12.07.2020

10.2K 978 480
                                    

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

12.07.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832


Taehyung,

Az önce ellerim titreye titreye teslim ettim mektubu gardiyanlardan birine, ne zaman eline ulaşır hiçbir fikrim yok. Şimdiyse bunu düşünmemek için yazmaya devam ediyorum, bu mektubu ne zaman bitirirsem, tarihini de o zaman atacağım.

Hikayemize başlamadan önce şunu söylemek istiyorum. Ben seni, senin beni tanıdığından daha uzun bir süredir tanıyorum.

Tam olarak bu noktadan başlayacağım anlatmaya, hatırlayabildiğim kadarıyla. Gerçi hiçbir şeyi unutamıyorum konu sen olunca...

2008 yılının sonbaharında tanıştık biz seninle, Ekim'de, fakat benim seni ilk görüşüm, Ocak ayına dayanıyordu.

16 Ocak.

Biricik babamdan tarif edilemez bir dayak yediğim için geceyi sokakta geçirdiğim günlerden biriydi, her zamanki babamdı işte. İçki parası çıkmadığı için beni dövmüştü, kendinde bile değildi. Kaşım dudağım patlamış, sol gözüm mosmor olmuş bir şekilde yürüyordum etrafta. Ayağımın dibindeki taşı da kendimle beraber sürüklüyordum ellerim ceplerimde bir şekilde. Yalnızlığıma ortak etmiştim onu da.

Her seferinde okula geç kalan ben, o gece bir bankta sabahlamak yerine yürümeye kadar verdiğim için, sabah altıda kendimi okul kapısının önünde bulmuştum.

Dersler sabah dokuzda başlıyordu, boş boş oturacak üç saatim vardı elimde. Gökyüzü henüz aydınlanmamış, gün doğmamıştı bile. Kışın ortasında olduğumuz için karanlık, soğuk ve keskindi hava. Bense üzerimde incecik ceketim, soğuktan ötürü hissedemediğim kızarmış ellerimle güvenliğe yakalanmamak için duvardan atlayarak kantin kapısından okula girdim. Sıcak değildi, ama dışarıdaki kadar soğuk hiç değildi.

Basamakları ağır ağır tırmanıp sınıfıma çıktım, okulda bir tek benim adım seslerim, bir de tüm okulca çok sevdiğimiz Mırmır'ın uyurken çıkarttığı minik hırıltılar vardı. Onun için bile başlamamıştı gün.

Sınıfa geçip sırama oturdum, üçüncü sırada, cam kenarındaydım.

Gün içerisinde dersi dinleyemeyecek gibi olduğum zamanlarda hep dışarıyı izlerdim zaten.

Yine aynısını yaparken caddenin karşısındaki üç katlı, ve orta katı tamamen camekan olan dans akademisinin ışıkları açıldı.

Gün içerisinde onları izlediğimiz için perdelerin çektirildiği olurdu bazen, ama insanın elinde olan bir şey değildi ki. Dans büyüleyici bir şeydi. Vücut diliyle duyguları böylesine aktarabilmek inanılmaz geliyordu bana.

Fakat hiç bu kadar erken saatte açıldığını görmemiştim, genelde saat dokuzda, biz derse girdiğimizde orta yaşlı, oldukça dinamik görünümlü olan sahibi -Bay Lee'ydi sanırım- gelir açardı akademiyi. Sonra da bir grup öğrencisiyle prova yaparlardı.

Bu yüzden istemsizce yayıldığım sıramdan uzaklaşıp dikleştim, izlemeye başladım.

Başta arkan dönüktü, müziği ayarlıyordun. İnce bir silüetin, üzerine iki beden büyük bol bir tişörtün, rengi solmuş geniş bir eşofmanın vardı.

Cockeye's Song | TaekookTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon