Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

By ssimurg777

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... More

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 53💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 43💎

25.5K 998 664
By ssimurg777

9 bin kelime.
Keyifli okumalar ❤

                                                                                         💎

Omzumdan önüme sarkan eli okşarken alnım Serdar' ın çenesine değiyordu. Parmaklarımı parmaklarının arasından geçirmek yerine ilk iki parmağını avuçlarıma aldım ve sol elindeki telefona daha da yaklaşmıştım.
Kuzeni olan Hande yeni bir mesaj atmıştı ve mesajda 'Serdar, Aylin seninle konuşmak istiyormuş ama çekiniyormuş. Onu bi arasana' yazıyordu. Bir üstünde de 'Yengemin ilaçlarını geçerken alır mısın' mesajı vardı. Serdar ikinci defa kısaca 'tamam' yazarken boşta kalan elimle yanağımı kaşıyıp hafif sertleşen sesimle soludum. "Aylin kim?"

"Kuzenim." Diyerek telefonu yeniden masaya bıraktı. Bu sırada yanımıza gelen garson Serdar' a bakıyor ve elindeki cihazı düzeltiyordu. "Ne alırsınız efendim?" Garsona bakmadan dikkatle Serdar' ı izliyordum. Aklım Aylin' deydi ve büyük bir heyecanla gelmeme rağmen iştahım kaçmıştı. Ne konuşacaktı benim sevgilimle?

Serdar "Dürüm ayran." Deyince "Kola istiyorum." Diyerek genç garsona döndüm. Serdar da bana döndü. Tek kaşı uyarıcı bir tonda havalanmıştı ki elini bırakmadan pişman bir çocuk gibi gözlerine baktım. Baskıyla "AYRAN." Dedi. Bakışları hala bende olsa da emri garsonaydı. Kola içmemi istemiyordu. Bunu daha az evvel konuşmuştuk ve üç buçuk dakika boyunca bana onu zararlı olduğunu anlatmasına rağmen inatla kola istemiştim.
Bu konuda neden bu kadar ısrarcı olduğunu dile getirmese de anlayabiliyordum. Hastaydım ve bunu bile bile zararlı şeyler tüketmemi istemiyordu.

Garson tek kelime etmeyip sessizce giderken gözlerini ilk kaçıran ben oldum. Serdar ise hala beni izliyordu. "Az önce ne konuştuk biz?" Elini bırakıp bacaklarımın arasına aldığım an göz ucuyla elimi izleyince "Uyuşmaya başladı." Diyerek ufak bir açıklama yaptım. Dakikalardır bu şekildeydik uyuşması normaldi.

Uyuşukluğun geçmesi için omzumu okşayıp yukarı aşağı sıvazlayarak tepeden bana bakmaya devam ettiğinde "Ne konuşacakmış seninle?" Diyerek yan masaya oturan turistlere baktım. Burası her yaz koşa koşa geldiğim ve tadına bayıldığım bir dürümcüydü. Yayladan inerken ben tutturmuştum buraya gelelim diye, tabi Serdar' da kıramamış, ballandıra ballandıra anlattığım soslu dürümü birde merak etmişti. Üstelik bazen sabah kahvaltıda bile yediğimi söyleme gereği de duymamıştım, oraya gidelim deyince ikiletmemişti zaten.

"Bir fikrim yok." Diyerek asık suratıma eğildi. Sesi kısık ve ılımlıydı. "Ama köye giderken ararız, duyarsın sende." Hoparlöre verecekti yani sesini. Pekala.
Başımı sallayarak Serdar' ın omzuna doğru yatırmamla "Sevda." Demem bir oldu. Aylin' den Sevda' ya geçmem çok ani ve farklı olmuştu biliyorum ama onu da içimden atamamıştım. Serdar' a açmak istemediğim bir Hande konusu daha vardı tabi.. O zanlar ben yoktum deyip kendi kendimi bastırsam da içimdeki hüzünden birtürlü geçemiyordum. O bana boş da olsa, ondan önceki Mehmet' i sormuyorsa bende ona Hande' yi sormazdım.

Derin bir solukla ciğerlerini şişrirken önüne dönmesiyle gerildiğini anladım. "Ne varmış onda?" Yayladan inip buraya geleli henüz on dakika olmuştu ve bu günün ilk gergin konuşmasını gerçekleştiriyorduk. Biliyorum, bende gerilmek istemiyordum ama dilim ister istemez oraya kayıyordu.
"Bir daha aradı mı seni?" Arasa ne fark ederdi bilmiyorum ama merak ediyordum. Serdar telefonuna uzandı. Parmak iziyle ekranı açtı ve engelli listesine girerken kaşlarını çatıp "Sahi." Dedi. Sonra da bana döndü. "Biz konuşamadık bu konuyu. Karşılıksız, boş bir şey olduğunu biliyorum dedin o gün. Sen nereden biliyordun her şeyi?" Kaşları merakla çatılmış, düz ifadesi beni bulmuştu. Bunu ona söylememiştim çünkü o an öğrendiğim gerçekler beni epey sarsmıştı. Alp gibi, Hakan Abi gibi.

"O olaydan sonra kızlar konuşmaları çıkarttıralım falan dediler. Sena buldu birini o halletti, ben karışmadım." Diyerek telefonu elime aldım. Zaten tek bir numara vardı o da Sevda' ya aitti. Bu numarayı ezberlemek zorunda kaldığım günü hatırlıyordum da; ne kadar da berbattım. "Tabi nasıl buluruz diye düşündük." Diye devam ederken Sevda' nın birdaha arayıp sormadığını görebiliyordum. Telefonunu yeniden ona uzattığımda Serdar hafif bir şaşkınlıkla "Onun konuşmalarını buldunuz yani?" Dedi. Muhtemelen bunu yapabilmiş olmamıza belki de cesaretimize şaşırıyordu.

Göz göze geldik. Aramızda bu kadar mesafe varken dahi öylesine dip dibeydik ki neredeyse dolu olan restoranda sanki yalnızca biz vardık. Serdar' ın koyu kahvelerine odaklandım ve sağ elim onun bacağına giderken muzip bir halle "Yoo, belki senin?" Dedim. Kendine ihtimal bile vermiyordu. Oysa ilk önce kendi üzerime alınması gerekmez miydi?

Tek kaşı havalandı. "Benimki olmaz." Yüzü yine de durgun, mimikleri yok denecek kadar azdı. "Yapamazsınız." Dudakalarımı ıslatarak rotasını şaşırttım. Gözleri ısırdığım alt dudağıma gitti ve yaptığımız şeyi usulca över gibi "Polisle yaptık?" Dedim.
Polisle yaptık, seninkini de yapardık demek istediğimi anladı fakat yine de zerre mimik oynatmadı. "Yine de yapamazdınız." Gözlerimiz yeniden buluşunca kısa bir an başını kaldırarak etrafı izlemeye başladı. Birinin bakıp bakmadığını kontrol ediyordu ama herhangi bir sorun yoktu.
Sağımızdaki adamlara bakınca "O niye?" Diyerek daha da üsteledim. Bu konuda Serdar ne kadar ısrarcıysa ben de o kadar meraklıydım.
Sorun olmadığına kanaat getirince yeniden bana döndü. Ben bu konuda ondan daha rahattım çünkü burası Trabzon' du. Tacizi geçtim burada birisine öyle yan gözle bile bakılmazdı. Yani en azından ben yıllardır asla denk gelmemiştim.

Gözbebekleri bir bir gözlerimde gezindi. "Askerlerin içinde büyümüştün sen, değil mi?" Sesindeki ima dolu mesajı anlamak için çok da uğraşmadım ama bu sessiz anlaşmada "Derin devlet diyorsun." Deyip gözlerimi devirerek alt dudağımı sarkıttım.

Evet ya da hayır bile demedi. Konuya öylesine girmek istemiyordu ki "Sen görüştün mü hiç?" Deyip ilgimizi hemen başka bir yere çekti.
"Cık." Diye ses çıkartarak yeniden Serdar' a baktım. Bacak bacak üzerine attım ve bir elim iki yana açtığı bacağının üzerindeyken devam ettim. "Sikseler ko." Durdum sonra. Onun havalanan kaşları, benim o şeklini alan dudaklarımla buluştu ve Serdar' ın dudakları ufak bir tebessüme kavuştu.
Onun yanında böyle bir küfür etmek, yani ne bileyim Serdar yanında rahat küfür edebileceğim bir adam değildi sanki. Yine de kendimi bu ağız alışkanlığından bir türlü sıyıramıyordum.
"Şey." Derken sol elimle yüzüme gelen saç tutamını ittirdim. Utanç halinde olduğum için bunu o kadar hızlı yapmıştık ki Serdar ona takılmamıştı bile.

Gerilen dudaklarıyla daha da gülümserken beni izleyişi "Sen." Deyişiyle son buldu. "Ne güzel küfrediyorsun öyle." Fakat bu defa hayran değildi de alay ediyor gibiydi. Tıpkı onun gibi gülümsedim ve alnımı göğsüne bastırarak göz temasımızı kestim.

Artık göz göze değildik ama kalp kalbeydik. Hissedilen kalp atışlarımızla onun bedeninde huzurla dolarken kolunu sırtımdan dolayıp belimi sevdi.
"Uzun zamandır dikkat ediyorum da ağzın çok bozuk."
Kızmıyordu ama bu defa gülmüyordu da. Susup gülerek ondan gelecek cümleyi beklemeden hemen evvel uslu uslu mırıldandım. "Alışmışım, rahatlıyorum ama Serdar."
Solukları hızlanıyordu. Biraz kenarda kaldığımız için daha rahat hareket etsem de hala etrafı izliyordum. Gelen giden, bakan yoktu.
Serdar sırtımdaki elini sütyen kopçamda yavaşca gezdirdi. Sesi incelirken kulağıma eğilip usulca "Ben seni rahatlayacağım yavrum." Dedi.
Yutkundum.
Kulağımı öptü. "Ama şimdi değil... Sen biraz dikkat et, insanların yanında küfretme bu kadar."
Boğuk ve sakin sesine karşılık başımı sallayarak dudaklarımı şevhetle dişlediğimde beni hissede hissede soludu. "Benim yanımda istediğin her şeyi yap." Bana sadece kendi yanında özgürlük tanıyan bu adama aşıktım, ve bundan da zerre şikayetçi değildim. Aksine, Serdar beni tepeden tırnağa her haliyle kendine hayran bıraktığı için bu sözlerinden dahi etkileniyordum.

