24.BÖLÜM: "AĞLAYAN GÖZYAŞI"

23.4K 1.1K 121
                                    

Ve yalnızlık. Sigara külü kadar yalnızlık. - Sezai Karakoç.

~

Tüm çareler, çaresizlik girdabında eriyip giderken, çaresizliğin koynunda saklanan korku, durmaksızın giden arabada hissedebildiğim tek şeydi. Korku, insanın derisinin altına inen bir dövmeydi. Beyninden silmeye çalışsan da, izler her zaman kendini hatırlatırdı. Ölüm korkusu değildi bu. Her soluğumda boğazımın derinliklerinde hissettiğim bu korku, hafızamda kamçılanan anıların korkusuydu.

Boynumda damgalanan ölümü haberi veren izler eşliğinde sert soluklarını duyduğum adama baktım. On beş dakika önce yaşananlar olmamış gibi davranıyordu ve sinirlerimi bozuyordu. Avcunu yapıştırdığı direksiyonu daha çok sıkarken parmak boğumlarındaki anıların hapsedildiği derin çizgilerin içine yerleşen kurumuş kan lekeleri daha çok gerildi.

Kan, korkuyla iş birliği yapıyordu.

Gerilen çehresi, öne çıkan dudakları, çıkık, düzgün burnu ve kömür rengi gözleriyle tüm dikkatini yola vermişti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti, kapalı camın ardından bizi takip eden Ay'ın ışığı Bulut'un saçlarına vururken uzamış siyah saçları, koyu kahveye dönüş yapmıştı. Şakaklarında beliren damarları fark ettiğimde gözlerimi kaçırdım.

Arabanın ön farı sayesinde açılan yola bakmaya başladığımda boğazımda oluşan tahrişi gidermek adına yutkundum, kelimelerim kusmak istiyordu ve ben, onları tekrar doğdukları geri yolluyordum. Banyonun etrafında dolanan kalabalık, nida sesleri, garip bakışlar... O an ne hissettiğimi unutmuştum. Hakan Çillioğlu'nun adamına ne olmuştu? Onu kanlar içinde bırakmış ve Bulut'un beni arabaya çekiştirmesine izin vermiştim.

Burnumu çektim, gözyaşım ağlıyordu, ama ben ağlamıyordum. Tuzlu ve sızlatan damlalar, kaburgalarımdan aşağı inip ciğerlerime dolarken hücrelerime sert bir soğukluk sızdı. Gözyaşım, benliğini kaybettiği için ağlıyordu, hıçkırıkları, aldığım her bir nefeste yankılıyordu.

Yağmur damlaların bedenini ıslatmamasına izin verebilirdin. Ama gözyaşının acı damlaları seni kontrolsüz ve çıplak bir durumda yakalardı.

Ve ben, kontrolünü kaybedip çıplak kalan bir kızdan fazlası değildim.

Konuşmuyordu, konuşmuyordum. Ağzını açıp, sesini duymak ister miydim, onu bile bilmiyordum. İhanete kurban giden narin kelimeler, zihnimin içinde ufalanıyordu. Kuruyan damağıma yapışan dilimi hareket ettirmeye çalıştım. Sonuç; başarısızdı çünkü, dilim mühürlenmişti. Çoğalan narin kelimeleri sessizce yuttum, harflerin tiz çığlığı, kulağımın arkasında birikti. Ve ilgisizlikten intihar ettiler. Sesim dâhi çıkmadı.

Arabanın içinde çalışan ısıtıcı, yüzümü karıncalandırırken saç derimde biriken ter tabakası, önce şakaklarımın üstünde beliren damardan geçti, sonra pençe izlerinin olduğu yöne doğru gitti. Göğsümün ortasındaki ter damlaları artarken elektrik direklerinin yanından bir sinek gibi geçtik.

Göğsümde topladığım kollarıma daha sıkı sarılırken lacivertin ödül aldığı gökyüzünde bulutlar, iç açıcı olmayan düşüncelerim gibiydi. Düşünmek, yaptığım en iyi işti, ama düşüncelerim mantığımın üzerinde yürüyüp bana geldiğinde kavga kaçılmazdı.

Ve kara okyanusun içinde gezen Mürekkep Balığı.

Bilinçaltım gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken bana hitap ettiği isim, zihnimin içindeki kâğıda yavaş yavaş yazılıyordu. Kanlı eller, bilinmezliğin içinde oluşmuş mürekkeple işini bitirdiğinde kafasını yavaşça kaldırdı ve bana baktı. Yüzünde memnunluk, beni düşündürmeye itti.

HÜKÜMDARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin