50.BÖLÜM: "RUHUN BIÇAĞI" (1)

24.2K 1K 141
                                    

Oh Wonder - Livewire

Kelimelerin odak noktamdan çıktığı basamaktaydım.

Ruhumdaki çürüklerle anıları yara yara ilerlemeye çalıştığımda her seferinde yeni bir kesikle dönüyordum. Anıların direksiyonu her seferinde elimin altından kayarken kısa bir huzurun baş misafiriydim belki de. Beni sobeleyen huzurun ayaklarına kapanmıştım sanki, her seferinde beklediğim o meşhur tekmeyi yememek için. Ama biliyordum, yine o tekmeyi yiyecek ve kimsesizliğin koynunda olacaktım.

Huzur, beni bir kelebeğin arasında tutuyordu. Renkli kanatlarını umutla çırpıp beni hiç bırakmayacağını sergilerken ertesi gün, o kelebeğin ölümü gibi benimde huzurum ölüyordu.

Zihnimin dönemecinden giremeyen düşüncelerimin ayakları, derinliklerde tepiniyordu. Burnumun ucunu öğüten tanıdık bir koku, ciğerlerime baskı yapan yüke kızgın yeliyle saldırırken varlığının çoktan burada olmadığını kavrayabilmiştim. Kalbimin basamaklarından tırmanan hislerin, her bir basamakta bıraktığı tadı kavrayabiliyordum.

Dudaklarımdan dökülen kuru nefesler, bir kalbin tamamıyla atması için yeterli olamazken yine de yaşıyordum. Kalbimde hiç eksik olmayan acı bir tebessümle pişmanlığın gebe kaldığı öfkenin keskin izleriyle nefes alıyordum.

Hiçliğin peydahladığı yalın, saf ve kuru acıların attığı ıslak imzalar, ruhumun nefesini tıkıyordu ve boğuk feryadı, kaburgalarıma çarpıp kalbimde yankılanıyordu. Hiçlik ve kimsesizlik arasında oluşan şeffaf çizgide savaşan duygularımın aldığı kesiklerden dökülen siyah kan, kalbimin kapılarına dökülmekte gecikmiyordu.

Gözlerimdeki perdeyi ağır bir şekilde araladığımda odanın duvarlarında zıplayan sessizlik, kulaklarımda uludu. Göz bebeklerim, boşluğunu hissettiğim varlığın yokluğunu onaylarken boğazımı yırtan harflerin sivri dişleri, damağımda ekşi bir tat bırakmıştı.

İçimde oynadığı sahneyi defalarca çeken acıyla kırılgan dirseklerimi yatağın yüzeyine vererek yavaşça doğrulma girişimde bulunduğumda enseme üflenen sızıyı hiç hissetmediğim kadar hissettim. Dün, tüm duyguların yoğunluğuyla fiziksel acılarımı hissedememiş olmam, normal karşılanır bir durumdu. Dünün bıraktığı izler, bugünün bana bahşettiği sızılara dönüşmüştü.

Sanki üstümde gülle topunun ağırlığı vardı.

Belimin ince kemiklerinden yükselen sızıyla doğrulduğumda şakaklarımda bulunan damarlarda ihtiyaçla kabardı ve boğuk bir iniltiyi odanın acıyla yoğrulmuş zeminine döktü. Bir elim, anında şakaklarıma dayandığında derimin üstüne çıkmaya çalışan ağrıyı durdurmak adına avuç içimi iyice oraya bastırdım ama bu nafileydi.

Boğazımda bekçilik yapan hıçkırıkların, boğuk nefesleriyle soluk bir nefesi burnumdan vererek yorganı ayaklarımla itelediğimde elim hala ağrının nabzını tutuyordu. Hareket ettikçe azan bir ağrının kollarında yorgunca dururken belime kadar sürünen kazağa hoşnutsuz bir tavırla baktım. Onunla bu kadar açık seçik olmak beni fazlasıyla geriyordu.

Çıplak ayak tabanlarımı dikkatlice zemine bastırdığımda elimi şakaklarımdan ayırdım ve yıpranmış avuç içlerim yatağı dayandı ve ayağa kalkmama yardımcı oldu. Ayaklandığım an, ağzımın içine akın eden yapış yapış iğrenç tadı yok etmek adına sahiplendim ve dönen gözlerle kapıya doğru küçük adımlar atmaya başladım.

Ayaklarıma yüklediğim enerji kırıntıları odadan çıkıp beni banyoya sürüklemeye yettiğinde şükranlarım çoğaldı. Banyonun ışığını yakıp kalbimin de bocalamasını sağlayan karanlıktan kurtulduğumda içeriye yavaşça damladım. İşimi halledip lavabonun önüne geçtiğimde ayna yansıyan görüntümden kaçınıyordum. Göz bebeklerimi süsleyen telaşla musluğu açtığımda kenardan vanilya kokulu sabunu avcuma sıktım ve banyodaki sessizliğin büyüsünü bozup şiddetle akan suyun altına elimi bıraktım ve ellerimi köpürterek yıkadım.

HÜKÜMDAROnde histórias criam vida. Descubra agora