Hazan Vakti ■ ASKERİ KURGU

ssimurg777 által

2.8M 121K 56.6K

Hazan, iç içe olduğu tüm sorunlarını büyük bir savaşla görmezden gelerek hayatını sıradan bir mahallede devam... Több

"Başlangıç.."
GELİYORUZ
Bölüm 1-4💎
Bölüm 5💎
Bölüm 6💎
Bölüm 7💎
Bölüm 8💎
Bölüm 9💎
Bölüm 10💎
Bölüm 11💎
Bölüm 12💎
Bölüm 13💎
Bölüm 14💎
Bölüm 15💎
Bölüm 16💎
Bölüm 17💎
Bölüm 18💎
Bölüm 19💎
Bölüm 20💎
Bölüm 21💎
Bölüm 22💎
Bölüm 23💎
Bölüm 24💎
Bölüm 25💎
Bölüm 26💎
Bölüm 27💎
Bölüm 28💎
Bölüm 29💎
Bölüm 30💎
Bölüm 31💎
Alıntı.
Bölüm 32💎
Bölüm 33💎
Bölüm 34💎
Bölüm 35💎
Bölüm 36💎
Bölüm 36 Part 2💎
Bölüm 37💎
Bölüm 38💎
Bölüm 39💎
Bölüm 40💎
Bölüm 41💎
Bölüm 42💎
Bölüm 43💎
Bölüm 44💎
Bölüm 45 💎
Bölüm 46💎
Bölüm 47💎
Bölüm 48💎
Bölüm 49💎
Bölüm 49 Part 2💎
Bölüm 50💎
Bölüm 51💎
Bölüm 52💎
Bölüm 54💎
Bölüm 55💎
Bölüm 56💎 Part 1
Bölüm 56💎 Part2
Bölüm 57💎
Bölüm 58💎
Bölüm 59💎
Bölüm 60💎
Bölüm 61💎
Bölüm 62💎
Bölüm 63💎
Bölüm 64💎
Bölüm 65💎
Bölüm 66💎
Bölüm 67💎
Duyuru💎
Bölüm 68💎
Bölüm 69💎
Bölüm 70💎
Bölüm 71💎
Bölüm 72💎
Bölüm 73💎
Bölüm 74💎
Bölüm 75💎
Bölüm 76💎
Bölüm 77💎
Bölüm 78💎
Bölüm 79💎
Bölüm 80💎
Bölüm 81💎
Bölüm 82💎
Bölüm 83💎
Bölüm 84💎
Bölüm 85💎
Bölüm 86💎
Bölüm 87💎
Bölüm 87 Part 2💎
Bölüm 88💎
Bölüm 89 💎
Bölüm 89💎 Part2
Bölüm 90💎
Bölüm 90💎 Part 2
Bölüm 91💎
Bölüm 92💎
Bölüm 93💎
Bölüm 94💎
Bölüm 95💎
Bölüm 96💎

Bölüm 53💎

21.9K 994 252
ssimurg777 által


Oy vermeyi unutmayalım :)

                                     💎

Temiz çarşaf kokusu.
Saçlarımda dolaşan şampuan kokusu.
Yastıktaki ferah yumuşatıcı kokusu ve hafif serin hava... Çok güzel bir sabaha berbat uyanıyordum. Üzerimdeki pike ve battaniyenin yumuşak dokusuyla kuş tüyü diyebileceğim bir yatakta başımın altındaki yastığa sarıla sarıla gözlerimi araladım. Sonra tekrar yumdum.

Serdar' ın evindeydim. Onun evinde bir odada, onun örttüğünü tahmin ettiğim battaniyenin altındaydım.

Hatırlıyordum, uyurken çorap giymemiştim ama şimdi ayaklarımda bir çift kısa çorap vardı. Gece pikeyle üşümüştüm, onu da hatırlıyordum ama kalkıp battaniye ya da çorap aramamıştım. Belli ki ben uyuduktan sonra Serdar hem üzerimi örtmüş hem de üşüyen ayaklarıma çorap giydirmişti. Normalde uykum hafifti. Kapı açılma sesine bile hemen uyanırdım fakat artık ne kadar yorgun hissediyorsam tüm bu olan bitene asla uyanmamıştım.

Deliksiz uyumuştum, gece hiç uyanmamıştım ve dolayısıyla da uykumu tam almıştım. Fakat bununla birlikte kendimi hem çok yorgun hissediyordum hem de tüm duygularım alınmış gibiydi. Gözlerimi açar açmaz ne yazık ki hissettiğim tek şey kalbimin acısıydı. Hala canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu.

Evde herhangi bir ses yoktu. Saat kaçtı bilmiyorum ama hava aydınlanmıştı ve dışarıdan havlama sesleri geliyordu. Bir kaç saniye sonra onlar da kesildi.

Banyoya gidip yüzüme soğuk bir sus tutmam gerekiyordu. Çünkü ağlamaktan gözlerimin şiştiğini hissedebiliyordum ve artık tamamen kendime gelmek istiyordum. Birkaç dakika boyunca boş bakışlarla karşımdaki duvarı izledikten sonra bacaklarımı yataktan sarkıtarak ellerimi dağınık saçlarıma götürdüm. Kapalı olan kapım hala açılmamış, herhangi bir adım sesi duyulmamıştı. Serdar neredeydi, evde miydi onu dahi bilmiyorum ama onu hala görmek istemiyorum. Sanırım bir süre, uzun bir süre yalnız kalmak bana daha iyi hissettirirdi.
 
Yine de evde olması ihtimaliyle odanın kapısını yavaşça açtım. Karşıdaki oda ona aitti ve sonuna kadar açık olan kapıdan orada kimsenin olmadığını hissediyordum. Parmak uçlarımla hareket edip hemen yan taraftaki banyoya girerek kapıyı sessizce kilitledim. Onun odasında banyoyu kullanmayacak, onun yattığı odaya asla girmeyecektim. Değil onun odası, salona dahi adımlamayacak, mutfak yüzü görmeyecektim.

Yüzümü soğuk suyla yıkadıktan sonra peçeteyle kurulayarak aynadaki yansımama baktım. Hissettiğimden daha iyi görünüyordum. En azından gözlerimde bariz bir kızarıklık veya şişkinlik yoktu. Muhtemelen saatlerdir uyuduğumdan zamanla inmişti. Yoksa dünki ağlama seansımdan sonra mümkünü yok bu kadar iyi görünemezdim.

Sadece dudaklarım hafif şişmiş, kalan rimelim de göz altlarıma akmıştı. Kalkarken bakmamıştım ama beyaz yastığın rimelimle siyaha boyandığına adım kadar emindim. Bunu evdeyken de yapıyordum. Hemen her yastığımda asla çıkmayan bir rimel izi vardı.

Saçlarımı toplamak için ne yazık ki bir lastik tokam yoktu. Belki valizde vardır bilmiyorum bakmam gerekiyordu ama boynumu sarıp omuzuma dökülen buklelerimden biraz daralmıştım.
Göz altlarıma bulaşan rimeli temizledikten sonra beyaz tişörtümden çıplak bacaklarıma sıçrayan suyla musluğu kapatıp yeniden odaya döndüm.

Yatak, kapının hemen yanında sağ tarafındaydı. Böylece bir elimle kapıyı kapatırken bir yandan da yatağa uzanabiliyordum. Yattığım gibi kalktım. Az ilerideki cama ilerledim ve perdenin üzerinden camı açarak dışarıya bakmadan yeniden yatağa döndüm.

Sanırım evde kimse yoktu ama ben yine de sadece yatmak istiyordum. Odadan çıkmayacaktım. Dakikalardır düşündüğüm gibi, salona dahi inmeyecektim. Aç mıydım onu bile bilmiyordum. Suratım asık, üzerim biraz ıslak ve yorgun bir şekilde battaniyeyi kendime çekerek uzandığım yerde küçüldüm.

Sağıma dönüktüm. Saçlarım ince beyaz yastığa karışmış, kollarımı göğüslerimde çapraz bağlamıştım ve canım çok sıkılıyordu. Telefonumun olmayışı ruhumu iyice daraltırken bir süre tüm gün burada ne yapacağımı düşündüm.

Muhtemelen yatardım. Düşünürdüm, uyurdum, uyanırdım ve tekrar düşünürdüm. Ağlamazdım ama belki boğazım düğümlenir, gözlerim dolardı. Kimseyle konuşamaz tek kelime edemezdim. Dudaklarım değil konuşmak için, su içmek için bile ayrılmazdı.

Kapattığım gözlerimle kendi kendimi sararken arkamda kalan odanın kapısı yavaşça açıldı. Anlaşılan tüm o sessizliğe rağmen evde yalnız değildim, Serdar sandığımın aksine buralardaydı. Gözlerimi açmadan sakin sakin nefes alıp vermeye devam ettiğim sırada odanın kapısı aynı yavaşlıkla kapandı, birkaç saniye sonra da yatağın kenarı usulca çöktü.

Yatağa oturmuştu, hissedebiliyorum. Üzerime aldığım battaniyenin kenarını yavaşça çekerek açıkta kaldığını fark etmediğim belimi örttü. Tepki vermedim. Değil o tarafa dönmek, kıpırdamadım bile. Aksi gibi de ondan bu defa hiç çekinmedim, çünkü gözümde artık hiçbir şeydi.

İstemiyordum, hatta öyle ki biraz üzerime gelse hiç çekinmeden o taş kalbini kırardım.
Sonunda boğuk sesiyle "Saatlerdir uyuyorsun." Diyerek aramızdaki sessizliği bozdu. "Acıkmadın mı?" Sesi durgun ve halsizdi. O her daim gür çıkan erkeksi sesi bu defa kısılmış, donuklaşmıştı. Ben susunca devam etti. "Hadi bir şeyler ye. Sonra istersen yine yatarsın."

İstemiyordum. Hiçbir şey istemiyordum. Aç değildim. Ayağa kalkmak istemiyordum. Onu istemiyordum. İstediğim tek şey, tüm acım geçene kadar uyumaktı.
Zaten sabahları konuşan bir insan değildim. Ama bu günün ayrı bir suskunluğu vardı. Canım dudak kıpırdatmak dahi istemiyordu.

Sustum, hiç konuşmamaya yeminim varmış gibi kapalı gözlerimle tek kelime etmedim, yüzümde hiçbir mimik oynamadı, zerre kıpırdamadan sadece bekledim. Gitmesini, bekli de yalnız kalmayı bekledim. Oturduğu yerde bana doğru daha da yaklaştığı sırada yüzümü tamamen yastığa gömüp bir nevi ondan kaçtım.

Tepkimle beraber omzuma değdi, tek eliyle saçlarıma dokundu. Dokunduğu yeri, saç diplerimi okşayarak bir kez daha soludu. "Yavrum lütfen, yapma böyle." Neyi yapmayacaktım?

Hem, yavru mu kalmıştı? Dün nasıl bir savaştan çıktığımı görmüyor muydu? Ne kadar kırgın olduğu... "Böyle olduğunu bilmiyordum." Diyerek kulağımın arkasından saçlarımı okşamaya başladı.

"Bilmeliydim, ben de herkes gibi seni anlayamadım." Saçlarımdaki el, kolum battaniyenin altındayken bile tüylerimi diken diken ederken kalbimde işittiğim ferah acıyı yok sayamadım. O sanki bana hem şifaydı hem de elem, keder.

"Kırgınlığını ve kızgınlığını artık anlayabiliyorum." Bu saatten sonra beni anlıyor oluşu benim için önemli mi diye düşündüm bir an. Yüzüm iyice yastığa gömülürken, soluğum yavaşlarken, saç diplerimde hissettiğim tatlı rahatlamayla yalnızca bunu düşündüm. "Haklısın." Elini ensemden yukarıya, tüm saçlarıma daldırdı. Parmaklarıyla başımı komple okşamaya başladı. Bu, o kadar iyi hissettiriyordu ki...

"Her zaman olduğu gibi... Ben, yaşadığın her şey için üzgünüm." Duraksayarak kurduğu her bir kelimesinde pişmanlığını hissedebiliyordum. Fakat benim canım yanıyordu, ona kendimi açtığım için utanıyordum. Pişmanlığı umrumda değildi, benim canım yanıyordu.

Parmaklarını açıp kapatarak, hareket ettirerek rahatlamama yardımcı olurken sıkıntılı bir soluk verdi.
"Onları senden alamam, bunu daha önce de dedim. Gücüm senin için her şeye yeter de, geçmişine dokunamam. Ama sana çok daha güzel bir gelecek verebilirim." Verebilir miydi...

"Bilmiyordum, artık biliyorum. Seni görebiliyorum, hissedebiliyorum." Saç köklerim onunla hareketleniyor, elinin enerjisiyle çok farklı bir rahatlamaya ulaşıyordum. Her ne kadar öfkeliysem, kırılgansam, sinirliysem de bunun bana iyi hissettirdiği bir gerçekti.

Yattığım yerde uyuşmaya başladığımdan çok hafif kıpırdanmamla kendini bana açmaya devam ettim "Bana sinirlisin, ama sadece bana sinirli kal. Kendine böyle davranma. Benim ağzıma sıç, ama kendine dokunma ne olur." O da benim bileceğim işti. Bu yüzden düz tuttuğum ketum sesim ve çatık kaşlarımla başımı çok hafif hareket ettirerek dudaklarımı tek bir güçlü kelimeye araladım. "Git."

Dinlemek istemiyordum. Bana vereceği vaatleri, dile dökeceği sevgi sözcüklerini ve bu hareketleriyle beni rahatlatsa da bedenime dokunmasını istemiyordum. Kendime kırgındım, kızgındım ve hiç olmadığı kadar utanıyordum. Ona kendimi açtığım için yer yarılsa da içine girsem diyordum. Yaşadıklarım asla onun suçu değildi. Belki benim de suçum değildi fakat görmemesi gerekeni görmüş, duymaması gerekeni duymuştu. Bedenimi sarsan bedbahtlığın sebebi bu kadar barizken onunla konuşamazdım bile.

Bu yüzden gitmesini istiyordum. Kendi kabuğumda kendi acımla kalmayı yeğliyordum.

Yüzüm yeniden yastığa dönerken üzerine yattığım kolum karıncalanmaya başlamış, çoraplarımdan ise darlanmıştım. O burada olduğu için zerre hareket etmeyeceğimden bu hale bir süre daha dayanmak zorundaydım.

Git deyişimin ardından bir süre sessiz kaldı, elleri saçlarımda durdu, sonundan benden ayrılarak derin  kederli bir nefes aldı ve başımın yanına bir şey koydu. "Sim kartın içinde." Bıraktığı şeyin telefon olduğunu anladım ama benim telefonum paramparça olmuştu. Tam olarak ne olduğunu anlamak için gözlerimi usulca açtım, ki tahmin ettiğim gibi bana yeni bir telefon almıştı.

İtiraz etmek istedim. Al bunu istemiyorum demek istedim ama kuracağım cümle o kadar uzun geldi ki vazgeçtim. Zira tek bir kelime edecek halim yokken ona itiraz dolu bir kin kusamazdım. Bunun yerine başımı yeniden yastığa kapatarak sessiz kaldım. Onu kullanmayacaktım.

Konuşmadım, konuşturmadım.
Kıpırdamadım, yüreği ne halde bilmiyorum fakat gitsin istedim. Çok istedim yalnız kalmayı, böyle durup saatlerce düşünmeyi. Çok istedim diye sanırım, usulca kalkıp sessizce çıktı odadan.

O gidince sırt üstü dönerek karıncalanan kolumu ovdum, çoraplarımı çıkarttım, battaniyeyi üzerimden atıp pikeyle kaldım, üzerimdeki su hissi beni rahatsız ediyor diye tişörtü çıkartıp atletimle kaldım, kasıklarımın ağrısını üşüttüğümdendir sandım, telefonu hiç ellemedim, çok acıksam da o kapıdan çıkmayı hiç düşünmeden rimel bulaşmış yastığımda yattım.

Yatakta iki büklüm kalarak saatlerce düşünmeyi yeğliyordum. O uyuşuk bedenim, asık suratımla saatlerce düşündüm. Neydik dedim ki hikayenin başında. Hikayenin başında biz neydik ki sonunda ne olalım...

Aslında onun bir suçu yoktu. Bana tüm bunları o yapmamıştı. Sırtımda o sigara söndürmemiş, parmağımı o kırmamıştı. Çocukluğumda beni bir dört duvarı olan bir cehenneme hapseden de, o zamanlar ağlayarak sabahlamama sebep olan da o değildi.

Yaşadığım hiçbir sıkıntının, dolayısıyla da bu kırık ruh halimin sebebi o değildi. Hatta biliyordum, biz çocukluk aşkı olsaydık ben o yaşadıklarımın hiçbirini yaşamaz, Serdar daha on sekizime girmeden beni bir şekilde o hayattan sıyırırdı.

Niyetim onu kendi içimde aklamak değildi, ben sadece her daim doğrudan yana olan taraftım. O beni üzmedi, evet çocukluğumu o zehir etmedi ama Serdar beni anlamadı. Belki ben anlatmadım, ama o da hiç güzel bir dille bana neden diye sormadı. Sorsa yine anlatmazdım, ama onu kendi içimde yine aklardım.

Sordu derdim, suç bende ben anlatmadım derdim ama o hiç sormadı. Üstelik benim hakkımda daima yanlış varsayımlar yaptı. Anlamadan dinlemeden bana güvenmedi. Nedendir bilmem, beni sarmak isterken kalbimde hep bir yara açtı. O güvensizliği her daim üzerime bir sıkıntı gibi bahşetti.

Şimdi uzandığım yerde kara kara düşünmelerim, göz doldurmalarım ve kendimle savaşmalarım bundandı. Ben yaşadığım ve içine girdiğim bunalımdan nasıl çıkardım? O beni belki anlardı da, ben bu andan nasıl sıyrılırdım.

Saçlarımı geriye attırdıktan sonra üşüdüğüm için battaniyeyi tekrar üzerime aldım. Saat akşam beşe geliyordu ve Serdar odadan gideli nerdeyse iki saat olmuştu. Kaç saattir yemek yemiyordum bilmiyorum ama çok acıkmıştım. Üstelik canım da çok tatlı istiyordu.

Mutfakta kesin dünden kalma çikolatalar vardır ama ben pasta istiyordum. Bol ve akışkan çikolatalı kestaneli taze bir pasta istiyordum. Bursa' da olsaydık Heykel' e çıkar alırdım ama burada, hele de Serdar' ın evindeysem o pastayı anca rüyamda görürdüm.

Kapıya doğru dönerek ofladığım sırada kasıklarımdaki o tanıdık sancıyla kaşlarım çatıldı. On dakika evvel de aynı sancıyı hissetmiştim fakat daha erkendi. Günlerimi asla hesaplamazdım ama regl olmama nereden baksak iki hafta falan vardı.

Bu yüzden ihtimal vermedim, tişörtümü ıslattım diye belki karnım ağrıyordur dedim ama bu defa da bacaklarımın arasında başka bir şey hissettim. Yine umursamadım. Belki de sadece akıntıdır dedim, bunu derken de içten içe aslında sonucundan kaçtım, çünkü eğer regl olmuşsam mahvoldum demekti. Bir, valizimde herhangi bir ped yoktu. İki, burası dağ başıydı ped alamazdım. Üç ve en önemlisi evde Serdar vardı.

Bacaklarımı kendime çekerek sirke satan yüzümle yatmaya devam ettim. Bu defa da karnım guruldadı, daha da acıktığımı hissettim. Üstelik yatmaktan her yerim tutulmuştu ve canım çok daha sıkılıyordu. Yastığın yanında duran telefonum tıpkı şimdiki gibi ara ara çalıyordu ama kimseyle ilgilenmek de istemiyordum. Aslında, yani kimseye konuşmaktan ziyade dudak kıpırdatmak istemiyordum ama kaçamadığım bir gerçek vardı ki beni çok merak ederlerdi ve bunu onlara yaşatmaya hakkım yoktu. Bu yüzden bir istisna olarak Sena' nın aramasını yanıtladım.

Açtığım gibi de ince fakat cırlayan sesiyle "Neredesin sen! Niye bakmıyorsun!" Dedi. Kimseyle konuşmak istemiyordum ki. İmkanım olsa kendimle bile küserdim. Öyle boşlukta, öyle hissizdim.

"Regl oldum hiç halim yok." Diye yalan söyledim. Zaten şu sıra bu yalanları epey söylüyordum ama yapacak bir şey yoktu ona olanları anlatamazdım. "Telefonum kırıktı Serdar bugün halletti." Ne yazık ki onlara aramızda geçenleri de anlatmaya niyetim yoktu. Belki daha sonra anlatırdım bilmiyorum ama şu an tek derdim biraz sakinlikti. Kafamı toparlamaya ihtiyacım vardı.

"Teyzem sürekli ağlayıp duruyor. Kavga yapmışsınız. Herifin birinden mesaj atmışsın o amına koduğumu saat başı arıyorum iki kere cevap verdi ikisinde de tartıştık. Daha bakmıyor amcık. Kim o şerefsiz? Sen iyi misin? Serdar' la ne oldu? Meraktan öldüm Hazan! Yarın Urfa' ya gelecektim." Anneme şaşırmadım. Hatta gamsız mıyım merhametsiz miyim bilmiyorum ama üzülmedim bile.

Dinlerken nasıl olsa iki güne geçer dedim, hep ben mi ağlayacağım dedim, her zamanki hali dedim de, çok üzüldüm diyemedim. Her zaman ortalığı karıştıran oydu. Tamam görüşleri çok açık bir ailede yetişmemiştim, giydiğim kıyafetler kültürümüze tersti ama bende buydum. Yirmi dört yaşındaydım ve kimse için kendimi değiştiremezdim, ne istersem mis gibi de onu giyerdim.

Konu Azat' a gelince başıma geleceğini biliyormuşum gibi derin bir nefes alarak gülümsedim. Böyle olacakları belliydi ama Azat' dan evvel Sena'nın meraklarını gidermem gerekiyordu.

Gözlerimi devirirken yorgun yorgun "Sena." dedim. "Çok yorgunum çok ağrım var konuşacak gibi değilim. Aynen annemle tartıştık biraz, sonra anlatırım. Serdar' la da iyiyiz sadece biraz zamana ihtiyacımız var gibi." Serdar kısmı külliyen yalandı.

Onunla ne olacağımızı ben dahi bilmiyordum ama bunu Sena' ya söylersem iki saat susmazdı. Biraz da gülümseyerek devam ettim. "Bu arada Azat' la anlaşmanıza sevindim seveceğini biliyordum." Tartıştıklarını düşündükçe keyifleniyordum. Tahminen Sena Azat' ın başının etini yemiştir, Azat' da ben bu belaya nereden bulaştım diye bana kızıyordur.

Konuya hararetli hararetli "Ya kızım öyle birden ortadan kaybolunca ne yapacağımızı bilemedik." Diye girerek Azat kısmını es geçti.
"Serdar Yeliz' e ulaşmış. Gecenin bir vakti senin evine gidip eşyalarını hazırlamasını istemiş. Sonra aynı gece mafya tipli kekonun biri gelip valizi Yeliz' den almış." Bu keko kesinlikle Azat değildi. Yeliz Azat' ı görmüş olsa asla böyle konuşmazdı. Bu da demektir ki o gece orada başka bir adam daha vardı.

Yine de sadece "Sağolsun." Diyebildim. Daha fazla ne diyebilirdim ki? Serdar' a küfretsem Sena benden beter susmazdı. O susmayınca da benim sinirlerim bozulurdu. Çünkü her ne kadar Serdar' la aramız bozuk olsa da Serdar yine benim Serdar' ımdı. Başkası ona küfredince sinirleniyordum.

Sakinleşerek keyifsizce soludu. "Sen iyi misin cidden? Sesin berbat geliyor." Gözlerim doldu, değilim Sena. Saatler sonra ilk defa seninle konuşuyorum ve sürekli ağlamak istiyorum. Bir yanım gitmek isterken diğer yanım.. Yaşadıklarım için Serdar' a kızmıyordum. Benim tek derdim beni düne mecbur kılmış olmasıydı. Hala neden çekip gitmiyorum bilmiyorum ama vermiş olduğum üç günlük söz vardı diye sanırım.

Halbuki Serdar başka bir adam olsa değil üç gün, üç saat bile söz versem bulduğum ilk fırsatta evden kaçardım. Ama biz başkaydık, öyle ya da böyle sonu nasıl biterse bitsin o sona birlikte ulaşmamız gerekiyordu.

"Kasıklarım çok ağrıyor." Diye mırıldanarak alnımı ovdum. Kapatmak istiyordum, konuştukça kendimden kaçıyordum. Bu sorunları dile getirmek benim için epey erkendi.

Neyse ki biliyordum, Sena bana hiçbir zaman kıyamazdı. Şimdi karnım ağrıyor diye de masum masum "Kıyamam aşkım." Dedi. "Tamam sen dinlen haber verirsin, konuşuruz yine." Tebessüm ederek bakışlarımı tavana diktim. Böyle bir kuzenim, Yeliz gibi bir dostum olduğu için o kadar şanslıydım ki... Hayatım hemen her zaman kötü geçse de çevrem beni asla yanıltmıyordu. Yani, en azından birkaçı...

Telefonu kapattıktan birkaç dakika sonra kasıklarıma giren yeni bir sancıyla sonunda dayanamayarak yattığım yerden kalktım. Çünkü sonucu ne olursa olsun lavaboya gitip regl olup olmadığımı kontrol etmem gerekiyordu. Aksi halde bu tanıdık sancıyla ne yapardım bilmiyorum. Serdar nerededir diye düşüne düşüne hiç zorlanmadan kapı kulpunu indirdim ki açılan kapıdan onun da aynı anda diğer tarafta olduğunu fark ettim.

Koca bedeniyle tam karşımda, bir karış önümde dikilse de başım eğik olduğundan sadece siyah pantolonunu ve siyah kemerini görebiliyordum. Kapının kulpunu bırakırken dudaklarımı kemirmeye başlamış, nefesimiyse kokusunu bir solukta içime çekmemek için tutmuştum. Beni izlediğini bilsem de bir şey demesine müsaade etmedim.

Neden gelmişti, ya da ne zamandır buradaydı bilmiyorum ama kapı dinlemek gibi bir huyu olmadığına nedense emindim. Yani ben yapardım da, Serdar karakteri gereği bunu asla yapmazdı.
Kapıyla arasındaki o ufak boşluğa yöneldiğim sırada emrivakiyle kenara çekilmesini de sağladım. Bir adım geri gidip dilediğim gibi bana yer verirken yanından sıyrılarak sabahki banyoya girdim ve kapıyı kilitledim.

Dudaklarımı kemire kemire gri penye şortumu ve iç çamaşırımı aşağıya indirdiğim sırada çamaşırımda gördüğüm birkaç damla kanla başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.
Regl olmuştum!
Regl olmuştum ama henüz çok yeniydi. Kan şortuma bulaşmamış, sadece iç çamaşırımı lekelemişti ve bu da demek oluyordu ki bir veya iki saat içinde... Oflayarak üzerimi düzelttim ve başımı sinirle arkaya attım. Daha erkendi. Daha çok erken ve yersizdi.

Ellerimi yıkarken şimdilik bir peçeteyle işimi halledebileceğimi düşünüyordum. Bu yüzden birkaç tuvalet kağıdını üst üste koyarken de valizime bakmayı düşündüm. Sanmıyordum, dün akşam bakarken hiç ped görmemiştim ama Yeliz belki kenarına falan koymuştur.

Banyodan çıktığım an o tarafa bakmasam da Serdar' ın yattığım odanın önünde durmuş beni izlediğini anlayabiliyordum. Tek kelime etmedim, utana sıkıla değil çatık kaşlarımla hızla onun odasına gittim.

Valizim dün bıraktığım gibi yerde duruyordu, yatak hiç bozulmamıştı ve odayı görünce aklıma dün gece öylece banyoya bıraktığım elbisem ve iç çamaşırlarım geldi. Bir yandan dizlerimin üzerine çökmüş valiz karıştırıyordum, bir yandan kasıklarım ağrıyordu, bir yandan da elbisemi oradan alıp çöpe atmam gerekiyordu ama Serdar evdeydi. Üstelik valizde ped falan da yoktu.

Olduğum yerde çaresilikten ağlamak üzereydim. Nasıl oluyordu da her şey birden bu kadar berbat ilerleyebiliyordu bilmiyorum ama gerçekçi olacak olursak işin sonunda Serdar' a muhtaç kalacakmışım gibi hissediyordum. Yine de bunu erteleyebildiğim kadar erteleyecek, gururumu asla hiçe saymayacaktım.

Valizin fermuarını kapatarak bu defa banyoya yöneldim ama ne elbisem, ne de iç çamaşırlarım ortada yoktu. Serdar mı almıştı? Atmış mıydı? Neden o alıyordu?
Farklı bir günde olsaydık gider hesap sorar, bağıra bağıra sen kim oluyorsun da eşyalarıma dokunuyorsun derdim ama bugün kimseye tek kelime edecek halim yoktu. Özellikle de yüzüne bakmak istemediğim Serdar' a. Onunla kuracağım en uzun cümle iki kelimeden oluşurdu. Onlar da başımdan git, seni istemiyorum, odadan çık gibi şeylerdi. Hatta şu sıra öyle ki buraya kadar gelmem bile neredeyse bir mucizeydi. Regl ihtimalim olmasa o yataktan asla çıkmazdım.

Her şeyi olduğu gibi bıraktım. Hiçbir şeyi umursamadan, kapının önünde durmaya devam eden Serdar' a bakmadan odaya girdim ve kapıyı yüzüne sertçe kapatarak yeniden yatağa yattım. Hiçbir şey umrumda değildi. Yatak mı batacaktı, her yer mahv mı olacaktı, olsun. Hiçbir şey umrumda değildi, ben sadece saatlerce daha uyumak istiyordum.

                                       💎

Öyle bir sancıyla uyandım ki, sanki biri kasıklarıma tekmeler savuruyordu. Yatakta doğrularak sancıya doğru eğildim fakat geçecek gibi değildi. Biraz terlemiş, epey de acıkmıştım. Hatta midem karnıma yapışmıştı da diyebilirdim. Uyuduğumdan daha berbat bir halde uyanmıştım, ki adet kanımın yatağa bulaşmış olma ihtimaliyle hızla yatakta kalktım ama beyaz çarşaf hala temizdi.

Hissettiğim akıntıyla oyalanmadan direkt lavaboya girdim, birkaç dakika sonra işimi bitirdiğimdeyse artık ped siz duramayacağımın farkındaydım. Sonuçta iç çamaşırıma koyduğum o peçeteleri nereye kadar yenileyebilirdim ki? Regl olduğumdan mı bilmem ağrımın yanı sıra anormal derecede üşüyordum ve dolayısıyla halsizdim.

Serdar' ın varlığına dahi bakmadan eğile eğile odaya giderek yeniden çoraplarımı giydim, o asla dokunmayacağıma yeminler ettiğim telefondan saate baktım. Hava kararmış, saat akşam dokuza geliyordu ve ekranda birçok cevapsız arama vardı.

O kadar kötüydüm ki en son ne zaman bu kadar berbat hissettiğimi dahi hatırlamıyordum. Sanırım çok da geç değildi, dedemin cenazesinden hemen evvel de regl olmuştum ve ne hikmetse o zaman da Serdar' dan yaralıydım. O zaman da canım böyle ilmek ilmek sızlamış, ruhum boğuluyormuşçasına daralmıştı.
Kasıklarım o kadar fenaydı ki dik duramıyordum, yürürken bile daima yere eğiliyordum. Sanki içim parçalanıyor da eğilince o parçaları tutabiliyordum gibi bir histi.

Kuruyan tişörtümü giydikten sonra tam yatağa uzanacaktım ki aslında başka bir caremin kalmadığının bilincine vardım. Belki ağrı kesici alamazdım ama kesinlikle bir pede ihtiyacım vardı ve gururumu bir nebze de olsa çiğneyerek bunu Serdar' a söylemem gerekiyordu. Neticede beni buraya getiren oydu, ihtiyaçlarımı da karşılamak zorundaydı. Üstelik canım o kadar yanıyordu ki bu durumu göz ardı edip ağlayabilirdim.

Yatağa, duvarlara tutuna tutuna, kapı kolundan güç alarak bir elim kasıklarımda yavaşça dışarıya çıktım. Evde hemen hemen tüm lambalar yanıyordu ama ne bir ses ne de bir seda yoktu.

Öyle ki, merdivenlere yürürken bir an acaba evde mi diye tereddüt etmedim değil. Muhabbet edecek değildim. Ya da yüzüne bakmayacaktım alt tarafı utana sıkıla ped almasını istetecektim ama o yoktu.
Sol elimde trabzanlara tutunarak salona göz attım.

Televizyon kapalıydı ve ortalarda görünen herhangi bir cüzdan, anahtarlık ya da telefon yoktu. Neredeyse tüm evi bu şekilde dolaştıktan sonra  yalnız olduğumu anlayarak geldiğim gibi yattığım odaya döndüm.
Gitmişti. Nereye ve neden gitmişti bilmiyorum ama benim çok sancım vardı, canım sanki bedenimden çıkıyordu ve ben en azından bir ped istiyordum.

Yeniden döndüğüm odada yalnızca bir dolap, az ileride boydan bir ayna ve neredeyse çift kişilik sayılacak bir yatak vardı. O saatlerdir yattığım yatağa yeniden uzanarak pikeyi ve battaniyeyi üzerime örttüm. Bu sırada gözlerim dolmuş, kendime çektiğim bacaklarım ve titreyen dudaklarımla içimden yalnızca hıçkıra hıçkıra ağlamak gelmişti.

Bu halim nedendi bilmiyorum ama çok açtım, karnım da çok ağrıyordu. Üstelik stresten regl olduğum da bir gerçekti. Yoksa daha regl olmama en az bir iki hafta daha vardı. Yıllardır ne zaman canımı çok sıkan bir olay yaşasam böyle oluyordum bu yüzden de artık acaba neden demiyordum. En net hatırladığım regl düzensizliğim de Berrak' ın vefat ettiği dönemdi.

Sağıma dönerek yastığın yanındaki telefonu aldığımda ağlamaktan buğulaşmış gözlerimle ekranı zor görüyordum. Çorap giydiğim halde üşüyen ayaklarımı birbirine sürterken titreyen dudaklarımla Serdar' ın adını bularak mesaj kısmına girdim. Aslında çok utanıyordum. Ona nasıl pede ihtiyacım var derdim, nasıl regl olduğumu belli ederdim bilmiyorum. Tamam, bu elbette utanılacak bir şey değildi. Hatta gayet doğaldı ama ben daha evvel hiçbir erkeğe regl oldum dememiştim. Hele de böyle bir anda, Serdar' a...
Asla.

Yüz yüze olsak bunu nasıl söylerdim bilemiyorum. O yüzden iyi ki evde yok diyerek mesaj yazmaya başladım.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Galiba evde yoksun

Her pedi kullanamıyordum. Bu yüzden internetten kendi kullandığım pedin fotoğrafını bularak Serdar' a yolladım.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Biriyle şu pedden yollayabilir misin

Belki gelmezdi. Gelmek zorunda da değildi ama en azından bana biriyle ped yollayabilirdi. Çünkü buna gerçekten daha evvel olmadığı kadar ihtiyacım vardı.

Telefonu yeniden yanıma bırakarak ellerimi bacaklarımın arasına aldığımda hala üşüyordum. Kalkıp onun odasındaki valizimden bir şey almak istesem o da yoktu. Yeliz sadece yazlıklarımı koymuştu, valizimde kalın hırka tarzı hiçbir şey yoktu. Ki bu yaz sıcağında da olması gereken buydu. Serdar' ın kıyafetlerinden ise asla kullanmazdım. Kıyafet neyse ona ait bir battaniyeyi dahi izinsiz, hatta o getirmeden almazdım.

Telefon çalmaya başlayınca yavaşça ekrana döndüm. Serdar arıyordu, ama ben açmak, açıp onun sesini duymak istemiyordum. Bu yüzden de uzun uzun çalmasını izledim. Meşgule dahi atmadım, üşüyen ellerimi bacaklarımın arasından çıkartmadım. Bir süre sonra ekran kapandı ve yerini mesaja bıraktı.

Gönderen; Serdar
Mesaj; Ağrın var mı?

Gönderen; Serdar
Mesaj; İyi misin?

O kadar iyiydim ki gözlerimden istemsizce akan yaşlarla kendimi hiç olmadığım kadar enerjik ve dinç hissediyordum. Onunla konuşmak istemiyordum şu an tek istediğim cenin pozisyonunda hıçkırarak ağlamak ve ped di.

Telefon yeniden çalmaya başlayınca bu defa aramayı meşgule atarak yeniden mesaj kısmına girdim.

Gönderen; Hazan
Mesaj; Yollayacak mısın

Uzatmak istemiyordum. Ondan istediğim yalnızca bir ped di ve ne durumda olduğum beni ilgilendirirdi.

Telefonu yeniden yan tarafıma bıraktım. Aslında hazır Serdar yokken mutfağa inip bir şeyler yiyebilirim ama karnım o kadar ağrıyordu ki yürüyebilecek halde değildim. Koca evi zaten zar zor dolaşmış, Serdar' ı ararken canımdan can gitmişti.

Önce belki birazdan geçer diye düşündüm ama sonra ya o geçene kadar Serdar gelirse dedim. O varken gururumdan hiç yiyemezdim ve bu defa da dayanamazdım. Daha fazla aç kalmak istemediğimden oflaya puflaya yataktan kalkarak telefonu da alıp yavaşça alt kata indim.

Açık olan mutfak kapısından içeriye iki büklüm girerken gözüme ilk çarpan masanın üzerinde kutular ve beyaz poşetlerdi. Kutunun birinde hiç yenmemiş pizza, diğerinde lahmacun ve pide varken poşetlerde de iki üç tane dürüm vardı. Hiçbiri yenmemişti ve hepsi sadece bir iki saatlik gibiydi. Kendi için söylemediği kesindi. Anlaşılan benim için söylenmişti ama benim de durumum ortadaydı, tüm gün odadan çıkmamıştım. Ona her ne kadar sinirli olsam da bu kırık halimle yemekleri görünce bir tebessümle gülümsemeden edemedim.

Elimdeki telefonu masaya bırakarak içecek bir şeyler almak için siyah buzdolabına ilerlediğimde nasıl olduğunu anlamadan telefonun hızla fayans zemine düşmesi bir oldu. Duyduğum kırılma sesiyle de ekranın dağıldığınıysa anlamıştım. Önce aralanan şaşkın dudaklarımda olduğum yerde birkaç saniye durdum, daha sonra yapacak bir şey yok diyerek yüz üstü dönen telefonu alıp dağılan ekranını uzun uzun inceledim. Tuzla buz olmuştu ve orta tuşa basınca ekranda bir anlık yeşil şeritler beliriyordu. Gözlerimi devirdim. İki gün arayla iki telefon kırmıştım, üstelik bu telefon benim bile değildi.

Telefonu incelerken guruldayan karnım ve ağıran kasıklarım durumumu hatırlatınca kırdığım telefonu cam masaya bırakarak yapacak bir şey yok der gibi buzdolabına ilerledim.

Şimdi ona bir telefon borçluydum. Dolaptaki içecekler arasından ayranı alırken ya da değildim diye düşünerek kendi kendime omuzlarımı silktim. Sonuçta Serdar' a ben telefon al dememiştim almasaydı. İşi ne, bir daha alırdı.
Ama sonra ayranı sallayıp masaya otururken düşen yüzümle telefona baktım ve bu defa da dolan gözlerimle ben bu kadar gaddar değildim dedim. Basit bir telefon kırmaya, kırdığımda da gaddarca iğrenç bir şekilde düşünüyor olmama bile gözlerim doluyorsa Serdar' a hissettiğim öfke hiç yitmezdi. Duygularım tepetaklak olmuş, her şeye ağlamaya hazır bir hale gelmiştim. Belki dünki duygusallığım da bundandı dedim kendi kendime. O sinirimin hırçınlığımın sebebi reglim olabilir miydi acaba? Ya da o kadar üzüldüm diye mi regl olmuştum..

O telefonu düşürüp kırmıştım, tüm suç da benimdi. Her ne olursa olsun adam düşünüp bir telefon almıştı ve ben onu kırmıştım. Hele bir daha alsın da neyin nesiydi? Bu nasıl bir iğrençliktir dedim kendi kendime. Suçlu o değildi, bendim. Ne olursa olsun adaletten yana olan kişiliğim burada bile beni bırakmıyordu. Tüm suç onundu, ama telefonu kırmıştım, tüm suç benimdi.

Pizzadan bir dilim alırken dürümün kağıdını yırtarak masadaki pipetlerden birini ayrana taktım. O kadar açtım ki her birinden yiyecek, Serdar' ın görmesini ise asla umursamayacaktım.

Son mesajı yazalı tahminen on beş dakika kadar geçmişti. Ben bu sırada kasıklarımdaki ağrıyla baş etmeye çalışıp hızla bir şeyler yemiş, karnımı tuta tuta masayı toplamış ve kendimi merdivenlere doğru zor atmıştım. Salondaki koltukta uzanmak istemiyordum, orada battaniye yoktu ve ev sıcak olmasına rağmen ben çok fazla üşüyordum.

Attığım ilk adımda iç çamaşırıma akan sıvıyı hissedderken aynı anda kasıklarımdaki ağrı canlanmış, beni olduğum yere kilitlemişti.
Bir ayağım ikinci basamakta, sağ elim trabzanda sol elim kasıklarımda öylece kalakalmıştım ki çelik kapıdan gelen seslerle kaşlarımı da çattım.

Biri kapıyı açmaya çalışıyordu, üstelik gelen seslerden anladığım kadarıyla anahtarla değildi, ama bu çok da sürmedi. Ben yukarıya doğru bir adım daha attığım sırada çelik kapı birden paldır küldür açıldı.
Sağıma dönüp kimin geldiğine bakacak kadar iyi hissetmiyordum. Gelen Serdar değilse sorun yoktu, beni öldürebilirdi, memnun da olurdum. Ki şayet gelen Serdar' sa beni bu halde görmesi de kabul edeceğim bir şey değildi. Bu yüzden ağır adımlarımla, neredeyse iki büklüm bir şekilde yukarıya doğru adımladım.

Birkaç saniye arayla kasıklarıma giren sancıda başımdan aşağıya kaynar sular dökülüyor, bir yanım sıcacıkken diğer yanım buz tutuyordu. Bu halde dahi olsam ona sığınmayacak, kendimi ona mecbur hisset miyecektim. Ne olursa olsun gelen Serdar' sa bile onunla göz göze gelmemeli, ondan asla destek almamalıydım.

Salonda duyulan hareketlilikle onun şaşkın şaşkın "Hazan?" Diyen sesini işittim. Fakat ne o tarafa döndüm ne de yürümeyi bıraktım. Kendimden geçecek gibiyken kasıklarımı tuta tuta bir adım daha attığım sırada Serdar hızla yanımda bitti, daha ne olduğunu sormadan beni yavaşça kucağına aldı. Aynı anlarda kaşlarım öfkeyle çatılırken yalnızca "Ya bırak." Diye söylenebildim. Canım o kadar yanıyordu ki debelenemiyordum bile.

Bir eli sırtımda, diğeri çıplak bacaklarımın altındayken başımı son zamanlarda olduğu gibi göğsüne yaslamadım, ellerimle beni görmesin, ona bakamayayım diye yüzümü kapatarak dizlerimi kendime çekmeye çalıştım.

O zar zor çıktığım merdivenleri hızla tüketti, birkaç saniye sonra da beni yavaşça sırt üstü yatağa bıraktı. Yatağa uzanmamla ona doğru dönüp cenin pozisyonu almam bir oldu.

Kasıklarım sanki parçalanıyor, kol tüylerim de o acıyla diken diken oluyordu. Serdar fark etmiş olacak ki sağ kolumu sıvazlayarak yatağın kenarına oturdu. "Hastaneye gidelim." Derken sesi endişeden ziyade daha çok panikle doluydu.

Oysa abartılacak bir ağrı değildi, halledebilirdi dolayısıyla da bunun için asla hastaneye gitmezdim. Daha evvel gitmemiştim ve karşımdaki adam Serdar bile olsa beni bu evden imkanı yok çıkartamazdı.

