Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 69💎

35K 1K 646
By ssimurg777

12.500 Kelime

Ay sizi çok özledim beeen😪😪
Gelin bir sarılalıımmm❤❤❤❤

Ve lütfen oy verip yorum yapalım mı?
                                                                                         💎

Kapalı gözlerimin ardından inip kalkan bedenimle onu sıkıca tutarken dudaklarıma değen teni tüm bedenimi delice titretiyordu. Serdar' ın da benden farksız, en az benim kadar heyecanlı oluşunu göğüslerimde hissettiğim kalp atışlarıyla anlayabiliyor, bu yorgun halimle onda dinleniyordum. Böyle üzerimde, sere serpe, ıslak ve titrek...

Kasıklarımdan karnıma doğru sabitlenen erkeliği, aralık bacaklarımdan yatağa düşen ıslaklığımız ve ilk kez içimde oluşan o boşluk hissi ufak bir sızıyla birbirini tamamlıyordu. Az evvel içimde gitgellerle beni kendine sürgün eden, tutsaklığımı uzvuyla koruyan adam kollarımdaydı. Boşalır boşalmaz onu üzerine çeken ben, bundan hallice memnumdum.

Adımı sayıklayan dudakları tenime "Hazan." Diye çarpıyor, bu kıskaçlı yolda feveran ederek ruhuma bir yaprak misali iniyordu. Bacaklarım bedenine sürtünürken işitilen nefeslerimle onu daha da sardım ve bu tüllü çıplaklığımla Serdar' a sürtünerek kendimi yuvama çektim. Yuvam yollarıydı, bu koca bedenin ardıydı, altıydı...

Nefes aldık, birbirimiz için kendimizde kaybolduk. Bunu ilk defa yaşarken son olmayacağını da biliyorduk.
Dudaklarıma değen şakaklarıyla onu öperken hareketlendi, başını omzuma bırakıp yüzünü boynuma dayadı. Solukları tenime çarpıyor, kendime çektiğim bu koca bedeni aklımı yitireceğim bir ana mahkum ediyordu beni. Böyle üzerimeydi ya, birkaç saniye evvel birbirimizin adıyla sona gelmiştik ya... O kadar güzeldi ki Serdar' ın benden olması sanki hayal dünyamın en inanılmaz huzuruydu.

Yatak odasına savrulan ruhum, altında kıvranan bedenim, onu sıvazlayan ellerim ve kalbim. Her bir uzvum Serdar için ona çarpıyordu, elimde değil kokusunu içime çekerek tekrar tekrar koynumdaki başını öptüm. Dudaklarım kıpırdayamasa da onun için hissettiklerimi eminim kalbimden anlıyordu. Zira bu çarpıntıyı her daim sergileyemiyordum.

Dudakları kulağımın hemen altında hareketlendi, boğuk sesiyle kendinden geçmiş bir halde "Seni içime almak istiyorum." Deyişiyle ben ona giderken Serdar saçlarımı yeniden öptü. "Öyle seviyorum." Kokumu içine çekti, dudaklarını yanağımda hissettim. "Benim güzel yavrum." Yutkundum, yutkunuşum gerilen dudaklarıma yama oldu.

Ben de çok seviyordum.
Ben de deli gibi seviyordum.
Ben de onu yüreğimde hapsetmek istiyordum...
Bu sevginin bir şekli ya da kıvamı var mıydı bilmiyorum ama atarken çarpışan kalplerimizin bir sebebi vardı işte.
Büktüğüm titrek bacaklarımı indirirken ona döndüm, "İyi ki seninim Serdar' ım." Tıpkı onun gibi ondan bir uzva değme isteğiyle başını öptüm.

Ruhumun en parlak ışıklar altında taç yapraklarıyla hazırlanan bir şölende Serdar' a bırakıldığı anlardaydım. Tamamlandığım, tam anlandığım zamanlardaydım. Huzurumun ve kalbimdeki güzelliğin en güzel yani Serdar' ken dolu dolu bir sevgiyle sırtını severek yorgun bir halde "İyi ki kocam oldun." Dedim.

Sözlerimle birlikte başını hareketlendirip usulca doğruldu, alnıma inen dudaklarıyla yavaşça yanıma uzandı ve beni usulca göğsüne çekti. "Yavrum." Dudaklarındaki o dolu ses, fısıltı, sır... Sırtıma giden elle ıslaklığımızın ve çıplaklığımızı umursamadan Serdar' a sığınarak başımı göğsüne kapattım.

Ev evvel seviştiğim adamın koynundaydım ve üzerimde parçalanan jartiyerimi saymazsak onun gibi çırılçıplaktım. Öyle ki bacaklarıma değen erkekliği bunu bende netliyor fakat sandığımın aksine beni germeden içime bir hoşluk sunuyordu. Böylesine açık bir anda, böylesine çıplak kalmak ilk defa yüreğimi coşkun bir ana sürüklüyordu..
Çıplaklık, zihnimi yitirecektim...

Gözlerimi yumdum. Elim kolum bedenlerimizin arasındaki ufacık arada, yüzüm bağrında.. Daha ne isteyebilirdim hayattan? Her şeye sahiptim.. O kadar güzel hissediyordum ki ruhum bulanıyordu sanki. Midem bulanıyordu mutluktan, duygumun yoğunluğu yine mideme vuruyordu.

Yorgunluktan kapanan gözlerim, balkon kapısından gelen serinlik, bedenime sardığı kolları ve başımı öpüşleri.. Uykulu uykulu "Serdar." Dememle beni yeniden sıkıca öptü. "Yavrum." Omuz silktim sadece, adını söylemeyi seviyordum. Adı bile bana güvendi, huzurdu.

Sırtımdaki eliyle beni sıvazlayarak kolunu başımın altından uzattı. "Canın acıyor mu yavrum?" Koluna yattım, bedenine sürtünen göğüs uçlarımla ona daha da sokuldum. Yani, sadece çok garip hissediyordum ve tabi ıslak olduğum için kirli. Yine de başımı iki yana sallayarak "Cık." Dedim. O kadar kendimden geçmiştim ki bu rahatlamayla hiç halim yoktu, çok uykum vardı da böyle uyuyabilir miydim emin değildim.

Başını salladı usulca. Elini bu defa omuzlarıma çıkarttı. "Hadi seni yıkayayım." Mırıldanmasına huysuzca homurdandım. "Kolumu kaldıracak halim yok." Ha olsaydı Serdar' ın beni yıkamasında sorun olur muydu bilmiyorum ama yüksek ihtimal olmazdı. Sonuçta duyacağım tüm utancı günlerdir kollarında, koynunda ve yatağında aşmıştım.

Dudaklarını alnımdan hiç almadı, "O zaman sabah?" Derken iliklerime ilişen buğulu sesin kadifemsi tonu beni gülümsetti. Zorlamayışı, ikiletmeyişi ve başını anlayışla sallayışı ona mümkünmüş daha daha da sokulmama sebep oluyordu.
Serdar...
Sabah beni yıkayacağını söylüyordu? Ve bunu kabul ederek onu onaylamam için şimdiden harekete geçmişti bile. Canıma minnet dedim içten içe. Başımı varla yok arası hafif sallarken kapalı gözlerle "Hm hmm." Diyerek de onayladım. "Sabah..."

Bedenim dakikalar evvel, altında öylesine derin bir sarsıntıyla kasılarak gevşemişti ki daldığım en güzel uykulardan biri olabilirdi bu.
Kasıklarımdaki sızı bir yana jel gibi bedenim, hızına yenik düşen kalbim ve Serdar' ın varlığı yaşadığım her ana yetiyordu.

Az evvel aklı selim bir insanı bile harekete geçirecek bir şey olmuştu. Serdar erkekliğiyle içime girmişti, girdaba benzeyen gelgitlerle içimde hareketlenmiş, onu kadınlığımla tabiri caizse emmiştim. Aklıma doluşu bile kaşlarımın havalanmasına sebepti. Böyle bir mahremiyet, böyle bir güzellik, tutku, hisse bezeli bedenler... İçim taşmıştı ona. Altında kıvranmış, çarpan kalbimle adını sayıklamıştım, soluklarım, ihtiyacım... Bana daha öte bir mucize yoktu. Nitekim hiçbir havadis bu anın büyüsü kadar etkili olup beni böyle sevindiremezdi...

Bu güçlü kollarda bulunduğum en özel geceydi. Birlikteliğimiz ilk anı, gerçek manada karı koca oluşumuzun ilk gecesiydi. Manen kendime yüklediğim anlamlar bir yana onun bu güçlü bedenine sokulmak beni her daim huzurlu bir güvene itiyordu. Şimdi olduğu gibi..

Kendimi tam manada uykuya bırakıyordum ki birden gözlerimi açarak tedirgin sesimle "Serdar." Dedim ve gerileyip ona baktım. "Söyle yavrum." Eli yanağımdan çekilmedi, bakışlarım façalı kaşından koyulaşmış gözlerine indi.

Ona bakarken ilk defa bu kusursuz ve korkusuz tebessümüm tenine çalıyor, içine gidiyordu sanki. Aynı yavaşlıkla ona ulaşarak yüzüne dokundum, usulca dudaklarına yöneldim. "Nasıl korunacağız biz? İlaç nereden alacağım ben?" Öpmek ve uyumak arasında bu ince sesimle gidip gelirken merakım ikisini de bastırmıştı fakat benim aksime Serdar' ın kaşları çatıldı.

"Hap asla olmaz." Derken yanağımı sevmeye devam ediyor, gözlerini gözlerimden bir an olsun almıyordu.

Dudaklarımı ufak bir hamleyle ıslatarak sütyenimin askısını düzelttim. Hamlemle bakışları çıplak göğüslerime gitti ve ben onu daha net görebilmek için biraz daha geri çekildim. "Neden?" Aslında tüm bunlar bir yana onu öpmek istiyordum. Bu çıplaklığımızın aksine Serdar' ın öpüşleriyle uyumak istiyordum.

Yeniden bana döndü, dönmesiyle yüzündeki sert bakışları düzelirken yanağımdaki elini enseme götürerek başımı göğsüne çekti. "Sen gelsene şöyle." Gülerek yeniden soludum, zaten tek arzum buydu. Şu çıplaklığım bile umurumda değildi ruhumu doyurmak istiyordum.

"Yan etkileri çok onların." Haklıydı aslında. Bana sorarsa da doğum kontrol hapı kullanmak istemiyordum ama çevremdeki hemen herkes bunu kullanınca benim de aklıma gelen ilk şey hap olmuştu.
"Senin bünyen zaten zayıf." Burada da haksız sayılmazdı. Düşünceli hali yüzümdeki tebessümüm en bariz nedeniyken Serdar sakince devam etti. "Ben korunacağım sen değil."

Bu hali işte. Her zaman kendinden evvel beni düşünmesi, her detayı bu kadar irdelemesi çok başka bir histi. Serdar bana seni seviyorum demese de olurdu, ben biliyordum beni seviyordu. Beni en çok o seviyordu...
Çıplak göğsünde gerilen dudaklarımla onu öptüm ve muzip bir sesle mırıldandım. "Seni yerim." Başı bana daha da yakınlaştı. Belimdeki eli beni kendine biraz daha çekerken şakağımın altını sıkıca öptü. "Orası pek belli olmaz."

Boğuk ve bir o kadar da kendinden eminliğinin ardından sütyenime dokunmasıyla bakışlarım önümdeki eline gitti. İri parmakları yumuşak göğsüm ve beyaz tül sütyenim arasındaydı. "Yine mi?" Bir daha mı? Şimdi olmaz ki ama? İlk gece için birden fazlasının pek de iyi olmadığını biliyordum. 

Bedenimi seve seve arkama uzandı. Gerildiğimi ses tonumdan anlamış olacak ki sütyen kopçalarımı açarken aynı ciddiyetle soludu. "Hayır yavrum." Sütyenim sırtımda iki yana açıldı, ben merakla onu izlerken Serdar devam etti.
"Şimdilik bu yeter. Fazlası seni zorlar, canının yanmasını istemiyorum." Bir yandan sütyenimi çıkartırken diğer yandan sakin bir dille yaptığı açıklamayı dinleyip ona yardımcı oluyordum. Kenara inen çamaşırımla yeniden koluna yattım ve ona bakamadan elimi göğüslerime bıraktım. "O zaman neden soydun beni?"

Göğüslerimi bir nevi kapattığım elimi tuttu. Temasıyla içim gerildi, kalbim yeniden sanki süratle bir zelzeleye kavuştu. İkincisi olmayacaksa neden? Üzerimi giymem gerekmiyor muydu?

Elimi hareketlendirmesine müsaade ederek duruldum, duruldukça utandım. Sonuçta sevişmiyorduk ve böyle gözler önüne serili bir halde duran göğüslerimin beni utandırması normaldi.

Serdar' ın bakışları beni hem utandırıyor, hem yeni bir heyecana sürüklüyordu. Bu heyecan yeniden ıslanmama sebepken beni uzun uzun izlemesi sonucunda boşalabileceğim konusunda ufak da olsa bir ihtimale kavuştum. Bu bakışları dahi beni etkilemeye yetiyordu. Sanki bana bakarak da beni soyuyor, bana bakarak da uzvunu içime bırakıyor, kadınlığıma dokunuyor...

Yüzüm kızardı, derin bir nefes almak mecburiyetinde bulundum ve bu halle göğüslerim ona doğru hareketlenip göğsüne sürtünerek değdi.

Bu temas çok da istediğim bir şey değildi. Zira böylesine bir anda, böylesine zor bir durumda.. Neyse ki Serdar ona değmemle beni tutup kendine çekerek derin bir nefes aldı. Artık bir bütündük, göğüslerim tamamen ondaydı ve böylesi daha az utandırıcıydı.

"Bursa' da bornozla uyuduğun gece sana kızmıştım hatırlıyor musun?" Evet tektim diye, gece bir şey olur diye. Gülümseyerek hatırladım der gibi usulca başımı salladım, o da aynı hareketle beni onaylayıp başımı öptü. "Zamanı geldi, bundan sonra çıplak uyu koynumda." Omzumu öptü.

Kalbim zihnindeki düşüncelerle hızlandı, mümkün müydü bilmem kasıklarımdaki ve kadınlığımdaki sıvıların yanında yeniden daha da ıslandım ve yanaklarımın ani kızarışıyla yutkundum. "Her gece mi?" Omzuma inen soluğuyla birlikte sert eli göğsümün kenarını okşuyordu. Boğuk sesi beni onayladı. "Her gece..."

Ben çıplak uyursam biz her gece.. Sevdiğim adamla sevişecektim, aksi mümkün değil bu yüreğime ve bedenime ilaç gibi gelirdi. Ayrıca Serdar zaten bunu daha evvel dillendirmişti her gece diye. Dillendirmese de şaşıracağım bir şey değildi kendini belli etmişti zaten.

Ona daha da ona sokuldum. Göğüslerimi sıkmadan nazikçe okşayışlarını ve başımı ufak ufak öpüşlerindeki derin anlamı hissedebiliyordum. Kollarındaki varlığım bu gece sanki hiç olmadığı kadar başkaydı.

Tüm uzuvlarıma bu kadar yakın olurken aynı zamanda onlara sahip olduğunu da bilmek Serdar için çok başka bir duygu olmalıydı. Az çok anlayabilirdim onu. Heyecanını, sevişini ve bana dokunuşundaki değeri bedenime sardığı kollarından dahi anlayabiliyordum. Sonra hızla atan kalbinden ve rahatça uyumam için saç diplerime usul usul masaj yapan kalın parmaklarından anlayabiliyordum...
Bu gece, ikimiz için koca bir milatken artık özgür bıraktığımız tüm tutkularımız sonunda birleşmişti.

......

Üzerimdeki beyaz pikeyle, pikeden ziyade ağırlıkla gözlerimi araladığımda saat kaçtı bilmiyorum fakat gün henüz aymamış ve ben oldukça acıkmıştım. Uykumu almış, kendimi epey dinç hissediyordum tabi bunların yanında kendine gelen halimle Serdar' a sarılarak dudağımın önündeki omzunu öptüm.

Üzerime yatmış, beni bir nevi altına almıştı. Bunu öyle bir yapmıştı ki kıpırdayamıyordum bile ama bazı şeyleri net hissedebiliyordum. Baksırını giymişti, benim de üzerimde yalnızca külot vardı o giydirmiş olmalıydı. Tabi tüm bunlarla birlikte de kasıklarımla bacak aramdaki ıslaklık da yoktu. Sanırım silmişti, çünkü onun aksine duşa girmeden koynunda öylece uyuyakalmıştım. Onun aksine diyorum, çünkü saçlarındaki neme bakarsak Serdar ben uyuduktan sonra duş almıştı.

Bir bacağımı yatakta dışarıya doğru uzattım. Bağrımdan geçen kalın kolu ve boynumdaki başıyla kenara çekilebilecek gibi değildim ama bu durum sıkışmışlığımın yanında bana mutluluk veriyordu. Uyurken bile beni böyle sarması delilikti ve ben zaten en çok da onun bu deliliğini seviyordum. Şu daima sert hallerini, az ama güzel konuşmalarını, bakışlarını, bakışlarıyla susmayışını, duruşunu, boyunu posunu her şeyini...

Kaslı omzunu öperek üzerimden geçen kolunu biraz kaldırmak istedim, olmayınca usulca ona döndüm ve bu defa da keyifle başını öptüm. "Serdar."

Fısıltımla boynumdaki kaşları çatılır gibi oldu, beni duyuyor olmalıydı. Yeniden öpüp soludum. "Hayatım." Onu uyandırmak istemiyordum ama bunu yapmak zorundaydım. Aksi halde bedenimin bir kısmı birazdan karıncalanacaktı.

Yeniden kıpırdandı, adını minik sesimle onu okşaya okşaya tekrar ettim. "Serdar' ım." Bir kez daha öptüm. "Biraz kenara çekilebilir miyim?" Üzerimdeki kolunu yavaşça kaldırdı, bedenini geri çekti ve arkama geçerek beni bu defa kaşık pozisyonunda önüne aldı.

Eli çıplak göğsüme gitti, göğsümü güçlü eliyle avuçlayarak saçlarımı öpünce arkamı dönüp ben de onu öpmek istedim fakat göğsümü avuçlayan elini hissederek kendimden geçmek daha cazip geldi. Beni okşamasını seviyordum. Özellikle göğüslerimle ilgilenip onları öpmesini, öpmese dahi avuçlamasını, göğüs ucumun avucunun ortasına denk gelmesini seviyordum bu bana eşsiz güzel hissettiriyordu.

Sol göğsümü sıkarak avcunda yoğurdu.
"Ben mi uyandırdım?" Boğuk sesi o kadar alçaktı ki bu hali beni ona itti. Bir an göğsümü saran ele dokundum, sonra elini hareketlendirip beni yoğuruşunu izlerken "Cık." Deyip usulca ona meylettim. Hareketimle eli çekildi ve hafif kaldırdığı pikeyle bana kendinde yer açtı.

Göğsüne sokulmam, ardından beline sarılmam ve dudağının kenarına yönelmem onun bakışları altında yeterince hoştu. Beni izlemesi içimi okşuyordu, zira bu koyu bakışlar gecenin karanlığında bile parlıyordu.

Sırtını severken dudağını öperek yüzüne yaslandım. "Serdar çok acıktım ben. Saat kaç acaba?" En son kahvaltı ve Serdar' ın biz hazırlanırken yolladığı tatlılarla duruyordum.

Bedenimin altından geçirdiği koluyla beni kendine yasladı, uzanıp komodindeki telefonunu aldı. "Üçü beş geçiyor." Telefonu sertçe yerine bırakıp kollarını bana doladı. "Seni de uyandırdım ama." Uykusu vardı belki fakat benim aksime "Saçmalama yavrum." Diye soluklandı.

Hesaplayamadım ama hemen hemen altı saattir uyuyorduk. "Yeriz bir şeyler." Bu saatte ne yiyecektik ki? Ama ben cidden çok açtım, karnımın guruldayışı da kendini belli edince Serdar eğilerek omzumu öptü. "Kıyamam yavruma." Soluklanarak geri çekildi. "Ne istiyorsun? Çıkalım mı dışarıya?"

Dudaklarımı umutsuzca büktüm. "Duş da almam gerekiyor." Kendi kendime mırıldanışım anlaşılan onu etkilemedi. "Tamam önce seni yıkarız sonra çıkarız yavrum." Yüzüme giden elle göğsüne dokunup yeniden fısıldadım. "Senin uykum yok mu? Yarın-" Durdum sonra. Şu an gideceksin demeye bile dilim varmıyordu.

"Dinlen sen. Ben hazırlarım bir şeyler. Hatta uyumak istersen sen uyu ben de bir şeyler yiyip gelirim yanına." Sanki biri duyacakmış gibi sessiz sessiz konuşmam komiğine mi gitmişti, yoksa sözlerime mi takılmıştı bilmiyorum ama gözlerini kısmış öylece bana bakıyordu.

Birkaç saniyenin ardından "Ne anlatıyorsun sen?" Deyince hafif geri çekilerek öyle bir kalakaldım.

Bilmem, kızmış mıydı ki? Susuşumla güler gibi oldu. "Sıfata bak." Yüzümdeki elini çıplak bel oyuğuma koydu. "Gel." Sonra beni kendine çekerek yanağıma yöneldi. "Gel bir öpeyim." Dalga geçiyordu resmen, ki bu beni de gülümsetmişti. Adıyla sızlanışıma aldırmadan derin bir solukla rahatlar gibi "Ohh." Deyip gözlerini yumdu ve sırtımı okşamaya devam etti. "Yavrum benim."

Resmen bir soluğunda bende yeşertiyordu sanki. Anında hızlanan kalbinden taşan sevgisi sesine yansıyordu ve bunu artık bariz belli etmekten geri durmuyordu.
Geri çekilirken tenime çarpan solukları, sanki nefesle bütünleşen rahatlığı tüm bedenime işliyordu. Alnıma inen dudaklar, bedenimi okşayarak kendine çekişi, keyifle ona sarılışım, çıplaklığıma aldırmayıp dudaklarıma kapanışına karşılık verişim...
Evlilik bu muydu şimdi?

Ağzımda gezinen diliyle onu emerken geniş sırtını sıvazladım. Dillerimiz kavuştu, dudaklarımız birbiri için baskılar uygularken onun etli dudakları benim yumuşaklığımı eze eze emmeye başlamıştı. Hızlanan soluklarımla daima dahasını istedim. Daha çok, daha sert, sürekli hali, dinmeyişi, benden gitmeyişi ve şu beni çepeçevre saran halinin bir gün son demlere vurmayışı..

Dudaklarımdan yavaşça ayrıldı, tıslar gibi "Hadi." Dedi ama geri çekilmedi. Usul öpüşleri eşliğinde sert ve boğuk sesiyle bir yenisini daha ekledi. "Banyoya."
Pekala. Bunun için de bir heyecana sürükleniyordum fakat o kadar açtım ki bir kısmını tolere edebilirdim.

Yine de boynundaki elimi çekmeden usulca mırıldandım. "Çarşafı da üzerime alayım mı ne olur?" O kadar da değildi. Yani karşısında çırılçıplak duramazdım. Yıkamaktan söz ediyordu, bunu nasıl yapacağımız konusunda onun aksine tereddütlerim de vardı.
Gözlerini hafif açıp kapatarak sakin sesiyle beni onayladı. "Nasıl istiyorsan öyle yap yavrum."

Serdar' ın kalkmasıyla beyaz çarşafı üzerime doladım. Oda karanlıktı fakat yine de hissettiğim duygu saf bir utançtı. Bazı anlardan hala çekiniyordum, böyle önünde çırılçıplak durabilecek kadar aşkın değildim.

Kalkmak için hareketlendiğim sırada bana yönelip bu hareketimi adeta görmezden geldi. Bacaklarımın altından geçirdiği kollarıyla bedenimi kucağına alışına ona sarılarak karşılık verdiğimdeyse çoktan geniş banyoya ilerlemiştik.

Lambaları açıp duşa girdik. Siyah fayanslar, kenarda duran duş jellerim, şampuanlarım, ben ve Serdar.. Her şey de buydu aslında, benden sonra yerini alan duş jelleri bile düşününce bir başka histi.

Bedenimi yavaşça yere bıraktı, yanımızda kalan sürgüyü kapattığında kaşlarımı çatarak hızla Serdar' ın koluna tutundum.
Temasımla bana döndü, onun dönüşünden ziyade ben bacaklarımdan akan sıvıyla hafif eğildim. "Hazan." Akıyordu, külotumu ıslatan sıvı bacak aramdan bacaklarıma doğru iniyordu ve bu his beni garip bir hale itiyordu. Korku değildi. Endişe, belki.

Hisse dayanamayıp gözlerimi yumdum, diğer elimle de ona tutunduğumda beni çoktan kavramıştı. "Ne oldu?"

Kaşlarımı çatarak beline sarıldım, sıvı iyice çoğalıyordu ve ben tam olarak ne diyeceğimi bilmiyordum. "Canın mı acıyor ne oldu?" Yükselen sesi banyoda yankı buldu, başımı iki yana sallayıp iri bedenine daha sıkı sarıldım. "Tuhaf hissediyorum, çok." Ayakta durdukça ne olduğunu bilmediğim ıslaklık bana bulaşıyordu ve kasıklarımdaki ağrının hatırı sayılır bir yanı vardı.

"Nasıl tuhaf?" Elleri koltuk altlarımdan belimi kavradı. "Niye kastın ne oluyor?" Çarşafa dokunmasıyla dudaklarımı araladım ama ben daha ne diyeceğimi bilemezken bedenimden ayırdığı parçayla çıplak bacaklarımı süzdü. Durdu sonra, her ne gördüyse "Acıyor mu?" Diye ayrılan dudakları başıma sıkıca indi.

Ne kendime değiyordu bakışlarım ne ona. Öyle koyu bir fayansa dalışım kasıklarımı hissetmemdendi. Merakım yerini aldı, dudaklarım buna aralandı.
"Kan mı o?" Sızlanışımla yan taraftaki suyu açıp akıtmaya başladı. "Yok yavrum korkma sen." Başımı gövdesine bastırıp beni yeniden öptü. "Acıyor mu?"

Başımı iki yana salladım. "Biraz, çok mu?" Saçlarımı sıvazlayıp beni daha da kendine bastırdı, göğsünde birleşen göğüslerimle onu iyice hissettim. "Hayır yavrum, tamam kasma bir şey yok." Sakin sesi beni rahatlatıyordu, bu hali içime işleyip ruhumu okşuyordu da bir türlü geri duramıyordum.

"Serdar çok mü kötü?" Zemin kan olmuş muydu acaba? Ya da tahminimde az mıydı? Belki kırmızı bile değildi.

Daha sıkı tutundu, belimi okşayıp sırtımda dağılan saçlarımı öptü. "Hayır yavrum, korkma bir şey yok." Yok bir şey dedikçe akıyordum. Sarıldıkça ben sanki her yerde kan görüyordum, kendi kendimin felaketini kuruyordum.

"Serdar çok mu kan gibi?" Cümle dahi kuramayışım dizlerime inen sıvıdandı ve o benim aksime o bunu görebiliyordu.
Sakince devam etti. "Hayır değil." Değil diyorsa değildir. Ki öyle olsa, yani kötü bir şey olsa Serdar böyle sakin kalamazdı ki. Gerçi şu an ki haline bakarsak zaten sakin değildi. Bedenimle sıkılaşan kolları bunun aksiydi.

Birkaç dakika sadece böyle durduk. O başımı okşadı, ben bacaklarımdan akan kanı epey hissettim ve daima ona sıkıca sarıldım.
"İyi misin?"

Başımı salladım. Doğrusu Serdar' ın bu devasa varlığı bana iyi hissettiriyordu. Bunun aksine kanamam olunca sanki oramda bir yaram varmış gibi de hissettiriyordu. Hafif bir acı dahilinde bence fazla bir kanamaydı ama o kadar. Ben o acıyla halimi az çok tahmin edebiliyordum ve o açıklıkla da uzun bir süre kendime dokunamayacağımın farkındaydım.

Hala bana sarılırken zeminde ısınan suyu yukarıya aldı ve birden baştan aşağıya ıslanmamıza sebep oldu. Elleri sırtımda, suya bulaşan başım bağrında, üzerimize inen sular ve dokunuşları.. Sanırım bu matah halim bir yana daha iyi hissedemezdim.

"Korkma yavrum." Başımı öperek şakaklarıma eğildi. "Bir şey yok tamam mı? Canın acımıyor değil mi?" Hayır acımıyordu, ben sadece o sıvıya anlamlar yüklemiştim. Utanıyordum da, hepsi birbirine geçince o gariplikten sıyrılamamıştım.

Başımı iki yana salladığımda elleri kırmızı külotumun iki yanına indi. Sessizdik, üzerimde gezinen bakışlarına da ellerine tepkisiz kaldım. Durmamla, hatta belki de susmamla bir şeyleri düzene mi sokuyordum bilmiyordum ama eğilerek onu benden çıkartınca üzerimde hissettiğim ilgiyi görmezden gelemedim. Yavrum diyordu ya, her haliyle yavrusuydum sanki. Bu koca bedenin yanında ufacık kalmaktan söz etmiyordum. O da vardı tabi, fakat şu kastım epey inceydi..

Sırtına tutunarak ayaklarımı teker teker havalandırdım, üzerimden çıkan külot kenara giderken siyah zeminde ve ıslanan bacaklarımda kaybolan izlerimi aradım, yoktu. Bunun yanı sıra Serdar tam önümdeydi, bu beni utandırıyor muydu? Kanayan kadınlığıma bu kadar yakın olması, evet.

Benim başıma, onun sırtına akan sıcak sularla ne yaptığını izliyordum. Bana dokundu, ona tutundum. Ellerini bacaklarımla gezdirerek benim göremediğim sıvıları temizledi. Etimi okşadı, bacaklarımın iç taraflarını suyla sıvazladı ve temasların sonunda tenimi öptüğünde banyo duvarları bize ilk defa şahitlik ediyordu. Onun bana dokunmasına, benim ona tutunup bedeninden destek alışıma, benim bu ilk anlarda böyle bir garip durmama, ilk karı koca oluşumuza...
Doğrusu bir garip hissediyordum, olaylara fazla duygusal bakmaktan ziyade bir kırıklığım da vardı sanki.

Sağ eli bacak arama girerek akan sularla izi kalan pembeliğe dokundu, sıvazlayarak bendeki yerini yok ederken çıplak göğüslerimi bu defa kapatmıyordum. Ne olursa, ne olacaksa..

Yeniden doğrulmasıyla dayanamadım, kollarımı önümde bağlayıp onu izledim. Elleriyle yüzümü kavradı, anlamsızca gözlerime baktı. "Yavrum..." Dudağımı büktüm, içim garip hissettiriyordu. "Ne oldu?" Diyerek büktüğüm dudağımı öptü, hafif geri çekildi. "Hazan' ım ne oldu?" Yüzüm sırılsıklamdı, siyah saçlarım, beyaz bedenim, Serdar.. Başımı iki yana sallayarak omuz silktim. Utanıyordum, gariptim ama bana dokunmasından rahatsız değildim. Benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu fakat ben kendimi farklı hissediyordum.

Birkaç damla suyu yutarken tek kolumu ona uzattım, boynuna tutunarak bana eğildiği yerde yüzünü öptüm. "Seni seviyorum." Yüzüm yüzünde, elim teninde.. "Bende." Dedi direkt. "Ben de seni seviyorum yavrum." Kendine çekerek göğsüne yasladı. Sanırım sorunu o da çözmüştü, yoksa bu susarak beni sarmalarının başka bir anlamı var mıydı ki?

Sıcak suyla birlikte sırtımı severken sakin sakin homurdanıyordu. "Ya hormonların şimdiden değişiyor, ya da çok utanıyorsun." Bilmem, "Biraz utanıyorum." Diye omuz siklmemle gülümser gibi oldu. "Kurban olurum sana." Suların ardında kalan yanağımı öptü. "Neden utanıyorsun?" Geri çekilip yüzüme baktı, başımı eğip homurdandım. "Garip hissediyorum. birde, farklı."

Bir an durdu, sonra yeniden kaba sesini duyurdu. "Nasıl farklı?" Nasıl mı farklı, şey gibi.. Gövdesinde oflar gibi soluk verdim. "Farklı işte." Diyen sesim banyoda hafif bir yankı buluyordu. "İyi değil ama kötü de değil, değişik." Birlikte olduk diye çok mutluydum, bahsim başkaydı.

Elleri belime indi, beni usulca kendine çekti. "Kadın gibi mi?" Birleşen bedenlerimizin arasından geçip giden sularla başımı göğsüne yasladım. "O da var ama öyle de değil. Yani his değil daha maddesel." Söylemek istediğim şeyi anladı, "İçine-" deyişiyle başımı hararetle kaldırıyordum ki elini üzerine koyup buna mani oldu. "Ondan mı?" Evet. İçime girdi ve ben. Yani orada artık bir açıklık olacak bu konuyla ilgili kendimi-

"Yavrum." Soluklanışı zihnimi bile bölünce yanlış anlamaması için beline sarılarak ekledim. "Serdar beni yanlış anlamıyorsun değil mi?" Sırtımdan kalçalarıma akan suyu hissediyordum.
Görüş alanımda da benden etkilenen erkekliği varken "Anlıyorum." Diyen sesine odaklanmam hayli güçlü. Usulca mırıldandım. "Seni çok seviyorum." Sonra başımı kaldırdım, sudan kaynaklı kapattığım  gözlerimle ona bakmadan hitap etti. "Öpsene beni, ben göremiyorum."

Yüzünün aldığı şekli göremiyordum fakat dudaklarıma ilişen dokudan gülümsediği konusunda nettim. Yeniden ona gitmem, dudaklarıyla buluşmam ve bedeni himayesinde kalmam bana iyi geliyordu.
Karnıma değen erkekliğiyle geri çekilerek yanağımı öptü ve "Hadi yavrum." Deyip yan taraftaki şampuanıma uzandı.

"Gel bakalım." Ona gittim, avcuna sıktığı şampuanla elini başıma koyarak keyifle mırıldandı. "Kapat gözlerini." Eli hareketlendi, köpüren saçlarımla ona tutunup araya girdim. "Serdar arkada saç kremim var sonra onu süreceğiz tamam mı? Çıkmadan da taramam lazım ama tarağım lavabodaki dolapta." Saçlarımla ilgileniyordu ama beni de dinliyordu. "Hıhı." Deyişiyle yeniden konuştum.

"Serdar?"

Saçlarımda hareketlenen elleri başımı köpürttü, beyaz köpükler büyük ellerini dolduracak kadar iri olan göğüslerime aktı. "Efendim yavrum?" Yani, yeri miydi bilmiyorum ama dudak büktüm. "Ne yeriz?" Bir an durdu, sonra şaşkın bir muziplikle "Ne?" Dedi. Yani, duşta bu mu sorulurdu. E aç olunca bu gelmişti aklıma.
Gözlerim kapalıydı ama kaşlarımı çatarak başımı ona doğru kaldırdım. "Çok açım ne yapayım ya?" Çıkmadan atıştırabilirdim hatta, midem sırtımdaydı sanki.

"Ne istiyorsun onu yeriz yavrum." Sesinin ardından  dudaklarıma eğilişini gülerek karşıladım. Teni tenime dokundu, ıslaklık o ufak buseyle bedenimi sardı sanki. Bir gariptim, değişen duygularımı ben yönetemiyordum ama Serdar bu konuda epey iyiydi. Sanki bir sözle veya bir dokunuşla beni yönlendiren oydu.

Birbirine kavuşan dudaklarımızla geri çekilir sandım, çekilmedi. Saçlarımı yıkayan elleri yeniden hareketlendi. O beni yıkadı, ben kendimi bedenine bastırıp dakikalarca baksırın altında serleşmesini hissettim. Sonunda dinen elleri yan taraftaki life ulaştı, bu defa göğüslerime inen dokuyla dudaklarımız tam olarak birbirinden ayrıldı.

Uzanıp duş jelimi aldım. Birlikte life döktük, lifte Serdar' ın hareketleriyle köpüren jel omuzlarıma inerek bedenimde gezinmeye başladı. Göğüslerime gitti, köpüğe bulanan göğüslerimi izleye izleye ellerine odaklandım.
Karnıma uzandı, yeniden göğüslerime çıktı, boşta kalan eli belime yönelip beni yerimde sabitledi ve ben ona hiç karışmadım. Karışmadan beni yıkayışını izledim, ona tutunarak köpüğe bulanan bedenimi ve alenen, kabaran erkekliğini daima izledim.

Eli sonunda kasıklarıma doğru indince Serdar yüzümü öptü. "Arala bacaklarını yavrum." Kendimi ona açarak koluna tutundum.

Henüz eğilmemişti fakat tüm dikkati bacak aramdaydı. Hafif o tarafa meyletti, hareketlenmesiyle yüzümün önünde durup bana döndü. Yüzü yüzümde, façası gözler önünde, bedenimden sıyırdığı ıslak dudakları karşımda, sert çehresi her daim bende.. Dudaklarına değdirdiğim tenimle hareketlendi, beni birkaç hamleyle emmeye başlamıştı ki "Yapma." Diyerek geri çekildi. "Yavrum yapma zaten dokunamayacağım."

Dudak büktüm. "Hiç bir türlü mü?" Kaşları kalktı. "Hiç bir türlü." Sürtünmek de mi yoktu? Oysa her şey başka olur sanmıştım. Yüzüm asıldı, bizdeki bu ufak bir bakışmanın ardından dudaklarımı öperek elini kadınlığıma götürdü ve lifi aynı anda tenimde sürttü.

Hissiyle gerildim, "Acıyor mu?" Deyişiyle de başımı sallayarak gözlerimi kıstım "Yapmasan?" Geri çekildi, lifi yere atarak alttaki duş başlığıyla suyu bacak arama çekti.

Sakin gelen su iyi hissettiriyor hem de temizlenmemi sağlıyordu. Serdar' ın yüzüme değil de kadınlığıma giden bakışlarını izlemek, çattığı kaşlarıyla beni yıkmamasını görmek... Mani olmadım, aykırı da değildi bu hali beni gülümsetti ve elimi bacak arama koyup kıkırdadım. "Sen neye bakıyorsun acaba?"

İşini böldüm sanki. Hiç beklemediğim bir hamleyle kendime kapattığım elimi sağa çekti, "Karım değil misin?" Birden ön tarafımı öperek şaşırmama zaman vermeden ciddiyetle ekledi. "Aç hadi biraz daha."
Biraz daha açtım, başımdan akan sular bir yana elindeki suyla da beni yıkamasını izledim. Dokunmasına izin verdim, dokunup yönlendirmesine, iki parmağını dış dudaklarıma sürtmesine, kadınlığımı okşarken çatık kaşlarla yutkunarak beni temizlemesine..

Suyu kapattı, sonunda doğrularak dudaklarıma yönelince onun için kıpırdandım. Kollarım boynunda, dudaklarım teninde yuvasına vardı ki bu varış çok geçmeden onun geri çekilmesiyle son buldu. Ellerim iki yanıma indi, gerileyişi beni de durdurdu.

Tepemizden akan suyla, baş başa, bir banyoda.. Aslında kendimi karnımda hissettiğim sertliğe ittirerek ona dokunmak istiyordum. O da etkileniyordu, hatta en çok o etkileniyordu da kendini eminim ki tutuyordu. Hatta kocamı tanıyorsam geri çekilmesinin tek sebebi buydu.

Aksi gibi ona daha da yanaştım, ellerimi yeniden tutunmak için kollarına götürdüğümde tek nefeste benden sıyrıldı. "Uğraşma boşuna."

Yüzüne bakarken suyun tazyiğiyle gözlerimi anlamadım der gibi kıstım. "Hıı?"
Bana doğru ilerledi, kollarımı iki yandan tutarak sırtımı hafif serin fayanslara dayadı ve sertliğini iyice karnıma bastırdı. "Oynuyorsun, yapma. Çok yenisin sana dokunmayacağım dedim." Sudan sıyrılmıştık, artık daha sakin bir alanda birbirimizi daha net anlayabilirdik ve gözleri öylesine farklıydı ki sanki bu onu öfkelendirmişti.

Gözlerimi yumdum, göğsüne giden başım bunun aksiydi. "Tamam ama sürekli beni düşünüyorsun." Siyah baksırının lastiğine işaret parmağımı geçirdim. "Sen ne olacaksın?" Sertliği beni ürkütmüyordu, aksine onu seviyordum ve onun için bir şeyler yapmak istiyordum. Dayanamıyordu, canı yanıyor olmalıydı ve bu konuda istikrarı beni bile geriyordu.
Sahi kendini nasıl tutuyordu?

Baksırını bırakıp bedenini okşayarak beline gittim. "Biliyorum beni sevdiğinden." Hala yüzüne bakamıyordum belki, fakat "Ama ben de seni çok seviyorum Serdar." Derken ona kaldırdığım başımla sandığımın aksine beni donuk bakışları karşıladı.

Ben ciddiydim. Ona zevk vermek istiyordum, bir şekilde. Katılaşan çehresiyle erkekliğinin aksine sert bir şekilde "Senin yapabileceğin bir şey yok." Deyince başımı arkaya atıp birden usulca atıldım. "Sen ban yaptın ama, hep?" Durdu, yutkunuşuyla geri çekilmeden ısınan fayanslarda onu izledim. Sonunda "Aç ağzını." diyerek derin bir nefes aldı ve bu beni şaşırttı.

Anlamadım?
"Ağzını aç." Düz sesine dudaklarımı araladım, aralarken çatılan kaşlarım parmaklarını görünce daha da çatıldı. Bir parmağı hiç duraksamadan dudaklarıma yöneldi, gözlerimin içine baka baka onu içeriye itip ekledi. "Daha da aç."

Daha da açtım, ikinci kalın parmağı da ağzıma girdi ve dilimin üzerinden kayarak boğazıma yönelmesiyle öğürme isteğim ansızın ondan kaçmama sebep oldu. Kusmak için eğildim. Eğilmemle beni kavradı, öğürerek kusmaya çalıştığımda da endişeyle "Hazan." Dedi.

Sesine aldırmayıp bir kez daha öğürdüm, alnımı tutarak bedenimi kavradı. "Hayır tamam geçti." Yeniden öğürdüm, içim dışıma çıkıyordu sanki. Midem ağzımdan gelecekken banyo sesimle doluyordu ve Serdar beni sıkıca tutuyordu. Bir kez daha denedim, o parmakların boğazıma doğru girmesi beni bu hale getirmişti ama bunun için asla ona kızgın değildim. Aksine ne yaptığını neyi anlatmaya çalıştığını anlamıştım ve eminim ki midem boş olmasa çoktan kusardım.

Ona tutunarak hafif eğildiğim yerden doğrulduğumda alnımı öptü. "Tamam, geçti tamam yutkun sadece." Başımı salladım, yavaşça yutkunup ona sokuldum. Ne olacaktı şimdi?

"Sürekli kusmak zorunda kaldığın için artık ağzına herhangi bir nesne girdiği an kusuyorsun. Fark etmedim mi sandın?" Kendine kızgın ve bir o kadar da hararetli sesiyle yutkundum. "Ne zaman?" Ne zaman bunca şeyin farkına varmıştı...

Ensemi kavradı, bulunduğu yeri okşadı. "Parmaklarımı ağzına sokup seni kusturduğum gün. Sonra geçen kıyafetlerini asarken tutmak için askıyı ısırdın, yüzün değişti." Evet, ama bu kadar detaycı olmasını beklemiyordum çünkü Serdar o ara telefonuyla ilgileniyordu.
"Bunu sana yapamam yavrum. Ki sen de yapamazsın." Doğru, bu gidişle asla yapamazsın. Zaten ağzıma alacağım şey ve parmaklar o kadar başkaydı ki şu an bunun ihtimali bile olamazdı.

Suskunluğum yüzümü düşürdü, bu onu daha da konuşturdu. "Ben senden evliliğimiz boyunca böyle bir şey beklemiyorum zaten. Sadece yanımda ol istiyorum. Koynumda ol varlığını hissettir yeter bana." Serdar... Bunu elimden geldiğince yapacaktım zaten.

Yüzümü onun gövdesine yaslayarak sarıldım, o konuştu ben dinledim. "Zaten bir şeyler yaşıyoruz, inan bu bana hayli hayli yetiyor. Sen cinsel bir varlık değilsin bende." Eğildi, başıma örtünen dudaklarından kalın sesi "Ben aşığım sana," diye duyuldu.

"Öylesine bir his değil bu. Ben seni saçlarından çeke çeke kendime bastırmak istemiyorum." Alnı başıma indi. "Seviş benimle Hazan." Derken sanki bana bir sır veriyordu. "Sen sadece seviş benimle. Bırak kendini bana, her koşulda tatmin edeyim seni." Ben yutkundum, o uzanıp yanağımı okşadı.

"Ben zaten tatmin oluyorum senin bedeninde. Farklı bir koşula gerek yok. Seni düşünmek bile yetiyor bana," Büyük ve sert elleri beni okşaya okşaya belime indi, sesi tüylerimi diken diken etti. "Şu halin zaten..." Bu halim, bu çıplaklığım...

