VERA İLE VAHA

By kariabenam

7M 336K 154K

"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar... More

Giriş
1: "Yeni Yaşam"
2: "Günışığı Yanarken"
3: "Sarsıntı"
4: "Kavga"
5: "Beni Rahat Bırak"
6: "Hata"
7: "Sorgu"
8: "Müzik, Ses ve Dans"
9: "Yorgunluk"
10: "Karanlık"
11:"Geri Çevirmek"
12: "Asansör"
13: "Yakınlık"
14: "Gecenin Pençesi"
15: "Uzaklaşma"
16: "Plaj"
17: "Uğursuz Gece"
18: "Aidiyet"
19: "Telefondaki Adam"
20: "Karanlığa Açılan Zaman"
21: "Gök Gürültüsü"
22: "Umutsuz Bir Kaçış"
23: "Geçmişin Keskin Ucu"
24: "Geçmişin Kör Ucu"
25: "Film Gecesi"
26: "Bir İlk Daha"
27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"
28: "Teslimiyet'"
29: "Karmakarışık"
30: "Uyarı"
31: "Hediye"
32: "Doğum Günü"
33: "Yüzleşme"
34: "Yarım Gerçek"
35: "Dönüm Noktası"
36: "Kırık Dökük Ev, Hatıralar"
37: "Kopan İlk Fırtına"
38: "Yılların Sürgünü"
39: "Yenilikler"
40: "Kamp"
41: "Gerçeğin Öteki Yansıması"
42: "Yaraların Tortusu"
43: "Bocalamak"
44: "Tene Dökülen Ruh"
45: "Varlığın Başlangıcı"
46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"
47: "Fazla Mutluluk Acı Getirir"
48: "Ayrılığın İnce Toprağı"
49: "Istırabın Hafızası"
50: "Keder Gibi Kader"
51: "Beyaz Sayfa"
52: "İntikam"
53: "Yakamoz"
54: "Kazanılanlar ve Kaybedilenler"
55: "Soluk Dün, Parlak Yarın"
56: "Kırlangıçdönümü"
"Geçmiş"
58: "Final"
Özel Bölüm

57: "Işıkların Altında"

99.1K 4.2K 1.5K
By kariabenam

Bir dahaki bölüm ara bölüm olacak. Yani finalden önce Vera ile Vaha'nın beş sene önceki hallerini okuyacağız. Merak edenler için de Özgür ve Eylül'ün tanışma hikâyesini bırakacağım. Sonrası zaten final.

Bolca yorum yapmayı ve vote vermeyi unutmayın.

Sevgim üzerinize olsun. ❤️

+18 sahneler var.

Instagram: nn.okuyucu

Karakterlerin parodi hesapları;
Atalay; latalaybaysall
Eylül; leylulakbulutll

Bölümde bahsedilen yer:

57. Bölüm: “Işıkların Altında”

2 ay sonra;

Çok fazla kitap okudum. Çok fazla insanın hayatına sızan, kenardan onları izleyen bir hayalet oldum. Sayfaların arasına sinen acı bazen kaçınılmazdı ancak bazen de mutluluk diğer bir sayfada, herhangi bir paragrafın arasından yüreğime uzanırdı. Yasını tutup ruhumu hala daha kanatan arkadaşlarım da oldu, mutluluğuna ortak olup hayatımın akışında sürekli yüz göz olmak zorunda kaldığım kaderin kara pençesinden beni kurtaran arkadaşlarım da.

Şimdiyse kendi mutluluğuma şahit oluyordum. Değişen insanların arasında, değişen yaşam koşullarında ve değişen hayatın içerisinde aynı kalan güzellikleri buluyorsanız, sizin geceniz bile aydınlıktır.

Vaha hep ışık saçıyordu. Onunla uyurken kabus değil, rüya görüyordum. Sesini işittiğimde kötü bir ninniyi fısıldayan sesler susuyordu. Sessi öylesine berraktı ki kaybolan geçmişimi avuçlarıma koyan umut gibiydi. Vaha tepeden tırnağa aşktı.

Sabahın erken saatlerinin hükmünü sürdüğü bir vakitte rüzgar şehrin üzerinde geziniyordu. Ay gökyüzünde hala belli belirsiz vardı. Masanın üzerindeki bardağa uzandım ve buharı yüzüme değen kahvemden bir yudum aldım. “Damat aşağıda seni bekliyor, hazırlanmış,” dedi içeriye giren genç bir kız. Yandan da olsa görebiliyordum. “Biraz gergin gibi,” dedi önümdeki masaya uzandı. Askılı bluzunun üzerine kalın, krem rengi bir hırka giyinmişti aralarını maviye boyadığı açık kumral saçları ara boydu.

Saçları maşalanan Melis, “Çok heyecanlıyım abla,” dedi.

Dönüp ona yüreğimden çıkan bir sevgiyle gülümsedim. “Ben de öyle.”

Son haftanın koşuşturmacasının verdiği yorgunluğa bir de birkaç saatlik uyku eklenince müthiş bir halsizlik çöktü üzerime. Elimle ağzımı kapayıp esnedim. Nikah saati erkendi çünkü Vaha’yla benim öğlen üçte İspanya’ya uçağımız vardı. Masadaki dijital saat 06: 47’yi gösteriyordu.

İki katlı bu yer fazlasıyla lüks bir mekandı. Alt katın kokteyl alanı olduğunu söylemişti dün bize alanı gösteren takım elbiseli bir görevli. Üst kattaysa gelin, damat odası vardı ve benim şu anda olduğum oda, normal büyüklükteki bir evin dört odasının birleşimiydi. Arkamda ne amaçla konulduğunu anlamadığım, çift kişilik yataklıktan daha büyük bir yatak vardı ve iki yanındaki beyaz komodinin üzerindeki beyaz vazolarda zambaklar vardı. Yerdeki halından avizeye kadar tüm eşyalar beyaz renkteydi. Hemen sağ tarafıma, duvar yerine pencere koymayı tercih etmişlerdi.

Arkamdaki erkek kuaför saçımı kestiği için kafamı hareket ettirmek istesem de  ettiremedim. Beş yıl sonra ilk kez saçlarımı kestiriyordum. Tabi kırıklardan kurtulmak için uçlarından kestirdiğimi varsaymazsam. Aynı pozisyonda kalmaktan boynum tutulmuştu ama sonuç mükemmeldi. “Lazer kesim bu sene moda,” dedi adam aynadan bana bakıp kocaman gülümseyerek. Bir yandan da saçlarıma dokunuyordu. Kafamı sağa sola çevirip artık omuzlarıma değen saçlarıma baktım.

“Çok güzel olmuş,” dedim sağ tarafıma dönüp bir de o açıdan bakarken. “Değil mi Melis?” 

“Evet, çok yakıştı,” derken kafasını yarım açıyla döndürebildi.

Aynadan adama baktım. “Ellerinize sağlık.”

“Rica ederim,” diyip derin bir nefes verdi. “O zaman Elif makyajını yaparken ben de saçlarına başlayayım artık.” Başımı olumlu anlamda sallarken masamın üzerinde beklemekten soğuyan kahvemi hızlıca, tek yudumda bitirdim. Neredeyse burnumdan çıkacağı için burnum sızladı.

“İstediğin bir saç modeli var mı?” Aynadan saçlarıma bakıp dudak büzdüm. Sonra gözlerimi adamın gözlerine kaldırdım.

“Abartı olmasın,” derken kısa saçla nasıl bir abartı olabilir diye düşünmeden edemedim. “Dalgalı olabilir. Makyajım da aynı şekilde, şeftali tonlarında bir şeyler olsun. Takma kirpik istemiyorum,” diye başlamadan önce pazarlığa giriştim çünkü bazı makyözler, önünde oturan kişiyi diledikleri gibi boyayabilecekleri bir tablo olarak görebiliyordu.

“Tamamdır,” dedi kadın beni dikkatle dinledikten sonra. Gözlerinde masmavi lensin olduğunu o an fark edebildim. Elinin üzerinde de soluk renkli bir gül dövmesi vardı. Sırtımı yumuşak sandalyenin arkasına yaslayıp yeni bir boyun ağrısı atağının girmesini bekledim. Nitekim makyajın ortasındayken boynum yeniden ağrımaya başladı.

Ama tüm bu tatlı eziyet bittiğinde aynadaki aksim bu ağrıya değdiğini gösteriyordu. Kuaför kız kafamın ardına ayna tutarak saçımın arkasını gösterdi. Önlerden aldığı tutamları arkadaki bir orta noktada birleştirdiği yerde küçük, zarif, beyaz bir çiçek vardı. Yüzümdeki makyaj da çok hafif, şeftali rengi tonundaydı ancak o kadar doğal duruyordu ki, göze çarpan hiçbir kusur yoktu. “Gördüğüm en güzel gelinlerden biri oldun,” dedi kuaför olan. Adının Elif olduğunu hatırladığım makyöz de onu tasdikleyecek birkaç söz söyledi.

“Abla,” dedi Melis ağzı açık. Onun saçı bitmiş, pembe, kısa elbisesini bile giyinmişti. “Çok fazla güzel oldun şimdiden.”

“Beğendin mi?” diye sordum heyecanla. Nedense onun beğenmesi beni daha fazla mutlu etti. Fikirleri ve söyledikleri benim için çok değerliydi. Kafasını olumlu anlamda salladı.

“Gelinliğini giydirmeye yardımcı olayım ben,” diye araya girdi makyöz. Saçım bozulacakmış gibi kafamı çok çevirmeden sandalyeyi itekledim ve ayağa kalktım. Genç kız, yataklığın solunda kalan gömme dolabın içindeki gelinliği çıkardı. “Siz kabinde soyunun, kabaca giyinin çıkın, ben düzeltmeleri yapacağım.”

Bir gelinliğe nazaran oldukça hafif olan gelinliğimi elime dikkatle aldım ve ikisine de teşekkür edip kabine girdim. Gelinliği bulmakta zorlandığım günü ve nihayetinde içime sineni bulduğumda nasıl mutlu olduğumu hatırladım. Göğüs ve derin bir sırt dekoltesi vardı. Gelinliğin ince askılı olmasının yanı sıra, kabarık olmaması da zarif bir hava katıyordu. Üst kısmında hoş desenli küpürler vardı ancak abartı değildi. Kendimle cebelleştiğim sırada birkaç kişinin odaya girdiğini duydum. Seslere dikkat kesilince sahiplerini bulmam zor olmadı.

Giyinmek tam bir işkenceydi, kabinden çıktığımda mide bulantımın sebep olduğu alnımdaki boncuk boncuk teri silmek için masanın üzerindeki peçeteliğe koştum. Kusmak istesem de bunun üzerinde durmamayı deneyerek bulantıyı yok saymaya çalıştım. Yaklaşık bir haftadır midem bulanmasaydı, bugünün bulantısını yorgunluğuma verebilirdim. Dört gün önce eczaneden aldığım hamilelik testini hala yapmadım. Çıkacak pozitif veya negatif sonuç için de hazır hissetmiyordum. Tatlı bir heyecan verdiği gibi apansız bir acı da veriyordu.

Melis koşup minik kollarını belime doladı. “Dünyadaki en güzel kadın oldun, canım ablam.” Saçlarını bozmaktan çekinerek sarıldım.

“Senin gibi mi?” dedim eğilip yanağını öptükten sonra. Tatlı bir tavırla kıkırdadı. Doğrulsam da kolumu ondan çekmedim. Derin bir nefes alıp Azra’ya, Güneş’e ve moralimi bir miktar düşüren Nazlı’ya, “Hoş geldiniz,” dedim.

Azra yerinde neredeyse zıplayarak, “Aman Allah’ım,” diye haykırdı. “Yerim seni kız, aşırı güzel olmuşsun. Ne yapsam, ben mi evlensem seninle?” Saçları dağınık topuzdu ve lila rengi, fiziğini ortaya seren balık model bir elbise giyinmişti. Güneş ismini yansıtmak ister gibi güzel tonda bir sarı, mini elbise giyinmişti ve uzun sarı saçlarını tepesinde kusursuz bir atkuyruğu bağlamıştı. Nazlı’ya tam olarak bakmasam da gri renk, vücudunu saran bir kıyafet giydiğini seçebiliyordum. Omuzlarının hemen altında biten koyu renk saçları açıktı.

Kahkaha atıp, “Sanırım artık çok geç,” dedim Azra’ya dönüt olarak.

Güneş de kafasını yana eğip büyülenmişçesine, “Gerçekten de tam bir peri gibisin,” diye mırıldandı.

Sıcacık bir gülümseme gönderdim. “Teşekkür ederim.” Nazlı’nın dudağı kıpırdar gibi olunca ağzını açmasına müsaade etmeden çabucak ekledim. “Gelinliği düzeltir misiniz?” diye sordum sohbeti bölmemek için kenarda bekleyen genç kıza. Erkek olan ortalarda görünmüyordu.

Hareketlenerek yanıma ulaştı ve kızların da büyük yardımıyla gelinliği tamamen giyindim, makyaj masasının yanındaki boy aynasının karşısına beni çektiler. Saçımı son kez düzelttikten sonra, başka koku sıkacaklar korkusuyla getirdiğim parfümümü neredeyse her yerime sıktı. Öksürüğümü tutmaya çalışarak, “Yeterli,” dedim.

Gümüş rengi, sade, hiçbir detayı olmayan, önü açık, bilekten bağlamalı topuklu ayakkabılarımı alıp masa ile yataklığın arasındaki mesafeyi kat ettim. Yatağın üzerine yavaşça oturdum ve giyindim. Doğrulduğum sırada Azra, “Hadi damadı çağıralım,” dedi ellerini çırparak.

Nazlı, “Ben çağırırım,” dedi stabil bir şekilde. Sesindeki tondan herhangi bir duygu okunmuyordu. O odadan çıkarken arkasından baktım.

“Aranızdaki buzları eritseniz mi artık?” Güneş rica eder gibiydi. Bir ayağının ağırlığını diğerine verdiği için yamuk duruyordu.

“Nazlı’nın değişeceğine inanmıyorum. Aramızdaki mesafeyi korumak en mantıklısı. Yaşananlardan sonra arkadaş olmamızı kimse beklemez diye düşünüyorum.” Konu Nazlı olunca sesim ister istemez sert çıktı. Toparlamak için, “Yine de iyi niyetin için teşekkür ederim,” diye ilave ettim.

Azra yanıma gelip elimi tuttu ve Güneş’in duymasından gocunmayarak, “Kimsenin ne dediğini takma bebeğim, kararlarını insanların isteklerine göre değil, mutluluğuna göre al,” dedi. Güneş göz devirerek kıpırdandı ve bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi.

Az sonra kapı tıklatıldı ve Nazlı yalnızca başını kapı aralığından içeriye soktu. “Damat geldi,” dedi beni şaşırtan büyük bir neşeyle.

Ama odaklandığım şey onun neşesi değil, kapının ardında Vaha’nın oluşuydu. Ani bir heyecan vücudumun her zerresine dalga dalga yayıldı, kalbimin artan hızı nefesimi sıklaştırdı. Azra bana göz kırptı ve Melis’i yanına alarak odadaki diğer herkesle birlikte dışarıya çıktı.

Ellerimi önümde birleştirip omuzlarımı dikleştirdim ve Vaha’nın içeriye gelişini, parlak kahve gözlerinin beni buluşunu seyrettim. Takım elbisesindeki papyon detayı ona o kadar yakışmıştı ki hem alımı insanı dehşete düşürüyor hem de olağanüstü bir sevimlilik katıyordu. Saçları özenle arkaya doğru taranmıştı ve tepeden tırnağa ufacık bir kusuru bile yoktu.

İlk önce kaşları çatıldı, sonra yüzü durgunlaştı ve tuhaf bir hüzün çöktü. Kapıyı ardından kapatışıyla bana doğru yürüyüşü arasındaki mesafede duyulan tek ses, tok ayak sesleri oldu. Önüme geldiğinde sırasıyla gözlerine baktım. Kolunu kaldırıp elinin tersiyle yanağıma dokundu fakat dokunuşu o kadar hafifti ki, sanki her an kırılıp parçalanmamdan korkuyordu. “Çok,” dedi ve bir süre duraksadı. Biri konuşma yetisini almış gibi devamını getirmeye kendini zorladı. “Çok güzelsin.” Saçlarıma baktı. “Saçların da yok yakışmış sana.”

Kokusu diğer günlerde olduğundan daha yoğundu. “Sen de çok yakışıklı olmuşsun,” dedim gülümseyerek ama o gülümsemiyordu. Derin bakışlarının arkasındaki imgeleri çözmek çok zordu ama insanı heyecanlandırıyordu. Elini yanağımdan indirdi ve belime koyarak beni kendine çekti.

Diğer elini de çıplak sırtıma koyup bana sarıldı. Yüzünü boyun girintime soktuğunda kokusu ve sıcaklığı beni gevşetti ve kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu hissettim. Kollarımı boynuna dolayıp eğilmesini fırsat bilerek yanağımı yumuşacık saçlarına koydum. Duygular aramızdan titrekçe ve hızla geçip geliyordu. Tüketilmiş yılların acısını beş dakikalık sarılışımızda yok ettik. Bu anımız çok özeldi, bizimdi.

Ben kollarımı indirmeme rağmen Vaha hala aynı pozisyonda duruyordu ve kıpırdamaya da niyeti yok gibiydi. “Vaha?” dedim kaşlarımı çatarak. “Sanırım artık çekime gitmemiz gerek.” Sesim bana bile boğuk geliyordu. Yine tepki yoktu. “Nikah başlamadan çekimler tamamlanmalı.”

Boynumdaki yüzünü iki elimin arasına aldım ancak bana karşı direnmesine şaşırdım. “Vaha?” dedim bu kez endişeyle. “Bir sorun mu oldu?” Ben burada hazırlanırken ailesi ile tartışmış olabileceğini veya herhangi büyük bir pürüzün ortaya çıkabileceğini düşündüm ve korkuyla titredim.

Bu kez tüm gücümü kullanarak kafasını boynumdan çekmeyi başarabildim ama bana bakmadı çünkü koyu kahve gözlerinde nem vardı. “Vaha,” diye mırıldandım üzüntüyle.

Başka bir şey dememe fırsat vermeden konuştu. “Şimdiye kadar çektiğin tüm sıkıntılar için çok üzgünüm,” dedi yutkunarak. “Keşke bu tabloyu dört sene önce görseydim.” Elimi yanağına koyup bana bakmasını sağladım. Ben konuşacakken yine o konuştu. “Çok güzel olmuşsun, Vera. Melek gibi.”

Uzanıp yeni tıraş olmuş yanağını öptüm. “Geçmişi geride bıraksak artık? Bunun için üzülmeni, üzülmemi istemiyorum.” Başımı yana eğip gözlerinin etrafındaki yaşı parmak uçlarımla sildim. Bu süre zarfında bakışlarını yüzümden ayırmadı. “Gidelim mi artık?”

Kafasını belli belirsiz salladı ve elimi belime koyup beni kapıya doğru yönlendirdi. Vaha gelinliğe basınca gelinliğin eteklerini tutup yukarıya çektim. Başını eğip ayağıma baktı. “Fotoğrafçı stüdyoda. Senin istediğin gibi sade çekim yapacak.”

Geçmem için kapıyı açarken tebessüm ettim. “Güzel, abartmaya gerek yok. Hatıra için birkaç tane olması yeterli.”

“Bazen benim işimi kolaylaştırıyorsun. Kendimi dış çekim yaparken, şu saçma sapan, komik damat pozlarını verirken düşünemiyorum. Senin iki elin omzumda ve öküzün trene baktığı gibi birbirimize bakarken çekilmiş bir fotoğrafımız olsaydı,” dedi ve hemen cümlesini değiştirdi. “Allah’ım, korkunç.” O önüne bakarak konuşurken ben ona dönerek dinledim. Söylediklerini hayal edince kahkaha atmamak elde değildi.

