Cockeye's Song | Taekook

Od suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... Viac

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

07.11.2020

4.3K 627 333
Od suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

07.11.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Dünkü mektubumdan sonra bir süre yazamam sanıyordum ama bugün yine kendimi masa başında buldum, anlatacağım şeyin zorluğuna göre değişiyor sanırım kendimi toparlayabilmem. Ya da hatırlamak isteyip istemememe göre...

Bugün anlatacaklarım, hatırlamak istediğim, daha doğrusu istesem de unutamadığım kısımda. Sen de anlayacaksın zaten okumaya başlayınca.

Lafı uzatmayacağım o yüzden. Doğrudan gireceğim konuya.

Ertesi sabah gözlerimi açtığımda kafam allak bullaktı. Başım delicesine ağrıyordu, üzerimden kamyon geçmiş gibiydi adeta. Her yanım tutulmuştu. Ayrıca kendimi bok gibi hissediyordum.

Doğrulup gözlerimi ovdum, güneş ışığı dilim dilim içeri düşüyor, etrafı aydınlatıyordu.

Hâlâ Sejun'un dövme salonundaydım.

Akşamı hatırlayamıyordum. Dövmemi yaptığını, hap aldığımızı, onu öptüğümü hatırlıyordum ama gerisi yoktu. Uyuya mı kalmıştım? Ya da yanlış bir şey yapmış olabilir miydim? Giyinik olmama başka bir açıklama getiremiyordum çünkü.

Koltuktan inip iyice gerindim. Tezgahtaki musluğu açıp yüzüme su çarptıktan sonra duyduğum anahtar sesiyle birlikte girişe döndüm.

Sejun, elindeki poşetlerle içeri girdi. Beni gördüğünde kaşları havalandı, yüzüne bir gülümseme yerleşti. "Uyanmışsın, daha çok uyursun sanıyordum."

"Uyandım," dedim, sesim çatallıydı. Boğazımı temizledim. "Uyandım uyanmasına da... Neden buradayım?"

Neden giyiniğim, diye soracaktım aslında ama o an bunu sormak tuhaf gelmişti.

"Haplardan ikisini de sana vermişim fark etmeden," diyerek güldü. "Bayağı uçtu kafan. Devam edemedik o yüzden."

"Neden?" Dedim, kafam güzel olsa bile bu durmam için bir sebep değildi. Bir şey olmuş olmalıydı.

Aldığı sandviçlerden birini bana uzatırken derin bir nefes aldı. "Ağlamaya başladığın için."

Beynimden vurulmuşa döndüm. Hasiktir, dedim. Siktir, siktir, siktir..

Zihnim bunu söylemesini bekliyormuş gibi bir anda önceki geceye kaydı, gözlerimi kapadım, gözkapaklarım beyaz perde işlevini gördü. Ağlayışım, ve Sejun'u sen sanmış olmam tüm bedenimi ürpertti. Tüylerim diken diken oldu.

Bana uzattığı sandviçe bakakaldım öyle. Sen bir zehirdin, Taehyung. Öyle güçlü bir zehirdin ki hem de, beni birden değil yavaş yavaş öldürüyordun. Ayık olduğumda aklımda değilmişsin gibi aklım gidikken bile sendeydi aslında. Her şey, herkes sendin. Seni arıyordum, sürekli. Deliler gibi. Çünkü panzehirin de sen olduğunun farkındaydım.

Bağımlılıktın.

Abartı veya mecaz bir anlamda söylemiyorum bunu. Senin benim için uyuşturucu ya da alkol bağımlılığından hiçbir farkın yoktu. Senden, sen düşüncesinden kaçmak için uğraştıkça kendimi yine sende buluyordum. Üstelik sen burada bile değildin. Yoktun.

"Jungkook-.." Sejun suratımın halini görünce bana doğru bir adım attı.

"Dur," dedim.

Hatırladıkça kendimi berbat hissediyordum. Senden, sana karşı olan bitmek bilmeyen duygularımdan öylesine nefret ediyordum ki... Yokluğunda azalması gerekirken artan özlemimden, içimi yakıp kavuran, sol göğsüme demir atmış; beni daha da dibe çekip duran bu illetten öylesine nefret ediyordum ki...

Hapların ikisinin de bana geçtiğini o ana dek bilmiyordum bu arada, ama o halimin tek açıklaması buydu zaten.

"Adını söylemedin." Dedi birden. "Hakkında konuşmadın. Sadece nasıl hissettiğini söyledin. Bunda yanlış bir şey yok, Jungkook."

Yüzümü buruşturdum, tükürürcesine konuştum sonra. "Çocuk gibi ağladım."

Dudaklarını birbirine bastırdı. Dün akşamki o arsız ifade, yerini daha şefkatli bir bakışa bırakmıştı. Kim bilir ne kadar acımıştı bana...

"Bakma şöyle bana." Diye terslendim birden. Tüm dengem şaşmıştı.

"Sana acımadığımı duymak istiyorsun." Dedi, gerçekten de insanları okumada söylediği kadar iyiydi.

"Bana acıyabileceğin bir şey yok," dedim sertçe. Kavga etmek istemiyordum aslında ama üzerime gelirse saldırmaktan hiç çekinmezdim. Zaten çok sinirliydim kendime.

"Var demedim. Ama sen öyle düşünüyorsun."

"Düşünmüyorum!" Sesim birden yükseldi. Çıldıracak gibiydim.

"Kendini kandırma Jungkook." Dedi, o da birden diklenmişti ama onunki o kendine has, özgüvenli türden diklenmelerdendi. Sakince konuşuyordu. "Bu hayatta ilk terk edilen kişi sen değilsin."

"Siktiğimin çenesini kapat," Ellerimi istemsizce sıktığımı fark ettim. "Bir bok bilmeden de konuşma."

"Neden? Kendine davrandığın gibi davranıyorum ben de sana. Sen kendi sorunlarına böyle davranmaya devam ettikçe başkalarından onları hor görmemesini bekleyemezsin. Ağlaman sorun değildi ama bu tavrın sorun işte."

"İnan nutuk havamda değilim." Burnumdan soluyordum. "Hem de hiç."

Ellerimi saçlarımdan geçirdikten sonra kapıya doğru ilerledim. Hava almam gerekiyordu.

"Görüşürüz, Jungkook." Dedi, sanki hiç tartışmamışız gibi.

Cevaplamadım, ceketimi kaptığım gibi kendimi dışarı attım.

O gün hiçbir şey yapmadım. Ayılana dek yürüdüm. Kendimi kelimenin tam anlamıyla bok gibi hissetmenin yanı sıra, kabul etmesem bile üzgündüm de. Yokluğun bile engeldi. Sejun'la güzel bir kahvaltı edebilir, iyi bir ruh haliyle yanından ayrılabilirdim. Fakat sayende hem onun hem de kendimin canını çok fena sıkmıştım.

Eve döndüğümde hava kararmak üzereydi. Açlıktan midem ağrıyordu, şükür ki Jimin evdeydi.

"Ne bu suratının hali?" Diye sordu ben masaya oturur oturmaz. "Yok bir şey." Dedim.

"Bu oldukça var bir şey'di bence."

"Jimin, gelme üstüme gözünü seveyim." Yakınırcasına söylendiğimde duraksadı. Yüzümü tutup boynumu, dudaklarımı iyice inceledi.

"Hiç sevişmiş birine benzemiyor halin. Mosmor gelirsin sanıyordum, Gevşemiş olursun falan... Tanrı gibi herifle geçirdin sonuçta geceyi. Ama ne morluk var ne gevşeme, iyice gerilmiş gibisin."

Kendimi elinden kurtardım. "Yaşamadık hiçbir şey."

"Ne demek yaşamadık?" Şaşkınlıkla  sorduktan sonra sandalye çekip yanıma oturdu. "Sakın bana yapamadım deme."

Dirseklerimi masaya yaslayıp yüzümü avuçlarıma gömdüm. Yüzümü ovup ellerimi saçlarımdan geçirmekten yorulmuştum bugün.

"Yapamadım." Dedim. "Daha doğrusu yapardım da... Olmadı işte."

"Açık konuşur musun, Jungkook?" Dedi, ses tonunda endişe vardı. "Nasıl olmadı? Kaç zaman geçti, artık bunun ciddi anlamda bir problem olduğunu göremiyor musun?"

Jimin'e uyuşturucudan bahsedemezdim. Bunun yerine biraz daha masumlaştırarak anlatmaya karar verdim.

"Çok içtim." Dedim. "Feci derecede."

"İyi halt ettin." İç çekti. "Sonra?"

"Kafam tamamen gidince onu..." Ofladım. "Onu şey sandım..."

"Ney?"

"Şey işte."

Anlamıyorsun belki ama adını o kadar uzun zamandır sesli bir şekilde dile getirmemiştim ki, benim için bir tabu haline gelmişti bir nevi.

Jimin, neyden bahsettiğimi anlayınca şokla açıldı ağzı. "Taehyung mu? Dalga mı geçiyorsun?"

Başımla onayladım. Buna artık cidden tahammülünün kalmadığını belli eder bir tavırla elini alnına çarptı.

"Ağladım baya." Dedim, sesli dile getirmek en kötüsüydü. "Saçma sapan yalvarmışım işte. Sikeyim, ne diye anlattırıyorsun bana bunu?"

"Ne yaptığını kulağın da bir duysun diye!" Dedi öfkeyle. "Jungkook, yetti artık. Senin de bir hayatın var. Geçmişi geçmişte bırakmayı öğrenmen lazım."

"Elimde mi sanıyorsun?" Dedim ben de, yorgun bir halde. "İstemiyor muyum ben onu unutmayı?"

"Hayır." Gayet netti. "İstemiyorsun, hem de hiç."

"Saçmalamayı kes, Jimin." Dedim, tüm iştahım kapanmıştı. Açlığımı da uyuyarak bastırabilirdim.

"Psikologla görüşmen lazım senin."

"Abartma!"

"Abartmıyorum!"

Birbirimize kocaman açılmış gözlerle bakıyorduk. "Bunu seninle tartışmayacağım Jimin. Beni sakın anlattığıma pişman etme."

"Bal gibi de tartışacaksın," odama gitmek üzere döndüğüm esnada kolumu tuttu. "Ne zaman anlayacaksın bunun bittiğini? Bitti gitti! Unut artık!"

"İsteyerek mi yapıyorum sanıyorsun?" Diye bağırdım ben de. "Kafam yerinde değildi diyorum, eğer sen benim yerimde olsaydın adını bile hatırlayamazdın! Nasıl kontrol edecektim kendimi?"

O anda fark ettim Jimin'in açısından bakıldığında kızmakta haklı olduğunu, sadece içkiyle bu hale geldiğimi düşünüyordu o.

Bu yine de beni sakinleştirmedi.

"Jungkook sen bir haltlar mı çeviriyorsun? Ne kadar sarhoş oldun da o hale geldin?" Diye sordu, bana doğru bir adım atarken. İyice dibime girip burnunu çekti. "İçki de kokmuyorsun, benden bir şey saklıyorsun sen."

"Saçmalama." Kapana kısılmış gibi hissettiğimde öfkem yenilenirdi. Beni yakalamasına izin veremezdim, mümkün değildi.

"Ne saçmalama?" Geri çekildi. "Eğer uy-..."

"Saçmalama dedim, Jimin." Öyle bastıra bastıra ve sert bir tonla söylemiştim ki bunu, bağırmamdan daha etkili gelmişti muhtemelen.

"Konuşmak istemiyorum daha fazla." Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmışçasına çarparken çıktım mutfak kısmından, odama girip kapıyı kilitledim. Malları sakladığım çekmeceyi boşalttım. Jimin'in aklına bir fikir bir kez girdi mi arkasını bırakmazdı. Hepsini çantaya doldurdum, bazamın altını açıp çantayı ıvır zıvırın altına ittim.

Ardından kendimi yatağa bıraktım. Bu kadar agresif olmamın sebebini biliyordum, haksız sayıldığımın da farkındaydım ama umurumda değildi. Kendimi kötü hissediyordum ve bundan kaçmaktan yorulmuştum.

Hem aç hem yorgun olduğum için hemen daldım uykuya. 

İlginç bir geceydi aslında. Arada sırada açlığımdan uyanmış, tekrar yatmıştım. Kendimi anlamlandıramadığım bir seviyede huzursuz hissediyordum.

Ertesi sabah nedenini anladım.

Sabahın ilk ışıkları penceremden içeri dilim dilim düşerken yeniden uyanmış, bu kez kendimi doğrulup yataktan çıkarken bulmuştum. Dışarıda hiç ses seda yoktu, sadece ben, güneşin kara gökyüzünü dağıtmaya başlayan altın rengi yumuşak dalgaları, ve kuş cıvıltıları.

Odamın camını açıp pervazına oturdum. Bir sigara yaktım, saçma sapan uyuduğum için gözlerim kan çanağına dönmüştü. Yorgun hissediyordum.

Sigarayı dudaklarıma sabitlediğim sırada aklımdan geçen düşünceye güldüm, belki de Jimin haklıydı. Hakikaten bir psikologla görüşmem gerekiyordu. Çünkü bu aptal sigara bile seni hatırlatıyordu bana, beni terk ettiğin gece titreyen ellerinin arasında yerini almış o sikik dalı düşünüyordum istemeden. 

Demiştim ya, bir seneden fazladır hiç hakkında konuşmamıştım sesli olarak. En azından ayıkken yani. Adını almamıştım ağzıma. İçimde sürekli senin olduğunu kimse bilmeyecekti sözde. Fakat gördüğün gibi, olmuyordu. Sığmıyordun bana, Taehyung. Taşıyordun gözlerimden, dudaklarımdan, nefesimden ve kalbimden. Saklayamıyordum artık seni.

"Sikeyim seni." dedim sesli olarak, sigaramdan uzunca bir nefes çektim. Adını söylemeye yine varmamıştı dilim. Sikeyim seni, Taehyung diyememiştim.

Biten izmariti camdan aşağı attıktan sonra güneş tamamen doğana kadar oturdum pervazda. Ardından midem bana yeniden kendini hatırlatınca mecburen ayaklandım. Kahvaltılık bir şeyler atıştırdım.

O esnada aklıma annem geldi. Doğum günümden sonraki gün ona gitmeyi planlamıştım, dün gidemediğim için bugün gitmem gerekiyordu. Haftalar, belki de aylar olmuştu onu görmeyeli.

Kendime kızdım. Dünya üzerindeki en değerli varlığımdı annem benim, evden ayrılmadan önce onu arkamda bırakmak istemediğim için ağlayıp duruyordum. Şimdiyse tam anlamıyla hayırsız bir şerefsizin yapacağı gibi, haftalarca aramıyor, ziyaret etmiyordum onu.

Bunun da bir sebebi vardı aslında. Beni tanırsın sen, üzüldüğüm şeylerden ne kadar kaçmak istediğimi de bilirsin. Görmezden gelmeye öyle meyilliyim ki endişelerimi, onları kapsayan her şeye yokmuş muamelesi yaparım hep.

Bunun yanlış olduğunu biliyorum. Hep biliyordum.

Ama bazen, insan bazı şeyleri değiştiremiyor işte. Ben de bunu bir türlü değiştiremiyordum. Kaçmak, ben ne yaşarsam yaşayayım, kaç yaşıma gelirsem geleyim bir türlü bırakamadığım bir saklanma yöntemiydi benim için. Annemden de bunun için kaçıyordum. Suçluluk duyuyordum çünkü onu orada o adamla bıraktığım için, geçiştirip durursam, daha az umursamaya çalışırsam onun yaşadıkları azalacakmış gibi hissediyordum bir şekilde.

