PROLOG

18.6K 640 29
                                    


Bir kalemin sayfaya döktüğü mürekkep gibi benliğime dökülen öfkenin yağmurlu sularında boğulmaya devam ediyordum. Ruhumun parantez içlerinde beslenen karanlığın beni hüküm altına izin verirken öfkenin kör noktasında çığlık çığlığaydım.

Şimdilerde, elime kimin tutuşturduğunu bildiğim siyah bir perdenin arkasından insanları izlemeye devam ediyordum. Kulaklarıma derin bir uğultu bırakıp zihnimde bulunan curcunanın uçlarından tutup sallatan seslerin geldiği yöne ifadesizce bakmaya başladım. On altı kişilik sınıftan yükselen dolaylı sesler, ara sıra yüzümü buruşturmamı sağlamıyor desem yalan olurdu.

Sınıfa girmeden önce ağzıma tıkıştırdığım ilacın, başımda biriken ağrıyı yutmasını sabırla beklerken yine sınıfa çıkmadan önce kantine inip aldığım şekersiz kahvenin tadını çıkarmaya çalışıyordum. Sessizliğin bazen çok nankör olduğunu düşündüğüm zaman diliminde cam kenarında en sırada oturmuş bizim sınıftaki tanıdık simaları izliyordum.

Avuçlarımı doldurduğum plastik bardaktan bana yansıyan sıcaklık, avuç içlerimi ısıtırken dışarı bakmaktan çekiniyordum. Servisten inip okula koşar adımlarla girmemi sağlayan bir soğukluk vardı. Bu şehir her zaman böyle kasvetliydi ama bugün daha farklı gibiydi. Kasım ayında olmamızın bunda çok büyük bir etkisi de olabilirdi, burada sonbahar, kışa özenirdi. Sınıfın içi, sıcaktı ama ben hem üşengeçlikten hem de hafif titrememden dolayı yeşil montumu çıkarmamıştım.

Okul eteğimin mini olmasından dolayı kendime kızarak bacaklarımı birbirine sürtüyordum, bu okulda kimsenin eteğinin uzun olmayacağını tahmin ettiğimden bende eteğimin boyunu kararlı bir şekilde kısaltmıştım. Kahvemden bir yudum alırken soğuduğunu hissedebilmiştim ve bunu sinirimi bozmuştu. Hiçbir zaman kahveyi soğuk içemezdim, dilimi yakacak kıvamda olması gerekiyordu.

Sütsüz ve şekersiz kahve boğazımın kuytu yerlerinden çizik atarak mideme girerken sıkıntıyla yanağımı dişledim. Her zaman suratsız olduğumu bilen sınıf arkadaşlarım, bana ters ters bakmaktan kaçınmazken bende onlara ters ters bakmaktan kendimi alamadım. Sabahın köründe bu kadar konuşacak ne buluyorlardı anlamıyordum. Kızlar, yaptıkları gruplar içinde dedikodu yapma peşindeyken sınıfın ergenliklerini had safhada yaşayan erkekleri de öğretmen masasında birbirlerinin üstüne çıkıyorlardı.

Fark ediyordum da, bu sınıfın hatta bence bu okulun en iyi öğrencisi Çimen'le bendik.

Erkeklerden çıkan savaş seslerine karşı gözlerimi devirerek camdan bakmaya başladığımda kahvemde de hızlı hızlı yudumlar almaya başlamıştım. Dün akşam zihnimin çıkmaz sokağında sahnelenirken kahvede içesim gelmemişti. Babamla yine derin bir kavganın boş rolünü oynamıştık, sudan sebepler ikimizin de inatçılığından dolayı öyle büyüyordu ki, annem bazen ağızı açık bizi izliyordu.

İkimizde de bulunan öfke problemlerini birbirimize sıçratarak daha da çekilmez hale sokuyorduk. Babamın elinde olmazsa olmazımın dediği kaliteli bir şarap, öfkemi daha da yerinden oynatıyordu. Babam şiddette meyilli bir adam değildi ama kullandığı kelimeler, ezici bakışları beni kırmaya yetiyordu. Öyle şeyler söylüyordu ki, susup incinmekten başka çarem kalmıyordu.

Erkeklerin bir anda susmasıyla bakışlarımı onlara çevirdiğimde onlar da kapıya bakıyorlardı. Bakışlarım, sınıfın kapısına çevrildiğinde moralim bozuk olsa da gülmemek için kendimi zor tuttum. Çimen, saçlarını savura savura sınıfa girerken topu topuna altı kişiden oluşan erkek grubumuz ağızlarının suyunu akıta akıta ona bakıyorlardı. Altısı da abayı yakmışlardı ama Çimen üst sınıflarla çıkıyordu. Bu da benim prensimim, deyip duruyordu.

HÜKÜMDARWhere stories live. Discover now