27: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"

101K 5.6K 2.8K
                                    

Sellamlarr.

Atalay'ı aşağıya bırakayım da kalp krizi geçirelim topluca.

27

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

27. Bölüm: "Geleceğe Açılan İlk Kapı"

Bazen tek bir saniye bile hayatınızı değiştirebilirdi. Ya da küçücük bir olay... Geç kalınmışlıkların asıl sebebi de buydu zaten. Her şey bambaşka olabilecekken, yapılamamış ufacık bir şey planları darmaduman ederdi. Bu hep böyleydi. Çünkü pişmanlığın uzun adı, yapılması gerekenlere geç kalınmışlıktı.

Atalay 'çocuklarımız' dediğinde kalbime ilintili halde varlığını koruyan hüzün kendini belli etti. İkimize ait bir bebek vardı. Dört sene önce benden koparılan, Atalay'a ve bana ait olan minik bir can... Şimdi olsaydı, eğer Atalay yanımda olsaydı veyahut zamanında yetişseydi üç yaşında bir bebeğimiz olacaktı. Rüyalarımdakine benzeyen, Atalay'ın bir kopyası olan minik bir kız çocuğu... O zamanlar, şu duruma geleceğimi, kız kardeşimden ve annemden bir şekilde koparılacağımı bilseydim Atalay'ın teklifini kabul ederdim.

O zaman ne olurdu? Muhtemelen biz şu an evli olurduk ve bebeğimiz hayatta olurdu. Ama şimdi durum böyle değildi. Atalay ve ben bu dünyaya fazla gelmiştik. Birbirimize olan sevginin büyüklüğü hayatı korkutmuş olmalıydı. Yaşadıklarımızın, birbirimizden böyle vahşice koparılışımızın ve şu anki konumumuzun başka bir açıklaması yoktu.

Öte yandan içten içe Atalay'ın tüm çabayı verdiğini de biliyordum ama kabullenmek şöyle dursun düşünmek bile istemiyordum. Çünkü insan acısına ancak acıyı yaratan birini bulup kılıf takarsa katlanabilirdi. Atalay suçlu değilse eğer, Güneş'in dediği gibi bir yıkım yaşadıysa geriye tek bir suçlu kalıyordu.

Aile bir kurtuluştu; koruyan, kollayan ve gözeten. Ama benim ailem yarattıkları cehennemime odun taşıdı. Ve ben o cehennemde hala daha yanıyordum.

"Neyin var?" Atalay'ın gülümseyen yüzü soldu ve ciddiyetle bana baktı. Gözlerindeki yoğun endişe içimdeki ağır havayı dağıtmam için beni zorladı.

"Bir şeyim yok," dedim ve dolabın kapağını açarak bardak çıkardım. Suyu kafama dikerken hala beni izliyordu. Dudağımın kenarını silerken, "Ee," dedim. "Sen yemek yapmayı beceremezsin ki."

Tereddüt içerisinde kalsa da az evvelki tavrına büründü. "Hakaret kabul ederim."

Güldüm. "Daha önce hayatında hiç yemek yaptın mı?" diye sorarken cevabını biliyordum. Tabi benim yokluğumdaki dört senede kendini mutfak işlerine adamadıysa.

"Hayır," dedi kelimeyi uzatarak. "Ama çok kolay bir iş. Soğanı doğra ve kavur, sonra salça dök, sonra da diğer malzemeleri. Al sana yemek."

VERA İLE VAHA  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin