49: "Istırabın Hafızası"

81.7K 4.5K 1.4K
                                    

Oy verip, bol bol yorum yapmayı unutmayın.

Sevgim üzerinize olsun çiçeklerim. ❤️🌺

 ❤️🌺

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

49. BÖLÜM: “Istırabın Hafızası”

Tüm vücudum baştan aşağı ağrı içindeydi. Yatağın içinde titreyerek uzanıyordum. Sokak lambasının ışığı penceremden içeriye vuruyor, yeni kararmış odayı az da olsa aydınlatıyordu. Ufacık bir hareketi yapmak bile dünyanın en zor işiydi. Gözlerimi camdan dışarı doğru çevirdim.

Acaba şu an o ne yapıyordu? İyi miydi? Belki de ailesi ile birlikteydi. Tahmin etmesi güç. Aklımdan bir an bile çıkmıyordu, onun için de aynı şey geçerli miydi merak ediyordum.

Bunu düşünmek hastalığımın tetiklenmesinden başka bir işe yaramasa da onun parlak, koyu kahve gözlerini hatırımdan çıkarmam mümkün değildi. Her bir zerresi zihnimin metal duvarına şişle kazınmıştı. Onu aklımdan yalnızca ölüm çıkarabilirmiş gibi zannediyordum. 

Melis çalışma masasının sandalyesini yatağımın yanına çekmiş, endişeli gözlerle beni seyrediyordu. Kulağım çınladı, yüzümü buruşturdum. Konuşmaya başlayacaktım ki ciğerlerimi ağrıtan bir öksürük tuttu. Zar zor sakinleşip Melis’e baktım. “Bir şeyim yok, bebeğim. O kadar endişelenme.” Alnımdaki bezi ona uzattım. “Bunu soğuk suyla yıkayıp getirebilir misin?”

Yerinden hızla kalkıp uzattığım bezi aldı, odadan çıktı. Başımı çevirmeye bile halim yoktu. Tavanı seyrederken bir öksürük nöbeti daha geçirdim.

Bedenim zaten zayıf düşmüşken, iki gün önce hava almak için çıktığım yürüyüşte yağmura yakalanmıştım. Dün de ağrılarım vardı ama soğuk algınlığı hapı içmeme rağmen hastalığım en üst safhaya çıkmıştı. Melis’in elinden çorba veya başka bir yemek yapmak gelmediği için yalnızca kahvaltılık yiyebiliyordum ama bir lokmayı bile dakikalarca ağzımda çeviriyordum. Tadı zehir gibiydi. Ağrı kesiciler olmasa ne yapabilirdim bilmiyorum.

Melis az sonra içeriye girdi. Bezi alnıma koymadan önce parmaklarını alnıma dokundurdu ve gözleri kocaman açıldı. “Abla çok sıcaksın.” Sesinin ağlamaklı geldiğini duyunca elini tuttum.

Gülümsemeye çalıştım. “Ben küçükken de böyle şiddetli hastalanırdım ama çabucak geçerdi. Hem merak etme, ben dokuz canlıyım.”

İlgiyle, “Dokuz canlı ne demek?” diye sorduğunda yüzü gevşemişti.

Oturması için işaret yaptıktan sonra konuştum. “Yani, çok badire atlatıp yine de bir şey olmayan birine denir. Kediler gibi.”

Son benzetmeme karşılık kıkırdadı. Ellerini bacaklarının altına koyup kafasını yana eğdi. “Bu çok güzel bir şeymiş. Peki ne geldi başına küçükken?”

Boğazımı temizlemek için öksüreyim derken yeniden öksürük nöbeti tuttu. Melis’in yüzü kasılınca kendimi çabucak toparlayıp konuya döndüm. Ama sanki o sırada birisi ciğerimdeki eti parçalıyordu. “Kafama tuğla düşmüş bir inşaattan, abim çatalını gözümde sıyırmış yanlışlıkla.” Ki bu tek gözümdeki astigmatımın sebebiydi. Ama gözlük takamıyordum, başımı ağrıtıyordu. “Babamın köyündeki dereye düşmüşüm, beni son anda kurtarmışlar. Sonra sönük tandırın içine düşmüşüm.” Bir de annem bana hamile olduğunu ilk öğrendiğinde, düşük yapmak için yaptığı türlü türlü iğrençlikler vardı ama hiçbirini Melis’e anlatmadım.

VERA İLE VAHA  Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin