Hesap sormuyordum, sırtımı sıvazlarken mırıldanır sesime derin bir iç çekti. "Biraz uzun sürdü farkındayım. Azat' la konuşurken Vural aradı ona döndüm." Başımı salladım, merak etmiyordum  Serdar' ın işlerini hiçbir zaman tam olarak merak da etmedim bilmem gereken bir şey olduğunda o bana söylüyordu zaten.


"Acıktın mı?" Başımı iki yana salladım, bağrındaki açıklık uslu bir kadın olmam konusunda hayli etkiliydi. "Kahve içtik ya, sanırım ondan." Elimi bağrına koydum. "Sen aç mısın?" Onun için bir şeyler hazırlayabilirdim, bunu istiyordum. "Hayır yavrum." Ama sözleri bunun aksiydi.


O zaman biraz daha film izleyebilirdik. Kucağımdaki halimi bozmadan bakışlarımı ayak ucumuzda duran bilgisayara çevirdim, "Sesini açsana." Onunla yanabilirdim, yanacağımız konusunda hiç bir eminliğim yoktu ben Serdar' la başka şeyler yapabilirdim. Bu her neyse; hiç önemli değil onunla olayım yeterdi.


Birden ayaklarıma doğru hareketlenince daldığım ekrandan bakışlarımı ona çevirdim. Sağ ayağımı kavradı, parmaklarımı. "Ayakların üşümüş senin." Ev sıcacıktı, ayaklarımın üşümesinin bununla hiçbir ilgisi yoktu. Mütemadiyen ellerim ve bedenim sıcacıkken ayaklarım buz gibi olurdu, uyurken genelde bu yüzden çorap giyerdim.


Dudaklarımı büktüm. "Biliyorum ısınır şimdi." Ayağımı bırakmadan eğildiği yerde bana döndü. "Olmaz öyle." sıkıp bırakarak okşadı, sonra doğruldu. "Hasta olursun." Kalkacaktı, hamlesinden anlayıp kolunu tuttum. "Serdar kalkma tamam, hırkamı örteyim dur." Gitmesini istemiyordum, yanımda duran koyunlu hırkama uzanıp kendime örtmeye başlayınca yardım etti, örtünce de soludu. "Kendine çeksene dizlerini." Dizlerimi büktüm, bu ona bir yandan daha da yanaşmamı sağlarken diğer yandan ayaklarımı avuçlamasına yardımcı olmuştu.


Sıcacık eli ayaklarımı buldu ve beni diğer koluyla sarıp bir bebeği korur gibi himayesine aldı. Başımı arkaya atıp kıkırdadığımda sesim kahkahaya yanaşmıştı "Serdaaar."

Alnıma inen dudaklar, "Yavrum?" Buğulu bir ses... Onu uzun uzun izleyebilirdim. Bu her biri bir ötekinin aynı günlerimiz, tarifi zor ama yine aynı kapıya çıkan aşkımız, heyecanımız ve sakin huzurumuz..


"Çok seviyorsun beni." Üşütmemi istemeyecek, bu yüzden ufak ayaklarımı avuçlarına alacak kadar çok. Başını salladı, "Çok seviyorum seni." Buğulu gözleri sözlerinin esaretinden kurtulmuş kendini bana sır gibi indiriyordu sanki. Öyle bir diyordu ki içimin aktığı her yol derin bir tufana açılıyordu.


Uzanıp yüzünü kavradım, sakalları elime değdi. "Ben de çok seviyorum seni." Sesim biraz kısıldı, ısrarla bende diyen çocuklar gibiydim, usulca yaklaşıp dudağının kenarını öptüm.


Tüm bu hislerimin yanı sıra ona dokunuyor olmak, daha doğrusu dokunabiliyor olmak beni çok başka heyecanlandırıyordu. Kimsenin dokunmayı geçtim bakamadığı adam benim kocamdı, üstelik ona dokunayım diye can attığına da emindim.



Buğulu bakışlar eşliğinde sakince önüme dönemin ardından tüm dikkatimi şirinlerin ormanda çalı çırpı toplayışına verdim. Duş almışım, temiz pijamalarımı giyip güzel bir kahvaltı yapmışım ve ardından kocamla ıssız bir dağ evinde çizgi film izlemeye koyulmuşum; durum tam olarak bu.


Bekar zamanlarımda, Serdar' dan evvel hayalini kurduğum bir şey değildi bu. Öyle ki, sanırım o kadar imkansız ve gereksiz geliyordu ki aklım böyle anlarla hiç dolmamış.

Ben hiç birini delice sevmek istememişim ki.

Tembel şirin dudakları arasındaki papatyayla bir sedirde uzanırken ekranda beliren sakar şirine gülümsedim. Her halleri benin için hala çok tatlıydı, o köy benim için hala masal diyarlarının en güzeliydi.

Eskiden de çok sever, televizyonu boş bulduğum vakitler uzun uzun izlerdim. Doyana kadar izledim diyemem, o anlar çoğu zaman sancılı geçerdi ama onları benimseyecek kadar sevmiştim işte.

Sırtımın yaslı olduğu beden tıpkı elleri gibi sıcacıktı. Boşta kalan elini karnımın üzerinden geçirip beni kendine daha da yasladığında buna müsaade ettim. Onun da izlediğine emindim, sadece konforumu düşünüyordu.

Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGUWhere stories live. Discover now