Karnımın guruldaması geçtikten sonra doğrudan duş aldım. Annemin yanına ne zaman gidecek olsam sanki hasta ziyaretine gidiyormuşum gibi bir his olurdu içimde. Çok sevdiğiniz biri ağır bir hastalığa yakalandığında ona moral olsun diye en iyi halinizle gidersiniz onu görmeye. Duş alır, temiz kıyafetler giyer, saçlarınızı yaparsınız. Hazırlanırsınız yani. Sizi karşılayacak olan enkazı azıcık da olsa süslemek istersiniz. Çünkü bilirsiniz ki o enkaza biraz daha toz toprak götürmek onu sadece daha kötü bir hale getirir. Bu yüzden öyle görünmek, hazırlanmak, güzel taraf olmak istemeseniz bile, buna mecbursunuzdur. Gerçekten kötü bir durumda olan birine boktan sebepler yüzünden ben de kötüyüm diye ağlayamazsınız çünkü. Özellikle onu canınızdan çok seviyorsanız.

Bunu o zamanlar hiç kabullenmedim, iğrenç bir düşünce gibi geldi bana hep. Annem hasta falan değildi benim. Nasıl böyle acırcasına bir tavır takınırdım ona karşı?

Ama şimdi düşününce, bu hissin annemle olan ilişkimi tamamen ve dosdoğru bir şekilde açıkladığını fark ediyorum. Annem o evde hastaydı. Hem de çok hasta. Hastalığının sebebiyle yaşamak zorundaydı çünkü. Bense kendimi o hastalıklı yerden kurtarmış, kendime yeni bir hayat kurmuştum. O yüzden geldiğim yere dönmenin bana böyle hissettirmesi normaldi aslında. Bir şeyiniz yoksa bile hastaneye gidince hasta hissetmek kadar normal hem de.

Fakat dedim ya, Taehyung. Ben bunu kabul etmedim. İstemedim. Anneme acıdığım gerçeğiyle yüzleşmek benim için çok zordu.

Sonunda tamamen hazırlanıp evden çıktım. Bir iki tane düz gömleğim vardı sadece, onları da bir tek annemi görmeye giderken giyiniyordum.

Bizim muhite giden otobüse bindim, kırk dakika kadar sürüyordu neredeyse. Epey uzaktık birbirimizden.

Yol boyunca içimdeki o huzursuzluk iyice büyüdü. Jimin'i aramak istedim, keşke onu da uyandırsaydım diye düşündüm hatta. Benimle gelirdi, zaten annemi çok seviyordu.

Tabii iş işten geçmişti, otobüsten inip gecekondu mahallelerinin olduğu bölgeye doğru yürümeye başladım. Sonunda evin önüne geldiğimde saçma bir heyecanla düzelttim üstümü.

Derin bir nefes alıp kapıyı çaldım, bir dakika kadar kimse açmadı. Bir daha çaldım. Annem bu saatlerde hep uyanık olurdu, ve ayakkabıları da kapının önündeydi. Bir yere gitmiş olamazdı.

İçimdeki endişe büyürken yutkundum, bu kez zili çaldım. "Anne?" Diye seslendim.

Bir dakika kadar daha hiç ses gelmedi. Zaten annem konusunda çok hassas olduğum için anında kalbim dört nala çıktı, göğüs kafesimde tutamayacakmışım gibiydi.

Sonra kilidin çevrildiğini duydum, ağırdı bu hareket.

"Kim o?"

Annemin sesini duymamla birlikte dizlerimin bağı çözüldü. Utanmasam yere çökerdim.

"Benim, anne." Dedim. Yine bir sessizlik karşıladı beni, ama kapı açılmadı.

"Anne? Açsana kapıyı." Az önceki rahatlama yerini gerginliğe bıraktı. Yüzümdeki gülümsemenin donduğunun farkındaydım.

"Jungkook... Müsait değilim." Dedi yorgun bir ses tonuyla. Kaşlarım çatıldı.

Bunu ilk defa yaşıyordum. Annem ilk kez reddediyordu beni, imkansızdı bu. Bunca zaman sonra onu görmeye gelmişken hele, mümkünatı yoktu.

"Anne aç şu kapıyı." Sesim biraz yükseldi, sinirlerime hakim olmaya çalışıyordum ama öyle zordu ki. Başım dönüyordu korkudan. Yine cevap gelmedi.

"Anne, aç şunu!" Kapıya sertçe vurdum. Ne saklıyordu benden?

"Açmazsan kapıyı kırarım." dedim, kırardım da. Deli gücü var sende, derdi hep bana. Daha önce yapmadığım şey değildi.

Bunun üzerine kilidin bir kez daha döndüğünü duydum, ardından da kapı açıldı.

Yıllar geçti, Taehyung. Ama hâlâ ne zaman annemi düşünsem o an geliyor aklıma, en ufak bir ayrıntısını bile unutamadım. Dün görmüşüm kadar canlı o hali zihnimde.

Annemin daha önce dayak yediğini görmüştüm, defalarca hem de. Zaten onu kurtarmak isterken yemiştim ilk dayağımı da, o yüzden kaşının gözünün yara bere içinde olması benim için yeni değildi. Her seferinde ilk kez görmüşüm gibi üzülürdüm, canımdan can giderdi ama şaşırmazdım.

İlk kez şaşırdım.

Hem de o kadar şaşırdım ki elim şokla açılan ağzımın üzerine kapandı. Saniyesinde gözlerime yaşlar oturdu, yutkunamadım bile. 

"Anne?" Diye fısıldadığımda boğazımdaki düğüm yüzünden ne dediğimi anlayamamıştım bile. 

Yüzü tanınamayacak gibiydi. Sol gözü öylesine şiş ve mordu ki tamamen kapanmıştı, kaşında üç tane dikiş izi vardı. Yanağı, hatta olduğu gibi tüm yüzü şişmişti. Dudağının kenarı patlaktı, sağ gözüne tamamen kan oturmuştu. Gerginlikle boynunu ovduğu elinin tırnakları kırıktı.

Gözlerimi sıkıca kapamamla birlikte gözyaşlarım yanaklarıma indi. Ellerim, dizlerim, tüm vücudum titriyordu. Bedenimden tüm kan çekilmiş gibiydim. 

En büyük kâbusum canlı bir şekilde karşımdaydı.

Kendimi toparlamaya çalıştım. Olası değildi ama denedim en azından. Hızlanan nefeslerime aldırmadan yüzümü ovdum. "Anne." Dedim, ağladığımın farkında bile değildim. Ağlamamak işten değildi zaten.

"Ne oldu sana?"

Annem yüzüme baktı. Gözünü bile kırpmadı, annem gibi değildi sanki o anda. 

Kendimden nefret etmek için her geçen gün artan sebeplerime bir yenisi daha eklenmişti. Annemin yanında olamamaktı o da.

"Anne ne oldu sana?" Diye tekrarladım sesimi biraz daha yükselterek. Ağlayışım güçlendi, yanaklarım kurumadan tekrar tekrar yaşlarla yıkanıyordu. 

Annemin karşısında ağlamaktan çekinmezdim, ama bu kez susmak istiyordum. Ağlamaya hakkım yoktu sanki.

Yine cevaplamadı. Omuzlarından tutup silktim onu. "Cevap versene!"

Birden dünyaya dönmüş gibi kendine geldi. Gözlerindeki o boş bakış kayboldu.

"Jungkook," dedi, orada olduğumu yeni fark etmiş gibi. "Beni böyle görmeni istemiyorum."

"Anne sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Arkamdaki kapıyı iterek kapatırken bağırdım. "Nerede o orospu çocuğu, iflahını sikeceğim onun." Yanıtlamadı. "Nerede diyorum!"

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda annem beni tuttu, kendine çekti. Sıkıca sarıldı. Burada ona destek olması gereken benken o yine, yine ve yine kanatları altına almıştı beni. Kırık olmaları umurunda bile değildi.

O kadar sesli ağlıyordum ki tüm komşuların duyduğuna emindim bunu. Onları da sikeyim, diye düşündüm. Annem bunları yaşarken bir kişi bile gelip yardım etmediği için hepsini sikeyim.

Ondan uzaklaştım, bana sarıldığı sürece susmam mümkün değildi çünkü. Annem avucunu yanağıma yasladı, bunu çok yapardı bana. Ben de alışkanlık olarak yanağımı geri yaslayıp gözlerimi kapardım. Sen de çok yaptın bunu, Taehyung. En sevdiğin şeydi benim o savunmasız halim.

Yine aynısı yaşandı. Gözyaşlarımı sildi.

"Nerede olduğunun bir önemi yok." Diye mırıldandı sessizce. "Cehennemin dibine kadar yolu var."

Yutkunup gözlerimi açtım. Yanağımdaki elini tuttum. "Neden?" Diye sordum sessizce, inatla ağlamayı kesmeye çalışıyordum. "Neden yaptı bunu?"

"Konuşmak istemiyorum, Jungkook."

Bir çocuk gibi sızlandım o an, dudaklarımın arasından öfke dolu bir inleme döküldü. Utanmasam tepinecektim olduğum yerde.

"Jungkook." Diye uyardı annem beni kendime gelmem için. "Gerçekten istemiyorum."

O an tişörtünün açılan kolundan bileğindeki morluğu gördüm. Sıkıca bir el iziydi.

Aklıma tek bir ihtimal geldi ve bu ihtimal gözümü kararttı, ne zaman çok streslensem olduğu gibi kusmak istedim.

"Anne," dedim sakin kalmaya çalışarak. Gözlerim bir saniyeliğine karardı. "Sana... sana zorla dokunuyor mu?"

Bunu söylememle birlikte ani bir iç çekti, bakışlarını benden kaçırdı. Dünya ayaklarımın altından kayıyor gibi hissettim.

Her şey olabilirdi. Her şeyi beklerdim o adamdan, ama nedense bunu hiç düşünmemiştim. Belki daha önce hiç fiziksel şiddetten ilerisini uyguladığını görmediğim içindi, belki de anlamak için fazla küçüktüm.

"Yalvarırım," dedi annem birden telaşla, ellerimi tuttu. "Yalvarırım git buradan. Öyle bir şey değil, oğlum. Sadece nedenini söylemek istemiyorum-..."

"Yalan söylemeyi kes, anne." Dedim, sesim beklediğimden sert çıkmıştı. Oysa içimde hayatımda hiç karşılaşmadığım büyüklükte bir fırtına kopuyordu. Nefes boruma çelikten bir el sarılmış, sıkabildiği kadar sıkıyormuş gibiydi. Göğüs kafesim kilitlenmişti. Ellerim o kadar uyuşmuştu ki parmak uçlarımı bile hissetmiyordum.

Beni kandıramayacağını anlayınca ağlamaya başladı. Hiçbir şey söylemedi, ses de çıkarmadı. Sessiz sessiz ağladı, annem alışıktı benim sessiz ağlamalara. Daha önce ağladığını birkaç kere görmüştüm sadece, ama hep çok ağladığını söylerdi. Benim de bu kadar çekinmeden ağlamamın sebebi de oydu zaten.

Ona sarılmak istedim ama olduğum yere mıhlanmış gibiydim, ve sarılırsak öncekinden bile kötü bir şekilde ağlayacağımı bildiğimden ötürü bunu yapmadım. Onun yerine doğruca yatak odasına ilerledim.

"Jungkook, nereye? Jungkook!" Annemin çabucak gözyaşlarını sildiğini gördüm göz ucuyla, burnunu çekip peşimden geldi.

Eski gardıropun üzerindeki yırtıklarla dolu valizi alıp açtım. Bu evde kalmasına izin veremezdim, imkanı yoktu. Başka bir çaresini bulana kadar yanımdan asla ayıramazdım onu. Jimin de anlardı beni.

Askıdaki kıyafetleri valize tıkmaya başladığımda annem önüme geçti, ellerini göğsüme dayayarak beni durdurmaya çalıştı. "Yapma, Jungkook. Yapma şunu!"

"Ne demek yapma?" Diye bağırdım, annemin yanında küfretmekten hiç hoşlanmazdım normalde ama o an çenemi tutmak düşüneceğim son şeydi. "Seni o sikik puştla bırakacağımı düşünmüyorsun, değil mi?"

"Gelemem seninle." Diye ayak diredi. "Senin de başına bela olur!"

