DÜŞLER AĞIDI

Od zanegzo

22.8M 1.4M 2M

𝚃𝚊𝚖𝚊𝚖𝚕𝚊𝚗𝚍ı. ❝Bir düş, bin ağıt.❞ Marin Alakan çok küçük yaşlardayken doğduğu topraklardan ayrılmak... Více

DÜŞLER AĞIDI
Bilgilendirme
GİRİŞ
☾ BÖLÜM 1 ☽
☾ BÖLÜM 2 ☽
☾ BÖLÜM 3 ☽
☾ BÖLÜM 4 ☽
☾ BÖLÜM 6 ☽
☾ BÖLÜM 7 ☽
☾ BÖLÜM 8 ☽
☾ BÖLÜM 9 ☽
☾ BÖLÜM 10 ☽
☾ BÖLÜM 11 ☽
☾ BÖLÜM 12 ☽
☾ BÖLÜM 13 ☽
☾ BÖLÜM 14 ☽
☾ BÖLÜM 15 ☽
☾ BÖLÜM 16 ☽
☾ BÖLÜM 17 ☽
☾ BÖLÜM 18 ☽
☾ BÖLÜM 19 ☽
☾ BÖLÜM 20 ☽
☾ BÖLÜM 21 ☽
☾ BÖLÜM 22 ☽
☾ BÖLÜM 23 ☽
☾ BÖLÜM 24 ☽
☾ BÖLÜM 25 ☽
☾ BÖLÜM 26 ☽
☾ BÖLÜM 27 ☽
☾ BÖLÜM 28 ☽
☾ BÖLÜM 29 ☽
☾ BÖLÜM 30 ☽
☾ BÖLÜM 31 ☽
☾ BÖLÜM 32 ☽
☾ BÖLÜM 33 ☽
☾ BÖLÜM 34 ☽
☾ BÖLÜM 35 ☽
☾ BÖLÜM 36 ☽
☾ BÖLÜM 37 ☽
☾ BÖLÜM 38 ☽
☾ BÖLÜM 39 ☽
☾ BÖLÜM 40 ☽
☾ BÖLÜM 41 ☽
☾ BÖLÜM 42 ☽
☾ BÖLÜM 43 ☽
☾ BÖLÜM 44 ☽
☾ BÖLÜM 45 ☽
☾ BÖLÜM 46 ☽
☾ BÖLÜM 47 ☽
☾ BÖLÜM 48 ☽
☾ BÖLÜM 49 ☽
☾ BÖLÜM 50 ☽
☾ BÖLÜM 51 ☽
☾ BÖLÜM 52 ☽
☾ BÖLÜM 53 ☽
☾ BÖLÜM 54 ☽
☾ BÖLÜM 55 ☽
☾ BÖLÜM 56 ☽
☾ BÖLÜM 57 ☽
☾ BÖLÜM 58 ☽
☾ BÖLÜM 59 ☽
☾ BÖLÜM 60 ☽
☾ BÖLÜM 61 ☽
☾ BÖLÜM 62 ☽
☾ BÖLÜM 63 ☽
☾ BÖLÜM 64 ☽
☾ BÖLÜM 65 ☽
☾ BÖLÜM 66 ☽
☾ BÖLÜM 67 ☽
☾ BÖLÜM 68 ☽
☾ BÖLÜM 69 ☽
☾ BÖLÜM 70 ☽
☾ BÖLÜM 71 ☽
☾ BÖLÜM 72 ☽
☾ BÖLÜM 73 ☽
☾ BÖLÜM 74 ☽
☾ BÖLÜM 75 ☽
☾ BÖLÜM 76 ☽
☾ BÖLÜM 77 ☽
☾ BÖLÜM 78 ☽
☾ BÖLÜM 79 ☽
☾ BÖLÜM 80 ☽
☾ BÖLÜM 81 ☽
☾ BÖLÜM 82 ☽
☾ BÖLÜM 83 ☽
☾ BÖLÜM 84 ☽
☾ BÖLÜM 85 ☽
☾ BÖLÜM 86 ☽
☾ BÖLÜM 87 ☽
☾ BÖLÜM 88 ☽
☾ BÖLÜM 89 ☽
☾ BÖLÜM 90 ☽
☾ BÖLÜM 91 ☽
☾ BÖLÜM 92 ☽
☾ BÖLÜM 93 ☽
☾ BÖLÜM 94 ☽
☾ BÖLÜM 95 ☽ ☾ FİNAL ☽
YILDÖNÜMÜ ÖZEL BÖLÜM

☾ BÖLÜM 5 ☽

351K 20.2K 28.3K
Od zanegzo

5. BÖLÜM
SÖZ

Seçimlerimizden biz sorumluysak, seçemediklerimizden kim sorumluydu?

Seçemediğim şeylerin altından kalkamamaktan artık yorulduğumu hissettiğim zaman dilimindeydim.

Hastanede herkesin içerisinde bir Milan'la evleneceğimi söyleyeli bir hafta kadar olmuştu. Bu süre zarfında hüküm ortadan kalkmış, herkes Alakanların bir kızı yaşadığını öğrenmişti. Berivan ve Mahir, az bir katılımla avluda gerçekleşen nikâhla evlenmişlerdi. Ne babam, ne de karşı taraf onlar için bir düğün ayarlamamıştı. İki tarafta bu çifte öfkeliydi.  Küçük bir tatile çıktıkları için konakta değillerdi. Teyzem, evlenme kararımdan sonra bana küsüp konaktan gitmişti. Babamla birlikte aynı çatı altında kalıyordum ve bu garip hissettiriyordu.

Babam bu durumdan hiç hoşnut değildi. Dün hastaneden taburcu olmuş, eve gelmişti. Dünden beri beni gördüğü her yerde bu evlilikten vazgeçirmeye çalışsa da hiç oralı olmuyordum.

Ona inat için yaptığım bir evlilik değildi. Burada kalmamı sağlayacak bir evlilikti. Mahir'in ya da Berivan'ın canından ziyade ailemin artık beni yok saymasını istemiyordum. Tek yapmam gereken kendimi Barzan Ağa'ya sevdirmekti. Gerisi her türlü kolay olacaktı.

Üstümdeki kıyafetlerimi değiştirip kısa süren bir duş aldığımda geri hazırlanmak için odaya gelmiştim. Krem renkli triko, v yaka bir elbise giyerek, ayakkabı olarak da botlarımı giymiş, tamamen hazırlanmıştım. Dizimden itibaren yırtmacı vardı ve havaya uygun bir kıyafetti.

Dün meydanda gördüğüm mağazalardan birkaç parça kıyafet almış, ayrı olarak nikâh için giyeceğim bir elbise almıştım. Dolabın kapağında asılı duruyordu. Tamamen hazır olduğumda odadan dışarıya çıktım.

Kahvaltı yapmadığım için karnım kazınırken konaktakilerin ne zaman kahvaltı yaptığını biliyordum. Babam ve halam büyük bir kavga etmiş, halam çocuklarını alıp çiftliğe gitmişti. Başım yeterince ağrıdığı için onların kavgalarına hiç karışmamıştım.

Salona eşya taşındığını görürken adımlarımı yavaşlatıp olan bitene baktım. Daha önce hiç görmediğim insanlar tarafından koli koli eşya geliyordu. Bir yandan koliler açılıp koltukların üzerine konuluyordu. "Pardon..." diye seslendim yanımdan geçen kişiye doğru. "Bunlar nedir?"

Kucağında koliyle duran adam bana doğru bakıp, "Karşı aşiret gönderdi," dedi. "Düğün için."

"Ne düğünü?" diye sordum.

Genç adam omuz silkti. "Bilmem."

Salona geçip eşyalara bakarken kaşlarım havaya doğru kalktı. Yoğun sarı renkler gözlerimi alırken çeşit çeşit olan altınlara hayret içerisinde baktım. Set altınların alıcı renginden başım dönerken salon içerisinde ilerledim. Aynı tarzda olan bir sürü elbise yan yana dizilmişken en sonda bir gelinlik vardı.

Milan aşireti gerçekten bir düğün yapacağını düşünmüyordu değil mi?

Taş merdivenlerden aşağıya inmeden önce yanıma çantamı ve telefonumu almıştım. Elfida'yla konuşarak birkaç sesli mesaj bırakmış, ondan haber beklemeye koyulmuştum. Dalgın bir şekilde avlu içerisinde yürürken babam, "Marin?" diye seslendi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerimiz buluştu. "Nereye gidiyorsun?"

Onu biraz daha toparlanmış bir halde görmek içimi rahatlatırken iyi olduğundan emin olmaya çalıştım. En azından desteksiz bir şekilde yürüyebiliyordu. Soğuk bir ses tonuyla, "İşim var," dedim.

"Dışarıda tehlike bitmedi. Bugün evde kalman daha iyi olacak," derken adımlarını bana doğru attı.

"Sen kızlarınla evde kalabilirsin, ben kalmayacağım," dedim inadım ağır basarken.

"Benim kızım sensin." Sesinden hüzün damlıyordu. "Seni ziyaret etmediğim için bu kadar kızgınsın? Kuzenlerini neden kıskanmaya başladın ki? Sen böyle bir kız değildin!"

"Benim kim olduğumu bile bilmiyorsun. Nelerden hoşlandığımı... Neyi sevdiğimi... Alerjilerimi..."

"Alerjin yok, Marin."

"Var," dedim iyice tersine giderek. "Artık var, Mervan Ağa!"

Babamın yanına doğru bir adam geldiğinde babam bakışlarını ona doğru çevirip, "Ali seni gideceğin yere kadar bıraksın," dedi.

Elimi uzattığımda, "Anahtarı alayım Ali Bey," diye bıkkın bir ses tonuyla mırıldandım.

Ali elini cebine atmış lâkin anahtarı çıkartmakta kararsız kalmıştı. Bakışları babam ve ben arasında gidip gelirken babam kafasını iki yana salladı. Ali babamdan çekinir bir tavırla, "Hanımağam ben bıraksaydım sizi," dedi.

Babam tavrını büyük bir dirayetle korurken, "Marin, yanında birini istemiyorsan sen de bu evden çıkamazsın. Yok sana araba falan," dedi. Beni istediği gibi alıkoyamazdı. Madem tehlikeli bir durum vardı, bana anlatabilir, beraber çözüm sağlayabilirdik. Fakat o hep beni bunun dışında tutuyor, dik başlılık yapmama neden oluyordu.

"Anahtarı vermiyorsanız taksi çağıracağım," deyip telefonumu almak için çantama yöneldim.

"Ali taksi durağına söyle sakın Alakan konağına araç göndermesinler," demesi üzerine babama şaşkınlıkla baktım.

Sinir bütün hücrelerime dağılırken ense kökümde yoğun bir ağrı belirdi. Soluklarım sıklaşırken göğüs kafesimde hızla yükseldi. "Yolu benimle yürümüyorsun bari yoluma taş koymaktan vazgeç artık Mervan Ağa!" diyerek avluyu inletecek bir şekilde bağırdım. Acıyan boğazım daha çok acımış, sesimin kısılmasına neden olmuştu.

''Bak hasta olmuşsun zaten!'' dedi babam, sesindeki endişe kalbimi kırmaktan öteye gitmiyordu. ''Sabaha kadar öksürüp durdun, inadından gönderdiğim ilacı bile içmedin! İyice hasta olacaksın!''