Giriş kattaki geniş alana indiğimizde Azra, Nazlı ve Kerim orada bir şeyler hakkında konuşuyordu. “Abi,” diye seslendi uzaktan Nazlı. “Saat tam dokuzda nikah memuru burada olacak, gecikmeyin.”

Çekim her ne kadar sade olsa da düşündüğümden uzun sürdü. Nazlı gelip saatin dokuz buçuk olduğunu ve nikah memurunun yarım saattir beklediğini söyleyince fotoğrafçının istediği son pozu vermedik. “Sen elektronik posta olarak gönderirsin bana,” dedi Vaha stüdyonun çıkışına vardığımızda.

“Tamam efendim. Hayırlı olsun tekrardan,” dedi otuzuna merdiven dayamış olan fotoğrafçı. Hızlı adımlarla stüdyodan çıkıp girişe yöneldik. Neyse ki çekim alanı binanın içerisindeydi. Nikah, göz alıcı renkteki çiçeklerin süslediği yemyeşil bahçede kıyılacaktı. Masalara ve sandalyelere hakim olan renkler, beyaz ve toz pembeydi. Davetlilerin önündeki şamdanlar da ortama hoş bir hava katmıştı.

Tanıdıklarımın yanında, tanımadığım az sayıda insan daha vardı. Vaha belime elini koydu ve bizi gören davetliler aynı anda alkışlamaya başladı. Bizse hızlı adımlarla nikah masasına yöneldik. Önce Vaha sonra ben, gülmemek için kendini sıkan kadın nikah memuruyla el sıkıştık. Kaşlarımı çatsam da bu konu üzerinde durmadım. Vaha oturmam için sandalyemi çekmeyi şaşırtıcı şekilde akıl edebildi. Melis’i görmek için davetlilerin oturduğu tarafa döndüm ve bazılarının kıs kıs güldüğünü, Vaha’nın ailesininse moralinin bozuk olduğunu fark ettim.

Meraklanınca nikah şahitlerimiz olan Azra’yla ve Kerim’e döndüm. “Bir şey mi oldu?” Vaha nikah memuru ile konuşuyordu.

Azra’nın lafını ağzına tıkayan Kerim, “Nikahınıza baskın yapar gibi girmeniz dışında bir sorun yok,” dedi gülerek.

“Hadi Vaha’yı anladım ama bir ilişkide iki kişi de öküz olmaz ya,” diye söylendi Azra. “Gelin ve damat yavaşça girer içeriye, davetlilere bakar, gülümser. Siz ne yaptınız peki?” dedi öfkeyle. Yine de fısıltıyla konuşmak için çaba veriyordu. “Koşar adım bahçeye dalıp kimseye bakmadan nikah masasına oturdunuz. Şimdi düğün videosunu izleyip kendinizden utanın.”

Kerim’in yüzü şekilden şekle girmiş, kıpkırmızı kesilmişti. “Nereden bileyim ben?” dedim kızarak. Utançtan yanaklarım yanıyordu. “Daha önce düğüne gitmişliğim mi var?”

Azra derin bir nefes alıp önüne dümdüz baktı. Vaha yaptığımız hareketi ve bunun insanların üzerindeki etkisini fark etmiş gibi değildi ya da umursamıyordu. Ellilerindeki kadın nikah memuru sesini temizledi ve masanın ortasındaki mikrofonu aldı. “Değerli konuklar, Eylül Akbulut ve Atalay Baysal’ın nikah törenlerine hoş geldiniz,” dedi kadın ve alkış seslerinin dinmesini bekledi. “Eylül Hanım ve Atalay Bey İstanbul Büyükşehir Belediyesi Evlendirme Daire’sine evlenmek üzere başvurdu.” Gergin halde derin bir nefes alıp verdim. Herkesin odağı nikah memurundaydı. “Yaptığımız incelemeye göre evliliğinizle ilgili yasal bir engelinizin olmadığını tespit ettik. Bugün, burada, konukların ve şahitlerin huzurunda, bu evlenme arzunuzu sözlü olarak beyan etmenizi istiyorum. Sayın Eylül Akbulut, kendi hür iradenizle, hiçbir baskı altında kalmadan Sayın Atalay Baysal’ı ömür boyu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?” dedi ve uzanıp mikrofonu titreyen elime verdi. “Evet,” dediğimde sesim sandığımdan daha sessiz çıktı. Cevabım karşısında davetliler yine alkışladı.

Mikrofonu memura uzattım. “Eminsin değil mi?” diye sordu kadın gülerek, bu sorusu davettekileri de güldürdü.

“Eminim,” dedim diğerlerine eşlik edip. Dönüp Vaha’ya, gözlerinin içinden saçılan mutluluğuna baktım. Masanın altından kucağımdaki elimi tuttu.

“Sayın Atalay Baysal siz de kendi hür iradenizle, hiçbir baskı altında kalmadan Sayın Eylül Akbulut’u ömür boyu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?”

“İyi düşün, hiçbir şey için geç değil.” Konukların arasından yükselen sesin sahibine kahkaha atarak döndüm. Tıpkı diğerleri gibi gülmekten kızaran Mert’e baktım. Güneş ona biraz kızmış gibiydi.

“Bak bekarlık sultanlıktır,” dedi bu kez Kerim. Vaha gülerek başını iki yana salladı ve mikrofona doğru, “Evet,” dedi.

Azra hemen eğilip, “Ayağına bas,” dedi dişlerinin arasından. Döndüm ve Vaha’nın ayağını kaçırmasına fırsat vermeden topuğumla ayağına bastım.

Yüzü acıyla ekşidi. “Uyarmışlardı beni, unuttum,” dedi sanki bir cinayete kurban gitmiş gibi bir pişmanlıkla. Elimdeki elini sıktım. Bu hareket sessiz bir özür niteliğini taşıdı.

“Teşekkürler. Şahitlerimiz, şahitlik ediyor musunuz?” diye ayrı ayrı sordu. Kerim ve Azra sırasıyla yanıtlarını verdiler. Memur önündeki defteri önümüze uzatarak imzalamamız gerektiğini söyledi. Kimin tuttuğunu bilmediğim bir fotoğrafçı bizi, imzaları atarken çekti. Kerim de imza atarken poz verince Vaha, “Senin imza atarken fotoğrafın olsa ne olur, olmasa ne olur?” diye takıldı.

“Olur mu? İlk defa şahit oluyorum,” dedi ve göz pınarlarını baş parmağı ve işaret parmağıyla sıktı. “Çok duygulandım.” Vaha ona göz devirip konuşmak üzere olan nikah memuruna döndü.

“Ayağa kalkınız,” dediğinde söylediğine uyduk. “Evlenmek istediğinizi benim, sayın şahitlerin ve saygıdeğer konukların huzurunda söylediniz. Beykoz Belediye Başkanı …’nın bana vermiş olduğu yetkiyle sizi karı koca ilan ediyorum.” Ve nihayetinde evlilik cüzdanını bana uzattı.

Vaha ellerini belime koyup dudaklarını alnıma bastırdı. Bahçedeki herkes gürültüyle alkışladı, bazıları ıslık bile çaldı. Bense tüm bu ilginin odağı olmaktan çekinir halde geri gülümsedim.

Nikah memuru gitti, tebriklerini ileten, çoğu Vahaların şirketinden gelen tanımadağım misafirler iyi dileklerini dileyip törenden ayrıldılar. Biz de az ileriye, hemen yamacımızdaki boğaz manzarasının önüne kurulmuş davet masasına, yemeklerimizi yemek üzere geçtik. Herkes ailendi. Yalnızca Özgür’ün annesi ve Emre yoktu. Ki Emre’yi o malum olaydan sonra görüp görmediğimi hatırlamıyordum bile. Yemek boyunca en çok Melis’le ilgilendim. Her ne kadar onu da yanımda götürmek istesem de bu pek uygun olmazdı. Bir hafta birbirimiz olmadan idare etmek zorundaydık.

Yemeğimizi, tatlımızı büyük bir iştahla yedik. İçeceklerimizi yudumlarken uzun uzun, farklı konular üzerinde hoş bir sohbet ettik. Bir ara Kerim, Amerika’ya yerleşen Özgür’le sevgilisi Zeynep’in fotoğraflarını gösterince kısa süren bir gerginlik oldu. Firuze teyze ortamı çabucak toparladı. Vaha’nın moralini düzeltmek de bana düştü fakat yüzüne bakarak gülümsemem yeterli oldu.

“Atalay abi evli barklı olmadan bir futbol oynamaz mıyız be?” dedi Kerim ağzını silerken. Teklifini kabul etmesi için Vaha’ya kedi bakışları attı. “Dün mekanı görmeye geldiğimizde çalışanlar oynuyordu burada.”

“Bence çok iyi fikir,” diye hemen atıldı Mert. “Güneş, Nazlı, Azra, Melis ve Eylül de oynarsa dörderli iki takım oluruz.”

Vaha dudak büzüp omuz silkti. “Bana uyar.”

Kendi adıma, “Daha neler, gelinlikle mi?” dedim şaşkınlıkla. “Hem Melis daha bir çocuk.” Birisi koluma hafifçe dokununca sağ tarafıma döndüm.

“Abla ben de oynayayım, lütfen,” dedi Melis tereddüt ve bir o kadar da istekli. Birkaç saniye kararsız kalsam da onun bu isteğine karşılıksız kalamadım.

“Tamam ama topa sert tekme atmayın,” diye uyardım.

“Ağzımız burnumuz kırılıyormuş,” dedi Azra kahkaha atıp. Ben ve Nazlı hariç herkes futbol oynamaya hevesliydi.

Mert sandalyesinde öne doğru kaydı ve “Eylül, Atalay, Azra ve Melis birinci takım. İkinci takım da Ben, Güneş, Nazlı ve Kerim. Kalecilerinizi seçin,” diyerek kendi takımındakilere baktı.

“Ben bizim takımda kaleci olurum,” dedi Azra elini kalırıp.

“Tamamdır, siz seçtiniz mi?” Mert, Vaha’ya dönüp seçtiklerini, kalecinin Kerim olduğunu söyledi. Vaha’nın yüzündeki sırıtıştan gol atarken acımayacağı okunuyordu.

Boş alana girdik ve vazolardan çıkarılan çiçekleri iki yana koyup kale sınırı yaptık. Görevliler hiç ses çıkarmıyordu çünkü bunun faturaya misliyle yansıtacaklarını biliyorlardı. Topuklu ayakkabılarımızı kenarda çıkarıp oynamaya başladık. Düşündüğüm kadar kötü değildi. Oyun boyunca gülmekten yüz kaslarım ağrımıştı. Pas atmak konusunda o kadar berbattık ki, Vaha bizim kötü oyunculuğumuzu telafi etmeye uğraşırken tere battı. Fakat ben gelinliğimin eteklerini toplamaktan topu göremiyordum. Neyse ki Güneş ve Nazlı da en az bizim kadar berbattı. Fakat Azra’nın elbisesinin de yeterli bir etken olduğu kötü kaleciliği, oyunu karşı takımdakilere verdi.

Kerim topu kolunun altına alıp gevşek bir pozisyonda durdu. “Ey Atalay abi,” dedi boştaki eliyle havada daireler çizerek döndürürken. “Daha nikah günü yaşlandın. Performansın düştü.”

“Çeneni kapat Kerim. Belediye seni nikah şahidi olarak nasıl kabul etti bilmiyorum,” dedi aklını alaya alarak. Kerim, Vaha’nın nikah şahidi olmak için kırk takla atmış, en nihayetinde Vaha da onu kıramamıştı. Tüm olanlardan sonra bile Kerim’in Vaha’yı eskisi gibi sevmesi onun yüreğinin temizliğini gösteriyordu. Her ne kadar arada gaf yapsa da Vaha da onu Özgür’den ayrı tutarak kardeşi gibi benimsiyordu. Sürekli atışmalarının sebebi aralarındaki samimiyettendi.

Güneş bulutların arasından ışıltısını yayıyordu. Vaha saatine bakıp gözlerini kısarak bana döndü. “Gidip üzerimizi değiştirelim. Havaalanına anca yetişiriz.” Kafamı sallayıp hemen yanımda duran Melis’e döndüm. Önünde eğilip topuzundan kurtulan bir tutam saçını kulağının arkasına ittirdim. “Seni çok özleyeceğim, bir tanem,” diye fısıldadım.

Kollarını boynuma doladı. “Ben de seni, beni merak etme.” Saçına sayısız öpücük bıraktım. Geri çekilirken, “Abla,” dedi. “Döndüğünde annemi görmeye gideceğiz, söz vermiştin. Unutma olur mu?”

Başımı olumlu anlamda salladım. Ona babamızın ve abimizin öldüğünü açık açık söyledim fakat detayları vermedim. Bir kazada öldüklerini düşünüyordu ve kısa süren bir şokun dışında neredeyse hiç etkilenmedi. Hatta annemizin artık kurtulduğunu ileri sürdü. Yanımızda kalıp kalamayacağını sorduğunda tedavisini bahane ettim. Esasen bahane sayılmazdı, Vaha’nın annemi tedavi ettirme konusundaki teklifini reddetmedim. Şimdi iyi bir hastanede tedavisini oluyordu. Ben de Melis’e her ay annesini göreceğinin garantisini verdim. Elbette tüm bunları bir çocuk psikologuna danışarak.

Onu anlıyordum, olanları tam olarak idrak edecek yaşta değildi ve haklı olarak annesini istiyordu ama onu annemin eline yeniden bırakmak sağlıklı değildi. Melis’i de kendi zihniyetiyle yetiştirmesini kesinlikle istemiyordum. Her ay gidip görmesi, konuşmasının yeterli olacağını söylemişti psikolog.

Melis’le haddinden fazla uzun süre, diğerlerineyse kısaca vedalaştık ve yine üst kattaki günlük elbiselerimizi giyinmek odaya çıktık. Banyo yapma fikrini sonraya sakladım.

💔

Barcelona’ya iniş yaptığımızda saat akşamın altı buçuğuydu. Havaalanından araca doğru gittiğimiz yolda Melis’le konuştum, sesi çok iyi geliyordu. Bu içimi rahatlatıp kafamı boşalttı.

Şehrin göbeğindeki tarihi yapısıyla dikkat çeken otele gittik, ilk işimiz saçlarımızı hızlıca yıkamak oldu fakat Vaha beni şaşırtarak birlikte banyo yapma fikrini ortaya atmadı. Ardından otelin terasında, yeni yanmaya başlayan sokak lambalarının süslediği Barcelona manzarasında yemek yedik. Terasın üzeri kapalıydı çünkü dışarıda yağmur çiseliyordu. “Güzel bir şehir,” dedi Vaha uzun uzun manzaraya bakarak. “Ama insan bazen kendi dilini konuşan insanları arıyor.” Önüne dönüp çatalını tabağının kenarına koydu. “Her ne kadar zihniyetlerini eleştirsek de…”

“Öyle,” dedim bir süre düşündükten sonra ona hak vererek. Dudaklarımı ıslattım. “Yarın nereye gidiyoruz?”

Saatine baktı. “Çok yorgun değilsen yemekten sonra Barcelona sokaklarında dolaşabiliriz. Akşam çok güzel oluyor. Hele ki yağmur yağınca.”

Üzerimdeki hırkanın yakalarını birleştirip aniden gelen üşümemi bastırmaya çalıştım. “Çok iyi fikir.”

Yemeğimizi bitirince orada daha fazla vakit kaybetmeden kendimizi sokağa attık. Biraz ilerledikten sonra, taş yollu dar sokaklara saptık. Kitapçılar ve kahvecilerin olduğu bir sokaktı ve enfes bir kahve kokusu dükkanlardan çıkıp sokağa buram buram yayılıyordu. Orada bir yere oturup Vaha ile kahve içtik. Her şey hayal edebileceğimden çok daha güzeldi.

Yorgunluğumuzun hevesimize üstün geldiği bir ara otele dönme kararı versek de sonradan caydık. “La Sagrada Familia’yı biliyor musun? Sıra beklememek için rezervasyon yaptırmıştım,” dedi Vaha. “Kulelerine çıkıp Barcelona’nın en güzel manzarasını seyredebiliriz.”

“Olur,” dedim parmaklarımı parmaklarının arasına geçirip. Yürürken kafamı onun omzuna yasladım. İkimiz de siyah renk bir hırka giyinmiştik ve benim saçlarım hala daha nemliydi. Bir taksiye binip bahsettiği tarihi yapıya gittik.

Devasa, görkemli bir yapıydı ve insanın bakarken bile ağzı açık kalıyordu. Dört tane kulesi vardı, Vaha kulelerin üzerideki süslemeler için, “Bu süslemeler cennet ile yeryüzü arasında bağlantı kurduğu yönünde bir inanç var,” dedi. “Bu bazilikayı yapan adam bir tramvayın altında ezildiği için yapımın inşası tamamlanamamış, doksan küsür yıldır ve hala daha yapımı sürüyor. Bu yüzden buranın insanları bu yapıya bitmeyen kilise diyor.”

Tarihi mekanın içi de tıpkı dişi gibi muhteşemdi. Kolonları, binlerce dalı olan ağaçların şeklindeydi. Ve sanki yürürken, büyük bir ormanda yürüyormuş hissi veriyordu. Kulelerine çıkarken büyük bir kalabalığa eşlik etmek zorunda kaldık ancak manzaranın büyüleyici güzelliğini görmek tüm yorgunluğumuzu aldı.

Hala yağmur şehrin üzerine yağıyor, insanlar bile damlaların birleşerek çıkardığı en tatlı gürültüyü bastıramıyordu. Şehrin ışıkları bir dünyaya yetecek kadar fazla geliyordu insana. Normalde rahatsız edebilecek bu görüntü, buradan bakılınca kusursuz bir uyum sergiliyordu.

Oradan yine taksiyle otele geçtik. Ayaklarım yorgunluktan kırılıyordu. “Benim aşağıda biriyle görüşmem gerekiyor,” dedi Vaha hiç bu tarafa gelmeden. Odanın manzarası da şehre bakıyordu. Tavandaki devasa avize, koyu kırmızı, kadife mobilyaların üzerine loş bir ışık yayıyordu.

“Tamam,” dedim ve onun çıkışını izlerken yatağa uzandım. Neden böyle bir kumaşı tercih ettiklerini anlamadığım saten çarşafın üzerinde yana kayarak komodinin üzerindeki telefonu aldım ve Melis’in uyku saati gelmeden sesini duydum. Telefonumu yanıma bırakıp derin bir iç çektim. Gözlerim avizeye kenetlenmiş gibiydi. Midem bulanmaya başlar başlamaz gözümün önüne yağlı yemekler geldi ve bu defa daha da kötü oldum. Sorun şuydu ki ben rahatça kusamıyordum. Derin derin nefes alıp verip bulantımın geçmesini bekledim.

Dakikalar birbirini kovaladı ve en sonunda midem yatışınca test konusunda daha sağlıklı düşünmeye çalıştım. Olan neyse eninde sonunda gün yüzüne çıkardı, kaçmanın anlamsız olduğu aşikardı fakat bir şeyler beni o testi yapmamaya zorluyordu.

Umulmadık bir cesaretle yataktan doğruldum ve çıplak ayaklarımı otantik bir hava vermek için serilmiş yumuşak halının üstünde sürüye sürüye çantamın içindeki testi almaya gittim. Testi görmek bile beni seneler önceki küçük odamın içinde yaşanan kabusların ortasına sürüklüyordu. Dudaklarımı yalayıp eskiyi düşünmemeye ve şimdiye odaklanmaya çalıştım. Kararımın değişeceğinden ve yeni bir döngüye gireceğim korkusuyla hızlı adımlarla banyoya girip testi yaptım ancak sonucunu öylece bekleyemedim. Havlu dolabının üzerindeki vazonun arkasına testi bıraktım ve koyu mavi camın ardından açıkça görünen, bizden çok aşağıda kalan şehri izledim. Testin sonucunun şimdiye kadar çıktığını bilsem de bakamadım. Kendimi koca büyüklükteki duşabinin içine attım. Ellerim ve ayaklarım buz kesmişti fakat vücudumun neden böyle tepkiler verdiğini anlayamıyordum. Bebek sahibi olmayı çok istiyordum ama neden bu kadar endişeliydim?

Titrek bir nefes verip açtığım suyun saçlarımın ıslatmasını beklerken ellerimle yüzümü ovaladım. Saçlarımı yeniden yıkamama gerek yoktu ama suyun altında boş boş beklemek canımı sıkınca, kutusu pembe olan şampuanı elime sıktım ve saçlarımı köpürttüm.

Koluma bir el dokunduğunda korkum boğazıma takılı kaldı ve çığlık bile atamadım, hızla arkamı dönüp Vaha’nın yüzüne bakarken saçlarımda kalan azıcık köpük gözlerime girdi. “Bu su soğuk, Vera,” dedi şaşkınlıkla. Gözlerimi sımsıkı yumup açtığım sırada suyun musluğunu diğer tarafa ittirdiğini gördüm.

Kafamı kaldırıp suyun yüzüme değmesi ve gözlerimdeki köpüğün sebep olduğu sızıyı hafifletmesi için çaba verdim. “Öyle mi?”

Parmaklarıyla gözüme hafifçe bastırdı ve sonra açmamı söyledi, açtıktan sonra yine kapattırdı. Bunu birkaç kez yapınca sızı azaldı. “Neyin var?”

Kızarık gözlerimi kırpıştırıp çıplak gövdesine baktım. “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım ve yutkundum. “Bir şeyim yok, sadece bir an nem bastı sanki. Terlediğimi hissettim. Bu yüzden de suyun soğuk tarafını açtığımı fark etmedim.”

Göz devirişinden bana inanmadığını fark ettim. “Beni korkuttun,” dedim konuyu değiştirerek.

“Benden bir şey saklama, Vera. Lütfen.” Benden ona geçen yaşam yorgunluğunu gözlerinden okudum. “Bunları aştığımızı düşünüyordum.”

Bana bakarken benimle ilgili her değişimi anında fark edebilmesi, aynaya bakıyormuşum hissi veriyordu. “Tamam anlatacağım,” diyip gülümsemeye çalıştım. “Ama burada, bu haldeyken konuşmak pek mantıklı değil.” Elimi omzuna koyup başımı yana eğdim ve iyi olduğuma ikna etmek için sırıttım. Oyunculuk değildi ancak tamamen de iyi sayılmazdım.

Bir süre öylece baktı. Başımı göğsüne çekip saçlarımın üzerine dudaklarını koydu. “Sonunda,” dedim ilgisini benim hüznümden çekmek umuduyla. “Beni banyoda yakalayabildin.” Geriye çekildim ve gülümseyerek, suyun ıslattığı yüzüne baktım.

Elini saçlarının arasına daldırıp geriye doğru yatırmaya çalıştı. “Süründürmece oyunun da burada bitmiş oldu.” Parmaklarını yanağıma sürttü. Fısıltıyla, “Aslan avını yakaladı,” dedi.

“Aslan ben oluyorum, av da sen.” Kaşlarımı kaldırıp meydan okurcasına baktım.

“Kuşkusuz,” dedi inkara girişmeyerek. Dimdik, başını eğmeden beni seyrediyordu. Dudaklarına yarım bir gülüş yerleştirdikten sonra koluyla belimi tuttu ve çıplak göğüslerim karnının üst kısmına yapıştı. O anda nefesim bir yerlere batıp kaldı.

Yürüyerek beni geri gitmeye zorladı. Sırtım duvara değince kolunu belimden çekti, eli sırtıma doğru çıktı ve hafif dokunuşlarıyla içimin titremesine sebep oldu. En sonunda çenemin iki yanında tutup dudaklarıma doğru eğildi. Dudaklarımı kapatan ağzı yüzünden hareketsiz kaldım.

Parmaklarını parmaklarıma kenetleyip ellerimi duvara, başımın iki yanına koydu ve beni tamamen hareketsiz kıldı. Onun hâlâ sağ elindeki parmağında olan yüzüğü benim yüzüğüme baskı yapıyordu. Dudaklarımı bırakıp çenemi ve etrafını öptü. Suyun sıcaklığıyla ona ait sıcaklığı ayırt edebiliyordum.

Dudaklarının yumuşak baskısını boynumdan göğüslerime çekti ve belirginleşmiş uçlarına küçük ısırıklar bıraktı. Ufacık bir teması bile beni mahvediyor, parçalıyordu ve tuhaf yanı da bundan ikimiz de delicesine haz alıyorduk. Kafasını göğüslerimden aniden çektiğinde, hafif aralık ağzımdan uzun süre ciğerimde hapsolan havayı dışarıya bıraktım.

Ellerini indirdi, öpücüklerini iki göğsümün arası ve karnım boyunca aşağıya doğru ilerletti. Ellerimi duvarda, belimin arkasında birleştirdim ve kafamı da duvara yaslayarak gözlerimi sımsıkı kapattım. Önümde eğilişi, dokunuşları, kalbimin rotasını karşı çıkılamaz bir zevke yöneltti. Bacaklarımı iki yana açınca elimin birini arkamdan çekip saçlarının üzerine koydum. Göğsüm şiddetle inip kalkıyordu. Dudakları kadınlığımın üzerine değdiğinde ilk başta hareketsiz kaldı. Nefesi hassaslaşmış bölgeme çarpmakla kalmıyor, tüm vücudumda deprem etkisi yaratıyordu. Bilerek beklediğini fark etimde yanağımın içini ısırdım ve bacaklarımı kapatmak istedim fakat müsaade etmedi. Dilini vajinama sürttü. “Vaha.” Dudaklarımdan çıkan yakarış banyonun duvarlarına çarptıktan sonra benim kulağıma geldi. Haykırdığımın farkında bile değildim. Bilerek aynı şeyi yapıyordu, her seferinde aynısını. “Yapma.” Dizlerim o kadar şiddetli titriyordu ki yere düşmemek için omzuna tutundum. Dakikalarca, ben ona gelene kadar yapmaya devam etti. Düşmek üzereyken ayağı kalkıp belimden tuttu ve engelledi.

“Ama şimdi,” dedi yüzüme yapışmış saçlarımı geri ittirerek. Yüzünde vahşi bir ifade vardı. “Aslan benim, av olan sensin.” Sert erkekliğini karnımda hissedince yüzümü göğsüne yasladım. “Kucağıma gel, prenses.” Ben ne yapmam gerektiğini kavrayamadan iki bacağımın üst kısımlarından tutup beni havalandırdı. Beline istemsizce dolanan bacaklarım hala titriyordu. “Gözlerime bak,” dedi ama ben alnımı alnına yasladım. Sıcak su artık olduğundan daha sıcak ve kavurucuydu. Ya da ben hassaslaşan duyularım yüzünden öyle zannediyordum. Saçlarım onun başının yanından sarkmayacak kadar kısaydı.

Penisini içime ittirdiğinde ikimiz de yine zorlandık. Kafamı kaldırdım, sırtım geriye doğru gerildi ve çığlık attım. Saçlarının arkasını öyle sıkı tutuyordum ki, canının acıdığına ama renk vermediğine emindim. Göğüslerimi öptü ve hızlandı. Elimi, buharların suya dönüşüp yuvarlanarak aşağı indiği yan tarafımdaki duvara koydum fakat aşağı doğru kayınca yeniden boynunu tuttum.

Hırıltılı nefeslerine karışan acı çeker gibi sesim tutkumuzu alevlendiriyordu. Daha önce bu kadar şiddetli nefes aldığımızı sanmıyordum. Darlığımı acımasızca yarıp geçen erkekliğinin her vuruşu beni müthiş sarsıyordu. Tatlı ılıklığını hissettim, o da boşalırken hafifçe titredi ve daha yüksek sesle hırladı. Alnımı alnına koyup, sıcak su şehvetle ıslanan çıplak bedenlerimize düşerken sakinleşmeyi bekledik. Onun nasıl hala dimdik durabildiğini bilmesem de ben yürüyecek halde değildim. O da bunun farkında olmalı ki beni yere indirmedi. “Beş kez bana geldin,” dedi Vaha büyülenmiş gibi. “Hangimizin av olduğunu tekrar düşün.”

Başımı kaldırıp yüzümün altında kalan suratına baktım. “Beni yine yakalamaya çalıştığında sen de tekrar düşün.”

💔

Üzerimizi giyinip uyumak için hazırlık yaptık ancak tüm bu süre zarfında benim aklım testteydi. Vaha, “Anlat sıkıntını,” deyince kaçamayacağımı istikrarlı bakışlarından kavradım.

“Bekle,” dedim oturduğum yataktan kalkarken. Banyoya doğru ağır ağır yürüdüm. Bacaklarım geri geri çekse de bir tarafım sonucu bilmek istiyordu. Banyonun içine girdiğimde lamba otomatik olarak yandı. Dolabın üzerindeki vazoya taraf gittim ve bir dakika kadar duraksadım, derin bir nefes verip kendimi ikna ettikten sonra hızla testi elime aldım ve baktım.

Durdum, düşündüğüm kadar korkunç değildi. Kalbimin ilk istikameti hüsran olmadı, büyük bir acıya da uğramadı. Şok mu olduğunu bilmiyordum. O an neyin ne olduğunu, duygularımın hangi meltemleri estirdiğini bilmiyordum. Yalnızca soyutluğunu kaybetmiş somut şeyler vardı. Duvardan bir farkım yoktu. Birisi ruhumun perdesini açıp duygularımı azat etmiş gibi bomboştum.

Elimdeki testle birlikte Vaha’nın yanına gittim. Yatağın kenarında oturuyordu ve saçlarından damlayan sular halının üzerine düşüyordu. Benim durup ona baktığımı fark edince önce yüzüme, sonra elimdeki teste baktı ve kaşlarını çattı. İlk kez o an heyecanlandım. Çok garipti, hatta uçarıydı ama günlerdir var olan tedirginliğim ve korkularım uçup gitmiş, yerini mutluluğa bırakmıştı. Önce bir çırpıda söylemek istedim fakat sonra vazgeçtim. Önüne kadar yürürken dikkatle beni seyretti. Ona uzattığım teste birkaç saniye gecikerek baktı.

Ağzı açık kaldı, sonra dudaklarını yaladı. “Yani, şimdi ben buradaki işaretin ne anlama geldiğini bilmiyorum ama eğer olumlu olmasaydı bana göstermezdin,” dedi heyecanın kesikleştirdiği sesiyle. Yavaşça ayağa kalktı. “Bu iki çizgi bebeğimizin olacağını mı söylüyor?”

Aksini söylememden korkar gibi yalvarır gözlerle bana baktı ve kaşlarını kaldırıp cevabımı bekledi. Mutluydum ama içimden akıp dışarıya vuran gözyaşlarımı tutamadım. “Evet,” diyip dudağımı ısırdım.

Bana öyle sıkı sarıldı ki yokluğunun artık mümkün olmayacağını hissettim. Birbirimize ait kalplerimiz bebeğimiz için attı. Geriye çekilip yüzümü ellerinin arasına aldı, benim için güçlü durduğunu açık seçik görebiliyordum. “Artık hayat bize gülüyor, Vera,” dedi dolu gözlerle. “Bak, kırık kalplerimiz paramparça ruhumuzu iyileştirdi. Görüyorsun ya, her şey düzeliyor.” Alnımı öptü ve gözyaşlarımı sevgiyle sildi. “Ben seni beş senedir gözlerim kapalıyken de sevdim, şimdi de seviyorum.”

“Her şey geçti,” diye tekrarladım. “Seni seviyorum.” Karanlık sokağımın sönmeyen lambası, seni seviyorum. Beş senedir sevdiğim ve iki yaşamda da seveceğim gibi. Bebeğimizi elimize aldığımızdaki gibi büyük bir heyecanla seveceğim.

💔

Bölümle ilgili fikirlerinizi buraya bırakın lütfen. ❤️

Vera ile Vaha'nın sizde bir etkisi varsa neler?

İnstagram; nn.okuyucu

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 46K 43
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
6.7K 2.2K 49
Aşk maviydi. Aşk umuttu. Sevipte sevilmeyi ummaktı aşk. Aşk siyahtı. Aşk imkansızdı. Kanı kırmızı akan kalbin aralarına siyahın bulanmasıydı. İstesen...
3.3M 121K 67
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
12:30 SEANSI By damy

Mystery / Thriller

1.6M 99.2K 50
[WATTYS 2022 KAZANANI] Parmağı omzumun üzerindeki belli belirsiz benlere dokundu. Ardından köprücük kemiğime kaydığında dudaklarım, bir nefese muhtaç...