Jeon Jungkook
Seul Merkez Hapishanesi
Uiwang, Gyeonggi Province
Güney Kore
05.11.2020
Kim Taehyung
Kim Dans Akademisi
Dokseodang-ro, 45-gil
Seul, ST 1832
Taehyung,
Uzun zaman oldu, farkındayım. İki hafta kadar. Bir şeyler olduğundan değil, sadece yazasım gelmediğinden ötürü yazmadım.
Bu iki haftada pek bir şey olmadı. Klasik. Jimin de gelemedi zaten, ama sorun değil. Meşgul olduğunu biliyorum çünkü.
Koğuşta her şey aynı. İki kişi beraat oldu, ama yerlerini yeni iki kişi doldurdu tabii. Herkes kendi halinde, günler birbirini tekrarlayıp duruyor.
Bense sonunda buraya, kaldığım yere geri döndüm. Kendimi şu sıralar ilginç bir şekilde çok yorgun hissediyorum, o yüzden bu mektubun nasıl gideceğini pek kestiremiyorum. Umarım çok dağıtmadan toparlayabilirim.
Kaldığım yerden devam edecek olursam eğer, her şey Jimin'i eve bıraktıktan sonra başladı.
O gece ilginç bir geceydi. Bir önceki mektupta da belirttiğim gibi Sejun'la aramda mantıksız bir tansiyon vardı. Bunun seksüel anlamda olduğunu anlamıştım, ve bana tuhaf gelen kısmı da oydu. Senden sonra kimseyle bir şey yaşamamıştım ki ben. Tek gecelik bile.
Jimin'i yatağına yatırıp ayakkabılarını çıkardım. Mışıl mışıl uyuyordu zaten. Uyanırsa diye çabucak bir not yazıp komodinine bıraktım.
Sejun'layım, sabaha gelmiş olurum. Endişelenme.
Hemen ardından odama uğradım ve pantolonumun arka cebine küçük bir paket attım. Sadece iki tane hap vardı içinde.
Sonra da kapıyı çekip çıktım, aşağı indim. Arabaya binmemle birlikte Sejun gazı kökledi zaten.
Stüdyoya gelmemiz tahmin ettiğimden daha kısa sürdü. Okula yakın sayılırdı yeri.
Stüdyonun olduğu binanın giriş katında bir bar vardı, üst katlarındaysa farklı farklı dükkan tabelaları vardı. Sejun'unki barın tam üstünde kalıyordu.
Apartmanın arka kapısından içeri girip merdivenleri tırmanmaya başladık. Gümbür gümbür müzik sesi vardı.
"Bu seste çalışabiliyor musun?" Diye sordum, cebinden anahtarını çıkarıp siyah, irice olan kapıya takarken hafifçe güldü. "Alıştım artık. Bu sesler olmadan çalışamıyorum asıl."
Anladığımı belirtircesine başımla onayladım. O da kilidi açıp içeri girdi, ışıklar otomatik olarak açıldı.
Stüdyosu güzeldi ve tam olarak onu yansıtıyordu. Her şeyiyle.
Duvarlar koyu griydi, camlar perdesizdi ve sokağın ışıkları içeriye yansıyordu. Siyah dövme koltuğu stüdyonun tam ortasındaydı. Birkaç saksı ve bitki vardı. Duvarlardaki grup posterleri, yapıştırdığı dövme tasarımlarının arasında kaybolmuştu. Tezgahta dövme malzemeleri, bir laptop, eldivenler ve adını bilmediğim birkaç şey vardı. Girişte de kocaman bir Picasso tablosu asılıydı.
"Geçsene." diyerek beni nazikçe yönlendirdiğinde dediğini yaptım. Benimle birlikte dövme koltuğuna yanaşırken saate baktı.
"Yirmi yedi dakikamız daha var. Küçük bir şey yapabilirim. Aklında herhangi bir fikir var mı?"
YOU ARE READING
Cockeye's Song | Taekook
FanfictionBu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hikayemizi anlatacağım. En başından. Hatırladığım tüm detaylarıyla, en önemli kısımlarıyla. Yaşadıklarımızı bir de benim, o çaresiz ve belalı ç...