Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 90💎 Part 2

12.6K 874 655
By ssimurg777

Herkesin yorumunu görmek istiyorum💎

Sınır iki bölümün toplamı 1001 Yorum

Yıldızlara bastıysak keyifli okumalar❤


                                                                                💎


Domatesler ve biberler iyice pişmiş, kaşarlar mis gibi alışkandı da pizzalar bir türlü soğumuyordu. Birkaçını tepsiden tabağa alıp üzerindeki buharı elimle sağa sola savurdum. Artık bu konuda hayli sabırsızdım, saatlerdir onları yiyeceğim anı beklediğimden yerimde zıplar gibi olup dakikaların daha hızlı geçmesini diledim.
Bu sırada kalan tepsiyi fırına sürdüm, fırının kapağını da soğuması için aralık bıraktım. Arkamda kalan buz dolabından karadutlu sodayı açtım ve kendime uzunca bir bardak aldım.

Dün gece her şey olabildiğinden daha farklı ilerlemişti. Biz yakınlaştık mı yoksa yerimizde mi saydık bilmiyorum, daha doğrusu kendimle olan savaşım henüz bitmediğinden sağlam adımlarımı halâ ne yöne bırakacağımı bilmiyordum.
O bir kenara dursun sabaha karşı canım minik pizzalardan isteyince saat sekizde sanki biri tarafınsan uyandırılmıştım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hızlıca bir hamur yoğurdum, hamur mayalanırken de malzemeleri doğradım. Tüm bunlar olduğu sırada Serdar uyuyordu, öyle hatırlıyorum ki benim aksime tüm gece uyumamıştı. En son sabaha karşı beşte su içmek için ayaklandığım sıra suyumu o içirdi, gerisini hatırlamıyorum.

Ocağın üzerindeki androidden saatin ona geldiği gözüme ilişmişti ki mutfak kapısı yavaşça aralandı. Ses gitmesin diye kapatmıştım, belli ki erken uyanmıştı. Zaten onun saatlerce uyuduğunu pek görmemiştim ama az uyumasına rağmen fazla zindeydi. Ben olsam ayakta duramazdım, dünkü yürüyüşten sonra hele.

Ona olan utancımdan dönemedim, döktüğüm sodayı yavaşlattım, dudağımı içeriden ısırdım ve birkaç adım... Ardından yanıma gelmişti, belime dokunup kendini belli ettiğinde sesini de duydum. "Günaydın." O gayet iyiydi, üstelik hiç yeni uyanmışa benzemiyordu. Soğumaya durmuş pizzalardan birine uzandı, tabakta yeterince olduğundan bunu sorun etmedim.

Pizzadan bir ısırık aldığı sırada cevap mahiyetinde başımı sallayarak boşalan soda şişesini kenara ittim, o da kendime doldurduğum sodayı alıp başına dikti. Problem değil, dolapta yenisi vardı. "Doğru mu anladım," Yarısı yenmiş pizzayı tabağın kenarına bıraktı, "Yoksa öylesine mi yaptın?" Yavaşça dokunuyordu, dikkatli yönlendirmesi sonucu beni kucaklayarak tezgaha oturttu.

Ne anladı ki? Aşerdiğimi mi?

Tezgaha çıkınca neredeyse aynı boydaydık, başımı eğer gibi olup gözlerimi kaçırdım. "Canım istedi." Sesim fazla kısıktı, eğilip kulağımın altını öptüğündeyse benim aksime gülümsüyordu. "Aşerdin yani?" Öyle olmuştu ama hala yiyememiştim, dudağımı sarkıtıp başımı utana sıkıla salladım. "H hıı." Parmağımı tabağa uzatıp bir tanesine dokundum "Soğumuş mu?"

Çok istiyordum, biraz yesem.

Serdar kaynar yiyebiliyordu bu konuda ona güvenmiyordum ama başını sallayıp "Soğumuş." deyince güvendim. Ben alacaktım, benden önce davranıp minik yuvarlak pizzalardan birini aldı ve dudaklarıma yöneltti. Isırmadan hemen önce onunla göz göze gelmiştim, gözlerimi kaçıramadan tadına bakarken buldum kendimi.

Yenecek kadar soğumuş, salça ve domatesle yaptığım sosun o güzel aroması hamura geçmişti. Gözlerimi kapatarak o koca lokmayı çiğnemeye devam ettim.
"Çok güzel olmuş." Keyifli sesinden anladığım kadarıyla lokmamı yiyordu, demek beğenmişti. Ben de beğendim, bu defa en çok hangisinde mısır varsa gözüm onu aradı ki huyumu bildiğimden hepsine fazlaca koymuştum.

"Bunu içme ama, ayran dökeyim sana." Bana diyordu ama kendi sodamı iki yudumda yarıya indirmişti. Kızmış gibi bakıp elindeki bardağa uzandım. "İçeceğim, bir şey olmaz." Aldım, bardağa bakıp burun kıvırdım. "Bitirmişsin zaten." Bu onu gülümsetmişti eğilip tekrar yanağımı öptüğünde mırıldandı. "Mızmız." Hiç de değilim, hamile bir kadının içeceğine göz diken oydu.

Ben kalan sodadan bir yudum alırken o dolaba yönelip bir yenisini çıkarttı, sabah sabah dünden midir bilmem keyifliydi. Yanıma ilerlemişti sessizce olan biteni izliyordum. Çekmeceden açacağı almak yerine cebindeki çakmakla kapağını açıp bardağımı tamamladı. Kalanı başına dikerken gözleri üzerimde geziniyordu, ikinci pizzamı bitirmek üzere olduğumdan tabaktan kendime bir yenisini beğenmeye başladım.
"Kahvaltını böyle mi yapacaksın?" Soda şişelerini çöpe attı, kahvaltı mı yapacaktım bir de? Ona bakışımı görünce gülümser gibi oldu, ellerini tezgahın iki yanına koyup yanağıma eğildi.

Öpüyor, bir yandan da kokumu içine çekiyordu. Bunu birkaç dakika boyu tekrarladı, ben üçüncü pizzamı yiyene kadar. Pizzamı ısırırken dudakları boynuma iniyor ve sonra yüzümde geziniyordu. Parmalarımı yalamaya başlayınca tutup sarıldı, kollarımı kaldırıp boynuna dolar gibi oldum ama o ara pizzadan kalan sosu emdim.
Elleri sırtımdaydı, hareketlenip usulca ellerimi kavradı ve yan yana tutup onları tek tep öptü. "Gel buraya." Hislerinden kaynaklı yorgun ama bir o kadar da keyifli duruyordu, onun bu halini anlayabiliyorum tahmin ediyorum ki sevgisini yine yere göre sığdıramıyordu. Sarılınca biraz dindirdiği hisleri beni de peşinde götürürken bugün onunla ne yapacağımı düşündüm, bugün ve bugünden sonra...

Kulağım bağrında, kalbinin gümbür gümbür atış sesini duyabiliyorum ellerimi sırtına sarıp onunla bir müddet böylece kaldım, "Her şeyi düzelteceğim, sen sadece benimle kal." Başka bir yönüm yoktu ki, hoş kalbime de sorsam o karışık sayfalar arasından karışık makaleler dökülürdü. Hiç kurcalamadan başımı salladım, nasıl olacaktı tam bilmiyorum ama şimdiye geldiysem gerisinin de bir şekilde hallolacağına emindim.

Nasıl yapacaktı?
Beni kalbinde kucağına alıp döndürse zaman geriye akar mıydı?
Beni sevse geçer miydi? Sevgisi yeterdi sanki.

"Telefonunu kullansan artık, en azından dışarı çıkarken alsan?" Dün getirmişti ama elime bile almamıştım, bir süre her şeyden uzak kalsam daha iyiydi. Hayatımda ilk defa telefonsuz kalıyordum ve bile isteye hal beni rahatlatıyordu. Telefon demişken onunkinde hala benim bebeklik fotoğraflarımdan biri vardı, sabah saate bakmak için dokunduğumda görmüştüm. Öyle dişlerim yeni yeni çıkmış, yüzümde bir gülümse hatırlayınca gülümsedim.

"İstemiyorum, yani bir süre." Duraksadı, siyah sakalları dudaklarından önce enseme battı sonra "Anladım." Diyerek benimle göz göze geldi "Nasıl istiyorsan." Üzerini giyinmişti, siyah tişörtü ve pantolonuna bakar gibi olup duraksadım. Soracaktım, utandım. Tabağı hafif kenara ittirirken başımı eğmiş olduğumdan cesaret bulup usulca "Bir yere mi gideceksin?" Deyiverdim.

Başını salladığını hissettim, pizzanın kenarındaki mısırı alıp ağzıma atıyordum. Güya ilgisizdim, güya çok ilgiliydim... "Birlikte gideceğiz, kahvaltıya gideriz dedim." Başımı yana eğdim, ben kahvaltımı yapmıştım ama o doymazdı. "Hazırlan hadi tepede bir yer var hava alırız biraz." Ama ben pizza yapmıştım, pizzalarıma bakarken dudağım sarktı.

"Yaptıklarını da alırız, ben yolda yerim biraz." Hayvan.
Yani, şey. Tamam çok yiyordu bu genel olarak elbette sorun değildi ama bazen de çok hoşuma gidiyordu o yerken arabada bende yerdim.

Daha bir cevap vermeden belimin iki yanından tutup beni yavaşça yere indirdi, "Elbise giyme hava esiyor, şort da yok." Omuz silker gibi oldum, kıpırdamadım. "Pantolonlarım olmuyor, rahat da değil. Ben gelmeyeyim sen git." Tayta da kızıyordu, gidesim kaçtı.

Bir an boğazını temizledi "Yavrum ben senin için diyorum açılacak rahat edemeyeceksin, ben de edemeyeceğim. Pantolon istemiyorsan taytların var onlardan giy." Anlamadım şaka mı yapıyordu? Başımı kaldırınca o da beni anlamadı, kaşları kalktı "Tayt da mı yok?" Var, var üzerine de onun tişörtlerinden giyerdim neredeyse dizlerime kadar inerdi tamam.
Omuzlarımı silkerken "Yoo." Deyip kapıya yöneldim. Üzerimi değiştirecektim, bunun için acele ettiğimi fark edince kendimi sorgular hale geldim.

Ne çabuk?

Gerçekten mi?

Merdivenleri çıkmak yerine yönümü değiştirip gürültüyle tıklatılan kapıya ilerledim. Gelen her kimse zile basmak yerine iki kere hızlı hızlı kapıya vurmuş, üçüncüde ise güçlü bir darbe indirmişti. Adımlarımı hızlandırıp alel acele kapıyı açtım, onu ilk gördüğümde elinde bir baston, üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Bakışları öylesine korkucuydu ki Firuz dedenin yüzünde gördüğüm öfke beni bir adım geriletti. "Dede?" Derken onu baştan aşağıya süzdüm, giydiğine ne denirdi bilmiyorum fakat siyah şalvar benzeri pantolonu bugün de ilgimi çekiyordu. Tabi ben daha çok bir yerine bir şey olup olmadığı konusunda endişeliydim.
Ne olmuştu? Onu bu denli ketum bir öfkeyle kapıya getiren şey neydi?

"Ne ol-" Lafım daha evvel onlarca kez kesilmişti ama böylesi... Böylesi ilkti, Firuz dede elindeki bastonu kaldırır gibi olup birden "Sen hangi akılla evini terk edersin GELİN!" Üçüncü katta olsaydı biri, ya da balkonda otursaydı muhakkak ki ona kadar giderdi bu ses. Tahmin ediyorum fal taşı gibi açılan gözlerinden öfkesi evin temellerine kadar duyulmuştu. Üzerime yürümeye başladığında onun geldiği kadar geriledim. Hangimizin duyguları daha had safhadaydı? Benim şaşkınlığım onun öfkesi kadardı.

Gözüm bir an arkasındaki korumalara gitmişti ki bastonunu kaldırdı, aceleyle hesap soran hali hiddetle devam ediyordu "Nedir bu rezillik, nedir bu kepazelik dün gece neredeydin! Edepsizlik etmeyesin! NE-" Ben... Yapabildiğim tek şey başımı eğip bir iki adımla daha geriye gitmekti, eli altında dayak yiyecek bir kadın mıydım? Öyle bir hali vardı ama Serdar geldi. En az dedesi kadar gür çıkan sesi "DEDE!" Derken yanıma ulaşmış, önüme geçip tek hamleyle beni arkasına almıştı. Elini arkaya atıp kolumu kavrayınca da görebildiğim tek şey sırtı oldu.

"DESTUR!" İki adam... İlk defa karşı karşıya gelen bu iki adam. Serdar bir ayağını ileriye atar gibi olup yükseldi "Çık evimden!" Hemen ardından sağ elini kaldırarak hala açık olan kapıyı işaret etti, "Dede çık!" Tek değildi, Firuz Ağa bugün buraya bana kızmak için takım elbiseli, silahlı korumalar ve şoförle gelmişti.

"Sen benim oğlumsan!" Ben, ben, ben... Hiçbir şey düşünemeden sadece eğik başımla onları dinledim, gözlerimi yumdum. Serdar bir adım ilerledi, ben de peşinden. Bunu yaparken gür sesiyle "Dede. Evimden. ÇIK!"  Deyişi yüzümü ekşitmeme sebep oldu. Hakkım değil birine ya da bir yere bile tutunamıyordum, beni kavrayan eli de olmasa ne yapardım bilmiyorum ama burada benimle olması çok değerliydi. Tüm bu dengesiz olayda ise sebep olduğum durum hayatımın en şok edici olayıydı, dedeyle torunu birbirine düşürmüştüm.
Ki onlar dedeyle torundan ileriydi.

Firuz Dede yeniden konuşacaktı sanırım Serdar öfkesini kusar gibi tekrar etti, "Çık dede. Bak kötü olacak kendimi tutamam." Tutamazdı biliyoruz, geri dönüşü olmayan şeyler yapmasını istemediğimden buna engel olmak ister gibi elini tuttum. Tüylerimin diken diken oluşuna mani olamıyordum, bu savaşın sebebi onların gelenekleri ve benim bu geleneklere onların nazarında uymamamdı.

Burası böyleydi; kadın kısmı evde oturur. Kadın bara gidemez, kısa giyemez, hatta konuşamaz. Tüm bu tabuları onların gözü önünde birden yıktığım için şimdi buradaydı ve ben başımı kaldırıp ona cevap veremiyordum çünkü uzun zamandır kendime bile kırgın, yorgundum. Hayatımda ilk defa biri tarafından azarlanmayı kabul etmiştim, üzülmüştüm.

Kapı öyle sert kapandı ki yerimde sıçrayıp gözlerimi daha sıkı kapattım. Kolumdaki eli sıkılaşmış, kulaklarım derin bir uğuldamayla çınlamaya başlamıştı.
Sanırım gitti.
Bir sabah boranı, rüzgar kasırgayı görünce ona karışmıştı. Bir kibrit ateşi, harı görünce yangına ulaşmıştı. Az evvel bir deprem olmuştu, ne varsa sallantıda hepsi yere inmişti. Serdar bana dönerken aklımda tam olarak bunlar vardı evet, içimin hiçbir zaman birine tama etmemesi gerektiği. Onun dedesi bana gelip hesap sormuştu, daha kapıyı açmadan bana kaşlarını çatmıştı; benim dedem yoktu.

Benim kimsem yoktu
Serdar' dan başka.

Sessizce eğilip kollarını bana sardığında bacaklarım zangır zangır titriyordu. O uğuldama hiç geçmedi, dişlerim birbirine sıkıştı kaldı. Bazen koca bir kadınım, bazen hiç büyümemiş bir kızım. Bu sıra hayata ve her şeye çokça kırgın bir kız çocuğuydum, bugün koca bir adamın kaba sözlerin altında ezildim, azarlandım. Bana bunu neden yaptı ki? Hiç kimsemin olmadığını bile bile üzerime yürüdü, ona karşılık veremeyeceğimi bile bile üzerime geldi, üstelik onun karşısına dikilip beni savunacak bir dedem bile yoktu. Daha fenası, ya Serdar' da onun gibi olsaydı? Ya beni korumak yerine dedesinin söylemleriyle daha çok öfkelenip bana zarar verseydi? Zaten istediği de bu değil miydi?

"Ağlama." Elleri yanaklarıma kapanmış gözlerime bakmaya çalışıyordu. Mahcup sesi hayli kısık olduğundan ne dediğine emin olamadım, tekrarladı "Ağlama." Nasıl olur? Geçirdiğimiz onca anın hatırı yokmuş gibi korkutucu sesiyle üzerime yürüyüp nasıl olur da bana hakaret edebildi? Hem, hamile olduğumu o da biliyordu.

Düşündükçe, ince olaylar aklıma geldikçe daha kötü oldum, kalbim tanıdık bir acıyla tekrar kırıldı ve onu hissedip bir şey yapamadım. Ben yeniden, yeniden o güne dönüyordum gözlerimi kapatınca önümde çakan şimşekler beni bir ağlama krizine sürüklüyordu, tutunamadım. İçli ağlayışlarımın bir feryattan farkı yokken elimi yüzümde çivileyip tüm içimi odalara, duvarlara taşırdım. Beni kimse duymuyordu, içim sancıyordu canım tekrar tekrar parmaklarımdan çıkıyordu ve çok fazla üzerime gelindiğimden boğulacakmış gibi hissediyordum.

Yatak odasına geldiğimizi fark etmemiştim bile, hıçkırıklarımın arasında oturduğum yerde yavaşça  uzanıp bir gayret yastığa kapandım. İçim dışıma çıkıyordu, bitirdiğim ne varsa bir yastığa çığlık yapmıştım. Üzerime eğilip alnını şakağıma dayadı, eli belimde defalarca adımı söyledi. "Hazan." Sırtımı ovuyordu, niyeti durdurmak değil anladığım kadarıyla varlığını belli etmekti. O biliyordu, sustuğum yaraların bir gün bende böyle bir çağrışım yapacağını bence en iyi o bildiğinden beni susturmuyordu.

Az evvel olanlar; o beni babası gibi gördüğü adama karşı korumuştu bu tarafımca çok başka bambaşka bir şeydi beni o kadar mı seviyordu? Dedesini evden kovmuştu, üstelik k normal bir dede de değildi ardından olacakları tahmin edemiyordum Serdar' ı silebilirdi. Yaşananların sadece benim değil onun için de zor olduğunu fark ettiğimde kapandığım yastıktan ayrılıp yardımıyla oturur hale gelerek ona sıkıca sarıldım. Benim için bunu yapmasına gerek yoktu, ama yapmıştı beni dedesine karşı hiddetle korumuştu.

Bedenine sımsıkıydım, güçlü kolları bana sarılmışken başımı çevirip gözyaşları içinde yüzünü öptüm. Benim kimsem yoktu ama karnımdaki çocuğun böyle bir babası vardı, benim Serdar gibi herkesin karşısında dimdik durabilecek bir kocam vardı. Aramızda ne geçerse geçsin dışarıya beni koruyan, bana laf söyletmeyen bir kocam vardı bu yüzden onu defalarca öpüp koklaya koklaya kendime katar gibi sıkıca sarıldım.

Onu öptüğüm sıra elini başıma koyup saçlarımı okşamaya başladı "Şşş, geçtii tamam ben buradayım." Ona başımı hızlıca salladım, birbirimizi sevdiğimiz anlar bir yenisini ezerek ilerliyordu. Serdar bugün benim için çok değerli bir şey yapmıştı, bilmem o farkında mı ama ben farkındaydım. Serdar bugün bana hayatta kimseye ihtiyacımın olmadığına onun benim her şeyim olduğuna inandırmıştı.

Yavaşça ayrıldığı vakit alnımda gezinen dudakları değil, ben onu öpmek istiyordum. Çünkü uzun zaman sonra, ilk defa evimdeydim. Elimi yüzüne koydum, parmaklarım sakallarında usul usul hareketlenmişti ki gözyaşlarım içinde dudaklarımı kemikli yüzüme bastırdım. Onu gördüm, bir gerçeklik ki bana kendini böyle gösterdi. Canım yandığında ilk o geldi aklıma, ilk o koşsun istedim kısa zaman içinde varım yoğum Serdar olmuş.
Benim koca siyah devim.
Birini silecek kadar birini sevmek yürek isterdi...

Onu severken bir süre durdu, ardından "İyi misin?" Diyen sesi fazla kısıktı. Başımı belirsizlikle sallayıp kollarımı boynuna sardım. Doğrusu pek iyi değildim, sadece kafamda susmayan sesleri şimdilik öylece bir kenara atmış nefes alıyordum. Şimdi ne olacaktı?
Belim de ağırdı ama hiç kıpırdamadan bir ömür böyle durabilirdim.

"Bir şey düşünme, lütfen iyi ol sadece." Tamam, bu defa onun istediği gibi yapacaktım başımı sallarken "Peçete." Diye mırıldandım. Çekmecede vardı bunu daha utanç verici zamanlarda kullanıyorduk. Uzanıp bir deste aldıktan sonra geri çekilerek göz yaşlarımı eliyle sildi. Yüzümde elleri geziniyordu bir peçete de ben alıp burnuma götürdüm, yüzüne bakamıyordum ama bunun tek sebebi kendimi çirkin hissediyor oluşumdu.

Eliyle yüzümü, saçlarımı okşayarak alnımı arkaya yaslayıp çenemi öptü. "Aferiin." Onu dinlediğim için iyi hissediyordum, bugün yaşananlar olan travmamda beni çok farklı yönlendirmişti.

Peçeteleri yatakta kenara itti, sonra "Gel uzanalım biraz." Diyerek önce beni yatırdı sonra yanıma uzanıp kendine çekince bağrında yer alıp mırıldandım. "Deden gebertecek seni." Kaşlarını çattı, "Çokta sikimdeydi," dudakları alnıma değdi "Ben zaten gebermişim." Kolumu sakin sakin okşuyordu ona dönüp koca bedenine biraz daha sokuldum. İyi hissediyordum, Serdar' ın yanı başında bazı olaylar hiç sorunsuz ilerliyordu.