Başımı kaldırıp ona baktığımda birden aklıma başka bir şey geldi. "Sağlığın cinselliğimden daha önemli. Sen, her şeyden daha değerlisin." Dese de sözlerine olan sevincim bir yana, gözlerimin içi zihnimle parladı ve usulca mırıldandım. "Serdar."

Oflayarak gözlerini devirdi, başa yana gitti. "Yine ne düşündün sen?" Hafif azarlar tonu bir yana merakla bana baktı. "Yavrum ben sana ne diyorum sen ne yapıyorsun?"
Ellerim...

Başımı onun gibi ama ondan farklı bir hevesle yana eğdim. "Seni seviyorum." Elim yeniden baksırının lastiğine gidince Serdar göz ucuyla elime bakıp tıslar gibi mırıldandı. "Ben daha çok seviyorum."

Tam olarak nasıl yapacağımı bilmiyordum ama eğer ona sorarsam asla göstermez ve geri giderdi. Bu yüzden hamlemi yapıp "Yarın gideceksin." Dedim. "Biz yarına kadar sevişemeyeceğiz ve ben, seni bu banyoda kendi kendine bırakmayacağım." Ben vardım, nasıl o benim cinsel ihtiyaçlarımı karşılıyorsa ben de onunkileri karşılayacaktım.

Elimi baksırın içinden sokup ona ulaştığım an sesim değil ama içim titredi. Büyük sertliği ellerimde, erkekliği avucumdaydı. Serdar bana doğru meyillenip başını arkaya atarken ben elimin altındaki sertliği sıvazlayarak ona baktım ve diğer elimle yüzünü tuttum. "Hazan." Bana bakmadan soluklandı, "Sikeyim." Tavana kaş çatıp derin bir nefes aldı, sertliği elimin altında irileşti. "Lan sikeyim seni!"

Yüzünü okşarken geri çekilmek gibi bir niyetim yoktu. Aksine geri çekilmesin diye baksırın içindeki elimi hızla hareketlendirip onu izlemeye devam ettim. Başı daha da arkaya gitti, itiraz eder sandım ama solukla kaba sesini duyurdu. "İşte şimdi durursan seni çok fena sikerim." Gülümsedim, ben de ıslandım, sözleri kadınlığıma dahi indi, ıslaklığı bana yaydı...

Hareketlenen deriyi sıvazlayarak yüzünü bıraktım ve diğer elimle baksırını indirip ellerini sertçe tepemdeki fayanslara koyuşunu hissettim.
Tısladı, bu defa inleyerek başını bana eğdi. O bana, ben avcumu dolduran erkekliğine bakıyordum. İlk defa bu kadar net gözler önündeydi ve saatler evvel içimde olduğunu bilmek..

Onu ilk defa görüyordum, etkileyici bir hali vardı. Açıkçası normalde midemin bulanacağı bir şeyken konu sevdiğin adam olunca olay bambaşka oluyormuş meğer.
Parmaklarıma sürtünen damarlarını okşamayı sevmiştim. Dokusu, uzunluğu ve git gide sertleşip kızaran haliyle bir elimi Serdar' ın yüzüne çıkartarak onu sıvazlamaya devam ettim. Yüzüne giden avcumu "Yavrum." Diye öptü. Hızlanarak inip kalkan göğsüyle bizi izlemeye devam etti.

Erkekliği o kadar... Yani doğru kelime neydi bundan bir haberdim ama ellerim minik kaldığı damarlı yapısı ve uzunluğu kadınlığımın sızlamasına sebep oluyordu. Korkmam mı gerekiyordu. Neden? Bana bunca zevki tattıran aletinden neden korayım ki? Aksine...

Avuçlarımda atan, ucu kızaran erkekliğini hafif sıkarak aşağıya sıvazlarken Serdar' a baktım. "İyi mi?" Gözlerimi yumdu, başını iki yana salladı. Kaşları çatılmış, sureti sertleşmişti. "Sen sadece dokunsan yeter, ne demek iyi mi?" Bu hali beni mutlu ediyordu. O mutluysa benim dünyam aydınlıktı çünkü.

Erkekliğine dönerek daha da hareketlendim. Onu yeniden yukarı sıvazladım, sonra elimi gevşetmeden aşağıya indirdim ve sonra birden penisinin ucundan firar eden beyaz sıvıya takıldım. Silmek ve yalamak diye ikiye ayrıldı zihnim. Parmağımla dağıtmak istemedim, eğilirsem...

Ani bir kararla dizlerimin üzerine çöktüm ve hareketimle Serdar "Hazan, hayır!" Dese de sözleri kulak ardında kaldı. 
Hızla onu buldum, dilimi erkeliğine bastırarak gövdesinden hareketlenen elimle çıkıntılı ucunu ağzıma aldım, emdim. Soluğu arttı, hırlayan sesi artarak banyoya doldu ve ben bacağına tutunup onda sabitlendim.

Sıvıyı emdikten sonra geri çekilmedim. Hayli açılan ağzımın sıcaklığı ondaydı ve üzerinde hareketlenen dilim onu hem tadıyor, hem de fiziken tanımaya çalışıyordu.
Kadifemsi dokusu, derisi, zonklayan sertliği...

Penisini sıvazlayan elim hızlandı, dilimi aletinin çıkıntılı başında çember hareketiyle çevirerek onu biraz daha emdim.
Hırıltısı, solukları, hali, Serdar' ım...
Omu emmek aklımda olan bir şey değildi fakat düşününce cinsellikten ziyade bendeki anlamı çok başkaydı. Çok özeldi..

Elim hızlı hızlı aşağı yukarı hareket ederken onu emerek yalayarak sevmeye okşamaya devam ettim. Damarı avcumda hissediliyor, aleti beni de kendine çekiyordu.

Serdar soludu, ben onu tam olarak ağzıma almadan onu emdim. Sıvazladım, emdim, sıvısını dilimde gezdirip ağzıma aldım ve tükürüklerimle onu iyice ıslatarak onun için Serdar' da gezindim. Elim hareketlenirken dudaklarımdan çektiğim penis ucuyla dilim gövdesine gitti, dilim damarlarına gezindi, soluklarla tepeden beni izlediğini bile bile ona görsel bir şölen sundum ve bunu yaparken asla utanmadım, çekinmedim. Aksi gibi ne olursa, ne verebilirsem onu yapmaya çalıştım.

Gövdesini ememedim fakat dilimi erkekliğinin her bir yerine değdirerek onu kendinden mahrum etmedi. Sonunda onunla tahrik olan ıslaklığım kendini belli etti, elim yeniden kalın gövdesine giderken dudaklarım yerini aldı, onu en baştan emmeye başladım. Ben ıslanıyordum, o akıyordu. Sona gelmeden, dudaklarımla hareketlenen erkekliği dinmeden elimi erkekliğinden alıp bacak aramdaki ıslaklığıma götürdüm ve kendi ıslaklığımla onu yeniden kavradım.
"Sen-" deyip kesilen sesi şaşkındı. Durmadım, onu emdim, üzerine dil darbelerimi indirirken hızla sıvazlamaya devam ettim. Zevki bir yana dursun hali bambaşka, tavrı inanılmaz değerliydi. Solukları, sertleşmesi, duruşu.. Benim koca siyah devim..

Hızlandım, ellerim durmadan kendi saydam sıvımla onu sertçe okşadım ve bu derin emişlerimle sona yaklaştı. Kasıldı, sertleşti, patlayacak bir ifadeyle "Çekil." Deyişi beni uyarırken gitmek istemeyişime gürledi. "Hazan ağzını çek." Ağzıma akması, ki muhtemelen yüzüme gelirdi. Gitmek istemedim, istemeyişimle elini yüzüme götürerek zorla ona bakmamı sağladı. Ben ona, o çattığı kaşlarıyla en tepeden bana bakarken asla durmayan elim sayesinde patlayarak sıvıyı tamamen göğüslerime akıttı....

                                                                                        💎

Zeminde kayan tabureler neredeyse ıssız olan sokakta yankı buluyor, sessiz muhabbetler et  kokularına karışıyordu. Saat gecenin dördü, hava esintili, sırtıma sarkan saçlarım hafif nemli, ceplerimdeki ellerimle etrafı izliyordum. Serdar yaklaşık iki dakikadır ilerideki bir adamla konuşur, daha doğrusu hararetle ona bir şeyler anlatmak isteyen adamı dinliyordu. Onu dinliyordu, bu sırada sert bakışları her an bendeydi fakat o sertliğin sebebi ben değildim. Her zamanki ciddiyetiydi.

Ona bakmayı etrafı izlemekle birlikte bırakarak önümdeki tabureyi usulca kendime çektim ve yavaşça oturup rahatsızca kıpırdandım. Canım yanmıyordu fakat çok rahat olduğum da söylemezdi. Neticede tabureler araba koltuklarından daha sertti ve bu durum rahatsız ediciydi. Yine de burada olduğuma o kadar mutluydum ki aldırış etmedim. Ki aldırış edeceksem bu başka bir konu olurdu, çok çok daha özel bir konu...

Masaya bıraktığım telefona baktım, saat dördü otuz yedi geçiyordu. Hızlı gelmiştik, çok açtım. Zira etrafa yayılan kokularla bile doymayı arzuluyordum ki bu Serdar varken pek de mümkün değildi. Her koşulda beni tıka basa doyuracağı konusunda adım kadar emindim.

Parmaklarımı çıtlattım, siyah tek taşımı düzelttim ve onu alyansımın kenarında sabitledim. Serdar' a sırtımı dönmüştüm, çünkü saçlarımı savuran sıcak hava o yöne esiyordu ve ben yüzüme gelmelerini istemiyordum. Hem böylelikle kalabalığı da geride bırakmış oluyordum.

Hemen yanımda kayan tabure onun da geldiğinin habercisiydim. Gayri ihtiyar sağıma dönerek mimiklerinin aksine gülümsedim. "Rahat mısın?" Bakışlarını andıran düz sesiyle yanıma oturdu. "Rahatım rahatım." Oturmam konusunda biraz endişeliydi. Daha doğrusu canımın yanıp yanmadığını merak ediyordu ama hiçbir sorun yoktu. Ben sadece bu gerdek adı altında olan olaya biraz fazla anlam yüklemiştim, hepsi bu.

Telefonunu kare masaya, benimkinin hemen yanına bıraktı. "Hala acısız yiyorsun değil mi?" Dursun Amca' da ilk günlerde konusu geçmişti, acı muhabbeti bir tek orada dönmüştü diye hatırlıyorum. Haftalar geçmesine rağmen bunu unutmaması beni tekrar gülümsetti. "Unutmamışsın." Bu mutlu ama bir o kadar da utangaç halimin aksine yüreğimde öyle bir coşku vardı ki yerinde dikleşip bana bakmasına ellerim soğuyordu. Sanki bir yabancıydı da biz şimdi yeniden tanışıyorduk, tabi bununla birlikte onu ezbere biliyordum.

"Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım. Tahmin ettiğinden daha çok şey biliyorum." Gülüşümle gözlerim kısılmadı, öyle bir özelliğim yoktu ama yanaklarımın belirginleştiğini hissedebiliyordum.

Dudaklarımı keyifle ıslattım. "Ona ne şüphe?"
Gözlerimi delen gölgeler bu gecenin fütursuzluğunu unutturuyordu. O çıplaklık denen olgu beni böyle bir anda bile dışa itiyorken umurumda dahi değildi. Ben o utandığım çıplaklığı sadece Serdar' da sevmiştim. Onu emerken, dudaklarımı aletinden almazken.. Şimdi onun gözerinde gördüğüm şey de çok başkaydı. İlk defa, bir başka bakıyordu.

Bakışlarım arka taraftaki köfte arabasına gitti, elimi dizine koydum. "Çok güzel burası." Hemen yanımdaydı, dizim dizinde. Ona dokunurken etrafa ilişen bakışlarım gülümsüyor, hafif esen hava saçlarımı arkaya doğru hareketlendiriyordu. "Pek bir özelliği yok yavrum. Sadece sokak kenarı?" Çattığı kaşlarına omuz silktim. "Olsun." Tahminen hala böyle bir yere gelmek istediğim için şaşırıyordu ama ben böyle şeyleri seviyordum. Özellikle karanlık sokaklarda kayan tabure sesleri beni çocukluğuma götürüyordu.

Serdar' a döndüğümde sakince beni izliyor, sanki bir şey söyleyecek gibi duruyordu. "Güzel işte Serdar." Diye devam edip köfte kokusunu içime çektim. Normalde sevmezdim de sokakta köfte ekmek yemek bir başka güzel geliyordu.

Durgun bakışları yüzümde yumuşadı, bana dokunmadı fakat dudakları "Güzel." Kelimesiyle aralandı. Deyişi banaydı bunu o kadar bariz söylemişti ki anında yeniden gerilen dudaklarım yerini almıştı.
Koskoca adam böyle mahalle kenarında taburede oturmuş... Onu soktuğum durum için daha da gülümsedim, Serdar' a kalsa böyle bir yere gelmezdi de ben istemiştim. Cenaze pilavı ve köfte ekmek arasında gidip gelmiştim açıkçası. Sonra Serdar et seviyor diye köfteyi seçmek durumunda kalmıştım.

Az ileride duyulan erkek sesleri sokakta yükseliyor, köftecinin maşası tezgaha vuruluyordu. "Serdar." Diyerek hala beni izleyen adama döndüm. "Söyle yavrum?" Böyle yerlerde her zaman daha ciddiydi biliyorum ama gece o kadar güzeldi ki kendimi geri çekemden ona doğru biraz daha meyillendim ve arkaya attığım başımla çenemi omzuna koydum. "Bir kere öpeyim mi seni?" İçim nasıl huzurluydu... Hava nasıl güzeldi, saçlarım nasıl salınıyordu, böyle sevincim içimden taşıyordu...

Kaşları afallayan bir ifadeyle çatıldı. "Hazan..." Derken kolu omzumu sarınca ona biraz daha yanaştım. "Yavrum sana ölürüm ben, ama .." Sanki ne diyeceğini o da bilemiyordu ama ben bu insanların aksine onu öpmek istiyordum. Dudaklarından değil, yüzünden. Boğuk ve dolu sesiyle gözlerini bende hareketlendirdi. "Böyle yaparsan eve gideriz."

Biz, çok daha başka olmuştuk bugün..

Kolumu okşayışıyla başımı kaldırarak bir şey diyecekmiş gibi kulağına meyillendim. Hareketim onu bana getirdi. Eğilmesiyle elimi yüzünün diğer tarafına koydum ve yüzünü öptüm.

Dudakları gerildi, temasımla geri çekilmedi ama kolumda hareket eden eli durdu. Bu defa teni bir buseye hareketlenen oydu. Bana yönelip dudaklarını alnıma değdirdi. "Yavrum." Sesi boğuktu, kokumu derin bir solukla içine çekti. "Sen böyle yapınca benim işlerim zorlaşıyor. Zaten banyoda olanları hala sindirmiş değilim, yapma." Bu haline gülümsedim, sesim muziplikle inceldi. "Banyoda olanlar çok güzeldi." Çenesini öptüm. "Sen çok güzeldin sevgilim." Başını hafif hareketlendirdi, gözleri kısıldı. "Güzel olan sensin."