Konağın güneş görmeyen kısmında çok geniş olmayan bir çitin içerisinde duran ata doğru hızlı adımlarla yöneldim. Beyaz ve kahverengi tüylerden oluşan at, beni korkutacak kadar iri cüsseliydi. Dişi bir attı. Ona doğru hızlı adımlarla yürürken babam, "Marin!" dedi. "İyiliğin için diyorum, yapma!"

Küçüklüğümden beri atlardan deli gibi korkuyordum ve sırf babamın istediği olması diye korkmama rağmen ata binmekten geri kalmayacaktım.

Atın bana hırçın davranması işime yaramazken açık olan çitin içerisinden ben bir şey yapmadan çıktı. Babam atın önünde dururken kayışlarından iyice tuttum. "Ne yapacaksın? Atın topuğuna mı sıkacaksın ben gitmeyeyim diye?" dedim, kızgınlıkla. Hem deli gibi korkuyor, hem de kızıyordum. "Ata binmeyi bana sen öğretmiştin! Hatırlatayım, en az senin kadar binmesini iyi biliyorum!"

Yalandı, ata binmeyi unutmuştum, sadece eyere oturmasını biliyordum.

Babam otoriter bir sesle, "Marin bana karşı çıkma!" dedi. At bir anda şahlandığında babamın onun önünde durması sinirlenmesine neden oldu.

Konağın kapısı açıldığında, kuru bir kalabalık içeriye girdi. İlk sırada Barzan Ağa'yı görürken kaşlarım havalandı. Peşinden birileri daha gelirken babamla kovalamaca oynamayı aniden bıraktık. Evin çalışanı adının Rojda olduğunu bildiğim kız koşarak geldi. "Mervam Ağa'm," dedi ince sesiyle. "Barzan Ağa ziyarete geldi. Karşılayalım mı?"

Babam başını olumlu bir ifadeyle salladı. "Sen odana çık Marin, sonra seni çağıracağız." Öylece durmamla lafını tekrarladı. "Gelin gideceğin aşiret seni görmeye gelmiş, şimdilik gözükmesen daha iyi."

Babamın lafını dinlediğimden değil, evleneceğim kişiye önceden bakıp sonradan yanına gitmek için içeriye doğru geçtim.

Odanın penceresine koşar adımlarla geçtiğimde, turuncu kerpiçler dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Evin mutfağından her şey gözüküyor ve duyuluyordu. Odadan dışarı çıkıp mutfağa geçtiğimde kendi aralarında konuşan çalışanlar beni görünce ayaklanmışlardı. ''Bir şey mi istemiştiniz, hanımağam?"

"Hani hanımağa demek yoktu Rojda?"

"Ağız alışkanlığı..." dedi mahcup bir tonda.

"Marin desen bile olur," dedim. Bakışlarımı mutfağın penceresine çevirdim. Sanki kendime musluktan su dolduruyormuş gibi dışarıya baktığımda herkesi çok net şekilde görebiliyordum. Üstelik sesler de geliyordu.

''Benim de kızım sende artık. Kızıma nasıl bakarsan kendini kızını öyle görürsün," dedi Barzan Ağa tehditkar bir ifadeyle. Daha geçen kızını öldürmek istiyordu, şimdi kızını mı koruyordu bu herif?

''Ayyy hanımağam. Bütün Mardin sizi konuşuyor, Barzan ağaya rest çekmişsiniz sahiden öyle mi?'' diye benimle beraber laf dinleyen kızlara baktım. İşaret parmağımı dudağıma koyduğumda susmalarını işaret ettim.

Kızlar kendi aralarında gülüştüğünde, iki ağanın çekişmeli konuşmasını benimle beraber dinliyorlardı. Rojda yanıma geldiğinde, ''Hanımağam, ağamı bir görseniz ilk bakışta aşık olursunuz. Mardinin bütün kızları peşinde, onunla evlenmek isteyen çok oldu. Herkese iyiliği dokunmuştur. Çok iyi bir insan, herkes yüzüne âşık ama kalbide bir o kadar yakışıklı.'' diyerek dakikalar boyunca hayran hayran ağasını anlatmıştı.

İki gündür adamı o kadar çok anlatmışlardı ki ağam ağam diye diye bir haller olmuştu herkese. Şanslı olduğumu söyleyip duruyorlardı, buranın en iyi adamı olduğunu, karıncayı bile incitmeyen bir kalbi olduğunu söyleyip durmuşlardı.

Adını bile bilmediğim, nasıl bir tipe sahip olduğu bilmediğim bir adamla evlenecektim.

Bakışlarımı kalabalık bir grubun oturduğu yere çevirdiğimde hangisinin evleneceğim adam olduğunu anlamaya çalıştım.

''Hangisi ağanız kızlar?'' derken dışarıda oturan kalabalığı işaret ettim. ''Merak ettim ağanızı.''

Kızlar heyecanla dışarıya bakarken gözleri adamların üzerinde gezdi. Yakışıklı olduğunu düşündüğüm birkaç adam vardı ama hangisi olduğunu bilmiyordum. İki tarafta nikahta birbirimizi görmemizi kararlaştırmıştı. O yüzden ne ben o tarafa gitmiş, ne de o bizim yanıma gelmişti.

''Ağam yok burada hanımım," dedi Rojda. ''Kızmayın hanımım ama iki gündür aşiret berdel kararı verince ağam çok sinirlenmiş bu duruma. Kabul etmiyormuş aslında, sevdiğim var deyip durmuş hükmü bozmak için çok uğramış ama el mahkum kabullenmiş.''

''Ağamın sevdiği mi varmış?'' dedi şaşkınlıkla ismini bilmediğim yardımcı kızlardan biri. ''O yüzden mi kimseyle evlenmiyormuş, ağama bak sen ne yere bakan yürek bakanmış."

''Haspam,'' dedim, aklıma Elfida gelirken o bunun çok kullandığı laftı. ''Sanki ben onun için ölüyorum.'' Mutfaktan dışarı çıktım. "Ben biricik yeni aileme bir hoş geldin diyeyim kızlar, size kolay gelsin."

Kızlar bu tavrıma şaşırsa da bir şey diyememişlerdi. Onların yanından ayrılıp kalabalığın oturduğu yere doğru ilerleyip herkese başımla selam verdim. Barzan Ağa'nın yanına doğru ilerleyip, "Hoş geldiniz," dedim. "Sizden önce hediyeleriniz geldi. Onları almaya gelmişsinizdir umarım."

Barzan Ağa genzinden gelen kalın sesiyle, "Doğrudur," dedi. "Sana layık değil ama hediyemizdir."

"Sizden böyle bir şey istediğimi hatırlamıyorum, Barzan Ağa. Tokasından tutun çantasına kadar, onu geçtim içerisinde gelinlik bile var," diye söylenirken kimse benim fikrimi sormayı düşünmüyordu sanırım. "Düğün yapmayı düşünmüyorsunuz herhalde?"

"Tam olarak öyle düşünüyorum yeni gelin," dedi Barzan Ağa. Sesinde yoğun bir keyif vardı. "Oğlum evleniyor. On kere evlenecek hâli yok. Anlı şanlı bir düğün yapacağız."

"Düğün istemiyorum," dedim, itiraz istemediğimi belli eden bir sesle. "Nikâh yeterli."

Birkaç kadın daha olduğumuz yere geldiğinde kim olduklarını bilmiyordum. İçlerinden bir tanesi gülümseyerek yanıma doğru geldi. Beklemediğim samimi bir tavırla, "Kızım," dedi. Bana bir anda sarıldığı için tepki verememiştim. "Demek yaşıyordun bunca zaman..."

Ona boş bir ifadeyle baktığım için, "Evleneceğin oğlanın annesiyim ben," dedi, kendini tanıtmak amacıyla. "Adım Behiçe. Aynı zamanda Berivan'ın da annesiyim."

Yanıma gelip oturduğunda gülümseye devam etti. "Aslında geçen hafta gelecektik ama başınız kalabalıktır diye ancak gelebildik," derken bana beni tanıyormuş gibi bakıyordu. Yüzüme ilgiyle baktı. "Maşallah, pek de güzelmişsin. Güzel olduğunu söylemişlerdi ama hiç bu kadar beklemiyordum. Küçükken de böyle gözlerin iri iriydi."

"Memnum oldum Behiçe Hanım," diyerek gülümsedim.

"Aldıklarımızdan beğenmediğin varsa hemen değiştiririz," dediğinde aklıma paketlerdeki gecelikler geldi. Bunun gerçek bir evlilik olmadığını bilmesini çok isterdim çünkü boş boşuna bu kadar masraf yapmışlardı.

"Zahmet etmeseydiniz, ben böyle şeyler istemedim sizden."

"Bu senin istemenle olan bir şey değil, aile arasında birbirine gönderilen hediyeler," dedi Behiçe Hanım.

"Kimse kimseye külçe külçe altın göndermez Behiçe Hanım, lütfen geri alın. İhtiyaç sahiplerine verilmesi daha doğru olur. Düşünceniz için teşekkür ederim."

"Hediye geri verilmez ki," dedi Behiçe Hanım. Sanki kötü bir şey yapmış hissine kapılmıştı.

"Hediyeyi hediye etmek sünnet derler," dediğimde gülümsememi bozmadım. "Ben de hediye ederim o zaman."

"Sen nasıl istersen gelin kızım, için nasıl rahat edecekse öyle olsun," demesi beni gerçekten çok rahatlatmıştı. En azından Barzan Ağa gibi değildi.

"Bu düğün nasıl olacak anlamadım ben," dedi kadınlardan bir diğeri. "Bu deli oğlan durmadan, benim gönlümde bir başkası var, asla evlenmem, sevdiğime ihanet edemem deyip ortalığı alev aldırıyor. Ne yapacaksınız, zorla mı evlendireceksiniz?"

Barzan Ağa huzursuzca kıpırdandı. "Siz karışmayınız bu işe." Yaşlı bakışları beni bulduğunda solgun dudaklarını araladı. "Gelin hanım, beni iyi dinle. Düğün olmazsa iki aile arasındaki düşmanlığın bittiğini duyup bilmezler. Düğün olursa herkese haber edilir." Tam konuşacağım sırada elini kaldırdı ve kendisi konuşmaya devam etti. "Karşı çıkmayasın," dedi. "Ülkenin dört bir yanından gelenler var, yurtdışına da haber gönderildi. İran, Kuzey Irak, Katar, hepsi bir barış için evlilik yapılacağını duydu."

Düğün gibi büyük bir şeyi kesinlikle istemiyordum. Bu gerçek bir evlilik olmayacağı için insanları beklentiye sokmaya gerek yoktu. "Biz en azından barışın olduğunu belli edecek şekilde aile arasında bir nikah yapalım," derken diretmeye kararlıydım. "Sonrasında herkese uygun bir vakitte anlı şanlı düğün yapılır. Yoksa çok aceleye gelecek. Siz yine herkese duyurun fakat davete gerek yok. Düğünde herkesi davet edersiniz. Düğünde bir iki ay sonra olur. Anca hazırlıklar tamamlanır," diye mırıldandığımda burada bana tek destek çıkacağını düşündüğüm kadına doğru döndüm. "Yanlış mıyım Behiçe Hanım?"

Behiçe Hanım kafasını olumlu anlamda salladığında, "Gelin kız pek akıllı," dedi. Gülümsedim. "Dediği doğru. Anca hazırlanır, sonuçta istediği gelinliğin dikilmesi bile haftalar sürer. Kuru kuruya öylesine bir düğün mü yapılacak? Koskoca aşiretiz..." derken bu kadınla iyi anlaşabileceğimi düşünüyordum. "Üstelik bir sürü takı yaptırılacak, anca siparişleri verilip yapılır."

"Takı merasimini siz şimdiden yapmışsınız zaten, tekrardan yapılmasına gerek yok," dedim. Bana verdiklerini geri almayacaklarına göre onların da çaresine bakmalıydım.

Barzan Ağa bu durumdan hiç hoşnut durmuyordu. Keyifsiz bir şekilde, "Eee isteme merasimi yapılmayacak mı?" diye sordu. "Ona bari karşı çıkmayasın!"

"Doğru o da vardı," dedi Behiçe Hanım. Babama doğru döndü. "Mervan Ağa ne zaman müsaitsiniz?" diye sorarken heyecanlı gözüküyordu. "Gelin kızımızı istemeye gelelim."

Babam konuşmak üzereyken onun yerine ben konuştum. "Teyzem beni size hayatta vermez."

"Ona ne oluyormuş?" dedi Barzan Ağa.

"Beni büyüten kendisi olduğu için ondan istemeniz daha doğru olacak..." dediğimde babam bana ne yaşattığının farkında olsun istiyordum. "Teyzem beni kimseye vermez. Eğer reddedilmek istemiyorsanız hiç isteme merasimine girmeyin. Biz burada şimdi konuşuyoruz zaten, babamın diyeceği bir şey varsa der," derken bana hayal kırıklığı içerisinde bakıyordu. Onu hem konuşturmamış olmama hem de baba yerine koymamış olmama bozulmuş gözüküyordu.

Behiçe Hanım ağzının içerisinde, "Ömrüm hayatım boyunca bu kadar hızlı ve masrafsız bir gelin görmedim," derken bana hayretler içerisinde bakıyordu.

Babam fazlasıyla bozulurken bakışlarını bana çevirmeden, "Bizim Barzan Ağa ile konuşacaklarımız var," dedi. Her ne konuşacaksa ben olmadan konuşmak istiyordu.

"Hadi hanımlar biz mutfağa geçip şu tatlıları hazırlayalım da tatlı konuşalım," dedi Behiçe Hanım. Herkes ayaklandığında farklı yaşlarda olan beş kadın hareketlendi. Yalnızca bir kadın Barzan Ağa'nın yanında kalmıştı.

Babam ve Barzan Ağa'nın ne konuşacağını merak ettiğim için çok fazla uzaklaşmadan durdum. Onların beni görmeyeceği bir yere geçtiğimde karşıma onlu yaşlarına daha varmamış bir çocuk çıktı. Yerde oyuncak arabasıyla oyun oynuyordu. Onun yanına geçip dururken bakışlarımı karşılıklı oturan adamlara çevirdim. Küçük esmer çocuğa doğru, "Adın ne senin?" diye sordum.

Omuz silkti. "Söylemem."

"Ben adım Marin," dedim, ona güven vermek amacıyla. "Marin Alakan."

Koyu bakışlarını bana kaldırdığında, "Yeni gelinimiz sen misin?" diye konuşurken şaşırmışa benziyordu.

"Evet," dedim, sonra hemen tekrar konuştum. "Fakat bu gidişle gelininiz olamayacağım. Benimle evlenecek kişi beni istemiyor."

Küçük çocuk gülümsediğinde inci dişleri parladı. "Seni görmediği için istemiyor," dedi, kirpiklerini kırpıştırırken. "Seni görse hemen ister."

Babamların sesi gelmediği için birkaç adım daha atıp onları duyabileceğim yere doğru ilerledim. Arkamdan küçük çocukta benimle birlikte arabasını sürerek geldi. Yerinde zıplayıp neye baktığıma bakmaya çalıştı. "Onları dinliyon?"

"Şşş, sessiz ol."

Barzan Ağa elindeki tesbihi teker teker çekerken bakışlarımı babama doğru kaldırıp, "Kızın senin aksine pek cesaretli Mervan Ağa," dedi. "Yıllar önce senin yapamadığını geldiği an, tak diye yaptı."

Babam sesinde hissettiğim gururla, "Kızım aynı annesi gibi," dedi. "Deniz nasılsa, Marin de aynı öyle. İkisinin de gözü kara. Dediğim dedik, tuttuğunu koparan." Barzan Ağa kafasını onaylamak adına salladı. ''Kızıma düşkünlüğümü kelimelere sığdıramam Barzan Ağa. Saçının teline zararı geçtim, tek bir ters laf söyleyecek olursanız hepinizi konağınıza gömerim bunu da bilesiniz. Gözyaşına kuru Mardin'i, lafıyla dünyayı yakarım.''

''Kızın emin ellerde, Mervan ağa. Senin aksine kızın oldukça cesaretli, gelinim diye demiyorum daha iyisini bulamazdım. Hanımağa olacak kadındır, bana rest çekişinden belli. Annesi gibi adını tarihe yazdıracak," dedi Barzan Ağa. Annemin bu kuru şehirde birçok şey yaptığını biliyordum. Küçükken de hatırladığım olaylar vardı.

Küçük çocukta benim gibi onları dinlerken, "Sen gerçekten Barzan Ağa'ya rest çekmişsin öyle?" dedi.

"Öyle," dedim. "Benimle evlenecek ağa geldi mi hiç buraya?"

Küçük çocuk, "Yok," dedi. "Oraya gelirsem hepinize konağı dar ederim, dedi. Özellikle de o evliliği ortaya atan kadına dar ederim, dedi. Çok kızgın. Hepimizi pişman edecekmiş, yemin etti."

Kendisinden korkacağımı sanıyorsa yanılıyordu. "Hiçbir şey yapamaz."

"Evet," dedi, kafasını sallarken. "Barzan dedem de öyle dedi. Kiminle evlendiğinden haberin yok galiba, kim kime dar ediyormuş görürsün, dedi." Barzan Ağa'nın bana bu denli güvenmesine karşılık gülümsedim. Küçük çocuk saçlarıma dokunduğunda, "Ben seni sevdim, biliyon?" dedi. Diline doğu ağzı çok yakışıyordu. Soru eki kullanmadan konuşuyordu.

"Çok tatlı bir şeysin," dedim, onun beni sevmesine karşılık. "Adın ne peki?"

"Adım İsot."

"İsot mu?"

Aceleyle, "Offf şey," dedi. "İsmet. Adım İsmet." Dudaklarını büzdüğünde kollarını göğsünde birleştirdi. "Konaktakiler bana İsot diyor. Çok acılı bir çocukmuşum ondan ama hiç de bile acılı bir çocuk değilim. Annem bal çocuğum diyor. Abimler hep dalga geçiyor."

"Neden çok acı bir çocukmuşsun?" diye sordum. Yüz ifadesi düşmesine karşılık onu ilgiyle dinlemeye başladım.

"Benim babam çok uzaklarda, bir cezaevinde kalıyor. Onu çok özlediğim için sürekli ağlıyorum. O yüzden herkes bana acılı çocuk diyor," dedi. Elinin tersiyle gözünü sildi. "Acılıymışım. Acı çocuk. İsot."

Söylediklerine gülsem mi ağlasam mı bilemedim. "Sen babamı tanıyon?"

Kafamı iki yana salladım. Tam konuşacağı sırada İsmet'e sus işareti yaptığımda babamın konuşmasına dikkat kesildim. ''Bazı şartlarım olacak Barzan Ağa," dedi. "Kızıma benim konağımdan bir çalışan eşlik edecek. Eli sıcak sudan soğuk suya sokulmayacak, ben onu size hizmetçi olması için büyütmedim. El bebek gül bebek bakacaksınız. Ne laf, söz edeceksiniz, ne de ettireceksiniz. İşine gücüne karışılmasını sevmez, her şeyden önce benim kızım olduğunu unutmayın.''

''Konağımda herkes yerini biliyor Mervan Ağa, bir sürü çalışan var, herkes ne edeceğini bilir," dedi Barzan Ağa. "Ben her şeyden önce yaralı bir evladı konağıma hanımağa olarak aldığımın farkındayım. Benim oğlan delidir doludur fakat günün sonunda çok yaralıdır. Birbirlerinin yaralarına merhem olurlar, inşAllah.''

"Umarım öyle olur Barzan Ağa, umarım," dedi babam. "Daha çok yara açmayın yeter. Kızım sandığımdan daha yaralı, daha boynu bükük. Bu evlilik sadece Mardin'e değil, ikisine de iyi gelecek."

Barzan Ağa gür sesiyle, ''Hani nerede benim güzel gelinim? Elinden bir kahve de mi içmeyeceğiz?'' diye seslendiğinde beni çağırdığını belli ediyordu.

"Gidiyon?"

"Gideyim ben kahve yapacağım."

Onun saçlarını karıştırdıktan sonra hızlı adımlarla mutfağa doğru gittim. İki bardak kahve yapıp önlerine koyabileceğimi düşünüyordum. Alışkın olmadığım merdivenleri bitirip mutfaktan içeriye girmek üzereyken duyduğum sesler duraksamama neden oldu.

İşittiğim ince bir ses, "Onunla evlenmesine asla izin vermem!" dedi. "Onu benim sevdiğimi hepsi biliyorken nasıl böyle bir şey isterler anlamıyorum. Biz evlenecektik!"

"Sus kız," dedi yukarıda gördüğüm kadın. "Bir duyan olacak bak. Bizi konakta barındırmazlar!"

"Umurumda değil! Marin denen kız onunla evlenemez!"

Biz evlenecektik. O an geri adım attığımda beynimin içerisinde şimşekler ardı ardına çaktı. Evleneceğim adamın gönlüm dolu, benim sevdiğim var, başkasıyla evlenmem, sevdiğime ihanet edemem deyip durması bu sesini duyduğum kadından dolayı mıydı? İkisi de birbirini seviyordu ve benim bencilliğimden dolayı evlenemiyorlardı.

Kahve bekledikleri için çok fazla oyalanmadan kapının kenarına tıklayıp varlığımı belli ettim. "Gelebilir miyim?" diye sorarken yüzümdeki ifadeyi yok etmeye çalıştım.

İçerisi çok kalabalık değildi. İki tane orta yaşlarda kadın, iki tane de benim yaşlarımda kızlar vardı. Bir de tanıdığım konak çalışanlarımız vardı. "Gel tabii," dedi içlerinden birisi. Benim varlığımla birlikte hepsi susmuş, yüz ifadeleri değişmişti. "Bir şey mi istedin gelin hanım?"

"Kahve istiyorlar..." diye mırıldandım.

"Biz de tam getirdiğimiz tatlıları hazırlamıştık, el açması hepsi."

Mutfakta bakışlarımı gezdirdikten sonra duvarda asılı olan bakır kaplı cezveye doğru adımladım. Cezveyi elime aldıktan sonra ikisine karşı gülümsedim. "Ben Marin Alakan, daha önce tanışmadık."

"Bejna Karahan," dedi, uzun boylu olan esmer kadın. Simsiyah kalem çekili gözleri katran karası rengindeydi. Aynı tonda sahip olduğu saçlarıyla oldukça dikkat çekici duruyordu. Mutfaktan içeriye girmeden önce duyduğum ses sanırım bu kadına aitti. Kısık sesle konuştukları için çok fazla seçememiştim lâkin verdiği enerjiden hiç iyi şeyler almıyordum.

