Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 49💎

24.8K 1K 492
By ssimurg777


İnstagram hesabımız; anonim.yazarr Alıntı ve fotoğraflar orada 😍
Oylarımızı verelim lütfen😍😍

Bu bölüm Sena hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum👌

💎

Benim dün gece yaşadığım neydi öyle?
Kaybetme korkusu muydu? Yoksa gönül bağladığım kalbin ansız bir acıyla incinmesi miydi?
Hislerimin birden, en olmadığım zamanda birbirine girmişti. O karmaşada, asla bezmediğim bir sinirle dile getirdiklerim bir fitili ateşlemişti. Sonrasında saatler ağlayışım ise sevdiğim adamı kırdığımdan, kaybettiğimdeydi. Akşam arayacağım yazıp aramayınca kafayı yiyecek gibi hissettiğimi hatırlıyordum. Vazgeçecek kadar incindiğini düşünmüştüm. Ki doğru da düşünmüştüm.. Onu dün gece görmüştüm. Yani tam olarak kendi içinde ne yaşadı bilmiyorum ama o masanın üzerinde sayamayacağım kadar çok izmaritle benimle birlikte dibe vurmuş gibiydi.

Öfkem yersiz değildi bunu biliyorum. Yersiz değildi de can yakıcı bir andı, bir alışkanlıktı. Geçmişten kalan, babamdan ve diğer insanlardan bana armağan tek huydu. Ne mutluluk, ne sevgi ne de düşünce özgürlüğüydü bu. Sinirdi. Sinirin ardından gelen yakıcı öfke ve küfürdü.
Sinirliydim biliyorum. İçime dokunan bazı anlarda gözüm görmüyor, kulağım duymuyordu. Dün gece Serdar' ın yerinde başka biri olsaydı yine duymazdı, ama duydu, Serdar başkaydı.

O ne babama benziyordu ne de bir başkasına. Saf bir öfke yoktu yüreğinde. Öfkesinin ardına saklanmış sevgisi her daim orada olduğundan onun farklı olduğunu biliyordum. Farklı olmasa dün gece öyle sarar mıydı beni? Sırf ağlıyorum diye yumuşatır mıydı kalben sesini?
Babamdan biliyordum; içinde gram sevgi yoksa tillahı gelse yine ketum kalırdı o kalbi.

Serdar beni seviyordu. Bu hayatta onun sevgisinden başka emin olduğum çok az şey vardı. Onlardan biri de ona duyduğum sevgiydi.
Zaman ve mekân ikimiz için eşit zamanlarda akmamış olsa da sonunda yolunu bulup birleştiğim bir kalpti Serdar. O büyük tartışmaların ardından huzur bulduğum ve her defasında kalbine inandığımdı.
Ben onu öyle sevdim. O sinirli ve kaba hallerinin yanı sıra güven veren duruşuyla Serdar' a aşık oldum.
Onu tanıdığım ilk gün de, kapıma geldiği o gece de aynı Serdar vardı karşımda. Değiştirmek istemeden, onu olduğu gibi kabullenerek yüreğimde ilk günlerden yer yaptım. Öfkesi ve tavırları ara ara aşırıya kaçsa da bunu törpüleyeceğimiz konusunda hala aynı fikirdeydim, kendimden şaşmıyordum. Zira ben de çok sakin biri sayılmazdım. Gerek küfrüm, gerek duruşum, gerek öfkem olsun şartlar ve koşullar daima eşitti. İşte ben en çok da bu eşitlikle onun daha sakin kalabileceğine inanıyordum.
Çünkü bunu görebiliyordum.
O, babam değildi...

Çalan zille yataktan kalkarak üzerime hızla uzun bir tişört geçirdim. Serdar' ın bana Trabzon' da aldığı gülleri uzun bir süre saklamak için internetten bir fanuscu bulmuştum. Gülleri de fanusun içine yerleştirmeleri için iki gün evvel oraya bırakmıştım. Büyük ihtimal o gelmişti.
Normalde böyle şeylerden nefret ederdim. Sunum yapan yeni gelinleri izlerken fenalık geçirirdim orası ayrı, ama o güller benim için çok özeldi. O güller demek; kapıma gelen onca gülden ve olan onca şeyden sonra Serdar' ın bana boyun eğmesi demekti.

Bir nevi zaferimdi.
İşte bu yüzden onları, gittiği yere kadar saklamak istiyordum.

Tahmin ettiğim gibi güller gelmişti. Teşekkür edip demir kapıyı kapattıktan sonra iki kolumu sardığım cam fanusu salondaki masanın üzerine bıraktım.

Sabahın ilk saatleri, güneş salona dolarken dün gece çok ağladığım için gözlerim hafif şişmişti. Tişörtümü çıkarttıktan sonra fanusun fotoğrafını çekip henüz aramayan Serdar' a yolladım.

Gönderen; Hazan
Mesaj: İleride ilk zaferim diyip torunlara falan göstereceğim bunu 😎

Torun torba işi hiç benlik olmasa da işin espiri kısmından bakarsak oldukça güzel duruyordu.
Serdar birkaç saniye sonra çevrimiçi oldu ve hiç beklememe gerek kalmadan yanıt geldi.

Gönderen; Serdar
Mesaj; 😄 Olur. Ama bunun için önce sevişmemiz gerekiyor yavrum

Gözlerimi devirirken sırıttım, bu sabah biraz farklı uyanmıştı anlaşılan. Ben sabahın sekizinde çicekleri atıyordum, torun diyordum adam yapım aşamasından bahsediyordu.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Derdin sevişmek mi torun mu?😂

Sabah Amadamlar arayıp müsaitsem çiçeği getireceklerini söyleyince erkenden ayıldım. Az sonra yine uyurdum ama biraz Serdar' la mesajlaşma fikri de çok cazipti.

Gönderen; Serdar
Mesaj; Tek derdim sensin
Gerçi ona da dert diyemeyiz

Derin bir tebessümke mesajı tekrar tekrar okudum. Uzak da olsak alışkın olmadığımdan böyle anlarda utanıyordum.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Sabah sabah 😋😚
Keyfin yerinde, az önce emoji bile attın 😂

İki elimle telefonu tutmuş, ekrana bakıyordum. Salonun ortasında dikilmiş ergenliğe yeni giren gençler gibi sevgilimle konuşuyordum.

Gönderen; Serdar
Mesaj; Gecem güzeldi
Erken uyanmışsın?

Sırıttım, çünkü dün geceden bahsediyordu ve gece cidden çok güzel geçmişti. Söylediği gibi önce yemek yemiştik, telefonu hiç kapatmadan. O da benimle birlikte bir şeyler yerken aslında yine benim gibi tüm gün aç olduğunu, yine de bir şey yemediğini anlamıştım. Yemek yerken bir şeylerden konuşmuştuk.
Havadan sudan, dayımdan, Urfa' dan. Ama asla kendimizle ilgili konulara girmemiştik. Bu konuları yan yanayken konuşmaya birbirimizden habersiz söz vermiştik.
Merkezden biraz uzak bir yerde sekiz yıldır yalnız yaşadığını öğrenmiştim. Çok iyi yemek yapamasa da etten anladığını da laf arasında öğrenmiştim. Sonra da heyecanla ona Dilan' ı sormuştum. İstediği yer için Serdar amcasından izin almış, Dilan' da dün o doğum gününe gitmiş. Sonra bana bu akşam için isteme olacağını söylemişti. Hani şu Trabzon' dayken konusu geçen kuzeninin. O zamanlar daha geç bir tarih söylemişti halbuki. Dün bunu hatırlayıp neden bu kadar erken deyince de yeniden canım öyle istedi demişti.
Fakat sonra da bakışları değişmişti. O anı unutmuyorum, ağlamaktan kızarmış gözlerime bakıp 'seni daha fazla orada bırakmaya niyetim yok. Birkaç gün sonra gelip seni alacağım, haftaya gelip isteyeceğiz." Demişti.
O an sadece "bizim için kuzenini başından mı savdın" deyip gülsem de bu konuyu sakin kafayla konuşmamız gerekecekti. Ki ben de çok aksini düşünmüyordum. Ama bir annemlerle de konuşsak iyi olurdu.

Dudaklarımı kemire kemire mesaja döndüm.
Gönderen; Hazan
Mesaj; Torunları düşünmekten uyuyamadım...

Torun demişken, hatta demeden evvel aklım hemen farklı konulara gitmişti. Onunla sabahlara, gecelere, koynunda kendimizden geçmelere...

Gönderen; Serdar
Mesaj; Torunları mı? Yoksa torunlardan önce sevişmemiz gerektiğini mi?

Yutkundum, ama sonra beni görmediğini bildiğimden sırıtarak dudaklarımı ıslattım ve ona biz Allah yolundayız yazan stickerımı attıktan hemen sonra asık suratlı bir emoji yolladım.

Gönderen; Serdar
Mesaj; Basit bir şekilde torunları düşündüm diyebilirdin? Hemen ona mı gitti aklın?

Haydaa. E adam haklı. Ben neden hemen artı onsekiz kısmı anlayıp morardım ki?
Bu defa yakalanmış olmanın verdiği utançla ufak bir nefes aldım.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Serdaaaar!!!! 🤨😡

Çıkmıyordu ve anında cevap veriyordu. Konu hoşuna gittiyse tabi.
Gönderen; Serdar
Mesaj; Üzülme yavrum tek değilsin. Ben de sürekli torunlardan önceki evreyi düşünüyorum.

Şimdi de yüzüme ateşler sardı. Sırtımı cama dayayıp kalçalarımdaki petekle oynar gibi bir sağa bir sola hareket ederken bu defa da beni düşünüşünden etkilendim.
Kim bilir nasıl düşünüyordu? Aklından geçenleri deli gibi merak ediyordum. Ama bunu ona asla soramazdım.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Hadi ya. Bak torunları düşünüp üzüldüm şu an

Aklımdakilerle yazdıklarım çok başka6dılar. Torunlarımı falan düşünmüyordum. Aklım birkaç tık gerisindeki evrede takılı kalmıştı işte.

Gönderen; Serdar
Mesaj; O niye

Sırıttım. Serdar' la mesajlaşmak çok keyifliydi. Bana aşık olduğundan herhangi uçuk bir laf sokamıyordu, ben sokunca da pek bir şey demiyordu. Canım siyah devim.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Dedeleri fazla libidodan kafayı yiyecekmiş gibi duruyor. Nefes egzersizi yap tamam mı Serdar? Sakin ol....

Gönderen; Serdar
Mesaj; Nefes egzersizlerini altımdayken yapmayı düşünüyorum

Tüm kanım birden yeniden yüzüme çıktı. Bedenimi ateş bastı ama çok geçmeden toparladım. Yüz yüze olsak asla böyle konuşamazdım. Ama mesafenin verdiği rahatlıkla kendime güvenerek çekinmedim.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Kimin altta olacağı tartışılır😏

Gönderen; Serdar
Mesaj; Yavruuum bunları lütfen yüzüme de söyle. Utanmadan. Lütfen❤

Olduğum yerde durdum ve sol elimi kendime yelpaze yaparken söyleyemeyeceğimi biliyordum. Serdar' ın benimle bu kadar güzel konuşması bile çok özel hissettiriyordu.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Edepsizleşmeyelim lütfen. Sen değilsen bile ben çarpılmak için fazla gencim Serdar😏

Bilmiyordu, yaşlı değildi. Aksine beni cinsel manada, zevkle ona hazırlayacak bir olgunluktaydı. Ne denirdi bilmiyorum, ona yükseliyordum. Yani ondaki libido yer yer bana da bulaşıyordu. Ben sadece onu kızdırmak için yapıyordum.

Gönderen; Serdar
Mesaj; Sayıyorum. 3 oldu. Dördüncüde Serdar diye inletirim seni

Beklediğim tepki bu muydu emin değilim ama keyiflenmiştim. Tehditin güzelliği beni heyecanlandırırken bacaklarımı birbirine bastırdım.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Seni seviyoruuuum😘

Mutlu mutlu mesajı yolladığım gibi zil çalınca sırıtmayı bırakıp perdenin arkasından aşağıya bakmaya başladım ki birden Hatice Teyze' yi görmemle duraksadım.
Telefonu pijamamın cebine koyarken kaşlarım çatıldı. Ne işi vardı ki şimdi burada?
Kapımın önünde öylece duruyordu. Başını yukarıya kaldırınca beni görecekmiş hissiyle anında geri çekildim. Zil yeniden çaldı. Evde olduğumu biliyordu, yani tahminen az evvel kargoyu alırken görmüştü fakat ben onunla karşı karşıya gelmeyi istemeyecek kadar duygusuzdum. İyi veya kötü, konuşmaya gelmişti belli ama ben asla konuşmak dahi istemiyordum. Bu saatten sonra bana kötü bir şey diyeceğini sanmıyordum ama özür dilese bile ne diyecektim ki? Hiçbir şey?
Ben durdum. O durdu. Bir kere daha zile bastı ve uzun uzun bekledi. Ben onu izledim, o dakikalarca kapının önünde durduktan sonra yavaş adımlarla balkonuma baka baka eve gitti.

Konuşmak istemiyorum. Zorunda değildim, vicdanım sızlamıyordu, bir şey hissetmiyordum derken o kapıya bakmamak için birsürü neden buldum kendime. Sonra Serdar' ın da bir şey demeyeceğine emindim, yani umuyordum. Bunu ona anlatırdım, bilsin diye. Başka bir şey için değil.

