64.BÖLÜM: "GEÇMİŞİN ÇÖPLERİ"

22.3K 1.1K 445
                                    

Bölüm şarkıları:

The Cranberries - Zombie

Britt Nicole - When She Cries


64.BÖLÜM: "GEÇMİŞİN ÇÖPLERİ"

Yalnızlık.

Yapayalnızlık.

Göğün bir ucunda sarsak adımlarımı takip eden Ay, cılız ışığını gövdeme gönderirken yalnızlığımı kutluyordu. Yanımdan geçen tanımadık yüzler, ağlamaktan kıpkırmızı olan gözlerimi görmesinler diye başım eğik yürüyordum, bu karanlıkta bile olacak şekilde olduklarını biliyordum. Bedenim gerçek bir yangından çıkmışcasına yanıyordu, havanın soğuk olduğunu etraftaki insanların dile getirmelerinden anlıyordum. İçimde öyle bir sessizlik vardı ki, etraftaki insanların fısıldaşmalarını bile duyabiliyordum.

Bozguna uğramış bir benlikle yavaş adımlarla yürürken boğazımda hissettiğim azap dolu yumruları sürekli eritmek için mücadeleye giriyordum, eritmezsem sokağın ortasına yıyılıp deli gibi ağlayacağımı biliyordum. Öyle zor bir tutuştu ki bu, dişlerimi sıkmaktan çenemi hissetmiyordum.

Hissettiklerimin azlığı beni ürkütüyordu, beni mahvediyordu.

Kalbimin ortasına çarpmış şimşek, beni yine zavallı birine dönüştürmüştü, pamuk prenses nasıl on ikiyi geçtikten sonra külkedisi olduysa ben de belli bir zaman sonra aynı kişiye dönmüştüm. Altı yıl önceki hissettiklerim, tedirginliğim ne ise aynısının hala benimle olduğunu fark etmiştim. Çünkü ben, şimdi olduğu gibi hep kaçmışım ve hala olmam gereken yerde değilim.

Büyük Tökez caddesinden çıkarak dar sokaklarına karışırken kulaklarıma hep farklı sesler, burnuma hep değişik kokular geliyordu. Bir kahveci kepeğini kapatırken bir bar daha yeni dolmaya başlamıştı, içeriye girmek isteyenler bir kuyruk oluşturmuşken yolun dar olmasından dolayı biraz tartaklandım, bir kaç adım geriye bir kaç adım ileriye attığımda kalabalıktan irkildim ve biraz daha hızlı olarak bu sokağı bitirmeye çalıştım.

Kalbimden çıkan ritimler öyle anlamsız öyle sahte gelmeye başlamıştı ki, buna ben bile anlam verememiştim. Gözlerim her dokunduğu yerde anlamsızdı, insanların hangi amaçla ne yaptıklarını anlam veremiyordum. Bulunduğum sokakta var mıydım, gerçekten ben mi yürüyordum, olmak ve yürümek istiyor muydum bilmiyordum. Bildiğim tek şey, öğrenilmiş çaresizlik hissettiğimdi.

Sokağı bitirirken kafelerin renkli ışıkları arasından sahili gördüm, laciverte çalan deniz köpürerek taşlara çarparken soğuk, yüzüme daha sert çarpmaya başladı. Uzun paltom rüzgardan dolayı kollarıma kadar sıyrılınca çareyi düğmelerini düğümlemekte buldum, tekrar ellerimi ceplerimi saklarken elimin altındaki kimliği sıktım. Galiba, ben hapisten çıktığım zamana kendimce geri dönmüştüm, üstüme giydiğim kıyafetler bile o gece giydiğim kıyafetlerdi. Bana verdiği telefonu elbette o evde bırakmıştım, evden çıkana kadar Behiç sürekli aramış fakat açmamıştım. Benim için söylemesi gereken şeyi zaten söylemişti, bundan sonra onun evinde kalmak büyük bir saçmalık olurdu.

Sahile yorgun adımlarla geldiğimde havanın soğuk olmasına rağmen çimlerde toplanmış bir sürü insan vardı, neredeyse hepsi ısınmak için bir ateş yakmışlardı. Kaldırımlardan geçerken kimsenin bulunmadığı tarafa yöneldim ve denizin öfkesi kayalıklara çarparken bir kayalığa yavaşça devrildim. Denizin karmaşık bir tat veren kokusu burnumun ucunu dokunurken çaresizliğimin çaresizliğini düşünmeye başladım.

Kafamı hafifçe enseme doğru indirip nemli kirpiklerimin sakladığı kızıllaşan gözlerimi göğe çevirdiğimde havanın bir avucun içinden fırlatılan bozuk paralar gibi dağıldığını gördüm, parçalanmış gibiydi. Bir tarafına baktığımda hava sıcaktı, diğer tarafına baktığımda hava soğuktu. Lakin ben hangisinin doğru olduğuna karar veremedim, örneğin paltomu çıkarsam üşür müydüm bilmiyordum, üstümde palto var diye mi üşümüyordum yoksa hislerimi hissetmediğim gibi soğukluğu da mı hissetmiyordum? Yoksa hava soğuk değil miydi?

HÜKÜMDARWhere stories live. Discover now