"Sikerim belasını." Dedim açık açık. "Çocuk değilim artık ben, hiçbir halt yapamaz bana."

"Öldürür bizi." Diye fısıldadı. Yapardı, biliyordum.

"Ondan önce ben onu öldürmezsem." Dedim, çok da ciddiydim.

"Saçmalama!" Dedi, ciddi olduğumu dibine kadar biliyordu.

"Benimle geleceksin anne, istediğin kadar itiraz et. Çekil şimdi." İnatla önümde durmaya devam edince onun üzerinden uzanıp doldurdum eşyalarını.

Pijama ve çamaşır çekmecesini de boşalttıktan sonra valizi kapadım. Yarısından fazlası boş kalmıştı zaten, pek eşyası yoktu.

Konuşmadı, ne söylerse söylesin fikrimden dönmeyeceğimi biliyordu çünkü.

"Evini bulacak." Dedi sessizce ben valizi kapatırken. Yatağın ucuna çökmüştü.

"Bulsun." Dedim, yeniden küfretmemek için çok zor tutmuştum kendimi. Çok ama çok kötü bir küfür edecektim çünkü az daha, ve annemin rahatsız olduğunun farkındaydım.

"Jimin'i de tehlikeye atmış olmuyor musun?" Dedi, kollarını küçük bir çocuk gibi kendi etrafına sarmıştı.

"Jimin de ben de kazık kadar adamlarız." Valizi kapatıp ayağa kalktım. Göğsüm sıkışıp duruyordu. Nasıl aşacaktım ben bu gerçeği? Nasıl uyuyacaktım geceleri?

"Siz kendinizi öyle sanıyorsunuz." Diye söylendi, cevaplamadım. "Kalk hadi." Dedim bunun yerine. "Gidiyoruz."

Kalktı, yüzünü kapatan bir şapka, bir de maske takışını izlerken zorlukla yutkundum. Bunu böyle bırakmayacaktım, annem biraz sakinleşsin, o zaman gösterecektim gününü o orospu çocuğuna.

Evden çıktık, neredeyse tek kelime bile etmeden yürüdük otobüs durağına. Jimin'e kısa bir mesaj attım beklerken.

Kime: Jimin

Annemi aldım, eve geliyorum. Çok kötü durumda, gördüğünde çok tepki vermemeye çalış. Sonra anlatırım.

Otobüse bindik, hâlâ şokta olduğum için boş bir his vardı içimde. Henüz idrak edememiştim yaşanılanları.

Jimin'den cevap geldi.

Kimden: Jimin

Siktir, ciddi misin? Evi toplayayım bari. Odana da bir el atayım ister misin? 

Kime: Jimin

Çok iyi olur, teşekkür ederim. 

Mesajı gönderdikten sonra birkaç dakika öylece bakıştım ekranla. Sorgulamamıştı bile, anneme de kendi annesinden farksız davranacağına çok emindim. Zaten ağlamaya yer aradığım için gözlerim doldu yeniden, ne yaptığımı bile fark etmeden bir mesaj daha yazdım.

Kime: Jimin

Seni seviyorum, Jimin. İyi ki varsın.

Benim aksime o hiç beklemedi. Saniyeler içinde geldi cevap.

Kimden: Jimin

Ben de seni çok seviyorum, Jungkook. Sen de iyi ki varsın. Ne zaman ihtiyacın olursa hep yanında olacağımı sakın unutma.

Sadece bir mesajdı, üç cümlelik kısa bir mesaj; beni yol boyunca kafam cama yaslı bir şekilde ağlatan. 

Hepsi buydu.


Sevgiler, Jungkook.



Pokračovať v čítaní

You'll Also Like

2.9K 421 15
Kim Taehyung yazardı. Son zamanlarda hiç ilham gelmemesi üzerine bir kitapçıya gidip bir manga almıştı. O mangayı okur okumaz rüyalarına girmeye başl...
1.7K 203 17
Lilith'in çocuklarından biri olan Taehyung başlattığı isyandan sonra cezalandırılmak için insanların arasına gönderilir. çoğu zaman text çok nadir...
239K 22.3K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
616K 68K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir