58.BÖLÜM: "ÖLÜM ŞURUBU"

23.9K 977 203
                                    


Evanescence - Lithium

Twenty One Pilots - Goner


58. BÖLÜM: "ÖLÜM ŞURUBU"

Cehennem ateşi, yeryüzündeki ateşin yetmiş katına eşitti. Cehennem ateşi, bin yıl yakıldığında kıpkırmızı olmuştu, sonra bin yıl daha yakıldığında beyazlaşmıştı ve en sonunda bin yıl daha yakıldı ve siyah oldu. Şimdi, cehennem ateşi, katran gibi siyah ve gece gibi karanlıktı.

O katranlı ateş, bir şarap gibi yıllanmıştı ama bir şarap gibi güzel değildi.

Öfkeliydi; insanlığa, kötülüğe, yalana, ihanete... Kirli olan her şeye.

Cehennemde içmek istediğimiz o berrak su, boğazları eritecek kadar kızgındı, cehennemde yemek ise kuru bir dikendi. Ne doymak vardı ne açlığı gidermek. Orası şeytanın yuvasıydı fakat şeytan, bizi ağırlamak istiyordu. Misafirperverliğinden değildi, çığlıklarımız, onun yeryüzündeki dansının en eşsiz müziğiydi.

Cehennem bekçileri, tuttukları o kapıları ardına kadar açmışken, siyah ateşin elleri bana dokunurken, cehennem vücudunu bana sürterken dilden dile dolanan o cehennem azabı, bana gelen adamın gözlerinde yuvalandı. Bir güvercinin, kırgın ağacın boynu bükük dalları arasına binbir zahmetle yaptığı yuva gibiydi, çok derindi ve ihtiyaç duyulasıydı.

Bulut, dizlerini taşlara çarptırarak önüme çömeldiğinde titreyen parmaklarıma mühürlenmiş ıslak kana baktı, yüzündeki endişeli ifade beni öyle sarsmıştı ki, omzumda kalan kurşunun bıraktığı derinlikten daha fazlasını ona bakarken hissetmiştim. Yaşlı gözlerle ve yüzümde biriken acıyla ona bakarken hayatımda hiç bu kadar üşüdüğümü hissetmemiştim. Soğukluk yavaşça beni ele geçiyordu.

Kürşad'ın arkamızda kalan ormanlık alana kaçtığını çalılık sesinden anlarken Memo'nun silahına davrandığını üst üste iki kere ateş açılmasından anlamıştım. Memo, arkasından silahsız kalan Kürşad'ı vurmaya çalışırken sesler oldukça bulanıktı ve algılarım yediğim o kurşunla ezilmişti.

"Bırak onu Memo!" Bulut'un gözleri bir an Memo'ya kayarken gözlerim dönmeye başlamıştı, çok keskin bir acıydı ve bekledikçe daha çok derinleşiyordu. "Behiç'i ara hemen, bize araba getirsin. Çabuk!"

Memo'nun onun arkasından koştuğunu o an görmüştüm, adımları ve silahı dururken cebindeki telefona hızla yöneldi. Aceleyle telefonun tuşlarına basıp kulağına götürürken kanın o kasvetli kokusu ciğerlerimi sızlatıyordu, ne gördüğümü ne duyduğumu anlayabiliyordum. Dizlerim irili ufakları taşların üstünde berelenirken endişeli ama yine de soğukkanlı olmayı beceren adama baktım.

"İyiyim," dedim, acıyla kasılırken. Bedenim sanki ağır çekime alınmış gibiydi, bir fotoğraf karesinde alınmış acım, içimi çok yavaş oyuyordu. Yakın mesafeden giren, beklenmedik gelen bu kurşun, geçmişi kapattığım çamurda yaralanmıştı, belki de bu kadar acımasının sebebi buydu.

"Elbette iyisin," dedi, büyük elleriyle yüzümü avuçlarken. İhtiyaçla ona sokulurken kapanmaya hevesli ıslak kirpiklerimi kaşlarıma doğru dayamaya gayret ettim. "Kıytırık bir kurşunla ölmeye kalkarsan seni ben öldürürüm."

Sıcak avuçları acımı emerken dudaklarım yukarıya doğru istemsizce büküldü, kaslarım zorlukla çalışıyordu. "Ölüyü bir kez daha öldüremezsin," diye fısıldadım, yorgun bir sesle.

Gözlerime baktı, siyah irislerindeki aynadan kendimi gördüm. "Ben onu da yaparım," dedi, kendinden emin bir sesle. Göğün yıldızları tüm çıplaklığıyla bizi izlerken acı, ruhumda bir soygun yapıyordu, avuçlarıma yamalı diktiğim şefkati, saçlarıma taktığım yıpranmış umudu, geçmişin paçavralarıyla ördüğüm yalanı, boynuma soğuktan değil de, vicdandan korumak için doladığım acımasızlığı istiyordu. İyi kötü ne varsa istiyordu.

HÜKÜMDARWhere stories live. Discover now