"Hayır." Diye gülerek itiraz ettim. Sonra biraz kıkırdadım. "Hem işim zorlaşıyor dedin." Kolumdaki eli benim "O niye?" Deyişimle hareketlenirken birbirimizden ayrılmadık.

Yeniden soluklandı, pek keyfi olduğu söylenemezdi. "Nasıl bırakacağım ben seni..." Ben böyle hareket edince onda anı birikiyordu, anlayabiliyordum fakat emelim bu anılar altında boğulmak değil soluklanmaktı.

Kemikli dizine ve bacağına tutunup usulca mırıldandım. "Seni seviyorum. Ve zaman çabuk geçer diye bir umudum var."  Bu an bende bir anıyı güne, geceye kavuşturuyordu. Mahallede bir gün bakkalın önündeki taburede oturuyordu. Ben o oturuşu uzun uzun izlemek istemiştim de fazla da göz gezdirememiştim üzerinde. Bacaklarından, dizinden etkilenir mi bir insan? Dizinden etkilenmiştim o gün. Şimdi o heybetli hali bende, benim ellerim onun dizlerinde..

"Serdar Abi." Sözüyle önümüze bırakılan köfte ekmeklere ve ayranlara gittim. "Afiyet olsun abi. Var mı başka arzun?" Tam önümüzde kıpır kıpır duran genç çocuğa gülümseyerek, Serdar' ın bana uzattığı ekmeği aldım ve çocuğa yanıtını dinledim.

Böyle şeylere önem veriyordum aslında. Özellikle garsonlara nasıl davrandığı konusunda daha dikkatliydim ve Serdar bugüne kadar beni rahatsız edecek bir sertlik sergilememişti. Normalde her ne kadar kaba olsa da garsonlara iyi davranıyordu.

Ayrana yöneldi, "Ye hadi." Ekmekten ufak bir ısırık aldım. Tadını geçtim kokusu bile mest ediyordu beni, o kadar açtım ki ikinci bir ekmeği de yiyebilirdim. Serdar ayranımı çalkalayışıyla yutkunarak ekledim. "Serdar pipet var mıdır?" Ben onun aksine öyle içemezdim. Bir an elindeki ayranla durdu, bana baktı ve arkasını dönerek yüksek sesle "Faik." Dedi. "Pipet getir bir tane."

Ekmeğin sonuna gelmek üzereydim. Başım Serdar' ın omzunda, ikinci ayranın başındaydım. "Yavrum doydun mu sen?" O ikinci ekmeği yediği için bana da muamma olarak bakıyordu tabi ama ben neredeyse doymuştum.
Ya da, tamam belki biraz daha yerdim.

Dudaklarımı bilmem diye büküp arkamızda kalan arabaya baktım. Hemen yanına bir araba daha gelmişti ama ne sattığını göremiyordum biraz daha odaklanınca hafif bir heyecanla "Serdar lahmacuun." Diye ekledim. Gülümser gibi oldu, onun halinin aksine yavaşça önüme döndüm. "Kedi eti midir? Vaz geçtim dur ya." Aslında çok da güzel olurdu ama ben sokakta hiç lahmacun yememiştim ki, ya güzel değilse?

"Burada olmaz öyle şeyler." Deyip omzunun arkasından o tarafa bakınca ayrana yöneldim. "Tanıyor musun?" Başını varla yok arası hareketlendirdi. "Fevzi Abi." Deyişiyle tanıdığını anladım. "Kedi değilse yerim." Sonra yarım kalan ekmeğime baktım. "Ama o zaman bunu yiyemem Serdar, günah." Bana döndü, önümdeki az evvel içtiğim suya yönelip yavaşça ayaklandı. "Sen bırak onu ben yerim."

Ekmeği kenara bırakıp biraz ayran içtim ama birkaç saniye sonra fark ettim ki Serdar bu defa da lahmacuncuyla konuşmaya başlamıştı. Nereye gitse biri tutuyor, ne zaman çıksak biri konuşturuyordu ya, bundan artık sıkılmaya başlamıştım. Hayır biz zaten çok çıkmıyordum, hem Serdar' da zaten pek konuşmuyordu, siz tek taraflı ne konuşuyor olabilirdiniz?

İlerideki adamların arasında onu izlemek yanlış bir anlaşmaya sebebiyet verir diye önüme döndüm. Birkaç dakika telefona baktım, önüme gelen saçlarımı inceledim, sonra gelsin artık deyip o tarafa bakıyordum ki yolu yarıladığını fark ettim.

"Ne konuşuyorsunuz iki saattir?" Yanıma geldi, lahmacunları masaya bırakırken "Boşver." Deyip oturunca burun kıvırdım. "Boş vereceğim zaten açım." Lahmacuna uzandım, içine bakıyordum ki ne aradığımı anlamış gibi araya girdi. "Soğan yok." Ucuna limon sıkıp devam ettim. "Hem ne konuşabilirsiniz ki zaten? Seninle dedikodu da yapılmıyor."

İlk ısırığımı aldığımda masaya bıraktığı su ve ayrana bakıp hayretle "Bak sen." Deyişine güldüm. "Ne istiyorsun?" Bilmem, her şey olabilirdi.
Lahmacun güzeldi, konuşmak için bir yudum daha ayran alışımda Serdar devam etti. "Ya da vaz geçtim dedikodu yapacaksan kızlara git ben uğraşamam." E ama..

Ağzımdaki pipeti hararetle çıkartım. "Aşk olsun." Sonra da beni izleyişine dönüp yeniden gülümsedim. "Oktay ne yapıyor?" Bayadır adı bile geçmiyordu merak etmiştim ama Serdar oralı bile değildi. Yarımıma uzanınca dizine sürtünüp zorbaca mızmızlandım. "Iıı Serdaar hadi ama yaa iki dedikodu yapalım." Bana iki cümle kursun istiyordum çok mu? Kimsenin hakkında konuşmuyordu eminim çok şey biliyordur.

Biraz yedi, yüzüme bakmadı ve iki yana açtığı bacaklarıyla su şişesini düzeltti. "Alayda yavrum. Bilmiyorum." Bilmemesi mümkün değildi. "Biliyorsuun." Diye itiraz edip lahmacunun kağıdını koparttım. "Hadi anlat var mı sevgilisi falan?" Yeliz' den sonra ne olmuştu mesela.

Ofladı, baktı, ben de ona bakınca pes eder gibi önüne döndü. "Onu bilmiyorum. Kendi halinde takılıyor." Yetmiyordu, gözlerimi devirdim. "Serdar çok sıkıcısın ama." Biraz daha konuşması lazımdı, iki konuşup susuyordu. Rüşvet mi vermeliydim?

"Yavrum ne istiyorsun?" Omuzlarımı silkip dudaklarımı sıcak lahmacuna yanaştırdım. "Mesela Emir' le Yeliz sevgili ya, alayda Emir' le Oktay birbirlerini yiyor mu? Bizimkiler evlense ne olur?" Oktay gelir miydi düğüne ya da bilmiyorum biraz eğlenir miydik. Serdar yokken karşıma çıkar mıydı acaba.

Serdar' ın "Emir ve Yeliz mi evlenecek?" Demesiyle ağzım dolu olduğundan yalnızca başımı salladım. "Hıı." Bir an yine bana baktı, kendinden emin sesiyle soludu. "Evlenmez onlar." Nasıl?
Hayretle ona döndüm ve yutkunarak kaşlarımı çattım. "Neden? Ciddi misin?" Serdar bir şey söylüyorsa muhakkak altı doludur ama bunu nereden çıkartmıştı şimdi?

Geçiştirir gibi "Öyle." Deyip yarımıma uzanınca bu defa da "Serdar. Ben senin karınım." Diye hareketlendim. Bunu bana söylemesi gerekiyordu.

Sesimden ısrar, halim, bakışım, dizine dokunuşum ve daima onu izleyişimle sonunda yutkundu, "Senin Yeliz aşık değil buna." Ayrana uzandı. "Emir göreve gittiğinde dayanamaz. Emir' de değil gerçi. Öyle sanıyorlar." Yani, göreve gidince dayanamaz mıydı? Ne vardı canım bunda? Aslanlar gibi gidip gelecekti neyime dayanamıyordu?
Düşüncem bir yana, buna o kadar şaşırdım ki bir şey de diyemiyordum. Seviyorlardı, ne demek sevmiyorlardı. Ayrıca Serdar nasıl bu kadar emin olabiliyordu?

Durgunlaşan sesime mani olamadım. "Nasıl anladın?" Tabi Serdar benim aksime umarsızca bir şeyler yiyordu. "Anladım işte. Net bir şey yok." Vardı, illaki vardır ama söylemiyordu. Zaten söylemesin de, tüm keyfim kaçmıştı. "Hadi ya." Diye çıkan sesim hayli üzgündü, başka nasıl tepki vereceğimi bilemedim.

Ayrana gittim, biraz lahmacun yedim, hiçbir şey düşünmeden masayı izledim derken bu defa da "Yeliz seni kıskanıyor." Deyişiyle aniden ona döndüm, hala bir şeyler yiyordu. "Emir' den." İşte buna inanamazdım, Yeliz beni neden kıskansın ki? Kaşlarım çatıldı, yine de sessizce onu dinledim.
"Gerçi ben de kıskanıyorum." Derken bana dönen sureti o kadar düzdü ki "Serdar saçmalama ya." Diye önüme döndüm. Olur mu öyle şey. Şimdi tamamen  saçmalıyordu.

"Dedikodu dedin?" Dedim de, bir şeyleri aklamak ister gibi "Ama bu.." deyip durdum. Bu dedikodu değil saçmalıktı. Yeliz beni Emir' den...
Tamam hadi Yeliz kıskanıyor "Sena peki?" Diyerek yeniden ona baktım. Sena için de kötü bir şey derse yuh derdim.

Bana bakmadan dudak büker gibi oldu. "İyi kız." Bir şeyler daha bekliyordum. Doğrusu onlar hakkında ne düşünüyordu çok merak ediyordum. "Yanlışı doğruyu bilip ona göre hareket ediyor. Çıkarları için değil, karakteri doğrultusunda ilerliyor. Yapmacıklığı ya da kendini sevdirme gibi bir arzusu yok. Benden hala nefret ediyor, hatta bence arkamda küfrediyor." Yani, benim yanımda etmiyordu ama içinden belki de ediyordu.

Kaşlarım hafif havalandı. "Kızmıyor musun?" Bugüne kadar bana kızlar hakkında hiçbir şey dememişti. Konu açılmışken ne varsa sormak istiyordum da aklıma bir şey gelmiyordu.

Sorumla bana döndü, düz ifadesi yüzüme değdi. "Saçını çektim diye nefretini korumasına mı?" Önüne dönerek su şişesine uzandı. "Hayır, haklı." Yani, yine de abartmaya ve uzatmaya gerek yoktu.

"Dediğim gibi çıkarları için kimseye yaklaşmıyor. Hala seni koruyor, bu da hoşuma gidiyor. Seni koruması yani, bana karşı olsa bile." Doğru, Sena tam olarak böyle biriydi, çıkarı olsa bile geri adım atmazdı. İşin bu kısmına bakarsak Serdar doğruydu ama Sena hakkında bu kadar iyi bilen bir adamın Yeliz' e gelince saçmalaması pek bir garipti.

Önüme dönüp bir ısırık daha aldım. "Annem?" Merak ediyordum. Herkes hakkında bir fikri vardı sanırım, öğrenmek de en doğal hakkımdı.
"İyiliğini istiyor, bazı yaşanmışlıklar bazen onu da sıkıyor. Bu durum haliyle sözüne ya da davranışına yansıyor ama annen sonuçta. Seni seviyor dememe gerek var mı?" Doğru, her bir tahmin ya da gözlem, bu her neyse doğruydu. Hatta bana göre annemin de babamdan kalma psikolojik sorunları vardı. Arada bana yükselmelerini buna bağlıyordum.

Ben "Emir?" Dedim. Serdar "Seni kardeşi gibi görüyor." Diye devam etti. "İyi adam, bir zararı yok. Ama erkek işte, ben yine de yanında durmasından pek haz etmiyorum." Serdar' ın bizi kıskanmasına artık alışkındım da evet Emir bana başka bir gözle baksa bunu anlardım. O ve Tuğrul bende çok başka yerlerdeydi sanırım onun hakkında aksi bir şey duymayı kaldıramazdım. 

Yemek yemeye devam edip "Tuğrul." Dedim, çünkü onu da merak ediyordum. Şu an bana göre fal gibi bir şeydi bu. "Büyüyünce Vural' ı siker atar o. Hırslı puşt, zeki de. Ama işi ibneliğe vuruyor o ayrı. Sana da baya hayran." Dudaklarım gerildi, hoşuma giden şey zeki oluşundan ziyade bana hayran oluşuydu. Önemi yok, ben de ona hayrandım.

Lahmacuna biraz daha limon sıktım, masaya yaslandığım yerde lila pipetimle ayran içtim. "Ayça?"

"Bu saatten sonra kendinden başka kimseye zararı olmaz onun. Senden sonra kendi halindeymiş, ortam hayatı bitmiş. Senin arkadaşın diye bir ara baktırmıştım." Yani, ben çekilince öyle sabahlara kadar eğlenecek kimse kalmamıştı. İnsanlar değişikti, kimseye güven olmuyordu haliyle Ayça' da kimseyle içip içip sokak kenarlarında sızmıyordu. Yani bu da doğruydu, Serdar yine doğruyu söylüyordu ve bunlar beni donuklaştırıyordu. Tüm bunları bilmesi, herkes hakkında bir cümle de olsa bir fikri olması beni Yeliz olayında karıştırıyordu.
Doğru olmasını istemezdim.

Serdar' ın çevresine gitmek istedim. "Azat?" Az evvel benden alıp içtiği pet şişeyi avcunda ezerken hala biraz su kaldığını fark ettim. Susamıştım, içmek için elime uzandım. Şişeyi bana bırakarak devam etti.
"Ben sadece ona güveniyorum, zamanla sen de anlarsın." O kadardı yani, daha doğrusu bu kadardı. Tek bir cümleyle kestirip atacak kadar dürüst ve güvenilirdi Azat öyle mi? Öyleyse bu hoşuma giderdi, zaten aksini de düşünmüyordum Azat' ı ben de sevmiştim.

Başıma diktiğim suyu indirdim ve yüzümdeki alaylı gülüşle ona döndüm. "Ya ben?" Bana doğru eğildi, gözlerime baka baka "Eve gidelim." Deyince kendimi tutamadan daha da gülümsedim. "Onu evde uygulamalı anlatacağım sana.." Hep lafta, yoksa şu ara benimle sevişemeyeceğini biliyordum ama yine de gözlerimi devirip utançla önüme döndüm. "Sus Serdar." Yanaklarıma giden kan onun arsızlığının aksine beni kızartı.

Sanki bir saat evvel onu emen ben değilmişim, birkaç saat önce altında kıvranan ben değilmişim gibi... Biliyorum, yine de yeri ve zamanı terse işleyince şu utancı kenara bırakamıyordum. Serdar' ın bana bakışı bile delilikti, onun o yüzü, gözleri bile kalbimi süratle iten bir histi.

"Kocaya sus denmez." Kendinden emin ve hafif azarlar sesine aldırmadım, ciddi olduğunu düşünmüyordum bu yüzden aynı keyifle gözlerimi devirdim. "Sen konuşacaksan böyle, ohoo oo." Dudağımın kenarını peçeteyle silip ekledim. "Kalkalım hadi." Tabure sertti, oturduğum yerde canım acıyordu artık. 

Yerinde dikleşti, telefonu masadan alıp cebine koydu. "Bitir öyle kalkalım." Lahmacunu kast ediyordu fakat artık bitmeyi bekleyemezdim. Hafif hareketlendim. "Yolda yerim. Kalkalım lütfen." Araba arka sokaklarda bir yerdeydi, yürürken yerdim daha güzel olurdu hem.

Israrımla "Ne oldu?" Diyen sesi daha da ciddileşti, yüzümü ekşittim. "Otur otur acıdı, tabure sert." Batıyordu sanki. Sesimle birden hareketlenip "Yavrum niye söylemiyorsun." Diyerek doğruldu ve kolumu tuttu. "Kalk." Ben kalkarken bakışları üzerimdeydi de "Sen dur arabayı getireyim." Deyişine itiraz edip lahmacunumu aldım. "Yok ben de yürümek istiyorum biraz Serdar. İyi gelir. Ayranı tutar mısın?" Masadaki ayranı alıp ona verdim, "Ver." Diyerek tutunca masanın üzerine bıraktığı bahşişle kolu omzuma indi.

Romantik mi bilmem ama ben böyle değişik şeylerden hoşlanıyordum. Şu an mesela, karanlık bir sokakta ellerimizde lahmacun ve ayranla arabaya ilerlemek lüks bir restoranın terasınsa bana aşkını itiraf etmesinden çok daha değerliydi.
Ya da bol yıldızlı bir otelde tatil yapmaktansa onun bahçesinde, kollarında durmayı yeğlerdim. Böyle ucuz, ama kaliteli anları seviyordum.
Sokak kenarında bir şeyler yemek gibi.
Balkonda bakışmak gibi,
Aynı şişeden su içmek, aynı evde kaçamak bakışlarla birbirimizi kovalamak ve şehirleri sokaklara çevirmek gibi..
Arşı, aşkı saçan bir suretle indirmek gibi..

....

Ekim geliyordu, havanın soğukluğu bundandı da buralar birkaç gündür bir başka serindi. Hele gece vakti, böyle ıssızlıkla birbirinin tamamlayan karanlık da olunca insanın içi titriyordu. Serdar' a giderken kollarımı birbirine bağlamam da bundandı.

"Gel buraya." Ketum sesi sabahın ilk ışıklarında bana denkti. Kolumdan tutup beni kendine çekişiyle sıcak ve cüsseli bedenine ufalarak iliştim. "Ya üşümüyor musun Serdar?" Neredeyse birbirine vuracak olan dişlerim ile Serdar' ın aksine ben durdukça üşüyordum.

Onunla eve doğru adımlamaya başladım. "Soğuk değil yavrum." Bu umarsız haline, ne var ki der gibi çıkan sesine göz devirdim. "Hııı tabi." Gayet de soğuktu, üşüyorsam soğuktur?

Cebinden çıkarttığı anahtarla kapıyı açtı, aralanan kapıyı geriye doğru iterek bana meyillendi. "Geç, ben ısıtırım şimdi seni." Sarılıp uzanırdık, hayaline bile o kadar hoştu ki dudaklarım sert olsa da imalı sesine gerildi, başımı muzip bir gülüşle yana eğerken hızla içeriye adımladım. Ev dışarıya göre hayli sıcaktı tabi. Ha yine de beni ısıtması gerekiyor muydu? Evet.

Sıcak parkeler, haftalardır geçmeyen yeni eşya kokusu ve az ileride güne doğmak için belirginleşen güneş koca salonda şahane bir görüntü sunuyordu. Hemen arkamdan adımlayan Serdar' ın da varlığıyla... Hissettiğim huzur gözlerimi gayri ihtiyar yummama sebep oldu. Bir günün doğuşu insanın içini bu kadar yumuşatır mıydı? Veyahut parkelerden yükselen o ufak sesler? Benim içime işliyordu işte; onun varlığına denk güneşin doğuşu, uzun camlardan görünen bahçe...

Sessizliği bozan ufak bir melodi olmuştu. Onda çalan telefon aynı zamanda cebimde bir kere titreyen telefona karıştı ve benim aksime Serdar' ın "Ne var?" Diyen sesi geniş salonda duyuldu.

Yavaş adımlarla ilerledim, koltuğa bir nevi yayılarak onu izledim. Bir eli erkeksi bir salaşlıkla beline gitti, bana bakan kaşları aradaki uzun mesafeye rağmen çatıldığında çenesini usulca iki yana hareketlendirip "Kim?" Dedi.

Yüzümde değen bakışlar yabancılaşıyor, onun bu anlamsız öfkesi bir anlık hücumla içimi kemiriyordu. "Ne zaman?" Diyerek bana doğru hızla adımladı, sonra da yüzüme baka baka öfkeyle telefonun ucundaki kişiye bağırdı. "Burada mı!" Oturuşumu bu sert tavrı karşısında düzelttim. Gözlerim onun kadar olmasa da bir öfkeye gidiyordu.
Derdi neydi şimdi?

Sabahın saat altısında aldığı bir telefon onu bu denli sinirlendirmiş ve her neyse "Yolla adresi." Diyerek elini bana uzatmıştı.

"Ver telefonunu." Yüzüne bakmaya devam ettim. Konunun benimle, daha doğrusu benim telefonumla ne ilgisi olabilirdi? İfadesiz ve afallayan halim onu daha da öfkelendirdi, tok sesi salonda yankı buldu. "Ver dedim!"

Bir şeylerin kırılma sesini duydum fakat bu ses öylesine içimden geliyordu ki bir başkasının bunu duyması imkansızdı. Tazelenen öfkesi de bakışı da beni bertaraf edecek güce sahipken uzanıp cebimden çıkarttığım telefonu bana yönelttiği güçlü ele bıraktım.

O öfkeliydi, ben de öfkeliydim ama neyin ne olduğunu bilmeden bir yanıt bile veremiyordum. Bilsem, tüm bunların sebebi hakkında en ufak bir fikrim olsa oturmaktan başka şeyler de yapardım ama maalesef ki bu öfke beni şaşkınca susturuyordu. Ki öfke değildi sorun, sorun bunun ardında değişen gözleriydi.

Gözlerimi kaçırdım. Yüzüne bakacak cesaretim olmadığından aldığı gibi ekrana giden eline gitti bakışlarım. Durdum, birkaç saniyenin ardından iyice çatılan kaşlarına baktım. Dudakları öfkeyle aralanırken aramayı sonlandırarak elindeki telefonu sallaya sallaya bana baktı. "Bu ne?" Yüzüm mazlumca değişti, olanlardan bir haber omuzlarımı kaldırdım. "Ne ne?" Ben hiçbir şey yapmamıştım ki?

Bu defa "Lan bu mesaj ne!" Diye yükselen sesle başımdan aşağıya bir koca kaynar su yedim sanki. Konu eğer mesajsa ben hiçbir şey yapmamıştım, bir şey hariç...

Yüzümden bir şeyler anlamış olacak ki öfkeyle arkasını dönerek büyük adımlarla ilerledi. Emin olmasan sadece bir tahminim vardı. "Ne olmuş?" Mırıltılı sesimin hemen ardından telefonum az ilerideki duvarla parçalandı, "Elinin körü olmuş!" Yankı bulan sesi saç diplerimin bile diken diken olmasına sebep oldu. O adam, o mesaj, ben..

Parçalanan telefonun ardından çelik kapıya yönelen hızlı adımlarına sesimle bile ulaşamadım. Gitti, ne konuşmaya, ne anlatmaya bir dakika fırsat bırakmadan o hırsla çektiği kapının ardından öylece gitti. Gerçi seslensem de dönmezdi, o öfkeyle ne olurdu bilmiyorum ama ne olmazdı biliyordum. O öfkeyle henüz bana gelmezdi.

Telefonumu parçaladığı için ne ona ne de bir başkasına ulaşmam söz konusu değildi. Zaten ulaşmak gibi de bir derdim yoktu ama keşke gider ayak bunu yapmasaydı.
Az evvel ütülediğim tişörtümü giyerken telefon parçalarını koltuğun kenarına bıraktım. Bu kaçıncıydı, geldiğimden beri sürekli bir telefon vakası yaşıyordum ve bu durum artık cidden sıkıyordu. Ne oluyorsa telefonuma oluyordu, kabak hep bana patlıyordu.

Koltuğa uzanarak başımı kenarına yasladım. Biraz ütü vardı üzerimi değiştirdikten sonra onları yapmıştım saat da ona geliyordu. Biraz uykum gelmişti, keyfim de yoktu ama abartılacak bir şey olduğunu düşünmüyordum. Gelirdi, biraz tartışırdık ama sonra düzelirdik. Bu akşam gideceğini bile bile benden ayrı kalmazdı, benim de gönlüm buna razı gelmezdi.

Yaslandığım yerde çıplak bacaklarımı uzatarak başımın altını düzelttim. Uyuyordum, gözlerim uykuya gidiyordu ki açılan kapı beni bedenen olmasa da zihnen kendime getirdi. Anahtar şıngırdadı, koynumda bağladığım kollarımı çözmeden güya uyumaya devam ettim. Bana adımlıyordu ve ben hissiz olacağım diye direnirken aslında tüm heyecanımı bastıra bastıra zaptetmeye çalışıyordum.

Onun gözetimi altında sakin durmak, kendimi bastırmak hayli zorlayıcıydı. Yine de bu halimi bozmadan, gram kıpırdamadan sadece bekledim.

Anahtar sesi giderek kayboldu, adım sesleri yitti  derken her neredeyse orada durup beni izlediğine emindim ama o konuşana kadar ben de konuşmak istemiyordum.
Adım sesleri yeniden duyuldu, varlığını hissettiren hamleleriyle tahminen bana doğru gelirken sakin soluklarımı devam ettirdim. Uyuduğum konusuna bana inandığını sanmıyordum. Ki bunu beklemiyordum da. Ben sadece biraz kırgındım bir açıklama ya da özür bekliyordum çünkü ne olursa olsun böyle bir günde o bağırışı da tavrı da hak etmemiştim.

Beklediğim hareket ellerini koltuğun iki yanına koyup bana doğru eğilmesiyle gerçekleşti. Dudakları neredeyse yanağıma değecek gibi bir yakınlıkta, kokusu içime dolarken kalbim feryatla çarpmaya başladı.

"Sen benim karımsın." Diyen sesi düz ve bir o kadar da toktu. Durdu, bu birkaç saniye beni daha da gerdi fakat aynı tonda "Canımsın." Deyişinde bedenime bir ateş sarıldı sanki. "İtin biri gelmiş," Kendini zor tutan sesine yutkunmak isteyip yutkunamadım, onu dinlerken titreyen kirpiklerim bile sesinin tonundan hayli ürperiyordu. "Sana uzun uzun küfretmiş, bir de üstüne telefonunu heklemeye çalışmış." Ne? Benim de mi? Şaşırdım, şaşkınlığımı yuttum.

"Sen dün bizim nikahtan önce küfretmişsin buna." Deyişiyle başı sanki hayırdır der gibi sağa hareketlendi, usulca dilimin ucunu ısırdım. "Bir şeyler olmuş yani." Böyle tepemde zebellah gibi dikilmiş düşmana sorar gibi hesap soruyordu resmen.

"Ve benim bundan hiç haberim yok?" Yok, zaman olmadı. Gidecek olmasa söylerdim illa ama gidecekti gider ayak bunu mu söyleseydim? "Neden diye de sormuyorum artık." Hareketlendi, bu durumdan asla memnun değilmiş de hatta nefret edermiş gibi "Sen böylesin." Deyip yerinde dikleşti.
Yüzünün aldığı ifade sesinden bile belliydi ben şimdi buna ne diyebilirdim ki?

"Bak benim bunları bilmem gerekiyor. Anlıyor musun?" Bu defa bağırmıyordu ama bağırmamak için kendini sıktığı bariz belliydi. Öfkeyle yanıma oturdu, oturuşuyla koltuk hareketlendi.

Arkamdaydı, sırtım ona değerken susmak istemediğimden kendimi ifade ederek mırıldandım. "Evleniyorduk, sonra da gidecektin zaman olmadı." En güzel günümde bunu ona açmak istemedim, biliyordum zehir olacaktı.

Derin bir nefes aldı, verdi. Aramızda geçen ve bana göre kaskatı olan bu sohbet onun "Gel." Deyişiyle bir an yumuşar gibi oldu. Kolunu boynumla koltuk arasından geçirdi, yeniledi. "Gel." Gitmedim, elini bağrıma koyup ekledi.
"Gel sakinleştir beni, sikicem yoksa evi barkı." Bir an kendime mani olamadan kapalı gözlerimle gülümsedim. Nasıl sinirliydi, öfkeden elleri kaskatıydı da hala gel sakinleştir diyordu.

Siniri geçsin diye, biraz da özledim yeter bu kadar ayrı kalmak diye kalçalarımı geriye doğru hareketlendirip ona doğru yaslandım. "Küfrettim bitti sandım." Sinirini anlıyordum, hatta ona hak veriyordun ama ben nereden bileyim bana saracağını, bilseydim yine de söylemezdim gerçi. Bir kere daha söverdim ama bu defa telefonda, bağıra çağıra.

Eğilerek başımı öptü. Kolu göğüslerimin altından belime dolanırken sakin soluğu saçlarıma karıştı. "Sena olayı kapandı. Fotoğraflar yok, bir daha rahatsız etmeyecek, Azat ilgileniyor." Eli de, öpüşleri de bu otoriter sesi gibi sertti ama beni rahatsız olmuyordum. Onun sertliği, hatta az evvelki tavrı aksi gibi tahrik olmama sebep oluyordu.

Etkilenmeyi kenara itip kaşlarım çattım. "Siz gördünüz mü? Fotoğrafları yani." Çünkü eğer görmüşlerse bu hiç hoş değildi. Ayrıca konuya Azat'ın da dahil olması bence Sena'nın hiç hoşuma gitmeyecekti.

Onun da kaşları çatıldı. "Hayır tabi ki. Sen de bir daha böyle şeylere bulaşma. Ben sana bana gel demekten sıkıldım." Haklıydı, beni hareketlendiren soluğum da ona hak veriyordu ama bir kez daha "Gideceksin zaten." Demeden de edemiyordum. "Bir de bununla ilgilen istemedim, hallederdim ben." Böyle zamanımızı çalacaktı işte, istemiyordum.

Alnını başıma dayadı, "Söz ver." Sıkıntılı sesinden onu anladım, kendimi tamamen ona bırakıp gözlerimi yumdum. "Söz." Söz, bundan sonra her koşulda, ilk sen...
"Ben yokken Azat." Sen yokken.. Umarım yokluğunda zaman su gibi akıp giderdi, yine de söz. sen yokken Azat.

Başımı sallayıp beni kendine çekmesine müsaade ettim. "Sena gitti demişti, yani ona öyle söylemiş, gitmemiş mi?" Yalan söylemiş, aksi olsa şaşardım. Serdar' da beni "Gitmemiş." Diye onaylayınca başımı yeniden hareketlendirdim. "Anladım." Neyse ki fotoğraflar silinmişti, mesele tamamen hallolmuştu.

Yüzüme doğru eğildi, dudaklarını şakaklarıma bastırırken diğer kolunu da arkadan bana doladı. "Canın acıyor mu?" Öfkesi sanki epey geçmişti, birkaç dakikanın ardından tahminen o da kalmazdı.

Dudak büktüm. "Sızlıyor biraz, uzanmak iyi geldi." Başını kaldırıp yeniden soluklandı, sonra oflar gibi hareketlenip bacağını koltukla arama uzattı. Böyle arkamdaydı ya, yüzünü göremesem de çekip gitmek yerine kalması hoşuma gitmişti.

Serdar' a yaslandım. Yaslanmak yetmeyince önce göğsünde hareketlendim, sonra yavaşça ona dönüp  koynuna sokuldum.
Bilmiyorum sadece böyle anlarda değil mütemadiyen böyleydim ben. Her zaman onda kendim için bir yer bulmak istiyor, beni sarması için çocukça hamleler yapıyordum ama bu çocukluk değildi.
Ruhum açtı sanki.
Benim ruhum onun sevgisine hep açtı.

Kıpırdanışım onu da hareketlendirdi, kollarımı sırtıma "Seni çok seviyorum." Diye mırıldanarak sardı.
Biliyorum siyah devim...
Eğilerek başımı kavradı, saç diplerimle birlikte başımı ovarken kelimeleri bir bir bana doldu. "Bu her zaman böyle, ne kadar sinirli olursam olayım sen benim canımsın, yavrumsun, her şeyimsin." Güçlü parmaklarına kapanan gözlerim, gevşeyen bedenim, bağrımda gerilen dudaklarım...
Biliyorum siyah devim, biliyorum.

"Bunu unutma olur mu? Özellikle sinirlendiğim anlarda, istemeden seni kırdığımda aklından hiç çıkmasın." Ah bu başımı öpüşleri, benim için kendini bana açışları yok mu.. Her defasında insanın yüreği böyle okşanır mı sevgilim...

Başımı sallayışım onu yeni bir cümleye itti, bu boğuk ses bu defa beni sıkıca sararken kaşlarını çatıp bana kendini yeniden açtı. "Ben sana kızdığımda, bağırdığımda kendimden nefret ediyorum." Şaşırmam, yalan değildi bunu görebiliyordum. Misal şu an beni kollarına alması da buna dahildi. Serdar çok sinirli bir adamdı, ilk günden beri bu hiç değişmedi. Bu değişmedi, benim ona olan sevdam hiç bu yüzden yitmedi.

Son gibi "Ama bunu durduramıyorum." Deyişiyle başımı kaldırıp bir an gözlerine baktım. Suç mahali, veryansın hali, kendine öfkesi.. Ne varsa bu koyuluklarla benim için toplanmıştı sanki...

Usulca kapanan gözlerimle dudaklarına iliştim, sesim buğulu "Az evvel." Yutkundum, içim titredi. "Eve girerken." Temasla öpüşen dudaklarımız birbiriyle oynuyordu, ben susmadım. "Beni ısıtacağından bahsediyordun, ısıtsana içimi sevgilim." Sadece sar, sarıl, dokun.. ben senden de, hayattan da başka bir şey beklemiyordum.
Kendimi bıraktığım dudaklar bana en güzel cevabı sunarken ısıt dediğim kollar kendine mühürledi beni. Öyle bir aldı ki koynuna, öyle bir öptü ki ağaç dallarında salınan kuşlar yapraklara sürtünerek tohumları yerlere sere sere göğe kanat çırptı...

.....

"Ya o sinirle gidip dondurma almışsın. Sen cidden  aşıksın bana." Pudingleri tezgaha koyarken dondurmadan bir kaşık daha alarak sim kartımı yeni telefonuma takan Serdar' a döndüm.
Oralı bile değildi, kaşlarını çatmış sadece elindekilerle ilgileniyordu. Bu halinin ise yeni numaramla ilgili olduğumu sanmıyorum. Çünkü o geçen aldığımız hattı kullanacaksın dediğinde ben  üstelemeden kabul etmiştim.

Serdar bana bakmayınca ben de dudak bükerek önüme döndüm. Birlikte bisküvili pasta yapacaktık, öpüşürken canım istemişti kalkıp mutfağa gelmiştik. "Oldu bu." Deyip telefonu tezgaha bıraktığında ben bir yandan dondurma kaşıklayıp diğer yandan tencerede süt ve pudingi hazırlıyordum. "Serdar mutfak masasını değiştirmek istiyorum ben."

Arkama geldi, ben tel çırpıyla sütlü karışımı karıştırırken belime sarılarak başımı öptü. "Ne istiyorsun onu yap." Yani, zaten yapacaktım sadece haber veriyordum. Elimi yüzüne doğru kaldırarak eğilişiyle keyifli bir halde onu öptüm. "Bisküvileri borcama dizer misin?" Dizecekti, odadan mutfağa el ele gelirken söz vermişti.

Başını sallayarak az evvel yanıma bıraktığım borcama ve açılmamış bisküvilere yöneldi. Yan yanaydık, hala dondurma kaşıklarken Serdar' ın hamlesiyle gözlerimi devirdim. "Serdar' ım kırma ama onları yaa."

Başını bana çevirdi, düz bakışlarından sonra umursamaz bir tavırla önüne döndü. "Yavrum alt tarafı iki tane." Sonra parmaklarını sert ve seri bir şekilde kullanarak paketi tamamen açtı. O hızla tezgaha düşüp kırılan üç bisküviyle daha bakışları yeniden beni buldu. "Yani, belki beş."

O kadar kabaydı ki bisküvi paketini bile açarken zarar ziyan veriyordu. Asıl işin ilginci, bu kabalığın aksine üzerimde gezinen parmaklar bana hep yumuşak davranmıştı.
Kenarı kıvrılan dudağım en güzel anların ortasında, regl olduğumda ağrıyan göğüslerimi okşayışındaydı. Ocağın altını biraz daha açıp onu bisküvileriyle beni de onunla baş başa bıraktım.

Yaklaşık bir dakika sonra kaynamaya başlayan pudingi hızla karıştırırken hala sebepsiz gülüşümü bastırmakta zorlanıyordum ama Serdar kenara bıraktığı bisküvileren bir tanesini daha kırınca kıkırdayarak ona baktım. Orantısız güç, evet sorun tam olarak buydu.

İstemsizce gerilen dudaklarım keyifli bir hal almış, bakışlarımdaki tatlı azar yerli yerindeyken sol elimi bir teyze edasıyla belime götürdün. "Ne yapıyorsun Serdar?"
Havalanan tek kaşıyla bana döndü, ellerini sağa ve sola olacak şekilde uzun boşlukla tezgahın kenarlarına bıraktı. "Bisküvili pasta."

Bu iş bilmez ama asla suçunu kabullenmez hali beni daha da gülümsetti. Yavaş yavaş pudingi karıştırmaya devam ederken azarlar gibi ciddiydim, kırılan bisküvilere bakıp soludum. "Daha çok onlara eziyet ediyormuşsun gibi duruyor."

Tezgahın diğer ucundaki pakete uzandı. Sakin bir tonda "Tamam kızma." Derken elindeki uzun dikdörtgen paketin açma yerini arıyordu. "Yenisini açarız."

Biraz da olsa ciddi hali, paketi açması, çıkartıp tezgaha koyması.. Serdar' la bir şeyler yapmanın ne kadar keyifli ve zararlı olduğunu fark ediyordum. Elimin altındaki çırpıyı hızla hareket ettirirken bir diğer elim öylece tezgahtaydı ve bu defa sesim hafif ciddiydi. "Onları da kırarsa döverim seni Serdar."

Paketi açıp yeniden tezgaha koydu, yavaşça eğildi ve yüzüme bakmaya başladı. "Dövsene beni Hazan' ım." Sesi alaycıydı ama henüz kendimi ona kaptırmak istemiyordum. Bu yüzden yerimde yükselerek yeniden işime odaklandığımda onun tebessümünün aksine ben epey kıkırdıyordum. "Vallahi bir döv de kendime geleyim yavrum." Sanki dövebilecekmişim gibi.

O, paketteki bisküvileri bu defa daha dikkatli çıkartarak kenara dizerken ben de alaylıydım. "Ay kıyamam ben şimdi sana." Ocağın altını kapattım,  buzdolabına ilerledim. "Ay unuttum, ben muzları doğrayayım sen bisküvileri diz."

Onu görebiliyordum. Önüne bıraktığım kare borcama ve hemen yanındaki bisküvilere bakarak sesini imayla yükseltti. "Emredersin komutanım." Bu haline daha  sesli keyiflenip muzları soymaya başladım. Kendi kendine söyleniyordu ama yapıyordu ya, böyle içimdeki çocuk aramızda gezinip heyecanla el çırpıyordu.

Yüzü ciddileşti. "Şu hale bak amınakoyim." Derken bisküvileri tek tek borcama diziyordu. "Evliyim, karıma yüzbaşıyım, askerim diye ego kasmam falan gerekiyor. Ben gelmiş pasta yapıyorum." Deyince bu defa kahkahalarımla Serdar' a ilerleyip kaşlarımı kıyamam dercesine çattım. "Oyy."  Kollarımı bana dönen adamın boynuna dolayarak ayaklarımın üzerinde hafifçe yükseldim.

Bedenine sarılmaktan ziyade boyundan ötürü sanki tutunuyordum ama ziyanı yoktu. Neticede hafif gerilen dudakları ve parlayan gözleriyle onu öpmem için eğilirken keyifli görünüyordu ve önemli olan da buydu.
Dudaklarım çok kısa bir an dudaklarını buldu, kolları belimde, yüzü yüzümde, ben yeni dünyamın ilk gününde evlilik bu mu çıldıracağım diye içimden avaz avaz bağırıyordum.

Gülümseyen halim daha da yayıldı, "Sen alayda yüzbaşısın." Diyerek bu defa yüzünün sağ tarafına öptüm ve burnumu boynuna sürterek incelen sesimle devam ettim. "Evde benim Serdar' ımsın." Hafif geri çekildi, yanaklarımı kavradı. Kaşları çatılsa da gözlerindeki mutluluk buna tersti ve beni mest etti.  "Sadece senin Serdar' ınım." Başını yavaşça iki yana salladı. "Bir sana böyleyim..." gözlerindeki bu ima, inanamıyormuş ama içi gidiyormuş hali..
Ah, siyah devim..

Görebiliyordum, benim olduğunu ya da onun olduğumu bilmesi Serdar' a da ciddi bir huzur veriyordu ve ben, bunu gözlerine bakarken okuyabiliyordum. Kendini hiçbir zaman büyük görmeyişini, bir dediğimi ikiletmeyişini, egosuz oluşunu ve nicelerini her daim seviyordum. Serdar bu gücün, bu maddiyatın ardında karakterini koruyan nadir adamlardan biriydi benim gözümde. Böyle bir adamın kocam olmasıysa tamamen şanstı. Serdar benim bu hayattaki en muntazam şansımdı.
Benim güzel siyah devim..
Kaşı façalı, şakağı yaralı, yakışıklı, korumacı devim.
İki metrelik koca devim...
Her şeyden önemlisi benim devim..

Gözlerimi gözlerinden almadım, tüm benliğimle onu onaylarcasına başımı hafif hafif salladım. "Sadece benim."

Puding soğuyacaktı. Belimdeki elini tutarak ikimizi de tezgaha yönelttim. "Hadiii. Soğumadan yapmamız gerekiyor." Ben hala kaynar olan kakaolu pudingi karıştırdım, Serdar arkamdan elleri belime dolayınca mızmızlanarak başımı yana eğdim.
"Hani birlikte yapacaktık ama."
Ben kepçeyle bisküvilerin üzerine azar azar puding dökerken Serdar "E bisküvileri açıp dizdim ya yavrum." Diyordu. Gülerek tezgahtaki kaşığı ona doğru uzattım. "Yaysana hemen."

Kaşığı sessizce elimden aldı, önce elinden geldiğince pudingi yaydı. Daha sonra üzerine ikinci bir bisküvi katını birlikte dizdik ve bu süreçte bedenini asla ayırmadı benden. Dilimlediğim muzları hizayla dizişlerimizi, bisküvileri kırmadan üzerine bırakışlarını, birlikte boşlukları kapatmayı keyifle izledim. Sırtımda geniş göğsü, belimde kasıkları, kalçalarımda bacakları, omuzlarımda bedeni.. Böyle tatlının kokusuna harmanlanan kokusu beni tama ederken ellerine dokuna dokuna, ona sokula sokula anın tadını çıkarttım.

Kalan son muz dilimini de pastanım üzerine bırakarak "Tamaam." Dedim. Bitmişti, Serdar borcamı az  ileriye ittirerek soludu. "Gel artık yeter." Elimi tuttu ve ben daha ne olduğunu anlamadan kapıya doğru ilerlemeye başladı. "Saçma sapan işler, daraldım ben. Uzanalım biraz." Oysa ben keyif almıştım? O sevmemiş miydi?

"Aşk olsun." Diyerek kaşlarımı çattım. "Ben sevdin sandım." Koltuğa ilerledi, oturur gibi uzanarak beni de üzerine çekti. "Sadece seninle olmayı seviyorum." Yönlendirmesiyle üzerine uzandım. "Başka türlüsü çekilir gibi değil yavrum." Yeniden bana sarılması ve beni kendine bastırması o kadar hızlı olmuştu ki haliyle biraz garip gelmişti. Sonuçta daha birkaç saniye evvel mutfaktaydık.

"Yoruldun mu?" Diyerek bedenimi yukarıya çekip yüzünü boynumla yüzüm arasına bıraktı. Dışarıdan öğlen güneşi vuruyor, Cesur havlıyor ve kuşlar cıvıldıyordu. Yorgun değildim de çok erken kalkmıştım ya böyle birden yatınca mayışmıştım. Başımı diğer tarafa çevirdim.

"Ne o Serdar benden kurtulmaya mı çalışıyorsun?" Kaşları çatıldı, başını arkaya attı. "Bu nereden çıktı?" Omuz silktim. "Uyu falan diyorsun sanki. İstemiyorsan gider uyurum yukarıda." Duraksadı "Ne saçmalıyorsun sen?" Diyen sesi gerilince sessiz kaldım.
Şaka yapıyordum.

Kalbi hızlandı, azarlar gibi çıkan sesiyle "Saçma sapan iş yapma. Bu dediğine sen inanıyor musun?" Beni izlemeye başladı. "Ne demek kurtulmak? Yukarıda uyurum ne lan?" Sustuğumdan mı bilmem sesi daha da yükseldi, kabalaştı ama umurumda değildi. Başımı diğer tarafa çevirerek homurdandım. "Hıııh."

"Sana diyorum." Azarlar sesiyle yukarı doğru kaydım, boynunu öperek gözlerimi yumduğumda bana dönüp alnımı öperek soludu. "Aferin, aferin Hazan. Yap yap öp sonra. Sik at devrelerimi yavrum aferin." Hala sinirliydi ama yumuşamıştı belli. Sırıtarak bir kez daha öptüm, elimi bağrına koyup göğsünü okşarken gülümseyen dudaklarımı çenesinide gezdirdim.

"Bir iki saat uyusam mı?" Başını salladı. "Uyu bakalım." O ne yapacaktı? "Sen?" Dememle dudaklarını yeniden alnıma bastırdı. "Ben iyiyim böyle." O da kalacaktı, ne ala.. Gözlerimi yumdum, başımı usul usul sallayarak "Serdar dün." Diye mırıldandım. Konuşmak istiyordum, dünü.

"Dün, bugün." diye beni onayladı. "Banyoda yaptığını asla unutmayacağım." Onu ağzıma almamdan söz ediyordu ve ben utanmıyordum, çünkü şu an onun için ıslanıyordum. Onu arzulayan bedenim onun için arsızlaşıyordu..

"Ben de dün üzerime titreyişini asla unutmayacağım." Diyerek omzunu kavradım ve onu okşayarak yüzünü öptüm. "Çok seviyorum seni. Banyoda onu yapacak kadar çok seviyorum Serdar." Sen beni beni öyle seviyorsun sevgilim, biliyorum. Kokusunu içime çektim, "Bu yüzden sorma olur mu? Yaptım, yine olsa yine yapardım hiç pişman değilim."

İçime sevmeyen o saf sevgi beni Serdar konusunda her daim ileriye taşırdı. Sanki ben bu hayatta onun için vardım da başka bir amacım yoktu.

"Sana kurban olurum kızım ben." Diyerek elini yüzüme örttü, tenimi severek alnımı öptü. "Ben yokken sana yaptıklarımı yap tamam mı?" Kendimi mi boşaltayım? Serdar' sız.. Omuzlarımı silkerek "Bilmem." Dedim. "Sen olmadan öyle bir şey yapacağımı sanmıyorum. Ben seni istiyorum." Bir an duraksadı, "Seni yalnız bıraktığım içi-" Keyfini kaçıran şeyi biliyordum ama alakası yoktu. Göreve gidiyordu tatile değil.

"Yalnız değilim." Diyerek sözünü kestim. "Sen yokken bile sen varsın Serdar. Beni düşünme, bunu yapman  cidden çok saçma." Kokusunu bir kez daha içime çektim. "Geleceksin, biliyorum. Okulum açılıyor zaten, annemler de burada zaman hızlı geçer. Sen beni düşünme kendine dikkat et sadece." Başını varla yok arasında salladı.
"Bunu aşabileceğini biliyordum. Beni hiçbir zaman şaşırtmıyorsun." Sözleri gururum okşandı, keyiflenerek yerimde yükseldim ve yüzünü tutarak bir nevi yattığı yerden dudaklarına kapandım.

Etli dudaklarını emmek şu son saatlerde yapabileceğim en güzel şeydi. Kanamam ve sızlayışımdan dolayı sevişemiyorduk, elimde sadece dudakları vardı ve ben bunu da gidene kadar tatmak istiyordum.

Yüzünün etrafına dökülen saçlarımın altından yüzümü kavradı, beni kendime bastırıp dudaklarımı emerken içim içime sağmıyordu. Aşkından ölecektim sanki. Kalbim öylesine hızlı atıyor, bedenim öyle bir uyuşuyordu ki sanki başka bir atmosferde onun öpüşüyle soluk alıyordum.

Gerileyerek kaşlarımı çattım, duraksadı. "Serdar sızlıyorum." Öpüştükçe onu istiyordum, istedikçe alamıyordum. "Yavrum." Diyerek duraksadı. "Çok mu acıyor?" Ciddiyetle hareketlendi "Kalk hastaneye gidiyoruz." Onu aniden "Hayır." Diyerek durdurdum, başımı iki yana sallarken yüzüm asılmıştı. "Ondan değil. Öpüştükçe şey oluyor." Öpüştükçe istiyordum, yanında durdukça içim ona akıyordu.

Birden öyle bir durdu, öyle bir kaldı ki kendimi garip hissettim ama sonra "Sana söz." Diyerek alnını alnıma yasladı.
"Söz veriyorum geldiğimde seni günlerce bu evden, o odadan çıkartmayacağım." Hayali bile tahrik ediciydi, hayali bile daha kötü olmama sebepti. Başımı ihtiyaçla salladım, heyecanım sesime yansıdı. "Çıkartma." Çıkartmasın, bitse de bitirmesin. Tenimden hiç ayrılmasın, biz ayrı kaldığımız her gün için bir kere daha pervasızca sevişelim.
Beni soluğuyla dahi onayladı. Başıma sarılıp göğsüne indirdi, öpüp soludu. "Hadi Cesur' a bakalım yavrum. Biraz hava al sende."

....

"Tamam, bir saat sonra gelip alırsın." Gözlerimi güneşten kısarak oynamak için biraz daha çimen koparttım. Bahçeye inmiştik, hava biraz serindi ama o kadar güzeldi ki yeşilliğin üzerine oturmuş salınan saçlarımla huzurlu huzurlu etrafı izliyordum. Üzerimde Serdar' ın yeşil, asker desenli hırkası, uzunluğuyla çıplak bacaklarımı da kapatıyordu. Sinmiş kokusu, ısısı, duruşu bile sanki tamamen Serdar' dı. Bahşeye inerken üşürüm diye vermişti, ben de giderken bana bırakmasını söylemiştim. Şimdi hırka bende, benim siyah lastik tokam onun bileğinde kalıyordu.

Uzun zamandır bu kadar erken kalkmadığımdan şu an günü yakalamış gibiydim. Öğlen güneşi etrafa sarılıyor, yeşeren ağaç dalları az ilerideki Cesur gibi sağa sala salınıyordu. Bir yandan kuşlar, diğer yandan yeşillik derken hayatımın en güzel dönemi bir yana, en güzel günlerindeydim.
Serdar' ın her an beni mest eden bir evi vardı. Bir de bahçesine çiçek, ağaç dikip düzenleme yaparsam önümüzdeki yaz hep beraber tüm kahvaltılarımızı burada yapabilir, kahvelerimizi içebilirdik.

Az ileride dikilmişti, telefonu kapatınca ona bakarak arkama yaslandım. "Kim geliyor?"
Bir an arkasında kalan Cesur' a döndü, sonra yavaşça bana doğru ilerledi. "Cesur' u yolluyorum, bir arkadaşım alacak." Yanıma oturup bacaklarını benim gibi çimene uzatırken ben de kendi kendine huysuz gibi gezinen Cesur' a baktım. "Neden?" Anlamış olmalıydı ama ben onun gitmesini istemiyordum ki, onunla ilgilenebilirdim. "Sen gidiyorsun diye mi? Ben varım Serdar?"

Baktığı yerde başını olumsuz anlamda salladı.  "Her göreve gittiğimde yolluyorum." Ona döndüm. "Ama bu defa ben varım." Ben gerçekten bakabilirdim, belki bu zaman onunla anlaşmama da iyi gelirdi.
"Olmaz yavrum." Diyerek kolumu bükmüş olduğu dizine koydu. "Sen de burada kalmayacaksın zaten." Sözleriyle dileşerek "Nasıl?" Dedim. Sesim haret doluydu, "Neden?"

Bu defa bana döndü, kolunu omuzlarımdan geçirerek bedenimi kendine yasladı. "Kış geliyor, kışın çok kar oluyor sen okula gideceksin zorlanırsın. Zaten çok soğuk olur, gidip gelirken üşütürsün. Kalmanı istemiyorum, sadece hafta sonları istersen gelirsin." Yani, burayı çok sevsem de kar olayı benim de üzüle üzüle geri adım atmama sebep olurdu. Arabayla kayabilirdim de, bu benim elimde olmazdı.

Başımı göğsünden kaldırmadım, bacağını tutarak ince parmaklarımı üzerinde gezdirdim. "O zaman bu akşam seninle annemlere mi gideceğim ben?" Hafif gerileyip anlamamış gibi "Hayır?" Dedi, göz göze geldik.
"Merkezde iki ev var, biri okula daha yakın ama hangisini istersen orada kalacaksın. Beğenmezsen başka alırız." Havalanan kaşlarımla dikleşip "Yok." Dedim. "Yani yeni almamıza gerek yok kalırım birinde." Zaten Serdar' ın zevkine güveniyordum, o almışsa güzeldir.

Başını salladı, gözlerindeki onayla derin bir nefes aldım. Bilmediğim bir evde kalacak olmam sorun değildi, Serdar yokken nerede kaldığım zaten hiç sorun olmayacaktı.

Yeniden ona yaslanmamla "Buraya da havanın güzel olduğu zamanlar gelip istediğini yaparsın, dikersin. Ne lazımsa-" Gülerek lafını kestim. "Azat halleder." Belimi okşarken başını ağır ağır salladı, benim için hava hoştu Azat' ı seviyordum Sena' yı da alırsam çok daha eğlenceli olurdu. Hatta belki Tuğrul' da gelirdi.

"Üst katta iki oda var görüyor musun?" Onunla birlikte çenesiyle işarat ettiği evin çatısına baktım. Şaşırdım, "Aa. Evet, ben orayı çatı sanıyordum." Oda mı varmış? Doğrusu olabilirdi, neticede üst kata çıkan merdivenleri asla takip etmeyen bendim.  Yeniden bana döndüğümde kaşları çatıktı. "Hiç çıkmadın mı?"

Başımı salladım. "Hayır, dedim ya çatıya çıkıyor falan sandım. Yani çok da merak etmedim evde az eşya var ya, oda olabileceğini düşünmedim hiç." Gerilen dudaklarıyla kaşı da biraz hareketlendi ve gözlerini usulca kapatıp açtı. "Oraya bir şeyler yaptıracağım, ustalar gelecek ben gelene kadar girme olur mu?" Bir an ne ki dedim ama sonra bir oraya bir Serdar' a bakıp başımı salladım. "Tamam." Muhtemelen benimle alakalı değildir, sevinip rezil almamak en iyisiydi adam belki tavanı parkeyi falan yaptıracaktı.

Hırkanın üzerinden beni sevişi güneşin bize sunduğu sıcaklıkla öyle bir iyi geliyordu ki, neredeyse evde alamadığım uykuya burada dalacaktım.
Yerinde dikleşti, üzerimdeki kollar yerini sıkıca sıvazladı. "Ben yokken nereye gitmek istiyorsan git." Sessizliği bozan sözleri kaşlarım havalandırdı.

Bana döndü, çıplak bacağımı tutarak devam etti. "Serdar kızar deyip kendini geri çekme, kızmam. Ne istiyorsan onu yap, istersen kızlarla tatile git ama Trabzon olmaz, ben yokken oraya gitmeni istemiyorum. İstediğin kadar para harca, istediğini al." Sözleri...
Sözlerinden ziyade sesindeki o kararlı hal onu anlamama yardım ediyordu. Serdar hep ciddi bir adamdı da, bu defa sözleriyle de dikkatimi çekiyordu. Git diyordu, neni kısıtlamak yerini teşfik ediyor, özgür bırakıyordu, bu da haliyle onu şaşkın şaşkın izlememe sebep oluyordu.

Destek oluşundan içim aktı gitti. Başımı yana eğip "Serdaar." Dememle daha ciddi bir tonda devam etti. "Adet olduğunda ağrın varsa sınavın bile olsa okula gitme." Kaşlarını ikazla kaldırdı "Tamam mı?" Başımı usulca salladım. İçinde kalıyordu değil mi? Hani beni böyle bırakıp gitmesi onun da içine oturuyordu, bu yüzden kalbimi saracak ne varsa hepsini yap diyordu, anlıyordum.

Ben ondan sıyrıldım, bahçenin en dibinde, kenarında iyice birbirimize döndük.
"Ne istiyorsan, bak ne istiyorsan diyorum. Ne istiyoran onu yap Hazan. İstediğin kadar radara gir, istediğin kadar ceza ye ama arabayı dikkatli kullan. İstediğin yerleri gez, hiçbir şey içinde kalmasın Serdar yanlış anlar deme ben seni biliyorum yanlış anlamam ama döndüğümda etrafında bir it görürsem-" Sonlara doğru sesi iyice değişmiş, tüm öfkesini bir ihtimale topmamaya yeltenmişti.

Hızla gülümseyip "Tamam tamam." Diyerek elimi dudaklarına bastırdım, parmaklarımı öptü. "Merak etme kimseyi yaklaştırmam." Kimi yanaştıracaksam, sanki beni bilmiyordu. Yine de sözleri içime öyle bir işlemişti ki elimi yüzüne götürdüm ve sanki ağır çekimde ona doğru yanaşıp dudağının kenarını sıcacık öptüm.

Bana sarılmaları, öpmeleri son değildi. Biliyorum daha en baştaydık ama bu şekilde yarıda kalması da içime oturuyordu. Gitmese, kalsa nasıl ilerlerdik, gidince ne olurdu, geldiğinde ne bulurdu bilmiyorum. Döndüğünde eski biz, birbirine daha sıkı kenetlenirdi bu bir gerçek. Tabi sarılmalar gibi ayrılıklar da ilk değildi. Aramıza giren zaman dilimleri yer yer beni ondan kopartacaktı, mesleği gereği bunu biliyordum. Gidişine bir korkum ya da endişem yoktu da, bu yarım kalmışlık hissi her daim içimi dele dele bizi burkacaktı..

Dudaklarım dudaklarından sıyrıldı. Elleri yanaklarımda, yüzümün en yakınında sisli gözleriyle öylece beni izledi. O beni izledi, ben az ileride  havlayıp salına salına yanımıza gelen Cesur' a hafif  dönerek gülümsedim.
İçim biraz da ona gitti, sevmek için elimi uzattım. Bu hikayenin garipleri bizdik, Cesur' la bendim. İkimiz de varlığin içinde yokluğa, yoklukla gelen gurbete düşüyorduk. Ben sevdiğim adamdan, o evinden, Serdar benden...
Biliyorum, çok uzun sürmezdi, bir göz açıp kapamalık zamanımız vardı..

                                     💎

Bölüm sonu💎
Yazmayı da, yazarken yaşayıp hislerinizi merak etmeyi de özlemişim. ❤

Continue Reading

You'll Also Like

6.1K 4K 26
"Gece olunca saçlarından severek uyutacağım seni az daha dayan" O gece bu sözleri sarf etmişti bana Ekin Arel. Hayatımda ki en güzel andı. Bir enkaz...
SİYAH MEZAR By sinemselay

Mystery / Thriller

12.4K 9.9K 50
Hayat sınavdı ve sınavlar zorluydu. Benim sınavımsa hayatımdı. Sevdiklerimin bedenimde ve ruhumda açtığı yaralarla onların söz hakkı olduğu hayatımdı...
447 180 29
Karmaşık ilişkiler ve çapraşık geçmiş hayatlar içinden Kraliçe Eftelya ve kız kardeşi Hande Prenses kendi geçmiş hayatlarını hatırlayabilecek mi? Ben...
885 390 6
"Küçükken kaydığım kaydıraklardaki elektirik gibisin ,her oturduğumda korktuğum kalbimin ağzımdan attığı ama asla vazgeçemediğimsin. " derin bir nefe...