bir şey yok." Derken yanaklarıma kadar ulaşan parmaklarıyla canımı yakmıyordu. Başımı iki yana sallayıp "Siktir git Serdar." Dememle sesini yükseltti. "Lan öyle bir şey yok! Yanlış anlamışsındır." Beni bu şekilde esir alması artık ruhunu sıkmaya başlayınca ağlar bir halde başımı geriye attım ki anında ellerini üzerimden çekti.
"Bekle." Diyerek cebinden telefonunu çıkartmıştı ki arkamı dönmemle bu defa da elimden tuttu.

"SANA BEKLE DEDİM!" Nereye gitsem tutuyor, ne yapsam aksini yapıyordu. Karakteri o kadar baskındı ki şu an tamamen tıkanmıştım. Gidemiyordum, bağırsam anlamıyor, sövsem işlemiyor, itsem kıpırdamıyor.
Ona dönmeden sakince olduğum yerde durdum. En azından yüzünü görmezsem, kokusunu duymazsam daha iyi hissederdim.
Elimdeki elini çıplak omzuma çıkartmış öylece duruyordu. İttirsem olmaz, gelir yeniden tutar, gitsem bırakmazdı. Parmakları elbisemin askısında dururken "Rıfat." Dedi birine. O an anladım telefonda konuştuğunu. "Yirmi bir temmuz sabahı otelden çıkışım. Kamera kayıtlarını istiyorum. Senin Tuğba'yla olanları da."  Deyince "Hande." Diyerek araya girdim. "Adı Hande'ydi." Deyip sinirle ona döndüm. Tuğba başka Hande başka mıydı? Ya da daha adını bilmiyordu.
Kaşları çatılırken yüzümü inceleyerek başını itirazla salladı ve devam etti. "Tüm gecenin. Sabahın da. Hatta geldiğim her günün. Aynen giriş çıkış, iç, kapı, koridor. Hepsi. Hemen." Durdu biraz. Sonra ben omzumdaki elini ittirince gözlerime baka baka sinirle yeniledi "Hemen!"

Telefonu kapattı. Hande diyorum Tuğba diyor. O değil biliyorum, başka biri biliyorum. Yüzüme baka baka telefonunu arka koltuğa fırlattı. "Hande diye biri yok. Tuğba' dır. Hem sen nereden biliyorsun onun adını?" O anlamıyordu, ben anlamıyordum. İkimiz de olayı çözemiyorduk. Ortada bir kadın vardı ve yalan söyleyen taraf Serdar'dı.

"Kendi dedi." Diyerek Serdar' dan uzaklaştım. "Kendi mi dedi?" Şaşırmıştı. Muhtemelen onlar hakkında bu kadar çok şey bıkıyor olmam onu korkutmuştu. Doğruyu söylemek gerekirse bu konuda beni kandıracağına neredeyse emindim. Çünkü defalarca düşünmüştüm ve o günde yanlış anlaşılma olabilecek hiçbir şey yoktu.

"Beni kandırmaya çalışma." Deyip yeniden alnımı tuttum. Kendimi çok kötü hissediyordum ve ne yazık ki tüm bu gerçekleri kaldıracak durumda değildim. O kayıtları bile izlemek istemiyordum.

Sakin bir sesle "Sence bu mümkün mü?" Deyişiyle yeniden ona döndüm. Neden olmasın?
O kadar kırgındım ki omuzlarımda hissettiğim yükle artık bağıramıyordum bile. Halsizce, sana yazıklar olsun der gibi yüzüne baktım. "Olmadı mı?" Oldu. Başka bir kadının kadınlığında beni düşünerek kendinden geçtin. Onu izledin, ona dokundun, kendini tatmin ettin, en mahrem yerlerinde ellerini gezdirdin, sonra da o ellerle beni sevdin..

Tüm bu iğrençlikleri düşününce içimde yeniden bir şeyler kırıldı. Gözlerim dolmak üzereydi, ama hayır. Bunu henüz yapmayacaktım çünkü karşısında ağlamak, dilediğim son şey bile değildi.

Buğulu gözleri ve düşen omuzlarıyla bana bakıp "Ne kadar imkansız olduğunu bilmiyorsun." Derken onun da sesi düzelmiş, sakinleşmişti. Başımı yavaşça iki yana salladım. "Sana güvenmiyorum. Neticede hepiniz aynı boksunuz." Yalan mıydı? Tüm erkekler aynıydı. Çocukluk arkadaşım bile arkamdan neler konuşmuştu.
Kaşlarını çattı. Sanki bana kızsa da üzülüyordu. Bu halime, bu halimize, geldiğimiz yerdeki ondan uzak duruşuma... "Seni ilgilendiren kısım herkes değil."

Herkes değildi. Daha üç beş gün önceye kadar evimde her şeyimken şimdi.. Bilmediğim bir hiçlikte yok oluyordu sanki. Adını koyamadığım sancıda benden yitiyordu. Yüzüm acıyla şekil alırken çatılan kaşlarımla itiraz ettim. "Ama artık sen de herkessin."

Hiçbir şeysin.
Hiçbir şeyimsin.

Omuzlarımdan aşağıya ve yüzüme doğru dökülen siyah gür buklelerimi alnımdaki elle bir kez daha arkaya ittirdim. Ayaklarım çıplaktı ama ev dışarıya nazaran sıcaktı bu yüzden de üşümüyordum. Kendimi çıplak hissediyordum ama bu tamamen mentaldi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sürekli bağırmaktan konuşamıyorduk, o bana Tuğba diyordu ben Hande diye diretiyordum. Halbuki artık hiçbir önemi yoktu çünkü ben kalbimde yük olanı dilimle atmıştım. Üstelik saniyeler evvel ona bakarak sen de herkessin demiştim. Bunun sessizliğiyse yalnızca birkaç saniye sürdü. Serdar önce bana öylece bakakaldı. Sonra bir eli belime giderken arkasını döndü ve diğer elini saçlarına geçirerek yeniden bana baktı.

Dilinim ucunu ısırmayı bıraktı fakat asla sakin kalmaya çalışmadı. "Telefonun neden kapalı senin?" Anlaşılan sesini asla kısmayacaktı.

Biliyordum, sen de herkessin dedim diyeydi bu sinir. Onu kendi içimde sildiğimi düşündüğümden, bunu dile getirdiğimdendi. Nitekim öyleydi de. Onu hem seviyordum hem de nefret ediyordum. Eksiler artıları nötrlüyor, bana da bu aşkın sancısı kalıyordu. O bitti dediğinde ben de böyle hissetmiştim. Üstelik bir başımaydım ve günlerce ondan haber alamamıştım.

Kollarımı birbirine bağladım. "Kırdım." Kendimden emin çıkan sesim duvarlarına çarptığında kaşları merakla çatılmıştı. Derin nefes alıp "Annenle konuştuktan sonra mı?" Dediğinde ses tonu daha iyiydi. Sonunda normal bir şekilde konuşabileceğimizi düşündüm.
İstemsizce dudaklarımdan ufak bir gülüş belirdi.
"Konuşmuşsunuz." Diyerek alayla bir adım gerilediğimde gevşemiştim. Mutlu mesut "Ölüyor ya sana." Deyip başımı olumlu anlamda sallarken de kaşlarım havalandı. "Baya baya tapıyor sana." Elbette annemin telefonda bana söylediklerinden sonra bu dediklerine şaşırmıyordum. Nasıl da savunmuştu Serdar oğlunu..

Ortamdaki gerginlik sürerken tekrar arkamı dönüp boynumu iki yana esnettiğim sırada yeniden "LAN BANA BAK!" Diye yükseldi. "SALAK SAÇMA KONUŞUP ERGENLER GİBİ TRİPLERE GİRMEYİ KES ARTIK!" Anlaşılan sakin konuşamayacaktın, en başa dönmüştük ve ben de yeniden sinirlenmeye başlamıştım.

"Ben miyim lan ergen!" Deyip yeniden o tarafa döndüm. Kaşlarım çatıldı. "Ben miyim salak saçma?" Sinirim bir yana da merak dolu hayal kırıklığım yüzümden okunuyordu. "Kendine gelip biraz aynaya bak! Beni buraya getirip salak salak konuşan sensin!"
Sinirlenince teklemeden konuşmamı seviyordum.
Savunma mekanizmam birebirdi ve Serdar gibi bir adamla başa çıkabiliyor olmak benu mutlu ediyordu.

"O SİKİK MEKANLARDAN BİR TÜRLÜ ÇIKAMAYIP KADININ EMEKLERİNİ PİÇ EDEN SENSİN!"

Pekala, bu hali korkunçtu. Çünkü sinirden alnında beliren damar, bana attığı adım ve yeniden koyuya bulanan gözleriyle çok da sağlıklı görünmüyordu. İfadesizce onu izlerken devam etti. "SANA VERDİĞİM DEĞERİ, YÜKLEDİĞİM ANLAMLARI YERLE BİR EDEN SENSİN! ÇOCUKSUN! RESMEN, ASLA BÜYÜMEYECEK BİR ÇOCUKSUN!"

Bu defa dudaklarım şaşkınlıkla ayrıldığında hayatımın şoklarından birini daha yaşıyordum. Ben miydim çocuk? Ben miyim çocuk!
Ne diyeceğimi bilemeyip birkaç saniye kalakaldım. Sonunda da beni bu salondan dahi soyutlayacak bir tonda, sessizce "Ben." Dedim. Fakat o, sesini alçaltıp konuşmaya devam etti. Hâlâ ürkmüşlüğümden dolayı bana kıyamıyor gibiydi ama belli ki, sözlerini asla esirgemeyecekti.

"İlk günden beri ben seni it gibi severken sikine takmayıp bilerek gözüme soka soka eğlencesine devam eden sendin!" Gözlerime baka baka öyle dik konuşuyordu ki, sanki konuşmuyordu da kin kusuyordu bana. "En ufak bir yanlış anlaşılmada kendini geri çekip hayatımdan siktir olan yine sendin!" Yutkundum. "Her defasında kendini hiçbir zaman bana ait kılamayıp sürekli benden kaçan sensin. Ama anlaşılan bu hallerin sadece bana değilmiş. Sen, ben dahil kimseyi sevmemişsin! Annenle bile aptal aptal konuşup o kadını üzebiliyorsan benim duygularımı hayli hayli siker atarsın!"
Serdar tüm bu konuşmayı yaparken ellerini beline koymuş tepeden beni izliyordu ve fazlasıyla sinirliydi. Bağırıyordu, ancak biraz önceki gibi bir kükreme değildi. Beni azarlıyor, kendini haklıymış gibi yüceltiyor, gözlerim bakarken bir abi gibi azarlıyordu sanki. Sanki annemle birleşmişti de ben onların çocuklarıydım. Öyle berbat, öyle hadsiz bir andaydım.
Onu izlerken ne çok şey tutmuş içinde dedim. Meğer ne çok birikmişi varmış kendi dünyasında bana. Öyle ki kaldırdığım başımla yüzüne bakarken öfkeyle dolan gözlerini benden esirgemiyordu. O her zaman güvendiğim, beni herkesten koruyan heybetli duruş beni bu defa korkutuyor, yaralamaya meyil ediyordu.

"Biraz düşünüyor olsaydın, beni geçtim annen için bir şeyler yapardın! Bencilliğin tutsağı olmuşsun, o koca egonla insanları etrafında çevirmeye bayılıyorsun. Sadece kendi kafanın dikine gidiyorsun."
Bakışlarını asla benden çekmiyordu. Benim afallayan yüzüm onun kiniyle bütünleşmişti. "Vurdumduymaz hallerin ve çocuksu tavırlarınla hayatın boyunca bıkmadan hatalar yapacaksın!" Dediğinde onun açısından bakınca haklı olabileceğini düşündüm.
Ama yanlış bir açı olduğu için anında vazgeçtim.

"O kadının senin için neler yaptığını yıllardır anlayamayan sensin! Benim senin için yaptığım şeyleri anlamanı beklemem büyük hata. Senden çevreni değiştirmeni beklemem, yanına başka bir iti yaklaştırmamanı beklemem çok büyük hata!" Küçümseyen bakışlarla kurduğu her bir cümleye öylesine inanmıştı ki gerçek beni göremiyordu. Hiç sormuyordu neden diye, sadece zihnini bana kinle akıtıyordu. Annem gibi, beni erkeklerden sakınıyor, onları istemiyordu. Bu yıkılmaz halleriyle bana ders verdiğini sanıyordu, bilmiyordu ki ben kendi içimde yeniden, defalarca kez yıkılıyordum.

Söylediklerini ve söyleceklerini bölmek istemediğimden sinirli yüzüne sakin bir afallamayla bakıp sessizce onu dinledim. Tüm o yıkılmaz duruşu karşımda ilk defa boş geldi sonra. Hak etmediğim cümlelerin günah tohumu ben olurken yüreğimdeki aşkı söndürdü.
Yutkunarak başımı yere eğdim. Çünkü artık yüzüne bakacak cesaretim yoktu ve biraz sonra dilimden döküleceklerden daha şimdiden utanıyordum.

Saçlarım iki yanımdan göğüslerime doğru salınırken çıplak ayak parmaklarımdaki parlatıcıya baktım. Bacaklarımı izledim, kollarımdan bileklerime uzanan tülün dokusunu inceledim, parkelerin renk tonu hakkında yorumlar yaptım. Hiç, öylesine.
Tüm bunlar olurken onun bacaklarını görebiliyordum, biraz daha yukarıya baksam kemerindeki ellerini, belini. Bakmadım, kendimi yardan aldım, yar artık bana yaraydı..

"Sırf bitti dedim diye bunları yapmak zorunda değildin. Bunu giyinmek, başka bir adamla şarkı söylemek zorunda değildin. O gavatı evine almayacaktın, hadi aldın. Hadi yedin bir halt, sorduğumda bana doğuyu söyleyecektin sikik bir kamerayı sinirlendim diye bahane etmeyecektin." Hiç mi acımıyordu bana demeden edemedim. Ama sonra acınacak neyim vardı ki mis gibi ayaktayım işte dedim. Dik duruyorum, bakışlarım kaçırmam da suçumdan değil, haksız yere suçlanmamdandı.

"Beni hiçe sayacaksan adam gibi istemiyorum diyeceksin. Eski hayatını özlediysen yüzüme söyleyeceksin böyle karşımda boyun eğmeyeceksin. Ortada bir şey varsa bana geleceksin." Deyip bir an susarak gürültülü bir soluk aldı. Sonra da zaten imalı sesiyle bakışlarını yeniden bana dikti. "Kime ne diyorum ki, sen borcunu bile benden saklamışsın. Sana kart verdim." Kendi kendine daha da sinirlenebiliyordu, ben tek kelime etmiyordum. "Sana kart verdim borcunu bana söylemeden bile ödeyebilirdin, ne demek eve haciz gelmesi!

İlk andan beri her bir cümleyi kendi içimde bir bir yanıtlamıştım. Başımın eğikliği de kendime olan utancımdandı. Ona değil, ne haddine. Ben kendime yanıyordum.
Serdar susunca, aramızdaki sessizlik onun beni izlemesiyle uzayınca başımı hafif kaldırdım ve ona bakmadan mırıltıyla "İlk günden beri." Deyip sessizliğe son verdim. Dilimi ısırdım, kendimi sıktım, ha gayret diyerek güçlü durdum ve gözlerimi bir an, nereden başlayacağımı bilemeden kapattım.
Sanırım sesimdeki mağrurluk ilgisini çekmişti çünkü olduğu yerde kalarak beni dinlemeyi yeğledi.
"Benim." Deyip dolan gözlerimle yüzümü buruşturdum ve başımı sola çevirdim. Çünkü ilk defa bu kadar zorlanıyordum ve içimdeki sancı geçmiyordu. Dahası, cümlelerim biraz sonra hıçkırıklara karışacak diye çok korkuyordum.

"Hastaydım, ve bu." Sesimi minik bir öksürükle toparlayıp donuk bir şekilde az ilerideki zemine baktım. Ondan başka her yere baktım. "Her şeye engeldi. Yani ben altı ay sonra ne bok yerim, o ağrılarla ölür müyüm, yaşar mıyım diye hesap yaparken sana gelemezdim." Ellerim bel oyuğuma gitti. Güçlü durmak istiyordum, bunları anlatırken başımı eğemez ya da kollarımı çocuk gibi birbirine bağlayamazdım. Zira bana acıması dilediğim son şey bile değildi.

Beni izlerken bir adım gerileyip sanki mümkünmüş gibi kendimle baş başa kalmak istedim. Mümkün değildi biliyorum, fakat bunu istiyordum. O ne haldeydi, beni nasıl bir ifadeyle izliyordu bilmiyorum ama benim buna ihtiyacım vardı. Bağırıp çağırmam gerekiyordu değil mi? İsyan edip her şeyi bir solukta anlatmam gerekiyordu. Ama öyle olmuyordu. Birine zaaflarını ve yaralarını açarken sadece durgunlaşıyordun.

"Biz tanıştıktan sonra düşündüğünün aksine seni kıskandırmak için hiçbir şey yapmadım." Masumum dercesine omuz silkip devam ettiğimde soldaki beyaz duvara bakıyordum. Sesim hiç olmadığı kadar sakindi. Sanki karşımda Serdar değil de Ömer vardı. Öyle sakin, öyle naif anlatıyordum.
"Normal hayatıma devam ettim. Çünkü sen, benim için ihtimal dolu bir seçenek bile değildin."
Yüzüne asla bakamasam da donuklaştığına nedense emindim. Kıpırdamıyor, görüş alanıma girmeye meyil etmiyordu.
"En ufak bir yanlış anlaşılma dediğin." Deyip derin bir nefes vererek ellerimi iki yanımda serbest bıraktım. Çok zordu. O kadar zordu ki kelimeler ağzımda dikenlerle büyüyor, boğazıma düğümleniyordu. O, karşımda koca bedeniyle dururken toparlamaya çalışmam pek de kolay olmayacak gibiydi.

"Emir geldiği gün Sena' yı terminale bırakıyorduk." Başımı kaldırdım ve bu defa ona baktım. Tahmin ettiğim gibi yüzünde koca bir donuklukla beni izliyordu. Ki, bu daha dağın görünmeyen kısmıydı.
Güçlüyüm dercesine gülümsediğimde daha iyiydim. Çünkü haklıydım ve şu an çekinip utanması gereken kişi kesinlikle ben değildim.

"O gün terminale giderken tesadüfen o kadınla konuştum. Benim Hande, senin Tuğba dediğinle." Başımı yavaşça ve çok ufak bir şekilde eğip kaldırarak durumu onaylar gibi devam ettim. Bu sırada onun kaşları yeniden manasızca çatıldı.
"Hani, ilk günden beri çok seviyordun ya beni." İroni gibi, kendimi tutamayıp hafifçe bir kez daha güldüm. Demek ki ses yükseltince değil, mantıklı konuşunca asıl olan oluyormuş.

Gülümserken alt dudağımın sol köşesini sinirle dişleyip hafif çekiştirerek bıraktım ve bakışlarımı ondan bir an olsun almadım.
"İster yanlış anlaşılma de, ister gerçek. Umurumda değil ama yarım saat boyunca, o kadınla tüm gece nasıl birlikte olduğunu dinledim ben." Cümlem bittiğinde yüzünde oluşan o şaşkın ve üzgün ifadeyi sanırım koca bir ömür unutamayacaktım.

Durmak istemiyordum, zira bu kısım acısız ve çorap söküğünden farksızdı. "Ama yine de sana hak verdim. Kendimce bir sürü sebep arayıp buldum." Başımı yavaşça sallayıp derin bir nefes aldığımda koca bedeni ve yüzü donuktu.

"Emin ol, kızmadım sana. Kızamadım, çünkü..." Nihayetince alelen dolmaya çalışan gözlerimi güçlükle bastırıp sanki bir suçu itiraf ediyormuşçasına mırıldandım. "Çünkü o zaman bile seni anlayabilecek kadar çok seviyordum. O zamanlar birlikte değildik ve ben, içindeki duyguları bastırmak için bir hayat kadınını seçtiğini düşünerek bu durumu tamamen unutmak istedim." Yutkundum ve başımı olumsuzca salladım.
"Ama sonra o dağ evinde Sevda' dan ve kuzenin olan Hande' den gelen mesajı görünce her şeyim bir anda  tepetaklak oldu." Omuzlarımı silktim. "Üzgünüm, içimdeki acabalarla orada daha fazla duramazdım." Gözlerimi bana bakan acılı siyahlardan kaçırıp mırıldandım. "Duramadım da."

Yeniden yüzüne baktığımda da bana yüklediği anlamlara sırayla ilerliyordum. "Evet." Diyerek başımı salladım. Omuz silkip ciddileşen sesimle "Kendimi hiçbir zaman tam olarak sana ait kılamadım." Dedim sonra. "Çünkü ben daha önce kimseye ait olmadım. Yani senin gibi kimseyle." Durup o yıkıcı cümleyi kurdum. "Birlikte olmadım. Kimseni senin gibi sevmedim. Sadece aşktan bahsetmiyorum, ben normal olarak bile kimseyi sevmedim. Bu duygu bana çok yabancıydı.." Bu yüzden ona sarılmak bile ellerimi titretiyordu. Sana aşığım diyemiyordum, kendimi ifade etmekten utanıyordum. Kişiyle alakası yok, Mehmet' de de böyleydim.
Yutkundum.
Ve ben yutkunurken Serdar sanki kendi iç dünyasında savaşarak haksız sinirine küfürler savurdu.
"Bu beni korkuttu." Göz devirip devam ettim. "Bana geldiğin her an gibi."  Sesim o kadar yumuşak ve sakindi ki bu duruma ben bile şaşırıyordum.

"Bunu defalarca konuşmamıza rağmen benim elimde değildi. Bana defalarca anlattığın halde ben o korkuyu yenemedim. Belki de alışamadım. Ne dersen de, kızabilirsin, saçma diyebilirsin. Ama ben de buyum, hayatım boyunca babam dahil kimseye hesap vermeyi düşünerek hareket etmedim. Sen bana bir yerden sonra hep çok fazla geldin. Yanlış anlama, şikayetçi değildim. Sadece zamanla alışıyordum her şeye." Amaan der gibi geçiştirdim, dudak büktüm. "Ayrıca borçtan haberim yoktu. Fatura bilgisi e-postama gelmiş. Ben e postalarıma bakmam bile. Senden bir şey saklamadım yani."

Donuk bakışlarındaki pişmanlık artıyorken elleri iki yanında öylece sarkıyordu ve ben üniformanın bu halde bile onu fazla yakışıklı gösterdiğinin bilincindeydim. Berbat bir halde ilerliyorduk ve benim düşündüğüm şey akıl alır değildi.

Konuyu değiştirmek, bir yanlış anlaşılmaya maal vermemek için gözlerimi bir an yumarak derin bir nefesle başımı hafifçe salladım ve yeniden ona baktım.
"Az evvel dediklerim. Yani biliyorum, cinsel anlamda ileriye gitmeyi zaten istemiyordun ama senin için normal olan şeyler bile bana aşırı fazlaydı. Gözlerinin içime bakıp sana, seni sevdiğimi söylemek gibi. Sana değersiz hissettirmişim, görünen o ki sevgimden bile emin değilsin. Ama ben birden açılacak biri değilim. Hissetsem de belli edemem bunu. Senin için kendimle ne kadar savaştığımı bilemezsin." Yalan söylemiyordum, sırtımdaki izlerken ilk öpücüğüme kadar baştan sana her şey onunla ilgiliydi, onu sevdim diyeydi. Bunu yer yer çok fazla düşünmüştüm. Sevgisiz büyüdüğümden mi yoksa karakterim mi böyleydi bilmiyorum ama buydum işte. Birine kolay kolay seni seviyorum da diyemezdim.

Başımı kendimi ifade etmek istercesine iki yana salladığımda tek amacım kendini anlatmaktı. Aksi halde pişman olup berbat hissetmesi değildi.

"Sen beni hiç anlamadın. Ve sen anlamıyorken, ben senin yanında sürekli içten içe o korkularımı, yersiz heyecanımı yenip rahatlamaya çalıştım." Ben o yaralardan ne kadar kaçtım biliyor musun..
Kaşlarımı çatıp hafif yüzümü buruşturmaya çalıştım, aksi halde gözlerim dolardı. "Yanlış anlama, sana güveniyorum." Omuzlarımı kaldırıp "Ama bu güvenle ilgili değil." diyerek indirdim.
Sanırım onu Osman Amca' dan çıktığım günkü hislerine yeniden uğurlamıştım. Çünkü, benimle ilgili yeni şeyler öğrenip yine kendinden nefret ediyor gibiydi.

"Amacım da senin duygularını sikmek değil. Eğer öyle olsaydı bunca zaman sana boyun eğmez, sözlerini biraz da olsa dinlemeye çalışmazdım." kısa bir an duraksayıp devam ettim ve başımı iki yana sallarken gerçekleri yüzüne vurmak zorunda kaldım.
"Ayrıca, benim için yaptığın tüm fedakarlıkların da farkındaydım. Ama sen." Deyip varla yok arası bir sinirle kaşlarımı çattım. "Benim duygularımı hiçe sayan sensin."

Kelimelerim tükenmedi, henüz yolun yarısın gelirken yorulmuş bir ifadeyle başımı eğdim ve birleştirdiğim ellerime, siyah ojeli uzun sayılabilecek tırnaklarıma baktım. Çünkü şimdi daha ağır şeyler söylemem gerekiyordu.
İşaret parmağımın tırnağında oyalanırken yumuşak dokuyu okşuyordum. Bu sırada suçluluk hissederek normal ses tonumla konuşmayı sürdürdüm.
"Cidden sevmesem, o dönem topladığımda bile acıyan saç diplerimi kopartırcasına çeken, her fırsatta bana orospuymuşum gibi bakan." Bu sefer işaret parmağımın kenarıyla oynamaya başladım.
Üzgünüm ama artık bunları söylemem gerekiyordu.

"Sigara dumanıyla boktan bir gün geçirmemi sağlayan ve kurduğu cümlelerle beni sabaha kadar zırlatan bir adama gitmezdim."

Yutkunduğunu duyduğum anda hüzünle ve sanırım beni sarıp sarmalama isteğiyle "Hazan." Diyerek bana doğru geldi. Sesi titriyordu da ben istemiyordum.
Serdar' ın aksine iki adım geri giderek ona baktığımda gözleri buğulanmış ve ne yapacağını bilmiyor gibiydi. O sinirinden eser yoktu.

Susmadım. Onun yerine "Annemle hemfikir olduğunuz şımarıklığıma, bencilliğime ve egoma gelirsek." Diyerek sakin bir şekilde yüzüne baktım ve tek seferde lak diye "Egom yok." Deyip kestirip attım.
"İnsanların peşimde pervane olmalarını ben istemiyorum. Çünkü buna ihtiyacım yok." Kendimden emin ve ciddiydim.
"Ama onlar her fırsatta dibimde bitiyor. Git diyemiyorum çünkü onları kıramıyorum." Kötü bir insan değilim. Yemin ediyorum asla kötü bir insan değildim.
Gözlerimi devirip bir örnek verdiğimde bu detay beni bir miktar üzmüştü. "Alp gibi."
"Onlara göre sırf güzel olduğum için bunu yapıyorlar ve ben bunu biliyorum. Her şey, " yüzümü kendimden ve olaylardan tiksinircesine buruşturdum. "Tüm bu saçmalıklar fiziğim ve beni güzel buldukları için ama cidden benim umurumda değil."
Sakince devam edip dediklerimi kanıtladım.
"Eğer düşündüğünüz gibi olsaydı daha fazla ilgi için Servet' i ve diğer teklifleri kabul ederdim. Bu da benim egomu tatmin ederdi. Benim tek isteğim müzikle eğlenmekti. Ki bunu da yapıyordum."

Derin ve titrek bir nefes "Annem." Deyip alt dudaklarımı dişleye dişleye Serdar' a baktım.
Histerik bir gülümsemeyle de "İnanması güç." Dedim.
"Ama, ben hayatım boyunca kendim hariç herkesi düşündüm." Kollarımı iki yana açıp kapattım. "En çok da annemi."
O gözlerindeki bana olan bakışı hayatım boyunca bir daha nerede görürdüm, ya da görür müydüm bilmiyorum ama çok başkaydı. İçinin acısı gözlerinden dahi okunuyor, en ufak bir adımda beni sarmak isteyişi her halinden belli oluyordu.

Öylece beni izleyip dinleyişlerini sevmiştim. İçten içe paramparça olduğunu görebilsem de yüzleşmemiz gereken mecburi gerçekler vardı ve bence benim canım ondan daha çok yanmıştı.

Ellerimle oynamayı bırakmış, üç yaşındaki çocuk gibi iki elimi arkamda birleştirmiş umut dolu bir gülüşle Serdar' a bakıyordum.
Gülümsemem gerekiyordu çünkü aksi halde tam da bu noktada hıçkıra hıçkıra ağlardım. "Sırtımdaki yaraları sormuştun." Deyip dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım ve başımı onaylarcasına salladım.
"Öz babam, sırf canı istiyor diye." Yeniden dudak büküp omzumu kaldırdım. "Keyfine göreydi yani." Diyerek omuzlarımı indirerek korku dolu gözlerine bakmayı sürdürdüm.

"Bir dönem içtiği sigaraları sırtımda söndürdü." Umarsızca söyledim. Hiç canım yanmamış, o anlarda hiç çığlıklarla ağlamamışım gibi. Söyleyemem sandığım o cümleyi öyle bir kolaylıkla dile getirmiştim ki...
Devamında Serdar' ın aralanan dudaklarıyla bana doğru gelişi aynı anda olmuştu. Acıyla bütünleşen yüzüne bakmayı sürdürüp sağ elimi gelme diye kaldırarak yine bir adım geriledim.
Acıyla kaşlarını çatıp "Yavrum." Dediğinde anlayabiliyordum, tek derdi sarılmaktı ama ben istemiyordum. Bu yüzden onu görmezden gelip devam ettim.

Kaşlarımı kaldırıp yüzüne bakarken devam ettim. "Anneme söylemedim, üzülmesin diye. Kimseye söylemediğim bu olay aylarca ara ara devam etti. Adam canı her sıkıldığında, ona her diklendiğimde annem evde yokken üzerimde keyifle içtiği sigarasını söndürdü."
İyiydim, Serdar kahrolmuş bir şekilde çattığı kaşlarla gözlerini kapatırken bunu halledebilirdim.  İyiydim.

"Sanırım." Deyip yeniden gülümsedim. "Çığlıklarımı yastığa gömdüğümü hatırlayabiliyorum."
Gözlerini açamadı, aksine bana gelemediği için iyice yumdu ve başını havaya kaldırdı. O kahrolurken ben susmadım, susmak istemiyordum çünkü. Artık hiçbir şey yarım kalsın istemiyordum.
"Aynı dönem, on sekiz yaşındaydım. Sırf ona diklenip annemi dövmesini engelledim, kafasında biblo kırdım diye sonraki gün parmağımı kırdı." Gülümsemem devam ederken ona bir soru sordum, gözleri açıldı.
"Ellerimin ne kadar güzel olduğundan bahsediyordun bana, kırılan parmağımdan haberin var mı?" Gülümsüyordum.

Zar zor çıkan sesiyle "Hazan." Diyerek yeniden bana geldi, geri gittim. Sus diyemiyordu, merak ediyordu. Ben konuşurken beni susturmak istemiyordu ama sarılmak istiyordu. Yalnızca sarılmak istiyordu onu anlayabiliyordum ama ben istemiyordum.

"Anneme düştüm dedim, üzülmesin diye." Diyerek yeniden gülümsedim. Sarılmayacaktım, susmayacaktım da. Kahır çöken gözlerine bakarken her şey daha zordu, ama halledecektim. Anlatacağım o kadar çok şey varken yirmi yılımı iki kıçı kırık cümleye sığdırmaya çalışacaktım.

Daha fazla gelmedi, gelemedi ve ben "Sonra kardeşim Berrak kanser oldu." Derken beni dinlemeye devam etti. O üzdün dediği kadın için neler yaptığımı bilsin istedim. "Annem üzülmesin diye tüm kötü gelişmeleri ondan saklayıp kendi başıma uğraştım. Kemoterapiler, hastaneler, onkoloji koridorları ve, ölüm." Unutmuştum. Yeniden hatırlatmak o kadar ağır geldi ki gözlerim birden doldu, gülüşüm yüzümde soldu, dudağım titredi yutkunamadım.
Ağlamak üzereydim. Hıçkırığa boğulmak üzereydim ki başımı tavana dikerek dudağımı sertçe dişledim. Olmadı, derin bir titrek bir nefes alarak dolan gözlerimi elimin tersiyle sildim ve yeniden Serdar' a baktım. O, gerçekten berbat görünüyordu ve sanki nutku tutulmuştu.

"Annemi bu olaylardan en az hasarla çıkarttım ben.
Hayatı bu kadar zorken, boşanamadığı mafya tipli bir adamla evliyken ve aynı dönem annesi vefat etmişken birde bu olaylar uğraşsın istemedim. Çünkü onu önemsiyordum." Annem de o dönem kanserin k sini bilmiyordu. Asla ihtimal vermiyordu, basit bir şekilde hasta sanıyordu Berrak' ı. O yüzden babam ortalarda yokken o da Trabzon' da yatalak ve son nefeslerini vermeye çabalayan annesinin yanındaydı ya. İyi biliyordu bizi.. O kadar zıttı ki ona, eminim annesinin hasta olduğu ve vefat ettiği dönem öğrenseydi acıdan delirirdi..
Öylesine donuk, öylesine sadeydim ki, o halsiz sesimde ürkütücü bir naiflik var gibiydi.

"Sahneye çıkıp şarkılar söyledim, eğlendim." Hafif gülümsedim ve oh olsun der gibi "İt gibi gezdim." Dedim. "Kardeşim öldüğünde hastalığımı bilmediğim zamanlar içip ağlaya ağlaya sokak köşelerinde sabahladım." Sesim ruh gibiyken başımı olumsuzca sallamaya çalışıp bu imkansız der gibi mırıldandım. "Ama kendimi asla satmadım."

Derin bir nefes alıp verdim sonra. "Ben tüm bunları yaptım. Yine olsa yine yaparım dert değil.." Donuk bakışlarım yerdeyken devam ettim.
"Ama annem dün bana, her şeyi unutup." Soluk verip güldüm. "Şımarıksın dedi. Şu hayatta ondan beklediğim tek şey bana güvenmesiyken o dün, sanki kendimi satıyormuşum gibi konuştu. Bugün sen, aynı şekilde defalarca bana çocuksun dedin." Dilinin ucunu ısırdı, yüzü ekşidi. Pişmandı ama nafile. "Çocuk muyum ben?" Deyip kahırla ona baktım. Ağlamama ramak vardı, itiraz dahi edemedi.

"Dışarıda olduğumu söylemediğim için kızması normaldi, söylemeliydim ama olmadı. Berbat bir anda aramıştı, kendimi çok kötü hissediyordum ve birden evdeyim dedim. Sonra da lafı çevirmedim." Omuzlarımı kaldırdığımda bu açıklama karşımda, tepeden beni izleyen adamaydı.
"Zaten Gül çok istedi diye gitmiştim. Yıllar önce nişanında ben sahne alacağım diye söz vermiştim. Ve genel olarak, yani gebermediğim sürece sözünde duran biriyim."
Yorgundum ve üzerimde koca koca yükler vardı. Acılarımı anlatırken her biriyle tekrar yüzleşmiş olmamdan kaynaklıydı sanırım, halim yoktu.
"Şımarık değilim." Diyerek olayı kapatmak istedim. "Sadece artık özgür bir şekilde nefes almak istiyorum."
Eminim, beni anlamıştı ve artık tüm hikayemi biliyordu. Ondan bir şey istemiyordum. Şu an tek isteğim evime gidip uyumaktı. Belki de saatlerce ağladıktan sonra uyumak.

Başında beri susup sadece içimden geçenleri ona aktarmamı bekledi. Beklerken soğuk bakışlar altında yoruldu, boğuldu, içinin yandığını hissetti ama yine de buna dayanabileceğini fark etti. Ne olursa olsun sözümü kesmeden, sonraki cümlenin ağırlığını merak etti hep. Çünkü beni seviyordu. Beni ve içimden geçenleri merak ederek göğsüne basmak istiyordu. Bedenim bedenindeyken beni sevmek, saçlarımla oynarken uyutmak istiyordu... Ama ben tüm çıplaklığımla şu an ne istiyordum bilmiyordum.

"Aslında, bunları sana anlatmak istemezdim. İtiraf etmek gerekirse de asla anlatmayacaktım.."

Serdar bana doğru bir adım atınca bocalamadan bir adım geri gidip mesafeyi eşitledim. Alanım daralmış, tükenmeye de başlamıştım. Hem ağlamamak için direniyordum, hem kendimi ona anlatmaya çalışıyorum derken gözlerimi devirdim.

"Ama biz hani bittik ya, seninle her karşılaştığımda bana nefret dolu ya da tiksinir gibi bakmanı kaldıramazdım. Özellikle de bu geceden sonra." Cümle kurarken ilk defa zerre zorlanmıyordum. Bu gece her şeyi patır patır ortaya döküşümden kaynaklı bir rahatlama hissetsem de kendimi zor tutuyordum.
"Hak ettiğimi düşünmediğim şeyleri yaşamak istemedim, çünkü hayat bana zaten yeterince zordu.
Bi bunu da kaldıramazdım." Derken gözlerim yeniden, gözlerinde doldu.
Derin nefes aldığımda yeniden bana doğru bir adım atıp "Hazan bak." Dedi. Pişmanlık duyuyordu, büyük ihtimal tavırları yüzünden. Geri adım atıp beni susturmasına engel olduğumda aslında bana sarılmasını da engellemiştim. Tabi neredeyse arkamdaki televizyona da bütünleşecektim.
"Olaylar gereği hakkımda bir çıkarım yaptın, ama yanıldın." Ufak bir hamleyle dudaklarımı ıslattım.

"Ben şimdi senden herhangi bir şey beklemiyorum.
Tek istediğim," Gözlerimi kapatıp açtığımda çatallayan sesimi toparlamaya çalışıyordun. "Bırak beni." Canım çıktı sanki. "Kaldığımız yerden hiç bir şey olmamış, hiç tanışmamışız gibi devam edelim.." Başını itirazla iki yana sallıyordu. "Sen istersen beni yine bir saat önceki gibi hatırla. Hayatına almak istemediğin gibi. Ben bakarım yoluma."
Tam da bu noktada tüm kırılmışlıklarımla rıhtıma doğru ilerliyordum ve boğazımdaki o yumru canımı yakıyordu.

Bu sefer bana doğru adımladı, durmadı. Sadece "Hazan." Dedi. Sanırım cümle kurmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

"Bak." Deyip elimi dur anlamında kaldırarak gerilediğimde duvarın sonuna gelmiştim. Serdar' da durmadı. "Artık seni." Dediğim an aramızdaki mesafeyi kapatarak bana dokundu. O an sesime mani olmadan titreye titreye "Gerçekten istemiyorum." deyip ağlamaya başladım. Ne kadar seversem seveyim tüm bunları anlattıktan sonra onunla olamazdım. Kollarını bana doladığında ona ittirerek hıçkırmaya başladım.

"Ben, o hayatı seviyorum." Dedim ağlaya ağlaya. Yalan söylüyorum, seni daha çok seviyorum.. O hayattan çık sıkıldım, dost dediğim herkes kuyumu kazdı, bar ortamları artık beni korkutuyor, artık şarkı söylemek de istemiyorum. Sadece seninle iyi olmak, koynunda uyumak istiyorum...
"Kendi içimde özgür olup bir şeyleri başarmayı, beni ve hayatımı bilmeyen insanların arasına karışmayı seviyorum. O anları hatırlamak istemiyorum, şarkı söylemek istiyorum." Diye diye onu ittirdim. Beni sarmasına engel olmak istedim, kokusunu içime çekmedim, kollarına tutunmadım, başımı göğsüne koymak istemedim...

Uzun boyuyla eğilerek beni sarmış, bir eli belimdeyken diğer eliyle başımı kavramıştı. İki elimi yumruk yapmış beni bırakması için sertçe kollarına vuruyordum ki bacaklarım titremeye başladı. Ayaklarım buz gibi oldu, gözyaşlarım boynumdan aşağıya akarken "Bırak beni." Diyerek kollarından tutup onu itmek istedim ama gücüm yetmedi. "Hazan yapma." Diyerek kollarını sırtıma sarsa da istemiyordum. Bir bütünken ağlaya ağlaya yeniden onun ittirmeyi denedim fakat ona karşı çok fazla güçsüzdüm.
Kokusu istemeden ciğerlerime doluyor, bedeni istemeden bedenime karışıyordu. Beni sarıyordu, tutuyordu, kendine bastırarak acımı almak istiyordu ama nafile. Ben ne yapsam olduğum yerde ölmek istiyordum. O ne yapsa içimde köz olan sancıdan kurtulamıyordum.
Bir duvar kenarında, ondan başka kimsem yokken ondan kaçmak istedim. Yaşadıklarım beni utandırdı, ben kendimden bile kaçmak istedim.

Çaresiz bir yakarışla "Gitmek istiyorum." Diye mırıldandım. Bağıramayacak kadar kötüydüm, kollarımdaki ve bacaklarımdaki güç giderek yok olurken başımı sağa çevirdim ve itirazla devam ettim. "Bırak. Ya bırak beni."
Bırakmayacağını biliyordum da yine de gitmek istiyordum. Bu utançla değil sarılmak, yanında dahi duramazdım. Kendimi açtığım için utanıyordum. Çok utanıyordum. Bir nevi kollarında ağladığım için berbat hissediyordum.

Geri çekilerek sağ elini çeneme koydu ve ona bakmamı sağladı. Ben ağlıyordum, onun da benden farkı yoktu. Sadece onun gözlerinde yaş gelmiyordu.
Dudakları aralanırken yeniden gitmek için hareketlenip "Bırak beni." Dedim. Gözyaşlarım sicim gibi akıyordu, yüzüm ne haldeydi bilmiyorum ama bu defa umurumda değildi.

Boşta kalan elini belime sardı. Kaşları acıyla çatıldı ve gözlerime baka baka mırıldandı. "Seni bırakmayacağım, asla..."
Kollarım halsizce yere doğru düştü. "İstemiyorum." Diye mızmızlanarak başımı sola kaçırdım ve hissettiğim boşlukla kendimi yavaşça yere bırakmak zorunda kaldım. Fakat Serdar beni tuttuğu için bu mümkün olmadı. O ne olduğunu anlamış gibi iki elini de belime koyarak benimle birlikte yavaşça yere eğildi.
Gürültüyle, iç çeke çeke içim dışıma çıkana kadar ağlamaya devam ederken ve bu git gide şiddetlenirken farkındaydım. Bir ağlama nöbetinin ortasındaydım, duramıyorum, hatta konuşamıyordum. Tüm sesim salonda yankılanıyor, hıçkırıklarım nefesini kesiyorken dizlerimin üzerine çökmüş, ellerimi sıkıca kapatmıştım.

Serdar' da benimle birlikte dizlerinin üstüne çöktü ve beni kendine çekip panikle "Hazan." Dedi. "Hazan bana bak." Elleriyle yüzümü kavramış, endişeyle beni izliyordu fakat ben ne ona bakabiliyordum ne de durabiliyordum.
Başımı iki yana sallayarak diğer tarafa çevirdim. Karşımda duran adama bakmak istemiyordum, gitmek istiyordum. Ondan gitmek istiyordum, buradan gitmek istiyordum. Hiçbir şey istemiyorum. Başımı kucağıma eğmiş, ellerim yüzümde, delirmiş gibi ağlarken kendimden vazgeçmek istiyordum. Ölmek istiyordum. Şuracıkta canım çıksa da yok olsam diyordum.

Bir nevi kucağındaydım. Bedenim bedenine yaslıydı, bir kolunu belime sarmıştı ve boşta kalan elini başıma koyarak beni iyice kendine yasladığında dermansızca kendimi ona bıraktım. "Sakin ol." Diyerek aramızdaki ellerimi tuttu. "Bana bak Hazan." Hıçkırıklarımın arasında sesini duyuyor, bana dokunuşlarını hissediyordum.

Belimi sıkıca tutarken yerimde huzursuzca kıpırdanarak yüzümü kapattığım ellerimi tuttu. "Bana bak, yalvarırım bana bak Hazan." Başımı ağlaya ağlaya iki yana salladım. Hıçkırdım, yerde oturuşumu, elbisemin neredeyse iç çamaşırımı ortaya serecek kadar yukarıya sıyrılışını umursamadım ve sadece ağladım.

Ben kesik kesik içler çekerken Serdar sonunda beni de dinlemeden ellerimi tutarak yüzümden aldı ve başımı boynuna gömerek beni oraya sabitledi. Ellerim kucağıma düştü, bacakları acıyordu, uyuşuyordu. Endişeliydi, benimkinin aksine kalbi hızla çarpıyordu. Bir kaç saniye sonra elini alnıma götürdü ve baş parmağıyla iki kaşımın arasını yukarıya doğru sıvazlamaya başladı. Kaşlarım çatıldı, gözlerim zaten kapalıydı, nefesim hıçkırıkla kesildi ama yine de o iki arada bir derece yalvararak "Bırak beni." dedim.

Alnımı sıvazlamaya devam ederken sözlerimi umursamadı. Parmağını bir an durdurarak dudaklarını  alnıma bastırıp çekti. "Ağlama. Ağlama, sakin ol. Geçti tamam." Ne haldeydi görmüyordum ama sesi o kadar kötüydü ki durmak yerine alt dudağımı sarkıtarak daha şiddetli ağlamaya başladım.
Beni iyice kendime bastırdı. Bedenime sıkıca sarılırken yeniden alnımı okşamaya başladı. Sinirlerim boşalıyordu biliyorum. Son dönemde yaşadığım her şey içimde birikmişti ve patlamasını bu gece yaşıyordum.

"Ağzımı sikeyim özür dilerim. Özür dilerim Allah belamı versin ağlama." Dese de kendimi durduramıyordum. İç çeke çeke ağlayarak başımı yeniden eğdim ve ellerimi derin bir haykırışla yüzüme kapattım. Hıçkırıklarım avucuma doluyordu, Serdar derin bir nefes aldı, belli ki ne yapacağını o da bilmiyordu.

İnleyerek sesli sesli ağlamaya devam ettim. Aklıma Berrak geldi. Onu nasıl kaybettiğimi düşündükçe kasılarak ağlamaya devam ettim. Serdar beni sarıyor, ben kendi yaramı saramıyordum.
Aklıma dedem geldi. Gidişi, geride bıraktıkları, dün gece olanlar, bugüne taşanlar derken beynimin içi acıyla zonklamaya başladı ve gürültüyle ağlamaya devam ettim.
Serdar bir yandan beni sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan bir şeyler söylüyordu ama benim aklım başka yerlerdeydi. Annemdeydi, az evvel anlattıklarımdaydı, babamın bana uyguladığı psikolojik ve fiziki şiddetteydi. Dedemdeydi, Berrak' daydı. Derken bir hıçkırık arasında nefes alamadığımı hissedip bir kez daha hıçkırdım ki Serdar hızla ayaklanarak beni kucağına aldı.

O sırada dahi hiç durmadım. Bacaklarımın altında ve belimde hissettiğim ellerle ellerimi yüzüme kapattım, başımı bu defa göğsüne yaslamadım. Berrak' ın öldüğü an aklımdan gitmiyor, son sözleri yeniden zihnimde yankı buluyordu. Onunla geçirdiğim, geçiremediğim her an ruhumu söküp alıyorken dahası için kendimden geçiyordum. Onunla bir günüm daha olsun istiyordum. Yaşasaydı nerede olurdu, nasıl olurdu merak ediyordum. Çok özlüyordum, delirecek kadar çok özlüyordum. Her anıda canım yanıyordu da yitirdiğim geri gelmiyordu. Onu çok özlüyordum. Onu o kadar özlüyordum ki bir yerden sonra düşünmekten kaçıyordum, nitekim delirecekmiş gibi oluyordum. Çığlıklarla ağlamak istiyordum. Mezarına gidemediğim kardeşimi çok özlüyordum. Günah mı bilmiyorum ama acaba nerede, ne yapıyordur  nasıldır diyordum. Babamın bize yaptıklarıyla hiç mutlu olamadan vefat etmişti, acaba orada mutlu mudur diye düşünmeden edemiyordum. Gözümün önünde, kollarıma yığılarak sessizce ölen kardeşimin son anlarını unutamıyordum. Onu son görüşümün ölüşü olmasını bir türlü sindiremiyordum. O kadar küçük bir canı henüz on dokuz yaşımda kollarımda kaybettiğim anı unutamıyordum. Anıları acılarla unutup yitiremiyordum. Düşünmesem de aklımdan çıkmıyordu. Aklıma girince de ben işin içinden çıkamıyordum..

Nefes alamıyordum.

Dedemi unutamıyordum. Acısını dahi yaşayamadığımın adamın geride bana bıraktıklarıyla yaşayamıyordum. Ki daha kabullenememiştim. Bana göre o hala o köydeki evde, kapının önünde masum masum oturuyordu. Oturup ona gitmemi bekliyordu. Gitsem sarılacaktı, beni bekliyordu gitsem onu orada bulacaktım. Sarılacaktım, öpecektim, kendimden ve neler yaptığımdan bahsedecektim. Doksan yaşındaki adamla on yaşındaki çocuk gibi ilgilenecektim. Sonra fotoğraf çekilecektik, ben onu o beni güldürecekti.  Şakayla karışık dayıma küfür edecekti ara ara. Ona mermi almıyor diye çok kızacaktı, sonra da gülerek bana sarılacaktı. Saçlarımı karıştırıp, yüzümü okşayıp, burnumu sıkıp sana fındık ayırdım diyecekti. Sanki hiç gitmemişti, dedem hala o kapıdaki iskemlede oturmuş yolumu gözlüyordu..

Yeni bir hıçkırıkla banyoyu inleterek bağıra bağıra başımı geriye attığımda çok daha kötüydüm. Serdar suyu açtı, başımdan aşağıya dökülen ılık suyla bir an duruldum. Sular gözyaşlarıma ilişti. Gözlerimi başımdaki uğultuyla açtım.

Önümde diz çöken adam omuzlarımı tutarak düşmemi engellerken elleriyle yüzümü kavrayıp "Hazan." Dedi. Gözlerimiz buluştu, korkuyordu. Sesinden anlaşılıyordu. "Yavrum lütfen. Lütfen yapma korkuyorum. Bir şey olacak yapma."
Duramıyordum. Duramıyordum ki. Onun gözlerindeki korkuyu görüyordum ama ağlamadan duramıyordum.   Her geçen saniye daha şiddetli ağlıyor, elimi kaldırıp ona dokunamıyordum.
Oturduğum yerde başımdan aşağıya dökülen suya başımı eğerek daha şiddetli ağlamaya başladım. Geçmiyordu, yapamıyordum, duramıyordu. Serdar yüzümü kavrasa da, ellerimi tutsa da, bana sarılsa da duramıyordum. Olmuyordu. Ne dedem geçiyordu benden ne Berrak. Ne babam boynumdaki urganı çözüyordu, ne annem beni anlıyordu, ne de sevdiğim adam. İhanetler, acılar, ölümler, hüzünler, yıkılışlar.. Sanki hepsi, her biri bu geceye toplanmış da beni ele almışlardı. Bedenimi saran su, saçlarımı ıslatan su, beni sakinleştirecek olan su, hatta Serdar... Hiçbiri, hiçbir işe yaramıyordu. Ben ağlıyordum, Serdar yüzümü kavramış kapalı gözlerimle yüzümü izliyordu, beni sarsıyordu.
Geçmiyordu.
Hiç de geçmedi...

Dakikalarca ağladım. Ben ağladım Serdar beni tuttu. Benimle birlikte ıslandı, benimle soluğunu tuttu, yüzümü santim santim, buz yutmuş gibi izledi. Bir harabenin yıkılışı gibi beni defalarca süzdü. Ben hıçkırdım, o yüzümü sildi. Ben nefessiz kaldım, o sırtımı sıvazladı. Ben düştüm, o tuttu sanki. Zaman geçmedi. Ben ağladıkça açıldım ağladıkça başıma ağrılar girdi, hissizleştim. Derken halsizleştim, uzanmak istedim. Banyoda boylu boyunca oturuyordum fakat yine de dik duracak halim yoktu.

Serdar sallanmaya başlayan bedenimden, halsiz göz kapanışımdan, duran iç çekişlerimden neye ihtiyacım olduğunu anladı ve yavaşça arkama geçerek tıpkı benim gibi yere oturdu. Bacaklarını iki yana açarak beni ortasına aldığında hala akan su bu defa tam olarak ikimizi de altına almıştı. Benimle ıslandı. Kollarını karnıma dolayıp beni kendime çeken adam benimle birlikte ıslandı. Başımı onun yönlendirmesiyle göğsüne koydum, beni sardı, kollarımı dahi tuttu. Öptü, şakağımı öperken mırıltıyla "Yavrum?" Dedi sonra.

Ne çok zaman geçmiş. Biz birbirimize ne çok yenilmişiz, nasıl bir savaştan böyle hükmen mağlup çıkmışız dedim. Ben yıkılmışım; sonunda tüm savunma mekanizmam yerle bir olmuş da, zaten savunmaya gerek kalmamıştı. Serdar' la olan savaşım nihayet bitmişti...

"Hım?" Derken gözlerimi güçlükle aralamıştım ki Serdar uzanarak suyu kapattı. "İyi misin?" Diyerek alnımı tuttu ve bu defa yanağımı öptü. Masaj yapar gibi alnımı okşamaya devam ediyordu. Benim boş bakışlarım daha evvel girmediğim banyoda gezinirken yavaşça başımı salladım. Zehrimi akıtmıştım da sadece başım ağrıyordu ve tabi hala gitmek istiyordum.

Çıplak bacaklarımı ıslak zeminde hareket ettirdiğim sırada ikimiz de sırılsıklamdık. Neyse ki banyo sıcaktı. Serdar' ın uzun sayılabilecek siyah saçlarından damlayan sulan enseme, omzuma düşerken bacaklarımın dışındaki bacaklarında da durum aynıydı. Elbisemin etek kısmı epey yukarıya çekilmiş, sadece dört parmak kadar kalmıştı. Göğüs kısmı ise biraz aşağıya inmişti fakat kendimi düzeltecek halim dahi yoktu.
Alnıma bastırdığı avucuyla bunduğu yerleri okşarken donuk bakışlarım alanda gezindi. Camları yarıya kadar kapalı bir duştaydık ama bu saatler evvel duş aldığım banyo değildi. Ki, tek sorunum da bu değildi.

Başım göğsünde pes etmeden "Bırak beni." Diyerek gözlerimi yumdum. Alnımı ve şakaklarımı ovmaya devam ediyordu. "Sen, beni bu kadar iyi tanırken seninle devam edemem. Zaten, sen de şu an benimle birlikte olmak istiyorsan bunun tek sebebi bana acıyor oluşundur. Öyle olmasa, bir saat önce sinirle bu eve girip bana, benden nefret ediyor gibi bakmazdın. Düşündüğün gibi bir kız olsaydım bitecekti zaten. Bırak bitsin, sen beni yine, ego dolu şımarık bir kız çocuğu olarak bil. Benim hikayem bende, senin bildiğin sende kalsın." Uyuşmuştuk ama tek tek ve yavaşça kurduğum her bir cümlede çok haklıydım. Aklım başımdaydı, bana acıyordu. Beni sevmiyordu, bana bitti demişti bana acıyordu.

"Yapma." Dedi sakince. Sesi en az benimki kadar yumuşaktı. Alnımı sıvazladı, göğüs altımı kavradı. Yüzünü yanağıma dayayarak başımı sevmeye devam etti. "Senden hiç nefret etmedim. Sana olan sevgim hiç bitmedi, ben senden hiç gitmedim. Eğer tüm o dediklerin gerçek olsaydı bunca işimin arasında seni evime getirtmezdim. Senin peşinde koşuşturup meseleleri halletmeye çalışmaz, buraya geliyorsun diye sevdiğin abur cuburları aldırmazdım." Mutfak abur cubur doluydu. Serdar' ın öyle şeyler yemediğini hatırlarsak da.. Bilinmezlikle dudak büktüm.
Hafif geri çekilerek dudaklarını sakince yanağıma bastırdı. "Onları benim yediğimi mi sanıyorsun yavrum?" Sanmıyordum. Bu konu aramızda daha evvel geçmişti Serdar asla öyle şeyler yemezdi ama ben onu beklerken sürekli yemiştim.

Beni sanki zarar görecekmişim gibi sıkıca sararken gözlerini üzerimden ayırmıyordu. "Seni sevmeseydim odamda senin kıyafetlerin olmazdı. Seni sevmeseydim banyomda senin şampuanların, kremlerin, duş jellerin olmazdı." Bahsettiği banyo burası olmalıydı, zira girdiğim diğer banyoda bunlar yoktu.

"Hazan..." deyip durdu bir an. Beni bir şeye inandırmak istiyordu sanki. "Ben seni seviyorum." Yüzüm hüzünle sarıldı yeniden, dudağım sarktı. Peki ya bu, bu bana neden ilkmiş gibi hissettirdi?
"Ben seni çok seviyorum. Sana geldiğim ilk gece de, şimdi de aynı şeyi diyorum. Ben, hayatında ne olursa olsun seni seveceğim. Seni hep çok seveceğim." Bu defa da sol omzuma bir buse bırakıp usulca mırıldandı. "Sadece çok sinirliydim... İnan, bir anlık..."

Olabilirdi dedim, ama ne düşüneceğimi dahi bilmiyordum. Kafam öylesine kazandı ki tek bildiğim, ona anlattıklarımla eski ben olamayacağımdı. Bu yüzden de yalnızca gitmek istiyordum. Gardım düşmüştü, özüm yitmişti.
Aynı sakinlikle mırıldandım. "İstemiyorum. Gitmek istiyorum, bırak beni."

Göremesem de başını iki yana salladı. "Seni asla bırakmayacağımı biliyorsun. Bu konuda ısrar etme."
Kendinden emin tavrına karşılık sinirle "Bencilsin." Deyip kestirip attım. "Sırf sen istiyorsun diye burada seninle kalamam. Ben gitmek istiyorum."
Vurguladığım cümleyi net olarak anlasa da ona bencil dediğim için kızmamıştı. Aksine daha sakin bir tonda cevap verdi.
"Bencil değilim. Ben sencilim. Seni düşünüyorum ve bu yüzden gitmeni istemiyorum. Emin ol, bencil olsaydım her şey daha farklı olurdu." Durdum. Sustum. Düşündüm. Onu haklı buldum ama kendime yediremedim olan biteni. O kaçıştan bu varış olmamalıydı dedim kendi kendime. Ona kendini anlattıktan sonra onunla olmamalıydım. Ezik bir kadın gibi kendimi ona.. Bu düşünce bile kendimi kötü ve zavallı hissetmemi sağlarken bu defa da "Hadi kalkalım şimdi." Dedi. "Üzerini değiştirelim üşüteceksin."

Beni dinlemediği, ne olursa olsun kararlarıma saygı duymadığı için sinirli ve sertçe "Serdar." Dedim. Aramızda altı yaş vardı ama o bana göre sadece Serdar'dı.
Ne diyeceğimi anlamış olacak ki inatla vazgeçmedi. "Gitmiyorsun dedim."

Gözlerimi ihtiyaçla kapatıp "Gitmek istiyorum." Diye mırıldandığımda verdiği nefesle çaresizliğimi ilk defa fark etmiş gibiydi. Tekrar ettim. "Gitmek istiyorum."
Yeniden ona sığınamayacak kadar çekiniyor, utanıyor, ve korkuyordum. Bu yüzden eğer gidersem toparlanacağımı düşünüyordum. Zaman eminim ki bana iyi gelecekti.

"Sen gidince ne olacak biliyor musun?" Diyerek derin bir nefesle bizi hareketlendirdi. "İkimiz de acı çekeceğiz. Ve ben, seni o halde bırakmak istemiyorum. Bir süre sonra dayanamayıp yine birleştiğimizde arada boktan bir zaman diliminin kalmasını istemiyorum. Bize böyle bir klişe yaşatmana müsaade etmeyeceğim Hazan. Yanımda kal. İzin ver sorunlarımızı konuşarak halledelim. İzin ver, bunu yakalamışken es geçmeyelim. İzin ver seninle olayım, bana seni sarmam için izin ver yavrum."
Diğerlerini ben halledeli çok oldu da, sen kendi açtığın yaraları saramazsın Serdar...

Ayrıca o klişe dediği şeye şu an ne kadar ihtiyacım olduğunu anlayabilseydi eğer, beni cidden bırakırdı.
Başımı sallayıp biraz da onu anlamaya çalıştım ve yorgun bir merakla "Ya toparlanamazsak?" Dedim.

Başını yavaşça salladı. "Üç gün. Bize sadece üç gün ver. Üç günün sonunda hâlâ kararın aynı kalırsa söz veriyorum nereye gitmek istersen seni oraya kendim götüreceğim."
Kabul etmekten başka şansım yoktu. Ki kulağa mantıklı da geliyordu. Bu yüzden sessizce başımı sallayıp olduğum yerden doğrulmak istedim, taa ki Serdar ayağa kalkıp beni yeniden kucaklayana kadar.

Beni oturttuğu yatak dahil her yer su olmuştu. Etrafıma bakınarak yataktan kalktığım anda az evvel çıktığımız banyonun kapısını kapatarak kaşlarını çattı. "Neden kalktın?" Önce Serdar' a sonra elindeki gri havluya bakarak omuzlarımı silktim. "Islandı. Ben hoşlanmam böyle şeylerden. Nasıl kuruyacak şimdi?" Bana söz geçiremeyeceğini anlayınca derin bir nefesle oflayarak yanıma adımladı.
Islak tişörtünü hala çıkartmamış, benim için banyoya giderek bir havlu getirmişti. Ben ne kadar ıslaksam o da ıslaktı ama kendini görmüyordu bile.

Kıyafetlerimin olduğu valize bakarak uzattığı havluyu aldım. Midem bulanıyordu ve saatlerdir uyumadığım için çok uykum vardı. Üstelik başım çatlayacak gibiydi, zerre halim yoktu. Yarım kalan konuları henüz konuşmak bile istemiyordum.
"İyi misin?" Diyerek ellerini beline yerleştirdiği sırada gözlerimi devirerek camın önündeki valize ilerledim.
"Üzerini değiştir Serdar."

O sessiz kalırken valizi açmak için yeltenmiştim ki acaba bunu kim doldurdu diyerek bir an duraksadım. O an anlamış gibi "Yeliz." Deyince yavaşça ona döndüm. Kaşlarım çatılmıştı, dudaklarım aralanmıştı ki Serdar' ın sakin bakışlarıyla yeniden önüme döndüm.
Serdar' ın hazırlamasındansa..

Yeniden "Üzerini değiştir Serdar." Diyerek valizin önünde diz çöktüm. Berbat bir haldeydim ama onu düşünmeden edemiyordum. Ya hasta olursa? Gerçi ev sıcaktı ama bilmiyorum.
Arka tarafta biraz bir şeyler yaptıktan sonra "Birazdan gelirim. Giyinmiş ol." Diyerek sessizce odadan çıktı. Ben de sakince üzerimi değiştirdim ve elbisemle su süzen iç  çamaşırlarımı ne yapacağımı bilemeden odanın içindeki banyoya götürdüm.

Saat kaçtı bilmiyorum. Kızlardan, daha doğrusu kimseden haber alamamıştım ama valizimi Yeliz hazırladığına göre her şeyi biliyor olmalıydılar. Tabi sabah Azat' dan Sena' ya mesaj attığımı da unutmazsak en azından durumdan haberleri vardı.

Valizin kapağını kapattığım sırada oranın kapısı açılınca başımda sabitlediğim havluyu tutarak o tarafa döndüm. Üzerini değiştirmiş, yeşillerden siyahlara geçmişti. Sakin ve yavaş adımla beni buldu. Yavaşça iki yanımda sabitlediğim ellerimi tuttu ve yüzümü incelerken usulca "İyi misin?" Dedi. Gözlerimi devirip başımı olumlu anlamda salladım. "Uyumak istiyorum."

Derin bir nefes aldı. Ellerimi bırakarak belimin az aşağısını kavradı ve ufak bir hamleyle beni kucağına alıp az ilerideki çekmeceli uzun şifonyerin üzerine bıraktı. Boylarımız neredeyse eşitlenmişti. Başımı çevirerek gözlerimi ondan kaçırdım. Tam önümde, elleri siyah cam kapaklı şifonyerin üzerindeydi ve beni resmen kıstırmıştı ama ben ona bakmak istemiyordum.

"İyi misin?" Boyum kısa diye beni buraya oturmuştu. Ya da hayır, benim boyum kısa değildi onunki çok uzundu.
Başımı yana eğerek gözlerimi devirdim. Oda çok sade, geniş, ferah ve güzeldi ben odayı tarıyordum. Konum Serdar değildi.
Ben susunca bu defa da "Yavrum." Diyerek boynumu kavradı, başparmağıyla yanağımı sıvazladı. "Bakmayacak mısın yüzüme?"
O kadar kötü hissediyordum ki bakmak istemiyordum ve daha beteri, bu ne kadar sürerdi bilmiyorum.

Kendimi "Uyumak istiyorum." Diye yenileyince derin bir nefesle göğsünü kabartarak dudaklarını alnıma bastırdı. "Tamam." Dedi yüzümü okşarken. Alnını alnıma dayayınca gözlerimi kapattım. "Çıkıyorum şimdi, uyursun." Erkeksi boğuk sesi iliklerime kadar işliyor, bu yumuşak hali onu başka bir adam yapıyordu. Kıyamıyordu, belli ki acıyordu, haliyle üzerime titriyordu.

Az ilerideki bembeyaz çarşaflı yatağa baktım ve "Senin odan mı?" Diyerek ellerimi birbirine kenetledim. Öyle görünüyordu. Alnını alnımdan çekince buluşan gözlerimizle doğru tahmin ettiğimi anladım. O sanırım ne düşündüğümü anlayıp sustu, ben de "Başka yerde uyuyacağım." Diye devam ettim. Onun odasında, özellikle de kokusunun sindiği yatakta onu düşünerek uyumak istemiyordum.

Lütfen der gibi "Hazan." deyince "İki gün dedin." Deyip araya girdim ve kararımdan emin bir halle yüzüne baktım. "Başka kural yok."
Göz bebekleri ilk defa titriyor gibiydi. Sesine bile dikkat ediyor, gözlerime beni kaybedecekmiş gibi bakıyordu. "Tamam." Diyerek kucağımdaki ellerimi tuttu. "Gel." Yenide sözünü kestim. "Kendim giderim sen bırak."

Burnunda soludu. Sinirlenmedi ama sabır diler gibi  bakarak yüzüme eğile eğile "Sen bir baksana bana." Dedi. Zaten ona bakıyordum. "Bende seni bırakacak hâl var mı?"
Kızmıyordu, bu hali o kadar güzeldi ki aslında içimdeki mutluluğa mani olamıyordum. Beni ne kadar yıkarsa yıksın, bir bakışa, bir kelamına yeniliyordum. Çıplak ayaklarımı şifonyerde sağa sola sallaya sallaya sağ elimle çıplak bacağımı kaşıdım ve omuzlarımı dikleştirerek ona doğru yükseldim. "Peki bende senin sözünden çıkmayacak göz var mı peki?"

Gözlerimdeki hali gülümsedi. Kirli sakallarının çevrelediği dudakları hafifçe gerilirken ellerini belime sararak yüzüme baka baka gururla mırıldandı. "Yavrumsun."

Onun aksine ben gülümsemedim. İçim bu halimize ağlama isteğiyle doldu ama ağlamadım, bunun yerine omuzlarımı düşürerek başımı başka yöne çevirdim. O an elleri yeniden şifonyere gitti. Mırıltıyla "Bir kere." Dedi dudakları şakağıma değerken. "Bir kere sarılsan bana. Şu gece bitmeden."

Yutkundum. Bakışlarım siyah tişörtlü geniş omzuna gitti, dudağını halâ tenimde hissediyordum. Gözlerimi kapatarak mırıldandım sonra. "Sabah, sarıldığım kadar kaçarım senden." Bunu biliyordum. İstesem de git gide kendimi soyutlayacaktım. Bunu çok istesem de anlattıklarımın utancıyla yüzüne bakamayacaktım, bakamıyordum..

"Kaç." Dedi kokumu içine çekerken. Şakağımı tekrar tekrar öptü. "Peşinden geleceğim zaten dilediğin kadar kaç. Ama bir kere sarıl be Hazan. Sonra vur, küfret, git uyu, ama bir kere şu kollarını boynuma dola." Kalbim onun varlığıyla hızlandı. İstemiyordum, hayır istiyorum. Ona sarılmayı da sarılırken ondan güç almayı da çok istiyordum ama yapamazdım. Yapsam da kaçardım. Bir kere sarılsam bin kere kaçardım. Ama peşinden geleceğim demişti. Sonra üç gün de demişti, ne istersen demişti.

Derin bir nefesle onu kendimde hissederken karşı koymak istemedim. Nasıl olsa geçer dedim, hayatında bir kere olsun yarını düşünmeden anı yaşa dedim. Bir kere olsun bir delilik yapmak istedim ve bir anlık boşlukla kollarımı Serdar' ın boynuna dolayıp çaresizce "Senden nefret ediyorum." Dedim.

Kollarını bunu bekliyormuş gibi bedenime sararken derin bir nefesle kokumu içime çekti. Başım boynuna gitti, gözlerimi ne olursa olsun derin bir huzurla kapattım. Onu hissettim. Beni hissetti. Elleri sırtımda gezindi, sütyen kopçam dahil her yerimi okşarken, ensemi öperken ondan hiç çekinmedim. Ellerim boynunda, başım omzunda zamanı durdururken bu heybetli bedende yeniden can buldum. Yeniden onun sevdiği kadın olduğuma inanırken bu hoşlukla dudak büktüm, onun kalbini hissetmek için göz yumdun. Serdar yeni ve derin bir nefes aldı, beni sıkıca sararken dudaklarını enseme bastırarak soludu. "Seni çok seviyorum."

                                                                                           💎

Bölüm sonu
Devam edecek...

Yorumlarınızı bekliyorum❤
Soru cevap ve alıntılar için instagramdaki @anonim.yazarr hesabını takip edebilirsiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

SİYAH MEZAR By sinemselay

Mystery / Thriller

12.4K 9.9K 50
Hayat sınavdı ve sınavlar zorluydu. Benim sınavımsa hayatımdı. Sevdiklerimin bedenimde ve ruhumda açtığı yaralarla onların söz hakkı olduğu hayatımdı...
5.1K 414 35
Salpan hikayeleri Kapak: insta -> @fc.kanbolatgorkem
3.9M 260K 54
Bedenini öne doğru büktü ve koyu kahvelerini kısarak dudaklarını büyük bir yavaşlıkla alnıma dokundurdu. Tam da o anda midemin aniden kasıldığını his...
1.5M 49.1K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...