💎

Çikolatamı yutarak "Ay aman boşver. Bak yoluna ne uğraşacaksın." Diyen Sena' ya bardağa sürahiden su koyarken cevap verdim.
"Aynen aşkım. Çok da rahatım vallahi. Ne yapayım gelmiyor içinden. Sen sokak ortasında orospu diye bağır et.." Sonra yüzümü buruşturdum ve sinirle sesimi yükselttim. "Ay bir de yüzüme tükürmüştü bu benim."

Yeliz "Yedir o tükürüğü ona yediiirr." Diye bağırınca metrodan indiğini anladım. Yoksa asla bu şekilde konuşmazdı, gayet hanım hanım takılıyordu. İşten çıkmıştı, eve uğar bir saat sonra da gelirdi. Sarma sarıp Emir' den konuşacaktık, bu sabah öyle karar vermiştik.

"Bakalım şimdi nasıl bakacak yüzüne? İlla aynı ortama gireceksiniz." Sena haklıydı. Yani oraları pek düşünmüyordum. Sonuçta evlenirsek Urfa' ya giderdim ve öyle sürekli görmek zorunda kalmazdım. Zaten Serdar' da uzaktı ailesine. Bu olay elbette hoşuma gitmiyordu, hatta mümkünken keşke aksi olabilseydi, ama durum buydu. Nedenini merak etsem de henüz konuşabileceğimiz bir ortam olmadığından bir şey de soramıyordum. Ama kendi ailesinden bu kadar uzak kalması çok tuhafıma gidiyordu. Sonuçta bir zamanlar samimi olduğum insanlardı, o günü saymazsak bana göre çok da iyilerdi.

Çikolatadan bir ısırık daha alırken umursuzca "Oraları düşünmüyorum onun sorunu." Dedim. "Sen ne yapıyorsun? Bitti mi fındık?" Tuğrul da aramamıştı hiç, sanırım çok yoğunlardı. Sena yorgun bir sesle "Geberdik." Deyince kıyamadım. "Bitti bir saat önce, kapıda oturuyorum duşa gireceğim." Ay çok zordu. Neyse ki ben Bursa' daydım da oralarda pek işim olmuyordu. Arada yazdan yaza yardıma gidiyordum o kadar.

"Sen çıkacak mısın biryere?" Sesindeki merağı az çok anlayabiliyordum. Önceden evde durmazdım, şimdiki halime şaşırıyordu tabi. Yeliz birden "Ben gideceğiiim." Deyince gülerek başımı salladım. "Aynen. Gül' de mesaj attı bugün, uğrayabilirmiş."

Sena keyifle "Bu defa nereni delecek?" Deyince ağzımdaki dondurmayla yüzümü buruşturup inledim. "Sus sus rezil."
Şu dönemlerde bana böyle şeyler biraz itici gelmeye başlamıştı. Sanırım bu tür imalı konuşmalarda artık istemsizce kendimi hayal ettiğim için kendimi biraz geri çekiyordum.

Yeliz yalnızca güldü. "Sen bi değiştin Serdar' dan sonra. İçinden prenses çıktı. Normalde götümü hemen lazımdı." Sena'nın imalı ve gülen sesine keyifle "Farkındayım." Dedim saçlarımı arkaya savururken. "Yirmi dört yıllık duvarlarımı bir adamda indirdim ve mutluyum."
Bu sefer derin bir iç çekti. Ben de az evvel günlerdir ne eksikti derken lök diye soludu. "Dikkat et de o duvarlar başına yıkılmasın."

Biliyordum, Sena hiçbir zaman sevmeyecekti Serdar' ı.

Duvarlar iner miydi başıma? Hiç sanmıyordum, ama öyle bile olsa her şey olacağına varır düşüncesiyle omuz silktim ki Sena devam etti. "Adam sonuçta hayat kadınını sabaha kadar fanfinifinfon..."
Ben düşünmek istemiyordum. Ben geriye gitmek istemiyordum ama ansızın içime dolan anlarla gözlerimin önünde oluşan görüntüyü de kovamıyordum. Benden evvel diyordum, ama kalbinde sen vardın diyor. Benden önceydi diyordum, seni görmüştü diyor. Ben yoktum diyorum, kalbindeydin diyor. Biz imkansızdık diyorum, ne fark eder diyor. Yahu benden önceydi, benim elimi tutmamıştı diyorum, tutmasının ne önemi vardı diyor...
Ben diyorum, o yeniliyor. Herkesin karakteri başkaydı, ben unutmaktan yanaydım ama o yine de sürekli o anı tazeliyordu. Umrumda değildi. O an, o zaman benim umrumda değildi! Tamam canım çok yanmıştı, hala hatırlayınca kötü hissediyordum ama bunun için her şeyi bitiremezdim.
Her ne olursa olsun benden önceydi.

Bir kere de mutluluğum için güzel bir şey desin istiyordum. Kendi mutsuzluğunu bir kere de bana yansıtmasın, kendi erkeklerden nefret ediyor diye beni de baskılamasın istiyordum. Doğrumla, yanlışımla heveslerimi söndürmeden yanımda dursun istiyordum. Ama Sena' yla ne zaman konuşsak beni buradan vuruyordu. Dost acı söylerdi biliyorum, ama her zaman da acı yenmezdi. Her defasında canımı yakarak ne elde ediyordu bilmiyorum. Beni uyarıyordu anlıyorum ama bu artık çok canımı sıkıyordu. Serdar' la şu dönem gayet iyiydim ve ben mutluydum. Hayatım boyunca ilk defa bu kadar mutluydum, bu anları da bana sözleriyle zehir etmesi canımı yakıyordu. Zeki bir kadın olduğumu düşünüyorum, nerede ne yapacağımı ve ne diyeceğimi biliyordum. Yeri geldiğinde bunun üstesinden de gelirdim, yeri gelmemişken darlanmak niyeydi?

Sena' yı daha fazla dinlemek istemiyordum. Bu yüzden kaçan keyfimle "Ay tamam kapatıyorum ben." Diyerek "Oldu hadi sen bunu bir sindir." Deyişini dinledim. Sonunda da sinirle "Siktir git Sena." Deyip telefonu yüzüne kapatım. Yeliz' i düşünmüyordum o beni anlardı. Birazdan da gelirdi zaten.

Mutfak masasından kalkarak salona ilerledim. Yüzüm düşmüştü, sinirlenmiştim. Kendi mutsuzluğunu bana fikir olarak aktarması sinirlerimi bozuyordu. Her gün biriyle, hatta beşiyle konuşan oydu. Erkeklere güvenmeyen hepsinden nefret eden ve onlarla mental olarak kumar oynayan Sena'ydı. Benim yitirdiğim umudumdan haberi var mıydı bilmiyorum ama, sırt yarasından ibaret değildi bu.
Serdar' ı seviyordum. Aksi halde yolun sonunda da olsam beni çok ağır bir halde yaralarsa geri döneceğimi de biliyordum. Şimdilik güzel olan bu yolu, sonunun kötü olabileceğini söyleyip zehir etmesine katlanamıyordum.
Yaşamak istiyordum, kalbim atıyorken, her şey yerindeyken sonu ne olursa olsun Serdar' da biraz yaşamak istiyordum. Hepsi bu.

Camın önündeki üçlü koltuğa oturduktan sonra sokakta top oynayan çocuk seslerini dinledim bir süre. Günlerdir dışarıya çıkmıyordum, çünkü hava epey sıcaktı. Belki akşam serinliğinde çıkar kızlarla biraz oturur voleybol oynardık. Ayça Trabzon' dayken arayıp buluşmak istediğini söylemişti, onu çağırırdım hem ben de özlemiştim. Yeliz zaten sürekli benimleydi, Gül' de bir iki saate gelecekti. Otururduk biraz zaten çok sıkılıyordum.

Koltuğa uzanarak dün internette gezinirken gördüğüm far paletine yeniden göz atarken sepete ekleyip azalan saç kremlerime baktım. Saç diplerim hala biraz acıyordu ama bunun için ne yapabilirdim artık hiçbir fikrim yoktu. Canım bir de bunun için sıkılınca derin bir nefes alıp gözlerimi devirdim.
Saç diplerim acıyordu, Sena Serdar hakkında canımı sıkıyordu, tekrar ediyordum saç diplerimin acısı geçmiyordu, hâlâ hastaydım, böbreklerim ne durumdaydı bilmiyorun, akciğerim hakkında zerre bilgim yoktu ve Serdar seni seviyorum mesajıma yaklaşık üç saattir cevap vermemişti. Ben o sırada yeniden uyumuş, on bir gibi uyanmış, kahvaltı yapmış ve kızlarla konuşmuştum.
Ne yapacağımı bilmez bir halde kafamı nereye yoracağımı kestiremeyince alışverişime devam ettim.

Dakikalardır telefonun başında alacağım ürünlerin yorumlarına dalıp gitmiştim. Bir yandan duş jellerine bakarken bir yandan bir sürü kokulu mum ve sabunları sebepe eklemiştim. Birkaç şort eteğe de bu sırada aşık olunca kendimi tutmam pek mümkün olmamıştı. Az evvele nazaran daha keyifliydim, işi vardır diye de Serdar' ı fazla düşünmemeye çalışıyordum. Bu arada Yeliz duş aldıktan sonra geleceğini yazmıştı ki ona cevap verdiğim sırada Emir' den bir video geldi.

Mesaj kısmına girip videoyu indirirken de ne tesadüftür ki Serdar' ın araması ekrana düştü. Aramayı yanıtlayıp sesini hoparlöre verdim. "Efendim."

"Yavrum." Dedi. Sesi yumuşacıktı. Ben o sırada dudaklarımı ilişen tebessümle sepete birkaç şey daha eklerken devam etti. "Ne yapıyorsun?"
Bu güzel halimizin tabi ki dün geceyle epey yakından bir ilgisi vardı.

Miktar biraz fazla gelince birkaç şey çıkartsam mı diye baktım ama hiçbirinden vazgeçmek istemiyordum. Başkan zaten iki gün içinde atardı bana para. E evden de çıkmıyordum, fazla para lazım olmaz diyerek evin adresini girmeye başladım. "Bir şeyler alıyordum. Sen?"

"Dışarıya mı çıktın? Neden haber vermedin?" Şaşırılacak iş ama kızmıyordu. Sadece sesi biraz şaşkındı ve olabildiğince yumuşaktı. Tahminen de tek derdi ona haber vermememdi. Tabi çıktıysam.

"Çıkmadım ki." Diyerek gülümsedim. "Evdeyim, internetten alıyorum."

"Ha." Deyip duraksadı. "Ne alıyorsun?" Demesiyle ekranı kapatarak biraz durdum. "Saç kremi, sabun, makyaj malzemesi, kıyafet falan." Altı yüz liralık saç kremi ve sabun.. Annem duysa kadına inme gelirdi. Yani çoktu biliyorum ama her şey pahalıydı ben ne yapabilirim? Bir pantolon bile zaten ikiyüz liraydı.

Neden bilmiyorum ama şu an keyifli sesiyle "Anladım yavrum." Diyen Serdar' ın gözlerinin içinin güldüğünü tahmin edebiliyordum. Sanırım hayatında bu kadar yer almam onu mutlu ediyordu.
Sevgilisi olmam, özelime kadar bilecek olması, ona ait olmam, kullandığım kremden giydiğim çoraba kadar bilecek olması hoş bir duyguydu sanırım. Yani bana bu kadar yakın olması.. Biliyordum, çünkü aynı şey benim için de geçerliydi. Mesela artık 'gel Serdar birlikte senin siyah tişörtlerinden alalım' desem birlikte alacaktık. Ya da parfümünü, yüzüğünü sorsam söylerdi.

İç çekti. "Sana verdiğim kartı kullanıyorsun değil mi?"
Olumsuz anlamda "Ihhh." Diye ses çıkartıp göz devirdim. "Gerek yok ki Serdar."

"Hazan." Dedi yumuşak sesiyle "Artık seninle tartışmak istemiyorum. Anladın mı?" Ben de istemiyordum. Hiç istemiyordum. Ama ben o kartı aldığım günden beri hiç kullanmamıştım, kullanmayı da düşünmüyordum. Böyle şeylerden rahatsız olduğumu daha evvel ona da söylesem de anlamıyordu.

Gözlerimi devirerek "Ya ama Serdar cidden gerek yok. Zaten bayağı tuttu." dememle derin bir nefes verdi. "Ne demek bayağı tuttu ya?" Sesindeki hafif siniri fark edince "Al diyorum sana." Diye devam ederken sustum.
Yeniden neşeli bir sesle "Ama." Dediğimde "Hazan." diyerek duraksadı. "Yavrum bana caz yapma."

Bu defa başımı yana yatırdım ve gülüşümü bastıramadım. "Tamam." Alt dudağımı kemirmeye başladım. Bu işin sonu kavgaya kadar giderdi, gitsin istemiyordum.

Ekranı açtım. "Tamam Serdar senin kartınla alırım, ama sonra niye bu kadar alışveriş yaptın, lan senin elinin ayarı yok mu, sen adam batırır ocak söndürürsün, kartımı geri ver senden ayrılıyorum gibi şeyler söyleme." İncelip eski haline gelen sesimin sonunda gülerek cümleye son verdim. "Çünkü ben uyardım seni."
Bu hallerime gülüp gözlerini kapatarak başını iki yana salladığına o kadar emindim ki zihnimde başka bir hal şekil almadı.

"Sönecekse sen söndür ocağımı." Söylediği yumuşak ve keyifli sözlere içim sevinçle dolarken kısa bir an öylece durup mırıldandım. "Söndürmem, merak etme sen."
Siyah devim ben kıyar mıyım sana?
Kıyamam.

"Emin ol merak etmiyorum. Senden gelen her şeye razıyım." Dünden beri böyleydi işte. Dün geceden beri güzel güzel sözler, yumuşak ses tonları, emojiler.. İnanması güçtü ama çok da güzeldi.