Saçlarım onun tarafından okşanıyordu, buklelerim sarılıyor ve alnıma buseler indiriliyordu. Derin nefes aldığım sırada ona kendimi açmak istedim, günler sonra ilk defa bir problemin ucundan tutmuşken ve konuşabiliyorken yardım ister tonda "Bu ara babamı hatırlıyorum sürekli." Deyiverdim. Kısık sesim ilgisini çekmişti saçlarımdaki eli durdu ve başını kaldırır gibi olup bana baktı. "Çıkamıyorum içinden, içimden de çıkartamıyorum."

"Nesini hatırlıyorsun?" Kaşları çatık, sesi öfkeli ve anlamsızdı onu hatırladığım için bana kızıyordu ama ben, "Kötü olan ne varsa." Elimde değil, yerleşmiş bir hafızaya ne yapsam olmuyordu ta ki başımı kaldırana kadar. "Ama şimdi sana bakınca geçiyor. O zaman korkmuyorum, üzülmüyorum hiç." Durağan hali benim ne demek istediğimi anlamıştı. Bakışları bu konuda biçareydi ama olsun, ben söylemiştim ya geçiyordu.

"Ben hiç ağlamamışım, üzülmemişim olanlara. Kimseye, dedeme de." Çocukluğumun başını hiç okşayamamışım ama şimdi kocam okşuyordu. Telefonunda da resmim vardı benim çocukluğumu babamdan daha çok seviyordu. "Bu son olanlarda sen, babam.." demek istediğim şey beni utandırmış onu ise öfkelendirmişti, gözlerimin içine bana baka soludu.

"Seni kırmak istemiyorum ama ben baban değilim. Beni onunla aynı kefeye koyamazsın, onları sana ben yapmadım. Ha elimde olsa bilip bilmediğin neyim varsa bu uğurda yola dökerim. Sen iyi ol diye her şeyi yaparım ama yok. Diri olsa neyse de, ölmüş bir herifi yok edemiyorum Hazan, gücüm bi buna yetmiyor. Mezarını mı yakayım üzerine beton mu dökeyim ne istiyorsun? Onu da yaparım."

Mezarını yakacakmış günah dedim içimden, öfkeli mimiklerini izlerken de gözlerimi kıstım. "Ben sadece susmak istiyorum." Durmadı, ipi yakaladığı yerden çekti. "Ama için susmuyor, kötü anıların seni sürekli alaşağı ediyor. İzin ver onunla ben savaşayım." Ah Serdar...

Başımı şaşkınlıkla iki yana salladım, "Nereden biliyorsun? Ben susmak istiyorum ama sanki içimde başka biri var, beni rahat bırakmıyor Serdar." Günlerdir içinde olduğum durumu tek cümleyle anlatması çok garipti, oflar gibi olduğunda gayet ciddiydi. "Sadece kendini bana bırak, benimle konuş Hazan." Başımı salladım, bundan sonra aklıma gelen dilime düşecekti.

Öyle de oldu, gözlerimin daldığı yerde dilim titredi. "Ben artık sadece seninle mutlu olmak istiyorum Serdar." Elimi kaldırdım, parmak uçlarımı "Bak." Diye gösterince baktı. "Canım günlerdir parmaklarımdan çıkıyor, sanki ölüyorum." Yeni yeni atlatmıştım, özellikle bugün daha iyiydim ama hatırlayınca dolan gözlerime mani olamadım.

Uzanıp elimi tutunca onunla göz göze geldik, dudaklarına götürdüğü parmaklarımı öptü. "Çıkmıyor, biz birlikte öleceğiz." Dudağımı büktüm, ellerimi geçmişin izini siler gibi seviyordu. "Ölünce de benimle olacak mısın?" Olsun, ona doyamamışken bunu istedim. Gülümser gibi olduğunda daha sakindim ama gözlerimdeki buğu geçmiyordu. "Olacağım tabi, sen benim dünya ahiret karımsın."

Sabah dediğinde oldu sonra, mızmızlandım. "Yalan söyleme."

"Yalan söylemiyorum, bunu sen de biliyorsun."

Biliyorum, görebiliyorum da ama olanlar bana derin, içli bir nefes aldırdı. "Ne oldu bize?" Kendini suçlamasını istemiyordum, çünkü ortada bir suçlu aramıyordum. Konuya gelince düşen yüzüne kıyamam, öpesim geldi bir an. "Benim yüzümden berbat bir döneme girdik, sağ çıkmaya çalışıyoruz. Çıkacağız ve bitecek."

Her zamanki gibi kendinden fazla emindi sanırım ben bu kadar kesin konuşamazdım. Kaşlarımı kaldırıp "Öyle mi?" Deyince başını sallayarak daha önce sızım sızım sızlayan parmak uçlarımı öptü.
"Öyle. Benim asi kızım beni bırakmaz, o tanıdığım en güçlü kadın." Bak yine, içimde şahlanan pelerinsiz kahraman kahırla yere düştü, onun dizleri yara bere içinde kalınca ben kendimi tutamayıp ağlamaya başladım.

Parmaklarım, yine, dudaklarında dahi...
"Hani bazen şüphe ediyordun sevgimden, beni nasıl seviyor diyordun." Çatık maşlarından gözlerine bakarken bunları söylemek daha zordu. Hıçkırıklara boğulacaktım neredeyse, boğazımdaki acı şiddetlenmeden "Bak." Dedim beni anlamaya çalışıyordu. "Senin aşkın, beni sonunda deli etti." Onu çok seviyordum ama ben çok kötü günler geçirdim, unutamıyorum ne hale geldim. İnsan konuşmaz mı? Dilimi yuttum kaç gün...

Elimi bırakıp bana hızlıca sarıldı "Hazaan..." devam ettim, "Senin için mi bilendim ben?" Bunca acı, bunca göz yaşı, çocukluğumdan bu yana tüm olanlar bugünler için miydi? Ben tüm o yollardan Serdar' ın aşkına dayanabilmek için mi geçmiştim?
Elini sıkıca sırtıma bastırmıştı, onu duydum. "Ben de senin için ateşte dövülmüşüm." Sevgilim...

"Ama bir gün seni bulacağımı bilseydim o zamanlar her şey daha katlanılır olurdu." Sesi beni o kadar sakinleştiriyordu ki kendimi kısa sürede toparlamaya başladım. Şakaklarımdan yanağıma indi dudakları, "Barışalım mı?" Gözyaşlarım içinde beni ilk defa gülümsetince onun benim için yapabileceklerine bir yenisini daha ekleyip keyifle omuz silktim. "Cık. Sen biraz daha sürün." O gülmeyen bir adamdı, şaka yapabileceğini sanmıyordum ama böyle ben üzülünce kendinden ödünler veriyordu.

Yüzü değişti, "Sürünmekten bir hal oldum yapma kurbanın olayım. Geberdim sensizlikten." İyilikle gitti baktı olmuyor daha sakin mırıldandı. "Hazan. Şu olayı ya seve seve aşacaksın yavrum ya sike sike."

Beni daha da gülümsetti ama sesim bunun aksiydi.
"O kadar kaba olacağını sanmıyorum."

"Ne kadar?" Cidden bunu soruyor muydu? Geri çekilip yüzüne baktım "Sike sike dedin ya." Lafta ama öyle değil gibi baktı, "Bilemezsin." Elbette değildi, elimi bağrına koyarken bunu dillendiriyordum da "Saçmalama."

"Sanki mümkün de Hazan." O da biliyordu ama ben daha başka biliyordum, kabullendiğim bir şey vardı ki o da gönlümü okşuyordu. "Biz seninle boşanamayız. Ölene kadar böyle devam eder bu, sen beni asla bırakmazsın." İşine gelen her cümlemde bunu yapıyordu, üzerime eğilip öpüşleri arasında mırıldandı. "Sonunda, güzel şeyler söylemeye başladın. Anlıyorum yavrum."

"İyi mi kötü mü bilemedim." Nitekim bazı kavgalarımız tuz biber olamayacak kadar acıydı. Serdar geri çekilip tepeden bana kaşlarını çattı.
"Sana kötü mü davranıyorum?" Öyle de diyemeyiz, uzanıp sakallarını sevdim. "Ben de bazen sana kötü davranıyorum, hepsi için çok özür dilerim. Kendini kötü hissetme kimse günahsız değil." Bazen onu kırıyorum, üzüyorum ama sonra o beni affediyor.

Fazla ilgiliydi, güzel güzel anlatıyordu. "Bana kötü davrandığını düşünmedim hiç. Sadece benim kızım bazen fazla sinirli oluyor." Derin bir nefes aldım, bu nefesi bana o aldırıyordu ama yine de ona takılmadan edemedim. "Bunu sen mi söylüyorsun?"

Façası havalandı, "Ben sana sinirlenmiyorum." Doğru, epeydir maşallahı vardı beyimizin. Gülümserken gözlerimi devirip dudaklarımı ıslattım. Elim hala yüzünde "Biliyor musun sana bir adım atınca arkamda bin kapıyı kapatıyorum sanki. Ama eşikte dururken o bin kapı bana kapanıyor." Halim buydu da Serdar çok başka yerden baktı olaya. "Adım atmak o kadar mı zor?" Deyince ona şu birkaç günde hissettiklerimi biraz daha açmak zorunda kaldım.

"Sanki ayaklarım da dilim de yapış yapış bir bataktaydı. Daha fazla nasıl anlatılır bilmiyorum inan." Aşabilmenin rahatlığı vardı, üstelik gözlerine bakarsak o beni anlamıştı. Başını sallar gibi oldu, "Sadece bana güven, seni severken halledemeyeceğim şey yok. Bir daha o batağın yanından bile geçmeyeceksin." Bugüne kadar verilen tüm sözler tutuldu...

Umuyorum. Artık her defasında yeni bir şey öğrenmekten yorulmuş, duvarları zorlamaktan tükenmiştin. Son günlere de bakacak olursak ona utana sıkıla sordum "Sence ben, sorunlu muyum?" Sorunluydum evet, bunu biliyordum sadece ondan da duymak istedim. Aksini değil, doğrusunu. Keyfi kaçınca anladım ki dürüst olacaktı. "Sadece sen değil ben de." En azından kabullendik.

"Ben de seni çok kırdım, sen zaten geçmişten bugüne kırılmış bir kız çocuğuydun ben de bazen bilmeden bazen de yanlış anlaşılmalarla üzerine çok geldim.
Bu son olayı söylemiyorum onu ayrıca konuşacağız. Hamile olabilirsin, yirmi beş yaşında olabilirsin. Ki, yirmi beş zaten bana göre küçük bir yaş ama sen zaten benim için o telefon ekranındaki kadarsın." Konuşması o kadar anlamlıydı ki onu uzunca dinleyebilirdim. Yer yer duraksaması, onu daha iyi anlamam için kaşlarını havalandırması, gözlerimin içine içine bakması.. Ben zaten Serdar' ı en çok bana bir şeyler anlatırken seviyordum.

Başkasına değil ama, bana.

"Her geçen gün giderek azalacak, bu son kavgamızdı Hazan. Sen değilsin ama ben kazık kadar adamım, ben halledeceğim her şeyi. Seni anne olmaya ben itiyorum, kendimi baba yapmadan ikimizi de iyileştireceğim." O, o baba olacaktı bunu dillendirmesi bile beni etkisi altına alan bir durumdu. Açıkçası bana bebek hakkında duygusuz davrandığında bunu problem yapmamıştım, hiçbir zaman da ya Serdar sevmezse diye bir ikilem göstermemiştim. Onu tanıyordum, en geç bebek doğduktan sonra tüm dünyası zaten değişecekti ama attığı adım bana göre henüz erken olduğundan gönlümün hoşluğu birbirine girdi.

Derin bir nefes, konuyu bitirmek için açmak istedim. "Son olay peki?" AVM koridorunda kalan ruh halim hala benimle değildi, o güne meylettim. "Sen hamilesin ve ben çenemi tutamadım, bu." Gözlerini devirerek kurduğu cümle benim için yeterliydi, başımı salladım. "Tamam, ben de özür dilerim sana sapık dedim ama öyle değilsin biliyorsun öyle-," başını sallar gibi olup gözlerini "Tamam." Diye kapatıp açtı. "Ben unuttum onu kapat sende konuyu yavrum."
Yavrun muyum gerçekten?

Ben hafif gülümserken devam etti.
"Bir daha olursa sen beni kapıya at, topla eşyalarımı elime bile verme balkondan at aşağıya." Umarım bir daha olmazdı ama olursa onu da yapamazdım. Kollarımı onun ciddiyetinin aksine hoş bir hayıflanmayla boynuma sardım. "Hayıır. Ben sana kıyamam." Ama kendime kıyarım, kıydım da.

Başımı çevirip boynumu öptü, "Benimle barış. Kocan seni özledi, karısını özledi." Ben de... Yani bir çok şeyi özlemiştim usulca "Tamam," deyip hemen ardından ekledim. "Ben acıktım." Bir an neden aç olduğumu düşündüm, sonra hatırladım.
Dede?
Dede şu an umurumda değil, zaten günlerdir ağlıyordum onun için de ağladım bitti daha fazla ağlayamam biraz da beni kaybetti diye o ağlasın.

Bağrımdan çekilip bana baktı. "Hadi kahvaltıya gidelim." Olabilir, çay içmekten bazen keyif alıyordum bugün içebilirdim. Yarım yamalak başımı sallayıp mırıldandım. "Hııı, pizzalarımı da alalım."

Hareketleniyordu, "Tamam, hazırlan hadi." Yolda yarısını Serdar yerdi bu konuyu kabullenmiştim, başımı yastıkta yana eğdim. "Tayt giyeceğim."

Oturur hale gelip başını salladı "Tamam ne istersen onu giy." Başımı diğer yöne eğdim. "O zaman elbise." Beni taklit etti, yüz yüze geldik "O zaman bugün katil oluyorum." Başımı düzelttim, bu sırada ona elimi uzatıp gülümsemiştim. "Düzeleceğim diyen adama bak." Elimi tutarak beni yatakta yavaşça kaldırdı. "Düzeleceğim dedim, değişeceğim dedim gavat olacağım demedim. Gel bir kere sarılayım sana."

.......                                   
  

"O giydiğin elbiseyi nereden buldun sen?" Çıkmak üzereydik, tişörtün uçlarını düzeltirken sesiyle duraksadım ama başımı kaldırmadım. "Yine başlıyoruz, bence bir süre daha görüşmeyelim." O kadar olayın üzerine bu konuda çekişmeyi akıl karı göremedim. Madem öyle olacaksa, "Hazan." Derin bir nefes aldım. "Adımı biliyorum." hareketlerim yavaşlamıştı ve ne yazık ki bu konuda onu kaale almıyordum.

"Söylemek istediğim, sırtın açıktı." Ha bahsettiği çok başka bir konuydu, öyleyse şartlar değişir. Başımı kaldırıp "Artık umursamıyorum" derken saçlarımı ensemde topladım. Yatağın kenarındaki komodine oturdu, devam ettim. "Sen umursuyor musun?" Yani sırtımın görünmesi onu utandırıyor, herhangi bir şey mi hissettiyordu?

Arabanın anahtarını tutuyor, tek dizini ritmik hareketlerle sallıyordu. Bunu yapmayı kesti, "Ben hiçbir zaman umursamadım, ama özel alanlarının sadece bana kalmasını tercih ederim." Doğru, ilk günden beri o sigara yanıklarını dert eden bendim. Sözlerine onu onayladığıma dair başımı salladım, "Ben de kabullendim. Daha doğrusu kimsenin buna değmeyeceğini kabullendim. Yaralarımı saklamamın kimseye bir artısı yok." Çünkü değmiyorlar, kimse mükemmel değil karşılarında bu kadar mükemmelliyetçi olup üzülmeme gerek yok.

Dudakları aralanınca arkamı dönüp giyinme odasına ilerledi. "Bir şey söylemeni istemiyorum." Tokamı değiştirdim, odaya döndüğümde öylece bana bakıyordu ama gerçekten bir şey söyleyip beni telkin etmesine gerek yoktu bu konuda kendim gayet iyi hissediyordum.

Rahatlar soluğum ciğerlerime doldu, "Bak, daha iyiyim. Babamı bi öldürmemiştim içimde, onu öldürdüm. O gün fark etmedim ama o gece korkarken hayatımdaki her şeyle yüzleşme fırsatım oldu. Dedemin öldüğünü bile orada kabullendim, bak yani öldü dedim bitti gitti. Berrak, onu hatırlamak istemiyorum. Benim için kabullenmek ve hatırlamaktan çok daha öte çünkü." Yanına ilerlerken gerçekten kafamda her şey kusursuz ilerliyordu. Sanki duştan yeni çıkmışım, mayışıp rahatlamışım ve kelimelerim kusursuz akışkandı.

Önünde durup yakışıklı yüzünü izledim, "Zaten Berrak' la bir derdim yok, ama hayatta olsaydı çok iyi anlaşırdınız." O, sadece çok güzeldi ve ne yazık ki güzel günler geçmişte kalmıştı.

Elini uzattı, tutarken başını salladı. "Ben de öyle tahmin ediyorum." Sena' yla birbirlerini yemişlerdi ama Berrak daha çok ben gibi olduğundan ben de anlaşacaklarından yanaydım. Yine de çok şaşırdım, ona hayretle "Gerçekten mi?" Derken kuracağı cümleyi merakla bekliyordum.

"Kardeşin. Onu arada düşünüyorum." Buna vakit ayırması ne hoştu. Beni hayli mutlu ettiği sırada komodinin bacağından güçlü bir ses gelince adını söyleyip kalkması için onu çekerek geriledim. Çok da acele etmedi kalktığında komodinin ön tarafı kırılmıştı, ikimiz de dönüp mobilya ayağa baktık. Ben mırıldandım, "Kaç kilosun?"
Elini omzuma attı, hafif keyifliydi de. "Üç basamaklı."

Şaşmamak gerek, kıkırtılar eşliğinde ona döndüğümde çok huzurluydum. Bu halimizle sakinlik beni rahatlatıyordu "Ne olacak şimdi?" Yüzü umarsızlıkla şekillendi, elime uzandı. "Gidelim hadi siktir et." Komodin öne doğru eğilmişti biz odadan çıkarken belli ki daha fazla dayanamadı, kapının kapanmasıyla komple yere indi.

Merdivenleri yavaş yavaş inmiş pizzaları almak için mutfağa giriyorduk, üzerimde aşırı bol bir tişört, parlak siyah taytım ve saçlarımı alenen topladığım kırmızı dişli tokam vardı. Burnumun ucuna geçtiğim parıltıyı saymazsak hiç makyaj yapmamıştım. Sanki ne varsa atılmış bir yükün durulanmış tarafıydım. Kendimi öyle hafif ve öyle iyi hissediyordum ki sürekli rahat soluklar alıyor, arada da kendi kendime tebessüm ediyordum.

Serdar' ın eli bel oyuntuma gitmişken bugün olduğunun aksine zil çalmaya başladı. Bu merkezden uzak eve pek kimse gelmezdi, gelen de haber verip gelirdi bu sebeple ikimiz de birbirimize dönüp duraksadık. Serdar beni mutfağa yönlendirdi, "Sen burada kalıyorsun." zil tekrar çalmaya başladığında her kimse belli ki parmağını düğmeye basılı tutma kararı almıştı.

Beni bıraktı, seri adımlarla kapıya yöneldi. İlerlerken de diline pek hakim değildi. "Ananın amına mı basıyorsun orospuçocuğu!" Sesi fazla gür çıkmıştı gelen her kimse onu duyduğuna emindim. Kaşlarımı çattım, "Serdar!" İğrenç bir küfürdü, öfkemin aksine beni bastırdı. "Mutfağa geç!" Hayır her kimse geleni merak ediyordum.
Kapıyı açtığında duyduğum ilk söz "Kızımı almaya geldim." Olmuştu, tanıdık biriydi. Fazla tanıdık olması beni güvenle o tarafa itti.

"SANA, EN BAŞTA ONUN ASİ BİR KIZ OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİM!" Serdar' ın arkasında beni gördü, elini bana uzattı. "BEN BU KIZI SANA AKRABALARIN ÜZSÜN DİYE VERMEDİM!" Ne yani Firuz dedeyi mi öğrenmişti? Başkan bunu mu söylemeye çalışıyordu?

Serdar' ın cüssesinden dolayı beni göremiyordu başını eğip bakmaya çalıştı, "Günlerdir toparlanman için susuyorum, susuyorum biraz kafanı topla fevri karar verme diye evde oturuyorum annen de bir şey söyleyemiyorum ama yok. Hadi Hazan, gidiyoruz." Soluksuz, öyle bir konuşuyordu ki Serdar' ın siyah kemerini tuttum. O çok daha sakindi, "Başkan ben." Deyip kaldım. Serdar' a döndü. "Bir şey söylemeyecek misin?" Buraya gelene kadar iyi sabretmiş, sonunda da tekeri patlamış araç gibi soluğu bizde almıştı.

Sakindi, "Onu koruyorsunuz." Bir an "Ben." Deyip omzunun üzerinden bana baktı. "Hazan' ı seviyorum bu yüzden size kızamam. Dedeme gelecek olursak, bu kadar endişelenmene gerek yok. Ben varken kimse ona dokunamaz, bir şey söyleyemez." Elini beni almasına izin vermiyormuş gibi kapının kasasına koydu. "Söyletmem."

"Ama her fırsatta da karımı almaya gelmezsen sevinirim." Dudaklarımı kemirdim, ortamda kısa bir sessizlik.
Başkan Serdar' ın hareketlerini izlerken burun delikleri bir an büyümüş, dişlerini sıkıyordu. "Seninle konuşacağız yüzbaşım." Göz dağı veren duruşuyla her kelimeyi bastıra bastıra söylemişti, kemeri sıktım elim bir yandan da beline değiyordu.
"Mevzu görevim dışı, şu an yüzbaşın değilim." Ne yalan söyleyeyim ki haklıydı ama başkana da kıyamam gidip sarılmamak için kendimi zor tutuyordum.

Serdar' a öylece bakmayı sürdürüp bana seslendi. "Hazan, geliyor musun?" Nihayet Serdar' ın arkasından çıkabilmiştim. Adım atarken bana baktığını hissettim ama ona yan durup elimi karnına doğru koydum. "Başkan ben iyiyim, siz de gerilmeyin lütfen." İkisinin tartışmasını istemiyordum umuyorum ki şu anki halleri geçici bir durumdu.

Başkan bir elime bir bana baktım "İyi misin?" Ona başımı sallayıp Serdar' a biraz daha yakınlaştım. "İyiyim, hallediyoruz." Yalan söylemiyordum, yine de benim için endişelenmesi içimi okşamıştı ama görünen o ki aynı durum başkan için söz konusu değildi.

Elleri beline gitti başı öyle bir hareketlendi. "Bu it sana vurdu mu hiç?" Direkt kaşlarım çatıldı. "Ne? Asla." Serdar şiddet bağımlısı bir adamdı ama ne sevgililik dönemimizde ne de evliliğimiz boyunca öyle bir durum yaşamamıştım, olacağını da sanmıyordum.

Yüzü sirke satsa da önce bana baktı, ardından fazla derin bir nefesle iç çekip Serdar' a "Tamam öyleyse, yarın alayda görüşürüz."

"Birkaç gün daha yokum. Kızınla ilgileniyorum." Hala sakin kalmasına hayrandım. Her şeye öfkesi vardı da konu ben olduğumda başkandan hakaret yiyebiliyordu.
Süleyman Amca ellerini kaldırır gibi hareketlendirdi,
"Ya sabır, YA SABIR!" Kendi kendine yükselip duruyordu onu izlerken biraz daha gülümsedim. Elini arkaya uzattı, "Şu araba su mu kaynattı bir şey oldu ben anlamıyorum, geç bak şuna." Bir de iş buyuruyordu, öfkesini seveyim onun. Bana da dönüp "Sen de bize bir çay koy." Deyince güle güle başımı salladım.

Serdar' dan ayrılmıştım, arabaya gitmek üzere başkanın yanından geçerken kısık sesiyle "Hararetin arabaya vurmuştur." Deyişiyle başkan omzunun üzerinden ona yükseldi. "Biz senin öfken hakkında konuşuyor muyuz?" Serdar bize dönmedi, onun yerine geniş omuzlarını hareketlendirip boynunu kıtlattı, "Konuşun." Başkanın elleri bu defa iyice havalanmıştı, "Tövbe yarabbim, sınanıyorum!" Diye hayıflanırken ben ilerleyip kıkırtılarla ona sarıldım.

                                                                                💎

Eve gitmek istemiyordum.
Doğrusu, bugün olanlardan sonra canım biraz sıkılmıştı kendime farklılık arıyorum da diyebilirdim. Keşke anneannemin elli kiloluk yorganının altında uyuduğum vakitler gibi, hiç bilmediğim bir evde kalabilme imkanım olsaydı. Tanınmamış, bizi hiç bilmeyen, onu hiç bilmediğimiz bir odada bu sıcağın aksine soğukta yün yorganın altında saatlerce uyumak istiyordum. Bunun nasıl olacağı konusunda fikirsizdim ama bir umudum vardı. Kaçamak bakışlarımı hemen yanımda duran adama çevirdim.

"Bir şey mi istiyorsun?" Henüz arabayı çalıştırmamıştı, kapıyı bile birkaç saniye önce kapatmıştı ve hala alışveriş merkezinin önündeydik. "Eve gitmek istemiyorum, başka bir yere götürsen?" Bugün de başkan geldiği için bir türlü kahvaltıya gidememiştik, sonunda evde bir şeyler yemiş ve duygusal bir filme gelmiştik. Evden çıkarken animasyonda anlaşmıştık ama güzel film yoktu, işler pek yolunda gitmedi.

İstemiyorum, beni bir bulmaca gibi çözmesini de istemiyordum, yük olmayı hiç istemiyordum ama biraz yalnız kalmak eminim ikimize de iyi gelecekti. Filmli camdan dışarıya döndüm, buklelerim salındığı için omuzlarım daha da sıcaklamıştı ama halimden memnundum.
Elini koltuğa koyup bana doğru eğildi, "Nereye gitmek istediğini söyle. Otele mi gidelim merkezdeki eve mi?" Hiçbirine, başımı sağa sola hareket ettirdiğimde derin bir nefes aldı, ona döndüm. "Böyle yayla evi gibi bir yer, var mı? Buralarda olur mu?" Ona kendimi anlattığıma emindim, bahsi geçen yerlerde defalarca kalmıştık.

"Çok var ama çok soğuktur." İstediğim buydu, başımı heyecanla sallayıp kıpırdandım "Öyle istiyorum zaten. Nasıl çok var?" Bizim bir tane vardı o da yayladaydı, köydeki evleri saymıyordum ama Serdar pek dillendirmek istemeyip sadece bakınca onu anladım. Mal varlıkları köy evlerine kadar ulaşıyordu ve bu onlara göre eminim çok cüzi bir miktardı şaşırmamam gerek.

Yerinde kıpırdandı, aracı çalıştırırken "Gidelim o zaman." Deyişi durgundu hemen sonra sebebini anladım. "Gidelim ama o evler kullanılmıyor temiz mi bilmiyorum. Yiyecek ne var bilmiyorum gece acıkırsan-" Kendi kendine konuşuyor gibiydi ben bir şey diyemeden aramızda kalan telefonuna uzandı "Neyse dur hallederim."

Nasıl yaptı, nasıl halletti bilmiyorum ama arabayı kullanırken aynı zamanda telefonda dakikalarca mesajlaşmıştı ben de dikkati dağılmasın diye bir şey söylemedim. Onunla ilk zamanlarımızda Uludağ' da başlayan hikayemiz buralara kadar gelmişti ve ne hoştur ki bu dağ evi maceralarını ikimiz de her zaman bir sığınak olarak görüyorduk. Ben fazla seviyordum, denizi sevmezdim ama hep bir ormanla iç içe olma arzum vardı.

"Niye sustun film mi etkiledi?" Düşüncelerimin arasında onun sesini duymak beni yarım yamalak gülümsetti. "Hayatımız olmuş zaten film. Düşünüyordum öyle, film de güzeldi." Ara ara gözlerim dolunca defalarca çıkalım demişti ama ben istememiştim. Nihayetinde bittiğinde de hüzünlü bir sonu vardı, itiraf ediyorum biraz içerlemiştim ama hamburger yerken tüm hüznüm geçti.

Karşılık vermek yerine radyonun sesini açtı, "Biliyor musun?" Dedim o an. "Neşe Karaböcekle Gülden kardeşmiş, sonra Gülden Neşe' nin kocasıyla evlenmiş."
"Ee?" Erkekler hep böyle miydi? Yoksa sadece Serdar mı? Bacak bacak üzerine atarak kollarımı birbirine bağladım "Eesi ben öğrendiğimde ikisinin de şarkıları daha anlamlı gelmişti."

Başını resmen bana ayıp olmasın diye eğdi, "Anladım." Gözlerimi devirdim, hayır anlamadın. Tepkimi görünce kendini açıklar oldu "Ben senin kadar duygusal değilim yavrum, ilgilenmiyorum." İlgi alanlarımız, konuyu böyle manipüle edemezdi bu defa ona burun kıvırdım "Üzgünüm ama senin duygun yok Serdar." Başımı koltukta çevirmiştim ki gülümsediğini gördüm. "Duygum var, sadece senin üzerinde."

Gülmemek için kaşlarımı çattım. "Biraz daha ortak nokta bulmamız lazım." Beni onayladı, "Seninle MPT-76' lar hakkında konuşabiliriz." Ah hiç anlamam, silahları sevmem de ama niyetini anlayıp onu taktir ettim. "Ortak dedim."

