Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 91💎

19.5K 804 557
By ssimurg777


Biz geldik🍓

Sınır 1000 yorum 1000 oy🍇

Keyifli okumalar❤

                                     💎
 

Bazen içim, sanıldığından daha fazla sıkılıyordu. Bazen birinin ışığı altında ilerleyememek çok kalp kırıcı olabiliyorken nicelerinde önümü göremeyişim her daim içime otururdu. Bir zamanlar, çok uzun zamanlardan düne kadar, bugüne dek.

Bugün...

Bugün Serdar' ın elini sıkıca tutarken karanlıktan korkan ürkek bakışlarım rüzgarda salınan yapraklar ve bahçeyi saran çitler üzerinde geziniyordu. Kaçar gibiydim, bileğindeki damarı yumuşak parmaklarımda hissedebiliyorken adımlarım zalimce beni kovalayan bir hayalletten kaçar gibiydi. Tökezleyecek haldeydim, tökezleyemiyordum. Saçlarım yüzüme geliyordu, esen havada bir tutamı dudaklarıma yapışmıştı ve Serdar sakince "Etrafı mı izliyorsun?" Dedi. "Bu karanlıkta hiçbir şey göremezsin güzelim." Oysa apar topar karanlıktan kaçıyordum, yüzümün telaşını görebilseydi eğer bunu anlardı. Ama anlamasın, onun da kalbini böyle bir telaşla acıtmak istemezdim.
Bana ne olmuştu?
Bana bir şey olmuştu.

Ona iki elimle sıkıca tutunduğum vakit elini ellerimden çekerek kolunu omzuma attı. Belki arabadan indiğimiz an bileğine sıkıca yapışmasaydım bunu o zaman yapardı, şimdi kollarının altına çektiği gibi çeker, böyle sıkıca ilerlerdi.

Neyse ki sonunda eriştiğimiz kapı önünde beklemedik, fakat Serdar kilidin üzerindeki anahtarı döndürdüğü sıra açılan koridor bana yeni bir karanlıktı, ona daha da sokuldum. Adımladık, kapı kapandığında sanıyorum ki saat akşam dokuza geliyordu.

"Ne oldu?" Oysa halimi fark etmesini istememiştim. Hiç, sadece burası yorgan altında uyuyabileceğimden ziyade aynı zamanda geceleri korkunç bir dağ başıydı. Kolunu sırtıma uzatıp beni iyice kendine çekti "Gel bakalım, korktun mu?" Evet, sessizlik içinde elimi göğsüne yerleştirerek gözlerimi kapattım. Işığı böyle arayabilirdik, ben ona uyum sağlardım. "Korktum Serdar çok ıssız burası." Mırıldanışım beni bile hüzünlendirmişti, ne zamandır böyle korkaktım?
Tarihi biliyorum, hissediyorum.

Telefonunu çıkartıp feneri yaktı, ışık holdeki dolabın hemen arkasından yanıyordu düğmeye bastıktan birkaç saniye sonra florasan titreyerek çalıştı. "Tamam, bir şey yok ben buradayım." Yine de gözlerimle seni görsem çok daha iyi hissedecektim. Işık gelince başımı kaldırıp yüzüne baktım. Diyorum ya, bazen böyle bir ömür kalabileceğimi düşünüyordum, bazen de delireceğimi. Diyordu ya, varlığı bile kendimi güvende hissetmeme yetiyordu ama ben yine de ona dokunmak istiyordum.

Elini yüzüme uzatıp yanağımı usulca okşamaya başladı, "İyi misin?" Başımı indirerek onu onayladım. Böyle ufak koridorun ortasında etrafı inceliyordum. Odalar sağa sola dağılıyor, kapısı açık olanlardan eşyalar görünüyor ve hemen her birinde duvar dibine dizili yüklükler yer alıyordu.

Ondan ayrılmayacağımı anlayınca beni kucaklayarak salon olduğunu tahmin ettiğim yere ilerledi, indirdiğinde gözlerim hala etrafta dönüp duruyordu. Duvarın iki köşesi kırmızı desenli minderlerle kaplı, birinde ise üçlü koltuk vardı. Ortada bir soba, zeminde halıfleks halı, cam kenarında çiçekleri dökülmeye yüz tutmuş bir çiçek. Odadaki mevcut düzen hem çok güzel hem de az eşya sayesinde dinlendirici bir sakinliği vardı, tahmin ediyorum ki evde televizyon yoktu.

"Neden korktun?" Anlaşılan meraklı gözlere sadece ben sahiptim. Onun tüm dikkati üzerimde, elleri iki yanında "Bilmem, oldu öyle." Deyiverdim. Soba yanıyordu, üşümemiştim ama kemiklerime kadar ısınmıştım. Ona dönüp başımı yüzüne bir ihtimal kaldırdım. "Ama şimdi korkmuyorum." Sanıyorum ki onun verdiği güvenin kırıntısını ancak böyle gösterebilirdim. Eşsizdi, bazen de zamanın ve anın çok ötesindeydi.

Elini uzattı, ensemden biraz yukarıya saçlarıma koyup gözlerini devirir gibi derin bir solukla beni göğsüne yasladı. O derin çekişi biliyordum, onu ne bugün ne de dün tanımıştım artık benim hakkında kalbinden geçekleri tahmin edecek kadar kalbindeydim onun. Kollarımı dolamak isterdim fakat "Yoruldum ben uzansam biraz?" Diye diye yavaşça ayrıldım. Oturmaktan kalçam ağrımıştı, belim zaten ağrıyordu bazen de dayanabileceğimden fazlaydı.

Kendi kendime karar verip az ilerideki minderlerin üzerine uzandığımda biraz kendimi düşünüyordum. Belimden gelen, sadece benim duyabileceğim ufak çıt sesi de önemsizdi ama o orada duruyordu, bıraktığım yerden bana bakıyordu bu önemliydi. Elimi uzatıp "Gelsene." Deyince asık suratıyla bana yöneldi. Aslında asık değil, sadece haddinden fazla düşünceliydi. Ne düşünüyorsa, belli ki kararsızdı da. Yanıma oturup sırtını mindere yaslayınca hareketlenip onu gibi oturdum, ona yaslandım, başımı onun omzuma koydum, kolunu kaldırıp göğsüne çekti.

Kolumu okşarken dudakları saçlarımdaydı "Uykun geldi mi?" Pek değil ama sobanın ısısıyla belki mayışırdım, işte o zaman burada uyumak istemem. "Yoruldum, belki uyurum da." Arabayı kullanan oydu biliyorum ama ben hamileydim, midem her zamankinden daha hassas, bünyem daha kırılgandı. Saçlarımı tarar gibi olup eliyle açtığı yüzümü öpüp kokladı "Yatalım o zaman." Kaşlarımı çatar gibi oldum, "Senin için çok erken ama." O kıpırdamadı, sesi ısındı.

"Günlerdir bu anı ne kadar beklediğimi bilsen bir tek bana erken olmadığını anlardın. Ben sanki bir asırdır eskisi gibi olmayı, senin benim koynumda uyumanı bekliyorum." Serdar...
Derin bir nefes alıp doğruldum, dudağımı ıslattım biraz da utanıyordum. "Özledim diyemem, o anları yaşarken bunları düşünemiyordum." Başını kaldırıp yüzüme baktım, kaşları çatık, gözlerinin feri gitmiş. "Ama şimdi böyle fark ediyorum ki, ben de çok özlemişim." Biraz çekinir gibi, biraz bir adım geri, biraz yabancı... Kollarımı ona sardım, bana sıkıca sarıldı. Onu öptüğümde on iki yaşındaydım, sokakta bir başımaydım ve arkamda güveneceğim kimsem yoktu. O on sekiz belki de on dokuz yaşındaydı, aynı sokakta olsaydık beni korurdu, çünkü Serdar bana karşı böyle bir adamdı.

Dudaklarımı boynundan çekmeden gözlerimi yumdum, öyle rahattım ki uzun zaman sonra güzel gelen her şey gibi eşsizdi. Serdar bende uzun zaman sonra izbe bir yerden güzeller güzeli evine dönme hissiydi.
Serdar benim evimdi.

"Serdar' ım." İçim titredi, onun da içi titredi tüm bedeninde hissettim. Derin bir soluk, soluğuyla inip kalkan bedenlerimiz ve sıkılaşan kollarıyla sıkı bir dudak darbesi şakağıma inmişti. "Yavrum.." baskılayıcı ses yılların ardından bir şeye, birine kavuşmuş gibiydi. O ses bende olsa biraz sonra ağlar, aynı böyle sıkıca sarılırdım; yani onu anlayabiliyordum.

Boynunu tekrar tekrar öptüm, ezbere bildiğim bir teni unutmaya yüz tutmuşken hatırlamış gibiydim. Acının tatlı tebessümü derler ya; işte öyle bir andı. Geri çekilip yüzünü avuçlarıma aldığımda parmaklarımın hemen yanı en sevdiğim yer oldu, orayı doyasıya öptüm. Karşılığı hiç bu kadar aceleci ve aksi gibi duru olmamıştı, kendimi kusursuz bir hisle tamamen ona bıraktım. Sanki bir müzik eşliğindeydi, şiir gibiydi dizeleri anlarımızla doldu, satırları arasında biz öpüştük...

Dudakları dudaklarımda, etini doya doya öpüyordum ki çok kısa sürede heyecandan ayrıldım, elim göğsüne gitti "Serdar." Dedim nefes nefese. "Kalbim." Bu defa elim kalbime gitti, "Kalbim çok hızlı atıyor dur." Biraz paniklemişti "Tamam." Derken elini elimin altına iliştirdi "Tamam durdum sakin ol." Gözlerim kısılmış, elim elinin üzerinde beni kendine çekişiyle kollarımı tekrar boynuna sarıp sakin olmaya çalıştım. Onu özleyişim beni ilk anlarımıza sürüklemişti, yeniden aynı heyecanı taşıyordum ama karnımda onun çocuğu vardı; ne garip.

"İyi ol." Başımı salladım "Hıhı." Sırtımı sakin sakin okşuyor, başıma dudaklarını bastırırken nefeslerime eşlik ediyordu. Eli sütyen kopçamın üzerinde durduğu sırada ellerimi bağrında toparlayıp kendimi sakin, telaşsız bir huzura bıraktım.
Serdar beni seviyordu, beni çok seviyordu.

Yüzümü kaldırıp ona bakmak istemiştim, başını eğip bana kolaylık gösterince elimi uzatarak yüzünü uzun uzun, usul usul okşadım. "İyi misin?" Onu onayladım, sadece bazen boynum ağrıyordu ama Serdar' a ait hiçbir şeyden şikayetçi değildim. "Burada mı uyuyacağız?" Kapıyı işaret etti, "Hayır, içerideki odalardan birinde. Burayı mı istiyorsun?" Kaşlarımı kaldırdım "Hayır, burası çok sıcak oldu soğuk bir odada yatalım uyuyamam ben." Üzerime yorgan alacaktım tam istediğim gibi bir yerdi, başını sallayıp "Biliyorum, ayarladım." Deyince göğsüne yaslanarak onu onaylayan bir homurtu çıkarttım.

Burayı bize hazırlayan kişi sobayı öyle bir yakmıştı ki harı tüm odalara yetecek kadardı. Elimi yavaşça uzatıp kırmızı çoraplarımı bir bir çıkarttım, kaybolmasın, dağınık durmasın diye de iç içe koyup kenara bıraktım. "Uyuyalım hadi mayıştın sen." Haksız değildi gözlerim kapanıyordu ama böyle de güzeldi, doğrusu sadece biraz üşeniyordum.

"Hm?" Birazdan, biraz daha.
"Uyuyalım Hazan yoruldun uzan biraz." Öyle mi? Yani yorgun mu görünüyordum? Yerimde doğrularak başımı onu görebilmek için arkaya attım. "Sen de yoruldun." Asıl bence sadece o yorulmuştu yine de itirazla soluklandı. "Ben yorulmadım sen yoruldun, hadi." Yorgunluğumun aksine o hayli ketum, dinç ve sakin duruyordu.

Bakışlarımı kapıya yöneltirken derin bir iç çekmiştim "Nerde yatcas?" Yorgunluğum sesime yansımıştı sanki uzun uzun yürümüşüm de sonunda dinleniyordum, üstüne bir de farkında olmadan üslupsuz çocuktum.

Neden bilmiyorum bir an gülümser gibi oldu, göz ucuyla ona döndüğüm sıra dudağının kenarında bunu gördüm. "Yatakta." Gözlerimi devirir gibi, gayet komikti ben odadan söz ediyordum "Hmm." Bana uzandı, "Yüzün kızardı hadi." Ofladım, "Sıcak." Kabul ediyorum ayakta uyuyordum "Oda soğuk olsun ama ağır yorgan olsun." Sanki isteklerimi bir bir sıralıyordum "Başka?" Demesiyle dudak büktüm, sanıyorum ki bu onu tekrar biraz daha gülümsetmişti.

Gözlerimi aralayıp ona cevap verecek olduğum vakit ilerideki minderlerin arasına kaçan şey aniden "Serdar!" dememe sebep oldu. Bileğini sıkıca tutmuşum haberim yok, omzumun üzerinden arkasına baktı "Ne oldu?" Bileğini bırakıp bir hışım kolunu tuttum "Böcek." Hala bana dönmemişti görebildiğim tek şey ensesiyken yerimde kıpırdanarak yükseldim, "Ay Serdar böcek yaa." Mayışıklığım geçerken içim tiksintiyle titremişti buna mani olamadım, "Sakin ol." Olamam, daha çok var mıdır?
Ya arkamda da varsa?
Ya sırtıma tırmandıysa?

Etrafımı hızla tararken bir yandan da söyleniyordum "Ya hayır yaa. Serdar git öldür onu," Dizlerimin üzerine kalkar gibi olduğum an bana döndü, kollarını belime sarmış hayranlıkla beni izliyordu. Ellerimi omuzlarına yerleştirdim. "Hadii, öldür ben korkuyorum." Arkamı dönüp bacaklarımın etrafını ve duvara uzanan minderleri kontrol ediyordum "Ben de korkuyorum." Dedi.

Ne dedi?
Şaka yapıyor olmalıydı ona yönelirken kelimelerim bir ufak birbirine girdi. "Ne, nas- Nasıl yani?" Mümkün değil, ciddi miydi? Yüzünün haline bakarsak öyle. Böceği gördüğüm yere dönüp yeniledi "Korkuyorum."

Gerçekten mi Serdar? "Ama sen hiçbir şeyden korkmazsın ki." Sesim öyle bir düşmüş, hayal kırıklığım buna öyle bir yansımıştı ki "Böcekten korkuyorum." Deyişini algılamakta güçlük çektim.
Ciddi olamazdı, omzunu sarstım "Hayır ya, saçmalama korkmazsın." Yeniden göz göze geldik, kaşları havalandı. "Korkuyorum değil, sevmiyorum tiksiniyorum." Ne yani? Tamam böylesi beni daha ikna ediciydi ama yine de.. "Serdar saçmalama." Bana sarılırken başını iki yana sallayıp "Sarıl, gel sarıl gelmesin." Deyince anladım tatsız bir şaka yaptığını, sırtına sertçe vurdum. "Ya Serdar!"

Bir de alay ediyordu, bunun olacağını biliyordu. Dudaklarının denk geldiği yeri öperek geri çekilmesini sakince izledim, "Tamam tamam dur." Diyordu. Ayaklandı, benden ayrılıp salonun en ucuna giderken sakin sakin onu izliyordum. Önce duvara çıkmaya çalışan siyah böceği aldı, ki onu henüz görüyordum yüzümü iyice buruşturdum. Avcunda tuttuğu hayvanı camı açıp dışarıya attıktan sonra minderlerin arasında hızlıca hareket eden kertenkeleyi de yakaladı.

Onu avcunun içinde nasıl tutabiliyordu? Camı kapatıp bana ilerlediği sırada kaşlarımı kaldırarak parmağımı hiddetle ona uzattım "Git ellerini yıka." Birkaç adım önümde durdu "Niye?" Anlaşılan bugün beyimiz epey şakacıydı, suratımı bozmadım. "O böcek tuttuğun ellerle bana dokunamazsın."

Bu defa tek şaşkın ben değildim, onun da kaşları havalandı "Ha dokunacağım?" Edepsiz! Etrafa atacak bir şey aramaya koyulup bir hışım çoraplarıma uzandım, topak yaptığım çorabı ona attığımda karnına değil ama en azından bacaklarına isabet ettirmiştim. "Dokunuyorsun zaten!" Daha da öfkelenmiştim ama buna öfke demeyeceğimizi ikimiz de biliyorduk. Ona çarpıp yere düşen çoraplarımla arkasını dönerek kapıya ilerledi. "Çoraplarını al da böcek girmesin." Ya girerse? Dizlerimin üzerinde sürünerek onu aldıktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi tatlı tatlı "Serdaaar." Diye peşinden gittim. "Beni bırakma neredesin?"

Neyse ki babaannemin köy evi gibi ellerini yıkamak için dışarıya çıkmamıştı. "Gelme buraya yerde halı yok ayakların üşüyecek." Yerler betondu, onu görünce odaları bir bir gezmek yerine "Sağdaki oda." Dediği yere girdim. Belli ki birileri gelip kalıyordu gerekmedikçe insanların eşyalarını da karıştırmak istemezdim ama ev merak uyandıracak kadar güzeldi.

Odada yer yatağı yerine demirden yapılma bir yatak ve üzerinde kabartılmış yün yorgan vardı. Onu görünce gülümseyerek yanına ilerledim. Beyaz üzerine buz mavisi çiçekli çarşaflar yeni değiştirilmiş, yastıklar güzelce koyulmuştu. Serdar' ın odaya girdiğini duysam da ona dönmek yerine yatağa bir süre bakakaldım. Bu görseli tanıdık birkaç andan hatırlıyordum ve gariptir ki genele bakarsak o zamanlar, güzel zamanlardı.

Arkamda durup kolunu göğüslerimin altından belime dolandı, kulağıma doğru eğildi. "Ne oldu?" Omuzlarımı silktim, "Yatalım hadi ayakta duracak halim yok." Başka zaman olsa kolunu tutar, arkama yaslanır ve belki ona birkaç kelime söylerdim ama şu an halim tam da dediğim gibiydi. Beni yavaşça kucağına alır gibi olup yatağa bırakışına gülümsedim.

Sakindik, yavaş ve oda gibi huzurlu anlardı taytıma uzanıp onu yavaşça çıkartmaya başladı bu sırada bacağımda izi kalan morluğa bakıyordu. "Başkasının kıyafetlerini giymeni istemiyorum." Keyifsizdi bana döndü "Üşümezsin ben ısıtırım seni. Tişörtü de çıkartayım mı?" Başkasının kıyafetlerini giymeyi ben de sevmiyorum, tişörte gelecek olursak dudağımı sarkıtıp düşünür gibi oldum. "Olur." Yorganı üzerime örtüyordu, başını sallayınca derin bir nefes alıp üşümeye başlayan bacaklarımı birbirine sürttüm.

Tişörtümü de çıkartıp yere dizili minderlerin üzerine koydu "Sen çıkartacak mısın?" Sadece baktı, onu izliyordum eli pantolonunun kemerine gidince dudağımın içini utançla ısırdım. Demir tokalı siyah kemeri açtı, genelde bu anların devamı çok başka olurdu ve ben o anlarda daha başka şeylere odaklanırdım anımsayınca yüzümün kızardığını hissedip başımı çevirdim.

Telefonunu yastığın altına bıraktı. Yavaşça yanıma uzandığında yaptığı ilk şey beni kendine çekmek olmuştu. Üzerini çıkartmış, benim aksime üstü çırılçıplak yok. Baksırı bacaklarıma değiyor, teni tenimi örtüyordu, başımı göğsüne yaslayarak beni sevmesini sakince içime çektim. Bacaklarım epeydir bacaklarına karışmıyordu yani hale bakarsak bu uzun zaman sonra ilk gecemizdi. Yastığın altındaki telefonu çıkartırken bir kolunu bana sarıp yavaş yavaş kolumu sevmeye koyuldu. Sanırım işi vardı, gün içinde işlerini telefondan hallettiğini biliyordum restoranın genel bilgileri, galerileri, askeriyedekiler derken onu anladığım ve bildiğim için bir şey söylemiyordum.

Alnıma değen sakalları sebebiyle göğsüyle ilgilenmeye başladım, onu bu defa da başımın en tepesinde hissediyordum "Rahat mısın?" Isınmaya başlamıştım ve yatak çok rahattı, ona başımı salladım. Daha ne kadar telefonla ilgilenecekti bilmiyorum ama Serdar' ın benimle ilgilenmesini istiyordum ve böyle bir şeyi istediğim için kendimden biraz utanıyordum. Farkındayım düne kadar her şey başkaydı ama bugün çok daha başka, bugün bazı şeyleri kafamda bitirmiş olarak onun koynundayım.

Telefonu yukarıya tuttuğu için ekranı göremiyordum, bakmak için de ekstra çabam yoktu ama birilerine mesaj attığını anlayabiliyordum. Elini alnıma çıkartıp sıvazladı, "Uyuma dur." Açılan alnımı öptü. Ama uykum vardı, benimle ilgilenmiyordu başka zaman olsa ona laf yetiştirirdim bunu yapmadım onun yerine arkamı dönüp homurdandım. "Uykum var ben uyuyacağım." Bacaklarımı ondan sıyırıp bir bacağımı hafif ileriye attım, kollarımı birbirine sarıp gözlerimi yumdum. Sakin soluklarım bedenimi yavaş yavaş hareketlendiriyordu, elini sırtıma uzattı. Ofladığını duydum, "Bana dön hadi." Hayır, öyle yatmaktan biraz uyuşmuşum dönünce daha rahat hissettim, "Cık." Dedim öylece. "Uykum var sus." Gerçekten uyuyacaktım ama bu defa kırgın.

Elini hareketlendirdi, sanıyorum ki baktı gidecek gibi değilim göğsünü sırtımda hissettim ardından yanağımı öptü. "Tamam yavrum uyu." Üzüldüm, kırıldım çünkü ama niye? Banane.

Bir süre sonra üşümeye başlamıştım bununla birlikte de uykum kaçınca gözlerimi araladım, dirseğinin üzerinde beni izliyormuş hemen "Ne oldu?" Dedi. İçim titredi, mırıldandım. "Üşüdüm, uyuyamadım." Bu defa da benden uzaklaşıp "Hadi." Dedi, "Gel bana bakayım niye küstün sen?" Öyle mi anladı? Yani anlamış ama ben hiç oralı olmadan "Küsmedim," diyerek yeniden kollarının arasına girdim. "Uykum geldi sadece senin de sakalların battı." Birden yalan söyleyivermiştim halime ben bile şaşırınca "Yani." Deyip durdum. Halbuki ben onun sakallarını çok seviyordum neden öyle bir şey dedim ki?

Pekala "Keserim merkeze inince." Alınmışa benzemiyordu ama ben vicdan azabından sakallarını avcuma alarak "Rahatsız değilim." Dedim. "Bana fark etmiyor, senin her halini ayrı seviyorum." Onu ilk gördüğümde sakalları olan bir adamdı ve ne kadar beğendiğimi hatırlayabiliyordum.

Beni iyice sarmıştı. Bir cevap vermek yerine elini uzatıp külotumun içinden kasıklarıma dokundu, belli ki niyeti ısıtmaktı "Ağrın var mı?" Güçlü bir öpüşle daha kokumu içine çekip şakağıma indi "İyi misin?" Sanki beni içine sığdıramıyordu, hafif geri çekilip göz göze gelmemizi sağlayınca "Yok." Dedim. Ona belimin ağrıdığını söylemeli miyim? Bence buna gerek yoktu.
"İyiyim." Omuzlarımı kaldırdığım vakit büktüğüm dudağıma bakarak başımı boynuna yasladı. "Kurban olurum seni bana verene." Başımı öptü, "İşlerim vardı, çocuklar yazmıştı onlara döndüm asma yüzünü." hak verdim haliyle, kaç gündür birikmişti ama ben yine de benimle ilgilensin istiyordum.

Gözlerimi kapatıp başımı usulca salladım, onu anladığımı biliyor muydu? Hava ne kadar soğuktu böyle, Serdar olmasa ayaklarım üşürdü, üşüyünce de uyuyamazdım. Ona daha da sokulabilirmişim gibi hareketlendim, kolumu uzatıp beline sarıldığımda çok daha rahattım. Uzanıp bir bacağımı üzerime çektiği sıra "Biz uyurken ya böcek gelirse?" Deyiverdim.

"Gelmez."

Kaşlarım çatıldı, "Nasıl gelmez böceklerle anlaşma mı yaptın Serdar?" Eli çıplak bacağımın üzerinde hareketleniyordu, bir yandan da belimi ovarken başını sallayıp gülümsedi "Beni tanıyorlar benden korkuyorlar." Ona ben de gülümsemiştim, adını söyleyip hayıflandım. "Ben ciddiyim."

"Ben de ciddiyim, zaten uyumayacağım." Şaşırmıyordum, muhtemelen beni uzun uzun izleyecekti ama ben gözlerimi arayıp ona yöneldim "Ben senin de uyumanı istiyorum, birlikte uyuyalım." Bir süre yüzüme baktıktan sonra başımı göğsüne yaslayarak derin bir nefes aldı "Tamam uyuyalım ama bir şey olmaz gerilme bu kadar." Demesi kolay, duvarı izlemeye başlayıp devam ettim "Ya burnumdan içeriye girerse? Ya dudaklarıma falan değerse." Farkında olmadan onu tekrar tekrar gülümsetmiş olmam ne güzeldi. "Dudaklarına değebilecek tek şey benim. Gece hissedersen korkma," Yani beni öpecekti? Burnumun ucuna dudaklarıyla dokundu "Burnuna kadar yaklaşması da mümkün değil, burnunu da dudakların kadar seviyorum." Tamam, doğruyu söylüyordu bir şey olduğu sırada Serdar hemen uyanırdı ona güveniyorum ama "Keşke böceksiz bir yer olsun diye belirtseydim." Böceksiz bir yer varsa şayet.

Eli belimden hafif büyümüş karnıma uzandı, ellerimiz orada buluştu "Sadece bir kertenkele gördük." Öyle değil, burun kıvırdım. "Yavru bi timsah." Yeniden gülmüştü "Ne?" Neden şaşırıyordu ki haklıydım "Yavruum." Bana inanamıyordu, ben de kendime inanamıyordum. "Ben küçükken öyle sanıyordum, hala şüphelerim var öyle değil mi? Kertenkeleler büyüyünce timsah olmayacak mı?" Bunun doğrusunu bana kimse söylememişti ama Serdar bizi hareketlendirecek gülüşünün ardından "Hayır." deyince ona inandım.

"Hayal dünyana bayıldım. Çocuk sana çekerse çok eğlenirim." Başımı ona doğru kaldırmıştım burnumu ısırırken geri çekilmeyip "Sence kız mı olacak erkek mi?" Dedim ben ne olacağı konusunda fikirsizdim belli ki o da öyleydi. "Bilmem."

Bu defa dişleri yanaklarına yöneldi, canımı yakmıyordu ama ısırıyordu buna alışıktım. "Erkek mi olsun kız mı?" Kolunu ensemden dolayıp beni sabitledi, "Kız olsun." Derken yanağımdan çok kısa bir an ayrılmıştı. Şaşırdım, "Gerçekten mi?" Derin bir nefes, ısırdığı yeri öptü. "Gerçekten. Olacaksa bir kızım olsun." Ben hiç düşünmemiştim düşünmek haksızlık gibi geliyordu ama Serdar kız deyince mutlu oldum. Doğrusu "Senden erkek demeni beklerdim. Hani derler ya sonra kız olsun ona abilik yapsın korusun falan." 

Geri çekildi, göz göze geldik biraz garip bir andı "Hayırdır ben öldüm mü?" Sözlerini duymamazlıktan gelip ofladım "Ya sen biraz şeysin, erkek dersin diyordum ya." Ne demek istediğimi anlamıştı. "Yok." Deyip durdu, "Kız istiyorum oğlanın tantanasıyla uğraşamam." Bir da yaramaz bir yaramaz, yerinde duramayan, koltukların üzerinde dolaşan bir oğlu oluyormuş ona o kadar gülerdim ki...

Başımı bağrına yanaştırdı, "Sana benzeyen bir kızım olsun." Elini saçlarıma götürüp dipleriyle oynamaya başladığında gülerek onu onaylayışımın ardından sıranın uykuya geldiğini anlamıştım. Boşta kalan elini tutup çıplak bacaklarıma koyarak gözlerimi yumdum, birazdan uyurdum yeter ki beni biraz daha sevsin.

                                                                                            💎

"Ellerim hep yapış yapış oldu yaa." Parmak uçlarıma doğru daha çoktu, "Tut." Serdar' ın sesiyle başımı ona kaldırınca avcuna doldurduğu incirleri bana uzattığını fark ettim. Poşetimi aralamış, ona kaldırmıştım elindekileri koyunca "Yeter Serdar." Dedim aman hemen sonra vaz geçtim "Ya da biraz daha toplayalım annem reçel yapar yaa." Ben çok severdim incir reçeli ama en çok annemin yaptığını, o da böyle güzel incir görünce eminim çok mutlu olurdu.

Elini belimden çekmeden rengi dönmüş inciri dudaklarıma uzattı, onu ısırdım. Uyandıktan sonra canım kahvaltı yapmak istemeyince evin etrafındaki yeşilliğe gelmiştik ve ben heyecanla gördüğüm incir ağaçlarına yönelmiştim. Biraz toplamıştım ama boyum kısa olduğu için üst taraftakiler Serdar' a kalmıştı. "Burada az var hem de daha tam zamanı değil yavrum ben sonra reçel için ayarlatırım." Öyle de olurdu, biraz ileride de cevizler vardı onların hepsini toplatacaktım akşam da sobanın kenarında soyup soyup yiyecektim.

Serdar' ı onaylarken ellerimi beline dolayıp poşeti arkasında birleştirdim. Serdar' ım, canım kocam. "O zaman bu kadar yeter çok yiyemem zaten." Serdar pek sevmiyormuş bünyesine göre yemedi desem yeridir. "Sen burada dur, arkayı da alıp geleceğim ben." Böyle yan yana dip dibe pek mümkün değildi tabi. Ben toprak alanda ilerleyip başımı cevizlere doğru kaldırdım sıra Serdar dikenliğe girmişti.

Yere dökülmemişlerdi ama dallardaki yeşil yuvarlakları görebiliyordun. Ağaç da epey büyüktü az evvel yerim diyordum ama sanırım en tepedeki cevizlere erişmek mümkün olmadığından yiyemeyecektim. Arkamı dönüp Serdar' a baktım, tişörtü yukarıya doğru sıyrılmış karnı, beli ve kemeri görünüyordu. "Tişörtünü indir." Dedim poşetimden bir incir daha yerken "Kasların görünüyor cinayet çıkar." Burada bizden başka kimse yoktu ama olsun her an biri gelebilir.

Biraz gülümseyip diğer tarafa yöneldi "Armut da alayım mı?" Pek istemiyordum ama yine de "Bir iki tane olur." Dedim. Saat sabah dokuza geliyordu, en son dersler dışında ne zaman bu saatte uyandığımı hatırlamıyorum ama bu sabah doğa beni kendime çeker gibi yataktan kaldırmıştı. Serdar' da benden biraz önce uyanmış ama hiç kıpırdamadan ayılmamı beklemiş, bana söylememiş ama havanın temizliğinden erken uyanacağımı tahmin etmiş bu sabah beni öperken öyle söyledi.

Tıpkı sabah gibi çok güzel bir geceydi, çok rahat deliksiz bir uyku çekip güne dinç uyanmıştım. Biraz acıkmaya başlasam da hala etrafı gezmek, uzun uzun yürümek istiyordum. Öyle ki ağaçlar boyunca ilerlemeye başlayıp sessiz ve bir o kadar da ıssız olan köyün tadını çıkartmaya koyuldum.

Bizim oraların aksiydi, kıyas bile yapamazdım ama siyah beyaz bir albümün parçası gibiydi. Yine de onun yanında olmak bana nerede olduğumu unutturacak kadar değerliydi. Kuru otluk, kahvenin tonlarında toprak zemin, kerpiçten yapılma kulübeler ve elektrik direkleri. Tüm doğa yalnızca bu kadarken yüzümü hafif bir gülümseme aldı. O üç beş ağaçtan hayli uzaklaşmış, evi göremez hale gelmiştim ve gidecek bir yer kalmamış gibi taşa çakıla vura vura geriye dönmeye başlamıştım.

İri denilecek taşa vururken arkamda işittiğim ses beni duraksatmıştı "De hayrola bacım?" Taş savruldu, ona tam dönme gereği duymadan baktım. Birkaç saniye sonra çatık kaşlarımın ardından sesimi duydu. "Hayrola derken?" Üzerinde bir şalvar, başında siyah beyaz kareli bir örtü üzerine kasketi ve omzunda tüfeği vardı. Bizim oralarda da köy korucusu olurdu, bu onun gibi bir şey miydi?

Yürürken beni baştan aşağıya süzüyordu. "Neye buradasın hırsız mısan?" Cidden bu ahmakça soruyu bana soruyor muydu? Pekala; muhtemelen sandığımdan daha zekiydi, yani öyle olmasını diliyorum.
Konuyu fazla uzatmadan elimle arkamı işaret ettim.
"Kocam orada bak." İşaret ettiğim yere bakınca ben de döndüm. Serdar sakin sakin dikenlikten yola çıkıyordu, adam olduğu yerde durdu. "Agam." Sesi gereği pek de kibar olamıyorlardı ama kendini belli eden bir hali vardı. Onu orada bırakıp bize doğru ilerleyen Serdar' a yürüdüm.

Öylece yürüyordu, izlerken yüzüme bir gülümseme ilişmek istedi mani olamadım. Ben ona, o arkamdaki adama bakıyordu, "Aşti ne yapıyorsun lan karımın yanında?" Adi Aşti miydi? Yanına geldiğim sıra adam tekrar konuşunca merakımdan ona doğru döndüm "Aman agam seni görmedim bilemedim kusura bakmayasan." Aramızda beş altı adımlık mesafe vardı. Bir eli tüfeğinde, Serdar ufak bir adım attı öne "Ne oldu neden geldin?"

"Öyle genel bakınırım agam gelen giden var mı diye. Kimse de demedi geldigini." Ona sürekli agam demesi... Yani bilmiyorum ben pek beğenmemiştim yüzüm bununla ekşiyince başımı yere eğip durdum. "Ben varım, sen de buralara bir süre uğrama papaz olmayalım." Biz varız diye sanırım, doğrusu ben de çevrede kimseyi istemezdim bizim ne yapacağımız belli olmazdı. Aşti Serdar' ı onaylayan sesiyle arkasını dönüp geldiği yere ilerlerken Serdar' da benimle birlikte yukarıya doğru yürümeye başladı.

"Adamın adı çok güzeldi." Ev yavaş yavaş görünmeye başlamıştı, Serdar derin bir nefes aldı "Seni ben almasaydım kesin Urfa' lı doğardın." Öyle mi oluyordu? Ona gülerken "Sanırım." Deyiverdim çünkü haksız da sayılmazdı buraları sevmiştim. Özellikle yemek, et, ızgara ve meze kısımlarını.

Kolunu omuzlarıma sarıp beni kendine çektiğinde ceviz ağacının önündeydik. Haliyle başım eğik, hala yerde ceviz arıyordum ama bulamayacağıma emindim. Beni kendime çevirdi, ellerimi beline sarıp yanağımı göğsüne kapattım "Ben acıktım." Bu sabah ne güzeldi öyle "Hmm." Homurtusu eşliğinde ona bakmıştım. "Sonunda miden de uyandı." Öyle olmuştu ama eve girip saatler süren bir kahvaltı yapmayacaktım sabah bırakılan sıcak ekmeklerin arasına bir şeyler koymaktı niyetim. Mis gibi hava da vardı, kapıda yerdim bir de kaçak çay derken "Hadi gidelim Serdar." Diyerek ellerini tuttum, bu defa cevize bakan oydu. "Kahvaltıdan sonra sana ceviz toplarım."

Midem gurulduyordu, elimin karnımın üzerine koydum. "Önce yemek yiyelim ben çok acıktım." Bu birden acıkmalarım normal miydi anlamadım ama sanıyorum ki hamileliğin doğasında vardı. Kendimi sorgularken beni kucağına alınca şaşkınlıkla kollarımı ona doladım "Ne istiyor canın?"

Arkada kalan manzara yüksekten bakınca şahaneydi. "Taze ekmek."

"Başka?"

"Başka bir şey istemiyorum." Belki biraz kahvaltılık. Sabah kapıda bir sürü poşet vardı ama ekmekler hariç hiçbirine bakamamıştım. Şimdi öyle açtım ki başımı omzuna yaslarken şişirdiğim yanaklarımla neler yiyeceğimi düşünüyordum.

Tahmin ettiğimden daha kısa sürede eve girince başımı kaldırdım "Sen acaba ben yavaş yürüyorum diye mi beni kucağına alıyorsun?" Mutfağa gidiyorduk, gerilen dudaklarını boynuma bastırıp "Hayır." Dedi. "Ama mantıksız da değil." Ha yavaş yürüyordum yani? Yere bırakılırken "Yalnız anormal olan ben değilim senin bacak boy-" başım döndü, iki ayağım da zemindeydi ama sanki yer ayaklarımın altından kayıyordu.
Kollarına yığılacak gibi olduğumda adımı söyleyip beni yeniden kucaklamıştı. Dönüyordu, hala başım dönüyordu ve etrafta parlak parlak şeyler vardı.

Kucağında olmama rağmen sanki her şey aynı düzlemle gidip geliyordu ve ben bunu fazlasıyla hissedebiliyordum. Hızlı adımlarının ardından beni yavaşça yere bıraktı, salondaydık minderlerden ve sobadan bunu anlaştım. Gözlerimi kapatıp ona sakince "Başım döndü." Dedim.

Eli alnıma gitti, oradan yanağıma "Anladım." Soğukkanlıydı ama endişesini her zaman olduğu gibi hissedebiliyordum. "Sen uzan kalkma hiç, ben geliyorum şimdi." Yutkundum, elini tutunca gözlerim aralandı "Nereye?" Gitmesini istemiyordum ama "Yemen için bir şeyler hazırlayacağım, açlıktan olmuştur." Muhtemelen öyle, bana kızmamıştır ama yine de açıklama yapma gereği duydum "Aç değildim birden oldu." Yani birden acıktım, beni anlıyordu değil mi?

Gayet sakindi, hale bakarsak onu böyle bir şeyin öfkelendiremeyeceğini bir kez daha kabullenmiştim. Eğilip alnımı öptü "Tamam sorun yok." Yanaklarıma, "Kapat gözlerini ben geleceğim hemen." Eminim, onaylayışımla Serdar gitti, ben de uyumadım ama bir süre şekerleme yaptım.

Yanımdaki hareketlilikten geldiğini anlamıştım. Yanıma oturarak elini yanağıma koyunca yavaş yavaş oturur hale geldim. "Nasıl oldun? Hastaneye götüreyim mi seni?" Tost yapmış, tabağın kenarına sevdiğim kahvaltılıklardan ve üçgen peynirlerden bol bol koymuştu. O sevmezdi ama hızlı olsun diye yaptığı sallama çay rengini yeni yeni veriyor, tostun dumanı üzerinde tütüyordu. "İyiyim." Diyerek bakışlarımı ona çevirdim, "Bunlar normal şeyler bir yere gitmek istemiyorum." Merkeze in buraya gel derken daha çok yorulacaktım buna gerek yoktu ama Serdar "Olsun, devam ederse gideriz." Diyordu. Ona gözlerimi devirdim, "İçin rahat edecek illa." Bazı şeyleri yeni yeni tadıyordu, acaba bunu baba olacağının bilinciyle mi yapıyordu?

Yanıma oturmadan önce beni koltuk altlarımdan tutup kaldırarak arkamdaki mindere yasladı. "Seninle ilgili sürekli böyleyim, ilk defa mı karşılaşıyorsun?" Hayır, değil. Şikayetçi de değildim ama bazen yoruyordu. Omzumun üzerinden yüzüne döndüğümde tabağı bana doğru çekiyordu. "Hayır ama uzun zaman sonra sanki ilk defa..."

Duruldu, toklukla bana döndü. "Ne kadar uzun Hazan?" Onu bilmesem bu kaba sesini öfkeyle adlandırırdım. Veyahut bir düşmandık, o bana hesap soruyordu ama öyle değildi. Serdar o değildi, utanmadım. "Dürüst olayım mı?" Gözlerine bakabilmek ne mümkün, biraz çekindim "Sanki bir asır geçmiş, o zamanları hatırlayamıyorum." Geçen hafta nasıl bir ilişkimiz vardı mesela? Yine de ona aklımdan geçenleri sorabildiğim için şanslıydım.

Bana doğru eğildi, dudakları tüy misali alnımdaki bebek saçlarıma değdiriyordu "İşime gelir biraz," Edepsiz, bir insan hiç mi değişmez? "Baştan hatırlatırım." Ona oflar gibi geri çekildiğimde çenesiyle kaşarı akmış tostu işaret etti "Ye hadi." Kim bilir mutfak ne haldeydi.

Tosta uzanmadan elimi Serdar' ın bacağına koydum. "Şu sütyenimi çıkartsana sen yokken yapamadım." Kolum arkaya ulaşsa bile zorlanıyordum boşuna eziyet çekmek istemedim. Serdar arkama geçip tişörtümü, ardından sütyenimi çıkarttı. Sözünü ettiğim gibi; onun yanında epeydir soyunmuyordum da ama doğrusu şu sıra bu istediğim bir durum değildi. Neyse ki baktığını bile düşünmüyordum direkt tişörtümü giydirdi.

Daha sonra arkamdan ayrılmadı orada öyle otururken aksine daha rahat bir hal alıp tekrar etti. "Ye hadi." Kabul ediyorum minder yerine Serdar' a yaslanmak daha keyifliydi. Üçgen peynirlerden birine uzanırken kırmızı sütyenimin hemen yanında durduğunu fark ettim. Onu oraya bilerek mi koymuştu? Arkamda kalıp sütyenimi sevmeyecekti, değil mi? Elbette hayır, öyleyse bu garip bir durum olurdu.
Peynirden biraz ısırınca düşüncelerimden ayrılıp diğer yarısını Serdar' a uzattım. Kabul etmedi "Ye sen." Gözlerimi devirdim "Birlikte yiyelim." O da bir şey yememişti "Hazan ye dedim."

Elim yarım kalmış bir peynir, dudağımı büktüm "Tamam, yiyemiyor olabilirsin." Sonuçta ben ısırmıştım ona yeni bir tane vermek için peyniri ağzıma atıyordum ki "Kurdu yine kafasında." Diyerek ağzıma bıraktığım peynire uzandı, ne olduğunu anlamadım dişlerimin arasından alıp ağzına atınca elimin şekli belli, kaldım öyle. "Ben senin ağzının içini yiyordum, hala ne diyorsun?" Söyleniyordu, tabi öpüşürken bunu yapıyorduk haklıydı da bilemedim olur ya öyle.

Her neyse, tostumu alıp arkama yaslandım. Bir ısırık kopardım, biraz da mızmızdım yerimde kıpırdandım. "Göğüslerim ağrıyor." Beni anlıyordu, değil mi? Anlıyordu evet, öyle ki başını sallayarak elini tişörtümden içeriye soktu. "Ben de ne zaman söyleyecek diyordum." Tam ağrıdıkları gibi, göğüslerimi avuçlayınca başımı arkaya atıp tostumdan bir ısırık daha aldım. "Sen harika bir kocasın." Dolgun yanağımı da öpünce tüm keyif bendeydi gülümsedim, oradan ayrılmayıp benimle kaldı.

Bir dizini hafif kırmış, avuçları sakin bir tutuşla göğüslerimi örtmüştü. Çayımdan bir yudum alarak tostumu ona uzattım "Serdar sen de ye bak içim rahat etmiyor zaten baya büyük bu ben bitiremem." Başı omzumdaydı, kokumu içine çekerken boğuk sesiyle "Bölme beni." Dedi "Sonra yerim." Sanırım, o biraz, meşguldü. Beni özlemişti, belli ki dinlenmeye de ihtiyacı vardı. Cinsellik konusunda ne durumdaydı bilmiyorum onu anlamaya çalışıyordum ama ben bu konuda biraz doğru kelimeyi arar haldeydim. Belki de hiç anlamadan bir kabuğa girmiştim ve çıkamıyordum, işin kötüsü bu kabuktan ne benim çıkmaya ne de Serdar' ın beni çıkartmaya niyeti yoktu.

Tostumu yarıladığımda çayımdan henüz birkaç yudum almıştım, sanırım onu içemeyecektim. Ara ara göğüslerimin üzerindeki ele giden bakışlarım aynı zamanda dönüp onu öpmek istiyordu fakat bu pek mümkün değildi. Başı öyle güzel oturmuştu ki boynuma sanki uyuyordu, düzenli solukları fazla huzurluydu. Acaba ona kötü bir şey mi yapıyordum? Onu etkileyip öylece bırakıyor muydum? Ya da ben, bu konudaki meziyetimi tüketmiş miydim? Hiç araştırabileceğim bir şey değildi, üstelik telefonum da yoktu.

Tostun kalanını tabağa bırakıp yerine peynir aldım, biraz zeytin ve kabuğu soyulmuş domates salatalıktan yedim.
"Serdar." Sessizdim çünkü uyumuş olabilmesi beni üzüyordu. Günlerin yorgunluğu çıkmış mıydı? Pek sanmıyorum. Bence "Hı?" Uyumak üzereydi, tişörtün üzerinden ellerini okşadım "Sevgilim kalk hadi yatağa gidelim uyu biraz." Homurdandı, "İyiyim böyle." Değildi kıyamam, "Ben değilim." Başımı çevirip başını öptüm "Kıçım acıdı oturmaktan hadi gidelim." Kendi için yapmazdı huyunu biliyorum, kendimi düşündüğümden değil onun için.

Önce başını kaldırdı sonra yavaşça ellerini çekip ayaklandı. Kalkmak için elimi uzatmıştım, surat beş karış elimi tutup kucakladı beni. Neden suratı beş karış? Canı mı yanıyordu? Sessiz kalınca ben de bir şey diyemedim önce beni yatırdı sonra kendi uzandı yanıma. Öyle kıyafetlerle; belinde kemeri, üzerinde pantolonuyla. Bu defa yanına giden bendim, koynuna yatıp başını göğsüme yaslayınca karnıma dokundu. Onu kabullenmişti ve bunu daima hatırlıyordu. Keyfi yerinde değildi dalgındı ama beni seviyordu, bir de halâ benimle ilgileniyordu. Ona bir soru sormak yerine başını seve seve uyumasını bekledim. Muhtemelen ardından ben de uyurdum sonra insanların yeni uyandığı bir vakitte; saat bir gibi bir ikinci uykumuzdan uyanmış olurduk.

.....

Yatak bomboştu, ellerimi iki yana açıp esnerken belime giren ağrıyla kaşlarımı çattım. Zaten ağrıyordu ama sanıyorum ki yün yatak bana iyi gelmemişti. Tek elimle gözümü ovuştururken dudağımı büküp hafif seslenen bir tonda "Serdaaar." Dedim. Neredeydi? Ben onu kollarımda uyutmuştum.

Kapı sanıyorum ki tekmeyle açıldı, başımı kaldırıp arkama bakarken bana doğru geldiğini gördüm "İtin biri sıktı ona kalktım, sen ona uyanmadın dimi?" Burada da kavga edecek birilerini mi bulmuştu? Oflarken gözlerimi yumup elimi üzerine örttüm "Serdar kavga mı yaptın?" Öyle karşıma geçmiş burnundan soluyordu. "Yoo." Dedi ama anladım sesinden. "İndirdim bir tane onun da yarısı boşa gitti, alamadım sinirimi." Biliyorum normal değil ama gülümserken elini çekip bileğini tuttum. "Gel ben alayım senin sinirini geel." Hafif çekince yüzüme eğildi, dudağının kenarını öptüm, kolum boynuna dolandı. "Seni öfke terapistime götüreyim mi siyah devim?" Biraz gülmüşüm meğer, burnundan soludu.

Onun aksine gülüyordum bu defa yüzünden öpüp mırıldandım "Belimi ovsana biraz, çok ağrıyor kalkamıyorum." Geri çekildi, kaşları çatıktı belime baktı "Ne oldu beline?" Dudağımı büktüm, "Birkaç gündür var zaten şimdi iyice-" Kaşı kalktı "Kaç gündür kaç?" Betonda yattığımdan beri, hatırlayınca gözlerimi yumdum bu durumdan pek hoşnut değildim dillendirip onu da üzmek istemedim.

Odadan çıktığını duyunca bu kadar çabuk oluşuna şaşırmıştım, elim belimde kalkmayı denedim ama sanki bir şişlik vardı ve hareket ettiğim sırada acıyordu. Daha kötü olmasından korkup bunu yapmaktan vaz geçtiğimde elinde ufak bir şişe zeytinyağıyla odaya girdi.
"Aferin, daha neleri söylemiyorsun merak ediyorum. Dön arkanı." Şişeyi kenara bırakıp söylenirken istediği şey biraz mümkün değildi. Hatırlatır gibi "Hamileyim." Dememle duraksadı, "Neresi ağrıyor."

Uzanıp belimi sıyırmıştı, "Burası." Diyerek sol tarafımı gösterdim. Yan döndüğümde de yapabilirdi, tepeden bana bakınca yüzüne uzandım "Kızma bana." Öyle bir baktı ki... Yanağımı öperken "Uzan sende hadi, öyle de ovarsın." Diyerek yanımda bir yer açtım. "Pantolonunu çıkart nasıl rahat ediyorsun onunla?" Ona söylenirken yağ olmasın diye çıkarttığım tişörtü yatağın bir kenarına koymuştum. Dediğimi yaptı, yanıma uzandıktan sonra eline döktüğü zeytin yağını belime götürüp halka halka ovmaya başladı. Acımıştı, "Ah!" Diyerek çıplak koynunda bağladığım ellerimle ona sokuldum.

"Acıyor mu?" Biraz, başımı iki yana salladım bu defa daha az bastırdı. Nefeslerim elimde olmadan hızlanmış, çıplaklığımın aksine bedenim sanki alev almıştı. Parmakları belimin tam da işaret ettiğim yerinde dolaşırken ara ara taytıma değdiğini hissediyordum. "Serdar üzerime değdirme başka kıyafetim yok." Belime bakıyordu, "Değiyor." Haklıydı ama bu şekilde duramazdım. "Ararsın birilerini bana çamaşır getirirler o zaman."

"Hhı, bende de karısına çamaşır getirtecek bir tip var ya." Tam bir şey diyecektim yerinde kıpırdanıp belime baktı "Şişmiş mi?" O daha iyi bilirdi, eski haline alırken "Hayır, o normal kemik." Dedi. Ben şişmiş sanıyordum dudağımı büktüm.

"Soğuktan tutuldun herhalde akşam sobaya oturtacağım seni." Komik, gözlerimi devirerek büyük ihtimal bel kısmı yağ olan taytıma uzandım "Allah aşkına dur şunu çıkartayım leş gibi kokacak şimdi krem yok mu?" Zaten eli belim kadardı, bulaşıyordu her yere. Akşam yıkardım sobada kururdu ama o ara ne giyeceğim. "Var Hazan, arka odada da solaryum var düşün başka ne geliyor aklına?"

Homurdanacakken yükseldim "Bağırma da işini yap!" Ben yükselince o da yükseldi. "Bağırtma da yapayım!"

Serdar "Abartma rahat dur." Olmaz öyle elimi taytımla küloduma götürdüm "Kapat gözlerini." Ben başka konuşuyordum o bambaşka, birbirimize emirler verdiğimiz cümleler eşliğinde külodumu ve taytımı kalçalarımdan aşağıya indirip tamamen çıkarttım. Eli ağrımın üzerinde geziniyordu, yüzümü ekşitip bağrına kapandım "Yavaaş."

"Bu kadar ağırana kadar neredeydin?" Hala orada mıydık? "Beni suçlamayı keser misin sanki tatildeydim." Neler yaşadığımızı halbuki o biliyordu, bir cevap verecek derken bir kolunu başımın altından sokup mırıldandı "Tamam özür dilerim." O kadar da değildi ama beni kendine çekip omzumu öpünce konuyu kapattık.

Elini bacağıma doğru indirip kendi üzerine almasıyla alanım açılmış, ona biraz daha dönmüştüm. "Bak kalkar gibi olunca daha çok acıyor." Elini komple kullanıyordu, soluma baskı yaptı "Böyle ağrıyor mu?" başımı biraz salladım, "Ama masaj iyi geliyor." Dokunmasına ihtiyacım vardı, daha sonra ben de ona yapardım bu konuda pazarlığa her daim müsaittim. "Evdeki yatakta da ağrıdı mı değiştirelim mi?"

"Cık." Dedim eli yavaş yavaş belimi okşarken "O yatak çok rahat sakın elleme." Sadece dediği gibi soğuğu çekmiştim herhalde. "Akşama da yaparım daha iyi gelir." Başımı sallayarak kolumu omzuna sardım "Yumuşadı sanki." Sonra da onu öptüm, "Teşekkür ederim." Yüz yüzeydik bana karşılık vermek yerine kaşlarını çattı, "Saçmalıyorsun, saçmalama." O halde tamam, bunu ara ara tekrarlayabilirdik.

Parmakları tek tek kemiğimi sıyırıp etrafını ovuyordu, böyle çırılçıplak da ne kadar doğruydu bilmiyorum ama güzel geliyordu. Kalçamı öne doğru hareket ettirdim, ağrımıyordu "Nasıl oldun?" Başımı salladım "Daha iyi."

"Ne oldu dışarıda onu anlat hadi." Tek kaşı havalandı ama eli durmadı, bu biraz korkutucuydu. "Unuttun herhalde," Önce anlamadım sonra kaşlarım kalktı. Serdar yatağımızda başka erkeklerden söz etmiyordu, asla. Hele böyle bir anda mümkün değildi tamam. Ona dudaklarımı yeniden yasladım. "Öyle olmuş,"

Eli her hareket ettiğimde tüylerim diken tiken oluyor, acımın üstü siliniyor ve belim rahatlıyordu. O biraz daha zeytinyağı dökerken omzumun üzerinden göz ucuyla arkama baktım. Çırılçıplaktım ve tek artım, Serdar' ın belimde gezdirdiği eliydi. Oradan bakınca elbette daha net görebiliyordur ama ben bile buradan güzel bel kavisimden sonra kalçamı izleyebiliyordum. Özellikle üzerine attığım tek bacağım, onun bakıp bakmadığı konusunda kararsızdım yüzüne döndüğümde yakalanmışım gibi oldu.

Başını sallar gibi, hafif göz kırptı "Hayırdır neye bakıyorsun?" Öyle bir hali vardı ki sanki ben bana değil başka bir şeye bakıyordum. Utana sıkıla başımı ona yasladığımda kalbimin gümbürtüsü boğazıma kadar çıkmıştı, neyse ki eli durmadı ve bu konuda beni utandırmadı. Yine de olması gerekenmiş gibi, titrek bir soluğun ardından kıpırdayıp kalçalarımı ona doğru hareketlendirdim, çünkü aklım bundan kaçsa da en az onun kadar ihtiyacım vardı.

Beni anladı.
Beni anladı...

Eli anında kalçama gitti, avuçladığı gibi beni öyle bir sıkıp kendine çekti ki inleyerek "Serdar" dedim. Hızlıca nefes alıp vermeye başlamıştı, kollarımı iyice ona sardığım sıra eli kalçalarımın arasından kadınlığımı buldu. Gözlerimi yumdum, içim titredi çünkü bu çok ani ve çok uzun, çok uzun zaman sonraydı...
Beni avuçladı, iç çektim.
Yağlı elleri bir git gele gebeydi, parmakları girişimde dolaşırken sertleşen erkekliği karnıma değiyordu. Beni okşuyordu, bir şey söylemiyor sadece beni parmaklarına katıyordu. Bacağımı daha da kırıp ona yer açtım, eli kadınlığıma kapanmış parmakları ise diyarımı okşuyordu. Nefes nefese başımı kaldırarak çenesini öptüm, dudaklarımız birleşti.

Biz, birbirine kavuşmuştuk. Ne hoş bir andı, içim aleve yanıyorken onunla bir bütün olmak meğer ne başkaymış. Bir asır derken haklıymışım, bir asırmış...

Kalın parmakları kabaran dudaklarımın arasında girişime yöneldiğinde daha fazlasını ister gibi kendimi ona ittim. Hep istedim, isteğimi her zaman olduğu gibi duydu.
Beni sırt üstü yatırıp bacaklarımın arasına girdiğinde dudaklarım hala etindeydi. Dili ağzımı talan ediyor, elleri ağırlığını vermemek üzere iki yanımdaydı. İçime girdi, bu yine çok ani ve... Doğru kelime sanıyorum ki coşkuluydu.
Dudaklarımdan ayrılıp benimle göz göze geldiği sıra bacaklarımı iki yana açıp erkekliğini kabul etmekle meşguldüm. Kasıkları kadınlığıma vuruyor, usul usul dudaklarıma ve etrafına dokunuyordu. Uzanıp elini klitorisime götürdüğünde şişen kabarıklığımın ihtiyaçlı sızlaması arttı. Hangi darbenin nereden geldiğini bilemiyordum tek bildiğim; sırılsıklamdım.

İri erkeliğini çıkartıp eline alarak o ufak kabarıklığıma sürttü, başını eğip bunu izliyor oluşu beni olduğumdan daha çok tahrik ediyordu. "Ah Serdar!" Çığlık atmak isterken sertçe fısıldadım. Avcunu dolduran erkekliğini geri çekti, onu kadınlığımın dudakları arasında yukarı aşağı hareket ettirerek kabarıklığıma dayadı. Her yerim onunla doluyor, için onun arzusuyla yanıyordu.

Dudaklarımı ısırıyordum, açılan kadınlığımla kendimi aşağıya ittiğim sırada öfkeyle bana baktı "Bunu bize neden yaptın? Al işte." Serçe içime girdi, dünyam... "Seni suçluyorum!" Bilmiyorum, ellerimi yüzüme kapatıp başımı ağlar halde iki yana salladım. Ben. Ben onu suçlayamıyorum, haklıydı çok haklıydı ama ben... Çıktı, "Bir kere olsun dinle be kadın." Girdi. "Bir kere sözümü dinle!" Derin nefesler aldım, o girdikçe içim zevkle akıyordu.

İçimden çıkıp kızarmış erkekliğinin ucunu yeniden kabarıklığıma sürttü, baştan aşağıya. "Sen de deli oluyorsun," Yukarıya sürterek sıyırdı, sanki milyonlarca hücrem tazeleniyordu. "İstiyorsun. Siktin ikimizi de!" Evet, deli oluyordum. Yeniden içime girdiğinde onu kuvvetle bekliyordum. Ellerimi çekip öfkeli yüzüne baktım, patlayacak gibiydi. "Dua et çok aşığım sana." Geri çekildi, içimi deler gibi bir darbeyle "Yoksa seni bu yataktan sağ çıkartmazdım." Bu ızdırap, doğru kelime buydu tamamlanamamış olmanın hali buydu içime girmeyişi bana zulüm gibiydi.

Ağlamaya başladım, "Serdaar." Eli yüzüme geldi eğilip alnını alnıma bıraktı "Ne var?" Öfkesini tutuyordu, yutkundum. Çenemi kavramıştı, erkekliğinin ucu girişimde "Bana, kaybettiğimiz, günleri, geri ver. Verebilir misin?" Başımı iki yana salladım, kendini içime itti. "Bende öyle tahmin etmiştim."

Elimde değil gözlerim dolmuştu ve neye ağlayacağımı bilemiyordum. Beni acımasızca becermediği için mi? Yoksa sözlerine mi? Sesim titredi "Bugünü mü bekledin? İntikam mı alıyorsun benden?" Üzerimde koca bir heybet bana acımıyordu onunla göz göze gelmenin ürkütücü olduğu anlardaydım.

Aleti almak istediğim yere sürtünürken onun elleri iki yanımdaydı. Gözleri karardı "Bir şey beklemedim, bazen karakterimle oynuyorsun. Karım olmasan, seni karım yapardım. Ama senin yerine başka biriyle evli olsaydım ona bu dünyada cehennemi yaşatırdım. Beni buradan." İçime girdi, "Sadece senin sözün alıkoyardı, sen onu da yaptın." Çıktığında hızlanmıştı, siyahlarıyla gözlerimin en içine bakıyordu. "Ben böyle bir adamım Hazan," Biliyorum, umurumda değildi ben sadece onu ve bu sert hallerini istiyordum. "Tahmin ettiğimden daha fena bir orospuçocuğuyum ama sana aşığım. Bu yüzden oynayabiliyorsun benimle."

Hayır hayır hayır, uzanıp ona dokunmak yerine ellerimle göğüslerimi kavrayıp altında kendimden geçerken kıvrandım. "Seninle oynamıyorum."

Dişlerinin arasından "Oynuyorsun!" Gözlerim dolunca göğüslerimi bıraktım, ellerimi ona uzatıp yüzünü tuttum "Ben seni seviyorum." Başını çevirip avcumu öptü. "Biliyorum." Ben de onu biliyorum, anlattıklarını zaten tahmin edebiliyordum sadece yüzüme vurması biraz sarsmıştı.
"Sana o üç günü, hayatım boyunca geri getirmeye çalışacağım." Göz yaşlarım kulağıma akıyordu, bunu fark ettiğimde onu dinliyordum. "Sen hayatıma girdiğin günden beri derdim uçkurum değil sensin. Bunun için uğraşma, o üç günü bugün ben sana vereceğim ve konu kapanacak." Belli ve lütfen...

Nefes nefese yeniden onun olurken beyaz bacaklarımı iyice gerip "Sen o yüzden bana yazılmışsın Serdar." Dedim. Öyle bir baktı ki, çatık kaşlarının arasında bu tehlikeli adama ihtiyaçla soluklandım "Başka bir kadının hayatını cehenneme çevirme diye." Sadece ben konuşuyordum, ellerim yeniden göğüslerime gitmek istese de kendimi onun kaslı kollarına tutunurken buldum. "Ayrıca bir daha ağzından başka bir kadın lafı duyarsam, bir daha beni siksen ememezsin." Özlemişti biliyorum, Serdar' ın bacak arama özel ilgisi vardı bunun da farkındaydım.

Hızlandı, dudakları dişleri tarafından eziyete uğramıştı bir hırsla "Seni önce emerim, sonra bir güzel bağırta bağırta sikerim." Dediğinde onu sayıklıyordum, gülümsedim. "Sen de bunu zevkten ağlayarak bir de Serdar' ım diye yalvararak izlersin."
Kesinlikle. Kesinlikle haksız değildi onun altında göğüslerimi okşarken bunu "Ahhh, yüzbaşı Serdar!" Diye belli ettim. Sona geliyordum, sona geldiğimin o da farkındaydı üzerime eğilip "Emret karım." Dediği sıra beklediğimden de çabuk titreyerek boşaldım.
Ona günlerce uzak kaldığımdan erken boşalmıştım ama doyduğumu söyleyemezdim. Gözlerim kapalı, nefes nefese "Bana bu çektiğin muameleyi unutmayacağım." Deyiverdim.

Üzerimdeydi hala aynı halde "İşin özü, seni seviyorum. Bizi bir daha ayırırsan hoş olmayan şeyler yaşarız." Dediği sıra toparlanmaya çalışıyordum, uzanıp omzuna tutundum. "Bizi bir daha ayırırsam zorla sik beni. Sen içime girince yumuşarım." Bu konuda ne kadar ciddi olunursa o kadar ciddiydim.

Elini bacak arama uzattı, "Yumuşamazsan kafama sıkarım." Mümkün değil, parmakları kadınlığıma girip çıkmaya başladı ve ben sadece izleyip tadını çıkartmak istiyordum. "İlişkiye girmek doğumu kolaylaştırıyormuş." Başımı salladım, "Beni sen hazırlayacaksın." Dudağının önce bir kenarı kıvrıldı, ardın tümü. Göz göze geldiğimizde naif bir tonda "Serdar." Dedim.

Sanki hala kendimde değildim. Etkileniyordum o bir yana, kadınlığımı izlemeyi bırakıp bana döndü "Efendim yavrum?"
"Doğumdan sonra, yani sen böyle sürekli istiyorsun ya. Ben bu konuyu şimdiden konuşmak istiyorum, yani." Biraz ne diyeceğimi bilemiyordum ama Serdar anladım der gibi baktığı sıra parmakları da içimde durmuştu "Çok uzun bir süre birlikte olmayacağız rahat ol. Sana o şekilde, beni öldürseler yine dokunmam." Bu konuda fazla katı görünüyordu. Parmakları tepeme ulaştığı sıra başımı yana eğdim "Kırk gün?" İki yana salladı "Daha az değil ama belki daha fazla. Duruma göre."

Tatlı tatsız bir muhabbetti derin bir nefes alıp tavana baktığımda parmakları klitorisimi iki yana sıvazladı "Merak etmee, her şey hallolacak." Ne güzel destek oluyordu, sanki sırt sıvazlıyor. Ona güldüğüm sıra dudağımı ısırıp yüzüne baktım "Tekrar  yapsana." Kimden ne istiyorsam.. Bir parmağı içimde diğerleriyle ani tekrar ederken belimi yükseltip zevkle "Off." Dedim.
Vakti gelmişti, erkekliği yeniden içime girip kolları yanımda durdu. Tepemdeydi, altında yastıkta dağılan saçlarım, göğüslerimle sere serpeydim ve onu seviyordum. Rengi pembeden hafif kırmızıya dönmüş yumuşak iç dudaklarım onu adeta emerken bana vuruşları yüreğimi okşuyordu. Her defasında yenisini, bir dahasını, sonsuz olanını istiyordum.

Kocaman gülümseyip ellerimi göğsüme koyarak onları Serdar' ın sevdiği şekilde avuçladım. Göğüs uçlarım görünüyordu ve kocam o kusursuz bakışlarıyla beni izlerken içimde beni paramparça edecek bir taht kuruyordu.
İçime giriş darbeleri beni yatakta yukarı aşağı hareket ettirirken kendimi biraz daha okşuyordum. Damarlarını hissediyor, onu yuvasına ait kılıyordum çok başkaydı. Bu arzuyla önce ısırdım, sonra dudaklarımı okuyabilecek şekilde keyifli keyifli ona bir şey dedim. Bu onu daha da gülümsetmişti façası kalktı, "Sik beni? Öyle mi?" Doğru anlamış ve beni tekrar etmişti. Daha da gülümserken gözlerimi büyük bir keyifle yumdum. Ellerim güçlü omuzlarında, alt dudağım dişlerimde içime gidip gelmesiyle "Off." başımı arkaya atıp kendimden geçtim. "Kocaaaam." 

Üzerime eğilip yüzünü boynuma bastırmış, ve şu birkaç saniyede her yerimi hızlı hızlı öpüp doğrulmuştu "Kadın sen gerçekten." Derken iyice hızlandı "Benim karımsın." Elbette, altında tutkuyla inlerken, göğüslerimi yoğuran ellerimle onu izlerken bunu ben de biliyordum. Serdar' ın beni becermesi her an içimi okşuyordu ve benim zevk mırıltılarım odaya doluyordu. Altında dağılan bedenim, onun adını sayıklayan dudaklarım, arzudan tutuşan kadınlığım ve doyumsuzluğumla onun karısıydım, tam da içimi ezen iri erkekliğiyle bu siyah deve layıktım.

Uzun dakikalar sonra Serdar hızlanırken ben yeniden sona geliyordum, kasıklarımda duyulan ses onun güçlü sesiydi ve gözlerimi kısıp kendimden geçerken hep daha fazlasını istiyordum. Öyle de yaptım, kasılarak sona geldiğimde kalkacağımı anlayıp kendini bana sürte sürte içimden çıktı, Serdar bir süre daha gelmezdi onu biliyorum. Ben onun yerine arkamı döndüm ve yatağa dayalı dolaba tutunarak bacaklarımı açıp önünde eğildim.

Ona tam olarak arkama dönmüş olmam benim için yeni bir heyecandı, bacaklarımı araladığım yerde elini uzatıp kadınlığımı okşayınca iç çekerek omzumun üzerimden ona bakmak istedim. Tam arkamda, eli kadınlığımı severken o da biraz sonra tekrar sahip olacağı yeri izliyordu. "Kıyamadığım, doyamadığım yerin kızarmış." İç çektim, "Bak." Derken işaret parmağını tam girişime götürdü, iç dudaklarımı aralıyor ve baş parmağını sürterken dikkatle bakıyordu "Tam burası." Okşadı, parmaklarına yeni bir ıslaklık kavuştuğu sırada devam etti "Yanıyor musun?" baskıyı arttırmıştı ona bir cevap vermek istedim, "Çünkü sen." Biraz nefes nefeseydim "İyi bir kocasın." Bunun sebebini biliyorduk, o bana hoş bir şekilde gaddar davranıyordu.

Yutkundu, bacaklarımı ve kalçalarımı sıvazlayarak okşuyordu. Bir cevap verme gereği duymadan doğrulup aletini içime ittiğimde inleyişim yayılmıştı. Bana sahipti, bunun için zonklayan tarafım onunla hareket etmek isterken gerek kalmadığını ilk saniyelerde kabullendi.
Elleri iki yanımdaydı darbeleriyle dolaba daha sıkı tutunup ağlar gibi soludum "Serdar ben doymuyorum, hormonlardan sanırım." Normalde önce yorulan, daha sonra da Serdar' ı elimle ya da dudaklarımla boşaltmaya çalışan bendim. Bu defa onu anlayabiliyordum.

İçime girdi, "Hormonları." Çıktı, "Bahane." Girdi "Etme." Kan ter içinde kalmıştım iyice eğilip zevkle inledim "Sen beni doyurursun kocam." Cayır cayır yanıyordum hem yanıyordum yandıkça da istiyordum. Üzerime eğilir gibi olup sırtımı öptüğü sırada göğüslerimi kavrayarak yoğurmaya başladı "Ağzına almaktan kurtulmadın, bence yine doyup yorulacaksın." Sanmıyorum ama, elimi elinin üzerine koyup göğsümü onunla yoğurdum "Yine alırım hayatım, yine alırım Serdar' ım." Yeter ki istesin, canımı verirdim.

Birlikte hareket ediyorduk, göğsümü birlikte tutuyorduk onun adını Serdar Serdar diye ben sayıklıyordum yani zevki çenesine vuran ben, aletine vuran Serdar' dı. Sustuğumuz anların daha çok olduğu vakitlerde "Gel hadi." Deyişiyle kendimi bıraktım, titremeye başladığımda ise Serdar' da şiddetle içime akıyordu. Onunla yeniden bir bütün olmak tüm kasılmış duygularımı açarken beni koynuna çektiğinde kendimi hayli güvende hissediyordum.

Her yerim titriyordu ama onunlaydım.
Boşalmıştık fakat benimleydi.
Tükenmiştik ama kollarındaydım.
Uzun solukların ardından başımı çevirip ona baktı. Halimden memnundum, yerinden kalkar gibi olup dudaklarını önce burnuma, sonra dudaklarıma bastırdı. "Daha yeni başlıyoruz." Bunu bilmek güzeldi, Hafif geri çekilirken yüzünü sevip usulca mırıldandım "Beni kucağına oturt." Sanki ciddi bir şey konuşuyorduk, başını salladı "Tamam." Yeniden dudaklarıma kapandığında yastığın altındaki telefon  titremişti, bunu da burada istemiyordum dedim içimden bir kenara koymamız en iyisiydi.

Beni kendine çekip kollarına aldıktan sonra telefonuna uzanmıştım, Dilan' ın adını gördüğümüzde ise sakin bir sesle "Hayatım bir saniye." Dedi, telefonu almıştı ekran bir mesaja açıldı.

Gönderen; Dilan
Mesaj; Senin için dedem bir kadın aldı aklını başından, bir sevda kör etti gözlerini, yazık olsun dedi. Babaannem de aklı alınmayacak gibi değil masallah benim güzeller güzeli gelinime bir bakan bir daha bakıyor dedi ajdksjdjajsjs

Serdar' ı bilmem ama ben mesajı birkaç defa okumuştum. Sonunda bana dönüp keyifli boğuk sesiyle "Kim bakıyormuş kız sana?" Dedi. Bilmem, dudak büktüm beni sarstı. "Hı, benden başka kim sana birden fazla bakabiliyor?" Uzanıp alnımı öptüğü sıra ona "Senin aklını başından almışım," diyordum.

Homurdandı, "Doğru demişler." Evet ama bu pek hoşuma gitmemişti burun kıvırdım "Yakında büyü de yaptı derler." Benim aksime Serdar o kadar keyifli ve umarsızdı ki bu hali beni de etkiliyordu.

"Desinler, benim karımın büyüye mi ihtiyacı varmış?" Ona baktım, "Yok mu?" Kaşları "Yok." Diye kalktı ve telefon ekranını kapatıp onu halının üzerine attı.
"Benim güzel karımın hiçbir şeye ihtiyacı yok." Mesaj bir yana babaannenin beni savunması çok hoşuma gitmişti, Serdar' ın da beni seve seve, öpe koklaya üzerime çıkmaya başlamasıyla keyfim yerine geldi. Dudakları boynumdan dudaklarıma yöneliyordu. "Çok güzelsin Hazan." Beni öpüp geri çekildi, "Benim karımsın." O da inanamıyordu, şükretmemiz gereken yerde birbirimizi yiyorduk bundan bir an evvel sıyrılmamız gerekiyordu.

Bundan soyunarak, sevişerek sıyrıldık.
Ne şekilde olduğu önemli değildi önemli olan birbirimizle kendimizden geçtiğimiz ve bu anların kıymetini bildiğimizdi.
Saatler sonra sonuncu değildi bunu biliyorum, sözünü ettiğim gibi kucağındaydım. Başım arkaya atıp bir an içimdeki iri sertliğin tadını çıkarttım. Kollarım sırtına doğru, Serdar' ın dudakları göğüs ucumu çekiştirerek emiyordu. Başını kaldırdığı vakit dudaklarımız birleşti ve dillerimiz kavuştu, dudaklarımdan iniltiler dökülürken yerimde ileri geri hareket ediyordum.

Rüyadan uyanır gibiydim o kadar güzel hissediyordum ki kendimden geçmiş bir tonda "Ben, böyle kalsam saatlerce." Derken ikimiz de başımızı eğmiş içime aldığım erkekliğe doğru bakıyorduk. Serdar' ın bir eli sırtımdan kalçalarıma indi, hafif kalkmıştım otururken göz göze geldik. "O zaten halinden memnun baksana, çok özlemiş ufak yavrusunu." Boşta kalan elinin tersi göğüs ucumu okşayarak kavradı, başımı nazla yana eğdim "Yavrusu da onu çok özlemiş." O yavru ben değildim, bunu ikimiz de biliyorduk.

Serdar elini yüzüme çıkarttı, dudaklarımda gezdirirken ben bir kez daha kalkıp sert uzvuna yavaşça oturdum. "O yüzden mi zinden etmiş bize hayatı?" Ah Serdar, gözlerimi deviriyordu. Bir kez daha kalktım, otururken başımı eğip sağ elimle kadınlığımın önünü kavradım. Derin bir iç çekiş, "Özür diliyor bak, saatlerdir." Hareketlerim yavaş ve iç gıdıklayıcıydı. Ara ara zevkten gözlerimi yumuyordum ama sonra tüm bu olanlara şahit olmak istediğimden açıyordum.

Bizi izlemek istiyordum.
Ait olduğum yerin tadını çıkartmak istiyordum.

Serdar elini kadınlığıma uzatıp önce baş parmağıyla kabarıklığıma dokundu "Ufak şey." Benimle alay etmiyordu ama sesi alaycıydı, gülümsedim. "Senin." Tüylerim diken dikendi, beni yavaşça kaldırdıktan sonra dudaklarımı okşaya okşaya bıraktı.
Bu defa bacaklarıma oturmuştum, erkekliğini kavradığında ona bakıp sıvazlıyordu. "Kabul ettin mi aslanım?" Benimdi, iri yarı kocaman bir aletti ben damarlarına bakıp keyifle yutkunurken Serdar bu ufacık mesafeden yüzüme döndü. "Etmişiz." Başıyla da yatağı işaret etti "Uzan bakalım."

Hareketlendim, yerime uzanıp bacaklarımı o aslan için iki yana açıp tek elimle kadınlığımı okşamaya başladığımda beni izliyordu. O da sakinlikle bana doğru yöneldi, üzerime eğildi "Gün sonunda siz bir konuşun. Bir de sen al gönlünü." Ne demek istediğini biliyordum, onu içime aldıktan hemen sonra ellerimi Serdar' ım omuzlarıma koyup bilmiş bir tavırla "Aklımda hayatım." Dedim "Önce ufak yavrusuyla barışsın, iyice kaynaşsın beyimiz. Sonra ben saracağım onu bir güzel." Bize bakıyordum, bacak aramdaki yeri tam da hayal ettiğim gibi kusursuzdu..

Yüzüme doğru eğildi, dudakları yanağıma indi "O dayanamaz yavrusuna, bilirsin." Harekete geçmişti, ikisi de dayanamıyordu yavrusuna biliyorum. İçime girince nefesim titredi "Serdar' ım." Ona sayıklar tonda yalvarıyordum ne için bilmem, bu bir teşekkür müydü? Kalçalarımı dahası için kaldırdığım vakit hızlanmıştı, etime şiddetle çarpan kasıkları odada yankı bulurken sesim de "Canım kocam." Diye yükseldi. O devam etti, ben darbeleriyle kendimden geçip yüzüne baka baka göğüslerimi avuçladım. Kaşları çatık bakışları göğüslerim, kadınlığım ve yüzüm arasında geziniyordu. Yutkunduğunda hareket eden adem elmasına uzanmak isterken adeta gömüldüğüm için hareket edemediğim yatakta ona tutsak olup çığlık çığlığa inledim. 

                                                                                         💎

Onu yorucu bir günün sonunda görsem utana sıkıla yanında dinlenirdim. Soğuk bir akşamda aynı masaya denk düşsek ve hiç konuşmasak ceketini sakince omuzlarıma bırakırdı. Metroda gözlerim usul usul kapansa yorgun başımı ateşe düşer gibi omzuna yaslardım. Bilmediğim bir sokağa girsem usulca peşine takılırdım. Ben bir kargaşaya denk gelsem o kılıma zarar gelmeden beni oradan alırdı. Tüm anların ortak noktası da kendimizi huzurlu bulduğumuz anlarda hiç konuşmayışımız olurdu, tıpkı şu anki gibi.

Elimi bağrında hareket ettirmeye devam ederken ekranda oynayan sahneye daha birkaç saniye evvel gülümsemiştim. Çizgi film izliyorduk; dışarıdaki soğuk isli hava biraz esiyor ve uğultusu ahşaptan yapılma cam pervazlarına kadar vuruyordu. İçerisi gürül gürül yanan sobadan sıcacık, mutfakta bulduğum taze karanfil ile az evvel yudumladığım kahvenin kokusu tüm odadaydı. Karanfil kokusu Serdar' ın kokusunu elbette ki bastıramamıştı, öyle olsun da istemezdim çünkü o bu dünyada benim nazarımda içime çekebileceğim en güzel kokuydu.

Bir de varlığı... Aklımı alıyordu, onunla oynuyordu ve bazı anlar çizgi filmi izleyen gözlerim Serdar' ı düşünen aklımla çakışıyordu. İşte her şey birbirine böyle giriyor, kalbim dünyaya böyle hükmediyordu. Onun da beni düşündüğünü biliyordum, bu gece saat on iki suları; bambaşkaydı.

Derin bir nefesle yerimde doğrulur gibi olup dudaklarımı büzerek sıkıca yüzüne bastırdığım sıra pek değil ama yine de şaşırmışa benziyordu. Kokusunu içime çektim, bu fazla sesliydi "Serdar' ım." Elimi yüzüne koydum, mümkün değil ondan bir an olsun ayrılmak istemiyordum. Neyse ki onun da benden vaz geçecek bir duruşu yoktu kolları hep üzerimde, bana en fazla bir adım uzakta.

Evli olmasaydık biz bu gece bir günah işlemiş olacaktık ve bekar olsaydık bu yanmaya değer bir günahtı.

Tek eliyle tuttuğu telefonu kenara bırakıp iki kolunu da bana sardı. Bacakları arasında tamamen ona aittim; tıpkı bu gün olduğum gibi. Sırnaşıp durduğum, sokulduğum, öpüp kokladığım adamdan mümkün değil ayrı kalamıyordum. Öyle özlemişim ki, sanki aramıza yıllar girmişti ve benim olduğunu bile bile onu ısrarla içime çekiyordum.

Ellerini yüzüme koyarak dudaklarını alnıma bastırdı. Birkaç saniye, derin nefesler, ardından bir kedi gibi boynuna kıvranışım... Kollarımı boynuna tekrar sarıp omzumun üzerinden arkama doğru döndüm, "Aç hadi." Çizgi filme kaldığımız yerden devam edebilirdik, sadece ara ara içim içime sığmayınca bunu yapıyordum.
Serdar' ın hamlelerini izledim, daha sonra telefonu o tutarken bu bölümün bitmesine az kaldığı için ekranı kaydırıp bir yenisini açtım. Sakindim, tutuşan odunların çıtırtısı eşliğinde çizgi filmin sesi duyuluyordu ve ben öyle naif dokunuşlarla evriliyordum.

Sanki bir kış ortası, sobanın üzerinde kokusunu veren mandalina kabukları.

"Güzel yavrum." Dudakları... Bana karışsa ya; böyle akıp gidecekti hayat hep bende kalacaktı ya, hep böyle sarmaş dolaş içimize çeke çeke...

Serdar' ın dudakları şakağımdan ayrılmazken üçüz kızların kısa konuşmasından sonra jenerik çıktı, müziğin sözlerine usulca eşlik etmeye koyuldum "Bir ki üç biz üçüz kardeşler üç iki bir eğleniriz her gün, macera peşinde koşar gideriz yepyeni dostlar ediniriz masallarda hem oyun oynar hem yeni şeyler keşfederiz, başımız derde girer bazen, kurtulmak isteriz
Bir ki üç güleriz dostlarlaa sihiir bitmez cadı bizimleykeen
Kurtlar, devler, cüceleer ne güzel kızlaar hergün yeni bir macera vaaar.
Bir ki üç cadı yolla çıktı anladık macera başladııı
Bir ki üç yapacak çok şey var haydi geliin birlikte eğlenelim."

Çizgi film olduğu için sesim daha sakindi, Serdar' ın gülümsemesini hissederken sesini biraz açıp "Ay ben çocukken çok severdim çok izlerdim bunu." Dedim. "Baksana kaç yıl geçmiş sözleri bile hala aklımda çok güzeller." Başını biraz salladı, çok huzurlu bir hali vardı "Sen hala çocuksun," ardından bir an duraksadı "Gerçi artık sana çocuk demek istemiyorum, garip duruyor." Bu akşamdan sonra haklıydı tabi. Alt dudağımı ısırırken ona başımı kaldırdım, göz gözeydik muzip gülüşüm beni utandırmıyordu ben kendimi zaten onun yanında uzun zamandır çocuk değil kadın gibi hissediyordum.

Yüzümü izlerken dudaklarıma doğru eğildi, tam önümdeydi "Buna bozulur musun?" Konuştukça dudakları dudaklarıma değiyordu, başımı hafifçe arkaya atıp mırıldandım "Hı-ı." Zaten artık bir başkasına diyecekti, "Bir eve iki çocuk fazla." Dudaklarıma kapandı, ama bu hem çok vakur hem de iç ısıtacak kadar naifti. Ellerim omzunda yavaşça geri çekilip durduktan sonra ona tekrar yaslandım.

Ekranda mor örtüsü, çiçekli elbisesi ve süpürgesiyle komik görünümlü bir cadı vardı "Sen hiç izlemiyor muydun çizgi film?"

"Pek değil."

Ona kaşlarımı çattım "Çizgi film izlemeyen çocuk mu olurmuş?" Sonra da döndüm "Senin zamanında çizgi film yok muydu yoksa?" O kadar mı yaşlısın, bunu demek istediğimi anlayıp gözlerini keyifle devirdi "Ninja kaplumbağalar izlerdim bazen." Fazla şey, erkek filmi işte benlik değildi kaşlarımı kaldırıp "Red Kit?" Deyince gözleri kısıldı "Budala." Onu sevmiyor muydu? Pekala onu ben de sevmezdim fazla ukala ve egolu gelirdi.

"Temel reis izliyor muydun?" Bunu söylerken o kadara heyecanlandım ki "Safinaz ilgimi çekmiyordu, gereksiz." Diyene kadar bu halimi sürdürmüştüm, sonra kıkırdayarak başımı salladım. "Ee başka?"

Bir an gözlerini bende alıp düşündü, "Casper, ama bunlar çok çok nadir ben genelde televizyon izlemezdim zaten." Aman, gayet de Serdar eskiden beri sıkıcıymış sevgilimin içinde hep kocaman bir adam varmış. Usulca yaslanıp başımı omzuna koydum "Ne garip adamsın." Çocukluğuna kadar, düne, bugüne, yarına.. "Eyvallah."

Kucağından diğer tarafa dönerken yanımızda çevirdiğim fincanı devirmemeye özen gösteriyordum. Çizgi film sekmesini arkaya aldım "Serdar alışveriş yapmamız gerekiyor." Saçlarımı okşamaya başladı "Ne lazım?" Benim için değildi, "Bebek için. Birlikte gidelim." Özellikle ilk alışverişe onunla gitmek istiyordum henüz geç değilken yavaş yavaş bir şeyler almalıydık.

Başını arkaya yasladı, "Yarın Azat' la kuzenin gelecek, öbür gün hastaneye gideriz." Derin bir nefes, "Benim alayda da işlerim var," Birkaç saniye durdu, daha bizimkileri duyduğum an ona dönmüştüm. "Hastane çıkışı alışverişe gideriz, oradan annene geçeriz." Elini yüzüme koydu, baş parmağı yüzümde hareketlendi "Sonra da evimize." Tamam bu konuda anlaşmıştık "Sena' larla ne zaman konuştun?" Gülümsemeye başlamıştım, Sena bana onu aramadığım için kızabilirdi ama olsun. "İncir toplarken sen yürüdün biraz, Azat aradı söyledim Sena evden bir şeyler alacak sana." Kıyafeti duyunca rahat bir nefes vermiştim. En azından külotla kalmaktan kurtulacaktım çünkü taytım zeytinyağı koktuğu için yıkayıp kuruması için sobanın arkasına asmıştık ve ben kendimi uzun da olsa sadece bir tişörtle çıplak hissediyordum.

"Hazan biz ne alacağız, sen biliyor musun?" Yani, az çok tahmin edebiliyorum dudaklarımı büküp omzumu kaldırdım "Atlet, çorap, zıbın... Yani bilmiyorum ki." Her kelimenin arasına düşünceli birkaç saniye girmişti ne garip. Sonunda gözlerine bakmayı sürdürerek soluklandım "Hallederiz ya." İlk alışverişimizi birlikte yapalım, sadece bir atlet bile alsak yeter ben sonrasını annemle ve Sena' yla hallederdim.

Başını ağır ağır salladı, yeniden yüzümü bulan elleri yumuşak yanağımı seviyordu. "Oda için birkaç güne gelirler." Tutamadım kendimi "Serdar biz alt kata mı insek yine?" Deyiverdim. Bu benim için çok zor bir seçimdi ama o gözlerini devirip biliyordum der gibi gülümsedi "Bakma öyle iki kattan da vaz geçemiyorum ama sanki alt katla ayrı bir bağım var." Başını salladı "Canın nerede isterse orada yatarız, iki kata da çocuk odası yaparız." Yani, gayet makuldü ona başımı sallayıp uzanınca dudaklarıma kapandı.

Kucağına oturdum, tek kolumu boynuma sardım derken dudaklarım dudaklarımdan ayrılmadı. Tenini tekrar tekrar keşfetmek, içmek ve etli dudaklarını emmek muhteşemdi hayatımın koca bir kısmını bu anlarla tamamlayabilirdim; tıpkı onun gibi. Boşta kalan elimi göğsünden geniş omzuna kadar okşayarak çıkarttığım sırada dili dilimi ezerek emmeye başlamıştı. Burada seninle sabahlarım Serdar, inan çok değil sevgilim.

Belimdeki kolu sıkılaşınca elimi koluna indirip kaslarını okşaya okşaya sevdim. Sakin olması gerekiyordu, hamileydim beni bu şekilde kendine katamazdı. Ondan biraz ayrılsam da dudaklarım bunu inkar eder gibi dudaklarına bir sürü öpücükler kondurmaya devam etti. Kocamı severken huzurluydum, tüm etlerim gevşemişti ve sanki tüm dertlerim gitmişti de biz sadece birbirimizde dinleniyorduk. Öyleydi de, gün sonunda kendi adıma söyleyebilirdim ki saçmalık ötesi koca bir devri kapatmıştım.

Bu sarmaş dolaş halimiz bir süre sonra son bulduğunda yeniden sarıldım, eli belime kadar inen saçlarıma gitti. "Belin nasıl oldu yavrum?" Hatırlamıyordum bile "Sevişirken geçti, ağrıdığını unutmuşum hatta." Sanıyorum ki açık sözlülüğüm onu gülümsetmişti. "Bakarız yine geçmez öyle hemen." Homurdandım, "Aynı muameleyle mi?" Kocamla artık bel altı konuşmak hoşuma gidiyordu, sanırım ben farkında olmadan ilişkimizde bir şeyleri aşmıştım buna kendi kendime hayret ederken Serdar sözlerimi onayladı "Her haliyle." henüz dayanamazdım, bu yüzden sessiz kalmayı seçtim.

"İnsan karnı tokken yemek aramazmış, seninki de o misal. Acıkınca göreceğiz." Susunca anlamıştı, adını kıkırtıyla söyleyerek burnumu boynuna sürttüm. "Ben sadece acıktığımda nasıl doyacağım diye bir endişem olmadığı için rahatım. Yani her anlamda." Başını ağır ağır salladı, "Öyle."

Geniş bağrına yattım, bir elim rahat durmaksızın üzerinde geziniyordu. Meğer onu böyle keyifli görmek ne kadar güzelmiş. Eminim Serdar' da hayatı boyunca ilk defa kabuklarından sıyrılıp normal bir hayat yaşadığını hissediyordu, nasıl hissetmesin gülümsüyordu.

"Babamlara ev aldım."

Bu ciddi sesi beni hiç beklemediğim anda şaşırtmıştı. Kendi babasından söz ediyordu değil mi? Hatice Teyze' den, annesinden, ailesinden. Doğrulup gözlerinin içinden haline bakar oldum "Ee?"
"Bursa' da. Daha çalışmayacakmış, emekli de olmuştu." Evet az çok biliyordum, başımı sallayınca devam etti. "Mahalleden taşınıyorlar, dağ eteklerinde sakin bir yer." Kolunu sıvazlarken buldum kendimi de onun dertli haline derin bir nefes aldım.

Aklımda birçok düşünce vardı, çok şey hissediyordum ama bunu tam olarak açığa çıkartmak istemedim. Onun yerine "Taşımacı tuttun mu?" Dedim, sanki her şey mükemmeldi, olması gerekendi de bir bu eksikti. Deli saçması, başını salladı. "Her şeyi hallettim, temizlikçilere kadar." Ne zaman? Anne ve babasından söz ediyordu böyle durağanlaşması ne kadar da kalp kırıcıydı.

"Ev nasıl?" Öyle dudak büker gibi oldu da diyemem, başını hareketlendirdi "Güzel." Tepkimi merak etmiş miydi bilmiyorum ama ben onlara arkasını dönmediği için mutlu olmuştum.

Huyunu bildiğimden, "En iyisini yaptın, en iyisini aldın dimi?" Öyle baktı, gönlüm aksine razı gelmezdi zaten ellerini tutup gülümsedim. "İyi yaptın, çok iyi yaptın." Elimden geldiğince Serdar' ın kalbini rahatlatmak, onun her anlamda yanında olmak istiyordum.
"Para da yolluyorsun değil mi? Yani şimdi-" Derin nefesini vererek beni onayladı "Çok uzun zamandır." Çok güzel, ne güzel ona yeniden gülümseyip tek elini kaldırarak avcunu öptüm.

Canım sevgilim, her şeyi bir başıma hallediyordu zaten bunu yapabilecek bir adamdı ama ben yine de avcunu koklaya koklaya öptüm. Bunca derdin arasında, ben dahil hepsiyle nasıl idare ediyordu bilmiyorum "Serdar istersen görmeye gidebilir-" Başını iki yana salladı "Onu görmek istemiyorum, para sikimde değil istedikleri kadar yollarım ama onu görmeyeceğim." Bu olaya, bu yaşananlara çok üzülüyordum. Elini indirirken "E baban?" Diye durdum.

Böyle ince elemelik bir konuydu gözlerime bakarken o sustu, ben sustum bu çaresizliğine de çok üzüldüğümden başımı eğdim. Sonunda dedi ki "Gavat olmasaydı." Ağır bir tabirdi, ben bile biraz ezildim.
Bilmiyorum, bu konuda ne düşüneceğimi bilmiyorum ama gönlüm de buruluyordu "O senin baban ama." Sözümü keser gibi, "Ben, bunu kaldırabilecek bir adam değilim Hazan." Konuşmaya başlayınca yüzüne baktım. "Bende ihanetin affı yok, kafasına sıksın demiyorum ama görmezden gelmeseydi." Ben senin nasıl bir adam olduğunu biliyorum ama babanı anlamıyorum.

Akıl verecek halim yoktu bu konuda destek de olamıyordum. Ona bir süre boşluğa bakar gibi baktım  "Belki de annen için herkesi karşısına aldığından. Yani insanlar ne der diyerek susmuş olabilir mi?" Öyle veya böyle aklımdakilerle bir cümle kurmaya çalışmıştım ama bu onu daha da sinirlendirmişti.

Kaşları havalandı "İnsanlar ne der diye adam bir tarafında boynuzla gezmez Hazan. Bu bambaşka bir mevzu, insan namusu için yaşamaz da ne için yaşar?" Sadece Servet Amca' yı anlamaya çalışıyordum ama Serdar' da haklıydı bir evlat olarak annesinin en son bir çocuk aldırdığını öğrenmişti bir eş işler bu evreye gelene kadar neden susardı?

Durup durup ortaya bir fikir atıyordum. Bu defa da bir ihtimal "Belki baban o kadar anlamıyordur?" Yani demek istediğim sürekli değil de bir kere aldattığını sanıyordur ama Serdar küçümser gibi "Hh." Deyince sustum. "İnsan karısının başkasıyla yatıp kalktığını anlamaz mı?" Pekala konu mide bulandırmaya başlamıştı kocaman ofladım. "Ne bileyim ya."

"Bilme zaten." Azarlar gibiydi fakat kinayesi değil gibiydi de. Kendini işaret etti, "Gel şöyle." Ben daha gitmeden tutup kendine çekti, sokuldum. Haklıydı, yüzeysel konuşulacak konularda derine inmesek daha iyiydi o neyi ne kadar isterse o kadar konuşacaktım.

Bu süre zarfında bize bir artısı yoktu, onu sevmekle ilgiliydi her şey ve benim kadar onun da buna ihtiyacı vardı. Elimi uzatıp sakallarını okşadım, avcumu gıdıklıyordu ve bu defa elimi öpen oydu. Elini ağzına dayayıp parmak diplerimi ısırınca "Yaa." Diye geri çekilmek istedim. "Bir kere ısırayım dur." Elimi çekmiş yanağıma yöneliyordu kıkırtılarla itiraz etsem de gücüm ona hiçti. Dişlerini yanağımda hissedince "Serdaaar." Diyerek boynuna sarıldım, çenemi ısırdı oradan boynuma inip beni tuta tuta tekrar yanağıma çıktı. "Rahat dur iki dakika." Dişleri yanağımda, onları yavaşça kıstırıyordu, ağzım kulaklarımda bu isteğine bir süre müsaade ettim.

Çekerek öpmeye başladığı an "Moraracak ama yaa." Kendi kendime söylenmemle dudaklarını sıkıca yanağıma bastırıp çekildi. "Morarmaz," ya morarırsa, omuzlarımı silkerek fincana yöneldim. "Hadi bana fal bak." Yanağım zonkluyordu ama hiç problem değil çünkü sevilirken çok güzel hissettirmişti.

"Ben anlamam." Dediğinde tabağımdan tutup kaldırmıştım. Ben de anlamazdım uygulamaya atacaktım ama belki bakabilirdi. Beyaz fincanı aramızda tuttum "Hadi yaa, salla iki tane."

"Sen bir baksana bana." Anladım bakmayacaktı, façalı kaşı da havalanmıştı somurtur gibi olup mırıldandım "Hı?"

"Kız arkadaşın mıyım ben senin?" Ha şimdi öyle mi olmuştuk? Gözlerine baka baka fincanı sertçe yere bıraktım, "Göğüslerimi em desem emersi-" emersin ama diyecektim... Birden dikleşerek harekete geçti, "Olur." Tişörtümün eteklerine yöneldi, geri çekildim. "Hayır." Ondan kurtulmaya çalıştım "Serdar hayır." Yukarıya kaldırmıştı bir an göğsümün ucu göründü ama indirip zorla ayaklandım, "Avucunu yalarsın."

Arkamı dönmüştüm, seslendi "Göğüslerini yalasam." Burun kıvırdım, "Geç oldu ben uyuyacağım, sen de edebinle gel yatağa." Omzumun üzerinden bir an ona baktım, ayaklanırken söyleniyordu. "Edep mi kaldı kadın sikip attık bugün. Hem karımsın lan sen benim."

                                                                                         💎
  

Çıplak göğsümün üzerindeki eli kenara alarak koynuna doğru döndüm. Uyanmaya niyetim yoktu sadece biraz daha rahat etmek istiyordum ve Serdar' ın kolları tam buna uygundu. Yastıktan biraz aşağıya kayıp elimi beline attım, böyle daha iyiydim özellikle de döndüğüm için açılan yorgan Serdar tarafından tekrar sırtıma kapatılınca.

Belim ağrıyordu, çünkü yatınca vücudumun şeklini alan yatak artık rahat değildi ama bunu Serdar' a söyleyip onu endişelendirmeyecektim. Yeniden diğer tarafa döndüm, mümkün olsa yüz üstü yatacaktım fakat hamileliğim yüzünden mümkün değildi, haliyle bir de bu durum beni ekstra rahatsız ediyordu.

Kolum uyuşmaya başlamıştı, içine yumulduğum yatakta eski halime döverken kendi kendime söylenmeye başladım; bu gece kendi yatağımda uyuyacaktım. Batçık gibiydim biraz olsun da ilerleyemiyordum, öyle sırtım Serdar' dayalı beni omzumdan tutup şakağımı sıkıca öptü "Ne güzel dönüp duruyorsun sen öyle." Halbuki dönemiyordum, çok zorlanıyordum kaşlarımı çatıp dudağımı bükünce de belime sarılıp yüzüme eğildi.

Sadece biraz uyumak istiyordum.

Tamam böyle öpülmek de istiyordum ama her ikisini aynı anda yaşayamazdım.

Başımı yüzüne doğru çevirip sakin nefeslerime devam ettim, burnumun ucu dudaklarındaydı. Hale bakarsak onu dün göğüslerimi emmesi konusunda geri çevirdiğim için öfkeli ya da somurtkan değildi, aksine üzerimden ayrılmadan tüm sevgisini yine bana vermeye çalışıyordu. Konuşacak halim olmadığından hafif bir sertlikte homurdanıp başımı çevirdim, beni anlayınca geri çekilip arkama yerleşti.

Dudakları bu defa çıplak sırtımdaydı eli karnıma geldi "Uyu bakalım tamam." Bebeğe dokunuyordu, onunla bağ mı kuruyordu? Durum her neyse bunu düşünmek için fazla uykuluydum. "Hmm." Niyetim o yöndeydi, saat erken olabilirdi ama bugün erken uyanmayacaktım. Saat on bire kadar uyuyacak, ardından biraz da şekerleme yapacaktım zaten tüm gün köyün ıssızlığından sıkılıyordum. Yine de mırıldandım, "Saat kaç?"

"Yedi buçuk." Yedi buçuk mu? O bu saatte neden uyanıktı? Yönümü değiştirip bir bacağımı çıplak bacağının üzerine attım "Zıbar Serdar bu saatte ne yapıyorsun!" Tamam pek sevmiyordu ama ben uyuyorsam o da uyuyacaktı, gerekirse zorla uyutacaktım tek başına ne yapacaktı?

"Seni seviyorum." Elini belime koydu, anlamadım. "Hı?"

Dudakları saçlarıma indi, uzanıp bacağımı kendinde sabitledi "Yok bir şey, dağıtma uykunu hadi hayatım." Okşuyordu, tenimi usul usul okşuyordu ben de ona sarılı kaldım, kokusunu içime çektim, onunla kapalı gözlerimin ardında seviştim. Beni sarıyor diye, ona bir dünya verdim.

"Seni cenazede ağlarken gördüğüm gün koynuma alıp böyle saatlerce uyutmak istemiştim. O zamanlar tüm acını, yükünü alabileceğimi düşünüyordum. Mutlu olacağımızdan değil ama, sadece bende var ol istiyordum. Bu günler hayalimdi, sen benim ilk hayalimdin Hazan; ben ilk defa sende hayal kurdum. Bazen hala aklım almıyor..." Serdar... Sadece uyumak istiyordum ama tüm bunlara da sessiz kalamazdım, gözlerimi açmadan çatallayan sesimle mırıldandım.

"Ne derler bilir misin Serdar' ım?" Birazdan her zaman olduğu gibi mis gibi uyuyacaktım "Ne derler yavrum?" Beklediğim cevabı alınca gülümsedim. "Ayı, yavrusunu severken öldürürmüş."

Gülünce hareketlenen bedeninden ben de nasipleniyordum "Serdaaar." Yakınışımla beni kocaman öptü, "SÖYLE LAN KURBAN OLDUĞUM." Öyle coşkuluydu ki, ben keyifle mırıldandım sadece "Kocam ne olur uyuyayım biraz daha, ne olur biraz rahat dur." Eli dursa dili, dili sussa... Sessizce ensemden tutup başımı göğsüne yatırdı, elini çekmedi.

.....

Tek elimle beline sarılmış, diğeri böğürtlenlerdeydi. Ayağımı biraz daha ileriye atınca "Dur, diken var." Diyerek kopardığı böğürtleni dudaklarıma uzattı. Parmak uçlarımız tatlı bir renge boyanmış, ona sarılır halde dikenliğin önündeydim. "Buraya neden dün gelmedik?" Öğleden sonra bir vakitti, kahvaltının ardından gezerken görmüştük, ben koşunca Serdar' da gelmişti ama duvar yüksek ve dalları dikenli olduğundan ona tutunuyordun.

"Bilmiyordum, ben burada pek gezmem öyle." Tabi, bir başına gezilecek neyi vardı ki.
Dikenli yapraklar arasında koyu renkli yuvarlaklar gözüme ilişiyordu, en yukarıyı göstereceğim sırada Serdar' ın eli oraya gidince başımı göğsüne yaslayıp bekledim. Neredeyse bir avuçtu, bazıları elinde eziliyordu ama ben o ezilenleri de avuçlarını öperek  yiyordum. "Aç ağzını." Açtım, tane tane bana yediriyordu tatları da o kadar güzeldi ki yüzüme bakıp gülümsedi "Çok mu güzel." Çok güzel, o kadar uzun zamandır yemiyordum ki böyle bir meyve olduğunu bile unutmuşum desem yeriydi.

"Köyde dedemlerin kapıda vardı ama onlar ekşiydi, hep hevesim kursağımda kalıyordu." Serdar iyice gülümsedi "Bizim bahçeye dikelim bundan, telin arkasına ama dikenleri çocuğa batmasın." Şahane olurdu, fikri bir yana sözleri bir yana çocuk gibi sevindiğimden ayağımı yere vurur gibi oldum "Yaa ne zaman ne zaman?" Heveslenmiştim, yeniden böğürtlene yönelip beni yanıtladı "Bilmiyorum bakarım ne zaman dikiliyor."

Bahçeyle de yeniden ilgilenmem gerekiyordu, sanki aylar olmuştu elimi üzerlerinden çekeli; defne ağacını unutmuş, küpelileri ise hatırlamaz olmuştum.  Serdar' ın omzundaki otu silkelerken kolunu okşaya okşaya elimi karnına doğru indirdim. "Serdar ben daha yemeyeceğim sen ye." Zaten epey de yemiştim, topladıklarını hep bana vermişti "Neden?" Omzunun üzerinden döndü, kaşlarımı kaldırıp yüzümü gerdim "Midem bulandı sanki." Kahvaltı yapıp çıkmıştım diye belki de çok geldi. Elini indirdi, "İyi misin?" Bu kadar telaş edecek bir şey yoktu ona iyi olduğumu söylerken buna inanması için çokça çaba sarf ediyordum.

"Hadi biraz daha yürüyelim." Dikkatle beni izliyor, yavaş hareket ediyordu. Kolunu omzuma attı, yola döndük öyle bomboş, uzun, kimsenin uğramadığı sessiz bir araziydi omzunun altından çıkıp elini tutmak istemedim ama onunla her şeyi yaşamak istedim. Elini omzumdan sarktı, parmaklarımı arasından sıkıştırırken göz ucuyla bakıyordum. "Ellerin ne kadar büyük Serdar."

Hafif gülümsedi, "Seni daha çok sevmek için." Keyifliydi, ben de öyle "Bacakların da benden hızlı yürüyüp beni yorman için mi bu kadar uzun?"

Benim aksime yüzünde bir mimik yoktu ama onun da eğlendiğini görebiliyordum, demek ki bir insanı tanımak böyle bir şeydi. "Hayır, belki yorulmak istemeyip kucağıma gelirsin diye." Ona baktım, boşta kalan eli cebinde öyle ileriyi izleyerek yürüyordu. Dudaklarımı gerip başımı arkaya attım "Çok severim, ama yürümek istiyorum." Hamileliğim boyunca rahat bir doğum için bunu yapmak zorundaydım zaten şu sıra yeterince oturmuştum.

Önüme dönüp öyle bir anlık hevesle soluklandım. "Bana bisiklet alsana ya." Sürerdim ne güzel, gerçi olur muydu bir tehlikesi var mıydı ya da rahat edebilir miydim bilmiyorum. Aynı şeyi düşünmüş olacağız "Alırım almasına da, hamilesin yavrum olmaz." Tahmin etmiştim, işte bazen yapmak istediklerimi böyle yaşayamıyordum. "Normal süreceğini bilsem tamam ama seni biliyorum." Tepeden bana bakıp konuşmasını dudak büküp onaylıyordum "Doğumdan sonra kullanırsın." Doğumdan sonra da vaktim olmazdı, dudağımın sağını kaldırdım "Boş ver öyle bir anda dedim zaten." Belki çok sonra, çok çok sonra olurdu bilmiyorum keyfim kaçtı.

Yolun sonu görünmüyordu yeşilliğe doğru gidiyorduk "Boş veremem, başka bir şey iste?" Hiç düşünmedim ki aklıma da başka bir şey gelmiyordu çünkü her şeye sahiptim. Ona döndüm, sarkıttığım dudağıma bakıp gülümsedi "Aklına gelince söylersin o zaman." Söylerdim, başımı salladığımda ikimiz de önümüze dönmüştük "Anneni tatile yollayacağım, kuş adası sözüm vardı." Öyle mi? Evet hatırladım bizim düğünümüzde konuşmuşlardı. Serdar' a sevindiğime dair mırıldanınca "Aklımdaydı, seninle aramız bozulunca o da biraz bekledi." Bana döndü, "Sen düzel her şeyi yaparım dedim." Ben... Ben söz etmek istemiyordum gözlerimi kaçırdım, konu kapandı.

Boşta kalan elimi beline sarıp parmağımı kemerine takarken "Serdar Dilan hakkında ne düşünüyorsun?" Emir konusunda belki, yani bu konuyu açmamın bir sebebi yoktu öyle içimden gelmişti. "Bir şey mi düşünmem gerekiyor?" Adımlarımızla toprak zeminin birbirine sürtme sesini duyabiliyordum, omuz silktim. "Neden düşünmeyesin?"

"Kız okuyor, her şey yolunda. Değil mi?" Ağzımı arıyor gibiydi "Öyle de." Deyip durdum "Sevgilisi olsa kızar mısın mesela?" Kimse bu konuyu konuşmam hakkında bana bir şey söylememiş olabilirdi ama ben zaten isim vermiyordum, bir problem olacağını düşünmedim ta ki "Dilan benim kardeşim, sence kızar mıyım Hazan?" Diyene kadar.

Sesinden dahi anlayabiliyordum kızardı tabi, gözlerimi devirdim. "Aman sizin bu abiliğiniz beni çok geriyor." O vakit gelsin konuşulurdu zaten şimdi ben sadece az çok tepkisini ölçüyordum. "Sen gerilme Dilan gerilsin." O pek mümkün değildi işte, yüzüne döndüm "Şu an seninle tartışacak enerjim yok, hatırlat bir gün bunun için kavga edelim sen yan odada uyu."

Yüzü birden değişmişti, durup "Haydaaa." Diye yükselince omuz silkip yoluma devam ettim "Öyle, kusura bakma ben böyle bir yobazı odama alamam." Sessiz kalmayı seçmesi beni şaşırtmıyordu çünkü içinin susmadığına emindim, iki adımla bana yetişip kolunu omzuma attı. "Sizin ağzınızda var bir bakla, yakında çıkar kokusu da yakarım hepinizi." Ciddi olamazdı, bu defa durup öyle bir baktım ki "Mesela yani." Diye ekledi. Biz yeni barışmıştık, kendimize yeni gelmiştik benimle dalga mı geçiyordu?

Hani benim için her şeyi yapardı?

Kollarımı birbirine bağlayıp yüzüne dik dik baktım "Sen bi kendine gel bence." Sonra önüme dönüp ilerledim "Gör bakalım o zaman kim kimi yakıyor." Yapabiliyormuş gibi konuşması yok muydu, sanki bilmiyordum sonra etrafımda pervane olacağını.

"Hazan." Arkamdan seslenişine bir cevap vermeden sakince yürümeye devam ettim. Hayır konu ben değildim konu Dilan' dı, onu böyle bir konuda bu ikisine bırakamazdım, zaten eminim sadece ben değil Sena' da elinden geleni yapacaktı.
Onun adımları büyük olduğundan çabucak yan yana gelmiştik, sessizdim ama bozuk da değildim sadece biraz sinirlenmiştim.

"Konu Emir biliyorum, anlamamak için mal olmak gerekiyor." Ama ondan başka kimse anlamamıştı? Her neyse. Kurduğu cümle bir an beni afallatsa da bozuntuya vermedim ama inkar da edemedim "Sen açana kadar konuyu kapatıyorum." Daha aralarında net bir şey yoktu, ben de Serdar' ın ağzını arayayım derken bir çuval inciri berbat etmenin verdiği suçlulukla susmaya devam ettim.

"Sana zaafım var biliyorsun ama bunu senden başkalarının kullanmasını sevmiyorum." Anlıyorum, tamam, mırıldandım. "Sonra konuşalım, zamanı geldiğinde." Ona nasıl anladığını da sormak istiyordum aslında ama önce bunu öğrenmem gerekiyordu. "Zorluk çıkartacak mısın?" Duraksayıp önüne geçtim.

Önce tekrar etti "Sence?" Sonra derin bir iç çekişle ellerimi tuttu. "Sen." Toparlamaya çalıştığını görebiliyordum bir anlığına gözlerini yumduğu vakit ellerini daha sıkı kavradım, "Beni zorluyorsun." Açtı, "Arada sen olunca, olmuyor." Yani, bu ne demek oluyordu sorun çıkacak mıydı?

"Ama şimdi." Diyerek ellerini kendime doğru çektim, "Bir sorun yaşadığımda ben hep sana geliyorum sen de çözüyorsun ya. Senden başka gidecek kimsem de yok." Öyle bir bakıyordu ki, başını ağır ağır sallayınca dudağımı ısırdım "Sorun sen olunca ne olacak? Ben kime gideceğim?" Gözlerini devirir gibi olmuştu, öfkesi karışıktı bir an uzaklara bakıp çenesini okşadı ve tekrar bana döndü "İşte bu yüzden, tam olarak tutulduğum yer burası." Eli yüzüme geldi, "Sensin. Bir diğeri bundan faydalanamaz." Yani ben varım diye Dilan ve Emir' in bu kadar kolay sıyrılmasına takıyordu.

Ona bir adım atıp başımı yasladım "Sonra konuşalım o zaman, benim de hiç halim yok." Belim ağrıyordu biraz da halsizleşmiştim "Kucağına alsana beni." Bunu yaptı, zaten bekliyordu ben de sessizce bacaklarımı beline sardım. Kucağına tırmanır gibi olduğumda ensesini de kavramıştım "Sana bahçedeki sardunyaları göstermedim."
"Öyle mi?" Başımı salladım, yürümeye devam etti "Gidince gösterirsin." O zaman yarın gösterebilirdim. "Bu akşam gidelim."

"Sevmedin mi burayı?" Güneşe gözlerimi kısarak biraz mızmızdım "Evimi özledim, ben öyle düzenim olmadan başka bir yerde çok kalamıyorum." Gittiğim gibi bu taytı atıp kendime yeni şeyler alacaktım, bir sürü şey alacaktım çok çok alışveriş yapacaktım.

Kapının önündeki tahta sandalyelerde biraz oturabilirdik, belki birer kahve yapar bir de peynirli çubuk kraker yerdik. Ben tüm bunları ayrıntıyla düşünürken Serdar eve varmak üzereydi ona inmek istediğimi söyleyince ikiletmeden ayaklarımın zemine değmesine müsaade etmişti. Yeniden elini tuttum, az ilerideki ağacı dönünce ev görünecekti belki akşam da çiğ köfte alırdık. Elimi karnıma götürdüm, sanırım acıktığım için canım her şeyden fazla fazla istiyordu.

Ağacı geçtik, evin önünde siyah bir araba vardı, daha dikkatli baktığımda onları görebiliyordum. Sena ve Azat arabanın kaputuna yaslı çok samimi bir halde bir şeyler konuşuyorlardı. Onları gülerken görünce bir an Serdar' a baktım, Azat' ı bıyık altı izliyordu "Gelmiş it." Normalde çok güzel anlaşıyorlardı sadece şu sıra biraz daha kibar olmaya ihtiyaçları vardı, gözlerimi devirdim.

Birkaç adımın ardından nihayet bizi fark ettiler Azat telefonunu cebine koyarken "Nerdesin lan?" Diyerek doğrulmuştu, Serdar başıyla evi işaret etti "Girseydin eve kazık mı yuttun." Azat' da bagajı gösterdi "Kazığı sana getirdim." Ben Sena' ya yönelirken o ikisini birbirlerine söylenirken bırakmıştık en son tokalaşıp sarıldıklarını gördüm.

"Kuzum." Biliyorum, Sena' nin sesine bakarsak da hiç o defterleri açmaya niyetim yoktu. Kollarımı boynuna sardım "İyiyim iyiyim, sen nasılsın?" O da iyiydi, mis gibi kokuyordu fönlediği saçları da yumuşacıktı. "Seni merak ettim sadece." Yanaklarımı öpmüştü ve ayrılırken elini karnıma koyup oraya baktı "Yaa bebiş nasııl? Nasıl büyümüüş." Sesi o kadar tatlıydı ki elimi elinin yanına koymadan yapamadım. "Bilmiyorum, iyidir herhalde." Hala hissedememiştim ama bir sorun olduğunu sanmıyordum sadece o günlerin geride kalmasıyla kendime de bebeğe de daha fazla vakit ayıracak olduğumdan mutluydum.

Sena başını kaldırıp "İyidir iyi." Derken Serdar' ın yanımıza geldiğini fark ettim "Hoş geldin Sena." Sena benden ayrılıp Serdar' a yönelmişti ben de "Hoş bulduk enişte." Deyişiyle Azat' a ilerledim. "Naber Azat?" Önce elini omzuma koydu, sonra sanırım dayanamadı bir ufak sarıldı. "Asıl sen nasılsın?" Gerçekten daha iyi olamazdım omzundaki başımı sallarken gülümsedim "İyiyim iyiyim." Sanki hiçbir şey olmamış, tarafımca hiçbir şey yaşanmamıştı.
Geri çekildiği sırada iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu, bakışlarını yüzümden alıp Serdar' a döndü "Aferin lan." Onu en son gördüğümüzde Serdar' a beni toparlamasını söylemişti, yüksek ihtimal bu onun aferiniydi ama Serdar tükürür gibi "Hoşt." Deyince tüm olay ciddiyetini yitirdi.

Azat' gülümsedim. Tekrar Sena' nın yanına döndüğümde koluma girmişti, o ikisi konu her neyse bir şeyler konuşuyorlardı bu sebeple onları baş başa bırakıp eve ilerledik. Hava soğuk olmadığından soba yanmıyordu "Siz nasılsınız nasıl gidiyor?" Diyerek minderlerin üzerine oturdum, yanımda bağdaş kurup bacağımı dürttü "Asıl sen dedeyi anlat, Azat kudurdu o günden beri konak birbirine girmiş herkes Serdar' ı, seni konuşuyor." Ben... Serdar' la o kadar mutluydum ki Firuz dede aklımdan çıkmıştı.

Yerimde kıpırdandım "Biz bir önceki gece bara gittik, ay çok güzeldi. Neyse ben onu sana sonra detaylı anlatırım sabah da yumuşamışım biraz, hani daha iyiyim kahvaltıya gideceğiz bu pat diye geldi." Sena dikkatle beni dinliyor, eli bacağımda ara ara başını sallıyordu. Elini tutup parmaklarıyla oynayarak devam ettim. "Kapıya da ben yakındım hani, e ben açtım açar açmaz bu başladı söylenmeye. Zaten ben o anın şoku falan cidden söyledikleri aklımda kalmadı edepsiz falan dedi bana. Neyse sonra Serdar geldi git falan dedi kovdu bir nevi adamı o da öyle gitti."  Sena ben konuştukça şaşırıyordu, dudaklarını dişlerken omzumun üzerinden kapıya bakıp fısıldadım "Ben ayrıntılı anlatacağım sana sonra." Şimdi duymasınlar dedeleri sonuçta ayıp olurdu.

"Biz de Azat' la şirketteydik toplantıya girecektik tam, ikimiz odada baş başaydık bir şey konuşuyorduk." Fısıltısından anladım özel bir şeylerdi belli, sırıtarak başımı sallayınca Sena' nın yüzü kızardı ama yine de keyifle devam etti.

"Sonra işte dedenin yanındaki korumalardan biri aradı Azat' ı, bunlar ne oluyorsa bizimkilere yetiştiriyor anladığım kadarıyla." Gözlerini kısmıştı, kapıya baktı "Azat toplantıyı bile iptal etmedi öyle apar topar çıktı gitti bütün akşam da gelmedi. Sonra ben yazdım buna hani ne oluyor gibisinden konakta her kafadan bir ses çıkıyor dedi aradım baya keyifsizdi sinirliydi." Elimi tutup sarstı "Hee bak ne diyeceğim, sonra o bar gecesi siz dışarıdaymışsınız buna yine haber geldi böyle böyle araba kenarda duruyor diye. Azat' da sizi aradı siz bakmayınca çok korktu sen hani affetmedin Serdar' ı da Serdar kendine bir şey mi yaptı diye." Daha neler, elimi endişeyle kalbime götürdüm öyle bir ihtimal var mıydı ki?
Dudak büktü, "Artık aralarında ne olduysa, Azat ne biliyorsa."

Elim hala kalbimde ama içim rahattı "Benim midem bulanmıştı, sonra da binmedik arabaya. Kız, bir saat kucağında eve taşıdı beni." Ohoo der gibiydi, elini ağzına kapatarak "Ayy." dedi "Neler olmuş Hazaan. Ama çok romantik." Hoşuna gitmişti, tüm olanlardan sonra o da Serdar' a yumuşamıştı görebiliyorum.
"E düzeldiniz mi?" Elimi savurur gibi salladım, "Seviştik bile." Ona bu kadar açık sözlü olmam artık beni germiyordu, hatta mimiklerini görmek eğlenceliydi.

Elimin üzerine vurdu "Kahve içelim ben ayılamadım hala." Öyle güzel oturmuştum ki hiç kalkacak halim yoktu, tam söyleyecektim "Sen otur ben yaparım." Diye ayaklandı, o ara Serdar ve Azat' da içeriye giriyordu. "Nereye?" Azat Sena' ya yönelmişti Sena kahveden söz edince Serdar bana ilerlemekten vaz geçti "Dur ben geliyorum." O yapamazdı ama kahvenin ve makinasının yerini biliyordu, Sena ve Serdar kahve yapmaya giderken Azat bana dönmüştü "Gel gel." Diyerek yanımı işaret ettim "Bize biraz hizmet etsinler."

"Senin hamileliğinden ben de faydalanayım dur." Yanıma oturdu, telefonunu yere koydu "Gelirken Emir' i aradım ama işleri varmış sonra görürüm ben onu dedi." Önemli değil zaten inecektik o zaman ben giderdim yanına. Merakla oturuşumu düzelttim "Dilan?" Onu da görememiştim epeydir, kaşları havalandı "Konakta o." Anladım, bazen arkadaşlarıyla bile buluşamıyordu o günlerdir biriydi demek ki.

"Ona sordum ama o hıyar bir bok bilmez. Gerçekten düzeldi mi aranız?" Azat bana değer veriyordu, bana gerçekten Serdar' ı boş verecek kadar değer vermesi onun ne kadar iyi bir adam olduğunu gösteriyordu. Bence sadece, ona göre yalnız olanı savunuyordu, başımı sallayınca Serdar' ı savunur gibi soluklandı. "O da bilerek yapmamış, yani söylememiş." Biliyorum, yine de bizim için benimle konuşması çok hoştu.

"Sen annene gittikten sonra buluştuk biz, anlatırken ne bok yedin lan sen dedim. Olur mu öyle annene götüreyim ne demek mal mısın sen falan dedim öyle anladı, ne demek istiyorsun dedim." Serdar zaten ince düşünceli bir adam değildi, hareket etmeden yüzüne baktım "Hıı." Aslında o gün neler olduğumu dinlemek hem güzeldi hem de içimi sıkıyordu.

"Çok korktu sonra." Belki içimde bir ukde, bir merak kalmıştır diye yapıyordu bunu anlıyordum. Sobaya doğru dönüp başımı salladım, "Hıhı." Bir an durdu, kaşlarını çattı "Sen beni dinliyor musun?" Yeniden ona baktığımda sesim bir insanı ürkütecek kadar sakindi. "Soğuk kahve mi içsek?" O anlardaki gibi.
Duygularım tekrar silinmiş, aklım yine başka yerlerde.

Yüzü birden değişti, rengi attığı sırada şaşkın suratına kıkırdayarak omzunu tuttum, derin bir nefes verdi "Lan ödüm koptu." Düzelmedin sanmıştı ama iyiydim, onunla alay edebilecek kadar iyiydim "Azat yaa kıyamam." Öyle bir bakıyordu ki sanki hayatı boyunca ona kimse böyle bir şaka yapmamıştı. Elimi omzundan çekmeden başımı yana eğdim "Ay iyi ki varsın," Bunları söylerken sesim bile samimiyetten yumuşacıktı "Çok teşekkür ederim, gerçekten.  Çelenk için de çok çok sağ ol." Bana yalnız olmadığımı hissettirmişti, başını eğdi "Eyvallah yenge, sen toparlamışsın belli." İyiydim gerçekten, bunu onaylarken.

Ondan çektiğim elimi karnıma koyarken "Sizin nasıl gidiyor?" Dedim, ofladı. "İkna edemiyorum evliliğe, çok zor." Keyfi birden kaçmıştı ne hissettiğini tahmin edebiliyordum ama zaten Sena böyle biriydi. Evliliğin, şayet varsa ortada olan aşkı öldüreceğine inanmaktan öte emindi "İşin zor." Derken ben ofladım, o derin bir nefesle kaşlarını kaldırdı. "Buna da şükür, en azından birlikteyiz." Elbette, en azından aklında değil yanındaydı ama ben tüm ilişkinin bu kadar olduğuna emindim. Çünkü Sena mümkün değil cinsel olarak bir adım atmazdı, olan da onlar evlenemedikçe Azat' a olurdu. İnsan bekarken bunları düşünemiyor, aklı almıyordu tabi. İsin şaşırılacak yanı da evlilik en çok beni değiştirmişti sanırım.

"Yenge sen konuş biraz, evliliğin aşkı öldürmediğinden hatta çoğalttığından falan bahset." Azat' ın halleri beni güldürürken başımı sallayıp "Aklımdaa." Diyorum ki Serdar seslendi "Azat!" İkimiz de kapıya döndük mutfaktan bağırıyordu "Kahve içiyor musun lan?" İçmeme gibi bir ihtimali var mıydı ki? Serdar' da pek sevmiyordu ama Azat "Yok!" Diye cevaplayınca şaşırdım "A a." Azat devam etti "Çay koy!" Hiç bizlik değildi ona burun kıvırırken Sena elindeki ufak tepsiyle odaya girdi "Serdar yapıyor çayı."

"Bunlar ne anlar ya, getir aşkım sen." Sena benim yanıma oturacağı sırada kenara geçip Azat' la aramızda ona bir yer açtım. Zaten şirket dışında yeterinde vakit geçirebildiklerini sanmıyordum orada da rahat değillerdir. Sena oturunca Serdar girdi odaya "O arabanın çamurluğu ne lan öyle?" Azat sırtını kütletti, "Sabah koydu biri vaktim yoktu değiştiremedim." Arabada bir şey mi vardı? Sena' ya döndüğümde kendi kendine söylendiğini fark ettim. Bana baktı, "Şirketten kadının biri çarptı, ben de ona çarpacağım yarın." Anlamadım "Neden?" Kaş göz yapınca "Aaa." Diyerek Azat' a döndüm "Niye öyle insanları yanında çalıştırıyorsun?" Serdar yanıma oturmuştu, tutması için elimi uzattım ama dönmedim.

Doğrulup bana doğru eğildi "Nasıl insanları?" Sonra Sena' ya döndü "Siz hemen iki saniyede ne anlaştınız öyle?" Bakışları aramızda dönüyordu "Bizde de var bir tane." Diyerek Serdar' ı işaret ettim. "Onunki mecburiyetten diye susuyorum." Ama bir susarım iki susarım der gibiydim, Azat kıpırdamadan gözlerini Serdar' a çevirdi, sonra "Haa." Diye doğrulunca Sena araya girdi "Asıl siz ne anlaştınız iki saniyede?" Yakın olunca anlaşılıyordu işte, nasıl da bir bakışla anlamıştı Burcu' yu.

Omzumun üzerinden bir an Serdar' a bakınca beni kendine çekip göğsüme yasladı, belli ki sessiz kalmayı seçiyordu. "Dedem olayını ne yapacaksınız?" Konu değişmişti, dudak büküp "Hiçbir şey." Dedim. Zaten Firuz dedenin benim hayatımda bir yeri yoktu bundan sonra da öyle devam edecekti, arada babaannemi görmeye giderdim o kadar. Asıl o beni kaybetti ne yapacağını o onu düşünsün demek istesem de dudağımın kenarını konuyu geçiştirir gibi havalanmıştı. "Serdar görüşebilir ben ilgilenmiyorum." Sonra aklıma Sena geldi, kahvesini yudumluyordu "Ben sıramı savdım biraz da sana yanalım aşko."

"Bana sıra gelecek mi ona bakalım asıl." Azat öyle mi der gibiydi hafif öksürünce Sena ona döndü "Konu dedene gelene kadar çok insan var." Haklıydı da Serdar "Orası belli olmaz." Deyince hepimiz ona döndük. Kendi kendine haklı bir egosu vardı telefonunu kenara ittirirken bakışları da oradaydı "Dedemden bahsediyoruz, çıkar o bir yerden." Nasıl yani? "Ne biliyorsun?" Söylemediği bir şey mi vardı? Bana baktı, "Bilmediğim ne var?" Doğru. Azat' da "Haklı." Diyerek Serdar' ı onaylayınca biz bir gerildik.

"Dedenizi yöneten bir akıl var mı?" Sena' nın kastettiğini anlayabiliyordum mesela ben bir konuda anneme ya da Serdar' a söz geçirebiliyordum ya da tabiri caizse gaz verebiliyordum bundan bahsediyordu. Azat çenesiyle Serdar' ı işaret etti. "Al, bir onu dinlerdi o da can evinden vuruldu."

Serdar soluklanınca bedenlerimiz hareketlendi. Sanki keyfi kaçmış ama sakindi de "İki güne alırım havasını, yine bir başına düşünmüş belli." Tanıdık geliyordu, bu mümkündü insan psikolojisi tam olarak böyle bir şeydi. Asıl bakmamız gereken; Serdar' da bilmediğim ne vardı da dedesi onu dinliyordu?

Uzanıp kahvemi aldım, Azat bu sırada Sena' nın kahvesinden yudumluyordu "Siz Tuğrul' a ne zaman söyleyeceksiniz?" Tabi ki haddim değil ama ben artık o da bilsin istiyordum Sena' nın oflayışına bakarsak o da benim gibi düşünüyordu. Önce Serdar' a "Sen bir bahaneyle buraya çağırsan Tuğrul' u." Sonra bana döndü "Sonra sen konuşsan? Yani biz." Onu anlıyordum, Azat' a dönüşüyle kollar altına alınırken Serdar "Halledilir." Dedi. Serdar ve Tuğrul enişte adı altında daha yakınlardı Tuğrul biraz düşkündü Serdar' a. E ben de konuşabileceğimi düşünüyordum ama ablasının da olması daha iyiydi. "İkimiz konuşuruz." Sena bana başını sallarken Azat tek kaşını havalandırmıştı. Gerildiğini görebiliyordum, bu konuyu Serdar' la konuşması daha iyi olacaktı ama Serdar ona alayla "Korktun mu lan ne bu surat?" Dedi.
Gerçekten mi?

Azat yerinde dikleşti, beyaz gömleği böylelikle gerilmişti. Bileğindeki deri kordonlu saatle oynatıp "Olay çıkarsa," Sena' ya baktı "Olay çıkartırım." Ortam gergin, bir o kadar da güvenliydi Serdar "Oğlum velet lan o." Diyerek bakışları üzerine çekti. Serdar' ın yanında evet veletti ama Tuğrul' un da tersiz biraz şeydi. Zararlı.

"Bilmiyorum artık." Azat' ın ve Sena' nın gerginliğini almak ister gibi yükseldiğim sıra kahvemi yarılamıştım "Çıkmaz yaa." Azat bana baktı, Peki Vural. Vural için daha önce onu döven kocama döndüm, sanırım Tuğrul' dan sonrası biraz sorunlu ve zorlu geçecekti.

  
                                
                                                                                       💎 
  

Bölüm Sonu
İnstada buluşalım❤

Continue Reading

You'll Also Like

677K 5.8K 21
"Bakışlarındaki isteğe daha fazla dayanamadım, ama bakışlarından çok altındaki asıl harikanın ıslak ve muhtaç isteğine dayanamadım." "Konuşmak yerin...
2.3K 685 200
Kur'ân-ı Kerîm / Meâl / Tefsîr Okuyoruz📚 devamıdır. Kapak Tasarımı : @Fatel16_13 kardeşimize aittir
2.6K 147 8
Ben Arsu. İsmim su gibi berrak anlamına gelse de çoğu zaman bataklıkta kalmış Arsu. Ne zaman o bataklıktan kurtuldum desem kendine yeni bir bataklık...
Ah-U Derya By Zeynep

Teen Fiction

1.3K 584 9
Değişen koşulların akışına ayak uydurmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğu bu acımasız dünyaya baş kaldırmak sadece en...