35.BÖLÜM: "CESARETİN DİBİNDE BOĞULMAK"

21.1K 1.2K 193
                                    

LÜTFEN OKUYUN!

Arkadaşlar, öncelikle özür dilerim sizden. Bölümler bu aralar uzun süre arayla gelmeye başladı. Bu bölümü dün bitirdim, sabah beşte işe gitmeme rağmen gidene kadar yazdım. Kısa bir sahne kalmıştı ve onu eve geldiğimde yazmayı planlıyordum. Eve geldiğimde bilgisayar başına geçtiğimde yazdığım her şeyin silindiğini gördüm. Bayağı deli oldum yani, sanırım en gıcık şey budur. Yaz o kadar, sonra silinsin. Ekrana bakakaldım, ne diyeyim kusura bakmayın. Bölüm bekleyenlerden özür diliyorum çünkü uzun bir bölüm değil. O sinirle, sıfır motiveyle yazdım. İyi olduğunu da düşünmüyorum zaten.

Bir de şunu söylemek istiyorum, artık iki günde, üç günde bir bölüm gelecektir. Yorum ve oy bırakan herkese teşekkürler. Bu bölüme geçiş bölümü diyelim, diğer bölüm güzel şeyler olacak. Küçük küçük itiraflar...


-

Hedeflerin büyüklüğü bazen şaşmanıza neden olurdu. İçinizde yeşeren hırsın, sert adımlarına kapılır, etraftakileri yıkar, dökerdiniz. Gözünüz sadece amacı görür, diğer her şey silikleşirdi. Ben şu an böyle bir adamın yanındaydım işte. Silikleşen, düşüncelerinin önemi olmayan biri görevindeydim. Görevin ağırlığı kalbime yüklenmiş, sarsak adımlarımla ilerlemeye çalışıyordum.

Düşüncelerimin yaprakları, acımasız bir sonbaharın dokunuşuyla düşüyordu. Hayal kırıklığının doğurduğu hisler, kalbimin yollarına serilirken tükenen kalemime mürekkep arama peşindeydim. Tökezleyen her şeyin hıçkırıkları kulağımın arkasında birikiyordu, yok olmanın eşiğindeydim.

Ruhumu eşeleyen amacın derinliklerinden saçılan karanlık, korkularımı gösteren ışıktan farksızdı. Tedirginleşen soluklarımı normale döndürmeye çalışırken sezgilerim, bir katil tarafından bıçaklanıyordu. Kalbimde belli belirsiz bir şekilde duran vicdanın ruhumu gölgelendirmesini ifadesiz gözlerle izlemeye çalışsam da, bir çok duygunun yumruklarını hissedebiliyordum.

Cansız nefesim, dudaklarımdan yavaş bir ritimle çıktığında beynime çiviyle sabitlenmeye çalışan cümlelerin anlamını çözmeye çalışıyordum. Kendi kendime cevaplamak zorunda kaldığım o kadar çok soru vardı ki, kafamdaki bu curcunadan dolayı tükendiğimi hissediyordum. Zaman daralıyor, oyun başlıyordu.

Vereceğim cevaplar, bilinmezlik yolundaki çukurlarda tökezlerken anlamsız bakışların altında olduğumu biliyordum. Yaşadığım korku, bilinmezliğin yakıcı korkusuydu. Yangın dumanı gibi boğazımı deşen yakıcı tat, gittikçe daha çok yayılıyor ve bir süre sonra sadece korkunun ensemdeki nefesiyle adımlar atmaya başlıyordum.

"Biz gidiyoruz," diye sesi algıladığımda beynim öyle karmaşık durumdaydı ki, onun sesi olup olmadığından şüphelendim. Sırtını yasladığı koltuktan hızla doğrulduğunda koltuğun gıcırdaması kulaklarıma doldu, bozuk algılarım, ani bir dokunuşun etkisiyle ayağı fırlayarak gürledi.

Dizimin üstündeki elimi kaplayan sıcacık avcu, başımı çevirip ona bakmamı sağlarken kalbimin duvarlarını aşmaya çalışmaktan yorulmayan hislerim, ürpererek bize baktılar. Birbiri ardını kovalayan soruların ağırlığı üzerimde hissederken soruların uçuşmasını sağlayan dokunuşu, daha çok korkama neden oldu.

Yan profilinden akan ifadesizlik, zihnime dökülürken elini bacağıma sürterek dizimden ayırdı ve terleyen avcum, onun avcuyla buluştu. Tutuşunu parmaklarımın arasından geçirdiği parmaklarıyla sabitlerken bize bakan gözleri yok sayarak ayağı yavaşça kalktı.

Başımı kaldırıp şaşkın şaşkın ona baktığımda, "Hadi, Hale," diye mırıldandı. Yumuşak gözüken bakışlarına kapılmamak adına gözlerimi hızla kaçırdığımda sinirli bir ifadenin izlerini taşıyan surata takıldım. Behiç, ela gözlerini kısmış, birleşen ellerimize bakıyordu. Bir an ona bakakalsam da, Bulut'un elimi çekiştirmesiyle ona döndüm, sabırsız bakışları önüme düşerken yavaşça ayağı kalktım.

HÜKÜMDARWhere stories live. Discover now