Sinyal verdi, merkezden ayrılıyorduk "O halde, bir çocuğumuz olacak onun hakkında konuşalım." Ortak deyince birlikte yaptığımız bir konuya değinmesi eşsizdi. Zekasına hayran kaldım, "Bez ve kıyafet fiyatlarından mı?" Yan profilini izliyordum, eğreti bir muhabbet açmışım gibi durdu. "Fiyat konusunda bir şey konuşacağımızı düşünmüyorum."

Unutmuşum, hatırladım. "Tabbi yaa,"
"Mesela kontrole gitsek? Cinsiyet belli olmuştur." Elim direkt karnıma gitti; iki elimle onu sardığımda biraz daha toparlanmak istiyordum, başımı salladım. "Birkaç gün sonra gideriz şu sıra iyi hissediyorum." En azından birimizin keyfi yerindeydi.

"Tamam, dünkü sınavın nasıldı?" Bu arada araba kapıya ne zaman gelmişti? Kaşlarımı çattım "İyi, araba sabah mı geldi?" Başını biraz kaldırdı "Gece getirdiler kapıya." Hiç duymamıştım hatırlamasam fark etmeyecektim bile.

"Sen dün içtin ya sarhoş olmadın mı?" Olmamış gibiydi ama emin de değildim belki halüsinaysonlar görmüştü de söylememişti. "Hayır." Demesiyle biraz şaşırır gibi oldum. "Hiç mi?" Hoş, bir saat yürümüştü hiç yalpalamadı.
"Hiç olmadım neden?" Dudak büktüm "Bilmem," sadece biraz üzülmüştüm cama dönerek devam ettim "Dün yoruldun mu?" Dışarısı kapkaranlıktı hiçbir şey görünmüyordu evlerin ışıkları nokta kadar olduğundan bir artıları da yoktu. "Hayır yorulmadım." Sonra biraz gülümsedi, "Sen bugün sorgu meleği misin?" Elini uzatıp çenemi kavradı, beni kendine çekti "Gel bakayım başka ne var aklında sor?" Başımı omzuna yaslayıp devam ettim, "Pizzalar güzel miydi gerçekten? Birde bütün sodalarımı sen içtin hiç utanmadın mı?" Elim karnıma çoktan gitmiş, başımı da ona kaldırmıştım.

"Sen fazla içme diye içtim ben, asitli yavrum." Ama... Üzüldüm yine çok üzüldüm, sesim kısıldı. "Ama benim canım çekmişti, hararetim de vardı. Aşermiş oluyordum günah değil mi?" Gerçekten öyleydi, ben öyle söyleyince bir duraksadı, yüzünün şekli değişti. "Hadi ya." Üzülmüştü, bugün o kadar sodayı başkanla içince ben de üzülmüştüm.

"Özür dilerim alayı-" Hayır gerek yoktu, "Bugün hamburgerle kola içtim iyi geldi alma alma." Öyle çok da içmezdim işte arada. Derin bir nefes aldı, "Tamam." Kıyamam üzülmüştü başımı kaldırıp kolunu sıvazladım. "Üzülme ya." Camı açıp elimi dışarıya çıkarttım. "Pizzalarıma bir şey söylemedin?" Unuttum mu sandı? Biraz gülümsedi, "Gerçekten çok güzeldi." Biliyorum, çoğunu o yemişti.

Tok rüzgarı avuçlarken gözlerimin daldığı yerde sakince mırıldanmaya başladım. "Biz seninle... "Serdar bir film vardı benimle yeniden tanış." Öyle bir film yoktu. Beni anlasın istediğimde "Olur," Dedi "Ben Serdar karnındaki kimin çocuğu? Bak, ne yapmaya çalıştığının farkındayım." Nasıl anlamıştı? Oysa hiç de belli etmemiştim kendimi.

Aynadan sallanan mavi öfkeli şirine baktım, sonra da yanımdakine.
"Ama ben seninle yeniden tanışmak istemiyorum Hazan. En başa gidip duygularımı yeniden keşfetmek, seni tekrar kırmak ve bunlar olurken seninle arama mesafe koymak istemiyorum burada çok mutluyum. Sana çok aşığım, ben sadece seni uzun uzun sevmek istiyorum." Oysa aramıza mesafe koyalım diyen sendin. Neydi o söz? Her neyse, yine de bunu bize hatırlatmak istemeden sessiz kalmayı seçtim. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış olması biraz utanç vericiydi, ona kendimi aklamak isterken daha fazla rezil olmamak adına susmayı seçtim.

Ne olurdu? Keyfim kaçtı ne olurdu bazen en baştan başlasaydık? Beni reddettiği ilk konuydu ve konu yine benimle ilgiliydi bir şey söylemek istemediğimden önüme dönüp yol boyu bize denk gelen şarkıları dinledim. Başka bir gün, başka bir an bazı şarkıları bağıra bağıra... Fakat şu an elini uzatıp elimi tutmak isteyen adamla ilgilenmem gerekiyordu. Elimi dudaklarına götürüp kucağında parmaklarımı sevmeye başladı, bir yandan müzik bir yandan Serdar... Başımı keyifle arkaya yasladım aynanın altından salınan öfkeli şirinin yanında somurtkan şirin vardı, o da bendim. En başlarda öfkeli şirin bendeydi ama sonra birleştirdim, ikisi böyle yan yana çok daha güzeldi. Yeniden yola döndüğümde huzurlu bir sessizlik ellerimde geziniyordu. Parmaklarımın arasına giren parmakları beni sakince gülümsetti.

Bir süre sonra geldiğimizi anladığımda ışıkları yanan taştan eve baktım. Aracın farı yalnızca evi değil çit dönmüş bahçeyi de alenen gösteriyordu, bu memlekete ait olduğu belli olan güzel bir yapıydı. Serdar toparlanıp arabadan indiği sıra gözlerimi evden ayırmıyordum, dolaşıp kapımı açınca yüzüne baktım. "Böcek var mıdır burada?" Var gibiydi, öyle duruyordu. Hiç böyle bir taş evde kalmamıştım taşların arasından böcek geçmez miydi? Bir eli arabanın tavanındaydı eğildi, kaşları havalandı. "Bunu şimdi mi soruyorsun?" O, gerçekten şaşkın görünüyordu yutkundum. Nasıl yani? Elini uzattı, "Ver elini." Elimi uzattım, tuttu.
Böcek var mıydı şimdi bu evde?

                                                                                             💎

Bölüm sonu❤

İnstada buluşalım💎

Continue Reading

You'll Also Like

5.1K 414 35
Salpan hikayeleri Kapak: insta -> @fc.kanbolatgorkem
2.6K 147 8
Ben Arsu. İsmim su gibi berrak anlamına gelse de çoğu zaman bataklıkta kalmış Arsu. Ne zaman o bataklıktan kurtuldum desem kendine yeni bir bataklık...
1.4M 71.6K 41
!!!Watty's 2016 - Gizli Cevherler Ödülü!!!! " Tiyatronu oynadın. Şimdi eserinden memnun bir şekilde odana gidebilirsin sanırım." Öfkeli haline i...
MÂHPARE By M.Sevda 🕊

General Fiction

2.5M 124K 37
"Çok mu seviyorsun?" diye sordu Arslan dayanamayarak. Ahsen ise usulca salladı kafasını. "Tamam, gel o zaman." Elini bırakıp Ahsenin korkuyla yere bı...