Onun kelimeleri karşısında cıvıyamayıp ağzımı gere gere 'yaa Serdar, sevgiliiim, aaaşkıııımm' gibi şeyler demiyordum. Hâlâ utanıyordum ve bu hâl tavırlarımı da etkiliyordu. O yüzden konuyu geçiştirmek için hafif öksürerek tatlı tatlı "Sen neredeydin kaç saattir?" Dedim. Bu sırada da alışverişe ara verip Serdar' la konuşmaya karar verdim. İşlemleri sonra tamamlardım. "Dönmeyince merak ettim."

"Eğitimdeydim." Dediği an uzaklaşan sesiyle "Gel." Diye bağırdı. Tahminen odadaydı ve biri kapıyı çalıyordu, bu yüzden de bir anlığına telefonu benden uzaklaştırmıştı.
Mırıltı ve merakla "Ne eğitimi? Ne öğrendin?" Dediğimde ciddileşti. "Hiçbir şey."
Yanında biri olduğunu anladığım için isterse kapatabileceğimi söyleceyecektim ki daha rahat bir sesle soludu. "Akşam ne yapacaksın?"
Dudak büktüm. "Birazdan kızlar gelir. Kaçta giderler bilmiyorum ama sarma da saracağım." Canım sarma istiyordu, bir iki saate bir tencere sarmayı sarar bitirirdim. Belki kızlarla yerdik bilmiyorum. "Sen istemede olacaksın değil mi?"

"Aynen."

Dün bu konu hakkında 'yarın isteme zımbırtısı var' demişti. Kıkırdasam da sevmediğini tahmin edebiliyorum. Aklıma geliyordu da, yüz yüze olduğumuz için ona kendi istememiz hakkında da böyle mi düşünüyorsun demeye bile utanmıştım...

Gülümsemeyi bıraktım ve bu defa koltuğa uzanarak bir bacağımı diğerinin üstüne attım. "Unutmadan sana bir şey söylemem gerekiyor. Müsait misin?" O arada biri gür bir ses "Komutanım, Süleyman komutan sizi altayların yanına çağırıyor." Deyince yüzümü buruşturdum "İşin var anladım." Sonra güldüm. "Sülo çağırıyor."

Birkaç saniye sustu. "Söyle, dinliyorum."

Şimdi anlatamazdım. Daha geniş bir zamanda daha iyi olacağını düşündüğümden aklıma gelen ilk yalanı söyledim. "Ha yok ya. Önemli bir şey değildi. Şu kremden başka var mı diyecektim." Bence gayet güzel bir yalandı. Başkası olsa kanardı, Serdar kanmadı. Bir an duraksasa da "Tamam." Dedi. "Yollatırım şimdi." Belki de yalan söylediğimi anladığı için duraksadı ve bu kadar soğuktu ama Hatice Teyze'yi ona böyle iki ara bir dere anlatmak istemiyordum.

"Şimdi de doğruyu söyle." Gözlerimi devirdim. "E doğruyu söyledim."
İnanmıyordu. "Hazan hadi yavrum." Ardından kapının kapanma sesi geldi. "Duydun vaktim az, aklım sende kalacak söyle."
O öyle deyince ben yine gülümsedim. Aklının bende kalması bile yüreğime böylesine işliyordu... Normal miydi?

Ama işte işin kötü yani şimdi ne dersem inanmayacaktı. En iyisinin birden söyleyip kurtulmak olduğunu düşündüm ve bir çırpıda "Sabah seninle konuşurken Hatice Teyze kapıya geldi, açmadım. Kızdın mı?" Dedim. Bu sırada gözlerimi acaba der gibi kısmış, nefesimi tutmuştum.

Sakin sesiyle "Hayır kızmadım." Deyince tuttuğum nefesi verdim. "Karar senin, ne yaparsan yap yanındayım. Kafana falan da takma, bunu akşam ararım konuşuruz." Yanımda olduğunu bilmek çok güzeldi. Böyle bir kararda bile..
Keyifle "Öpüyoruum." Deyip havadaki ayağımı sallamaya başladım.
Benimle birlikte güldü. "Süloma selam söyle." Benim hafiften dert ettiğim konuyu o, sandığımın aksine takmamıştı. Hatta öyle ki, hakkında sadece iki cümle falan kurmuştu. O da boşverdi yani... Yani bozulmamıştı o yaptığıma, en azından öyle duruyordu. Bu keyifli hali ne kadar sürer bilmiyordum ama ona ayak uydurarak kıkırdadım. Hala sırıtıyordum.

Yürüyordu ve arkadan gelen seslerle dahi
"Olur söylerim. Başka bir emrin?" Derken gülümsemesini bastırmıyordu. Onun bu haline daha da keyiflendim. Bukleli saclarımla oynarken de sırıttım. "Yerime öp."

💎

Emir' in attığı videoyu yetmiş sekizinci defa, hızla çarpan kalbim ve kulaklarıma giden ağzımla izliyordum.
Serdar kollarını kucağında bağlamış yavaş adımlarla sıraların arasında dolanıyor ve dolanırken de gür sesiyle "Cümleyi bir defa kurarım, sorarım, anlamayanı atarım." Diyordu.
Üzerinde koyu yeşil pantolon ve bedeniyle birlikte kaslarını da saran siyah tişört vardı. Belinde salaş duran bir silah, postallar ve siyah kemeriyle o kadar yakışıklıydı ki, onun attığı her sağlam adımda benim yüreğim hopluyordu.

Görünüşe göre Emir bunu benim için Serdar' ın baya arkasındaki sıradan çekmişti ve açıya bakarsak görüntü muhteşemdi.
Duruşu, yürüyüşü, ciddiyeti, üniforması, kaslarının belirginliği ve boyu.. O kadar çekici duruyordu ki bedenimi saran sıcaklığı şimdiden hissedebiliyordum. Yavaş adımlarıyla sıralarda oturan askerlere baka baka gezinirken yüz ifadesi daha evvel görmediğim ciddilikteydi.
Tüm o anları yeniden dudaklarımı ısırarak izliyordum. Bana en başta bile bu kadar sert değildi. Bu, sanki bambaşka bir kişilikti ve ister istemez kendimle kıyaslayıp bendeki yavrumlu hallerine mutlu oluyordum.

Arkasını dönüp üzerindeki bakışlarla "Fiziki kondisyon." Dediği an ses hışırtıyla gitti. Emir muhtemelen telefonu daha iyi tutmak için parmağını hoparlöre dayıyordu. Yakalanma riskinin de olduğunu düşünürsek bu izlediğim bile epey yeterliydi.

Serdar konuşurken yavaş ve tok adımlarıyla bir miktar yürüdü. Ara ara "Kara harp, leolart ve alpay tankı." gibi kelimeler kesik kesik gelse de önemi yoktu. Ben sadece Serdar' a ve onun hareketlerine odaklıydım.
Sakin adımlarla yürüyor, ön sırada oturan askerin yüzüne teker teker bakıyordu. Kaşları yer yer çatılsa da yüzü genel olarak hep gergindi.

Videonun henüz otuz ikinci saniyesinde derslik olduğunu düşündüğüm odanın kapısı birden açıldı ve iki adım kadar içeriye giren asker Serdar' a baktı.

Geniş sırtı kameraya dönük olan Serdar ve diğer askerler sessizlik içinde kapıdaki askere dönerken genç çocuk Serdar' a bakarak "Komutanım Berat Üsteğmen' i arıyordum nöbeti varmış, burada mıydı?" Dedi. Sonra Serdar bir cevap vermeyince devam etti. "Yoksa siz söyler misiniz ben bulamadım."
Serdar kolları çözüp ellerinin belinin iki yanına, kemerine koydu ve askere "Habercin miyim lan ben senin it!" Diye gürledi.
Emir' in yanındaki asker "Aha sıçtın şimdi mal." Deyip sinsi sinsi gülerken Serdar karşısında kalakalan askere başıyla kapıyı işaret edip dahada gürleşen sesiyle ona doğru bir adım attı. "Çık lan dışarıya!"

Emir' in yanındaki asker yine konuştu. "Elini kolunu sallayarak giriyor birde. Komutan sikmese bari."

Serdar' ın hamlesiyle asker kaçar adımlarla hızla dışarıya çıkınca Serdar' da sinirle peşinden gidiyordu ki; video da tam burada, Emir' in bana hitaben gülerek "Al gör seninkini." Deyişiyle kesildi.

Ben videoyu bir kez daha izleyip hayran hayran iç çekerken Yeliz bu halime kahkaha atıp gelen mesajına baktı. Emir' le konuşuyorlardı ama öyle havadan sudan. Yeliz tam bir şey anlatmadığına göre yüksek ihtimal Emir tam olarak niyetini açmamış, sanırım birkaç gün sadece konuşmak istemişti. Tabi ne kadar yavaşsa da o kadar emindi adımları.
Gerçi Emir niyeti açmasa da benim dinlettiğim seste her şey ortadaydı. Yeliz her şeyi bilip susan tarafken Emir' de niyeti açmak için kıvranam kısımdı.

Az evvel instagramdan takipleşmeye başladıkları için Emir tahminen Yeliz' in fotoğraflarına bakıyordu. Tabi ki bu sırada da yazmayı ihmal etmiyordu. Yeliz' ise Emir' e zaten benden sık sık baktığı için profiline fazla takılı kalmıyordu.

Yeliz kahkaha atıp keyifli bir sesle "Ay şu sesi açsana bir kez daha dinleyeyim." Deyince telefonu masaya bırakarak tezgaha ilerledim. "Al sen aç. Ben şu içi yapayım da sarayım."
O bu defa sarmayacaktı. Yarın önemli bir toplantı varmış ve sarma sonrası parmakları biraz kötü oluyordu. Çok da önemli değildi, saat daha üçtü ve ben iki saate sarar pişirirdim. Akşam altı gibi de kızlar gelecekti.

Kaydın ortasında "Ya ne güzel konuşmuşsun sen öylee." Diyerek bana öpücük atınca omuzlarımı silktim. "Her zaman aşkım."

Ben saatlerdir Serdar' ın videosunu izlediğimden ve Emir' in sesini dinlettiğimden tam olarak konuşamamıştık. Derken sarma için soğanları soymaya başlayınca sulanan gözlerimi kapattım.
"Hadi anlat en baştan."

"Ayyy." Deyip heyecanla bana döndü. "Bu abimler dün geç gitti zaten biliyorsun. Emir' de akşam onbir gibi bana yazmış ama ben gece birde gördüm."
Soğanlar çok fena yakıyordu. "Ne yazmış?" Diyerek başımı tavana diktim.
"Oturalım mı? Yazmış."
Kaşlarımı çatıp "O ne be öyle?" Deyince Yeliz kahkaha atıp "Kankiii bende öyle dediiim. Ay düşündüm düşündüm, en sonunda anlamadım yazdım."
Üçüncü soğana geçerken gözlerimi devirip başımı tavana diktim. "Ay ne demek istemiş Allah aşkına?" O kadar numara verdik, attığı mesaja bakın ya.

Yeliz bağdaş kurmuş sırıta sırıta "Ben öyle deyince, gelince bir yerde oturalım mı? Yazdı." Der demez birden "Oooooohaaa." Diye yükseldim. Benim Emir' e bak sen, neler varmış beyefendide. Ben de yavaş ilerliyor sanıyordum. Meğer adam almış yürümüş bir gecede haberimiz yok.

Yaş dolan gözlerimle Yeliz' e döndüm. "Ay sen ne dedin?" Hem mutluydum, hem ağlıyordum hem de soğan soyuyordum bunun bir de doğraması vardı.

Telefonunu çıkartarak mesajlara girdi, sanırım tam olarak hatırlayamıyordu. "Bir ara gelirsen otururuz deyip gülmüşüm." Sonra alayla bana baktı. "Büyük tavladı beni. Selam falan yazsaydı engellerdim herhalde."
İkimiz de kahkaha atarken heyecanla "Ay ee eeeee." Dedim. "Ya anlat işte."

"O zaman bu hafta sonu deyip soru işareti koyunca Kestel tarafında güzel bir yer biliyorum yazıp tebessümlü emojide attım. Ya bir nevi çağırdım bende. Hayır diyemedim çok güzel gelmek istedi."

Yani Emir' den asla Oktay gibi zarar gelmezdi. Yani onu geçtim gelse bile ben vardım, kimse Yeliz' e bir şey diyemez, yapamazdı. Böyle olduğu iyi olmuştu. En azından daha hızlı tanırlardı birbirlerini.
Onların bu halleri beni daha da heyecanlandırırken sonunda ikisi için güzel bir birlikteliğin olacağından mutluydum. Başkan da seviyordu Yeliz' i. Annemi demiyorum bile.
"Ay gidin gidin, çiftliğin orayı mı diyorsun?" Hafta sonuna ne vardı ki şunun şurasında? Bugün günlerden neydi bilmiyorum ama üç veya beş gün bir şey vardı.

"Aynen oraya gideceğiz sanırım, aklıma orası geldi. Ay çok heyecanlıyım, ben bu kadar hızlı beklemiyordun." Ben kıkırdarken Yeliz oturduğu sandalyeden kalkarak yanıma geldi. Soğanları doğramaya başladığımdan gözlerim iyice sulanmış ve yanıyordu.
Ağlar bir halde gözlerimi kapatıp soğanları hızlı ve ince ince kıyarken başımı yeniden kaldırdım. "Ee sonra."

"Sonra kusura bakma benim uyumam gerekiyor sabah erken kalkacağım dedim mecbur. Tüm gün abimin velediyle uğraştım kanka çok yorgundum, sabah da toplantı vardı yine. Geç kalırsam iyice göze batardım. Neyse ben öyle deyince sorun yok tamam iyi geceler dedi. Heyecandan zor uyudum zaten. Sabah altıda uyandığım gibi günaydın yazdım, on dakika sonra o da günaydın yazdı."

O saatlerde tabi ben uyuyor oluyordum. Yeliz, Emir, Serdar hatta Sena bile erkenden kalkıyorken benim uyanmam on bir on ikiyi buluyordu.

"Serviste neredesin ne yapıyorsun bugün ne yapacaksın iş nasıl diye konuştuk, sonra tüm gün yazışmadık. Ben zaten çok yoğundum. Tam eve girdim ne yapıyorsun yazdı. Söyledim işte Hazan'a gideceğim dedim. Az önce de yazdı zaten gördün."

Serdar' ın sert mizacını ve bizim çatışmalı ilişkimizi düşünmeden alaylı bir sesle "Vayy bee ne hikaye." Dememle zihnimden geçenleri ittirmem bir oldu. Çok da öküz değildi yani, beni gayet de mutlu ediyordu siyah devim. Burnumu hafif çekerek devam ettim "Ne romantiklik, dallas mübarek." Akan yaşlarımla kahkaha atarken Yeliz' de kıkırdayıp gözlerini sile sile odaya yürüdü. "Allah canını almasın, kör olacaksın bu ne biçim soğan? Hilmi' den mi aldın?"

"Hııı." Diyerek acil bir isyanla ağlaya ağlaya suyu açtım. Hilmi ilk okul arkadaşımdı ve şimdi pazarcılık yapıyordu. E ben de ihtiyacım olan şeyleri arkadaş deyip ondan alıyordum. "Kafasına geçireceğim haftaya."

💎

Yeliz kaldırdığı eliyle çaprazımdaki kıza "Gizem ver pası." Derken Ayça elindeki çakıyı bana doğru sallıyordu. "Hatırladın mı?"
"Hee." Deyip bana doğru havalanan topa zıplayarak parmak uçlarımla Gül' e yolladım.
"Birkaç sene sonra müzelik olur o. Az daha sakla." Orta okul altı ya da yedinci sınıfta ona verdiğim çakıydı. Gövdesi gül dalındandı ve parmak boyundaydı. Oldukça da iş görüyordu. Kulpundaki zinciri o günden beri çıkartmamış, hala parmağını ona takıp takıp çakıyı sağa sola sallıyordu.

Gülmedi. Benim kadar ciddi bir ifadeyle "Saklıyorum." Dedi. "Geçen Çetin istedi vermedim. Ölümlüğüm dedim." Çetin sevgilisiydi. Normalde denk gelirsek konuşurduk ama uzun zamandır göremiyordum. En son birkaç hafta evvel Serdar' la Dursun Amca' ya gittiğimizde görmüştüm.
Serdar demişken... Saat akşam dokuza geliyordu ve Serdar hiç aramamıştı. Aramayı geçtim, hali hazırda bir mesaj bile yoktu. Bu akşam, dün zımbırtı dediği o isteme vardı, insan bir on saniye kadar ayırıp hiç mi yazmazdı? Ben de işi vardır diye sıkmak istemiyordum ama meşgulüm sonra yazarım dese de kabulumdu, ama o onu da yapmamıştı. Sabah konuştuğumuzla kalmıştık.

Gül "Tırnağın kırılmasın kınama çok az kaldı bakın." Deyince onu ilk kez gören Ceren "Protez takarım ben sana." Diyerek voleybol topunu Gül' e yolladı.
Hemen hemen hepsi ilk defa burada tanışıyorlardı ama hepsi gayet iyi anlaşmıştı. Gül ve Yeliz zaten gelecekti. Ayça' yı da ben çağırmıştım ama Ceren, Gizem, Büşra ve Bengü sokaktan geçerken uğramışlar, bizi kapıda voleybol oynarken görünce de gitmemişlerdi.
Yaklaşık yirmi dakikadır koştura koştura çok güzel bir voleybol oynuyorduk. Ayça hariç. O çakısıyla ilgileniyor, gelen geçenlere ne bakıyorsun, sesten rahatsız olup cama çıkanlara da gir lan içeriye diyordu.
Onu susturmuyordum, aksine gülerek arkadan gaz veriyordum. Sen yaparsın, bak şu da bakıyor, seni muhtar yapalım Ayça diye diye kahkaha atıyordum.

Gizem Trakya' ya kayan şivesiyle Büşra'nın aşağıya kaçırdığı topa bakıp "E ettin içine beaa." derken Gül kahkaha atarak topun peşinden koşmaya başladı.
Komikti ama ben alışkın olduğumdan kızlar kadar gülmüyordum.

Gizem eğildi ve ellerini dizlerine koyarak burnundan solar bir vaziyette Büşra' ya hitaben sesini yükseltti. "Elin mi yamuk senin?" Oyun çok güzeldi ama Büşra topu sürekli aşağıya kaçırıyordu.
Kolumla hafiften terleyen alnımı silerken yerden bir karış yukardaki çıkıntıda oturan Ayça' ya doğru ilerledim ve "Ekleme onunki, yan sanayi." Diyerek yanına oturdum.

Gizem ellerini dizlerinden çekmeden başını bana kaldırdı. Terlemiş ve kızarmıştı. "Kime yaptırdı?"

Elimi sertçe Ayça'nın dizine bırakıp "Rüstem abi taktı." Dedim. Kızlar ciddi ciddi bizi dinleyip gülüyorlarlardı. Başımla Serdar'ların kapısının önünde dikilip gülen Büşra' yı işaret ettim. "Tes kaynak yapmış, top sürekli gider onda."

Gizem Büşra' ya bakarak başıyla aşağıyı işaret etti. "Alalım seni aşşaya." Şivesi o kadar komikti ki komik bir şey demeden sadece konuşsa bile gülerdik. Kızlar hala gülerken Gül ayağıyla topa vura vura bize doğru geliyordu.
Nefesimi biraz daha düzene koyduktan sonra başımı aşağıya eğip topuzumdan çıkan saçlarımı diplerine doğru bastırırken "Hazan." Diyen Gül' le ona baktım.

Başıyla geldiği yeri işaret etti. "Aşağıdaki sokak arasında kızlar tartışıyor." Topu ayağıma doğru attı. Kalkmaya niyetim de yoktu, baya yorgundum. Bacak arama giren topu bize doğru gelen Ceren' e ve Yeliz' e doğru atarak "Nasıl tipler?" Dedim.

O şimdi bilmez buraları, ama tiplerini tarif ederse belki tanırdım.

"Ayakları kolları var." deyip dudak büktüğünde kızlar Ayça'yla etrafımıza toplanmıştı. "Kafaları falan." Gül' ün dalgasına ayak uydurup şaşkınca
"Oha." Dedim. "E nasıl olur yaa, sende yok o."

Gül "Siktir." Deyip sırıtınca aşağıdan gelen seslerle hepimiz o tarafa baktık.
Bengü "Kim.." dediği an sesleri net duyabilmek için işaret parmağımı kaldırıp gözlerimi kısarak "Şşşt. Dedim. "Duyamıyorum bir saniye." Yine de anlayamadım. Sesler uzaktı ve zaten çok karmaşık geliyordu.

Gül "Sıkıştırmışlardı bir tanesini. Dört müydü beş miydi neydi toplam." Diye mırıldanınca Ayça çakıyı kotunun cebine koyup bana döndü. "Bakalım mı?" O çakıyla tabiki de asla birine bulaşmıyordu sadece süs olarak kullanıyordu o kadar.

Sesler bu sırada biraz daha şiddetlendi. Biri "Giiit." Diye bağırınca ayağa kalkıp "Bir bakalım." Dedim.

Mahallede kendi yaşıtlarımdan tanımadığım yoktu. Benim yaş grubumsa kesin tanırdım da, küçüklerse bilemezdim.
Kızlarla yavaş yavaş o tarafa ilerlerken "Topumu ne yaptınız?" Dedim. Yeliz' in "Bizim girişe attım." Demesiyle yürümeye devam ettim.

Yürürken ellerimi Ayçanın omuzlarına koyup sırtına atlamaya çalıştım, ama tam olmadı. Bu sırada Gül kalçama tokat atarken Büşra ve Yeliz ve Ceren kendi hallerinde halay çekmişlerdi. Bengü kendi çizdiği hayali seksekle oynarken kahkahayla kolumu Ayça'nın omzuna atıp sesin geldiği sokağa baktım.

Hava artık yavaş yavaş kararıyordu ve sokakta bizden başka neredeyse kimse yoktu. Benden küçük birkaç genç oğlan vardı hepsi o. Az ileride tartışan kızlardan biri Melis, diğer ikisiyse Dursun Amca' nın dürümcüde Serdar' a bakan kızlardı. Gül' ün de dediği gibi almışlar Melis' i ortalarına sıkıştırıyorlardı.

Kızlar teker teker bize dönerken Ayça Melis' e hitaben mırıldandı. "Bu kıza çok üzülüyom biliyon mu?"
Dümdüz ileriden bizi izleyen kızlara bakarken kaşımı havalandırdım. "O niye?"

Omuz silkti. "Hiç çevresi yok, döverler bunu." Yani orasını bilmem, ama bu gidişle evet döverlerdi. Durum biraz sıkıntı gibiydi. Dört kız Melis' i çevrelemiş, elleri kucaklarında bağlı, bir ayakları bir adım önde hesap sorar gibi duruyorlardı. Bizi görünce de bu duruşu bozmamış, sadece kafalarını bize çevirmişlerdi.

"Seni verelim." Dedim o tarafa doğru bir adım atarken. "Koruması olursun." Anında peşimden gelerek "Cık." dedi. "Sen varken bana düşmez."

Arkamı dönüp kızlara bakmadım. Ellerim siyah tişörtümün iki yanında, bakışlarım her birinin üzerimdeyken sadece Ayça' nın duyabileceği bir tonlamayla soluk verdim. "İyi o zaman, birgün ben gidersem işi sen çevir."

Adımladıkça yol azaldı, azaldıkça da kızlar iyice bana dönerek sakin sakin onlara gidişimi beklediler. Halâ ortalarında olan Melis' e bakıp kızlara hitaben "Ayrıl." Dedim.
Sesim ifadesiz, bakışlarım düzdü. Onlarla aramda bir adım kadar mesafe varken Ayça hemen sağımdaydı.
Kızlardan ikisini o gün dürümcüde görmüştüm evet ama diğer ikisini de mahalleden tanıyordum.

Melis sessizce aralarından çıkıp arkama doğru geçerken ellerimi siyah pantolonumun ön ceplerine sokarak o gün Serdar' ın karşısına oturan kıza baktım. Onların aksine ben daha sakindim, hatta epey sakindim. Kollarını çözmeden ve tek kelime etmeden beni izliyorlardı ki sessizliği tek kaşımı kaldırıp "Var mıdır sorun?" Diyerek böldüm.

Kız gözlerini gözlerimden çekmedi, kollarını kendini güçlü gösterebilmek için indirmedi ama düz bir ifadeyle "Yok." Derken aynı zamanda alçak çıkan sesinden her şeyi anlayabiliyordum.

Başımı sorar vaziyette çok hafif sağa doğru meğilledim. "Olacak mı?"
Kimseden ses çıkmıyordu. Herkes bizi izliyordu ve ben hiç olmadığım kadar sakindim. Az evvel buraya gelirken de düşünmüyordum sonucu şimdi de. Hatta açık söylemek gerekirse kavga çıkacağını düşünmüştüm.
Karşımdaki kız sessiz kalınca "İyi." Diyerek bu anı onayladım. "Olursa beni bul, Melis' le aynı sokaktayız."

Keyiflerini bozuklarım için sinirlense de bir şey yapamayacak kadardı. Bir şey değildi işte, saçma sapan ergenliğini atlatamamış bir avuç kızdı hepsi.

Kız susmaya devam edince her birine kısa kısa bakarak arkamı döndüm ki, sonra içimde kalan bir şey için yeniden o tarafa dönüp aynı kızı bıraktığım gibi buldum.

"Biliyor musun?" Bu defa tek kaşım değil kaşlarım havalandı ve kollarım eski sakinliğini koruyamayıp göğsümde toplandı. "Sevgilime baktığın o gözleri oymak istiyorum." Derken kaşlarım tehtitvari bir halle şekillenmişti.
O gün... O günden sonra Serdar' la geçen her anımda onu herkesten kıskandığımın bilincindeydim. O gün sevdiğim adamın karşısına oturan bu kıza da aslında büyük bir kinim vardı.

O sakin sakin bana bakarken her ne olursa olsun vazgeçtim. Yüzüm gevşerken sahte bir tebessümle gözlerine bakmayı sürdürdüm ve "Ama birine söz verdim." Dedikten birkaç saniye sonra bu defa kesin olarak yavaşça arkamı dönüp geldiğim yere yürüdüm.

Söz verdiğim kişi başkandı. Bir daha karakolluk olmayacağıma ve saçma sapan işlere bulaşıp kendimi küçük düşürmeyeceğime söz vermiştim. Haklıydı da, bu cidden bir yerden sonra kendine olan saygımı da yitirmeme sebep oluyordu.

Bir iki yıl evvele kadar olduğum yeri unutmuyordum. Ayça'nın yanı ve sokaklar... Pişman değildim, ama şu an hayatım düzene oturmuş gibiydi ve her şeyden çok sevdiğim bir adam vardı. Serdar varken başka bir şeyle ilgilenmek istemiyordum. Bir şey olacağından değil, eminim bu akşamın sonu karakolda da bitse kızmaz, çıkmam için elinden geleni yapardı. Hatta o biraz garipti belki gurur duyardı. Ama ben iyi hissetmezdim.

Sahi o neredeydi?

Arka cebimden çıkarttığım telefona bakıp oflayınca Yeliz yanıma gelip "Aşko, Emir istemeden video attı." Dedi.
Ayça sağımda, Yeliz solumda, Gül ve diğer kızlar birkaç adım ileriden yürürken Melis çoktan gitmişti. Kısa bir an ne alaka der gibi kaşlarımı çatınca telefonunu çıkarttı. "İstemeye gidenlerden biriyle takipleşiyormuş, bir arkadaşıymış."

Ben "Bakayım." Deyince Ayça' da yanımda durarak Yeliz' in telefonuna izlemeye başladı.

On on beş saniyelik bir videoydu. Videonun büyük bir kısmında aile büyükleri vardı ama Serdar' da oradaydı. İlk birkaç düğmesi açık olan siyah gömleğiyle üçlü koltukta oturuyordu ve yanında onun gibi esmer bir adam vardı. Adam Serdar' ın kulağına bir şeyler derken Serdar' da ciddi ciddi ona doğru eğilmişti. Birkaç saniye sonra yanlarına yere kadar siyah saçlı, uzun kırmızı elbise giymiş bir kız geldi. Böylelikle kameranın önünü ve Serdar' ı kapatsa da elinde tuttuğu küçük hediye paketini Serdar' lara doğru uzattığı görünüyordu. O paketi gösteriyor muydu yoksa veriyor muydu orası tam belli değildi ama kız kırmızı bir elbise giymişti.

E oradaydı işte. Oturuyordu boş boş neden bana yazmıyordu?
Hem, kimdi o kız? "Devamı yok mu?" Deyip hızlanan nefesimle Yeliz' e bakınca başını iki yana salladı. "Şarjı bitti ya."

Önce durup kızlara baktım. Sonra başımı kaldırıp evime baktım, oradan Serdar' ların boş balkonuna. Buradayken ne kadar güzeldi. Ne olurdu o zamanlar sevgili olsaydık? Tüm gün gezer dururduk mis gibi. Şimdi haber alamıyor, bir mesaja muhtaç geziniyordum.
O orada güzel güzel kızların içinde yakışıklı yakışıklı otururken ben burada ilk okul çocukları gibi, kolumun altındaki topla oynuyor, terliyor, üstümü kirletiyordum.
Bu avare avare dolanışlarım artık canımı sıkıyordu ve bunun tek nedeni Serdar' dı. Ne vardı ki bir mesaj atsaydı da benim de merakımı giderseydi? Hayır biliyorum şimdi kafama takacaktım. Az evvel kıza, Serdar' a baktığı için gözlerini oymak istediğimi söyleyen ben, şimdi bir isteme gecesinde sevgilimi onca kızla yalnız bırakmıştım.

Acaba o da içmiş miydi tuzlu kahve?
Saçmalıyordum.
Serdar damat mıydı o ne alaka? Ama damat gibi yakışıklıydı.

Oflarken telefonumu yeniden kontrol ettim ve ağzımın içinde mırıldandığım küfürle yukarıya doğru çıkmaya başladım.
Ayça, Sena' nın aksine arkamdan "Ya belki yanlış anlamışsındır hemen parlama." Diye seslenince sağ elimi yukarıya kaldırıp sızlayan burun direğimle sadece yürüdüm. Beni biliyordu, karakterimi tanıyordu ama bu defa parlamayacaktım. Sonuçta kimsenin bana yazmak gibi bir mecburiyeti yoktu. Adam yazmak istemiyordu demek ki.
Halimden de şikayetçi falan değildim. Ben bu dizleri yırtık kotumla, dağınık topuzumla, siyah tişörtüm ve toz toprak olan ellerimle olduğum yerden gayet mutluydum, ama onun fırsatı varken bana tek bir kelime bile yazmamasına dayanamıyordum.
Ben kendi kendimi yedim tüm gün, o bana sekiz saattir tek bir kelime bile yazmamıştı. İnsan merak etmez miydi? Etmemişti işte

Kızlara ayıp olmasın diye eve girmedim ama beş karış suratımla kapının önündeki çıkıntıya oturarak Serdar' a asla yazmama kararı aldım. Yarın yazsa da, arasa da dönmeyecektim.
Eceli gelen köpek cami duvarına işermiş, ya işemeyelim bakalım Serdar' a.

Oy ve yorum için teşekkürler❤

💎

Araya giren kilometrelerle çok büyük bir derdim vardı. Onu istediğim her an görememek mi beni daha hırçın yapıyordu, yoksa genel halim mi buydu bilmiyorum ama bu defa kendimden yorulmuştum. Çünkü videonun devamında Serdar o kıza hiç bakmadan başını diğer tarafa çeviriyor ve oturduğu yerden kalkarak kadrajdan çıkıyordu. Kız da zaten hediye paketini Serdar' ın yanında oturmuş olan adama veriyordu.

Son üç saatte kendi kendimi yemiştim ama bu tamamen benim aptallığımdı. Yeni bir umutla saçımdaki havluyu sabitleyerek telefonu elime aldım. Fakat yine, umut ettiğim şey içime oturdu.
Saat on ikiye geliyordu. Ne bir mesaj vardı ne de arama. Duşa girmeden evvel en son videonun devamını attıktan sonra Emir aramıştı. Gizli çektirmiş, Serdar' a söyleme demişti.

Kırmızı havlumla yatağa uzanırken yenidem omuz silktim. Kime ne diyeyim ki? Bir şey yoktu. Siyah devim kıza göz ucuyla bile bakmamıştı.
Mesaj yoktu, gelmeyeceğini de anlayınca telefonu yastığımın altına bırakıp gözlerimi kapattım. Eve geldikten sonra kendimi cilt bakımına ve duşa vurmuştum. Kremler, jeller, losyonlar, bakım kremleri derken kendimi banyoda epey oyalamıştım, hatta o ara yüzüme masaj bile yapmıştım ama unutamamıştım.

Ruhumu olmasa da cildimi muhteşem ve taze hissettiğim bir geceden, hayata göz devirerek kendimi uykuya bırakıyordum. Kalkıp odanın lambasını söndürecek halim yoktu evet, ama uzanıp pikeyi üzerime kapatacak gücüm vardı.
'Evlenmeliyiz' dedim içimden. Uykuya dalmadan hemen önce, kendi kendime sarılıp pikenin altında sağa kıvrılan bedenimle. Son gelişini hatırladım sonra. Kelimeler usul usul dilimden dökülürken kendime sarıldım ve "Kollarından ayrılmamalıyım Serdar." Deyip ufak bir iç çektim.

Sağıma yatıp soluma dönmüştüm. Zaten öyle uyurken fazla kıpırdayan biri değildim. En fazla üç kere şekil değiştirirdim ama geneli ikiydi. O da kolum ya da bacağım uyuşmasın diye.
Soluma döndüğümü hissedebiliyordum, ve ne gariptir ki tek hissettiğim bu değildi. Havlum ve pikem hala üzerimdeydi ama sanki hemen yanımda bir ağırlık ya da bir varlık daha hissediyordum. Yüz üstü yatıyordum, başım sağa dönük, sağ elim ise yüzümün önündeydi ki birden omzumda hissettiğim elle kim olduğunu anlayamadan bile beni kurtarsın diye başımı hafif hareket ettirdim ve bir yakarışla "Serdar!" dedim. Ama hemen sonra gözlerimi hafif aralayınca bu defa da bir rahatlama gibi "Serdaaar." Diyerek derin nefesler aldım. Hızla koynuna sokuldum. O an büyük bir titremeyle anında yüzümün hizasında olan boynuna sığınırken kollarımı korkuyla aramıza çekmiştim.
Gelmişti ama bu defa da uyku sersemi halimle çok korkmuştum. O kim ve ne olduğunu anlayamadığım ufacık an başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüş, kalbim hızla çarpmıştı.

Çok korkmuştum, yumruk yapıp aramıza aldığım ellerim titriyor, kalbim hızla çarpıyordu. Soluklarım Serdar' ın göğsüne vurup bana geri gelirken bedenimi sıkıca sardı ve kendine çekerken telaşla "Şşşt tamam." Dedi. "Tamam geçti. Geçti korkma."

Nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum, titriyordum da. Yine de her korkumda ona sığınmak daha güçlü hissetmemi sağlarken uykuda arınan halimle mümkünmüş gibi Serdar' a daha da sokuldum.
Normalde olsa asla bu kadar çabuk ayılamazdım ama o korku beni öyle bir sarsmıştı ki birden silkelenip kendime gelmiştim.

Telaşla "Özür dilerim." Deyip başımı tutarken yastıkta kalan havlumun açıkta bıraktığı saçlarımı öptü. "Özür dilerim." Anlaşılan korktuğum için onu da korkutmuştum.
Özürlerine karşılık başımı itirazla iki yana salladım, derin derin nefesler aldım göğsünde. Tek kolunu bedenime sararken defalarca başımı öpüp bu daracık alanda görebildiği kadar beni izledi. "Yavrum iyi misin?"

Alnımı inip kalkan göğsüne bıraktım "İyiyim." Sağ kolumu kolunun altından geniş sırtına sardım. "Hoşgeldin." Başımı kaldırarak kokusunu içime çeke çeke elmacık kemiğini öptüm. Sonra da kollarımı boynuna sarıp ona çocuklar gibi kocaman sarıldım.

Kalbi endişeden olsa gerek benimki gibi hızla çarpıyordu. "Korkarken bile Serdar dedin ya az evvel." Belimdeki elleriyle beni sıkı sıkı sararken sesi titriyordu. "Ben orada bir öldüm..."
Alnımı yeniden öptü, beni yeniden sardı, bedeni bedenime hiç bitmeyecek bir ihtiyaçla tutundu.
Ama öyleydi. Serdar öyle bir adamdı ki başıma bir şey gelse bile ilk onun adını söylerdim, beni her ne olursa olsun kurtarırdı.

Gözlerimi ve şakağımı ovarak başımı yastığa bıraktıktan sonra tepeden beni izleyişine buruk bir tebessüm bıraktım. Ağırlığını vermiyordu ama başımın iki yanına koyduğu elleriyle üzerimdeydi. Sağ elim yüzüne gitti, gözlerimiz birbirimizde parlarken hafif çatılan kaşlarımla mırıldandım. "Niye yazmadın hiç? Tek bir kelime bile."

Yüzü biraz değişti, gülümser gibi oldu. "Geldim ya yavrum?"
Sol omzumu silktim. "Olsun." Yüzüm hâlâ düşüktü ama bunun geçici olduğunu biliyordum. Sadece nazımı, sitemimi ona göstermek istiyordum.

Ufak bir merakla "Özledin mi?" Deyince sesimi hatırı sayılır bir halde yükselttim. "Deli misin yaaa." Boynunu tutarak "Nasıl özledim hemde." Derken onu kendime çekmemle dudaklarıma yapışması bir oldu.

Büyük bir şehvetle beni sarışları yumuşak öpüşleri eşliğinde kalbimi yumuşacık yaparken olabildiğince sarıldım. Kollarım, ellerim, tenini hisseden her uzvum onu çok özlemişti. Bir sarılışıyla dahi bana kattığı her anlamda kendimi bulurken dillerimizin ve dudaklarımın bu hasrete meğlendiğine gönlümü verdim.
Omuzlarından sırtına giden ellerimle ona hem deli gibi tutunuyor, hem de usulca hareket ettirdiğim ellerimle bendeki varlığını hissediyordum. Hafif geri çekilerek ağzımın içinden çıktı, dudaklarımı tükenmeyen bir coşkuyla öpmeye başladı. Sert hamlelerle dudaklarımı öpüp öpüp duruyordu, bu öpüşmek değildi, sanki bana duyduğu özlemi bir buseyle dolduruyordu ve bu bir türlü geçmiyordu.

Bir süre odamı dolduran yalnızca öpüşme seslerimizdi. Sakin, sert, her bir ana vara vara yaşadığımız bu his çok çok başkaydı. Ne Serdar' ın kalbi coşkulu atışlarına son veriyor, ne de benim iç titreten hallerim bir vuslata varıyordu. Öyle güzel, öyle başkaydı.
Dudaklarını dudaklarıma bastırıp birkaç santim geri çekildi. Sora yeniden eğildi, dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve aynı şekilde geri çekildi. Bir çocuğu mıncırır gibiydi öpüşleri; hırçın ve sakin. İki yanımda tuttuğu ellerinden destek alarak şınav çeker gibi dudaklarımı defalarca öptü. Kimi daha uzun sürdü, kiminde dudaklarımı emdi, kimindeyse sertçe bastırıp geri çekildi. Onun bu coşkulu haline aynı hallerle karşılık verirken sırıtışıma mani olamıyordum. Sağ elimi yüzüne koydum ve dudaklarımız bir kez daha buluşurken sırıttım.

Dudaklarımı sayamayacağım kadar öptü. Gülüşüm genişleyince de geri çekildi ve hafif tepeden bana bakıp gülümsedi. "Ne oldu?"

Ellerimle sert yüzünü kavrayıp başımı yana yatırdım. Yaramazlık yapan çocuk gibi alt dudağımı ısırdım. Bir şey dememe gerek var mıydı bilmiyorum ama ona bakan gözlerimin içi gülüyordu. Bu andan evvel gözlerinin içi gülmesi ne demekti bilmiyordum, ama şu an biliyordum ki gözlerimin içi gülüyordu ve ben bunu Serdar' da öğrenmiştim.

Sol elimi pikenin kapattığı göğüslerime indirerek sağ elimle kemikli yüzünü sevdim. Kaşındaki faça, yüzündeki çekici yara, sert bakışları ve kemikli yüzü o sertliğin ardından bende değişiyordu. Bana kışın baharını sunuyordu...
İkimizin de yüzünde çok huzurlu ifadeler vardı. Onun mutluluğu, benim sevincimde nefes bulurken bir şey demeden kollarımı boynuna dolayıp kucağıma yatmasını istedim. İtiraz etmedi, başını yavaşça göğsüme koyunca elimi ensesine indirerek avucuma dolan siyah saçlarını okşadım. Dudakları bu defa açıkta kalan gerdanımda geziniyorken elleri pikenin üstünden belimdeydi.

Bu sabah o videoda izlediğim aşırı sert ve avaz avaz bağıran adamla hiçbir alakası yoktu. Benim koynumda o kadar sakindi ki, onun bu halinin bana has olduğunu bile bile gülümsedim. Benim siyah devim, başkasına kaplan bana kedi olan devim...

Saçlarını öperken kokusunu bir kez daha içime çektim. Saat kaçtı bilmiyorum, ama hava hala karanlıktı ve yatarken açık bıraktığım ışık yanıyordu.
"Kaçta uyudun?" Derken eli bel oyuğumda hareketleniyor, dolgun dudaklarıyla usul usul gerdanımı öpüyordu. Saçlarını okşamaya devam ederken çenemin altındaki başına baktı. "Bilmem, on iki gibiydi. Sen kaçta geldin?"

Burnunu tenime sürttü, çıplak omuzlarımı ve açıkta kalan bedenimi seve seve kokumu içine çekti. "On iki buçuk. Yeni uyumuşsun, mutfaktaki kahve ılıktı."
Duştan sonra yaptığım ama içmeyi unuttuğum kahveydi. O benim tüm gerdanımı boylu boyunca öperken, ben onun ensesini severken üzerimdeki varlığıyla huzurlu bir tebessüm vardı yüzümde. "Aramayınca çok sinirlendim sana. Bir mesaj bile atmadın. Yarın arasan da bakmayacaktım. Mesajlarına da cevap vermeyecektim."

Dudaklarının derildiğini tenimde hissederken o bitmeyen öpüşlerine bir yenisini ekleyip dirseklerinin üzerinde doğruldu. Gözlerindeki yumuşaklık ilk defa gördüğüm bir huzurdaydı. Serdar bu gece bana gelmişti ama çok başka gelmişti. Çok mutluydu ve sanki bana karşı olan duygularının doruklarındaydı. Bu defa alnıma yöneldi. Dudaklarından sonra alnını alnıma yasladı. "Sana yazmıyorsam bil ki ya öldüm, ya da yanına geliyorum yavrum."
Boğuk sesinin verdiği anlam yeni bir doğum kadar güzeldi. Yeni bir bahar, yeni bir an, yeni bir hediye.. O konuşurken benim lâl olan dilim de en az yüreğim kadar sevgi doluydu. Ama Serdar öyle bir konuşuyordu ki, ben bildiklerimi de unutuyordum.

"Öğrendim." Deyip kapanan gözlerimle burukça gülümsedim. Elim yüzüne gitti. "Hakkında bilmediğim o kadar çok şey var ki Serdar..." Öyleydi. Ne kadardık ki şunun şurasında? Ben günleri hesaplamayı bırakalı çok olmamıştı ama onu sevdiğim anları bilecek kadar yüreğim zihnimdeydi.

"Acelemiz yok." Burnunu burnuma sürttü. "Ben seni her solukta en baştan okumaya niyetliyim." Yeniden geri çekilirken gözlerim açılmış, kocaman bir tebessümle yüzünü severken gülümsüyordum.

Bilmiyordu ki, ben de onunla ilgili öğrendiğim her şeyde, onu izlediğim her anda kalpten gidecek gibi oluyordum. O sert halleri bir yana, Serdar en basit hareketiyle bile beni kendine hayran bırakıyordu. Ve biliyordum ki seninle çok işimiz var siyah dev, neyse ki sana kör kütük aşığım...

"Seninle evlenmek hiç bu kadar cazip gelmemişti."
Sırıtarak kurduğum cümleye kaşlarını bilmiş bilmiş kaldırdı. "Araya mesafe girdikçe bana mı yakınlaşıyorsun sen?"
Öyleydi ama bunu tam olarak ona söylememe gerek yoktu gibi. Alt dudağımı yeniden dişlerimin arasına alırken Serdar' a yalan söylüyormuş gibi şaşkınca baktım.
"Ay ne münasebet?"
Şaşırsa da bu şaşkınlıkla yüzündeki elimi tıpkı benim gibi öptü ve bakışları tekrar yüzümü buldu.

"Çok mu ağladın sen?" Derken o anımı asla yüzüme vurmuyordu. Gerilen yüzünden ve değişen sesinden de anlaşılıyordu ki dünden bahsediyordu. Yanımda olup bana sarılamadığı için üzülmüş olmaliydı, nitekim her firsatta beni saran oydu.
Hafif çatılan kaşlarıyla o koyu kahvelere birden kara bulutlar çökmüştü. Eliyle alnımı sevdi, nemli saçlarımı geriye doğru ittirdi.

Başımı hafif yana eğdim. "Ne zaman?"
Hayır, konuyu düne getirmek istemiyordum ve kabul ediyorum ki şapşallığım yine üzerimdeydi.

Şaka yaptığımı anlayamadı, kaşları hafif havalanırken şaşkın bir hale büründü. "Dün?"

"Hatırlamıyorum." Deyip dudak büktüm. Hali epey komikti, muhtemelen içten içe nasıl olur falan diyordu ama kabullenmek gibi bir niyetim yoktu.

Ciddileşen ve elimin altında sinirlenen haliyle tek kaşını kaldırınca "Ben ağlamadım ki sen ağladın." Deyip yeniden masum masum omuz silktim. Ona bunu kabullendirmek ister gibi kaşlarımı havalandırdım. "Aradın ya beni, çok seviyorum Hazan, affet beni dedin." Yüzü birden gevşedi, gözleri tebessüme yakın bir ifadeyle kısılınca o yüzü seve seve devam ettim. "Yalvardın ya hani Serdar' ım? Bende affettim ya seni? Hatırlamıyor musun?"

Kısık gözlerle beni izleyişi cümlemle son bulunca "Sen varya sen." Diyerek yanıma uzandı ve yeniden "Sen varya seen." Diyerek beni göğsüne çekti.

Islak saçlarımla yan dönüp üzerine daha rahat yatarken başımı göğsüne koydum. "Ne ben ya?" Elim göğsüne gitti, bu arada ciddiyetimi asla bozmuyordum. "Serdar sen ağladın ya? Hatırlar mısın lütfen?"

Göğsündeki elimi tutarken sağ kolunu başımın altından soktu ve beni iyice kendine çekerek başını salladı. "Ben ağladım yavrum. Ben ağladım tamam."

Bu kabullenişle büyük bir zafer kazanmış gibi başıma sert bedeninde yer yaptım. Parmakları parmaklarıma karışırken de gülerek mırıldandım. "Çaktırma."

Aynı tebessümle başımı öptü. "Asla." Başımın altındaki eli saçlarıma karışmış, diğer eli parmaklarımda geziniyordu. Havlunun ve pikenin altındaki bedenimi ona çevirsem de alanın darlığından çok da rahat değildim, ama en güzel anımdı.

"Şu havluyla dolaşma işini konuşmamız lazım." Deyince dudak bükerek kaşlarımı çattım. "Konuşalım." ne vardı ki havlumda? Gayet de güzeldi.

Derin bir nefes verdi. Bu nefesle bedeni inip kalktı. "Bu şekilde uyuyamazsın." Siyah tişörtünün altındaki güçlü beden ve muhteşem kokusu benim zihnimi her daim kurcalarken adapte olmak istediğim konu çok daha başkaydı. Konuya dönmem gerekti.

"Niye?" Diyerek de bunu yaptım. "Deprem olur. Bir şey olur. Uyuyamazsın böyle." Kızmıyordu, saçlarımı ve ellerimi severken sakin sakin konuşuyordu ama bana hem aşırı uzak, hem de korkutucu derecede mantıklı geliyordu. Dahası, Serdar bazen annem gibi konuşuyordu.
Yine de uzak olanı tercih edip omuzlarımı "Seviyorum." Diye silktim. "Hoşuma gidiyor, rahat."

"Şimdi uyuyamazsın." Sesi az da olsa sertleşmişti. O sinirlenince ben de gerilerek "Neden?" Diye yavaşça dikleştim. "Ne zaman uyurum?" Dirseğimden güç almış, aynı elimle önümü kapatıyordum. Saçlarım omuzalarımdan sırtıma dökülüyordu ve yükseldiğim yerden havalanan kaşımla Serdar' a bakıyordum.

"Evlenince." Deyip iyice bana dönünce gülerek gözlerimi devirdim ve arkamı dönerken Serdar devam etti. "Benim yatağımda söz. Havluya bile gerek olmaz."
Sadece komikti. Düşünürsek illa başka şeyler de çıkardı ama düşünmek istemiyordum. Bunu yerine sırıta sırıta "Fırsatçı." Dedim ve bedenimi de tamamen arkaya çevirdim. Yastığın diğer tarafına başımı koymuştum ki yeniden üzerime eğilmesi bir oldu.

Gerilen dudaklarıyla kolunu belime sararak omzumu öptü. "Fırsatçılık değil, rahatın söz konusu." O gülüyordu, ben gülüyordum ve konuştuğumuz konu ikimizin de ilgisini çekiyordu.
Bilmiş bilmiş "Başkasının yanında böyle uyuyamam. Rahatım söz konusu." Dediğimde başını sallayarak beni onayladı. Dudakları yeniden omzuma değdi. "Bunu evlenince konuşalım mı? Ya da mesajda?" Ilık nefesi tenime çarpıyor, onun hızlanan nefesi benim duygularımı yavaş yavaş ortaya seriyordu. "Hani şu kimin üstte ola-" Cümlenin devamını getirmesin diye dirseğimi hızla karnına geçirerek sol elimle yüzümü kapattım. "Serdar!"
Bu darbemin ona sinek ısırığı gibi geldiğine emin olduğumdan ne durumda olduğuna bakmıyordu ama tenimde gerilen dudaklarından her şeyin normal olduğu anlaşılıyordu.
Hamlemle geri çekilerek aramızı açtı. Şimdi o mesafeyle bana daha uzaktı ve eminim ki pikeden yarıya kadar açılan çıplak sırtımla beni daha rahat görüyordu.

Birkaç saniyenin sonunda yüreğimde sızlayan koca bir şey hissettim.
O, omuzlarımdaki saçlarımı tutam tutam kenara ittirirken ben içten içe kemirdiğim dudaklarım ve çattığım kaşlarımla yapmamasını istiyordum. Nasıl da unutmuştum... O yaralarımı açtıkça ben huzursuz oluyor ve kaskatı kesiliyordum. Beni acı olarak tüm çıplaklığımla görecek olması içimi sıkıyordu. Yaralarımın bir yanı değil, bana her yanı güzken eylül sıcağında savrulan yapraklar misali ağır ağır yere dökülmek istemiyordum.
Sırası değildi. Sonunda kenara sıyırdığı saçlarımla tamamem açığa çıkarttığı yaralarımın üzerine parmak gezdirmesi, henüz o anın sırası değildi...

Elimde olmadan kendimi sıkarak dudaklarımı dişledim. Onun parmakları sigara sönüklerinin üzerinde aheste aheste gezindi, benim ciğerim utançla, anıların acısıyla kül oldu.

"Kim?"

Sesi öyle soğuk, öyle net ve öyle tersti ki az evvelden eseri yoktu. Çok bile dayanmıştı bunu sormamak için, fakat konuşacak onca şey varken neden bu? Ben hazır değildim. Buna sanki uzun bir gece, bol gözyaşı, bol bol iç çekiş gerekecekti ve biz henüz öyle uzun gecelerden birinde değildik.

Yataktan biraz daha ileriye giderek ondan kaçmak istediğimde uca çok yakındım. En ufak bir hamlemde düşeceğimi bile bile yine o kenarda kendime bir hayat kurarken gözlerimi sıkıca yumdum.

Omzumu da iyice kendime çekerken sessizliğimle ondan kaçtığımı belli ediyordum. Serdar' da ne istediğimi ve neydem kaçtığımı anlamış olacak ki itiraz etmeden elini üzerimden çekti. Bunu istemiyordum. Bana her şekilde dokunabilirdi, asla itiraz etmedim. Şu an birlikte bile olabilirdik ama bunu asla istemiyordum. Yaralarıma dokunmasını istemiyordum, saramazsa ben yeniden kabuk bağlamasını beklerdim ve bu sancılı sürece hazır değildim.

Zihnim bir fitili ateşlemiş kendi kendini çıkılmaz bir bunalımla patlatacak gibiyken Serdar kolunu karnıma doğru sararak sakince "Gel." Dedi. Bedenimi tek bir hamleyle kendine çekti. Yatakta hiçbir şey yapmadan basit bir şekilde ona kayarken cevabımı bile beklemeden ona dönmemi sağladı ve bedenimi kendine çekti.

Bu defa ona sarılmadım. Başım eğikti ve suratım deyim yerindeyse sirke satıyordu. Kollarını tüm bedenime sardı, başımdaki eliyle yüzümü göğsüne yaslarken titrek bir nefes alıp "Ben varım." Dedi. "Artık ben varım biliyorsun değil mi?" Sinirliydi ama bana değildi bu öfke. Bu sinirle sokuz köyü yakardı da, benim kılıma zarar vermezdi. "Bırak dokunmayı, üzerine değen en ufak bir bakışı yeryüzünden silerim. Sen gül diye, herkesin soluğunu keserim." Sesi o kadar tok, o kadar sertti ki bu kalın sesiyle bile güven verebilirdi insana. Tıpkı cüssesi gibi heybetli olan sesiyle ona daha da sokuldum.

Biliyordum. Bundan o kadar emindim ki bunaldığım her an beni kurtaracak bir kahramanın olduğunu biliyordum. Serdar zaten bugüne kadar benim için bir çok şey yapmış, çok kişiyi karşısına almıştı. Yine yapardı.

Ellerimi kollarımı aramıza tutarken hafif kırdığım dizlerimle geniş göğsüne iyice sokuldum. Tek bir kelime etmeden, sessiz sakin bir güvenle ait olduğum yerdeydim ve hissettiğim bu duygu yoğunluğu içime baharı getiriyordu. O beni tutuşları, bedenimi basit hamlelerle sevişleri içimi kıpır kıpır yapıyorken bir anneden, ya da babadan farksız gibiydi. Bana bebeği gibi davrandığını farkında mıydı bilmiyorum ama alnımı öperken yüzünü sevip sakin sakin "Yavrum." Dedi. "İyi misin?"

Çok iyiydim. Hayatımda hiç olmadığı kadar güçlü ve mutlu hissediyordum. Duştan yeni çıkmış, üzerimdeki rahatlamayla kendimi sevdiğim adamın kollarında bulmuştum. Derdim ne olursa olsun, nasıl iyi olmazdım?
Aklıma nereden geldi bilmiyorum ama elimi boynu ve göğsü arasına koyarak mırıldandım. "Beni biz yokken de korur musun? Yani olmasın ama, bir gün bitersek, olur da ayrılırsak falan?" Sanırım biraz acı seviyordum. Hayatın sillesini yiye yiye drama içime işlemişti.

Şaşırmadan, itiraz etmeden ve hiç düşünmeden yeniden başımı öptü ve "Korurum tabi." Derken bana daha da sarıldı.
Burnumu V yaka tişörtünden açıkta kalan tenine sürttüm ve sakin sakin "Emin misin?" Diye kıpırdanan dudaklarım kendine bir yer edindi.

Görüş alanımız fazla yakınlıktan yok denecek kadar azdı ama kalbinin hızla çarpışını göğüslerimde hissediyor, kokusu ve bedeniyle de onu kendi içime hapis ediyordum. Hafif sertleşen sesiyle beni sorguladı. "Niye? Daha önce yapmadım mı?" Bir an durdu. "Gerçi senin korunmaya ihtiyacın yok ama."

Doğru, daha evvel en başta Servet olmak üzere bir çok yerde bunu yapmıştı. Dürümcüde Ufuk, bakkalda Adem, köyde eniştem, sokakta Oktay ve asıl önemlisi ne yazık ki annesi Hatice Teyze... Cidden, Serdar beni her an korumuş, her an gözünü üzerimden bir an olsun almamıştı.
Onların mutfağında dolaba koyacağım borcama, en ufak bir bakışımla yardım edişinin bile yüreğimde kocaman bir yeri vardı.

Gururla söylediği sözler beni güldürmüştü ki coşkuyla sesli bir şekilde başımı öptü.
"O ite nasıl güzel kafa attın?"
Gülerek gözlerimi devirdim. "Hatırlamıyorum çok sarhoştum."
Serdar' ın bedenini kendime özgü kılıp ona doya doya sokulup sarılırken aklımdan çıkmayan sert hallerinde içimdeki kadını durduramıyordum. Cinsellikte kendimle ilgili hiçbir zaman net bir fikrim yoktu. Nasıl bir ilişki istiyordum, ne seviyordum, beni ne heyecanlandırırdı bilmiyordum, taa ki bugüne kadar. Onu öyle sert görünce içimde kıpırdanan duygularla yolumu bulduğuma neredeyse emindim.

Bunu ona söylememeliydim. Emir için, Emir' in bana attığı hiçbir şeyi ne yazık ki söylememeliydim ama yine de gülerek kendimi "Askerlerinle de böyle ilgili misin?" Demekten alamadım.
Başımın altından geçen kaslı koluyla alnımı sıvazlayarak dudaklarını bastırdı. "Tabi, bir görsen hayran kalırsın." Kaldım zaten.
Herkese bu kadar sert olup bana yavrunmuşum gibi davranmana hayran kaldım.

"Bakayım şu koluna?" Deyince üzerinde elimi yukarı kaldırdım ve izi kalan kızarıklığa baktım. "Krem iyi geldi, kaşınmıyor." Kolumu tutarak okşadı. Sonra hafif geri çekilde ve "Burnun." Dedi. "Bakayım."

Bakışları burnuma giderken yüzüm net bir şekilde ortadaydı. Serdar gittikten sonra hızmamı sorunsuz çıkartmıştım ve kapanan burun deliğimle her şey normaldi.
"Kapandı o da, sızlamıyor bile."

İşaret parmağını hızma yerimde gezdirdi. Birkaç saniye burnuma baktıktan sonra içten bir tebessümle gözlerime bakarak burnumun ucunu öptü. Oradan dudaklarıma, kollarım boynuna, ellerim beline derken öpüşleri yeniden dudaklarımın arasına karıştı.

Geri çekildiğimde nefes nefeseydi. Soluklarımız birbirime karışırken zar zor "Kalkalım." Dedi. "Kalkalım üzerini giy, yoksa verdiğim sözü tutamayacağım."

Aynı şeyi düşünüyorduk. Çıplakken ve bir nevi Serdar' ın altındayken hiçbir şey yapmadan durmak çok zordu. Ensesini okşaya okşaya ellerimi çekip hızla başımı salladım. "Üzerimden kalkarsan.."

Aynı hamleyle başını sallaya sallaya yavaşça üzerimden kalktı ve yatağımdan inerek alnıma eğildi. "Kapının önündeyim. Giyin gel."

Serdar arkasını bakmadan kaçar gibi çıkınca vakit kaybetmeden yataktan kalktım ve kapımı kilitlemek gibi bir şey düşünmeden hızla üzerimi giydim. Kaçta gidecekti, kalacak mıydı, ne yapacaktık bilmiyordum ama hızlı olmalıydım. Trabzon' dayken Yeliz' e aldırdığım kırmızı şortumu ve siyah, derin, V yaka tişörtümü giyerek nemli saçlarıma dağınık bir topuz yaptığımda hazırdın.
Odanın kapısını açıp koridora çıktığımda Serdar kucağında bağladığı kollarıyla duvara yaslanmış beni bekliyordu. Beni görünce gözlerindeki o berrak ifadeyle kollarını çözdü ve "Yavrum." Diyerek elini bana uzattı.
Uzattığı eli derin bir tebessümle tuttum. Eğilip başımı öperken parmak uçlarımla yükselerek buna müsaade ettim, ama yine de onun boyuna yetişmem epey zordu.
Dudakları başımda geziniyorken sırıtarak düşmemek için koluna tutundum. "Boyun kaç senin?"

Başımdan ayrıldı. Sakin sakin beni kolunun altına alıp mutfağa doğru ilerlerken "İki dört." Dediğinde gözlerimi açarak hayranlıkla gülümsedim. Aramızda sanırım kırk santim falan vardı.

Bedenimi sıkıca tutup mutfağa ilerlerleyen adamı takip ediyordum. "Hemen dönecek misin?"
Omuzlarıma sardığı koluyla omzumu tutuyordu. "İki saat sonra gideceğim."

Mutfak kapısına geldiğimizde kaşlarım havalandı "Cidden iki saat için mi geldin?"
Başımı kaldırıp kapı önünde duraksayan ve beni izleyen adama baktığımda yeniden gülümsedi. Eğildi ve alnımı öptü.
"İki dakika bile olsa gelirim."

Ben gülerken Serdar keyifle "Gel bakalım şimdi." Dedi ve mutfak kapısını açtı.
İlerledeki masada kahverengi iki koli vardı. Serdar' ın sırtındaki elimle masaya ilerlemeye devam ettim. "Bunlar ne ki?"

Tek kelime etmeden sol koluyla beni tutarken boşta kalan elini ağzı açık koliye yöneltti. İçinden çıkarttığı koca kalıp peyniri masanın diğer tarafına koyarken sessizce duruyor ve bedenindeki başımla onu izliyordum. Ne olduğunu anlayınca gülümsedim. Serdar bana resmen koli yapmıştı?
Eli masaya bıraktığı peynirdeyken "Bu koyun peyniri." Dediğinde gülsem de yüzümü buruşturdum. "Ay Serdar yaa, kokar ki o."
Yüzünü göremediğim adam eğilerek başımı öptü. "Sevmezsen yemezsin."

Başka bir kalıp peynir çıkartıp diğerinin yanına koydu. "Bu keçi peyniri."
Diğer elimi karnına dolayarak sırıttım. "Keçi peyniri seviyorum tamam."

"Hıı." diyerek tekrar başımı öptüğünde biraz şımararak başımı göğsünde sağa sola hareket ettirdim.
"Bu pekmez." Diyerek bu sefer bir kavanoz çıkarttı. "Ye bundan, kansızlığına iyi gelir. Çok üşüyorsun. Bu sıcakta bile pikeyle havluyla uyumuşsun."

Buna mı dikkat etmişti cidden? Kıkırdayarak gözlerimi devirdiğimde eli tekrar kutuya gitti. "Pastırma, cevizli sucuk, acısız salça." Sırayla koliyi masaya boşaltırken duraksayıp tepeden bana baktı.
"Acılı istemedim midene ağır gelir diye, ama istersen."
Adama bakıp gülerek kaşlarımı kaldırdım. "Sana ölürüm ben." Sonsuza dek öpebilirdim onu... Bu halime eğilip gülerken kaşlarımın arasını öptü ve tekrar koliye döndü.

Mırıldanır gibi "Şu baklava." Diyerek çıkarttığı kutuyu da masaya bıraktığında oradaki baklavadan çok elimin altındakilerle ilgileniyordum. Atlet giymemişti ve bu onu daha da hissetmemi sağlıyordu. Gerçi Serdar' ın hiçbir zaman atlet giydiğini görmemiştim ama bu hoşuma gidiyordu.

Birkaç şey daha çıkarttıktan sonra son olarak iki koca kavanozu da masaya bıraktı ve derin bir nefesle "Şimdi." Deyip bana döndü.

Yeşil olan kavanozu gösterdi. "Bundan her sabah aç karnına yarım su bardağı içiyorsun, içinde yaş badem var, iki tane de badem yiyorsun."
Ne diyordu? Kaşlarım çatılırken başımı kaldırıp merakla yüzüne baktım. "Neden?" Dediğimde o da bana döndü, normalmiş gibi mimiksizdi. Sanki canının yanmasını bu şekilde engelliyordu. "Akciğerin için."

Siktir dedim.
Koca bir siktir dedim.
Birkisel tedavi zurnası.

Ben şaşkın şaşkın ona bakarken oyalanmadan bordo sıvıya geçti. "Bundan da her akşam yatmadan önce yarım çay bardağı içeceksin." Şaşkın yüzüme baktı. "Unutma, ikisi de aynı saatte içilecek."

"Peki bu ne için?" Yirmi dört yaşındaydım. Otuz yaşında bir sevgilim vardı ve biz konuşup deli gibi eğlenmek, hatta belki sevişmek yerine böbreklerimden, kansızlığımdan sağlığımda konuşuyorduk.
"Böbrek." Diyerek kestirip attığında yüzümde oluşan aptal bir ifadeyle gülümsedim. "Sen nasıl? Kime.." Benim için bunu yapması o kadar büyük ve anlamlıydı ki, kısa bir an idrak edemeyişim bundandı. Oysa ben yolun ortasında tıkandım sanıyordum.

Fazla bir açıklama yapmaya niyeti yok gibiydi. "Tahlillerini doktorundan aldım." Göğsündeki elimi tutarak yüzüme baktı. "Bunları da dedem yaptı."

Dudaklarım aralandı, şaşkın bir gülümsemeyle kendi kendime hadi canım derken sırıtmadan edemedim. "Şıh olan deden miii?"

Serdar gözlerini kıstı. Tahminen bunu nereden bildiğimi merak etmişti. "Hııı." Diyerek omzumdaki koluyla bedenimi iyice kendine çekerken gözlerime odaklandı. "Nereden bildiğini sormayacağım ama evet, şıh olan dedem." Cümlenin sonundaki gülümseyiş her şeyin yolunda olduğunun habercisiydi. Bunu sevmiştim.

Ben kıkırdarken Serdar ikinci koliyi çenesiyle işaret etti. "Onda da abur cuburlar var."

"Yaaaa." Diye sevinçle Serdar' dan ayrılıp koliye giderken Serdar gülüyordu.
Ben ağzı açık olan karton kolinin başında dikilip iyice açtırarak ağzına kadar doldurduğu çikolatalara, cipslere, cevizli sucuklara, jelibonlara bakarken Serdar ciddi sesiyle devam etti. "Merdivenlerde de kakaolu sütlerin var. Yer yoktur diye mutfağa almadım. İçeceğin zaman alırsın oradan. Bunların da hepsini aynı anda yemeye kalkma sakın." Beni tanıyordu.
"Hıhı." Deyip bir paket fıstıklı sarma aldım. Arkamda kalan Serdar' ı unutmuş çocuk gibi kutuyu eşeliyordum ve neredeyse herbiri doğuya özgü şeylerdi. Pestiller o kadar güzel görünüyordu ki hemen şimdi yiyebilirdim. Açık paket çikolatalar da en az...
Serdar "Yavrum." Deyip keyifle güldü. O gülse de ben geri çekilmiyor, keçi peyniri yerine abur cuburlara bakıyordum.
"Efendim?" Deyip en dipteki renkli minik çakıl çikolatalara uzanmıştım ki ellerini belimin iki yanına koyarak bedenimi yavaşça kendine çekti.
"Gel buraya. Benden sonra bakarsın." Serdar gülüyordu, o gülünce ben de kıkırdayarak başımı arkaya doğru göğsüne yatırdım. Ellerimi göğüslerimin altında birleşen kollarıma koydum ve başımı öpmesiyle sağa yatırıp güle güle "Aç mısın?" Dedim.

Sarmayı sarıp pişirmiştim ama hiç yememiştim. "Ne yemek var?" Yani açtı.
Arkadan bana sarılan bedene kendimi bırakırken başımı yavaşça sağa sola hareket ettirip aynı şekilde salınıyordum. "Sarma saracağım demiştim ya."

Bedenimdeki kollarını keyifle hareket ettirdi. "Sardın mı?"
Başımı sağa sola hareket ettirmeye devam ederken hareketime güldüm. "Sardım, pişti. Ilıktır şimdi." Tezgaha dönüp tencereye ilerlerken kollarımın üzerindeki elleri çekmiyordum, yapışık ikiz gibi geziyorduk.
Sarma tenceresinin kapağını açtığım gibi yükselen buharla mutfak buram buram sarma kokarken elimi hemen üzerimizdeki mutfak dolabına kaldırdım. "Tabak versene Serdar." Serdar kapağı açıp yukarıdan bir tabak verirken ben çoktan kontrol amaçlı tadına bakmak için ağzıma bir tane atmıştım.

"Iııh. Ay çok güzel." Deyip uzattığı tabağa çekmeceden aldığım çatalla sarma doldurmaya başladım.
Serdar hemen arkamda, kasıkları bel hizamdayken sakin sakin durmuş beni izliyordu. Ara ara başımı öpüşlerindense güldüğünü anlayabiliyordum.

"Dolapta kola var." Dememle durup yüzümü buruşturmam bir oldu.
"Ne var ne var?" Sesi ciddileşmiş, sorgulayıcı bir hal almıştı. Parmaklarımı yalayarak başımı yavaşça yana eğdim. "Kola var." Çok az çıkan sesimle daha evvel bunun üzerine çok konuşulduğunun ve kolanın kesinlikle bana yasak olduğunun bilincindeydim.

Derin bir nefesle benden ayrılıp arka taraftaki dolaba yönelince tabağı masaya bırakarak sessizce onu izledim.
Kolayı aldı, fakat bu sırada bakışları dolabın içindeki biralara takıldı. Ben eyvah deyip yüzümü daha da ekşitirken Serdar dolaba dizilmiş biralara baktı sadece "Hazan bu ne?" Dedi. Sakindi, sinirlenmemek için epey çaba sarf ediyordu.

Yeni bunları annem görse beni evden kovalar, evlatlıktan da red ederdi ama açıklayabilirdim.

"Ben içmiyorum." Deyince dolaptaki bakışları bana döndü. Sinirlenmişti, façalı kaşı havadaydı. Omuzlarımı silktim. "Kızlar içiyor."

"Hangi kızlar?" Serdar' ın sinirli sesiyle kendimi tutamayıp saçma sapan gülümsedim ve alt dudağımı dişlerimin arasına alıp korkutucu bakışları eşliğinde bardak için arkamı döndüm.

"Sena." Çekmeceyi açtı. Teyzem duysa ikimizi de keser. "Yeliz içmiyor. Gül geliyor arada, Naz, Ayça ve Şenay'da var ama onlar şu ara yoklar. Bugün Gül' de getirdi iki tane."

Serdar' ın olduğu yerde durup dik dik bana baktığını hissedebiliyorken sessizce işimi yapmaya devam ediyordum ki sonunda sakin kalmaya çalıştığı sert sesiyle konuştu. "Uzak dur şöyle tiplerden."
Önüme diğer çatalı almadan evvel raftaki içki şişeleriyle bakışan adama misilleme yaptım. "O zaman senden de uzak durmam lazım." Elimdeki çatalı sarma tenceresine bırakıp dolabın önünde dikilen adama gülüşümü bastırarak döndüm. "Nihayetinde sende içiyorsun." Derken kaşlarım bilmiş bilmiş havalanmıştı. Niyetim canını yakmak ya da laf sokmak değildi. Sadece doğru olanı söylüyordum.

Aramızda iki üç metreyle bakışmayı beklerken Serdar kaşlarını çatarak açık olan dolaba sırtını iyice verdi ve çatılan kaşlarla bana bakmayı sürdürdü. O daha konuşmadan ben gözlerimi devirip "Gördüm." Diye soludum.
Arkamı dönüp omuz silkerek hafif yağlı sarma tenceresinin kapağını silmeye başladım. Onunla göz teması kurmak şu an pek sağlıklı durmuyordu. "Seni yani, zil gibi sarhoşken eve geldiğinde."

Sildiğim bezi kenara koyarak Serdar' a döndüm ve ona ilerlerken sakinlik içinde keyifliydim. "O yüzdeeeen." Diyerek sol elimle kolunu tutup dolaba yöneldim. "Arkadaşlarıma bulaşma, onları seviyorum." Serdar' a konuşma fırsatı vermeden devam ettim. Çünkü bu konuyu konuşarak moralimizin bozulmasını istemiyordum.
Cüssesinden dolabı göremeyince "Canım biraz kayar mısın dolabı tam göremiyorum." Dedim fakat Serdar olduğu yerde durup sinirle bana bakarken imayla soludu. "Kayacam ben şimdi sana." Yüzüne bakamadan dudaklarımı şaşkınca ısırdım. "Çok ayıp Serdar."
Tekrar dolaba yönelip bu defa ayrana uzandığımda Serdar ilerledi ve elindeki kolayı lavaboya dökmeye başladı. Haklı olduğu için bir şey demiyordum. Zaten o da az evvelden sonra tek kelime etmiyordu.

Kırdım mı bilmiyorum, sanmıyordum da ama o gönlü yapacaktım. Dikdörtgen masada yer açtıktan sonra moralini bozmuş olmam düşüncesiyle omzumun üzerinden beni izleyen adama döndüm, fakat benim düşüncemin aksine kalçalarıma dalan bakışlarıyla o epey iyiydi.

"Bölmek zorundayım ama gelsen diyordum." Diyerek baştan aşağıya onu süzdüm. Yüzüme baktı "Dalmışım." Keyifsizdi, kıyamadım.

Alayla "Hııı." Diyerek uzanıp elini tuttum ve onu yavaşça masaya çekip önüme döndüm. "Serdar atıyorsun gazelden..."
İşaretimle yanımdaki sandalyeye otururken
"Giymişsin bir karış şort, ne bekliyorsun?" Deyince yanına oturup "Hah!?" Dedim şaşkınca. "Ben mi suçlu oldum şimdi? Çarşaf mi giyeyim?"
Yan yanaydık, çok da güzel tartışıyorduk ve o dalışın sebebinin moral bozukluğu olduğunu biliyordum.

"Evde de pantolon mu giyeyim?" Deyip iyice üzerine gittim. Sadece ben konuşuyorken Serdar' ın bakışları yüzümde sabitti. Uzanıp önümdeki peçeteyi aldım. "Bakmayacaksın o zaman. Bundan sonra gelmeden haber ver, çarşafımı dolarım kendime."
Cebinden çıkarttığı telefonu cam masaya bırakırken tek kaşını kaldırıp sinirle bana baktı. "Saçma sapan konuşma."

Ayrana uzanıp ona bakmadan soludum. "Saçma sapan konuşan sensin. Evde ne giydiğimede mi karışacaksın?"
Bardakları önüme çektim.
Uzun bacaklarını rahatça ileriye uzatıp dirseğini sandalyeme yasladı. "Karışmadım." Ayranın kapağını kapatıp masaya bırakırken sakin sesine sakince nah işareti yaptım. "Nah karışmadın."
İşaret yaptığım sol elimin bileğini kavramasıyla Serdar' a baktım.
Eğilip parmaklarımın arasında ucu görünen başparmağımı önce yavaşça ısırdı. O an birden beynimde şimşekler çakmaya başladı. Yutkunarak ne yapmak istediğine baktığımda nefesim hızlanmış, yüzüm kızarmaya başlamıştı. Çatılan kaşlarıyla aynı parmağımı ısırarak dudaklarının arasına aldı ve emerek yaladı.

Gözlerim şokla aralanırken Serdar bileğimi bırakmadı, elim hâlâ o şekildeyken yavaşça başını kaldırıp şaşkın yüzüme baktı. Kaşları bilmiş bir edayla havalandı.
"Anlamını bilmediğin seyleri yapma.." Şimdi anladım. Alt dudağımı ısırdım ve ona bakarken anında elimi açtım. Daha yeni anladım anlamını. Yıllardır yaptığım şeyi.. Utanmıyordum, Serdar' dan utanmamıştım ama şok olmuştum.

Varla yok arası gülümseyip "Ayrıca." Dedi. Elini bileğimden alıp oturduğum sandalyenin alt demirini tuttu ve sandalyeyle beni yavaşça kendine çekti.
"Ben sana neden giydin demedim." Eğilerek yanağımı hafifçe öptü. "Giymişsin dedin." Bu sefer dudaklarını alnıma dayadı. "Giyme demedim."

Alt dudağımı ısırarak bakışlarımla gözlerini taradım. Utanmıştım ve az evvel çok garip bir şey olmuştu.
Gülüşümü bastırıp "Sarma ye tamam." Diyerek masaya döndüğümde Serdar bu sefer ensemi öpüp buğulu sesiyle konuştu. "Seni yesem."
Başımı geri yaslayıp ensemi kapatırken bu defa kucağındaki elleri tutup şakağıma değen dudaklarla sırıttım. "Evlenmeden olmaz diye ağladın ya geçen."

Serdar gülerek sağ kolunu omuzlarımdan geçirdi ve beni göğsüne çekerken çatalla aldığım sarmayı dudaklarına yaklaştırdım.
Sol kolumu sırtına sardım. "Sevmezsen yeme." Güzeldi emindim ama bilmiyorum, belki beğenmezdi.
Saçmalama der gibi dik dik bana baktıktan sonra çatala eğilerek tek seferde ağzına attığı sarmayla gözlerini kapattı. Tepkisini beklemeden aynı çatalla kendime sarma alırken Serdar yutkunarak konuştu. "Alacağım ben seni."
Keyifle "Hııııı." Diyerek ağzıma sarma atmadan evvel gülerek ekledim. "Güzel yani."

"Bayaa." Deyip gülümsediğinde sahiplenen kolu omzumdaydı. "Beklediğimden de güzel." Bana döndü ve aynı çatalla sarma yiyişimi izlemeye başladı. "Ama kötü olsa da alırım seni... Yemek yapmayı bilmesen de."
Gülerek keyifle bedenimi bedenine doğru yaslayıp çatala taktığım sarmayı Serdar' a götürdüm.
"Size getirdiğim ya da sizde sardıklarımı neden yemedin?" Bunu çok evvelden Uludağ' da konuşmuştuk. Oradan aklımda kalmıştı.

Serdar uzattığım sarmayı ve dahasını yerken ben uzanıp az ilerideki sürahiden kendime su koydum. Ayran dökmüştüm ama içmezdim. "Güzel olacağını biliyordum." Deyince su içmeyi keserek ona döndüm. Beni izliyordu. "Yersem daha çok tutulurum diye."
Ben elimdeki bardakla adamı dinlerken Serdar bir yandan sarma yiyordu.
"Senden uzaklaşmak için elimden geleni yaptım aslında."
Kadına gitmek gibi.
Uzanıp masanın üzerindeki tabağı Serdar' a yaklaştırırken kendimi adama yaslayıp sırtına sarılarak imayla sırıttım. "Çok başarılı oldun tebrik ediyorum." Beni onaylar gibi baş eğip "Sağol yavrum benim." Derken masanın altından ayaklarını karşı sandalyeye uzatmıştı. "Birde evlenirsek senden kaçmakla daha başarılı olurum."
Serdar sarma yerken bende uzanıp ağzıma bir tane attım. Ülke feth etme edasıyla "Merak etme bu konuda sana her zaman yardımcı olacağım." Dediğimde sağ omuzumdaki elini yüzüme koydu ve başımı kendine çekerek şakağımı öptü. "Lan yavrum seni varya..." Gülerek başımı iki yana salladım ve omzuna koydum.

Bölüm sonu

Not; Bitkisel tedaviyle çok bir ilgim yok. Altı üstü bir kitap, yazılanlar tabi ki gerçek değil bu konuda linçlenmekten sıkıldım.

Oy ve yorumlarımız💎

Continue Reading

You'll Also Like

Ah-U Derya By Zeynep

Teen Fiction

1.3K 584 9
Değişen koşulların akışına ayak uydurmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Ölümün kaçınılmaz bir hakikat olduğu bu acımasız dünyaya baş kaldırmak sadece en...
561K 64.4K 28
"Salonumda baygın bir kadın yatıyor." Mevcut durumu özetlemek için en doğru yol bu muydu, bilmiyordum. Ama dağınıklıktan nefret eden, buna rağmen en...
5.2K 246 12
Kendi halinde bir mimar olan Lidya Doğan işlerinin kötü gitmesiyle amcasının yönetiminde olan şirkette normal çalışan olarak işe başlar. Borçlarını...
694K 40.9K 41
Çocuklar ruhlarına sızan Karadul'un gölgesine sığınırken gelecek tekrar yazıldı. Anlaşma yapıldı ve geleceğin sillesi hayat, çocukların sinesine Kara...