Bize doğru gelen garsonu görmemle oturduğum yerde dikleşerek Serdar' dan ayrıldım. O yine bana bakmayı sürdürdü ve yaylada yaşadığımız olaydan sonra tişörtümün bollaşan yakasını tutup sırtıma doğru çekiştirdi. Önümü kapatıyordu ve o bunu yaptıkça ben utanıyordum. Aklım o anlara kayışına mani olamazken yaşadığımız olayın daha fazlasında, her konuşmamızda kendi kendimi utançla sıkıyordum. Bu utancım bir yana gülümseyerek tişörtü arkadan çekiştirdim ve Serdar' ın garsonla konuşmasına kulak vermedim.
Tek derdim aylardır yemediğim dürüm, burnuma dolan kokusu ve kenarından akan sosuydu.

Gözlerimi kapattım. Önümde duran dürüme eğildim ve buharını koklayarak "Duyuyor musun Serdar?" Dedim. Ayranımı sallamayı bıraktı ve sabit bedeniyle öylece bana baktı. "Neyi yavrum?" Yutkunarak devam ettim. "Şu kokuyu... Allah' ım ölebilirim." Halimi ciddiye almıştı, sözlerimle ayranımı sallamaya devam edip mırıldandı. "Şapşal."

"Bitene kadar konuşmam ben şimdi. Çevrimdışıyım." Diyerek dürümü elime aldım. Dışına sarılmış kağıdı açıp ayranıma pipet takışını izlemeye devam ederken sosun verdiği yumuşaklık ve içinde görünen turşuyla çoktan kendimden geçmiştim.
Gözlerimi kapattım. Bu her defasında böyle oluyordu. Bu dürümü ne zaman yesem gözlerimi kapatıyordum ve bitene kadar asla kimseyle konuşmuyordum. Aldığım ilk ısırıkta o kadar lezzetliydi ki kendimden geçerken derin nefes alıp başımı iki yana salladım. "Mmm."

Ağzımdaki lokmayı yutup uzanarak masanın üzerinde duran ayrandan bir yudum aldığımda gözlerimi açmıştım. Serdar dikkatle beni izliyor, hafif havalanan kaşlarıyla gülümsüyordu. Başımı zevkle iki yana salladım. "Bu dürüm için canımı veririm Serdar."
Dirseklerimi masaya dayayıp gözlerimi usul usul kısarak yemeye devam ettim. O kadar özlemiştim ki bu tadı Bursa' da bulamadığım içim her gelişimde sürekli yiyordum ve her yiyişimde aynı keyfi alıyordum.
Dakikalar geçti, söylediğim gibi tek kelime etmeden, hatta Serdar' a dahi bakmadan sadece dürümümü yedim. Sona doğru yaklaşmıştım ki ayranımdan bir ufak yudum alıp Serdar' a döndüm. Bu sırada dudağımın kenarındaki sosu peçeteyle silmiştim. "Nasıl ama?" O kadar güzeldi ki onun da beğeneceğine emindim. Hatta o kadar emindim ki, ellerini ıslak mendille silip "Daha iyilerini yedim." Demesini asla beklemiyordum.
Şaşkınlıkla havalanan kaşlarım eşliğinde soludum. "Serdar çarpılacaksın." Gülümsedi. Dürümün kağıdını bitmiş ayranının içine sıkıştırırken ekranı yanan telefonuna yöneldi.
Ekranda Faik yazdığı için oralı bile olmadım ama "Ben bu dürümü Bursa' da ne kadar aradım sen biliyor musun?" Diye devam ettim.
"İnleyerek yemenden belli." Diyerek telefondaki bakışlarını bana çevirdi. Mesaja bakmıyor, benimle ilgileniyordu.
Oturduğu yerde daha da dikleşti. Sağ elinin tersiyle yanağımı sevdi. Sonra uzun boyuyla bana yetişmek için eğildi. Bakışları üzerimde gezinirken sesi daha da kısaldı.
"Seni ikinci defa böyle görüyorum." İlki yayladaydı. Ya da Uludağ' daydı bilemiyordum ama bel altı konuştuğunu anlamam tabi ki mümkündü. Kısılan gözlerimle "Terbiyesiz." Diyerek önüme döndüm. Dürüm yerkenki inlememle o anki inlememi bir tutması ne alakaydı ki sanki? Hele de şöyle bir anda.

Sosu taşan dürümden bir ısırık daha almadan evvel devam ettim. "Günün sonunda çarpılacaksın sen bak."
"Yok." Diyerek telefonu eline aldı. Hala bana bakıyor, alayıma karşılık ciddiyetini koruyordu. "O bir kere olur." Dediği gibi sesi değişti. Ciddileşen haliyle ayağa kalktı ve ekrana baka baka "Ben gelmeden kıpırdama." Diyerek hızlı adımlarla arka tarafımızdaki balkona yöneldi.

O kadar aceleci davranmıştı ki birden gerçekleşin olayları kavrayamadan Serdar gitmişti. Muhtemelen önemli bir şey olmuştu ama sorun olacağını da hissetmiyordum. İşiyle, akrabalarıyla ilgilidir diye düşündüm ve bu yüzden paniklemedim.
Son lokmamı da ağzıma attıktan sonra masadaki adisyonu alıp kasaya ilerlediğimde Serdar hala balkondaydı.

Giderken kıpırdama demişti. Yine de fazla kıpırdandığım söylenemezdi. Sadece adisyonu aldım ve Serdar gelmeden kasaya ilerleyerek hızlıca hesabı ödedim. Çünkü artık bana ödediği hesaplardan, benim için yaptığı harcamalardan rahatsız oluyordum. Kahvaltılar, kakaolu sütler, yemekler, kiralık evler derken şu birkaç günde bile epey harcama yapılmıştı. Ki sadece Serdar değil, ben kimse benim için elini cebine götürsün istemiyordum. Ben normal arkadaş ortamımda dahi hesabı ödeyen kişiyken birden birinin gelmesi ve her şeyi üstlenmesi bana çok farklı geliyor, içime oturuyordu.

Avucumda buruşturduğum fişi yan taraftaki çöpe attığım sırada Serdar balkondan çıkıp bana doğru gelmeye başladı. O uzun boyu, hafif esmer teni, simsiyah kıyafetleriyle yüzündeki siniri aramızdaki metrelere rağmen o kadar net görebiliyordum ki yüzümdeki tebessüm anında soldu.
Hesabı ödediğimi tek bir bakışıyla anlamıştı. Siniri bundan mıydı, yoksa az evvel yaptığı telefon görüşmesi miydi bilmiyorum ama bizi ortamda soyutlayan hal, hiç iyi bir hal değildi.

Adımlarını hızlandırdı. Bakışlarını çıkış kapısına çevirdi ve dik duruşuyla yanıma geldiği gibi hızla kolumu kavradı.
"Yürü." Sesi çok uzun zaman sonra ilk defa bu kadar sert ve ifadesizken sanki birazdan çıkacak olan hengamenin habercisiydi. Kolumu kavrayışı, az ilerideki çıkış kapısına ilerlemesi ve bu yüzden adımlarımı hızlandırarak onu takip etmek zorunda kalmam hiç hoş değildi.
O kadar sinirliydi ki sanki bize değecek en ufak bir bakışta ne bakıyorsun lan diyerek olay çıkartacaktı. Neyse ki kimse bakmadı, ben de hızlandırdığım adımlarla tek kelime etmeden sabırla onu takip ettim.

Hava kararmış ve sabaha nazaran epey serinlemişti. Karanlık caddeyi aydınlatan sokak lambaları yol boyu uzanıyordu ve etrafta hatırı sayılır bir kalabalık vardı. Aramızdaki gerginlik o kadar fazlaydı ki tüm gün kendimi güvende hissettiğim adamdan artık ufak ufak korkuyor, tepkisinden çekindiğim için yalnızca etrafı izliyordum.
Sol kolumu çekiştirerek himayesinden kurtulmak istedim; fakat o kadar iyi kavramıştı ki bu mümkün olmuyordu. Canımı yakacak kadar sıkmıyor, beni peşinden koşturacak kadar da hızlı yürümüyordu ama burnundan soluyordu. Koşmadım, ama adımlarımı hızlandırarak onunla beraber az ilerideki arabaya ilerledim.

Arabaya yönelik "Bin!" Derken sinirini yutuyor ve patlamamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Bu hali hesap ödediğim için olmalıydı, yoksa başka neden olabilirdi ki? Oysa alt tarafı bir hesaptı. Çok saçmaydı. Alt tarafı hesap ödedim diye bana böyle davranması o kadar saçmaydı ki onun bu halinden korksam da ciddiye alamıyordum.
Cebinden çıkarttığı anahtarla arabanın kapılarını açıp kolumu bıraktı. Bana bakmadı, daha fazla konuşmadı ve büyük adımlarıyla şoför tarafına ilerledi. Onu izleyemedim bile. Kendimi çok derin bir boşlukta bir başıma hissedişim bitmedi. O, öyle bir gitti ki ben de ona bakmadan arka kapıyı açıp Serdar' dan en uzak noktaya, yani şoforün yanındaki koltuğun arkasına oturdum.

Bindiği arabanın kapısını kırarcasına kapatıp sinirli hareketlerle arabayı çalıştırdığında kolunda ortaya çıkan damarları ilk defa bu kadar net görüyordum. Direksoyonu tek avucuyla hızla yola çevirdi. Ani bir hızla yola çıkınca sağ elimi kalbime bastırarak sakin olmayı denedim. Hız birden yükseldi, sinyal vermeden arabaları sollamaya başladı. Kırmızıda geçip az ilerideki parka yöneldiği sırada orada duracağını anlayarak endişelenmeye başladım. Serdar çok sert bir adamdı ve bu delilikle beni dövebilirdi de. Daha evvel bunu yapmıştı, saçımı çekmiş ve çenemi sıkmıştı. Yine yapabilirdi. Yapardı da tabiri caizce bu eşeği birkere döverdin, ikincide eşek, senin...
Neyse.

Şayet hayatım boyunca Serdar' dan bana öyle bir hamle gelirse ister evli olalım ister bekar, o an bende biterdi her şey. Ben buna babamdan alışkındım belki, ama en çok da bu yüzden, kendimi yeniden öyle bir hayata atamazdım. Anneme kinim bundandı, kendimi tuttuğum kine mahkum edemezdim.

Boş arazide birkaç seri hareketle durduğu an boğazını yırtınırcasına kükredi. "KİM DEDİ SANA HESAP ÖDE!"
Bir çocuk ürkekliğine sahip gözlerim çaprazımdaki adamdayken sustum. Bu sinirin sebebi ben olamazdım. Yalnızca bana patlamamalıydı bu sorun. Sadece bir hesaptan, ödediğim elli liradan kaynaklanmamalıydı bu. Eğer öyleyse de bu o kadar başka ve yorumsuzdu ki, o leke sürdürmediği gururunun saçma bir şekilde hassas olduğunu ifade ederdi.

"SANA OTURDUĞUN YERDEN KALKMA DEMEDİM Mİ BEN!"
Sağ bileğiyle direksiyona vurup bana dönmeden tekrar bağırdı. "SANA SORUYORUM!" Camlar kapalıydı belki ama ses dışarıya çıkıyordu buna eminim. O kadar gürdü ki sesi kalbim hızla çarpıyor, bir şey olacakmış hissi içimi yoğuruyordu.

"Abartma." Diyerek sesimin duyulmasını sağladım. "Alt tara.." Diye devam ettiğimde hala ona bakıyordum. Ona bakıyor ve daha şiddetli bir sesle beni bölüp "NE ABARTMA LAN!" Deyişini izliyordum.

Serdar' dı işte. Adam bugüne kadar bana zaten ya sikerim demişti ya da lan. İyi zamanlarımız olmadı mı, elbette olmuştu. Fakat her kavgada, her sorunda Serdar bana böyle geldi. Ağzımdan küfür eksik olmayan biri olarak bu huyundan çok da şikeyetçi değildim ama yine de şu an huzursuz hissetmiştim.

Yeniden "BENİM OLDUĞUM YERDE HESAP FALAN ÖDEYEMEZSİN!" Dediğinde gözlerimi devirdim.

Şu cümlenin aynısını hayatım boyunca bir Süleyman Amca' dan da duymuştum bir de Serdar' dan. Tabi o çok daha kibardı. Başkana nedenini sorduğumda adamlık gururu kızım demişti ama şimdi ne gerek vardı böyle şeylere. Benim gözümde alt tarafı paraydı.
"DUYDUN MU BENİ!" Diyerek sağ elini saçlarına daldırdı. Öyle sinirliydi ki arkasını dönüp yüzüme dahi bakmıyordu. "İLK VE SONDU HAZAN! BİRDAHA BİR ÖMÜR O EL GİTMEYEVEK CEBE!"
Şayet evlenirsek.

"Merak etme." Diyerek kollarımı kucağımda birleştirdim ve başımı dalga geçer bir şekilde sağa çevirip manzarayı izlemeye başladım. "Bende de zaten bir ömür evde oturup koca parası yerim düşüncesi vardı."
"İYİ." Dedi vurgulayarak. "ÖYLE OLACAK ZATEN!"

Olmayacaktı biliyorum. Ben ne istersem o olacaktı biliyorum, ama yine de bu konuda diretmedim.

Ben derin nefes alıp ona dönerken o sol kolunu cama dayadı ve bu defa saçlarını çekiştirerek yan koltuğu kastetti. "GEL ŞURAYA!" Yine dönüp bakmıyor ama bağıra bağıra emir veriyordu. Omuz silktim. "Gelmeyeceğim." Diyerek kestirip attım.

Sinirle bana döndü bu sefer. Bakışları yanımdaki boş koltuğa gidince tekrar önüne döndü ve arabadan inerek yan kapımı açtı. Birkaç saniye içinde yanıma oturmuş ve kapıyı yeniden sertçe kapatmıştı.

Kendi camımdan görebildiğim kadar denizi izliyordum. Hava kararmıştı ama sahile vuran dalgalar da ışıklı gemiler de netti. Manzarayı izlerken sakince "Olmuyor." dedim. Yanıma oturmuş ama bana değmemişti bile. Öyle kalmış, ne yaptığını bilmediğim bir halde durmuştu. Ama olmuyordu cidden. Serdar' ın bir yanı bana baharken bir yanı bana hep güzdü. Bugün yaylada başka, az evvel bambaşka bir Serdar vardı. Sinirlenince gözü dönen, incir çekirdeğini doldurmayan sebeplerden bağıran bir Serdar vardı. Yapısı buydu elbette, fakat benim de yapım bunlara biraz kırgındı. Babamdan hatıra, yüksek ses gözlerimi doldururdu her defa.

İyice bana dönüp "NE OLMUYOR, NEYİNE OLMUYOR LAN!" Diye çıkışınca sesi daha gür geldi. Olduğum yerde hızla gözlerimi yumdum. Onunla konuşmak, belli bir yerde uzlaşmak istiyordum. Bir şey söylemek istemedim, çünkü o dinginlesin biraz sakinleşsin istiyordum. O kadar sinirliydi, ama bu sinirle bile hem beni yanında istiyordu hem de bağırıyordu. Ona dahi dönmedim. Öyle olduğum yerde dışarıyı izlemeye devam ettim.
Ben susunca bu defa "Yine mi gidiyorsun!" Diye yeniden soludu.
Susmamla endişelenmemiş, bilakis bunları derken de sinirlenmişti. Bana kızgındı; belli ki sürekli kaçıp gitmemden, tam olarak birleşememizden ve çözümü sürekli gitmekten yana kullanmamdan. Fakat ben bu defa gitmek istemiyordum ki.

"Gitmemi mi tercih ederdin?" Deyip tepemizde uçuşan kuşları izlemeye başladım. Ellerim bacaklarımın arasına gitmiş, başım cama dayalıydı. "Ne alaka!" Diye yükseldi yeniden. "Olmuyor diyorsun!"
Anlamıyordu. Nasıl bir psikolojisi varsa açık açık konuşmadığım sürece her sözümü kötüye yoruyordu.
"Olmuyor diyorum." Deyip derin bir nefes aldım. "Gidiyorum, gideceğim ya da git demiyorum. Gitmekle ilgili bir şey demiyorum." O kadar yorgundum ki, kendimi ifade etmekten usanmış gibiydim. Ayrılık istemiyordum. Anlaşmak istiyordum. Anlaşmak ve onu biraz da olsun törpülemek.

Serdar susup beni dinlerken sakince devam ettim. "Olmuyor, olduralım diyorum. Bir eksik var, bir yanlış var düzeltelim diyorum."

Direteceğini düşündüm. Sözlerimden kendine yeni paylar çıkartıp üsteleyerek kavga çıkartacağını düşündüm ama o öyle yapmadı. Az da olsa yumuşayan sesiyle "Gel şuraya." Diyerek omzuma dokundu. Ona döndüm, boşta kalan elini dizine koymuş kucağına gitmemi istiyordu.

"Yok." Deyip başımı yeniden cama çevirdim. "O kucağa ne zaman çıksam barışıyoruz." Ve ben bu defa bunu istemiyordum. En azından konuşmadan bir yerlere varmayı istemiyordum.

O kadar yanımdaydı ki Serdar kıpırdanınca kendimi şu daracık alana kıstırılmış gibi hissediyorum. Bacaklarını iki yana açarak bile bile bana pay bırakmıyordu çünkü ona gitmem konusunda ısrarcıydı.
"Barışalım diye gel diyorum." Deyip elini iki omzumun arasına koydu. "Konuşalım." Hala toktu sesi. Hala sinirliydi ama ona bu kadar yakın durmamdan olsa gerek pek de etki etmiyordu. Sandığımın aksine kendini benim yanımda dizginleyebiliyordu ve yine sandığımın aksine bana el kaldırıp sonumuzu getirmemişti.

Ona dönmedim, ama kendimi manzaraya da veremedim. Önümdeki koltuğa öylece bakarken "Buradan da konuşuyoruz. Konuş sen ben dinliyorum." Deyip öne doğru eğildim. Elinden kurtulmaktı amacım. Şu an bana dokunsun istemiyordum. Benim bedenimle benimle sakinleşsin istemiyordum. Ben istiyordum ki Serdar kendi öfkesini kendi söndürsün.

"Gel dedim." Diye direterek bana doğru eğildi. Ona doğru olan kolumu sakince tuttu ve canımı yakmadan kendine doğru çekti. Önce kolum, sonra diğer eliyle çenem derken sonunda güç de olsa beni kendine çevirdi, çenemdeki eliyle gözlerine bakmamı sağladı.

Bu kadar siniliyken bu konu kahvelerin sonu bendim biliyorum. Hoş, gözlerimiz kapalıyken dahi kendimi onda buluyordum ya. Siniri geçmiş bir çift gözün beni etkilemesi çok normaldi.
"Hayvanlık yaptım özür dilerim." Demesiyle kaşlarım çok hafif havalandı. Kabullenmesi ne büyük işti oysa. "Öküzlük." Diyerek devam ettim ve hafif salladığım başımla beni onaylamasını bekledim. "Ve hayvanlık."

Barışacağımızı anladığından gözlerime bakmayı sürdürdü ve başını tıpkı benim gibi ağır ağır salladı. "Öküzlük ve hayvranlık." O durdu, ben onu başımla, bakışımla onayladım ve sonunda yeter bu kadar der gibi "Gel hadi." Deyip yeniden bana doğru yeltendi.

Bu defa ona gitmek istiyordum ama barışmak için değil sanki. Kendi kırgınlığımı Serdar' ın o koca bedeniyle bastırmak istiyordum. Ona sarılınca dünyadan soyutlanacak, yeni bir çemberle bezenecektim sanki. Bunu denedim, daha evvel birçok defa ruhunun kalbimi tamamlamasıyla kendime geldim. Belki kırgındım, ama özrünü de dilemişti.

Façalı kaşından gerilen yüzünü taradım. Adem elması yutkunuşuyla hareketlendi ve çenemdeki eli belime indi. Bu gece gidecekti. Onu birdaha çok uzun bir zaman sonra görecektim, bunu biliyorum. Serdar beni zaman zaman kırsa da onu sarılamamak benim en büyük derdimdi. Nitekim kollarında olmanın verdiği hissi seviyordum.
Şimdi kucağına gitmezsen aramız bozuk bir şekilde köye gidecektik ve ben ve oradayken ne de oraya giderken Serdar' la aramda bir mesafe olsun istemiyordum. Serdar' la bu defa güzel ayrılmak istiyordum.
Bu yüzden belimdeki elin beni yönlendirmesine müsaade ettim ve ona doğru dönerek bir bacağımı Serdar' ın da yardımıyla karşıya uzattım.
İki yana açtığım bacaklarımla rahat etmem için bacaklarını kapattı. Elleri belimden sırtıma gitti ve ensemden tutarak başımı omzuna yatırdı. Kucağımda her defasında böyle ufacık kalmayı seviyordum.

Serdar' ın bu heybetli bedeni, duruşu ve kendinden eminliği bana her zaman güç veriyorken gittiğimiz, gezdiğimiz yerlerde yanımda var oluşuyla her daim güven duyuyordum. Bugün onunla vakit geçirirken hayatımda olmadığı kadar güzel hissetmiştim. Çocukluğumdan beri para neyse de gücün her daim hayranı olan ben, şimdilerde bundan delice haz alıyordum. Serdar hayal edemeyeceğim kadar güçlü ve farklı bir adamdı. Gerek duruşu, gerek ses tonu gerekse hareketleriyle ona her daim hayran kalıyordum. Birinin sevişini sever miyiz bilemiyorum ama ben onun beni sevişine bile aşıktım.

Topuz olan saçlarımın verdiği kolaylıkla ensemi öpüp dudaklarını tenime sürttü. "Beni bu kadar güzel idare etmene bayılıyorum." Sesi boğuktu ve bu sırada bir eli sırtımda, diğer eli ise belimdeydi.
"O kadar dengelisin ki; iki üç kelimeyle, bir bakışınla tüm sinirimi alıyorsun. Bir de üstüne ne kadar hatalı olduğumu kalbime düşürüyorsun."
Sağ elimi geniş omzuna koyduğumda yüzümde beliren tebessüm genişlemiş, dudaklarım tıpkı onunki gibi teninde gezinmeye başlamıştı. Tam öpmüyordum, ama kendimi açılan böğründen de alamıyordum. Erkeksi kokusunu içime çeke çeke hafif bilmiş bir edayla "Alt tarafı bir hesap ama." Dedim.

Benimle sakinleşeceğini biliyordum. Farkındaydım, Serdar üzerinde gözle görülür bir etkim vardı ve bunu kullanmayı seviyordum.

"Haksızım demedim." Deyip başını kaldırdı. Beni izliyordu ve sesi ciddileşmişti. "Haklıyım. Sadece sana o şekilde bağırmamam gerekiyordu. Yoksa hesap konusu da hala sinirliyim." O sinirliydi ama ben yine de gülümsedim. En azından benim için, bizim için çabalıyordu. Bu bağırmamak da olsa ortada benim için harcanan bir emek vardı ve görmezden gelemiyordum.

"Ama hep sen ödüyor.." dememe kalmadan "Ya sen kafayı mı yedin!" Diye yeniden yükselince dudaklarım anında kapandı. Façalı kaşı havalandı. "Kapat şu konuyu. Hala konuşuyor olman bile sorun." Bu konuda Süleyman Amca kadar katı olduğunu görebiliyordum. Benim için elbette sorun değildi ama Serdar' ın bu konuyla ne kadar sinirlendiğini görebiliyordum.

İki elimi de omuzlarına yerleştirdim ve olduğum yerde dikleşerek ellerini belime koymasına müsaade ettim. "İyi tamam sen öde." Parmaklarımın altında hissettiğim beden beni benden alıyordu. Serdar bende her daim kelebek etkisi yaratıyordu ve ben buna mani olamıyordum.
"Bir güzel sömüreyim seni, maaşıma çökeyim de gör." Derken hafif kıstığım gözlerimle gözlerini izliyor, ciddi tavrımla ona tutunuyordum ki Serdar' ın dudakları bu deyişimle gerildi.
Mutlu oldu.
Tabiri caizce onun parasını yiyecek olmam Serdar' ın sevindirmişti ki "Sömür beni." Diyerek belimdeki elini ensemden boynuma çıkarttı. "Çök maaşıma Hazan' ım." Daha fazlasına gerek kalmadı. Gözlerimizin bu ufak anlaşmasıyla buluşan dudaklarımız aramızdaki yeni anlaşmanın en güzel yanıyken dudaklarımız bugün birbirini yeniden keşfe çıktı.
Serdar' ın dakikalarca alt dudağımı emmesi, benim gülüşüm, ona sarılışım, beni tutuşu ve birbirimize karışan tebessümlerimizin nihayeti ben geri çekilene kadardı.

Alnımı alnıma dayadı, soluklarımız birbirine karışırken dudaklarını dudaklarıma bastırıp çekti. Hala bende uzun ve bize hakimdi. "Çok seviyorum lan seni." Dedi. Bu halde bile lan deyişi, sevgisini bile bu kadar bana dile getirişi epey komik ve cezbediciydi. Gülümsedim. Onun beni sevdiğini bilmek, böyle bir adamda bunu duymak çok güzel hissettiriyordu. Serdar' ın beni sevdiğini bilmek çok şeye bedeldi.

Yine de onun siniri, onun bende dinen siniri ikimizi de daha başka bir ilişkiye sürüklüyordu. Daha can yakıcı, daha can alıcı ve daha heyecanlı...

"Neden?" Deyip ellerimle kavradığım boynu sevdim. Başparmaklarım yüzünde dolaşırken dudaklarımı tıpkı onun yaptığı gibi dudaklarına sürtüp yavaşça geri çekildim. "Neden sadece kucağına geldiğimde böyle yumuşuyorsun?" Oysa ben seni çoğu zaman böyle istiyorum.
Büyüyen gözbebekleri geceye karışan yağmur damlaları gibi ruhumu tazeliyordu. Bu bir tezatlık, bir ince sevgiydi ondaki. Ondan bana gelen, delip de kalbimi geçen bir ruhani sargıçtı.
"Çünkü." Deyip dudaklarımı öptü. Güven veren eli sütyen kopçamın üzerinde durdu sonra. Çekinmedim, dokunuşundan rahatsız olmadım. "Sadece kucağımdayken ve yanımdayken rahatım. Güvende ve benim olduğunu biliyorum. Seni sarıp sarmalayabiliyorum. Olası bir tehlikeden koruyabileceğimi biliyorum, yanında benden başka kimse olmuyor..." Kalın sesiyle hem kendinden hem de söylediklerinden o kadar emindi ki; sanki söylemiyor da yaşıyordu. Beni kedine inandırdı. Bu kalp çarpıntılarımı bir kanat çırpışına eş tuttu...
Başımı omzuna yatırdı. Ensemde kıpırdanan eliyle saçlarımı sevmeye başladığında yüzüm geniş gövdesindeydi.
Gözlerimi yumdum.
"Sadece senin bana verdiğin bir huzur var." Saçlarımı öptü. O derin acılara, derin buseler serpiştirdi. "Huzurlu oluyorum Hazan, sen benim olunca ben huzur doluyorum yavrum..."
O kadar güzel konuşuyordu ki, hem sözleri hem de dudaklarının saçlarıma karışması birbirini bir bütünlükle tamamlıyordu.
Serdar' ın ben varken böyle hissettiğini biliyordum da dile getirişi çok daha başkaydı. Böyle bir anda, onun kucağında haftalar sonra bunu duymak benim için çok çok değerliydi.

Gözlerimi araladım ve usulca adem elmasını öperek yeniden doğruldum. Biliyorum, tıpkı onun gibi ona doyamıyordum. Ne kadar öpsem de, ne kadar sarılsam da azdı. Ona olan sevgimi öperek koklayarak dindiremiyordum ama güzel hissettiriyordu.

Gözlerimiz yeniden buluştu. O façalı kaşındaki, yüzündeki sakinlik benimle buluştu ve parmaklarım oraya doğru yöneldi. Kaşından şakağına uzanan yarayı ve façasını okşarken huzurla mırıldandım. "Hep mi böyle olacaksın?"

Başını eğdi. Burnumun ucunu öperken yumuşak bakışları gözlerimdeydi.
"Evlendiğimizde daha rahat olurum gibi. İyi yönde değişirim."
Uzak olduğumuz için şu an beni koruma içgüdüsünün onu sardığını görebiliyordum. Fakat ondan da önemlisi, sevişmeden de konuşabiliyorduk ve Serdar' dan duyduklarım hoşuma gidiyordu.

Onu anlayıp varla yok arası "Hmm." Diye mırıldanırken elimin altındaki yüzü seviyordum. Dudaklarımı tekrar dudaklarına bastırdığım sırada geri çekilerek benden ayrıldı ve yeni hatırlamış gibi boynumdaki eli dudağıma gitti. "İzi kalmamış."
Başparmağı dudaklarımın üzerinde sakince geziniyordu ve Yeliz' in yanlışlıkla dudağıma vuruşundan bahsediyordu.
Dudaklarımı, parmağını öpercesine büzüp güldüm. "Yakışıklının biri zorla doktora götürdü beni." Doktora gitmesem de geçer miydi bilmiyorum ama o gün pansuman iyi gelmişti. Bana kalsa üşenir gitmezdim.

Ona daha evvel bunu söylememiştim. Benim gözümde ne kadar yakışıklı olduğundan ya da ondan ne kadar etkilendiğimden bi haberdi. Kısılan gözlerinden bunu anlayabiliyorken yeri geldiği halde bu konuyla ilgili böbürlenmeyişinden de egosunun olmadığını fark ettim. Serdar cidden kendini öven bir adam değildi ve bu daha da hoşuma gidiyordu.

"Şakağındaki iz nasıl oldu?" Diye devam ettim. Bakışlarım parmaklarımın altındaki ize kaydı. Merak ediyordum, onu cidden daha çekici yapıyordu. "Operasyonda." Deyip sırtımı usul usul okşamaya devam etti. Saçlarımı öptü ve ben dudak sarkıtıp "Ne zaman peki?" Derken ikiletmeden cevapladı. "Beş altı yıl olmuştur." O kadar umursuzdu ki onun umursuzluğu benim kalbime oturuyordu.
Nasıl olmuştu acaba. Başka bir yerinde yara ya da yada izi var mıydı.

"Güzel duruyor." Diye mırıldanıp kollarımı o buruk hisle yeniden boynuna doladım. Geri çekilmedi, aksine beni daha da sararak saçlarımı ve şakaklarımı uzun uzun öptü.

                                                                                              

                                                                                            💎

"Sen para harcamayı seviyorsun, biraz sömüreyim seni Serdar, dur." Derken Serdar' ın elinde tutmuş az ilerideki reyona doğru ilerliyordum.
Bir adım arkamdaydı. Aburcubur isteyen ufak kız çocuklarının babalarını çekiştirdiği gibi Serdar' ı çekiştiriyor ve bunu yaparken kendi halimde şımarıyordum.
Serdar' da tek kelime etmiyordu ama güldüğüne, gülerek keyifle beni izlediğine emindim. Elini öyle güzel ve salaş tutmuştum ki kendimi gerçekten tek derdi çikolata olan özgür bir çocuk gibi hissediyordum. Beyaz ayakkabılarımla serin marketin reyonlarında hoplaya zıplaya dolaşan, şımarık, hayatı boyunca her istediği yapılan o ufak çocuklar gibiydim. Tamam kabul, belki hayatım boyunca her istediğim olmadı, belki bu market reyonlarında elinden tutup koşuşturduğum kişi babam değildi, ama hayatım boyunca hayal dahi edemeyeceğim bir adama sahiptim artık. Kendime de bir baba aramıyordum, zira Serdar' ın sevgilim olarak sergilediği tavır benim için çok daha eşsizdi.

Az evvel düzgünce topuz yaptığım saçlarımı elimle yoklarken doğer elimle de Serdar' ın parmaklarını okşaya okşaya etrafa bakınıyordum.
Hava epey kararmış saat dokuza geliyordu. Köye gidecek, anahtarları alıp dönecektik ve sonra ben eve Serdar Urfa' ya dönecekti. Henüz gitme aşamasını düşünmüyordum. Aklımda sadece anı yaşamak vardı. Bu yüzden markete girmeden evvel gülerek ne istiyorsun deyişine istinaden onu çekiştiriyordum.

Çikolata reyonunun önünde durduğumda Serdar kolunu omzuma attı ve baktığım yere baktı. Sağ elimi karama uzatıp albeniye bakarken sol kolumu yanımdaki adamın beline doladım. Ona iyice sokuldum. Halimden memnundu, ona böyle sırnaşmamı seviyordu.
Önce elimdeki karama baktım. "Hangisini seviyorsun Serdar." Sonra Serdar' a başımı kaldırdım.

Bakışları yüzümdeyken "Yavrum ben yemem böyle şeyler." Dediğinde kaşlarımı kaldırıp gözlerimi kısarak tekrar çikolatalara döndüm. "Tatlı yemiyor musun?" Dediğimde elim bu defa albenideydi fakat kararsızdım ve başka çikolatalara da bakıyordum. Serdar nereye baktığımı fark edince boşta kalan eliyle göz gezdirdiğim çikolataları tek tek aldı. Eline ne geçtiyse, koca avucuna ne dolduysa aldı ve bunları yaparken de umursuzca "Hayır." Dedi. "Sevmiyorum."

Belindeki elini indirdim ve elini tutarken "İyi peki." Deyip sağ taraftaki cipslere yöneldim. Ondan ayrılmak istemiyor, muhakkak bedenine dokunmak istiyordum. Ki eminim Serdar' da böyle istiyordu çünkü bulduğu her sırsatta bana dokunan oydu. Çifte kumrular gibiydik diyebilirim, bundan da zerre şikayetçi değildim.

Serdar uslu uslu beni takip ederken olduğum yerde durup cipslere baktım. Keyifle "Ben sana sevdiririm." Derken elini bıraktım ve eğilerek ketçaplı cipse uzandım. "Sevmezsen seninkileri de ben yerim." Yine baş başa olduğumuz gecelerden birinde denerdim. Muhetemelen sevmezdi, hatta sevmeyeceğine emindim ama yine de onunla bu konuda uğraşmak istiyordum. Sevmezse de dediğim gibi ben yerdim.

Serdar "Olur yavrum, sen yersin." Dediğinde hala tebessüm ederek beni izliyordu. Şaka yaptığımın farkındaydı ve o kadar sakindi ki, dakikalar evvel arabada söylediği gibi fazla huzurluydu sanki. Öylece beni izlemeleri içime dokunuyor, sanki hareket özgürlüğümü kısıtlıyordu. Beni izleyişiyle utansam da bunu aşmak için elimden geleni yapıyordum.

Başımı eğip alt raflardaki bir liralık cipslere baktığımı görünce azarlar bir sesle "Al adam gibi bir şey, neye bakıyorsun iki saattir." Dedi. Uzanıp elektrikli ketçaplı cipsi elime aldım. "Ben bunları seviyorum yaa." Başımı kaldırıp gülerek Serdar' a baktım. "Ruhum fakir." Siyah tişörtün sardığı bedenle o esmer tenini marketin ortasında bile yutkunacak kadar tahrik edici buluyordum. Serdar baştan aşağı çok yakışıklı bir adamdı da konumuz şu an bu değildi.
Gözlerini hafifce devirip gülümsedi. O başını umutsuzca iki yana sallarken eğilip fıstıklı cipsden de aldım.

Doğrulduğum yerde "Tamam hadi gidelim." Diyerek ileriye doğru yöneldiğimde "Başka bir şey almayacak mısın?" Deyip tek kaşını havalandırdı. "Sömüreceğim dedin, bari hakkını ver." Şaşırmıştı ama daha çok alay ediyor gibiydi.

Yani onu lafın gelişi demiştim ve bunu Serdar' da farkındaydı ama şimdi nasıl sömürebilirdim ki? Benim sömürmek dediğim zaten en fazla markette harcayacağım elli liradır. Ki şu an onu da yapamıyordum çünkü çok toktum.

Gözlerimi birleşmişken ona daha net bakmak için yukarı doğru kaldırdığım başımla dudaklarımı büktüm. Kıstığım gözlerimle de acaba başka ne alsam diye düşünürken bi anda "Nagır istiyorum." Diyerek gülümsedim. Sonra "Birdeee." Diye devam ettim ama aklıma başka bir şey gelmeyince omuzlarımı silkip yeniden burukça tebessüm ettim.
"Sadece nagır istiyorum."

Yüzünün yumuşayışı, gözlerime bakarken içinden geçen her neyse gözlerine vuruşu çok başkaydı. Duygularını yüzünden okuyabiliyor, onunla aynı şeyleri hissedebiliyorduk. Çok şeyi unutabilir, geçiştirebilirdim. Fakat bunların arasında şu an Serdar' ın bana bir naifliğe bakar gibi bakışı yoktu. Sanki o yirmi, yirmi iki yaşlarındaydı da ben on altı yaşında ufak bir kız çocuğuydum. Biz çocukluk aşkıymışız, mahalle bakkalında karşılaşmışız da Serdar' da bana çikolata alıyormuş. Öyle masum, öyle durgun bir güzellikti işte.

Aynı şeyleri hissetmiş, hatta aynı şeyleri düşünmüş olacak ki boşta kalan elini bana doğru uzatıp omzumdan tutarak "Gel bana." Dedi. Ona doğru adımladım. Koynumda birleştiğim kollarımda iki cips, Serdar' ın bir elinde çikolatalar, başımı göğsüne bırakarak saçlarımı öpmesine müsaade ettim.

Saçlarımı bir kez daha öptü. "Kurban olurum ben sana." Geri çekilerek kolunu omuzlarımdan doladı ve onun yönlendirmesiyle ileriye doğru yürüdük. Bir şey söylemek istiyor, tatlı bir dille ona olan sevgimi dile getirmek istiyordum ama bu pek de mümkün olmadı. Ben zaten öyle bir insan değildim. Beni seviyordu, bende onu çok seviyordum ama bunu öyle her an dile getiremeyecek kadar utangaçtım. Bu yüzden boşta kalan elimi tişörtün üzerinden belime dolayarak adımlarına eşlik ettim.

Dondurmaların yanına gelmemize birkaç adım vardı ki Serdar çalan telefonunu açmak zorunda kaldığından ben de ilerleyerek dondurmamı aldım.

Serdar "Efendim Melek Teyze?" Deyince ben havalanan kaşlarımla beni izleyen Serdar' a bakıp elimdeki dondurmayı gösterdim. "İsitiyor musun?" Annemle konuştuğu için sesim kısık çıkmıştı ama Serdar duymuş, kaşlarını hayır anlamında kaldırmıştı. "Geliyoruz yarım saate." Diye devam etmesiyle dolabın sürgüsünü kapattım.
Herkesin aksine annemle gayet iyi konuşuyordu. Sesinde herhangi bir sertlik ya da gerginlik yoktu.

Ona doğru ilerlerken Serdar devam etti. "Tamam. Bir şey lazım mı?" Yaklaştığım için annemin sesini duyabiliyordum ve annem "Yok oğlum sağ ol. Hadi çabuk gelin de çay içelim." Diyordu ama Serdar zaten markete girmeden önce beş kutu baklava ve birkaç tepsi de börek almıştı. Onları da daha evvel gitmediğim bir iki yerden gün içinde yaptırmış, yine haberim olmadan halletmişti.
Ayrıca nereden tanıyorlardı bilmiyorum ama baklavayı aldığı tatlıcı da, böreği aldığı börekçi de Serdar' ı gayet iyi karşılamıştı. Hatta ben arabada dururken onlar ayak üstü biraz laflamışlardı.

Kolunu yeniden omzuma attığında benim yönlendirmemle kasadaki sıraya ilerledik. O sırada Serdar' da telefonu kapatmış ve yanağımı okşayarak bana bakmaya başlamıştı.

                                                                                     💎

"Bak bak, senin damat adayı da göze girmek için eli kolu dolu gelmiş Melek."
Mine Teyze' min sesiyle bakışlarımı az ileride dayım ve kuzenim Okan Abi' yle konuşan Serdar' dan alıp annemlere döndüm. Hayır ne alakaydı ki şimdi birden göze girmekle falan?
Annem mutfak kapısını kapattı. Bu sırada Yeliz şaşkınca bakakalırken Sena' da teyzemize dönerek gözlerini devirmişti. Sanırım bu konuda Sena ve Yeliz' le hemfikirdim.

Ayaklarımı birbirine sürtüp babet çorabımın kenarını düzelttim. Sırtıma sürülen tülle olduğum yerden biraz kenara çekilirken sessizliğimi koruyarak yemek masasının sandalyesine oturan annemi izledim. Onun tepkisini ve ne diyeceğini merak ediyordum. Sağ elini masanın üzerine bıraktı.
Teyzeme bakmadı. Oralı bile olmadan yorgun bir sesle "Kız o hep öyle geliyor, Hazan' la ilgili değil. Serdar Urfa' da da hep eli kolu dolu gelirdi bize." Dedi. Tebessüm ettim. Annem hem Serdar' ı savunmuş hem de Mine Teyzemin tezini çürütmüştü.

Sürahiden kendine bir bardak su koyarken Mine Teyze' min kaşları havalanmıştı. Annem devam etti. "Şaşırmadım yani. Ha sen görmemişsen böylesini, öyle düşünmen normal." Kimse kimseye bir şey alıyor diye bu şekilde değerlendirilmemeliydi. Bu benim gözümde o kadar saçma ve boştu ki sinirden sirke satan yüzümle Mine Teyze' te bakmadan edemiyordum.

Çayın altına su koyan Yeliz "Urfa' da gidip geliyor muydunuz Melek Teyze?" Diyerek yanıma doğru geldi. O sırtını benim gibi cama dayarken Sena ve annesi Ayşe Teyze' mde boşta kalan sandalyelere oturmuştu.
Annem evet der gibi başını sallayıp siyah yazmasının ucunu arkaya attırdı. "Tabi canım. Süleyman' ı Serdar bırakıyordu eve çoğu zaman. Serdar' ı da zorla çaya yemeğe getiriyordu." Gülümsedim. Onu annem kadar iyi tanıyor muydum bilmiyorum ama kolay kolay bir yere gitmeyeceğini tahmin edebiliyordum. Buraya geldiğimizde bile anahtarı alıp çıkacaktık da ben ısrar edince yine kıramamıştı. Yine de fazla durmayacaktık. Birazdan dışarıdaki çardağa çıkar, bir saat kadar oturur kalkardık.

Annem içten bir nispetlikle teyzeme bakıp "Dedesiyle babaannesiyle de görüşüyoruz. Kaç defa konağa çağırdılar yemeğe. Bir görsen ne kadar iyi, ne kadar düzgün insanlar Mine. Bir de dedim mi bilmiyorum, Serdar' lar aşiret. Dedesi hem şıh hem aşiret reisi." Yeliz yüzünü dışarıya çevirip omzumda kıkırdarken ben dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemek için kendimi tutmayı denedim. Herkes annemin ne yaptığının bilincindeydi. Bi yüzden Ayşe Teyzem' de olduğu yerde yükselip "Ay bir kere ben de gittim hatta." Dedi. "Melek' lerdeydim, onlar da tesadüfen yemeğe çağırdılar. Gerçekten çok farklı, çok eli açık insanlar. Çok da zenginler." Melek Teyze' m annem ve teyzem arasında göz gezdirerek "Hmm." Dedi. "E hayırlısı olsun artık."

Bir şey demek istemiyordum ama Mine Teyzem hep böyleydi. Bazen ağzının ayarı olmuyordu, bazen de ağzının payını vermek gerekiyordu. Tabi tüm bu konuşmalar bir yana, ben asıl içten içe acaba annemle teyzem doğruyu mu konuşuyorlardı, Serdar' in dedesi ve babaannesiyle gerçekten tanışmışlar mı, iyi insanlar mı diye düşünüyordum.
Mine Teyze' mi kıskandırmak için yapmazlardı ama ya. Yani o karakterde değillerdi. Böyle diyorlarsa gerçekten de olmuştur.
Mine Teyze' m boynunda asılan gözlüklerini takıp telefonuna döndü. Sena' da bu sessizlikle bir bana bir anneme baktı ve sonunda anneme dudak hareketleriyle "Gerçekten mi?" Dedi. İkisi arasında mekik dokuyordum. Bir teyzeme, bir de baş sallayan anneme bakarken Ayşe Teyze' m kendi kendine başını sallayıp "Öyleler." Dedi.

Çayın altı kaynasın dışarıya çıkacaktık. Bu sırada gelen gidenlerle diğer teyzem ve yengemler ilgileniyordu. Yeniden arkamı dönerek Serdar' a bakacaktım ki bu defa da annem yorgun yorgun "O kadar çok gelen giden var ki yemek yetiştiremiyorduk. Çocuklar da inmiyordu merkeze. İyi oldu." Deyince gözlerimi devirip soludum. "Ay gelenler de yiyip gelsin o zaman. Aş evi mi burası?"

Yeliz ve Sena kıkırdayınca annem bana döndü. "Kızım öyle olur mu? Aa aaa." Niye olmasın. Gel, başsağlığını dile git. Neyine oturuyorsun ki? Gelenler de hazır birbirimizi bulduk deyip dedikodu yapıyor zaten.
Ben bu defa umursamaz yüz mimiklerimle susarken Ayşe Teyze' m "Senin Nurdan ne yaptı? Erteliyor mu nişanı?" Deyip konuyu değiştirdi.
Ona döndüm.
Birkaç kişi hariç ne kuzenlerimle ne de akrabalarımda görüşmediğimden konu hakkında pek bir şey bilmiyordum. Nurdan' ın bir sevgilisi vardı biliyordum ama nişanlanacak kadar ciddi olduğundan bir haberdim.

Mine Teyzem telefonunu masaya bırakıp "Ay o da ne bileyim. Çocuk bir garip, öğretmenmiş ama sevemedim bir türlü." Deyince "Niye?" Deyip araya girdim.
Kollarımı kucağımda bağladım. Tek kaşım havalandı. "Alsın sana iki kutu baklava girsin gözüne madem öyle." Sena kendini tutamayıp kahkaha atarken annem kıkırdayarak oturduğu yerden ayaklandı

Mine Teyze' m öylece yüzüme bakıyordu. Kendimi açıklamak bir yana, kendi sözleriyle onu yermek zorunda hissettim.
Gözlerine bakıyordum, omuz silktim. "E öyle oluyormuş ya, sen dedin. Baklavayla börekle oluyormuş bu işler."

Olmuyordu, bunu o da biliyordu da bilerek cins cins konuşuyordu. Annem çayın altını kapatarak "Hadi bakalım." Dedi. "Serdar daha Urfa' ya dönecekmiş bekletmeyelim." Ben başımı sallayıp Yeliz' le birlikte kapıya adımlarken Sena camdan dışarıya göz atarak "Seninkiler gelmiş." Dedi.

O tarafa döndüm. Kuzenim ve kocası Engin gelmişti. Kuzenim neyse de kocasıyla aram fena halde bozuktu ve doğruyu söylemek gerekirse aylardır onunla aynı ortama girmemek için büyük bir çaba sarf ediyordum.
Yaklaşık bir sene önce Engin' i bir kadınla konuşurken duymuştum ve kuzenim Ebru Abla' yı aldattığını anlamıştım. Tabi ben bunu kuzenime söyleyince de kızılca kıyamet kopmuş, ama yine de ben suçlu çıkmıştım. Kuzenim elindeki maddi gücün olmayışından mı, yoksa kendine güveninin eksikliğinden mi bilemem ama bu duruma göz yumarken Engin' de bana epey hakaret etmişti. Oysa onunla da kuzenime de olaylardan evvel baya samimiydik. Bu olayda da bir daha kimsenin işine karışmamayı öğrenmiştim ama uygulamaya gelince bir türlü beceremiyordum işte.

"Kim o? Öküz Engin mi?" Annemin sesiyle Ayşe Teyzem' de "Tipine bak şunun, iyice ayı gibi olmuş meymenet yok." Diyerek ayaklandı. Annem başını kaldırıp birkaç saniye dışarıyı izledikyen sonra "Hazan aman diyim uzak dur." Diyerek bana döndü. "Bak Serdar' da burada. Döver falan, yine olay çıkmasın."
Ben ne yapacaktım koca adama banane. Asıl o bana bulaşmaz inşallah. Yoksa cidden olay çıkardı ve araya dayım değil Serdar girerdi. Çünkü dayım ve Engin' in arası çok iyiydi. E öyle bir anda da dayım Engin' in karşısında dururdu ama sen kim oluyorsun, ayağını denk al gibi sert bir uslup takılmazdı. Ben de buna sinirlenir, dayımla aramı bozardım. Yani sonuç olarak Engin' in bu gece bana bulaşması demek yeni bir olay demekti.

"Ya banane be. Siktirsin mal." Diyerek önce mutfak kapısından, daha sonra giriş kapısından dışarıya adımladım. O sırada kapının önünde ayakkabılarını çıkartan Ebru Abla bana bakıyor, sanırım konuşmam için bir adım bekliyordu. İstemiyordum, hiç de işim olmazdı, yüzüne dahi bakmıyordum. Az ilerideki çardakta oturan Serdar, iki dayım, üç kuzenim, Okan Abi ve Engin bizi izlerken Ebru Abla' ya dönmeden spor ayakkabılarımın uçlarına basarak kenara çekildim.

Ayağımı kaldırıp önümdeki sandalyeye bastım. Eğildim ve bağcıklarımı bağlarken Ebru Abla' nın hala bana baktığını hissedebiliyor, Sena ve Yeliz' in de çıktığını görebiliyordum. Eğildiğim yerde ayağımı değiştirdiğim an Ebru Abla hafif bir şaşkınlıkla
"Naber kız?" Dedi. "Hoşgeldin." Sesinde hafif bir ima, ne o küs müyüz hali vardı.

Olduğum yerde doğruldum. Sena' nın uzattığı telefonu alıp arka cebime atarken arkamı dönüp ona bakmadım. "İyi." Deyip pantolonumu silkeledim ve karanlıkta seçebildiğim başka bir kuzenimi gördüm. Ona doğru yavaşça ilerlerken de yükselttiğim sesimle arkamda kalan kuzenime soludum. "Hoşbuldum."

Nesiyle konuşacaktım ki? Bir zamanlar çok samimiydik evet, ama kendi ayakları üzerinde duramayacak kadar zavallı olduğunu bilmeden önceydi o. Bir de üstüne kendi acizliğinin eki olarak o kadar hakareti yemek zorunda kalmıştım. Hayır ben seni uyarıyorum, senin kocan mafya gibi bir şey zaten, sen niye gidip benim adımı ona veriyorsun? Niye Hazan seni duymuş, o söyledi bana da diyorsun ki? Seni aldatmasını yalayıp yutacaksan hiç girmeyecektin bu meseleye.

Gün çoktan batmıştı ve direk ışıklarının ortamı aydınlattığı kadardı her şey. Çardağın üzerindeki ampüller onu ve çevresini aydınlatmaya yetse de zifri karanlıkta fazla ilerleyemeyecek kadar korkuyordum. Hava esiyordu. Merkeze göre her daim daha soğuk olan köy bu akşam da çok güzel bir serinlikteydi.
Bizim arkamızdan annemler de evden çıkıp çardağa giderken biz kızlarla karşıdan gelen kuzenime doğru yürüyorduk.

Tuğrul kuzenimin kızı Ecrin' i kucağından indirince Ecrin koşar adımlarla bize doğru gelmeye başladı. Annesi ve Tuğrul arkasında, Ecrin bize doğru koşuyordu. Ben küçük çocukları pek sevmedim ama Ecrin akıllı kızdı, komikti, şımarık falan de değildi. Zaten bunca zamandır bir onu sevmişimdir bir de Ömer' i.

Sena olduğu yerde kalınca ben de durarak ona döndüm. Yeliz ortamızda durdu. "Zişan yok bak ortalarda." Etrafı izlese de bize konuşuyordu.
"Merkeze inmiş." Deyip Sena' da öpücük attım. "Pansumana gitmişler." Onlar bizden on onbeş dakika kadar sonra geldiği için ben annem ve teyzemden öğrenmiştim.
Sena gelen Ecrin' e baktı ve ellerini kotuna sıkıştırıp kıkırdadı. "Babasıyla mı?"
Babasını Serdar, kızını Sena tartaklamıştı. Tamam şu an buradan bakınca çok acımasızca duruyordu ama yapacak bir şeyim de yoktu.

Kollarımı Sena' nın boynuna dolayıp parmak uçlarımda yükselerek yanağından öperken Yeliz bize baktı ve olduğu yerde hafif zıpladı. "Ay sizin buralar çok eğlenceli. Arada gelsek ya kaos olur."
"He." dedim bana kollarını açan Ecrin için eğilirken. "Sonra gümbürtüye gidelim o kaosta."

Ellerimi koltuk altlarından geçirerek Ecrin' i kucağıma aldığımda Yeliz yan tarafımızdaki çardağa göz attı. "Gitmeyiz gitmeyiz, Serdar eniştem var." Sesi o kadar keyifli ve kendinden emindi ki benim Serdar' a duyduğum güveni o da duyuyordu ve bu gururumu okşuyordu.

Ecrin koca kız olmuştu artık. İyice kilo almış, boyu uzamıştı. Geçen senelerde onu rahatça kaldırabiliyorken bu defa epey zorlanmıştım. Hatta biraz daha bu şekilde kalırsam belim fena ağrıyacaktı. Bu yüzden yanağından öpüp "Hoşgeldin prensesim." Diyerek Ecrin' i yavaşça yere indirdim.

Alayla "Olmuş mu bu defa?" Diye seslenen kuzenim yolu neredeyse bitirip yanımıza gelmişti. Ecrin eskiden epey zayıf olduğu için sürekli aç bırakıyorsun bu kızı, ne biçim anasın diye dalga geçiyordum. Şimdi de o yüzden gülüyordu.
Gülümsedim ve bacak hizamda olan Ecrin' in yanaklarını sıkarken saçlarını omzunda toplayan kuzenime seslendim. "İyi bakmışsın tamam. Bu defa kaldıramadım."

Annem çardaktan "Kızlar haydi." Diye seslenirken o tarafa bakmadan "Hosgeldin Hazan Abla." Diyen Ecrin' e eğildim. Bu sırada Serdar kulağındaki telefonla çardaktan çıkmış ve konuşa konuşa yanımdan geçerek karanlığa ilerlemişti.

Az ilerideki Serdar' ı izlerken Ecrin ve kuzenimle biraz sohbet ettik. Annemin çağırdığı yere gitmedim çünkü hem Engin vardı hem de Serdar hala telefonla konuşuyordu ve o yokken gitmek istemiyordum.

Siyah devimin yanına gitmek, onunla durmak istiyordum ki Sena, bir Engin' e bir de Serdar' a bakarak bana döndü. "Şu ayı deminden beri tip tip sana bakıyor. Serdar anlarsa sikecek belasını. Olay çıkacak."

Arkamı dönüp Engin' e bakamıyordum ama Sena o kadar tedirgin mırıldanmıştı ki gerilmiştim. Neyse ki Serdar' da Engin' e değil ormana doğru bakıyordu.

Yeliz meraklı bir sesle "O şimdi sana laf atsa dayın ya da kuzenlerin demez mi bir şey?" Deyince kaşlarımı olumsuz anlamda kaldırarak Ecrin' in saçlarını sevmeye devam ettim. Kuzenim çardağa gitmiş, yeniden biz bize kalmıştık. "Herkes korkuyor o maldan. Baksana tipine ayı gibi bir şey. Karışmaz kimse. Yani karışsalar da en fazla ayırırlar."

Başkan ya da Emir bilse onlar araya girerdi ama ne gerek vardı şimdi. Ortada bir şey yokken gerilmek lüzumsuzdu.
Yeliz Serdar' a baktı. "Serdar Abi daha kalıplı." Evet öyleydi. Hem Engin kiloluydu Serdar' da ki kilo değil kastı. Engin' in de boyu uzundu, ama onunki bir doksan falansa Serdar ondan en az bi on santim daha uzundu. Serdar her türlü daha kalıplıydı da konumuz bu değildi.
Sevgilimi izleyerek dudak büktüm. "Serdar dün de eniştemi dövdü." Dedim. "Şimdi de olay çıkmasın Allah aşkına."
Nereden de kalalım demiştim. Adam ne güzel gidelim demişti işte.

Sena Engin' e bakıyordu. "Eli değmişken şunu da dövse ya. Sana orospu demişti. Onu söylesem döver mi acaba?"
Çikolatasını yiyen Ecrin' in saçlarını okşamaya devam ederken gözlerimi devirdim. "Ya saçmalama." Kesinlikle öyle bir şey istemiyordum.

Ecrin annesinin verdiği çikolatayı bitirmiş Serdar' ın olduğu yerdeki ceşmeyi işaret edince o tarafa yürüyerek "Gel bakalım." Dedim. Bu sırada Serdar' da telefonu kapatmış, bize doğru dönmüştü ama elinden tuttuğum Ecrin' le ona doğru yürüdüğümüzü görünce olduğu yerde durarak ona gidişimizi izledi.

Sena Ecrin' in diğer elini tuttu. "Ver bana kanka." Amacının bizi daha rahat bırakmak istediğini anlayıp Ecrin' in elini bıraktım.
Sena bu akşam Serdar' a karşı daha ılımlıydı sanki. Öyle düşmanıymış gibi hareketler sergilemiyor, hatta bana yardımcı oluyordu.
Serdar' ın önündeydim. Aramızda bir adımdan daha az bir mesafe vardı ve hafif bir tebessümle bana bakıyordu. Tıpkı, ellerim hırkamın cebinde aynı hislerle ona baktığım gibi.

Tuğrul kahkaha atarak yanımıza gelince istemsizce ona döndüm. Telefonunu çıkartmış elleri ve ağzı çikolata olmuş Ecrin' in fotoğrafını çekerken Ecrin "Defol git şalak çoçuk." Diyerek Tuğrul' a dil çıkarttı. "Babama sölersem döver seni." Serdar' ı bilmem ama ben sırıtarak onları izliyor, izlerken de aşırı keyif alıyordum. Ecrin çeşmenin altında o ufak kolları sıvanmış bir şekilde Tuğrul' a dil çıkarırken Tuğrul "Pis kız. Evde kalacaksın sen. Evlenemeyeksin kimse almaz seni." Diyerek Ecrin' i kızdırıyordu. Ecrin avucuna doldurduğu suyu Tuğrul' a atmak istese de başarısız oluyor, su üzerine geliyordu.
"Şen evde kalacaksın asıl. Dangalak şeni. Evlencem ben."
Tuğrul "Pasaklısın sen." Diye diretince Ecrin de "Şümüklüsün şende." Diyerek ona doğru atmak istediği suyu elbisesine döktü. Hal böyle olunca da ben kahkaha atmamak için başımı diğer tarafa çevirdim. Sena da kendini tutamayıp gülerek musluğu kapattı.

Serdar' a döndüm. Henüz birbirimize dokunmayalı yarım saat olmuştu ama onu çok özlemiştim. Bana doğru bir adım attı. Siyah hırkanın cebine soktuğum ellerime uzandı. Çardak evin diğer tarafında olduğu için buradan gözükmüyordu ama sanırım gözükse de umrumda olmazdı. Bu defa ne dayımı düşünüyordum ne de başkalarını. Engin zaten tüm sinirlerimi bozmuştu, bu yüzden de hem dayıma hem de kuzenlerime bir miktar uyuz olmuştum.

Başını bana eğdi. "Üşüdün mü?" Ellerimi avuçladı. "Esiyor." Cebimde buluşan ellerimizle onu tutarak gözlerine baka baka başımı iki yana salladım. "Yok Serdar üşümüyorum." Hırka o kadar güzel ısıtıyordu ki cidden üşümüyordum. Ellerimin sıcak olmasıyla onu da bu duruma ikna etmiştim fakat benim asıl isteğim ona böyle delice sarılmaktı. Üstelik bunu ısınmak için istemiyordum. Kalbim ona dokunmak, yanındaki güvenden tatmak istiyordu.

Serdar' a doğru bir adım daha atıp aramızdaki mesafeyi kapatarak yanağımı göğsüne bıraktım. Ellerimi cebimden çıkartmıyor, hemen sağımızdaki Tuğrul' a ve kızlara bakmadan Serdar' da dinleniyordum.
Belimi ve sırtımı sardı. Oradan beni izleyip saçlarımı sevmeye başladığında Ecrin' in ani bir sesle "O senin kocan mı?" Demesiyle "Ne?" Diyerek gülmeye başladım.
Şaşkınlıktan kaşlarım havalandı, yüzümün rengi attı.
Başımı kaldırdım ve o tarafa dönüp hemen yanımızda kaldırdığı başıyla bizi izleyen Ecrin' e baktım.

"Hayı.." dememe kalmadan Serdar sırtımı seve seve "Evet." Dedi. "Kocasıyım ben onun." Keyiflenmişti. Tıpkı benim gibi Ecrin' e bakıyor ve herkesin aksine onunla gayet sakin konuşuyordu.
Gülerek devirdiğim gözlerle "Serdar yaa.." dedim. O kadar rahattım ki gülerek bizi izleyen Yeliz, Sena ve Tuğrul' u dahi umursamıyor, başımı göğsünden almıyordum. Serdar' da bu halimizden memnundu. Beni esen rüzgarla beraber daha da sarıp şaşkın şaşkın "Kocası mısın gerçekten?" Diyen Ecrin' e başını salladı.
"Kocasıyım."

Kıkırdıyordum, itiraz etmiyordum. Hem hoşuma gidiyordu hem de bir şey olur diye hafiften tedirgindim aslında. Gidip insanlara derse büyük rezil olurdum sonuçta. Kime ne diyebilirdim ki? Ben bu kadar insan öğrenmesin diye yüzüğümü dahi arabada bırakmışken Ecrin bağıra bağıra 'bu abi Hazan' ın kocası' derse çok utanırdım. Zaten yüzüğü çıkarttım diye hafif serindi aramız. Hal böyle olunca böyle bir olayda da en mutlu olan taraf Serdar olurdu.

Ecrin Serdar' a bakmak için başını daha da arkaya yasladı. "Annem biliyor mu? Anneannem, büyük dayı? Umut dayım biliyor mu?" O kadar şaşkın ve tatlıydı ki onu izlerken gülümsemeden edemiyordum.

Serdar "Kimse bilmiyor." Deyip sağ elini cebine attı. Hissediyordum bir şeyler yapıyordu. Birkaç saniye sonra cebinden çıkarttığı ikiyüzlüğü Ecrin' e uzatarak devam ettim "Ama sen şimdi bunu al ve herkese söyle."

Ben şaşkınca açılan gözlerimle "Serdar!" Diye inleyerek elindeki paraya uzanırken Serdar oralı olmadı. Ona engel olacağımı anladı ve parayı benden uzaklaştırarak Ecrin' in eline verdi.
Ecrin avcunda tuttuğu parayla Serdar' a bakmaya devam ederek "Reyhan halama da diyim mi?" Deyince Tuğrul ve Yeliz kahkahayla gülmeye başladı. Başımı kaldırıp onu onaylayan Serdar' a baktım.
"De." Dedi. Tıpkı benim gibi hafif bir tebessüm vardı yüzünde. "Gördügün herkese söyle. Hazan Ablam evlenmiş artık de."
Eli tekrar cebine girince bileğini tutarak sesimi incelttim. "Ya Serdar yapma Allah aşkına." El kadar çocuğa o kadar para verilmezdi. Birde Ecrin ciddi ciddi söyleyecekmiş gibi Serdar' a sorular soruyor, onu dinliyordu.
"Çocukla çocuk oluyorsun. Ne yapıyorsun?"
Aslında Serdar' ın halleri beni keyiflendirmiş, Ecrin' le de bu kadar güzel konuşması hoşuma gitmişti. Yani çok güzel bir an yaşıyordum ama içeride o kadar insan varken bunun Ecrin tarafından duyulması pek hoş olmazdı. Üstelik kocası olarak...

Serdar tam konuşacakken Ecrin' e döndüm. "Kimseye bir şey söyleme aşkım sen. Yok öyle bir şey." Dememle Serdar' ın "Ne demek yok ya!" diye araya girmesi bir oldu. Var mıydı? E kocam değildi ki?
Serdar' a dönüp gülmeye başladım. Bu sırada ellerim ellerinde, bakışlarım sakin halindeydi. "Serdar' ım lütfen ama. Bak yeri değil." Bakışları yumuşadı. Gözleri yüzümü tararken Sena keyifli bir sesle "Ecrin gel biz anneye gidelim. Tuğrul Abi paramızı yer yoksa." Deyip Ecrin' i yanına çağırdı. O tarafa dönerek uzun elbisesi ve paytak adımlarıyla Sena' ya giden Ecrin' e baktım.
"Deyeyim mi ben şimdi kocası diye?" Yeniden gülümsedim. Kıyamam, onun da kafası karışmış, bir elindeki paraya bir de elinden tutup çardağa ilerleyen Sena' ya bakıyordu.
Sena "Deme aşkım." Deyip eğilerek Ecrin' i kucağına aldı. "O abi şaka yaptı sana. Söylersen Hazan Ablan çok üzülür."
Ecrin Sena' nın kucağından bana bakıp elimdeki parayı sallayarak cıvıldadı. "Üjümeşin üjümeşinn demem ben kocası olduğunu."

Onların gidişiyle yeniden Serdar' a döndüm. Yüzümde bir gülüş, ellerimde ellerle o kadar keyiflenmiştim ki alt dudağımı ısırarak başımı yana eğdim. Serdar' ın o bana değişmeyen bakışları üzerimde gezindi. Baş başa olsak daha farklı olurdu belki, ama yine de gözleriyle bana kendini anlatıyordu.

"Gidelim mi artık?" Diyerek sessizliği bozdum. Oturamamıştık bile ama gitsek daha iyiydi sanki. "Yok." Deyip ciddileşti. Havalanan tek kaşıyla az ilerideki çardağı işaret etti sonra da. "Arkamdan geliyorsun, sende oturuyoruz orada." Haydaa. Bir gerilmedim desem değil. Ne olmuştu ki şimdi? Daha yarım saat evvel ben ikna etmiştim onu burada duralım diye?

"Ya neden?" Deyip kaşlarımı çattım. "E geç oldu." Serdar daha Urfa' ya gidecekti. Gittiği gibi de alayda olması gerekiyordu diye biliyorum. Fakat o gitmek yerine duruyor, dururken de bana öyle bir bakıyordu ki bu bakışın üzerine konuşamazdım sanırım.
Öyle sakin, her şeyden emin ve durgun bir sesle "Pislik kokusu alıyorum." Diyerek ellerini ellerimden aldı. Sonra birden daha da ciddileşti. Bakışlarını çardak tarafına çevirerek devam etti. "Temizlemeden gitmem."

Tüylerim birden diken diken oldu. Tüm kanım ani bir hızla yüzüme ulaştığını hissettim ve irkilerek sessizliğimi korudum. Neyden bahsediyordu? "İki dakika içinde orada ol. Yanıma değil karşıma otur." Ciddiydi. Bir şey biliyor, bir şey planlıyordu ve bu büyük ihtimal benimle ilgiliydi.
Bakışları yeniden gözlerime dolandı. "Ve benimle muhabbet etme. Ben seni izlerim, sen mümkünse bana bakma ki fazla göz göze gelmeyelim."

O kadar mimiksiz konuşuyordu ki donuk sesi beni daha da geriyordu. "Ta tamam." Deyince başını varla yok arası sallayıp yavaşça geldiği yöne gitti.

Serdar birden gerilmiş, ciddi bir hale bürünmüş ve o eski Serdar olmuştu. Eski Serdar diyordum. Onu niteleyecek bir şey bulamıyordum ama bu hali fazla korkunçtu.

Serdar' ın arkasından gidişini izlerken Yeliz banktan kalkarak hızla yanıma geldi. "Kesin Engin' in bakışlarını fark etti. Çözmeye çalışıyor." Kısılmış sesiyle bana bir sır veriyor gibiydi.
Beş karış suratımla Yeliz' e dönünce onun arkasından yavaş yavaş bize doğru gelen Tuğrul "Ya da çoktan çözdü." Deyip araya girdi. "Bir şey olsa da herifi bir güzel siksem diye bekliyor bence."

O kadar haklıydılar ki benim de aklımdan bu geçiyordu. Sonuçta Ebru' nun yüzüne bakmamıştım. Engin çardakta diye de oraya gitmemiş burada durmuştum. E geldim geleli başka da bir şey olmamıştı. Adam anlardı tabi.

Kesik bir nefes verip ikilide göz gözdirirken Yeliz bana baktı ve "Olabilir." Deyip Tuğrul' u onayladı. Tuğrul tam önümde durup elini destek verir gibi omzuma koyarak devam etti. "O yüzden uzak otur, bana bakma falan dedi bence. Bizimkiler Serdar Abi' yi baya tanıyor. Aranızda bir şey olduğu fark edilirse Engin sana bulaşmaz."

Doğruydu. Herkes anlamıştı Serdar' ın niyetini de ben korkmaya başlamıştım. Gözlerimi devirerek başımı yana yatırdım. Onu burada götüremezdim. Serdar' a bir şey olacağından değil, artık kavga istemiyordum.
"Ama o bulaşsın istiyor." Deyip nefesimi verdim. "Bulaşsın da..." Sonrasına annemin sesi karıştı.
"Yeliiiiz, Hazan gelin kızım. Tuğru haydi sende."

Bölüm sonu💎

Paylaştığın alıntılarla bölümün pek bir alakası yok dediğinizi duyar gibiyim 😂 İşler karıştı ve uzadı. O alıntılar da sonraki bölüme kaldı. 😂😘

Continue Reading

You'll Also Like

29.2K 2K 13
"Görüşürüz gamzeli çocuk..." "Görüşürüz orman gözlü kız" İşte o anda örmüştü kader ağlarını. Pamuk ipliği olan bu ağları iki yanan yürek arasına bağ...
253K 1.6K 6
"Sana ihtiyacım var, " dedi fısıltıyla. "Yanımda olmadığında bu karanlığın içinde kayboluyorum." O kadar çaresiz görünüyordu ki içimdeki, ona yardım...
606 73 4
Dazai normalde yaptığının aksine bu sefer görevden sonra Chuuya'yı kontrol etmeden oradan ayrılmak zorunda kalmıştı, Chuuya'nın ne durumda olduğuna d...
141K 641 7