Gözlerim kapalıydı. Boğuk ve titrek sesimle "Hayır." Diye mırıldanarak bir elimi kasıklarıma, diğer elimi acıyla şekillenen yüzüme götürdüm. Serdar bu defa da alnımın kenarını tuttu. "Sen üşüyor musun?" Ateşim yoktu sadece üşüyordum. "Ateşin yok." Diyerek beni doğrulayıp battaniyeyle pikeyi üzerime çekti. "Hazan hastane-" Dediği an kaşlarımı çattım ve daha öfkeli bir tonda "Abartmayı kes!" Diye tısladım.

İyiydim. Yani gerçekten daha kötüleri de olmuştu ve her biriyle tek başıma baş edebilmiştim. Üstelik şimdi onun bende olması itiraz edemediğim, yok sayamadığım bir şekilde güzel hissettiriyordu ve sanki her şey daha kolay geliyordu.
Serdar' a olan sinirim onu kendimden itmeme sebepti.

Aslına bakarsak regl psikolojisiyle yanlış kararlar veririm diye çok korkuyordum. Şefkate olan açlığım, özellikle Serdar' a olan ihtiyacımın beni kendine çekmemesini istiyordum. Her ne olursa olsun ondan uzak durmalı ve ruh halim düzelene kadar soğukluğumu sürdürmeliydim.

Eli battaniyenin üstünden belime giderken nefesini sıkıntıyla verdi "Ağrı kesici?" Akciğerlerimde sorun olduğu için regl dönemimde ilaç kullanamıyordum. Zaten sorun ciğerlerim olmasa da ilaç kullandığım gibi reglim kesiliyordu bunu da istemiyordum. Kısaca, her halükarda reglken ağrı kesici alamıyordum.

"Kullanamıyorum." Dememle bu defa da afallayıp "Neden?" Dedi. Onu göremiyordum ama ses tonundan beni ne kadar merak ettiğini ve endişesini anlayabiliyordum. "Ya sana ne!" Diye yükselerek yavaşça, ağır ağır diğer tarafıma döndüm. En azından biraz olsun ısınmıştım ve muhtemelen gelirken bana ped de almıştı.

Kendimi daha rahat hissederken yanımda oluşunu es geçemiyordum. Ondan utanırken bu içimi de yumuşatıyordu.
"Yavrum lütfen. Bak yapma şunu, ne haldesin görmüyor musun?" Ne halde olduğum onu ilgilendirmiyordu. Sancı benim sancımdı, adet benim adetimdi. Boynuma dolanıp yüzüme bulaşan saçlarımı bunalmış bir şekilde arkaya doğru attırırken aklıma bir an ona verdiğim toka geldi.

"Sana verdiğim toka duruyorsa getirir misin valizde toka yok çok bunaldım." Diyerek onu duymamazlıktan geldim. Ki çok da mühim bir şey değildi söylediği.
Bir şey demeden oturduğu yerde hafif kımıldandı.

Bir şeyler yaptıktan sonra da mırıldandı. "Toplamamı ister misin?" Başımı itirazla iki yana salladım. "I ııh."
Tepkimle siyah lastik tokamı yastığın hemen yanına, baş ucuma koydu. Halâ ona bakamayışım bakmak istemediğimden değildi. Ben sadece onunla göz göze gelirsek içimdeki buzların erimesinden korkuyordum. Zira burnuma dolan erkeksi kokusundan dahi etkileniyorken göz göze gelmek, tenine dokunmak, bana dokunması sanırım bana kafayı yedirtirdi.

Durmadım. Ne sorularım, ne sorunlarım ne de isteklerim asla bitmiyordu. Bacaklarımı iyice kendime çekerek yatakta onun gözüyle ufacık kaldım. Yüzüm hafif kızarmış, çıplak kollarım ve bacaklarımla battaniyenin altında kalmıştım. Çorap olan ayaklarımı ısınmak için birbirine sürterken mırıltı gibi çıkan sesimle utana sıkıla "Ped aldın mı?" Dedim.

Sakince "Aldım." Diyerek battaniyenin üstünden omzumu tuttu. "Sen bir şeyler yedin mi?" Kadifemsi kalın sesi olabildiğinca yumuşaktı. Aslında, o kalım sesten nasıl böyle bir sese geçiş yapıyordu doğrusu merak ediyordum. Her an, hemen herkese, hattâ ara ara bana dahil kısmadığı sesini böyle zamanlarsa öyle bir yumuşatıyordu ki etkilenmemek elimde değildi.

Sakinliğimi gözlerimi açmadan korudum. "Getirsene."  O koca adamın akşamın bu vakti ped için açık market aradığını ve aldığını düşünüyordum da.. Acaba o mu almıştı da demeden edemiyordum. Ki eğer öyleyse, yani pedimi Serdar aldıysa buna bir miktar tebessüm ederdim.
"Yavrum yedin mi bir şeyler?" Diyerek sorusunu yeniledi. Öylece beni izlerken ısrarından vaz geçecek gibi değildi ama ben de bu sancılarla susacak değildim. Benimle bu kadar ilgilenmek de onun hakkı değildi. Onca olandan sonra reglimden yararlanıp beni yumuşatmasına müsaade etmeyecektim. Şu an ilgi istiyordum evet, ama Hande' siz ve beni daha iyi anlayan bir adamdan...

Aklıma o kadın gelince kaşlarımı daha da çattım. "Serdar getir şunu." Her yer batacaktı işte. Anlamıyordu, kendimi berbat hissediyordum.

Benim sinirli sesimin aksine sakince "Yavrum getireceğim tamam." Diyerek kolumu sıvazlaya başladı. "Kalkacak halin yok zaten, dur biraz." Daha fazla duramazdım. Daha fazla durursam her yer kan olacaktı ve ben bu halimle bir de onu temizlemekle  uğraşamazdım. "Bir şeyler ye." Diye devam etmesiyle "Yedim." Diyerek kasıklarımı ovmaya başladım. Sancı gelip gelip gidiyordu. "Getir artık şunu lütfen. Daha fazla böyle duramam."

"İki büklümsün nasıl ayağa kalkacaksın? Uzan biraz, geçsin." Başımı itirazla iki yana salladım. Neden her dediğime itiraz ediyordu. Kadın olmaktan anlıyormuş gibi sürekli konuşuyordu. Sancıyla baş etmek isterken tutmadığım bir hüzünle başımı eğip "Anlamıyorsun." Dedim. Anlamıyordu, artık kendimden midem bulanıyordu, sadece temizlenmek istiyordum.
"Anlıyorum." Diyerek daha da yaklaştı. Sonra yastıkta dağılan saçlarımı sevmeye başladı. "Olmaz bir şey. Olursa da ben temizlerim yapma şunu."

Yüzümü bu düşünceyle dahi buruşturdum. Mümkün değildi buna izin vermezdim. Asla öyle bir şey olmazdı ama bu söylediklerinden de etkilenmedim diyemezdim.

Zamanında hiç de iğrenmeden beni kusturan adamdı Serdar. Şimdi de adet kanımın çarşafa bulaşmasını dert etme diyordu. Sözlerine inanmak elbette mümkündü, fakat bu kusmak kadar etik değildi. Yine de kabul, bana bu kadar değer vermesi kalbimi yumuşatıyordu. Birden yeni ergenliğe girip ilk adetini yaşayan kızlara dönüyordum. Sanırım bu yüzdendi, masum masum "Üşüyorum." Deyişim.

Saçlarımı sevmeyi yalnızca bir kelimemle, yavaş yavaş bıraktı. Avucu önce alnıma gitti, daha sonra normal bir şey soruyormuş gibi "Ateşin yok. Adet oldun diye mi üşüyorsun?" Dedi. Sanırım ondandı. Çünkü geçen ay da regl zamanımda böyle olmuştum ve biraz da kansızlığım vardı. Kendime sarılırken bunlarla bir ilgisinin olacağını düşünüp "Sanırım." Diyerek onu geçiştirdim. Onunla daha fazla reglim hakkında konuşmak istemiyordum.

"Anladım." Diyerek önce yavaşça yataktan kalktı, daha sonra odadan çıktı. Çok kısa bir süre sonraysa odaya geri döndüğünde onu tam göremiyordum ama başımda dikilişiyle varlığını hissediyor, üzerime örttüğü kalın gri battaniyeyle de ne getirdiğini anlayabiliyordum. Omuzlarıma kadar çektiği battaniyeyle "Çorap var mı ayaklarında?" Diyerek cevabımı beklemeden battaniyeleri tek tek kaldırdı ve ayaklarımı ortaya çıkarttı. İnce ve kısa bir çift çorap giymiştim ama yetmiyordu, ayaklarım hala soğuktu.

Ayaklarımı avuçlarına alarak üşüyüp üşümediğime baktı ama ben onun ellerinde ısınan ayaklarımla üşüdüğümü daha net anladım. Bana böyle dokunmasına sesimi çıkartmıyordum çünkü buna ihtiyacım vardı. Serdar yokken mümkün değil ısınamamıştım ve kendimi yalnız hissettiğimden çok daha üzgündüm. Ama şimdi nereden bulduğunu anlamadığım çorapları giydirerek battaniyeleri tek tek kapattığında daha iyiydim. Zira süslü cümlelere gerek yoktu, yalnızca o çorap giydirişine bile göz doldururdum şu an..

"Geliyorum şimdi." Deyip odadan yine çıktı. Isınmak iyi hissettiriyordu. Aslında sadece ısınmak mı yoksa Serdar' ın varlığı mıydı bilmiyorum ama kendimi ciddi anlamda daha rahat hissediyordum. Şöyle ki en azından üzerinde yattığım sıcak bir yatağa sahiptim. Ona her ne kadar sinirlensem de Serdar' a olan sevgim en ufak bir ilgisine mağlup oluyordu.

İstemiyor gibi görünsem de benimle ilgilenişini, akşamın bu vaktinde bana ped bulmasını ve her neredeyse eve bu kadar erken gelmesini göz ardı edemiyordum. Bana verdiği değer kalbime ulaşıyordu. Ne olursa olsun adet kanımın bulaşacağı çarşafı iğrenmeden değişecek olması... Bilmiyorum, bazı değerleri gözümde ağlayarak izleyecek kadar masumlaştırıyordu.

Birkaç dakika sonra uyuşan kolumla diğer tarafa dönmüştüm ki elindeki iki sıcak su torbası ve büyük bir poşetle yeniden odaya girdi. Ped olduğunu düşündüğüm beyaz poşeti kapının arkasına bırakarak yüzüme doğru düzgün bakmadan ayaklarıma yöneldi. Ayaklarıma bıraktığı sıcak su torbasına itiraz etmedim, buna ihtiyacım vardı ve onu en azından bugün belli bir yere kadar geri çevirmeyecektim. Çünkü ne yazık ki Serdar' dan başka kimsem yoktu.

İkinci su torbasını sanırım kasıklarım için hazırlamıştı. Bunun için bana bakıp battaniyenin ucunu tuttuğumda gözlerimi ondan kaçırarak yerdeki koca poşete odaklandım. Onun hepsinde ped mi vardı? Eğer öyleyse orada en az koca on paket ped duruyordu.

Serdar' la göz göze gelmemeliydim. Özellikle kasıklarımdaki ağrıyla bir miktar ona muhtaçken. Açtığı battaniyeyle sıcak suyu kasıklarıma bırakarak yeniden yatağın kenarına oturdu.

"Ne zaman adet oldun?" Pekala, şimdi onunla aynı yerdeyken, göz göze gelebilme ihtimalim bir göz açmaya bakarken bu soruyla karşı karşıya kalmak çok da güzel hissettirmiyordu. Bu yüzden gözlerimi uyuklar gibi kapatarak varla yok arası bir "Bugün." Dedim. İlk günümde kanamam az, sancım çok oluyordu. Umarım o günlerden birini yaşıyorumdur.

Aynı sakinlikle fakat biraz da kızar gibi "Niye bana demek için bu saate kadar bekledin?" Deyince omuzlarımı silkerek sessiz kaldım. "Verdiğin telefonu düşürdüm, mutfakta." Reglim hakkında konuşmak istemiyordum.

"Gördüm." Diyerek tek eliyle yüzümü kavradı. Baş parmağıyla da göz altımı, uzun siyah kirpiklerimi sevdi. Bu temasla kalbim hızlanırken yutkunma isteğimi zorla bastırdım. Ondan etkileniyordum, bana sunduğu şefkate aptal gibi yeniliyordum, yenilmemeliydim. Yüzümü izlerken devam etti. "Daha iyi misin yavrum?"
Ilımlı bir sesle "Hıhı." Derken kirliklerim titredi, gözlerim bir çift koyu kahveye açılmak için direndi.

"Ağrı kesici istemediğine emin misin?" Öyle bir soluyordu ki, sanırsın avucunun içine dünyayı sığdırdı...

İçemezdim, bilmiyordu. Nedenini bilse eminim zorlamazdı ama bunu ona anlatamazdım. O kadar uzun bir iletişimde bulunmak istemiyordum. "Hıhı." Diyerek onu bir kez daha onayladım. Hissettiğim sıcakla mayışmış ve rahatlamaya başlamıştım. Üstelik yüzümdeki şefkatli el... Her an silah tutan, demirlerle oynayıp insan eti sıkan el bu defa yüzümdeydi. Hem de onların aksine yumuşacıktı. Ben, derin bir nefesle kendime geldim. O ele bugünden beri ihtiyacım varmış meğer...

"Peki hastaneye gitmek istemediğine?" Diye devam edince beni yumuşattığını fark ederek kaşlarımı çattım. "Uzatma."
İstemiyordum. Beni dün o savaşa iten adamı bugün bu kadar yakınımda istemiyordum. Ona sinirlenişime takılmadı bile. Yüzümden saçlarıma kadar her yerimi seven adam bu defa da "Çay istiyor musun?" Dedi. "Bitki çayı falan? Ben anlamam böyle şeylerden ama istersen-" Birden "İstemiyorum." Deyip sözünü kestim. Zaten bende anlamıyordum öyle şeylerden. Ihlamur içerdim, o da grip olunca.

"Tatlı istiyor musun?" Diye diretince battaniyenin altından çıkarttığım elimle yüzümdeki eli hızla geri ittirdim. "Yapma şunu." Gözlerimi dahi açmıyordum ama kaşlarım hep çatıktı. Yüzümü iyice battaniyeye kapattım. "Bu defa seninle uğraşacak halim yok, canım acıyor." Canım gerçekten yanıyordu ve Serdar sürekli olarak kalbimi karıştırıyordu. Onunla yeniden kavga yapamazdım o enerjim yoktu. Tek istediğim beni yalnız bırakmasıydı.

"Yavrum..." diyerek sustu. Eminim o da ne diyeceğini, bizi nasıl toplarlayacağını bilemiyordu. "Odadan çıkar mısın?" Diyerek eğdiğim başımla yumuşatıcı kokan polar battaniyeyi burnuma kadar çektim.
Çaresizce "Hazan." Dedi bu defa da. Yapma der gibi, söyleyeceğim çok şey var da şimdi değil der gibi... Lakin o sustukça, bir de üstüne durdukça ben daha da sinirlendim ve tek nefesle tükürür gibi "Çık." Dedim.

Artık istemiyordum. Yardım etti, şimdi kalbimi karıştırıyordu. Oturduğu yerde tam olarak da bana karşı gelemiyordu. "Yapma. Bak-" dese bile dinlemek istemiyordum ki. Onu kendi içimde tam olarak aklamadan asla dinleyecektim.

Kasıklarıma bir sancı daha girerken battaniyeyi indirerek başımı sabahki gibi yastığa gömdüm. "Seni istemiyorum, kötüyüm diye bunu kullanma." Belki de beni bu şekilde yumuşatmaya çalışıyordu. Muhtemelen durum oydu ama istemiyordum. Canım çok yanıyordu, yardım etti ama tamam. Onu bu kadar kolay affedemezdim. Kendi içimde affetmeden buğday boyu kadar yol gidemezdik.

Sözlerime karşı "Kullanmak mı?" Dediği an kaşlarını çatıldığına emindim. Aynı şaşkınlık ve öfkeyle sesini asla yükseltmeden devam etti. "Sen ciddi misin! Canın yanıyor diye kafayı yiyorum burada, eve nasıl geldiğimi anlamadım! Ne yapabilirim diye düşünmekten aklımı oynatacağım hala ne diyorsun? Saçmalamayı bırak artık." Ne kadar doğruydu bilmiyorum sonuçta regldim ve benim düşüncelerim de gayet olur bir nedendi. Yine de geldiğimiz bu hâl. içimi acıtıyor, beni ağlama isteğine itiyordu.

"Yeniden başlamak istemiyorum." Diyerek olduğum yerde daha da bütünleştim. Karnım daha şiddetli ağırmaya başlamıştı ve bu durum istemeden de olsa yüzüme yansıyordu. "Çık artık."
Derin bir nefes aldı. Duydum, hissettim ve aynı nefesle kendi yarama tütün bastım. Sarsın diye, yaksın da yarama derman olsun diye. Bakmadım, yavaşça gidişime göz açmadım ama çıkmadan evvel iç çekip sakince "Ne kadar kaçarsan kaç bir sözün kadar, bir bakışın kadar uzağındayım." deyişine yürek bıraktım.

                           
                                       💎

Bu defa bir kasık ağrısıyla uyanmamıştım. Serdar' ın da istediği gibi epey dinlemiştim ve bu yüzden de aklıma gelen başıma gelmişti. Başta gri şortum olmak üzere bembeyaz çarşaf adet kanımla buluşmuş, dolayısıyla her yer mahvolmuştu.
Tamam, belki hiç ağrım kalmamıştı ama Serdar' dan sonra o sancılarla ayağa kalkamayıp uyuyakaldığım için yatak iğrenç bir şekile kana bulaşmıştı.

Gün hala aymamış, odamdaki ışık hala yanar vaziyetteydi. Zaman kavramından uzak bir halde yavaşça yataktan kalktıktan sonra kapının arkasında duran koca poşetteki pedlere ilerledim. Tahmin ettiğim gibi, burada sayarken karıştıracağım kadar çok ped vardı. Paketlerden birini yırtıp içlerinden bir iki tane alarak kapı kulpunu tuttum. Çarşafı sonra bir şekilde hallederdim, önce Serdar' ın odasındaki valizimden çamaşırlarımı almalıydım. Tabi alabilirsem.

Ses çıkmasın diye kapıyı yavaşça açtıktan sonra dışarıya bir adım atmıştım ki başımı eğdiğim yerde Serdar' ı gördüm. Kapımın önündeki duvara yaslanmış, kucağında bağladığı kollarıyla başını duvara dayamış uyuyordu.

Bir bacağını kendine kırmış öyle salaş ve rahatsız duruyordu ki kıyamadım. Yanından öyle çekip gitmek aklımın ucundan dahi geçmezken karanlık holde elimdeki iki pedle "Serdar." Diye mırıldanarak dizlerimin üstüne çöktüm. Adını söylediğim an gözlerini açıp bana baktı.
Arkasındaki duvara tutunup tam önüne eğildiğimde kıpırdamadan beni izliyordu "Tutulacaksın niye burada uyudun?"

Çattığı kaşlarıyla "Ağrın mı var?" Diyerek kıpırdamadan gözlerime baktı. Onunla sanki çok uzun zamam sonra göz göze geliyorduk ve bu beni tahminimin aksine hüzünlendiriyordu. Ona bu kadar yakınken, aramızda bir karışlık mesafe varken aynı zamanda bu kadar uzak olmak berbattı.

"Hayır geçti iyiyim." Diyerek başımı iki yana salladım. Ona kırgın dahi değildim, burada yatışını görünce de içim cız etmişti. Görünen o ki benim için yatağına bile gitmemişti. Duvara tutunduğum elimdeki pedleri iyice avuçlayarak sakin yüzünü buruk bir ifadeyle izlemeye devam ettim. "Sadece duş almam gerekiyor. Kalk hadi sende, yatağına git uyu, durma burada." Geceden mi, yoksa andan mı bilmiyorum ama sanki evde başkaları da vardı da onlar uyanmasın diye neredeyse fısıltıyla konuşuyorduk. 

Bu defa "Neyi nasıl istiyorsan öyle yap." Derken beni duymamazlıktan gelen oydu. "Banyoda havlu var, ama şampuanların diğer banyoda."

Koyu kahve gözlerine bakmayı kesmeden başımı usulca iki yana salladım. "Saçlarımı yıkamayacağım." En azından derdim şu anlık sadece bedenimdi. Bu şekilde oturuyor olmak bile beni rahatsız ediyordu ama başka şansım yoktu onunla konuşmam lazımdı.

Başıyla ve durgun bakışıyla beni onaylayınca yavaşça ayaklandım. "Hadi." Derken de tutup kalkması için Serdar' a elimi uzattım. Gerçi tutup kalkmaya çalışırsa büyük ihtimal üzerine düşerdim ama bunun ne demek olduğunu o da biliyordu.

Ona bir nevi barış eli uzatıyordum ama bu sabit bir dildi. Tamamen barıştık değildi, sana değer veriyorum demekti. Bu yüzden benim aksime beni ikiletmeden yavaşça ayaklandı.

O kalkınca çarşafı görmesin diye odanın kapısını çekerek sessizce "Odandan kıyafetlerimi almam lazım." Dedim. Böyle sessiz sessiz konuşmayı sevmiştim. Bana bakmadı. "Tamam." Diyerek odasına ilerlerken "Bekle sen." Diye de ekledi. Bu şekilde tek bir adım bile atamıyordum zaten. Arkamı da görmemesi lazımdı, mecbur bekleyecektim.

Holün ışığını yakarak getirdiği valizi yavaşça önüme koyduktan sonra fermuarlarını ve kapağını açıp doğruldu. O sırada belki gider de onu göremem diye yeniden "Serdar." Dedim.
Bir de yeni bir çarşaf..

"Çarşafı diyorsan ben hallederim." Diyerek yüzünü sıvazladı. Yeni uyanmış bir hali yoktu ama acayip keyifsiz duruyordu. Sanki bu sabahki yüzüm şimdi ondaydı da rolleri değiştirmiştik.

"Tamam sağol." Diyerek başımı sallayıp tayt, kilot ve badi için için valize eğildim. "Buraya bir yere bırakırsın ben hallederim."
En azından neyin ne olduğunu biliyordu da ben söylemeye çalışırken utanmıyordum. Gerçi bugün utanma çıtamı aşalı çok oluyordu.
Serdar öylesine bir mırıltıyla "Olur." Deyip çaprazda farklı bir odaya girerken ben de çamaşırlarımı alarak arkamdaki banyoya ilerledim.

Ona en son git deyişim mi, yoksa genel olarak yaşadıklarımız mı bu şekilde dokunuyordu bilmiyordum ama bu son hali hiç hoşuma gitmemişti. Sabahtan beri yüzüne bakmadığım adam resmen bu defa benim yüzüme bakmamış, benden kaçmıştı. Bilmediğim bir şey mi vardı, yoksa benim peşimde koşuşturmaktan mı yorulmuştu bilmiyorum ama sütyenimi çıkartırken aklımda sadece şu son hali vardı.

Kıyamıyordum, çok seviyordum. O koca adamı kapı kenarlarında iki büklüm görmeyi kaldıramıyordum. Yüzüm düşerken sıcak suyun altında neredeyse ağlayacak gibiydim.
Belki de bir şey yoktu, istediğim gibi benden uzak durmaya çalışıyordu. Fakat şunu da fark ettim ki onun benden uzak durması bizim tamamen bitişimiz demekmiş ve bu elimde olmadan canımı sıkmıştı. Bir an onun gözlerinde vazgeçiş görmekten korkuyordum sanırım. Belki de korkmuyordum. Belki de onu öyle yerde uyurken görünce içim gitmişti sadece. Soğuk durması da çok sorun değildi. Bana sıcak bir yatak sunan adamın öyle iki büklüm kapımda uyuması içimi ezmişti..

Ne olursa olsun ona kıyamadığımı bugün daha da fark etti. Öyle ki hiç düşünmeden, sinirimi ve acımı zerre düşünmeden yanına eğildim, onunla güzel konuştum, gözlerine baktım ve itiraf etmeliyim ki bir an boynuna sarılmak, kokusunu içime çekmek ve onun koynunda uyumak istedim.

Regl olduğum için şişen ve hasaslaşan göğüslerimi biraz daha iyi hissetmek için okşarken derin bir nefes aldım. Bu düşüncelerle sabahı edemezdim. Banyodan ayrılamaz, işin içimden çıkamazdım. Bu yüzden her şeyi akışına bırakmaya karar vererek on beş dakika içinde üzerimi de giyip banyodan çıktım.

Serdar görünürde yoktu, ışıklar yanıyordu ve odasının kapısı ilk defa kapalıydı. O kapalı odanın kapısıyla her ne kadar farklı hissetsem de yanına gitmeyi asla düşünmedim. Daha vaktimiz vardı, bizim ayrı kalmamız ve böylece toparlamamız gereken bir kaç günümüz daha vardı. Ben o günlerde kendimle yüzleşmeliydim, ona haykırdıklarıma kendi içimde bir cevap bulmalıydım. Kalbimde babamı silemesem de onun yaptıklarından utanmamayı ağlaya ağlaya öğrenmeliydim. Hande'yi ondan dinlemeliydim ve en önemlisi de, başarabilirsem Serdar' a kendi içimde artık yepyeni bir dönem açmalıydım.

Her şeyin bilindiği, her şeyin daha da bilineceği, gizlinin saklının kalmadığı bir dönem... Bu yüzden onun odasına değil, geldiğimden beri uyuduğum odaya yöneldim.

Kapı kulpunu tutup odadan içeriye girdiğim an ayaklarım yerle bütünleşti ve olduğum yerde kalakaldım. Valizimi odaya koymuştu. İçim ilk burada yandı. İkincisiyse, çarşafı değişilmiş temiz ve düzenli yatakta...

                                        💎

Bölüm sonu✌ 7200 kelime
Bölüm neden kısa, yb ne zaman gibi sorulardan artık kaçıyorum. Hatta ne yazık ki görmezden geliyorum. Bölüm ne zaman gelirse o zaman...🤦‍♀️ Alıntıyı instada @anonim.yazarr adlı hesapta bu gece paylaşacağım.

Olvasás folytatása

You'll Also Like

2.6K 145 8
Ben Arsu. İsmim su gibi berrak anlamına gelse de çoğu zaman bataklıkta kalmış Arsu. Ne zaman o bataklıktan kurtuldum desem kendine yeni bir bataklık...
4.8K 270 22
Delikanlı mahçupca yaşlı adama defalarca teşekkür etti. "Saol amcacım çok güzel bir hediye bu." Kapıların açılmasıyla adam ineceğe yere gelmişti. Son...
SARRAF Tuğba. által

General Fiction

333K 3.9K 10
Ama bilmelisin; Sarraf tüm değerli taşları satar, bir tek Yakut'u kendine saklar. × Yıllar sonra terk ettiği aile evine geri dönen istihbarat mensubu...
141K 641 7