"Tam olarak kimsin Bejna?" diye sordum gülümsememi bozmadan.

"Konağın öz kızı sayılırım. Barzan Ağa babam gibidir, burada büyüdüm," dedi büyük bir mutlulukla Bejna. "Doktor Hanım derler bana. Çoğu zaman konakta olmasam da arada uzun süreli konaklamaya gelirim. Düğün olacağını duyunca da geldim."

"Memnun oldum," dedim, aynı onun gibi yalancı bir samimiyetle. "Nerede çalışıyorsun Doktor Hanım?"

"Ankara'da yaşıyorum, orada bir devlet hastanesinde," derken çok konuşma canlısı birisine benzemiyordu. Diğer yanındaki kız ise benim varlığımdan rahatsız olmuşa benziyordu. Kızın sevdiği adamla evlendiğim için davranışlarını normal buluyordum. Biri benim sevdiğim adamla evlenecek olsa bu kadar sakin kalmazdım.

"Ne güzel," diye mırıldanırken kahve fincanı aramaya başladım.

"Sen şimdi kahve yapmasını bilmezsin," dedi Bejna. Elimden cezveyi almak için hamlede bulunduğunda ondan uzaklaştırdım. "Ben hemen yapıp götürürüm. Barzan Ağa beklemeyi sevmez, kahvesini de bol köpüklü ve orta şekerli ister."

Sakin bir tonda, "Söylediğin iyi oldu Bejna," dedim. "Ben o zaman bol köpüklü ve orta şekerli kahve yapayım. İki kişilik yapacağım zaten, çok beklemezler."

Kendi başıma fincanları aramak için büyük bir çabaya girdiğimde mutfaktaki diğer kadın benim yerime bulup tezgâhın üstüne bıraktı. İçeriye birisi girdiğinde cezveyi taşırmamak için kim olduğuna bakamadım. "Kızım," diye seslenmesiyle bu kişinin Behiçe Hanım olduğunu çok geçmeden sesinden anladım. "Ne yapıyorsun burada?"

"Barzan Ağa kahve istedi Behiçe yenge, bizim gelin de kahve yapıyor," dedi Bejna.

Mutfaktan çıkıp yukarıya götürmek üzereyken, ''Dur güzel kızım,'' dedi Behiçe Hanım. Açık saçlarının üzerine örttüğü siyah şalı çıkarttığında benim saçlarımın üzerine gelişi güzel bıraktı. Ona kaşlarımı çatarak baktığımda, ''Etrafta insan çok, nazar değmesinler güzelliğine," diye konuştuğunda ona karşı çıkmadım. Kötü bir amaçla yapmadığını düşündüğüm için başıma takmış olduğu şalla birlikte yukarıya çıktım.

Elim ayağım titreyerek geniş alana geldiğimde babam ve Barzan Ağa'nın oturduğu sedir koltuğa ilerledim. Tepsi tir tir titrerken kahveleri dökmemek için baya çabalıyordum. Servisten sonra gitmek üzereyken bana seslenmesiyle durdum.

''Geç otur hele, gelin hanım,'' dedi Barzan Ağa. Babamın yanına geçip oturmamla birlikte konuşmaya devam etti. ''Yaptığın gerçekten büyük cesaret. Hele senin gibi burada büyümemiş bir kız için azımsanacak şey değil. Böyle cesaretli bir gelin aldığım için gururluyum. Kaç canı kurtardığının farkında olmadığın çok belli. Herkesten önce ilk bana gelesin. Sen bize Mervan Ağa'nın ve Deniz Hanımağa'nın emanetisin. Emanetimize çok iyi bakacağız.''

Konuşmasını bitirdiğinde ondan yana bir şikayetim olmayacağı içime doğarken yanılmak istemiyordum. ''Sağ ol Barzan Ağa, bu kararımın beni pişman etmeyeceğini umuyorum.''

Odamın kapısı tıklatıldığında kendimi toparladım. Açılan kapıdan içeriye babam girerken, "Marin," diye seslendi. "Hâlâ geç değil."

Oturduğum koltukta başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. "O kadar çok geç kaldım ki," dedim, fısıldayarak. "Bir saniye bile daha geç kalmak istemiyorum." Sizinle, burada yaşamaya çok geç kalmıştım baba.

"Neye Marin, neye?" diye sabırsız bir vurguyla sordu. "Evlenmeye mi?"

Yorgun düşen göz kapaklarımı tekrar araladığımda bakışlarımı odanın gökyüzünü gören penceresine doğru çevirdim. "Sence bizi izliyor mudur?"

"Kim?" dedi babam.

"Annem," diye mırıldandım. "Deniz'in..."

Yüzündeki ifade solarken bakışları yavaşça donuklaştı. Zorlukla yutkunduğunda kısık bir sesle, "Umarım izlemiyordur," dedi. "İzlerse çok üzülür çünkü."

"Kötü bir şey yapmıyorum ki neden üzülsün?"

Babam tam önümde durduğunda, "Biliyorum," dedi. Bana hüzünlü gözlerle bakıyordu. Acı çekerek bakıyordu. "Biliyorum, kötü bir şey yapan sen değilsin. O kişi hiç sen olmadın, Marin."

Onun karşısından ayrılıp yatağa doğru ilerlediğim sırada bileğimden tuttu. Kolumdaki eline bakışlarım düşerken, elini kendi cebine atmış bir şey çıkarmıştı. Avucunun arasında gördüğüm takı ay gibi parlıyordu. "Bir şey takmanı istemiyorum," dedim.

"İzin ver babana," dedi, istekli bir halde. "Bu annenin kolyesiydi."

Ondan iyice uzaklaştığımda kendimi yatağın üstüne bıraktım. "Hayır, takma sakın," derken elimle yüzümü kapatıp sertçe sıvazladım. "Annemin ölmeden önce bana emanet ettiği kolyeyi geçtiğimiz yıllarda kaybetmiştim. Hâlâ içim yanıyor o kolye yüzünden. Hiçbir şekilde bulamadım." Bakışlarımı kolyeye çevirdim. "Bunu da kaybetmek istemiyorum. Sende kalsın."

"Onu sen istemeden kaybettin. Buna gözün gibi bakacağına eminim Marin," derken beni rahatlatmaya çalışıyordu. Ona karşı çıkmayıp kolyeyi takmasına izin verdikten sonra saçlarımın üstüne dudaklarını sertçe bastırdı. "Ne olursa olsun sakın çıkarma tamam mı?"

"Çıkarmam..."

"Yarın nikâhta boynunda takılı olsun, annenin varlığını hissedeceğine eminim."

Ruhuma asılı kalan acının varlığıyla, "Peki babamın varlığı?" diye sordum. "Onu da hissedecek miyim?"

"Hissedeceksin," dedi tek kelimeyle. Elini tekrar cebine attığında bir anahtarlık çıkardı. "Burada son gecen olsa da, ne olursa olsun bu kapının sana hep açık olduğunu sakın unutma, Marin. Herkesten önce bana gel, hiçbir şeyi benden gizleme. Sana ters bakarlarsa bile gelip bana söyle, andım olsun bir dakika bile seni o konakta durdurmam gider alır gelirim."

Ayırdığı anahtarları bana doğru uzatıp avucumun arasına koymaya başladı. "Konağın anahtarı," dedi. "Çiftliğin anahtarı," derken son bir anahtar daha bıraktı. "Garajda bir araba var, sedan. Bu da onun anahtarı. Başın sıkıştığında, canın sıkıldığında, bir şey olduğunda ilk aklına gelen bunlar olsun."

Avucumu sıkı sıkıya kapattı. "Burada da bir miktar para var," dediğinde içi dolu bir cüzdan verdi. "Kimseye muhtaç olma."

Bu konakta uzun yıllar sonra ilk kez kalıyor olmam bana bir sürü acı bahşederken dün gece sabaha kadar uyuyamamıştım. Bu geceyi en azından rahatça uyuyabilmek adına, babamdan beni dizlerine yatırıp uyutmasını isteyecektim. En azından son kez, burada geçireceğim son gece için bunu yapabilirdi.

Cesaretimi toparlayıp kaçık bir mırıltıyla, "Mervan Ağa," dedim.

Babam tam konuşacağı sırada avlunun kapısı gürültüyle açıldı ve araba sesleri gelmeye başladı. Odamın içerisinde oluşturduğum loş ortama araba farlarının rahatsız edici beyaz ışığı sızarken oda neredeyse aydınlanmıştı. Babam olan bitene bakmak için uzanıp pencereden kısa bakış attı. "Halanlar çiftlikten geldi," dediğinde geriye doğru çekildi. "Ne diyecektin?"

Olan cesaretimin hepsi bir kuş olup kanatlanırken bakışlarımı ondan kaçırdım. "Çıkarken ışığı kapatır mısın diyecektim, sabah erken kalkacağım."

"Tamam," dedi, yavaş adımlarla kapıya doğru ilerlerken. "Allah rahatlık versin. Pencereni açma sakın, iyice hasta olma. Sesin kısılmış zaten, sabaha hiç sesin çıkmaz."

Onun odadan çıkmasıyla kendimi yatağın içerisine gözyaşlarımla beraber attım. Neyi yanlış yapıyordum, anlamıyordum. Acı, beni neden hiç terk etmiyordu, anlamıyordum. Babam canımın acıdığını bile bile bunu niye yapıyordu, anlamıyordum. Hiçbir şeyi anlamıyordum ve bu beni içten içe kahrediyordu. Akan gözyaşlarım yatağı ıslatırken en sonda uykunun kollarının arasına kendimi bıraktım.

"Deniz'imin kızı," diyen sesi işitmeme rağmen göz kapaklarımın üstüne binen ağırlıktan dolayı gözlerimi aralayamamıştım. Başımın üzerinde sıcak eller hissederken burnuma dolan keskin koku babama aitti.

"Güzel kızım benim. Çok mu üzdüm seni? Çok mu yabana attım seni? Çok mu ateşlerde yandın?" İçimdeki bütün acıyı söküp almak istercesine konuştu. "Yüzüne baka baka yalan söyleyemediğim içindi..." Bana ne yalan söylediğini sormak istemiş ama soramamıştım. Duyduklarım gerçek miydi yoksa sadece uykumda gördüğüm bir rüya mıydı, anlayamıyordum. "Beni hiç affetme," dedi babam. "Çünkü ben kendimi affetmiyorum."

Bölüm sonu.

Okuma listelerinizden kitabı kaldırdığım için silinmişti, tekrar eklemeyi unutmayınız!
Spofityda şarkılarımızı dinleyerek okuyunuz💙

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti lĂ­bit

491 246 10
"Emin misin güzelim? Bunu yapmak istiyor musun?" "Ya şimdi ya hiç Mehmet, ya şimdi ya hiç..." •••••••••• Şiddet ve argo içerir. Yetişkin içeriktir. G...
2.4M 125K 75
Az önce Eylül'ün tuttuğu boşta kalan elini yeşil kalın askeri kemerinin üzerine koyup lafa girdi. " Gel ben sana espriyi göstereyim."dedi. Elini ke...
4.1K 713 30
Akşam eve geldiniz, yerde canlı mı? Cansız mı ? bilmediğiniz bir adam yatıyor ne yapardınız? Ya iş göründüğünden farklı olsaydı.O sizin canını...
802K 45.3K 37
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...